Sf: 7
Daha olmayacağını düşündüğünüz anlarda hayat şaşırtıcı bir şekilde bunun aksini ispat eder ve siz bir önceki adımda olabilmek için can atarsınız. Elbette daha iyisinin olmayacağını düşündüğünüzde bu kural geçerli değildir.
Sf: 10
“Hadi canım, otuz üç yaşında ihtiyar bir kadınım artık.” Oysa bugün gerçekten çok hoş göründüğünün farkındaydı ve bu ona tuhaf bir galibiyet hissi veriyordu. Hep güzel olmuştu. Erkeklerin bakmaktan hoşlandıkları türden bir kadındı. Kıvır kıvır, yüzüne dökülen sarı saçları ve zaman zaman yeşile çalan ela gözleri vardı. “Bal damlaları” derdi eskiden Ömer Aslı’nın gözlerine. Sonra onları kan çanağına çeviren de kendisi olmuştu ya…
Sf: 16
“Aptallardan nefret ederim.” derdi Aslı, bu konuda kendisine takılan arkadaşlarına. “Özellikle de çirkinlerse.”
Sf: 22
“Evde Taş Devri seyrediyorum.”
“Vilma’yı s*kim. Ne işin var evde?”
Nalan onu hep güldürürdü. İşin ilginç yanı bunun için özel bir çaba falan harcadığı da yoktu. Hayata tuhaf bir yerden bakıyordu ve oradan gördükleri çok eğlendiriyordu.
Sf: 23
Yaşamında, Ömer’in en ufak bir gölgesini bile istemiyordu. Onun ne yaptığını, nasıl olduğunu da merak etmiyordu. Tek istediği hayatının yüzde yüz dışında kalmasıydı. En ufak sızma, karşılıklı gidip gelen en küçük bilgi kırıntısı bile huzurunu kaçırmaya yetiyordu.
Sf: 24
Bir sene boyunca aşık olduğunuz birinden kırk yıl nefret edebiliyorsunuz. Yani, aşkın kalıcı hasarları vardı.
Sf: 26
“Ayol o Ömer’i rüyasında görse, bir hafta anlatır.” Bu işe, en az Aslı kadar şaşırmış görünüyordu.
Sf: 29
Ölüm buydu işte. Sen ölürdün ve çok önemsediğin, içinde var olabilmek için ömrünü harcadığın koskoca dünya, ardından bir çizgi film sesiyle haykırırdı: “Güle güle, sen bir hiçtin!”
Sf: 33
Güzel kadınların çoğu etraftan kendilerine bakılıyor mu diye bazen belli, bazen de belirsiz bir kaygı taşırken, Jülide bunu hiç umursamazdı. Bir yere girdiklerinde kendisine dönen başların, farkında bile olmazdı. Kim bilir, belki çok alıştığı, belki de baktıklarını zaten bildiği için böyleydi… Ne bir hemcinsini ne de bir erkeği süzdüğü görülmüş değildi ki, işte bu bir kadında çok ender rastlanan bir durumdu.
Sf: 41
Güzel erkek vücudu buydu işte; Abartılmamış kaslar, geniş omuzlar, yağsız bir karın ve kılsız bir sırt.
Sf: 42
Onun tadını, kokusunu, düz kirpiklerini, kemikli ellerini ve ruhunda bıraktığı kıpırtıyı seviyordu… Bu adamı seviyordu.
Sf: 43
“Peki, kadınlar zamanla neye dönüşür?” diye sormuştu. Jülide’nin yanıtı kısaydı: “Şeytana…”
   
Sf: 44
“Jülide’yi arıyorsan, biliyorsun öldü.” dedi. Sesi hırçındı. Uyandıklarında çekilmez olmak onlarda bir aile geleneğiydi. Sabahları Jülide’yle birbirlerinden cüzzamlı gibi kaçarlardı.
Sf: 46
Onun tarafından sevilmek nasıl bir şeydi acaba? Jülide’yle bunu hiç konuşmamışlardı. Büyük bir aşka benzemiyordu aralarındaki, daha çok dostluk ve hayranlık gibiydi. Aslı, ne kavgalarına ne de coşkularına şahit olmuştu. İlk kez bu gece, onları merak ediyordu.

Sf: 47
İnsanın kaçmak isteyip de koşamadığı rüyalar gibiydi. Büyülenmiş, duruyordu. Onu hayatında ilk kez, bu gece gördüğüne yemin edebilirdi. Kasıkları ateşe verilmiş gibi alev alev yanmaya başladı ve içi korkuyla doldu. Kalbi sıkıştı, niye on altılık bir küçük kız gibi titreyip duruyordu teyzesinin sevgilisinin karşısında? Bu adamı daha önce hiç çekici bulmamıştı ki… Erkek olduğunun bile farkında değildi. Çığlık atmak istiyordu ama gel gör ki, üzerinden geceliği sıyrılırken itiraz etmeyi bile başaramadı. Tanımadığı bir duygu bütün vücudunu sarmıştı. Böyle bir şeyin varlığıyla karşılaşmak bile, dünyanın hiç de güvenilir bir yer olmadığının kanıtıydı.
Sf: 48
Yapmam dediğimiz şeyleri yaptıran, söylemem dediğimiz sözleri söyleten bir gücün esiriydik. Ve bu güç, bizim içimizde, tohumlarımızdaydı. 
Kollarını onun boynuna dolarken, korkudan da utançtan da çok daha güçlü bir duyguya teslim olduğunu anladı ve “Ömer…” diye inledi.
Sf: 49
(Aslında herze gündüz yenmiş olsa da fark etmez. Olayın ağırlığını hissetmek, için nedense üzerine bir uyuyup uyanmak gerekir.)
Bazen işi öyle abartırlar ki insanın tövbekar olacağı gelir. Allah’tan insanoğlu kendini  hoş görmeye fazlaca eğilimlidir de bu ıstırap çok uzun sürmez. Kendini yargılayan kişi, tüm tahrikleri, hafifletici sebepleri dikkate ele alır, başkasını asla göstermeyeceği bir incelik ve titizlikle en ufak detayı bile hesaplar. Sosyolojisi, psikolojisi işin içine girer, gerekirse çocukluğa kadar inilir. Taki aranan bahane bulunana kadar…
Sf: 50
Mesela kadın güzelse, kaltaklık potansiyeli daha çabuk ortaya çıkardı.
Sf: 51
İnsanın yeryüzünde böyle sevişmeler olduğunu hiç öğrenememesi, belki de en hayırlısıydı.
Sf: 52
Restorandan içeriye girdiğinde, erkeklerin bakışları gayri ihtiyari ona doğru döndü. Hatta birkaç tanesinin bakışları, üzerinde terbiye süresinden fazla kaldı. 
Birkaç masada lüzumundan çok daha genç kadınlar dikkat çekiyordu. Bunlar muhtemelen ikinci eşlerdi. Üzerlerine marka olmayan bir şeyler geçirirlerse ciltleri tepki verecek gibi giyinmişlerdi. Zavallılar, haytalarının bundan sonraki bölümünü, kocalarının yaşlı arkadaşları ve onların karılarıyla geçireceklerdi. Yaşıtları partilerde sabahlarken onlar televizyon önünde ağzı açık uyuyan bir adamla oturacaklardı. Tabii pırlantalar içinde…
Sf: 53
Zaten birini seçmek  diğerlerinden vazgeçmek değil miydi?
Sf: 55
O sevişme dengesini öyle bozmuştu ki, kendisiyle birlikte tüm dünyaya güvenini yitirmişti. Keşke her şey tekrar eskisi gibi olabilseydi. Keşke yine kendisine ve dünyaya güvenebilseydi.
Sf: 57
Koltuklara yayılmış sohbet ederlerken, Ömer’i gereğinden fazla düşündüğünü fark etti.
Sf: 61
“Masa sağlam mıdır sence?” diye fısıldadı Ömer. Elini kızın saçlarının arasına sokup onu sıkıca yakaladı, yüzükoyun masaya yatırıp eşofmanını sıyırdı ve üzerine abandı. Masanın tahtaları gıcırdarken Aslı hırstan ve zevkten ağlıyordu, hayat ne kadar korkunç ve ne kadar güzeldi.
Sf: 62
Hem sana bir şey söyleyeyim mi, iyi seks insanın karşısına her zaman çıkmaz, o yüzden bunun keyfini çıkar bence. Sonra gider o kılkuyruk herifle sonsuza dek mutlu yaşarsın.  
Canının istediğini istediğin zaman alan birinin sakin, kendinden memnun, gizli bir kibir taşıyan duruşu vardı üzerinde. Bozacaksın şunun cakasını, diye söylendi kendi kendine. Yine de, git demeye dili varmadı. Kendisiyle baş başa kalmaya cesareti yoktu.
Sf: 63
“Gitmem lazım,” dedi Ömer, her an bu fikrinden cayabilirmiş gibi. 
Sf: 68
Aslı böyle bir anda bile aklında Ömer’in olmasına şaşıyordu. Ne evsiz kalmış olmak, ne de Kirpi’yi sonsuza dek kaybetmek… Aklı fikri Ömer’deydi. “Ne hastalıklı bir ruh durumu diye geçirdi içinden. Demek insanlar bu yüzden bütün hayatlarını bir kalemde dağıtıveriyorlardı. Hayatına biri giriyordu ve o güne kadar değer verdiğin, önemsediğin ne kadar şey varsa hepsi anlamını yitiriyordu. Arkadaşların, karın, kocan, çocuğun, düzenin, yarına ilişkin hesapların yalan oluveriyordu birden. Onun üzerine yepyeni bir dünya inşa ediyordun, hatta o tek başına senin dünyan oluyordu. 
Birine aşık olmak, bir sefere çıkmak gibiydi, onun ruhunun tüm deliklerine girip, tüm kalelerini ele geçirince sefer bitiyordu. Sevgisinden ve sana verebileceği tüm ganimetleri aldığından emin olunca yeni seferin hazırlıklarına başlıyordun. Çoğu zaman bu hazırlığı farkında olmadan yapıyordun ama hareket günü geldiğinde seni hiçbir şey tutamıyordu. Herkesin seferi farklıydı elbette… Bazıları imparatorluk askerleri gibi ele geçirmiş olduklarını kaybetmeden yeni yerler almak isterken, diğerleri basit yağmacılardı.
Sf: 72
Kızım senin teyzen, benim hayatta en sevdiğim insandı ama manyaktı, basbayağı manyaktı işte. Kendine hüzünler icat eder, sonra da avunamazdı. Ne adamlar dilleri dışarıda koştu peşinden, ama o nerede en olmadık birileri var, hep onları istedi. Hatta adam ne kadar imkansızsa o kadar fazla istedi. Çok da güzeldi namussuz, sen de çok güzelsin… Nur içinde yatsın, dünya onun için yapboz gibiydi. On kere bozar, on bir kere yeniden yapardı. Ne rezalet takardı, ne laf ne söz, kafasının dikine giderdi. Sen sen ol, onun yolunu tutma, kafanı kullan imkansızın peşinde koşma.”
Sf: 73
Mutluluk arıyorsan, mutsuzluğu da peşin peşin kabul edeceksin.
Sf: 75
Çok iyiyken küt diye gidiverenlerden örnekler.
Sf: 76
İçten içe Ömer’i bekliyordu. Kapı her vurulduğunda yüreği ağzına geliyordu. Her defasında hayal kırıklığı yaşasa bile onu beklemek güzeldi. Aşkın sadece küçücük bir umuda ihtiyacı vardı. O umut olduktan sonra, insan sonsuza dek bekleyebilirdi.
Sf: 77
Bu ruhsal kıvranma sürecinde, Kirpi aklına gelmiyordu bile. Belki, o da aynı acıları Aslı için çekiyordu ama bu neyi değiştirir ki?
Sf: 79
“İnanamıyorum, onunla yattın ha! Senin böyle bir şey yapacağın, ölsem aklıma gelmezdi.
Sf: 81
“Ben olsam satmazdım,” dedi Zerrin. 
“Niyeymiş?”
“Ne bileyim hatıra onlar.”
“Sokayım hatıraya. Ev kalınca miras oluyor da, resim niye kalınca hatıra oluyormuş? Hem Jülide yapmadı ki onları, sevgilisi yaptı.”
Bünyesi onu reddediyordu. İnsanın bu kıza belli bir süreden fazla tahammül etmesi imkansızdı. Ne yapıp edip, bir süre sonra karşısındakine doz aşımı hissi veriyordu.
Sf: 82
İçinden Ömer’i aramak ve ana avrat küfretmek geliyordu. 
Yapmadı, elbette yapamadı… Arkadaşlarıyla buluştu, eşyaların yerlerini değiştirdi, ağladı, defalarca sinemaya gitti, kendisine iki öğrenci buldu, dokunaklı kavuşma sahneleri hayal etti, fallar baktırdı, kedi aldı, olamayacak sevişmeler düşledi, kedi kaçtı, kitap okudu, nefret etti, yemek yaptı, apartman toplantısına katıldı, kendine acıdı, kendine kızdı, kendine küstü, Nalanların yazlığına gitti, denize girdi, sırtı soyuldu diye üzüldü, karpuz peynir yedi.
Sf: 84
Birisinin iki satırıyla dünyasının aydınlanmasında endişe edilecek bir taraf görmeden kendisine çay yaptı. O satırlarda Ömer’in de acı çektiğini hissettiren koku vardı. Bunun verdiği hazzı içine çekti. Onu aramak için acelesi yoktu, bu dakikaların tadına varmak istiyordu.
Sf: 85
Buluştuklarında, Aslı’nın pırıl pırıl parlayan gözleri ve neşeli kahkahalarıyla manik belirtiler gösterdiğini düşündü. 
Aşık bir insanı aklıselime devam etmenin ne kadar beyhude olduğunu biliyordu. Jülide’nin dediği gibi, aşk şeytanın kemendiydi. İnsanı kıskıvrak yakalar, elini kolunu bağlar, her türlü deliliği yaptırırdı. Bir kez bu kementle yakalananı, ne ahlak, ne gurur, ne de mantık yola getirebilirdi.
Sf: 86
Onun sesini duymak mucize gibiydi ama sesinin titrediğini duymak mucizenin ta kendisiydi.
Sf: 90
Çekip gidersen tınmayacak bir kadınla olduğunda çekip gidemiyorsun.
Sf: 92
Onların telefon konuşmalarını sessizce dinlemek, gülmelerine, şakalaşmalarına tanık olmak Aslı’yı yavaş yavaş hırpalamaya başladı. Telefon çaldığında Ömer’in paniğe kapıldığını görmek, kara tahtayı çizen bir tebeşirin sesinden daha sinir bozucuydu. Diğer yandan, aşık olduğunuz o karizmatik erkeği, karısından iki kilo yağsız kıyma siparişi alırken izlemenin hiçbir romantik yanı yoktu.
Sf: 95
Aslı, onun üzüntü ve çaresizlik içinde kıvrandığının farkındaydı ama değilmiş gibi davranmayı sürdürüyordu. Gizliden, gizliye, onun vicdan azabı çekmesi hoşuna gidiyordu. Eninde sonunda Dalya’dan ayrılacağından emindi. Ne de olsa hala, masalların gerçek olduğuna inanılan yaştaydı.
Sf: 97
Söylenene kadar göz ardı edebileceğiniz ama söylendiği andan itibaren bir daha asla kaçamayacağınız türde bir gerçekti bu.
Sf: 103
Aşık olmadığınız birinden dostça ayrılmak, ne kadar da kolaydı. Arkadaş kaldılar. Sonra başkaları oldu, hatta birkaç kez “bu kez tamam,” diye umutlandı. Onlarla mutlu sabahlara uyandı, kahkahalarla güldü. Özledi, bekledi, küstü, kavga etti. Sevdiği erkekler olduysa da, bir daha o kadar sancılı ve o kadar tutkulu bir ilişki yaşamadı.
Sf: 104
Ömer onu sevmedi diye, başkasını sevdi diye, herkes bunu duydu diye, kendisi için değil de başkası için Dalya’yı boşadı diye, onu unuttu diye ağladı da ağladı.

Sf: 105
Kendisini dünyanın en dişi, en harika yaratığı gibi hissetmişti. İnsan bazen salaklıkta sınır tanımayabiliyordu.
Sf: 107
İyi para kazanıyor, güzel yaşıyordu. Tamam, bir şeyler eksikti ama zaten hep öyle olmaz mıydı?
Sf: 108
“Kovuldum,” dedi Nalan, lafı hiç uzatmadan.
“Ne?”
“Karısı uyanmış.”
“Dalga geçiyorsun.”
“Hayır, dün akşam arayıp söyledi. Gelme yarın dedi.”
Nedense kimsenin yaşadığı başkasına ders olmuyordu, herkes kendi dersini kendi almak istiyordu. 
“Bizimkisi başka!”
Erkek kısmı ekildikçe kıvama gelirdi.
Sf: 110
Hayatlarını yaşamayı planlayan yeni erkeklerin çoğu, aksi gibi daha iki gün gezemeden en çakal kadınların ellerine düşerlerdi. Diğer bir grupsa kendilerine merhaba diyen her kadın, onları alıp kaçacak sandıkları için paranoyak olurlardı. Normal bir kadınla flört etmeye bile korktuklarından erkek arkadaşlarıyla gezer, sonra da mahallenin pespayeleriyle sevişip dururlardı. Zaten hayatını yaşamak kavramı bu adamların tümü için sadece sevişmekti. Hiçbiri, durup kendine “kardeşim niye ben habire eşek gibi sevişip duruyorum,” demezdi. Daha işleri bitmeden sıkıldıkları kadınlarla, sonrasında nasıl tüyeceklerini hesaplayarak hayatlarını yaşarlardı.
Sf: 112
Terk edilmek nasıl da dokunmuştu sayın genel müdüre. O güçlü -ya da hormonlu- egosu diz çöküvermişti adını bile anmadığı karısının ardından. İnsan dediğin buydu işte. Öyle çok fazla değer vermediğiniz, ölüp bitmediğiniz biri bile terk ettiğinde kıymete biniyordu. “Onu bu kadar sevdiğimi bilmiyordum,” deniyordu arkasından. Ama aslında konu “onu sevmek” değil, “terk edilmeyi sevmemek” ti. Yine de ağlayan bir erkek dokunuyordu insana…
Sf: 113
Her zamanki gibi yakışıklıydı ve her zamanki gibi Aslı’ya öyle geliyordu. Oysa insanlar genelde aşkından yere yapıştıkları birini seneler sonra gördüklerinde “ayy bu muymuş?” diye hayıflanırlardı. Neden kendisine böyle olmuyordu ki? Ömer’e kıyafetini inceleme fırsatı vermemek için şimşek hızıyla yerine oturdu. “Pardon. Ziyaretini neye borçluyum?” diye sorarken, bir kusur bulma umuduyla Ömer’i süzdü. Salak bir ifade, talihsiz bir çorap ya da kötü herhangi bir şey, hepsine razıydı ama inadına adam kusursuz görünüyordu.
Sf: 115
“Sen beni gerçekten sevmedin ki,” diye söylendi sigarasının dumanının şekilden şekilde girmesini izlerken. Bu bir suçlama değildi, sevmedi diye suçlanmazdı ki insan. “Biraz” sevmişti.
Sf: 116
Normal şartlarda yapmazdı, ama şimdi şartlar normal değildi.
Sf: 119
“Bak oğlum, arada çocuk varsa, sakın boşanma, sevmediğin kadınla ömür boyu mutsuz ol” mu?
Sf: 124
Yıllardır kendisini heyecanlandırmayan erkelerle görüşmeye alışmıştı, yeni yetmelik günlerine ait bu telaş ona taşınamayacak kadar ağır geldi. Derin bir of çekerek yataktan çıktı. Aşık insanların hayatta kalması bile mucizeydi. Tutkusuz ilişkiler ve onların verdiği hafif memnuniyetler sağlık için kesinlikle daha iyiydi. Eğer kalbi hızlı çarpsın isterse, gider iki kilometre koşardı.
Sf: 128
Kısacık koyu renk saçları ve kemikli bir yüzü vardı. Bir erkekte şimdiye kadar gördüğü en güzel dudaklara sahipti.
Zaten hep böyle olurdu, ne zaman bir şeyi düşünmemeye gayret etse, tüm kafası onunla doluverirdi. Ortaokuldayken ders aldığı bir Almanca hocası vardı; kısa boylu, miniminnacık elli, zayıf, kelleşmiş kafasında birkaç tel beyaz saçı olan gözlüklü bir adamcağız… Bir ders sırasında Aslı çırılçıplak bir halde, parmak uçlarında koşarken hayal etmişti ve bir yıl boyunca adamın bu çirkin görüntüsüyle boğuşup durmuştu.
Sf: 129
“Kusura bakma ama seni cinsel anlamda çekici bulmuyorum,” dediğini duyduktan sonra, erkek milletinden korkar olmuştu. Durduk yerde bir dürüstlük illetine tutulmuşlar, her şeyi pat diye söylemeye başlamışlardı. Kadın kısmı, eskiden ayrılmak için “sen daha iyilerine layıksın” ya da “sana aşık olup bağlanmaktan korkuyorum” palavraları sıkan erkekleri mumla arar olmuştu.
Sf: 130
“Valla, artık akşam barda gördüğün bir kadını, sabah tanıyamıyorsun. Makyaj, saç, kıyafet derken hepsi güzel görünüyor. göğsü olmayan ona göre sütyen takıyor, dudağı olmayan silikonlu ruj sürüyor, saçı kısa olan postiş miydi, ondan takıyor.”
Sf: 133
Kızardığını saklamak için, bir şey arıyormuş gibi, kafasını kanepeden aşağıya sarkıttı. Böylelikle başına kan hücum etmiş gibi görünecekti.
Sf: 137
Son anda bir şey uydurup ekersin diye korktum,” dedi Ömer.
“Niye öyle bir şey yapayım? Altı üstü eski bir dostla yemek yiyeceğim… Bak, geldim işte.”
“Buraya eski bir dostla yemek yemeğe gelmediğini  ikimiz de biliyoruz.”
Aslı içinden yükselen öfkeyi kontrol etmekte zorlandı. Bir adamın küstahlığı yıllar içinde daha da bilenmişti anlaşılan.
Sf: 139
“Anlatacak fazla bir şey yok, topu topu üç ay sürdü.”
Sf: 141
Aslı onun kadehini tutan ellerine baktı ve gözleri tıpkı Japon çizgi filmlerindeki gibi doluverdi. Akmalarından korktuğu için gözlerini kırpmamaya çalıştı.
Aslı elini geri çekip “Bir sevgilim var,” diye cevap verdi.
“Ve onu seviyorsun?”
“Evet.”
“Ve beni istemiyorsun?”
“Çok doğru.”
“Peki niye ağlayıp duruyorsun?”
Aslı burnunu çekti ama ” Tek bir sözünle beni saatlerce ağlatabilirsin ama bana yaptıklarını unutturacak bir kelime yok,” diyemedi.
Sf: 142
Başkasıyla evlendim diye benden nefret ediyorsun. Senden kurtulmak için her şeyi yaptım ben. Başkalarını sevmeye çalıştım, ıstırabımı dindirmeye çalıştım. Hayat basit bir denklem değil ki… Ona aşık olduğum için onunla evlenmedim. Allah kahretsin sana aşık olduğum için onunla evlendim.
Sf: 147
“Bazen salak olmak işleri kolaylaştırır,” derdi, haklıydı. Fazla akıldan ya da fazla bilmekten kime ne fayda gelmişti ki… Bir yeri çok kazdığında çürümüş pislikler ve kokuşmuş leşler çıkardı karşına. Bunu kaldıracak yüreğin varsa ne ala ama yoksa hiç deşmeyeceksin hayatı. Bırakacaktın toprak, taşlar hatta çiçekler örtsün pisliklerin üzerini… Sonra da koşup oynatacaktın o sahte bahçelerin üzerinde.
Kabanına sarılmış yürüyen Nalan’a baktı, darmadağınık uzun saçları yüzünü örtmüştü. Ellerini yüzünün her santimini, her ifadesini, ruhunun her kıvrımını tanıdığı bu kadın, şimdi başka biri gibiydi. Onu sonsuza dek kaybetmişti ve bundan nefret ediyordu. Nalan onun hayatının kocaman bir parçasıydı. Şimdi hayatı enfarktüs geçirmiş ve o parçası ölmüştü. Keşke hiç öğrenmeseydim ve onu kaybetmek zorunda kalmasaydım, diye geçirdi içinden. Affetmeyi öyle çok istiyordu ki.
Sf: 148
Evli bir erkekle ilişkiye girdiğinde, kendisini aşık savaşçısı ilan eder; durduk yere birini kırdığında gerçekleri insanların yüzüne sakınmadan söyleyen bir doğruluk timsali oluverirdi. Hayata karşı, çok az kişide görülen, serin bir duruşu vardı. Bu geceye kadar, Aslı onun bu kendine özgü tavrını hep bir özgüven işareti olarak algılamış ve hayranlık duymuştu; ama şimdi ilk kez, gözüne ruh hastası gibi görünüyordu.
Sf: 149
“İyi misin,” diye sordu Ali Kerim ve bu soruyla kıt zekası bir kez daha tescillendi.
“Sevdiği adam etrafımdaki herkesi becermişken mi?”
“Senin değil aptal,” dedi Nalan, “Jülide’nin etrafındaki herkesi becerdi o…”
Sf: 151
Yirmi beş sene sonra beyaz bir kanepenin üzerinde iki kaplumbağasına ağlıyordu. Ne kadar da çabuk kırılmışlardı. Babası için zorlanmamıştı, hemencecik dağılıvermişlerdi… Düz bir mantıkla bakacak olursanız, hayatta çok daha fena şeyler gelmişti aslında başına. Annesinin öldüğü günü düşündü. Çok üzülmüş müydü? Üzülmüştü galiba, ama daha çok babasıyla yalnız kalmaktan korkmuştu. Babasının ölümü ile ilgili ise pek bir şey yoktu hafızasında. Sadece Jülide’nin gelip onu alışını hatırlıyordu. Sonra Jülide’de ölmüştü. Ömer’den ayrılmıştı, hayatı çığırından çıkmıştı ama hiç kendini kaplumbağaların öldüğü günkü kadar kötü hissetmemişti. 
Kalkıp bir sigara yaktı ve tekrar yerine döndü. Nalan’ın telefonu sehpanın üzerinde duruyordu. Gözlerini kapatıp Ömer’i Nalan’la sevişirken düşledi. Bir hayal nasıl böyle can yakabilirdi? Bu akşam onunla yemeğe çıkması büyük hataydı, hayatı böyle zorlamamak lazımdı. Güzel güzel yaşayıp gidiyorsun, Yeni bir de sevgili bulmuşsun, ne diye gider belanı arasın? Yemeğim yirminci dakikasında bütün çabaları sıfırlanmıştı. Kendine güveni, onu artık sevmediğine dair inancı, hepsi birlikte toz olup uçmuştu.
Sf: 153
O gece, Nalan’ın cep telefonuyla eve döndükten sonra sabaha kadar uyuyamadı. İnsanlar böyle katil oluyordu herhalde. Kimsenin öğrenemeyeceğinden emin olsa, tenha bir köşede Nalan’ı da Ömer’i de seve seve öldürürdü. Kendisi yapamasa bile pekala bir kiralık katil tutabilirdi. Kendini acımasız bir tavırla talimatlar verirken hayal etti: “Kolay bir ölüm olmayacak, acı çekmelerini istiyorum. Bol kan olsun, mümkün olan en küçük parçalara bölünsünler ve yeryüzünden sonsuza dek silinsinler.”
Gözlerini karanlığa dikip şöyle koca bir merminin Nalan’ın kafatasını parçaladığını düşledi, duvara fışkıran kanı ve beyin parçacıklarını… Keşke filmlerdeki şiddet sahnelerinde gözlerini kapamasaydı, şimdi daha gerçekçi hayaller kurabilirdi.
Sf: 164
Toplantı en sonunda bitmişti. Nedense bir toplantı ne kadar gereksizse, o kadar uzun sürerdi. Haydi bir araya gelip saçmalayalım, sonuçsuz tartışmalar yapalım, cevapsız sorular sorup onlara olamayan cevaplar arayalım. İnsanların ne kadar çok boş vakti vardı.
Sf: 166
Ömer ona aşık olduğu için gidip başkasıyla evlenmişti. Aslı’da Ömer’e aşık olduğu için şimdi Sinan’la sevişecekti. Aşık insanların ıstıraplarını dindirmek için yapamayacakları şey yoktu belki de… Bu öyle bir fırtınaydı ki, insan umutla her türlü sığınağa koşuyordu. Sizinle sevişen bir insanın aslında kiminle savaştığını bilemezdiniz. Sizi öperken kimi öldürmeye çalıştığını, sizi severken kimden nefret ettiğini tahmin bile edemezdiniz.
Sf: 178
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu Sinan fısıldayarak.
“Hayatımın aslında güzel olduğunu.”
“Güzel mi gerçekten?”
“Evet, kendime hüzünler icat etmesem daha da güzel olur herhalde.”
“Etme o zaman!”
“Napiiiiim, huyum böyle.”

Sf: 180
“Evlilik aşkı öldürür.”
“Öldürsün zaten… Aşk o kadar ağır ki onu öldürmek gerek ve evlilik de bunu başarmanın en dahiyane yolu. Evlenelim de kurtulayım…”
Sf: 181
Erkekler tarafından hırpalanmış, yaralanmış biri değildi; hatta fazlaca şımartılmıştı. Tam “Allah da bıktı benden, sana sürü iyi adam yolladım, senin aklın hala Ömer’de diyordu.”
Sf: 182
Yapılan bir araştırmaya göre çiftlerin birbirlerini tanıma oranları yüzde elliydi. Evli olmak ya da olmamak, üç aydır ya da kırk yıldır birlikte olmak hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Ne yaparsanız yapın karşınızdakini ancak yarı yarıya tanıyabiliyordunuz ve daima yüzde ellilik bir kısım karanlıkta kalıyordu. Aslı kendi karanlık kısmını biliyordu ama Sinan’ınkini asla bilemeyecekti, o halde kimin kimi hak etmediği sonsuza dek bir soru işareti olarak kalmaya mahkumdu. Mini etekli bir kız tuvaletten döndü ve yerine otururken Sinan’ınkilere biraz fazlaca takılı kaldı. “Yirmi dakika önce bana evlenme teklif etti ve şimdi bir kızı kesiyor, o halde beni hak ediyor demektir.”
Sf: 183
Sinan gözlerini yine kızdan alamıyordu. Bunun üzerine Aslı biraz ileride duran genç bir adama tatlı bir bakış attı ve hemen karşılığını aldı. Sanatçı görünüşlü, kırklarının başında biriydi. Aslı’ya hafifçe gülümsedi, elbette Aslı’da ona… Sinan’ın olayı fark etmesi -erkek olduğu için- haliyle biraz zamanını aldı ama sonunda fark etti. 
    
Sf: 184
Sinan bir daha mini etekliye bakmadı, hatta onu tamamıyla unuttu. Artık tüm dikkati Aslı ile sanatçı kılıklı arasında oluşması mümkün elektriğe kaymıştı. Çaktırmadan -bir erkek ne kadar çaktırmazsa- Aslı bir daha o tarafa bakacak mı diye izliyordu. Şu dünyada size yapılmasını istemediğiniz şeyi karşınızdakine yapmanın sayısız yararı vardı ve gözlerine hakim olamayan bir kadındı. Sonuçta her ilişki bir rol paylaşımıydı ve rol dağılımı sırasında doğru davranmak sırasında çok önemliydi. Aslı biliyordu ki ilişkilerde iyilik, pek ödüllendirilen bir şey değildi ve şimdi kıskanan olmayı seçerse uzun yıllar bu rolü oynardı. O yüzden kıskanılan olmayı seçti ve bunun altını iyice çizmek için Sinan’n görebileceği şekilde adamla bir kere daha göz göze geldi. Sinan’ın suratı iyice asıldığında görev tamamlanmıştı. Bundan sonra bir yere gittiklerinde, Sinan Bey hanımların kıçlarına kilitlenmek yerine Aslı’nın bakışlarını takip etmekle meşgul olacaktı.
Sf: 189
Aslı Sinan’ın yüzüne baktı ve içi burkuldu. Altüst olmuş görünüyordu ve gözlerinde yalvaran bir ifade vardı. “Lütfen beni ikna et,” der gibi bakıyordu. Belli ki ne söylese inanacaktı, çünkü inanmak istiyordu. Aslı’nın doğruyu anlatması konuyu kapatmaya yetecekti ama doğru aslında yalandı… Tamam fiziksel olarak Ömer’le bir ilişkisi yoktu ama ruhsal anlamda ona bağımlıydı. Onunla yatıp onunla kalkıyordu, bütün gün onu düşünüyordu, gördüğü her güzel şeyde onu hatırlıyordu, onu düşünmemeyi başardığı her on dakika için, on beş dakika seviniyordu. 
“Onunla ilişkim yok ama ona aşığım.”
Sf: 191
Cep telefonu çaldığında arayanın Sinan olmasından korktu. Geri dönmek istemiyordu, onunla Normandiya’ya ya da başka bir cehennemin dibine gitmek istemiyordu. Sinan’dan kurtulduğuna sevindiğini fark edip şaşırdı. Derin bir iç geçirdi, yüz yaşına bile gelse kendini tanıyamayacaktı.
   
Sf: 192
Adamı seviyordum, peki şimdi ne halt etmeye üzerinden yük kalkmış gibi hissediyorum, diye sordu kendine. Cevap gelmedi. Sevdiği birini kaybetmenin neye benzediğini biliyordu. Rumeli Hisarı’ndaki evde aylarca tavana baktığında öğrenmişti bunu. Şimdi ise ortada öyle bir acının esamesi yoktu.
Sf: 195
Kendi çocuk yüzüne bakıp şaşırdı. Ne kadar da küçüktü… O kadar büyük bir kalp kırıklığı için çok ufakmışım diye düşünüp üzüldü. Fotoğrafların tümünde -beş taneydiler- Ömer’in yanında sonsuz bir sevinçle gülümsüyordu. O zamanlar öyleydi zaten, mutlu olması için bir Ömer yeterdi. 
Sf: 197
Hayatımın içine etti be adam, baksana şu halime. Sakatladı beni. Sevme yeteneğimi kaybettim. Kimseyle yapamıyorum, tam bu defa tamam derken, hooop bir şey çıkıyor. Sinan gibi bir adam buluyorum, evlenmeye karar veriyorum, olmuyor işte. En kötüsü de ne biliyor musun? Sinan’ı kaybettim ve umurumda mı, hayır! Kimseyi sevemiyorum, kimse için üzülemiyorum bile.
Sf: 197
Jülide öldükten sonra parasızlıktan sattığı resimlerden biriydi. En güzellerinden biri… Aslı’nın en çok sevdiği… Bir kez rüyasına bile girmişti. Bir sigara yaktı ve tuvalin arkasına iliştirilmiş olan notu okudu. “Bunu çok aradım. Ama seni aradığım kadar değil…” Ömer’in yazısını tanıdı.

Doktrin: “Aşk; dayanılmaz şekilde arzulanmayı, dayanılmaz şekilde arzulamaktır.” – Robert Frost