Önsöz
İhtiyacımız olduğunu bilmediğimiz cihazlar üretiyor ve sonra birden onlarsız yaşayamaz hale geliyoruz. Ben teknoloji üretmenin sezgi ve yaratıcılık gerektirdiğini, sanatsal üretiminse gerçek disiplin gerektirdiğini anlayan az sayıda kişiden biriyim.

BİRİNCİ BÖLÜM – ÇOCUKLUK
Sf: 4
En yakın arkadaşları, doğduktan sonra terk edilmenin onda yara izleri bıraktığını düşünüyorlar. “Bence yaptığı her şeyde mutlak kontrol sahibi olma arzusu kişiliğinden ve doğduktan sonra terk edilmiş olmasından kaynaklanıyor,” diyor uzun süreli iş arkadaşı Del Yocam. “Ortamını kontrol etmek istiyor ve ürünü kendisinin bir uzantısı olarak görüyor.” Üniversiteden hemen sonra Jobs’la yakınlık kuran Greg Calhoun ise başka bir sebep görüyor. “Steve terk edilmiş olmasından ve bunun yol açtığı acıdan epey bahsetti bana,” diyor. “Bu onu bağımsızlaştırdı. Farklı bir ritme uymaya başladı ve bunun sebebi, doğduğu dünyadan farklı bir dünyada yaşadığını bilmesiydi.”

Sf: 6
“Sıkı pazarlıkçıydı, çünkü parçaların gerçek fiyatını tezgahtaki adamlardan daha iyi biliyordu.”

Sf: 7
Bazı ayrıntılar muhteşemdi, örneğin yerden ısıtma olması.
“Emlak satmak için insanlara yalakalık yapmak gerekiyordu, ama babam bunda iyi değildi, hamurunda yoktu. Bu yönünü takdir ediyorum.”

Sf: 8
Kız bir gece bize geldi, korkudan ödü patlamıştı; sonra adam da sen giremezsin dedi. Öyle dimdik durdu.

Sf: 11
Jobs bu olayı net hatırlıyordu, çünkü babasının her şeyi bilmediğini ilk kez fark etmişti. Sonra daha da huzursuz edici bir gerçeği keşfetmeye başladı: Ebeveyninden daha zekiydi.

Sf: 13
Imogene Hill’in tek gördüğü zeka değildi. Kendisi yıllar sonra, o senenin sınıfının Hawaii Günü’nde çekilen bir fotoğrafını paylaşmaktan son derece gururlu ve hoşnuttu. Jobs istenen Hawaii gömleğini giymeden gelmişti, ama fotoğrafta önde, ortada duruyor ve üstünde bir Hawaii gömlek var. Başka bir çocuğun sırtındaki gömleği ikna yoluyla almayı başarmıştı.

Sf: 14
“Her şeyi mükemmel yetiştiriyordu. Hayatımda daha lezzetli şeyler yemedim. İşte o zaman organik meyvelerle sebzeleri önemsemeye başladım.”
Jobs’ın ebeveyni sofu olmasalar da onun dindar olarak yetişmesini istiyorlardı, bu yüzden genellikle Pazarları onu Luther kilisesine götürüyorlardı. Jobs on üç yaşındayken bu son buldu. Aile Life okuyordu ve derginin Temmuz 1968 sayısında Biafra’da açlık çeken iki çocuğun afallatıcı fotoğrafı yayınlandı. Jobs fotoğrafı Pazar okuluna götürüp kilise papazının karşısına dikildi. “Parmağımı kaldırsam, Tanrı hangisini kaldıracağımı benden önce bilir mi?”
Papaz “Evet, Tanrı her şeyi bilir,” diye yanıtladı.
Bunun üzerine Jobs Life’ın kapağını çıkardı ve “Peki Tanrı bunu, bu çocuklara ne olacağını biliyor mu?” diye sordu.
“Steve, anlamadığını biliyorum ama evet, Tanrı bunu biliyor.”
Jobs böyle bir Tanrı’ya tapmak istemediğini söyledi ve bir daha kiliseye gitmedi. Ancak Zen Budizmi’ni yıllarca inceledi ve uyguladı. Yıllar sonra ruhani tarafı üstüne düşünürken, dinin aktarılan dogmalardan çok spiritüal deneyimlerde odaklanmasını daha iyi bulduğunu söyledi. “Hristiyanlık İsa gibi yaşamaktan cazibesini yitiriyor,” dedi bana. “Bence farklı dinler aynı eve açılan farklı kapılar. Bazen ev var diye düşünüyorum, bazen yok diye. Büyük sır bu.”

Sf: 15
Steve köy hayatını sevmese de bir görüntü aklında kaldı. Bir buzağının doğuşunu gördü ve o küçük hayvanın birkaç dakika uğraştıktan sonra yürümeye başlamasına çok şaşırdı. “Bunu sonradan öğrenmemişti, bu bilgi donanımına önceden yüklenmişti,” diye anımsıyordu. “Bir insan yavrusu bunu yapamazdı. Başkaları umursamasa da bana ilginç geldi.” Donanım-yazılım mantığıyla düşünüyordu. “Sanki hayvanın vücudundaki bir şeyler ve beyni, öğretilmek yerine anında birlikte çalışmaya başlayacak şekilde tasarlanmıştı.”

İKİNCİ BÖLÜM – TUHAF ÇİFT
Sf: 22
O geceyi ıslahevinde geçirdi. Woz için unutulmaz bir deneyimdi bu. Diğer tutuklulara tavan vantilatörlerine uzanan kabloları alıp parmaklıklara bağlamayı ve böylece parmaklıklara dokunan insanlara elektrik çarpmasını öğretti.

Sf: 24
“Öyle çok ortak yönümüz vardı ki. Normalde insanlara üstünde çalıştığım tasarımları anlatmam zor oluyordu, ama Steve hemen anlıyordu. Ayrıca ona kanım kaynamıştı. Zayıftı, sırım gibiydi ve enerji doluydu.” Jobs da etkilenmişti. “Wozniak o zamana kadar tanıştığım kişiler arasında, elektronik konusunda benden bilgili olan ilk insandı.”

Sf: 25
Yıllar sonra Jobs bir sunum sırasında bir videoyu oynatmakta zorlanınca, yazılı konuşmasını boş vererek o cihazla ne kadar çok eğlendiklerini anlatmaya başladı.

Sf: 28     
Wozniak ilginç icatlar yapabilen ve bunları bedavaya vermeye dünden razı kibar sihirbaz olacaktı; Jobs ise bu icatları daha kullanıcı dostu kılmanın, paketlemenin, pazarlamanın ve para kazanmanın yolunu bulacaktı.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM – ÜNİVERSİTE TERK
Sf: 30
Brennan’a zalim, soğuk ve kaba davrandığı zamanlar oluyordu, ama aynı zamanda onu mutlu edebiliyordu ve sözünü dinletiyordu.
“Steve berbat bir iş olduğunu düşünüyordu sanırım, ama ben eğlenceli bir macera olarak görüyordum.” Jobs işi sahiden de sevimsiz buldu. “Hava sıcaktı, kostümler ağırdı ve bazı çocuklara tokadı basmak istemeye başladım bir süre sonra.”

Sf: 33
Zen bilincine içsel ve zihinsel huzur, başkalarına karşı hoşgörü eşlik etmiyordu pek.

Sf: 35
“Takıntılı mizacı beni etkilemişti. İlgilendiği her şeyi mantıksızca abartıyordu.” Jobs başka insanları bakışlarıyla ve susarak yönetme numarasında ustalaşmıştı. “Numaralarından biri konuştuğu insana gözlerini dikmekti. Resmen gözlerinin içine bakıyordu, bir soru soruyordu ve karşısındaki kişinin gözlerini kaçırmadan yanıt vermesini bekliyordu.”
Friedland’in güçlü bir aurası vardı. “Bir odaya girdi mi hemen dikkat çekiyordu.

Sf: 38
Dudman, Jobs’ın harç ödemeyi kesmesinden sonra bile onun derslere girmesine ve arkadaşlarının yanında kalmasına izin verdi.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM – ATARI VE HİNDİSTAN
Sf: 42
Jobs Münih’te birkaç gün kalıp görüntü sorununu halletti, ama bu arada siyah takım elbiseli Alman müdürleri afallattı. Onu Alcorn’a şikayet ettiler, serseri gibi giyindiğini, pis koktuğunu, kaba davrandığını söylediler. “‘İşi halletti mi?’ diye sordum. ‘Evet,’ dediler. Ben de ‘Başka bir sorun çıkarsa beni arayın, elimde onun gibi bir sürü adam var!’ dedim. Onlar da ‘Yok yok, bir dahaki sefere biz hallederiz,’ dediler.”

Sf: 44
“Kafam kazınmıştı, üstümde pamuklu Hint cübbeleri vardı ve güneşte kalmaktan cildim koyu çikolata rengiyle kırmızı karışımı olmuştu,” diye anımsıyor. “Otururken annemle babam önümden beş kere falan geçtiler ve nihayet annem gelip ‘Steve?’ dedi, ben de ‘Selam!’ dedim.”

Sf: 45
Öğretmen bulmak için dünyayı gezmeye razıysan yandaki eve bir tane gelir.

Sf: 47
Jobs bu özgüven hissini başkalarına aşılayabileceğine ve onlara mümkün olduğunu düşünmedikleri şeyler yaptırabileceğine inanır oldu.

Sf: 48
Bir gün Ford Ranchero’suyla tarikat evine geldi ve Holmes’a kendisiyle birlikte Friedland’in elma çiftliğine gelmesi gerektiğini söyledi. Daha da arsızlaşıp, yolun bir kısmında arabayı Holmes’un kullanması gerekeceğini söyledi, oysa Holmes vitesli kullanmayı bilmiyordu. “Açık yola çıktığımızda beni direksiyonun başına oturttu ve arabayı hızlandırdı, sonunda saatte 90 kilometreyle gitmeye başladık,” diye anımsıyordu Holmes. “Sonra Dylan’ın Blood on the Tracks albümünün kasetini koydu, başını kucağıma yasladı ve uyudu. Herhangi bir şeyi yapabileceğini, dolayısıyla herkesin yapabileceğini düşünüyordu. Canını bana emanet etti. Yapabileceğimi sanmadığım bir şeyi bu yüzden yapabildim.”
Jobs’ın gerçekliği çarpıtma sahası olarak bilinen yönünün aydınlık yüzüydü bu. “Ona güvenirseniz bir şeyler başarabilirsiniz,” dedi Holmes. “Bir şeyin olması gerektiğine karar vermişse, olmasını sağlar.”

Sf: 49
“Böyle bir oyun çoğu mühendisin birkaç ayını alırdı,” diye anımsıyordu Wozniak. “Hayatta yapamam diye düşündüm, ama Jobs yapabileceğime inanmamı sağladı.”

Sf: 50
Atari deneyimi Steve’in iş ve tasarım dünyasına yaklaşımının biçimlenmesine katkıda bulundu. Atari’nin “Bozuk parayı atın, Klingonlardan uzak durun” tarzı oyunlarının sadeliğini ve kullanıcı dostluğunu takdir ediyordu. Onunla orada çalışmış olan Ron Wayne “O sadelikten etkilendi ve çok dikkatli bir üretici olmaya özen gösterdi,” diyor. Jobs, Nolan Bushnell’in tavizsizliğinden de etkilendi. “Nolan hayır cevabını kabul etmezdi,” diyor Alcorn “ve Steve’in ilk izlenimi işlerin böyle halledildiği oldu. Nolan insanlara asla hakaret etmezdi, oysa Steve’in ettiği olur. Ama Nolan gibi o da dediğim dedikti. Bu tarz hoşuma gitmese de işleri hallediliyordu kesinlikle. Nolan bu açıdan Jobs’ın akıl hocasıydı.”
Ona bir şeyi yapabilirmiş gibi davranmanın işe yaradığını öğrettim. Ona her şey kontrolündeymiş gibi davranırsan insanlar buna inanır dedim.”

BEŞİNCİ BÖLÜM – APPLE I
Sf: 53
“21. yüzyılı icat eden insanlar Steve gibi esrar içen, sandalet giyen, Batı Sahili hippileriydiler, çünkü dünyayı farklı görüyorlardı,” diyor Bono. “Doğu Sahili’nin, İngiltere’nin, Almanya’nın ve Japonya’nın hiyerarşik sistemleri bu farklı düşünce tarzını desteklemiyorlar. Altmışlar henüz var olmayan bir dünyayı hayal etmeye çok uygun bir anarşik zihniyet üretti.”

Sf: 56
“Yani bir satış temsilcisiyle nasıl konuşulacağını biliyordu. Ben hayatta yapamazdım. Fazla çekingenim.”
Bir kere iyi programlar yazılmasını engelliyorsunuz. Kimin profesyonel işleri bedavaya yapacak durumu var ki?…

Sf: 57
Wozniak hepsini satabileceklerinden şüpheliydi. “Paramızı nasıl geri alabileceğimizi anlamıyordum,” diye anımsıyor.
Jobs Wozniak’ı nasıl ikna edeceğini bilmiyordu. Para kazanmalarının kesin olduğunu söylemedi, eğlenceli bir macera yaşayacaklarını söyledi. “Paramızı kaybetsek bile şirketimiz olacak,” dedi Jobs, onun Volkswagen minibüsüyle gezerken. “Hayatımızda ilk kez şirketimiz olacak.” Wozniak bunu zengin olmaktan bile daha cazip buldu. Wozniak şöyle hatırlıyor: “Bizi öyle hayal edince heyecanlandım. İki en yakın dost bir şirket kuracaklardı. Vay. Bunu yapacağımı hemen anladım. Yapmamam mümkün müydü?”

Sf: 58
Hem böylece telefon rehberinde Atari’den önde olacaktık.”

Sf: 59
“Zeki olmadığını düşündüğü insanlara kaba davranabiliyordu, ama bana asla kaba davranmadı; sonraki yıllarda, bazı sorularını istediği kadar iyi yanıtlayamadığım zamanlarda bile.”

Sf: 60
“Wayne artık “Ortak konumunda olmayacaktır.” Beyanda Wayne’in %10’luk şirket hisseleri karşılığında 800 dolar aldığı belirtiyordu ve kısa süre sonra 1.500 dolar daha aldı.
Şirkette kalıp da %10’luk hisselerini elinde tutsaydı, 2010 sonunda bu hisselerin değeri aşağı yukarı 2,6 milyar dolar olacaktı.
İnsanlar böyle muhteşem bir makine için ne kadar para ödemeye razı olurlardı?

Sf: 63
Gerçek bir şirket gibi görünsünler diye Jobs telesekreter servisi kiralamıştı.

ALTINCI BÖLÜM – APPLE II
Sf: 65
“Hedef kitlemiz kendi bilgisayarlarını toplamayı seven, transformatör ve klavye satın almayı bilen bir avuç amatör değildi artık. Onların bir tanesine karşılık, makinenin kullanıma hazır olmasını isteyecek bin kişi vardı.”

Sf: 68
Jobs’ın babası ona kusursuzluk arayışında olan birinin görünmeyen parçaların bile işçiliğine özen göstermesi gerektiğini öğretmişti.

Sf: 69
Ama Valentine’in önde gelen bir Silikon Vadisi yatırımcısı olmasının sebebi, insanları dış görünüşleriyle yargılaması değildi.

Sf: 70
“Garaja vardığımda Woz çalışma tezgâhındaydı ve hemen Apple II’yi gösterdi,” diye anımsıyordu Markkula. “İki adamın da saç tıraşına ihtiyaçları olduğunu görmezden gelerek o çalışma tezgahının üstünde duran şeyden büyülendim. Sonuçta saç tıraşı zor bir şey değildir.”

Sf: 71
“İki sene içinde bir Fortune 500 şirketi olacağız,” dedi. “Bir endüstri başlatıyoruz. On yılda bir olur bu.” Apple’ın Fortune 500 listesine girmesi 7 sene alacaktı, ama Markkula’nın tahmini temelde doğru çıktı.

Sf: 72
“Bir şirketi zengin olmak için kurmamak gerektiğini vurguluyordu. Hedef inandığın şeyi yapmak ve kalıcı bir şirket kurmak olmalıydı.”
Sf: 73
Sonra karşısında yıkanmamış, kılıksız Jobs’ı bulunca iki şeyi fark etti. “Birincisi inanılmayacak kadar zeki bir genç adamdı. İkincisi söylediklerinin ellide birini anlamıyordum”

Sf: 74
“Sadelik sofistikeliğin (karmaşıklık) doruğudur.”
Tamamlanmış tüm Apple II’leri (üç taneydiler) sergiliyorlardı, ama ellerinde çok daha fazlası varmış izlenimi uyandırmak için boş kutuları üst üste koymuşlardı.
Jobs gelen bilgisayar kutularının üstündeki küçük lekeleri görünce küplere binmişti ve fuardan önce bir avuç çalışanına kutuları zımparalatıp cilalatmıştı.
Markkula onları bir San Francisco terzisine gönderip üç parçalı takım elbiseler yaptırtmıştı; bu giysiler üzerlerinde komik duruyordu, smokin giymiş ergenler gibiydiler.

Sf: 77
Daha baştan personel yaka numaraları konusunda sorun çıktı. Scott Wozniak’a #1’i Jobs’aysa #2’yi verdi. Jobs #1’i istedi elbette. “Bunu kabul etmedim, yoksa egosu tavan yapacaktı,” diyor Scott. Jobs sinir krizi geçirdi, hatta ağladı. Sonunda bir çözüm önerdi. #0’ı alacaktı. Scott bunu kabul etti, ama Bank of America ücret bordrosu için pozitif tam sayı istiyordu, dolayısıyla Jobs #2’de kaldı.
Apple’ın plastik kasayı renklendirmekte kullandığı Pantone şirketinde 2.000’den fazla bej tonu vardı. “Steve hiçbirini beğenmedi,” diyor Scott hayretle. “Farklı bir ton yaratmak istedi ve onu durdurmak zorunda kaldım.” Kasanın  tasarımında rötuş yapma vakti gelince Jobs köşelerin ne kadar yuvarlak olması gerektiği meselesine günlerce kafa yordu. “Ne kadar yuvarlak olacakları umurumda değildi,” diyor Scott, “ben bir an önce karar verilmesini istiyordum.”

YEDİNCİ BÖLÜM – CHRISANN VE LISA
Sf: 81
“Çok sıcak davranırken bir anda kendini soyutlayabilen biriydi. İnsanı korkutacak kadar soğuk bir tarafı vardı.”
Jobs bir meselenin dikkatini dağıtmasını istemiyorsa bazen onu görmezden gelirdi, irade gücüyle ortadan kaldırabilirmişçesine. Sadece başkalarının gerçekliğini değil, kendisininkini bile çarpıtabildiği oluyordu.
“Çocuğun benden olduğuna emin değildim, çünkü ben Brennan’ın sadece benimle yatmadığına gayet emindim,”

Sf: 84
Doğru şeyi yapmaya çalıştım. Ama zamanı geri döndürebilsem daha iyisini yapardım.

SEKİZİNCİ BÖLÜM – XEROX VE LISA
Sf: 85
Ama Jobs huzursuzdu. Apple II’nin başarısı sonsuza dek süremezdi. 
Daha da önemlisi, kendi deyişiyle evrende iz bırakacak bir ürün istiyordu.
Apple III grup seksten doğmuş bir bebek gibiydi; seksten sonra herkesin başı ağrıyordu, ortada piç bir çocuk vardı ve kimse onu sahiplenmiyordu.”

Sf: 86
Apple’da çalışma teklif edilince başta reddetmişti. Ama sonra Apple ona bir iadesiz uçak bileti gönderince, Jobs’ın kendisini ikna etmeye çalışmasına bilet ziyan olmasın diye göz yummaya karar verdi. “Geleceği icat ediyoruz,” dedi Jobs ona, üç saatlik bir ikna konuşmasının sonunda. “Bir dalganın en ucunda sörf yaptığını düşün. Gerçekten müthiş bir hazdır. Bir de o dalganın sonunda köpekleme yüzdüğünü düşün. Kesinlikle o kadar zevkli olmaz. Gel de dünyada bir iz bırak.” Atkinson bunu yaptı.

Sf: 87
Atkinson’a “Madem o kadar ısrarlısın, yanıldığımı kanıtlaman için sana altı gün veriyorum,” dedi. Atkinson’ın bunu başarması, Jobs’ın ona hep saygı duymasına yol açtı.

Sf: 92     “Steve iyi bir mühendis değildi, ama insanların verdiği yanıtları değerlendirmekte ustaydı. Mühendislerin savunmaya geçtikleri veya kendilerinden emin olmadıkları zamanları fark edebiliyordu.”

Sf: 93
“O işin yapılamayacağını bilmemem yapabilmemi sağladı.” Atkinson öyle çok çalışıyordu ki bir sabah sersemlemiş bir halde araba sürerken Corvette’ini park edilmiş bir kamyona çarptı ve az kalsın ölüyordu. Jobs hemen hastaneye, onu ziyarete gitti. “Senin için çok kaygılandık,” dedi Jobs, Atkinson’ın bilinci açılınca. Atkinson ıstırapla gülümseyip “Merak etme,bölgeleri hala hatırlıyorum,” dedi.
Mühendislerinden biri Atkinson’a böyle bir fareyi ticari amaçlı üretmenin mümkün olmadığını söyledi. Atkinson bir akşam yemeğinde Jobs’a şikayette bulundu ve ertesi gün ofisine gelince Jobs’ın o mühendisi kovduğunu öğrendi. Yeni gelen mühendisin Atkinson’a ilk sözü “O fareyi yapabilirim,” oldu.

DOKUZUNCU BÖLÜM – HALKA AÇILMAK
Sf: 97
Para kaygım olmadı hiç. Bir ortadirek ailede yetiştiğimden, aç kalacağımı asla düşünmedim. Atari’de de ortalama bir mühendis olabileceğimi öğrendim, yani bir şekilde geçineceğimi hep biliyordum. Üniversitede ve Hindistan’dayken parasızlık benim seçimimdi ve çalışırken bile gayet sade yaşadım. Oldukça fakirdim ve bu harikaydı, çünkü para konusunda kaygılanmama gerek yoktu; sonra inanılmayacak kadar zengin oldum ve o zaman da para konusunda kaygılanmama gerek yoktu.
Apple’daki insanların tonla para kazanınca hayat tarzlarını değiştirmek zorunda olduklarını düşündüklerini gördüm. Kimi Rolls Royce ve evler aldı, evlerine kahyalar tuttu ve sonra da bu kahyaları yönetecek müdürler tuttu. Karıları estetik ameliyatları geçirip tuhaf insanlara dönüştüler. Ben öyle yaşamak istemiyordum. Çılgınlık bu. Kendime bir söz verdim, bu paranın hayatımı mahvetmesine izin vermeyeceğim dedim.

ONUNCU BÖLÜM – MAC DOĞUYOR
Sf: 105
Hertzfeld birçok iş arkadaşının Jobs’tan korktuklarını hatırlatıyor: “Çünkü durup dururken parlayıveriyordu ve aklından geçenleri hiç çekinmeden söylüyordu, ki çoğu pek olumlu fikirler değildi.”
Jobs böyle dedikten sonra Hertzfeld’in Apple II’sinin güç kablosunu çekerek, üstünde çalıştığı kodun silinmesine yol açtı. “Gel benimle,” dedi Jobs.

ON BİRİNCİ BÖLÜM – GERÇEKLİĞİ ÇARPITMA SAHASI
Sf: 108
“Jobs’ın olduğu yerde gerçeklik değiştirilebilir. O herkesi her şeye ikna edebilir.”

Sf: 109
“Bir argümanla ikna edemezse hemen bir başkasına geçiyordu. Bazen birden senin savunduğun şeyi savunarak, sanki tersini hiç savunmamış gibi yaparak şaşırtıyordu.”
Gerçekliği bilerek reddediyordu, sadece başkalarına değil kendine karşı da. “Kendini kandırabiliyor.”

Sf: 110
“İmkansızı başarıyordun, çünkü imkansız olduğunu fark etmiyordun.”
Gerçekliği çarpıtmanın temelinde Jobs’ın kuralların kendisine işlemediğine dair derin ve sarsılmaz inancı vardı.
İnsanlar ya “aydınlanmış” ya da “g*t”tüler. Ortaya koydukları işler ya “en iyi” ya da “tamamen b*ktan”dı.

Sf: 111
“Ona yeni bir fikir söylersen, salakça bulduğunu söyler büyük ihtimalle. Ama cidden beğenirse tam bir hafta sonra geri gelip senin fikrini sana önerir, sanki kendisi akıl etmiş gibi”.
“Ona aklıma gelen bir fikri söylüyordum, işe yaramaz diyordu,” diyor Horn. “Ertesi hafta gelip ‘Hey, aklıma harika bir fikir geldi,’ diyerek benim fikrimi söylüyordu! ‘Steve, bunu ben sana geçen hafta söyledim,’ dediğimdeyse ‘Hı hı,hı hı,’ diyerek uzaklaşıyordu.”
Jobs’ın beyin devrelerinde, aklına geliveren uçuk fikirleri modüle edecek bir cihaz eksikti sanki.

Sf: 112
“İnsanları maniple etmeyi bilen karizmatik kişilerin ortak özelliğidir bu. Seni ezebileceğini bilmen kendini zayıf hissetmene ve onun onayını almak istemene yol açıyordu, böylece seni yüceltip sahibin olabiliyordu.”
“Bu b*ktan,’ dediğinde aslında ‘Bana en iyi yolun neden bu olduğunu söyle,’ dediğini öğrendik ve bu, ona karşı gelebileceğiniz, ama bir yandan da kulak vermeniz gerektiğini, çünkü onun genellikle haklı olduğunu gösteriyor.”
“Yeterlilik yeterlidir. Diğer her şey fazlalıktır.” Bu fikri ahlaki açıdan son derece berbat bulan Jobs ise Osborne’la günlerce dalga geçti. “Herifin kafası basmıyor ki,” deyip durdu Apple’ın koridorlarında dolanırken. “Sanat değil bok üretiyor.”
Jobs bir gün Macintosh işletim sisteminin üstünde çalışan Larry Kenyon’ın ofis kabinine daldı ve sistemin yüklenmesinin çok uzun sürdüğünden yakındı. Kenyon açıklama yapacak oldu, ama Jobs onun sözünü kesti. “Bir insanın hayatı söz konusu olsa, sistemin yüklenme süresini on saniye kısaltmanın yolunu bulur muydun?” Kenyon muhtemelen bulacağını kabul etti. Jobs bir beyaz tahtaya gitti ve Mac’i kullanan beş milyon insan varsa ve her biri bilgisayarını açmaya fazladan on saniye harcıyorsa, bu insanların yılda toplam 300 milyon saat civarı zaman tasarrufu yapabileceklerini ve bunun yılda en az 100 ömür süresi kadar tasarrufa eşit olduğunu gösterdi. “Larry etkilendi elbette ve birkaç hafta sonra geri geldiğinde sistem 28 saniye hızlı açılıyordu,” diye anımsıyor Atkinson. “Steve geniş bir perspektiften bakarak insanları motive edebiliyordu.”

Sf: 114
“Yaşadığım yıllardan şunu öğrendim ki, gerçekten iyi adamlar çalıştırıyorsan onları sıkboğaz etmen gerekmez,” diye açıkladı Jobs sonradan. “Muhteşem şeyler yapmalarını bekleyerek onlara muhteşem şeyler yaptırabilirsin.”

ON İKİNCİ BÖLÜM – TASARIM
Sf: 116
“Tanrı ayrıntılardadır,” ve “Az çoktur,”

Sf: 121
“Onu memnun edene kadar 2 tane farklı menü çubuğu tasarımı yapmışızdır herhalde,”
“Buna her gün baktığınızı düşünebiliyor musunuz?” diye bağırdı. “Önemsiz bir şey değil bu, düzgün yapmamız gereken bir şey.”
“Eh, bu bir başlangıç,” dedi Jobs, “ama temelde berbat. Arka plan rengi fazla koyu, bazı çizgiler fazla kalın ve tuşlar fazla büyük.” Espinosa Jobs’ın eleştirileri uyarınca değişiklikler yapmayı sürdürdü, ama sürekli yeni eleştiriler alıyordu. Bunun üzerine bir ikindi vakti, Jobs geldiğinde Espinosa bulduğu parlak çözümü gösterdi: “Steve Jobs Hesap Makinesi Tasarlama Seti.” Bu set kullanıcının çizgilerin kalınlığını, tuşların boyutunu, gölgelendirmeyi, arka planı ve başka özellikleri değiştirerek hesap makinesinin görünüşünü kişiselleştirebilmesini sağlıyordu. Jobs gülmek yerine hemen oturup, istediği görünüşü elde etmek için uğraşmaya başladı. On dakika kadar sonra bunu başardı. Tasarımının Mac’te 15 yıl boyunca standart olarak kullanılması şaşırtıcı değil.

Sf: 123
Jobs tipik bir tepki verdi. “Kasanın içindekilerin de olabildiğince güzel olmalarını istiyorum. İyi bir marangoz bir dolabın arkasında kalitesiz tahta kullanmaz, o taraf duvara dönük duracak ve kimse görmeyecek olsa bile.” Jobs birkaç yıl sonra, Macintosh’un piyasaya sürülmesinin ardından verdi bir röportajda babasından öğrendiği bu dersi yineledi: “Güzel bir çekmeceli dolap yapan marangozsan arka tarafta kontrplak kullanamazsın, o tarafa dönük duracak ve kimse görmeyecek olsa bile. Orada olduğunu bileceksindir, bu yüzden arka taraf için güzel bir tahta kullanırsın. Geceleri rahat uyuyabilmen için dolabın her tarafının estetik, kaliteli olması gerekir.”

Sf: 124
Tasarım nihayet belirlenince Jobs Macintosh ekibini bir seremoniye çağırdı. “Gerçek sanatçılar eserlerini imzalamazlar,” dedi. Bir harita metot defteri sayfasıyla bir Sharpie kalem aldı ve hepsine imza attırdı. İmzalar her Macintosh’un içine kazındılar. Onları tamirciler dışında kimse göremeyecekti. Ama ekibin her üyesi imzasının içeride olduğunu biliyordu, tıpkı devre kartının olabildiğince zarif tasarlandığını bildiği gibi. Jobs onları birer birer, isimleriyle çağırdı. Önce Burrel Smith gitti. Jobs sona kaldı, diğer kırk beş kişinin imza atmasını bekledi. Sayfanın ortasında bir yer bulup ismini küçük harflerle, fiyakalı bir şekilde yazdı. Sonra şampanya kadehini kaldırdı. “Böyle zamanlarda işimizi sanat olarak görmemizi sağladı,” diyor Atkinson.

ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM – MAC’İ İNŞA ETMEK
Sf: 128
Jobs’ın muhteşem bir ürün üretme arzusunun müşteriyi memnun etme arzusuna baskın çıktığı durumlardan biriydi bu.

Sf: 132     
Yazılım ekibi adaylara Smith’in favori bilgisayar oyunu Defender’ı oynatıyordu. Jobs her zamanki tuhaf sorularını soruyordu, adayın beklenmedik durumlarda neler düşünebildiğini, esprili bir karşılık verip veremeyeceğini anlamak için.
İnsanları yerin dibine geçirdikten sonra morallerini düzeltmenin ve Macintosh projesinin parçası olmanın muhteşem bir misyon olduğunu hissetmelerini sağlamanın yolunu buluyordu hep.

Sf: 134
“Donanmaya katılmaktansa korsan olmak daha iyidir.”

ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM – SCULLEY GİRER
Sf: 142
“Teknolojiyle ilgilenir gibi yapıyordu, ama ilgilenmiyordu. O pazarlamacıydı ve pazarlamacılar böyledir: Yapmacıktırlar.”

Sf: 143
“Hayatının geri kalanını şekerli su satarak mı geçirmek istiyorsun, yoksa dünyayı değiştirme fırsatına sahip olmak mı?”

ON BEŞİNCİ BÖLÜM – MACINTOSH PİYASAYA SÜRÜLÜYOR
Sf: 156
“Bence sen tıpkı Woz’la Markkula gibisin,” dedi Sculley’ye. “Şirketin kurucularından sayılırsın. Onlar şirketi kurdular, ama biz geleceği kuruyoruz.” Sculley, Jobs’ın bu sözlerini yıllar sonra anlatacaktı.

Sf: 159
Jobs’ın Macintosh’u çantadan çıkardığı gün, bir Popular Science muhabiri ona nasıl bir pazar araştırması yaptığını sordu. Jobs onu tersledi: “Alexander Graham Bell telefonu icat etmeden önce pazar araştırması mı yapmıştı?”

ON ALTINCI BÖLÜM – GATES VE JOBS
Sf: 160
İkisi de 1955 doğumlu ve üniversiteden terk olan kişilerdi.

Sf: 167
“İnsanların duygusallaşması işime geliyor, o zaman daha duygusuz oluyorum.”

Sf: 168
En iyi ve en yaratıcı ürünler her zaman kazanamazlar.

ON YEDİNCİ BÖLÜM – IKAROS
Sf: 170
“Ekip büyüdükçe birkaç B ligi oyuncusunu daha çekiyorlar ve sonunda C ligi oyuncuları bile oluyor elinde.”
“Macintosh deneyimimden şunu öğrendim ki, A ligi oyuncuları sadece A ligi oyuncularıyla çalışırlar, yani B ligi oyuncularına göz yumamazsın.”

Sf: 172
Debi’ye ortalığı temizletmesini söylüyordum. Yerler üstünde yemek yenecek kadar temiz olmalı diyordum ona. Debi kafayı yiyordu. Neden fabrikada yerde yemek yememiz gerektiğini anlamıyordu.

Sf: 175
Macintosh öyle cezbediciydi ki ilk birkaç ayda iyi sattı, ama insanlar sınırlılıklarını fark ettikçe satışlar azaldı.
“Gerçekliği çarpıtma sahası başta işe yarayabilir, ama sonra gerçekler ortaya çıkar.”
“Elde kalan Lisa’lardan kurtulmanın bir yoluydu sadece. İyi satıldı ve sonra o korkunç sahtekarlığa son vermek zorunda kaldık; ben de istifa ettim.”

Sf: 178
Jobs’a hediye seçmek kolay değildi ve birçok kişi özel hediyeler getirmişti. Örneğin Debi Coleman, F. Scott Fitzgerald’ın Son Kodaman romanının bir ilk edisyon nüshasını bulmuştu. Ancak Jobs tuhaf ama kendisinden beklenebilecek bir şekilde, bütün bu hediyeleri bir otel odasında bıraktı. Hiçbirini eve götürmedi.
Hayatını yaratıcı bir şekilde, sanatçı olarak yaşamak istiyorsan arkana fazla bakmayacaksın. Yaptıklarını, eski halini çöpe atmaya istekli olacaksın.

Sf: 182
“Haksız olduğunu biliyordu, ama kendini mazur göstermeye çalışıyordu ve kendini bile inandırıyordu belki de.”

Sf: 191
“Genelde insanların gözlerine bakınca ruhlarını görürüm. Senin gözlerine bakınca dipsiz bir uçurum, boş bir çukur, ölü bir bölge görüyorum.”

Sf: 195
“Çünkü şimdi kaybeden / İleride kazanacak…”
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM – NeXT


Sf: 210
Jobs’ın kusursuzluk tutkusu çığrından çıkmıştı. Kasada kalıpların yol açtığı ince bir çizgi fark edince, başka bütün bilgisayar üreticilerinin kaçınılmaz bulup kabulleneceği bu kusur uçağa atlayıp Chicago’ya gitmesine ve dökümcüyü işini tekrar ve bu sefer düzgün yapmaya ikna etmesine yol açtı. “Dökümcüler ünlü insanların ziyaretlerine gelmesine pek alışık değildir,”

Sf: 212
“İnsan ilişkileri Jobs’ın uzman olduğu bir saha değildi.”

Sf: 213
“Bazı insanlar mükemmelliğin beklendiği ortamlara alışkın değiller.”

Sf: 217
“Uyumsuz bir bilgisayar tasarlamak istesem Steve kadar başarılı olamazdım sanırım.”

Sf: 222
Sonradan bir muhabir makinenin neden bu kadar gecikeceğini sorunca Jobs “Gecikmeyecek ki. Zamanın beş yıl ilerisinde nasılsa,” yanıtını verdi.

ON DOKUZUNCU BÖLÜM – PIXAR
Sf: 225
Plan şuydu: Jobs da dahil olmak üzere herkes bir odada toplanacaktı, ama CFO birkaç dakika geç gelecekti, toplantının başkanının kendisi olduğunu göstermek için. “Ama tuhaf bir şey oldu,” diye anımsıyor Catmull. “Steve CFO’yu beklemeden toplantıyı zamanında başlattı ve CFO geldiğinde Steve dizginleri ele almıştı bile.”

Sf: 232
Jobs bu kişilerin derhal ve tazminatsız kovulmalarını emretti. Kerwin Jobs’ı otoparkın çevresinde yürüyüşe çıkardı ve işten çıkarılacaklara en azından iki hafta önceden haber verilmesi için yalvardı. “Tamam,” diye karşılık verdi Jobs, “şimdi haber veriyorum, ama iki hafta geriye dönük olarak.”

YİRMİNCİ BÖLÜM – SIRADAN BİR ADAM
Sf: 237
Jobs ona bilgisayar veriyordu ama elbise vermiyordu; ona getirdiği çiçekler de ofisteki bir etkinlikten kalma oluyordu hep. “Hem romantikti, hem de romantik olmaya korkuyordu,” dedi Baez.

Sf: 238
Jobs biyolojik annesini aradığını Paul’la Clara’ya -gerçek ebeveyni olarak gördüğü insanlara- söylemekten kaçınmıştı. Kendisinden beklenmeyecek bir duyarlılık göstererek, onları gücendirmekten çekinmesi ebeveynine duyduğu derin sevginin göstergesiydi. Dolayısıyla Joanne Simpson’la ancak Clara Jobs’ın 1986’nın başında ölmesinden sonra temas kurdu. “Ebeveynim olmadıklarını düşündüğümü sanmalarını istemiyordum, çünkü kesinlikle ebeveynimdiler,” diye anımsıyordu. “Onları öyle çok seviyordum ki arayışımı bilmelerini istemedim, hatta öğrenen muhabirlere bile susmalarını söyledim.”

Sf: 239
“İnsanın özelliklerini katılımdan çok çevrenin belirlediğine inanırım, ama yine de insan biyolojik kökenlerini biraz merak ediyor;”dedi.

Sf: 244
“Kurak toprakları büyük hasatlar verdiğine, nefse hakimiyetin de haz verdiğine inanıyordu,”

Sf: 245
“Onunla yaşayamıyordum, ama bazen evimize uğruyordu; birkaç heyecanlı dakika ya da saat boyunca, aramıza bir ilah gelmiş oluyordu,”
Bozuştuktan sonra aylarca konuşmadıkları oluyordu. İkisi de ilk adım atmakta, özür dilemekte veya yakınlaşmaya çalışmakta iyi değildi.

Sf: 246
Jobs’ın Budist çalışmalarından kaynaklanan bir inançtı, dünyevi nesnelere bağlanmaktan kaçınmak gerektiği inancıydı. Egan’a tüketme arzumuzun sağlıksız olduğunu ve aydınlanmaya ulaşmak için hiçbir şeye bağlanmadan ve dünyevilikten sakınarak yaşamak gerektiğini söyledi. Jobs insanların arzuladığı bilgisayarlar ve başka ürünler üretmekle bu felsefeye karşı gelmiş olmuyor muydu?

Sf: 248
“Bana ikimizin de uyumsuz insanlar olduğumuzu bu yüzden birbirimize uyduğumuzu söyledi.”
“Ben yaptıklarımın yansımasıyım,”

Sf: 249
“İhmal bir çeşit tacizdir,” diye yazdı bir keresinde, yatak odalarına açılan koridorun duvarına. Jobs’tan büyülenmişti, ama bir yandan da onun gayet umursamaz olabilmesine şaşıyordu. Öylesine benmerkezci biriyle birlikte olmanın çektirebildiği inanılmaz acıları sonradan anımsayacaktı. Sevemez gibi görünen birini yürekten sevmenin bir cehennem olduğunu ve bunu kimsenin yaşamasını istemediğini hissediyordu.

Sf: 250
Narsist Kişilik Bozukluğu
Steve’in daha düşünceli veya daha az benmerkezci bir insan olmasını beklemenin kör bir insanın görmesini beklemek gibi olduğunu fark ettim,” dedi. “Zamanında kızı Lisa’yla ilgili yaptığı bazı seçimlerin sebebini de anladım. Bence onun sorunu empati – empati yeteneği yok.”

Sf: 254
“Bakışlarını lazer ışını gibi odaklama yeteneğine sahipti ve o ışık üstüne çevrildi mi Steve’in dikkatinin tadını çıkarıyordun. Başka bir şeyde odaklandığındaysa dünyan kararıyordu.

Sf: 255
Büyük Hawaii adasındaki bir kumsalda bulunan o seyrek, saz çatılı bungalovlar kümesini başta sevmemişti. Ailelerin geldiği, topluca yemek yenen bir tatil yeriydi. Ama Jobs birkaç saat sonra orayı cennet gibi görmeye başlamıştı.

Sf: 256
“Steve onun Tina kadar mistik olmadığını filan düşünüyor olabilir. Ama bu salakça.”

Sf: 259
Ayrıca arkalarındaki küçük evi satın alıp yıktırdılar ve orayı arka bahçeye dönüştürdüler; Powell orayı bol bol mevsim çiçeği, sebze ve şifalı ot ekerek güzel bir doğal bahçe haline getirdi.
“Para kazanmaktan çok yaratıcılığı önemsiyordu ve asla zengin olmadı.”

Sf: 266
Jobs’ın Budist zamanlarından öğrendiği ders, maddi mal varlıklarının genellikle hayatı zenginleştirmekten çok zorlaştırdığıydı.

YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM – OYUNCAK HİKAYESİ
Sf: 268
John Lasseter’ın filme bulduğu isim Oyuncak Hikayesi’ydi (Toy Story). Bu ismin kaynağında Jobs’la paylaştığı bir inanç, ürünlerin bir öze sahip oldukları ve bir amaç uğruna yaratıldıkları fikri yatıyordu. Nesnelerin duyguları olsa, bunların temelinde özlerine ulaşma arzusu yatardı. Örneğin bir bardağın varoluş sebebi içinde su tutmaktır; duyguları olsa dolu olduğunda mutlu ve boş olduğunda üzgün olacaktı. Bir bilgisayar ekranının özü, bir insan için arabirim olmaktır. Tek tekerlekli bisikletin özü, sirkte kullanılmaktır. Oyuncaklara gelince, onların varoluş sebepleri çocukların onlarla oynamalarıdır, dolayısıyla oyuncakların korkusu çöpe atılmak ya da yeni oyuncaklar tarafından pabuçlarının dama atılması olmalıdır. Yani eskiden favori olan bir oyuncakla yepyeni, gıcır gıcır bir oyuncağın arkadaşlığını anlatan bir film temelde dramatiktir, özellikle de aksiyon oyuncaklarının sahipleri olan çocuktan ayrılmak zorunda kalmalarına dayanıyorsa. Orijinal tretmanın başında dendiği gibi: “Herkes oyuncağın kendisi için en önemli olan şeyden, yani çocukların onunla oynamasından mahrum kalışını ve bunu geri kazanmaya çalışmasını oyuncağın bakış açısından anlatıyor.
Bütün oyuncakların varoluş sebebi budur. Varoluşlarının duygusal temeli budur.”

YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM – İKİNCİ GELİŞ
Sf: 279
Öğrenci ondan bir Macintosh klavyesini imzalamasını istedi. Jobs kendisinin şirketten ayrılmasından sonra eklenen tuşları çıkarabilirse imza atacağını söyledi. Araba anahtarlarını alıp, bir zamanlar yasakladığı dört imleç tuşunu ve ayrıca en tepedeki “F1,F2,F3…” diye sıralanmış işlev tuşlarını çıkardı. “Bu klavyeleri teker teker değiştirerek dünyayı değiştireceğim,” dedi soğukça. Sonra da mahvettiği klavyeyi imzaladı.

Sf: 281
Guy Kawasaki bir basın duyurusu parodisi yayımlayarak , Apple’ın NeXT’i satın aldığı ve Jobs’ı CEO’luğa getirdiği şakasını yapmıştı. Bu yazıda Mike Markkula’nın Jobs’a şunu sorduğu söyleniyordu: “Hayatının geri kalanını Unix’in allanıp pullanmış halini satarak mı geçirmek istersin, yoksa dünyayı değiştirmek mi?” Jobs ise teklifi kabul ediyor ve “Artık baba olduğumdan, daha düzenli bir gelir kanyağına ihtiyacım var,” diyordu. Duyuruda “Jobs’ın NeXT deneyimi sayesinde Apple’da daha alçak gönüllü olacağı,” söyleniyordu. Basın duyurusunda yapılan bir alıntıda Bill Gates, artık Jobs’ın Microsoft’un kopyalayabileceği yeni ürünler yaratacağını söylüyordu. Bu basın duyurusu baştan aşağı şakaydı elbette.

Sf: 282
Saygı duymadığı iki insana konuşmasına karşın ikna ediciliğinin doruğundaydı. Mütevazılık rolü yapmakta özellikle ustaydı.

YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM – RESTORASYON
Sf: 293
“Amelio gerzeğin tekiydi ve kendini çok ciddiye alıyordu. Herkesin ona Dr. Amelio demesinde ısrar ediyordu.

Sf: 295
Jobs istediğinde insanları etkileyip gözlerine girebiliyordu ve bunu yapmaktan hoşlanıyordu. Amelio’yla Sculley gibi insanlar Jobs’ın onlara iyi davranmasının onlardan hoşlandığı ve saygı duyduğu anlamına geldiğine inanmayı yeğlediler. Jobs ilgiye aç insanlara yağ çekerek bu izlenimi güçlendirirdi bazen. Ama nasıl hoşlandığı insanlara kolayca hakaret edebiliyorsa, nefret ettiği insanların da gözüne kolayca girebiliyordu. Amelio bunu fark etmedi çünkü Sculley gibi o da Jobs’ın sevgisini kazanmaya can atıyordu. Hatta Jobs’la arasının iyi olmasını istediğinden bahsederken, neredeyse Sculley ile aynı şeyleri söyledi. “Steve’le bir sorunum olduğunda onunla yürüyüşe çıkıyordum,” diye anımsıyordu Amelio. “Bunların onda dokuzunda uzlaşıyorduk.” Jobs’ın kendisine gerçekten saygı duyduğuna her nasılsa inanmıştı. “Steve’in zihninin sorunlara yaklaşım tarzına hayrandım ve karşılıklı güvene dayalı harika bir ilişki kurduğumuza inanıyordum.”

Sf: 296
“Çıkarlarına uygun olduğu için değil mizacına uygun olduğu için yalan söylüyor.” Jobs’ın mizacında insanları yanlış yönlendirmek ve bazen, gerektiğini düşündüğünde ketum olmak vardı. Öte yandan bazen zalimce dobra da olabiliyordu, çoğumuzun allayıp pulladığı ya da gizlediği gerçekleri söylüyordu. Yalan söylemesi de, doğruyu söylemesi de normal kuralların kendisine işlemediği inancından kaynaklanan Nietszchevari yaklaşımının farklı yönleriydiler sadece.

Sf: 298
Sonunda bir Cumartesi sabahı sekiz civarında – yani sabahın köründe Andy Grove’u aradım. Ona teklifi kabul etmemin olumlu ve olumsuz yönlerini sayıyordum ki beni durdurdu ve “Steve, Apple umurumda değil,”dedi. Afallamıştım. İşte o zaman Apple’ın benim umurumda olduğunu anladım – onu ben kurmuştum ve dünyada var olması iyi bir şeydi. O zamana oraya geçici olarak geri dönmeyi, bir CEO bulmalarına yardım etmeye karar verdim.
Jobs’ın ailesiyle zaman geçirmekten hoşlanmasına gelince… boş zamanı varken bile yılın babası ödülünü kazanamazdı. Çocuklarına, özellikle de Reed’e daha fazla kulak verir olmuştu, ama temelde işinde odaklanıyordu. İki küçük kızına çoğu zaman mesafeli ve soğuk davranıyordu, Lisa’ya yine yabancılaşmıştı ve genellikle huysuz bir kocaydı.

Sf: 300
“Steve hakkında ne düşünürsen düşün, büyüyü geri getirmeyi iyi biliyor.”

Sf: 301
Üst düzey kadronun opsiyonlarının bedeli (Jobs’ta hiç opsiyon yoktu) 13,25 dolar olarak değiştirildi, ki Amelio’nun kovulduğu günkü hisse fiyatıydı bu.

Sf: 302
“Woodlard ise hayatımda gördüğüm en iyi yönetim kurulu üyelerinden biriydi. Bir prensti, hayatımda tanıdığım en destekleyici ve bilge insanlardan biriydi”
Jobs özellikle kendisiyle zıtlaşan insanlara acımasız ve soğuk olabiliyordu: Ama eski günlerden tanıdığı, yanında olmuş insanlara karşı duygusal da olabiliyordu. Wozniak bu favori insanlar kategorisine giriyordu.

Sf: 303
“Ters bir tepki vermemden kaygılanıyordu ve bunu yapmadığımı görünce rahatlardı.”
Jobs’ın yönetim kuruluna ilk getirdiği kişinin Larry Ellison olması şaşırtıcı değildi. Ellison kurula memnuniyetle katılacağını, ama toplantılara katılmaktan nefret ettiğini söyledi. Jobs toplantıların yarısına katılmasının yeteceğini söyledi (Ellison bir süre sonra toplantıların sadece üçte birine gelmeye başlayınca, Jobs onun Business Week’in kapağında yayınlanmış bir fotoğrafını kartona tam boy bastırdı ve kesip koltuğuna koydu.)

Sf: 304
Campbell Columbia’da futbol koçluğu yapmıştı ve Jobs’a göre en büyük yeteneği “B ligi oyunculardan A ligi performansı alabilmekti.” Jobs onun Apple’da A ligi oyuncularıyla çalışma fırsatını bulacağını söyledi.
Birlikte öğle yemeğine çıktılar ve Jobs’ın insanlara anında dahi ya da andaval olarak yaftalama huyu yine harekete geçti; Whitman’ın ilk kategoriye uymadığına karar verdi. “O kadının salağın teki olduğunu düşündüm,”
dedi sonradan, ki yanılıyordu.

YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM – FARKLI DÜŞÜN
Sf: 313
Televizyon reklamlarının yanı sıra, gelmiş geçmiş en unutulmaz basın kampanyalardan birine de imza attılar. Her reklamda, ikon olmuş bir tarihsel figürün siyah beyaz portresini, sadece köşedeki Apple logosuyla ve “Farklı Düşün” sözüyle birlikte kullandılar. Bu yüzlerin kimlere ait olduklarının belirtilmemesi, reklamı iyice etkili kılıyordu. Bazılarını -Einstein, Gandhi, Lennon, Dylan, Picasso, Edison, Chaplin, King- tanımak kolaydı. Ama bazıları insanların duraksamasına, şaşırmasına, belki bir arkadaşına sormasına yol açıyordu: Martha Graham, Ansel Adams, Richard Feynman, Maria Callas, Frank Lloyd Wright, James Watson, Amelia Earhart.

Sf: 316
1997’de bir ticari bilgisayar fuarında Michael Dell, Steve Jobs olsa ve Apple’ın başına geçse ne yapacağı sorulduğunda “Şirketi feshederim ve hissedarlara paralarını geri veririm,” diye yanıtladı. Jobs Dell’ bir e-posta gönderdi. “CEO’ların klas insanlar olmaları gerekir,” dedi. “Senin öyle düşünmediğini görebiliyorum.” Jobs ekibini gaza getirmek için rekabeti körüklemeyi severdi -IBM ve Microsoft konusunda bunu yapmıştı- ve Dell konusunda da aynı şeyi yaptı. Ürünlerin sipariş üzerine imal edilip dağıtılacağı bir sistem kurmak için müdürleriyle toplantı yaptığında, arka planda Michael Dell’in büyütülmüş ve yüzüne hedef işareti çizilmiş bir fotoğrafını kullandı. “İşini bitirmeye geliyoruz dostum,” deyince adamları tezahürat yaptılar.

Sf: 318
“Berbat donanımlar üreten şirketlerin işletim sistemimizi kullanmalarına ve satışlarımızı baltalamalarına izin vermek en büyük salaklığıydı,” dedi sonradan.

Sf: 319
“Ne yapmayacağına karar vermek, ne yapacağına karar vermek kadar önemlidir.”
“Neyden bahsettiğini bilen insanların PowerPoint’e ihtiyacı yoktur.”

Sf: 320
Apple temelde Hewlett-Packard DeskJet’in bir versiyonu olan StyleWriter renkli yazıcıları satıyordu. Asıl kârı HP, sattığı mürekkepli kartuşlardan elde ediyordu. “Anlamıyorum,” dedi Jobs ürün değerlendirme toplantısında. “Bir milyon adet ürün satacaksınız, ama kartuşlardan para kazanmayacaksınız? Delilik bu.” Kalkıp odadan çıktı ve HP’nin başkanını aradı. “Anlaşmamız iptal olsun, biz yazıcı işini size bırakıp çekilelim,” önerisinde bulundu. Sonra toplantı odasına geri döndü ve yazıcı işini bıraktıklarını bildirdi. “Steve duruma baktı ve o piyasadan çekilmemiz gerektiğini hemen anladı,” diye anımsıyor Schiller.

Sf: 321
Jobs geri dönmüştü, Apple da öyle.

YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM – TASARIM İLKELERİ
Sf: 323
“Jony’nin özel bir konumu vardı,” dedi Powell. “Evimize geliyordu ve ailelerimiz yakınlaştı. Steve onu kırmamaya özen gösteriyordu hep. Steve’in hayatındaki çoğu insanın yeri doldurulabilir. Ama Jony öyle değil.”

Sf: 324
O sadece bir tasarımcı değil. Doğrudan benimle çalışmasının sebebi bu. Kimse ona ne yapacağını söyleyemez, kimse onu kovamaz. Ben bunu garantiledim.

Sf: 328
Ive yabancıların Jobs’ı Apple’daki fikir adamı olarak tanımlamalarından da yakındı. “Bu bir şirket olarak bize zarar veriyor,” dedi Ive samimiyetle, yumuşak bir sesle. Ama sonra duraksayıp, Jobs’ın oynadığı rolü kabul etti. “Diğer şirketlerin pek çoğunda fikirler ve iyi tasarımlar sürecin içinde kaybolur giderler,” dedi. “Steve burada olup da beni ve ekibini teşvik etmese, bizimle çalışması ve bütün engelleri aşarak fikirlerimizi ürünlere dönüştürmese, o fikirler tamamen önemsiz ve etkisiz olurdu.”

YİRMİ ALTINCI BÖLÜM – IMAC
Sf: 330
Wayne Gretzky’nin bir sözünü alıntıladı: “Topun gittiği yere doğru kay, daha önce bulunduğu yere doğru değil.”

Sf: 331
Jobs devre kartlarındaki çiplerin düzgünce dizilmesinde diretmişti hep, asla görülmeyecek olmalarına karşın. Şimdiyse görüneceklerdi.
Bir şeyden ürkerseniz ona dokunamazsınız. Annemin iMac’e dokunmaktan korktuğunu hayal edebiliyordum. Dolayısıyla üstünde bir tutamaç olsa, insanların onunla bağ kurmaları mümkün olur diye düşündüm. Onu yaklaşılır kılar. Yakın kılar. Ona dokunmanıza izin verir. Size itaat edeceğini hissetmenizi sağlar.

Sf: 333
“Bir ikindi vakti el arabalarını iterken, engellilere ayrılan yere park edilmiş gümüşi bir Mercedes gördüm. İçinde Steve Jobs vardı, araba telefonuna haykırıyordu. İlk Mac’in tanıtılmasından hemen önceydi bu ve ‘Yeterince. Mavi. Değil. Diyorum!!!’ dediğini duyduğuma gayet eminim.”

Sf: 336
Bilgisayarlardan korkan insanlar artık bilgisayar istiyorlardı; onu başkaları tarafından görülebileceği bir odaya koymak istiyorlardı, görenler hayran kalsınlar ve belki de kıskansınlar diye.

Sf: 337
Ama Jobs yeni renkleri çok beğendi ve diğer yöneticileri tasarım stüdyosuna çağırdı. “Çeşit çeşit renkler kullanacağız!” dedi onlara heyecanla. Onlar gittikten sonra Ive ekibine hayretle baktı. “Başka çoğu yerde öyle bir kararın verilmesi aylar sürerdi,” diye anımsıyordu Ive. “Steve ise yarım saatte işi bitirdi.”

YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM – CEO
Sf: 338
Yaratıcı ve vizyoner olabiliyordu. Bunu Apple’de ilk çalıştığı seferde göstermişti. Ama şirket yönetip yönetemeyeceği o kadar bariz değildi. Bunu ilk seferde göstermemişti.

Sf: 339
Başa geçtiğinde Apple’ın depolarında iki aydan fazla yetecek malzeme vardı, ki diğer teknoloji şirketlerine kıyasla çok fazlaydı bu. Yumurta ve süt gibi bilgisayarların da raf ömrü kısadır, dolayısıyla bu durum en az 500 milyon dolar zarar anlamına geliyordu. 1998’in başına geldiğinde Jobs depolardaki malzemeleri bir aylığa kadar azaltmıştı.

Sf: 340
Son derece mantıklı bir mühendis olmuştu hep ve o sıralar Compaq’ta çalışmak kariyeri açısından akıllıca görünmüştü, ama Jobs’ın aurasına kapıldı. “Steve’le görüşmeye başladıktan beş dakika sonra ihtiyata ve mantığa boş verip Apple’a katılmak istedim,” dedi sonradan. “Sezilerim öyle bir yaratıcı dahiyle çalışma fırsatını bir daha bulamayacağımı söylüyordu.” Dolayısıyla Apple’a katıldı. “Mühendislere analitik kararlar vermeleri öğretilir; ama bazen en doğrusu hislere, sezilere güvenmektir.”

Sf: 341
Sinir krizleri geçirmeye, bağırıp çağırmaya meyilli bir CEO tarafından yönetilen şirkette Cook olaylara soğukkanlıca hakim oluyor, yatıştırıcı Alabama aksanıyla konuşuyor ve sessiz sessiz bakıyordu.

Sf: 342
Issey Miyake’ye tasarlatmıştı. Üniformanın naylon ceketinin kolları fermuarlıydı ve onlar çıkarılınca yeleğe dönüşüyordu. “Issey Miyake’yi aradım ve Apple’a bir yelek tasarlamasını istedim,” diye anımsıyordu Jobs. “Bazı numunelerle geri döndüm ve herkese bu yelekleri giymemizin harika olacağını söyledim. Sahnede yuhalandım resmen. Herkes bu fikirden nefret etti.”
Ama bu süreçte Miyake’yle arkadaş oldu ve onu düzenli olarak ziyaret etmeye başladı. Kendine bir üniforma yaptırmayı da düşünmeye başlamıştı, hem gündelik hayatta rahat olacağı için( öne sürdüğü sebep buydu), hem de kendine özgü bir tarzı olacağından. ” Dolayısıyla Issey’e beğendiğim siyah boğazlı kazaklarından yapmasını istedim ve yüz tane filan yaptı.” Jobs bu öyküyü duyunca şaşırdığımı fark edip, dolabına istiflenmiş kazakları gösterdi. “İşte bunları giyiyorum,” dedi “Ömür boyu yetecek kadar var.”

Sf: 343
Hayattaki çoğu şeyde, en iyiyle vasatın arasındaki fark %30 civarıdır. En iyi uçak şirketleri, en güzel yemekler vasatlardan %30 daha iyi olabilirler. Woz’unsa vasat bir mühendisten elli kat daha iyi olduğunu görmüştüm.
Mac ekibi, tamamı öyle A ligi oyuncularından oluşma bir ekip kurma girişimiydi. İnsanlar onların birbirleriyle geçinemeyeceklerini, birbirleriyle çalışmaktan nefret edeceklerini söylüyorlardı. Ama ben A ligi oyuncularının A ligi oyuncularıyla çalışmaktan hoşlandıklarını, C ligi oyuncularla çalışmaktansa hazzetmediklerini fark etmiştim. Pixar şirketindeki herkes A ligi oyuncusuydu. Apple’a geri dönünce bunu yapmaya çalışmaya karar verdim.
Jobs kendisine e-posta gönderen genç bir adamı görüşmeye davet etti. Görüşmeler iyi geçmedi. Aday gergindi. Jobs o gün daha sonra onunla karşılaştığında, aday lobide perişan halde oturmaktaydı. Jobs’a fikirlerinden birini göstermek istediğini söyledi ve Jobs başını geriye çevirip bakınca Adobe Director’la hazırlanmış kısa bir demo gördü; bu demode dock çubuğuna daha fazla ikon sığdırmanın bir yolu gösteriliyordu. Adam imleci docka sıkıştırılmış ikonların üstünde gezdirince, imleç büyüteç gibi davranıyor ve her ikonu büyütüyordu. “Tanrı’m dedim ve onu hemen işe aldım,” diye anımsıyordu Jobs. Bu özellik Mac OS X’in sevilen bir parçası haline geldi ve tasarımcı daha sonra çoklu dokunmatik ekranlar için ataletli kaydırma (parmağınızı sürtmeyi kestikten sonra sayfanın biraz daha kaymasını sağlayan nefis özellik) gibi şeyler tasarladı.

Sf: 344
Jobs NeXT’teki deneyimleri sayesinde olgunlaşmıştı, ama pek yumuşamamıştı. Mercedes’i hala plakasızdı ve arabasını hala ön kapının yanındaki engelli yerlerine, bazen iki arabalık yere park ediyordu. Bu huyu espri konusu haline geldi. Çalışanlar “Farklı Park Et” yazılı tabelalar yaptılar ve birisi engellilerin tekerlekli araba sembolünü boyayla Mercedes logosu haline getirdi.
“Onunla tartışırken kazanman mümkün değil, ama bazen sonradan kazandığın olur,” dedi James Vincent.
“Bazen bir şey önerirsin, ‘Bu salakça bir fikir,’ der, sonra da gelip ‘Yapacağımız şey şu,’ der. ‘Ben bunu iki hafta önce sana söylemiştim ve salakça bir fikir demiştin,’ dersin”
“Bir konuda hiçbir şey bilmese bile, çılgın tarzı ve mutlak özgüveni sayesinde insanları o konuyu bildiğine ikna edebiliyor.”
Ama ayrıntıları kolay fark edebilen Jobs, başkalarının gözden kaçırdığı ufak tefek şeyleri yakalıyordu bazen. “Bir keresinde fazladan iki kareyi çıkarmışız ve bunun fark edilmesi neredeyse imkansızdı,” dedi Clow. “Ama Jobs görüntünün müzikle tam uyum içinde olmasını istiyordu ve kesinlikle haklıydı.”

Sf: 346
Evangelist Jobs’ın mantıksız davrandığını düşünse de, onları hep daha iyiyi aramaya sevk etmesinin sonunda örneklemeyi daha iyi kıldığını kabul etti.
Jobs’ın prova sırasındaki sert sözlerini de hâlâ değerli bulduğunu söyledi. “Beni daha çok çalışmaya zorladı ve böylece kendimi epey aştım,” diye anımsıyordu.
Kendinde ve başkalarında mükemmellikten daha azına tahammülü çok az, belki de hiç yok.”
Woolard 1997’de, kendisine az sayıda da olsa hisse bağışlanmasını kabul etmesi için yalvarmıştı; ama Jobs “Apple’da birlikte çalıştığım insanların zengin olmak için geri döndüğümü düşünmelerini istemiyorum,” diyerek reddetmişti. Kabul etse, kendisine bağışlanacak hisselerin değeri 400 milyon dolara çıkacaktı. Oysa o süre içinde 2,5 dolar kazanmıştı.

Sf: 349
“Dolayısıyla bugün geçici ibaresinden vazgeçtiğimi memnuniyetle açıklıyorum,” dedi geniş bir gülümsemeyle. Kalabalıktakiler sanki The Beatles tekrar bir araya gelmiş gibi çığlık çığlığa ayağa fırladılar.

YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM – APPLE MAĞAZALARI
Sf: 350
“Satıcının tek kaygısı 50 dolar kâr etmekti,”

Sf: 351
“Steve’le konuşmak çok kolay,” dedi Johnson ilk görüşmelerini anımsarken. “Birden karşımda yırtık pantolonlu ve boğazlı kazaklı biri beliriverdi ve neden muhteşem mağazalara ihtiyaç duyduğundan bahsetmeye başladı. Apple başarılı olacaksa, dedi bana, yenilikçiliğimiz sayesinde kazanacağız. Ve müşterilerle iletişim kurmanın yolu yoksa yenilikçilik işe yaramaz.”

Sf: 355
Jobs doğru yaptığı her şeyde geriye sarma düğmesine basması gereken bir anın eninde sonunda geldiğini söylemekten hoşlanırdı.
“Bir şey düzgün değilse, tersliği görmezden gelemezsiniz ve daha sonra düzelteceğini söyleyemezsiniz,” dedi. “Bunu başka şirketler yapar.”

Sf: 356
“Tam mağazalar açılırken düzenlediğimiz pazarlama toplantılarından birinde Steve yarım saatimizi tuvalet tabelalarının grisinin tonuna karar vermekle geçirmemize yol açtı.”

Sf: 357
Onlara şimdiye kadar aldıkları en iyi hizmeti anlatmalarını istedi. Neredeyse herkes bir Four Seasons ya da Ritz-Carlton otelinde yaşadığı güzel bir deneyimden bahsetti. Bunun üzerine Johnson ilk beş depo müdürünü Ritz-Carlton eğitim programına gönderdi ve danışma masasıyla bar karışımı bir şey icat etme fikrini buldu. “Barı en zeki Mac çalışanlarıyla doldururuz,” dedi Jobs’a. “Adını da Dahi Barı deriz.”
Jobs bu fikri saçma buldu. İsmine bile itiraz etti. “Onlara dahi diyemezsin ki,” dedi. “Onlar teknik servisçiler. Dahi barı gibi bir şeyin altından kalkabilecek sosyal becerileri yok.” Johnson tartışmayı kaybettiğini düşündü, ama ertesi gün karşılaştığı Apple baş hukuk müşaviri ona “Bu arada Steve demin bana ‘dahi barı’ isminin patentini almamı söyledi,” dedi.

Sf: 358
“Teknoloji yeni bir şeyi mümkün kıldı mı Steve bundan faydalanmak istiyor,” dedi Johnson. “Ayrıca Steve azın çok olduğunu, sadeliğin her zaman daha iyi olduğunu düşünüyor.”

YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM – DİJİTAL MERKEZ
Sf: 359
Başka bir şirkete geçerken Jobs bir beyaztahtanın önünde duruyor(yazı tahtalarına bayılıyordu, çünkü tamamen kontrol sahibi olmasını ve insanların odaklanmasını sağlıyorlardı).

Sf: 361
“Herkes bütçelerini kısarken biz piyasanın kötüye gittiği bu süreçte sonuna kadar yatırım yapmaya karar verdik.”
“Ar-ge’ye para harcayacaktık, bir sürü şey icat edecektik ve böylece piyasa düzeldiğinde rakiplerimizden epey ileride olacaktık.” Bu yaklaşım Apple’ın modern zamanlardaki diğer tüm şirketlerden daha yaratıcı bir on yıl geçirmesini sağladı.

Sf: 362
Bunun için iMac’in çok iyi bir video editleme yazılımına sahip olması gerekiyordu. Dolayısıyla Jobs Adobe’deki -kurulmasına katkıda bulunduğu dijital grafik şirketindeki- eski arkadaşlarına gitti ve Windows bilgisayarlarında popüler olan Adobe Premier’in yeni bir Mac versiyonunu hazırlamalarını istedi. Adobe yöneticilerinin bunu reddetmesi Jobs’ı afallattı. Macintosh kullanıcılarının sayısının uğraşmaya değmeyecek kadar az olduğunu söylediler. Jobs küplere bindi ve kendini ihanete uğramış hissetti. “Adobe benim sayemde kuruldu ve bana yanlış yaptılar,” diye açıkladı sonradan. Adobe’nin Photoshop ve Quark gibi diğer popüler programlarının Mac OS X versiyonlarını yazmaması durumu iyice kötüleştirdi; oysa Macintosh tasarımcılar ve o uygulamaları kullanan diğer yaratıcı insanlar arasında oldukça popülerdi.
Jobs Adobe’yi asla affetmedi ve on yıl sonra Adobe Flash’in iPad’de kullanılmasına izin vermeyerek şirketle savaşa tutuştu.

Sf: 364
2000 senesinde bunlar artık furya halini almıştı. O yıl A.B.D.’de 320 milyon boş CD satıldı. Ülkede sadece 281 milyon insan vardı. Yani CD’ye kayıt yapmaya gerçekten düşkün insanlar vardı ve Apple onlara ürün sunamıyordu. “Kendimi salak gibi hissediyordum,” dedi Jobs Fortune’a. “Fırsatı kaçırdık sandım. Yetişmek için epey çalışmak zorunda kaldık.”

Sf: 367
Fadell’i zorlamaya karar verdi. Projeye atanmış yirmi kadar kişiyi bir odada topladı. Fadell içeri girince Rubinstein ona “Tony, tam gün çalışmayı kabul etmezsen bu projede çalışmayacağız,” dedi. “Var mısın, yok musun? Hemen şimdi karar vermelisin.”
Fadell Rubinstein’ın gözlerine baktı, diğerlerine döndü ve “Apple’da insanı böyle zorlarlar mı hep?” dedi. Bir an duraksadıktan sonra tamam dedi ve Rubinstein’ın elini gönülsüzce sıktı.

Sf: 368
“Slaytlara ihtiyacın varsa, konuştuğun konuyu bilmiyorsundur.”
Jobs hissedebileceği, inceleyebileceği, dokunabileceği fiziksel nesneler gösterilmesinden hoşlanıyordu. Bu yüzden Fadell toplantı odasına üç farklı model getirdi, Rubinstein onu modelleri sırasıyla göstermeye ve asıl  beğendiği modeli sona saklamaya ikna etmişti, Jobs etkilensin diye. O modeli masanın ortasındaki bir ahşap kâsenin altına sakladılar.
Fadell gösterisine kullandıkları çeşitli parçaları bir kutudan çıkarıp masaya yaymakla başladı. 1.8 inçlik sabit disk, LCD ekran, kartlar ve bataryalar vardı; hepsinin de maliyetleri ve ağırlıkları etiketlenmişti. Fadell onları gösterirken, bir yıl içinde fiyatların ve boyutların ne kadar azalabileceğini konuştular. Bazı parçalar Lego blokları gibi birleştirilebiliyordu.
Sonra Fadell strafordan yapılma, uygun ağırlığa gelsinler diye içlerine olta kurşunları konmuş modellerini göstermeye başladı. Birincisinde şarkı kaydedilebilecek harici hafıza kartı takmak için bir slot vardı. Jobs bu modeli fazla karmaşık bulduğu için beğenmedi. İkincisinde dinamik RAM bellek vardı, dolayısıyla ucuzdu, ama şarj biterse bütün şarkılar silinirdi. Jobs bundan hoşlanmadı. Sonra Fadell 1.8 inçlik diskli cihazın nasıl olacağını göstermek için birkaç Lego parçasını birleştirdi. Jobs ilgilenmiş gibiydi. Bunun üzerine Fadell şovun doruk noktasında kâseyi kaldırıp o seçeneğin tamamlanmış modelini gösterdi. “Lego parçalarıyla biraz daha oynamayı umuyordum, ama Steve sabit diskli modeli olduğu haliyle beğendi,” diyerek anımsıyordu Fadell. Epey afallamıştı. “Philips’te böyle kararların ancak bir sürü toplantıdan, bir sürü PowerPoint sunumundan ve araştırmadan sonra verilmesine alışıktım.” Sıra Phil Schiller’daydı. “Artık fikrimi gösterebilir miyim?” diye sordu. Odadan çıktı ve bir avuç iPod modeli getirdi; hepsinin de ön yüzünde yakında ünlü olacak dokunmatik teker vardı. “Çalma listesinde nasıl gezileceğini düşünüyordum,” diye anımsıyordu. “Bir düğmeye yüzlerce kez basamazsınız. Bir teker harika olmaz mıydı?” Tekeri baş parmağınızla çevirerek şarkıdan şarkıya geçebilecektiniz. Tekeri ne kadar uzun süre çevirirseniz şarkıdan şarkıya o kadar hızlı geçecektiniz, dolayısıyla yüzlerce şarkıyı geçmek kolay olacaktı. Jobs “İşte bu!” diye bağırdı. Fadell’la mühendislere bunun üstünde çalışmalarını söyledi.
Proje başlatılınca Jobs onunla her gün ilgilendi. Ana talebi “Sadeleştirin!”idi. Kullanıcı arayüzünün bütün ekranlarını kontrol ediyor ve katı bir test uyguluyordu: Bir şarkıya ya da işleve ulaşmak için en fazla üç tıklama yapmalıydı. Ayrıca nereye tıklayacağını kolayca bulabilmeliydi. Bir şeye nasıl ulaşacağını kolayca bulamıyorsa ya da üç tıklamadan fazlası gerekiyorsa kabalaşıyordu. “Bazen bir kullanıcı arayüzü sorununa kafa patlatıyorduk ve bütün seçenekleri düşündüğümüzü sanırken Steve ‘Bunu düşündünüz mü?’ diyordu,” dedi Fadell. “O zaman hepimiz ‘Hass*ktir,’ diyorduk. Sorunu ya da yaklaşımı yeniden tanımlıyordu ve o zaman küçük sorunumuz halloluyordu.”

Sf: 374
Bir iPod’u kutudan çıkardığınızda öyle güzel görünüyordu ki parlıyordu sanki ve diğer bütün müzik çalarların Özbekistan’da tasarlanıp üretilmiş gibi görünmelerine yol açıyordu.

OTUZUNCU BÖLÜM – iTUNES MAĞAZASI
Sf: 376
O zamanlar Sony’nin Kuzey Amerika bölgesinin başında olan Howard Stringer, Jobs hakkında şunu ekledi: “Açıkcası onunla uzlaşmaya çalışmak zaman kaybı olur.”

Sf: 377
İnsanların sevdikleri şarkılarla duygusal bağ kurduklarına inanıyordu(ve haklıydı).

Sf: 378     
Müşteriler istedikleri şarkıyı elde etmek için bütün albümü satın almak zorunda kalıyorlardı.
Ben teknoloji üretmenin sezgi ve yaratıcılık gerektirdiğini, sanatsal üretiminse gerçek disiplin gerektirdiğini anlayan çok az kişiden biriyim.

Sf:  381
“Steve şirketindeki bölümler birbiriyle uyumlu çalışmazsa insanları işten atıyordu, Sony’nin bölümleriyse birbirleriyle savaş halindeydiler.”
“Steve, seninle anlaşırım, ama bana cihazının satışlarından bir şeyler verirsen,” dedi Lack ona bir ara gür sesiyle. “Güzel bir cihaz. Ama müziğimiz satışlarına katkıda bulunacak. Bana göre gerçek ortaklık budur.”
 “Katılıyorum,” diye karşılık verdi Jobs birden fazla kez. Ama sonra Doug Morris’le Roger Ames’e gidip Lack’in meseleyi anlamadığından, müzik piyasasından habersiz olduğundan, Morris’le Ames kadar zeki olmadığından yakınıyordu gizlice. “Steve bir şeyi kabul ediyor, ama sözünü yerine getirmiyordu her zamanki gibi,” dedi Lack. “Yem atıyor ve sonra geri çekiyordu. O patolojik biri, ki pazarlıklarda işine yarayabilen bir özellik bu. Ayrıca bir dahi.”

Sf:  382
iTunes’un piyasaya sürülmesinden önce Jobs yirmiden fazla ünlü sanatçıyla görüştü; aralarında Bono, Mick Jagger ve Sheryl Crow vardı. “Beni gecenin onunda ısrarla arıyordu, Led Zeppelin’le veya Madonna’yla görüşmesi gerektiğini söylüyordu,” diye anımsıyordu Warner’dan Roger Ames. “Azimliydi ve ondan başka hiç kimse bu sanatçılardan bazılarını ikna edemezdi.”
Bu görüşmelerin belki de en tuhafı Dr. Dre’nin Jobs’ı Apple merkezinde ziyaret etmesiyle gerçekleşti. Jobs The Beatles’la Dylan’a bayılırdı, ama rapten pek hazzetmediğini itiraf ediyordu. Ama Eminem’le diğer rapçileri şarkılarının iTunes’ta satılmasına izin vermeye ikna etmesi gerektiğinden, Eminem’in akıl hocası Dr. Dre’yle görüştü. Jobs’ın ona iTunes Store’la iPod’un birlikte sorunsuzca işlediklerini göstermesinden sonra Dr. Dre “Sonunda şu işi düzgün yapan biri çıktı dostum,” dedi.

Sf:  383
“Ne aramak istersin?” diye sordu Marsalis’e. Beethoven diye yanıtladı trompetçi. “Bak bu neler yapabiliyor gör!” diye ısrar edip duruyordu Jobs, Marsalis’in dikkati dağılınca. “Arayüzün nasıl çalıştığını gör.” Marsalis’in sonradan anımsadığı kadarıyla: “Bilgisayarlarla pek ilgilenmem ve bunu ona söyleyip durdum, ama iki saat ısrarla devam etti. İçine cin kaçmıştı sanki. Bir süre sonra bilgisayara değil ona bakmaya başladım, çünkü tutkusu çok ilginç gelmişti.”
Jobs iTunes Store’u, 28 Nisan 2003’te San Francisco’daki Moscone kongre merkezinde, alametifarikası olan etkinliklerden birinde tanıttı. Artık kısacık olan ve seyrelmiş saçlarıyla, tıraşsız ama bakımlı yüzüyle sahneye çıktı ve Napster’ın “internetin müzik dağıtımı için yaratıldığını kanıtladığını” söyledi. Onun çocuklarının, örneğin Kazaa’nın şarkıları bedavaya sunduğunu söyledi. Bununla nasıl rekabet edilebilirdi ki? Bu soruyu yanıtlamaya o bedava servislerin dezavantajlarından bahsetmekle başladı. Onlarla indirilen dosyalar güvenilmezdi ve genellikle düşük kaliteliydi. “Bu şarkıların çoğu yedi yaşındaki çocuklar tarafından enkode ediliyor ve işlerini iyi yapmıyorlar.” Ayrıca ön dinleme imkanı ve kapakları yoktu. Sonra şunu ekledi: “En kötüsü, bu hırsızlık. Karmayla uğraşmaya gelmez.”
Peki bu korsan siteler neden pıtrak gibi çoğalmıştı? Çünkü, dedi Jobs, alternatif yoktu. Pressplay ve Musicnet gibi üyelik servisleri “size suçluymuşsunuz gibi davranıyorlar” dedi, çubuklu hapishane kıyafeti giymiş bir mahkumun slaytını göstererek. Sonra ekranda bir Bob Dylan slaytı belirdi. “İnsanlar sevdikleri müziğe sahip olmak isterler.”
Plak şirketleriyle epey pazarlık yaptığını söyledi ve “bizimle birlikte dünyayı değiştirecek bir şeyi yapmayı kabul ettiler,” dedi. iTunes Store 200.000 şarkıyla açılacaktı ve her gün büyüyecekti. Mağazayı kullanarak, dedi, şarkılarınızın sahibi olabilirsiniz, onları CD’lere kaydedebilirsiniz, kayıt listesi konusunda içiniz rahat olur, bir şarkıyı indirmeden önce dinleyebilirsiniz ve iMovie’nizle iDVD’nizi kullanarak “hayatınızın fon müziğini hazırlayabilirsiniz.”
Fiyatı mı? Sadece 99 sent, dedi, Starbucks lattesinin fiyatının üçte birinden az. Buna neden değerdi? Çünkü istenilen şarkıyı Kazaa’dan indirmek bir dakika yerine on beş dakika kadar sürerdi. Dört dolar civarı tasarruf yapmak uğruna hayatınızın bir saatini harcamakla, diye hesapladı, “asgari ücretin altında çalışmış oluyorsunuz!” Ve bir şey daha… “iTunes’la indirince, artık hırsızlık yapmıyor oluyorsunuz. İyi karma bu.”
Bu sözünü en çok alkışlayanlar ön sırada oturan plak şirketleri başkanlarıydı; aralarında her zamanki gibi beyzbol kepini takmış olan Jimmy Lovine’ın yanında duran Doug Morris ve Warner Music’in bütün üst düzey yöneticileri vardı. Mağazadan sorumlu olan Eddy Cue, Apple’ın altı ayda bir milyon şarkı satacağını tahmin etti. Bunun yerine iTunes Store altı günde bir milyon şarkı sattı. “Bu tarihe müzik endüstrisinde bir dönüm noktası olarak geçecek,” dedi Jobs.

Sf:  387
Yaşlandıkça motivasyonun önemini daha iyi anlıyorum. Zune berbattı çünkü Microsoft’taki insanlar müziği, sanatı bizim gibi sevmiyorlar. Biz kazandık çünkü Microsoft’taki müziği şahsen seviyoruz. iPod’u kendimiz için yaptık ve bir şeyi kendin, en yakın dostun ya da ailen için yaparsan savsaklamazsın. Bir şeyi sevmezsen kendini zorlamazsın, hafta sonu fazladan çalışmazsın, statükoya fazladan meydan okumazsın.

OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM – MÜZİK ADAMI
Sf:  396
Çok heyecanlıydım, çünkü o kahramanlarımdan biriydi. Ayrıca bir sürü insan gibi onun da zeki olmamasından, eski halinin karikatürü olmasından korkuyordum. Neyse ki öyle değildi. Tilki gibi zekiydi. Tam umduğum gibiydi.

Sf:  398
“Apple farklı bir tür marka ve çoğu sanatçının markalarından daha saygın. Her reklama 10 milyon dolar civarı para harcayacağız. Müzik gruplarına fırsat sunuyoruz, bir de üstüne para vermemize gerek yok.”

Sf:  399
[Lennon ilk denemede durup da grubu şarkıyı baştan aldırınca ve bir akoru değiştirince Jobs gülüyor.] Baştan aldılar, fark ettin mi? Olmayınca başa dönüp tekrar başladılar. Bu versiyon öyle ham ki. Sıradan ölümlüler gibiler. Bu versiyona kadar, bu şarkıyı başka insanların da çalabileceğini düşünebilirsin. Besteleyemeseler, kurgulayamasalar bile kesinlikle çalabileceklerini. Ama onlar durmadılar. Öyle mükemmeliyetçiydiler ki durmadan devam ettiler. Otuzlarımdayken bu beni çok etkilemişti. Bu şarkının üstünde çok uğraştıkları belliydi.
Bu kayıtların her birinin arasında başka işler yaptılar. Kusursuza  yakın hale getirmek için geri dönüp durdular.[Üçüncü denemeyi dinlerken, enstrümantasyonun karmaşıklaştığına dikkat çekiyor.] Apple’daki ürün yaratma sürecimiz buna benziyor. Yeni bir dizüstü bilgisayar ya da iPod üretirken hazırladığımız modellerin sayısı bile aynı. Bir versiyonla başlıyoruz ve durmadan geliştiriyoruz, tasarımın daha ayrıntılı modellerini hazırlıyoruz veya tuşları, fonksiyonların işleyiş tarzını değiştiriyoruz. Epey zahmetli, ama sonunda ürün daha iyi oluyor ve kısa sürede “Vay be, bunu nasıl yapmışlar?!? Vidalar nerede?” dedirtecek bir şey çıkıyor ortaya.
“Steve bir anda sinirlenebiliyor,” diye anımsıyordu Bono, “ama o anlar arkadaşlığımızı derinleştirdi, çünkü insanın hayatında ağzına geleni söyleyerek tartışabildiği çok kişi olmuyor.”
Ma’nın hayranı oldu. Onu düğününe davet etti, ama Ma yurt dışında turnedeydi. Birkaç yıl sonra Jobs’ın evine geldi, oturma odasına oturdu, 1733 Stradivarius çellosunu çıkardı ve Bach çaldı. “Düğününüze gelebilsem bunu çalacaktım,” dedi onlara. Gözleri yaşaran Jobs ona “Senin müziğin Tanrı’nın varlığına dair şimdiye kadar duyduğum en ikna edici savunma, çünkü bir insanın tek başına böyle bir şey yapabileceğine inanmıyorum,” dedi. Ma başka bir ziyaretinde de, mutfakta otururlarken Jobs’ın kızı Erin’in çelloyu tutmasına izin verdi. Artık kanser olan Jobs, Ma’ya cenazesinde çalma sözü verdirdi.

OTUZ İKİNCİ BÖLÜM – PIXAR’IN DOSTLARI
Sf:  408
“Elbette gelir,” diye karşılık verdi Katzenberg. “Sen istesen dağları yerinden oynatırsın.”

Sf:  410
“İş hayatında ikinci ürün sendromu diye klasik bir şey vardır,” dedi Jobs sonradan. Bu sendrom ilk ürününüzü neyin başarılı kıldığını anlamamaktan kaynaklanır. “Bunu Apple’da yaşamıştım. İkinci filmimiz de başarılı olursa yırttık demektir diye düşündüm.”

Sf:  413
Normalde Disney’in CEO’sunun Pixar’ın bunu nasıl yaptığını merak etmesi gerekir. Ama 20 yıllık ilişki boyunca Pixar’da toplam iki buçuk saat geçirdi sadece, o da kısa kutlama konuşmaları yapmak içindi. Asla merak etmedi. Buna çok şaşırdım. Merak çok önemlidir.

Sf:  416
Disney’den kopmanın neden gerekli olabileceğini açıkladı ve Pixar’ın başarılı bir kurum olabilmek için ileriye bakmayı sürdürmesi gerektiğini söyledi. “İnsanları kendine tamamen inandırabilmek gibi bir yeteneği var,” dedi stüdyoda uzun zamandır teknolojist olarak görev yapan Oren Jacob. “Hepimiz, ne olursa olsun Pixar’ın büyüyeceğine emin olduk birden.”

OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM – 21. YÜZYIL MAC’LERİ
Sf:  427
Bill Gates çok şaşırmıştı. Çılgınca renkli kasalar tasarlanması pek ilgisini çekmiyordu. Ama bir bilgisayarın CPU’sunun sorunsuz bir şekilde ve zamanında, gizlice değiştirilmesini gerçekten takdir etti. “Mikroişlemci çipimizi değiştireceğiz ve hiç sorun çıkmayacak desen inanmazdım,” dedi bana yıllar sonra, kendisine Jobs’ın neler başardığını sorduğumda. “Ama onlar bunu yaptılar.”

Sf:  430
Tazmin meselesi Jobs’ın park etme konusundaki tuhaflığını akla getiriyordu bazı açılardan. “CEO’ya özel” park yeri gibi ayrıcalıkları reddetse de, engelli yerlerine park etmeye hakkı olduğunu varsayıyordu. Yılda 1 dolara çalışmaya razı gibi görünmek istiyordu(hem kendine, hem de başkalarına), ama aynı zamanda kendisine büyük hisse bağışları yapılmasını istiyordu. Karşıkültür asisiyken girişimci iş adamına dönüşmenin çelişkilerini barındırıyordu, kendini satmadığına ve işini para için yapmadığına inanmak istiyordu.

OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM – BİRİNCİ RAUNT
Sf:  433
Jobs Ekim 2003’te teşhis konmasından sonra dokuz ay direndi. Bunun bir sebebi gerçekliği çarpıtma sahasının karanlık tarafıydı. “Bence Steve dünyanın belirli bir şekilde olmasını öyle çok istiyor ki, dünyayı iradesiyle öyle kılmaya çalışıyor,” diye yorumda bulundu Levinson. “Bazen işe yaramıyor. Gerçeklik amansız.” Jobs’ın muhteşem odaklanma yeteneğinin olumsuz tarafı uğraşmak istemediği şeyleri filtrelemeye korkutucu bir şekilde hevesli olmasıydı. Bu pek çok büyük başarısını mümkün kılsa da ters tepebilirdi. “Yüzleşmek istemediği şeyleri görmezden gelme yeteneğine sahip,” diye açıkladı karısı. “Mizacı öyle.” Jobs ailesi ve evliliğiyle ilgili kişisel meselelere, mühendislik ve ticari sorunlarla ilgili mesleki meselelere, sağlık ve kanserle ilgili meselelere sırtını dönüveriyordu bazen.

Sf:  434
Karısının “sihirli düşünüş” dediği şeyin -yani dünyayı iradesiyle istediği şekle sokabileceği varsayımının ödülünü aldığı zamanlar olmuştu. Ama bu yaklaşım kanserde işe yaramıyordu.

Sf:  435
Alex Haley bir konuşmaya başlamanın en iyi yolunun “Size bir öykü anlatayım,” demek olduğunu söylemişti. Kimse nutuk dinlemeye meraklı değildir, ama herkes öyküleri sever. Jobs da bu yaklaşımı seçti.
“Bugün size hayatımdan üç öykü anlatmak istiyorum,” diye söze başladı. “Sadece bu. Çok değil. Üç öykü o kadar.”
İlki Reed Üniversitesi’nden ayrılmasıyla ilgiliydi. “Böylece ilgimi çekmeyen zorunlu dersleri bırakıp, çok daha ilginç görünen derslere girebilecektim.” İkincisi Apple’dan kovulmasının sonunda kendisi için iyi olmasıyla ilgiliydi. “Başarılı olmanın ağırlığının yerini sil baştan yapmanın, her şey konusunda çok daha az emin olmanın hafifliği aldı.” Tepede turlayan bir uçağın Jobs’a “bütün elektronik çöpleri geri dönüşümlü kullanmasını” öğütleyen bir pankart taşımasına karşın öğrenciler sıra dışı bir şekilde pür dikkat dinliyorlardı, ama en çok üçüncü öykü ilgilerini çekti. Bu öykü kanser teşhisi konmasıyla ve bunun getirdiği farkındalıkla ilgiliydi.
Yakında öleceğimi anımsamak, hayatta önemli seçimler yapmamda en büyük yardımcım oldu şimdiye kadar. Çünkü neredeyse her şey -bütün dış beklentiler, gurur, rezil olma ya da başarısızlık korkusu -bütün bunlar ölümün karşısında önemsizleşiyor ve geride sadece gerçekten önemli şeyler kalıyor. Öleceğinizi anımsamak, kaybedecek bir şeyiniz olduğu yanılgısına düşmekten kurtulmanın en iyi yolu. Zaten çıplaksınız. Yüreğinizi takip etmemeniz için hiçbir sebep yok.”

Sf:  437
“Steve’in hakkında şunu öğrendim: İnsanlar onun bazı sözlerini yanlış anlıyorlardı, saldırgan davrandığını veya negatif enerji yaydığını düşünüyorlardı, ama aslında tutkusunu gösterme tarzı öyleydi. Ben öyle baktığım için hiçbir tavrını kişisel algılamadım.

Sf:  439
“Etrafındaki gürültüye kulaklarını tıkamayı ondan iyi başarabilen biri yok,” dedi Cook. “Böylece sadece birkaç şeyde odaklanabiliyor ve birçok şeye hayır diyebiliyor. Bunu çok az insan gerçekten başarabilir.”
Efsaneye göre, Antik Roma’da muzaffer bir general sokaklardan geçerken bazen peşinden bir uşak gelirdi ve bu uşağın görevi ona “memento mori,” yani öleceğini hatırla demekti. Faniliğin hatırlatılması kahramanın sağduyulu kalmasına, biraz alçak gönüllü olmasına katkıda bulunurdu. Jobs’a doktorları memento mori demişlerdi, ama bu alçak gönüllü olmasını sağlamadı. Tersine, sağlığına kavuşunca eskisinden de tutkuyla kükremeye başladı, misyonlarını tamamlamak için zamanı azmışçasına. Stanford konuşmasında söylediği gibi, hastalığı ona kaybedeceği bir şey olmadığını anımsatmıştı, dolayısıyla yoluna tam gaz devam etmeliydi. “Bir misyonu tamamlamak için geri döndü,” dedi Cook. “Artık büyük bir şirketi yönetmesine karşın öyle cesurca hamleler yaptı ki, başka kimse öyle davranmazdı sanırım.”

Sf:  440
Ive Jobs’la birlikte Londra’ya yaptığı bir yolculukta, oteli seçmek gibi nankör bir işi halletmek zorunda kaldı. Jobs’ın bayılacağını düşündüğü derin bir minimalizme sahip, sakin, 5 yıldızlı bir butik otel olan The Hempel’ı seçti. Ama odasına girer girmez kendini hazırladı ve gerçekten de bir dakika sonra telefonu çaldı. “Odamı hiç beğenmedim,” diye bildirdi Jobs. “B*ktan bir oda, haydi gidelim.” Bunun üzerine Ive toplanıp resepsiyon masasına gitti; Jobs oradaki resepsiyonisti fikrini açıkça söyleyerek afallattı. Ive kendisi de dahil olmak üzere çoğu insanın bir şeyi beğenmediklerinde bunu doğrudan söylememeye meyilli olduklarını çünkü hoşlanılmak istediklerini fark etti, “ki bu aslında kibirden kaynaklanır.” Aslında bu fazla iyi niyetli bir açıklamaydı. Her halükârda, Jobs öyle bir huya sahip değildi.
Ive içgüdüsel olarak insanlara çok iyi davrandığından, çok sevdiği Jobs’ın neden öyle davrandığını merak etti. Bir akşam bir San Francisco barında, samimi bir ilgiyle öne eğildi ve meseleyi analiz etmeye çalıştı:
O çok ama çok duyarlı bir insan. Antisosyal davranışlarını ya da kabalığını vicdansızlık yapan bir şey bu. Vurdumduymaz ve duyarsız insanların neden kaba olduklarını anlayabilirim, ama duyarlı insanların kabalığına anlam veremem. Bir keresinde ona neden bu kadar sinirli tepkiler verdiğini sordum. “Ama sonra sinirim geçiyor,” dedi. Küçük bir çocuk gibi bir anda parlayabiliyor ve sonra sakinleşiyor. Ama bir de canının çok sıkkın olduğu zamanlar var ki samimi fikrim, bu tip zamanlarda başkalarını inciterek katarsis yapıyor. Ve bence bunu yapma özgürlüğüne ve hakkına sahip olduğunu düşünüyor. Kendisinin normal toplumsal kurallardan muaf olduğunu düşünüyor. Çok duyarlı olduğundan insanları en çok, en etkili şekilde nasıl inciteceğini tam olarak biliyor. Ve bunu yapıyor. Çok sık değil. Ama bazen.

OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM – iPHONE
Sf:  446
Ama cihazı çok yanlış tasarlamıştı. Cihaz kalemliydi. Kalemin varsa hiç şansın yoktur. O akşam yemeğinde bana bu konudan on kere filan bahsedince sonunda canıma tak etti ve eve gidince, “Başlarım böyle işe, şuna tablet nasıl olurmuş gösterelim,” dedim.

Sf: 447
Ama hemen Jobs’a göstermekten kaçındı; özellikle de bu ekranın üstünde boş vakitlerinde çalışan adamlarının şevkini kaçırmak istemediği için. “Steve fikrini çabucak söylediğinden, ona başkalarının yanında bir şeyler göstermekten kaçınıyorum,” dedi Ive. “‘ Bu b*ktan’ deyip fikri reddedilebilir. Ben fikirlerin çok narin olduklarını düşünürüm; onları geliştirirken şefkatli olmak gerekir. Jobs bu fikri beğenmezse çok üzülecektim, çünkü çok önemli bir fikir olduğunu biliyordum.”
Ive ekranın görüntüsünü Jobs’a kendi toplantı odasında, başlarken gösterdi; etrafta kimse olmazsa Jobs’ın ters bir karşılık vermesi ihtimalinin azalacağını biliyordu. Neyse ki Jobs ekrana bayıldı. “İşte gelecek bu,” dedi sevinçle.

Sf:  448
“Şirketi riske atmak” olarak gördüğü anlardan biriydi bu; risk yüksekti, ama başarırlarsa ödül büyük olacaktı.
Ekipten iki kişi Blackberry’nin popülaritesini göz önünde bulundurarak klavye de olması gerektiğini söylediler, ama Jobs bu fikri veto etti. Fiziksel bir klavye, ekranın yerini azaltırdı ve dokunmatik ekran klavyesi kadar esnek ve uyarlanabilir olmazdı. “Klavye donanımı kolay bir çözüm gibi görünüyor, ama kısıtlayıcı,” dedi. “Klavyeyi ekrandan, yazılım olarak verirsek, ona ne çok yeniliği uyarlayabileceğimizi bir düşünün. Bu riske girelim ve bu işi halletmenin yolunu bulalım.” Sonuçta ortaya çıkan cihazın ekranı, telefon numarası tuşlamak istediğinizde bir sayısal tuş takımı, yazı yazmak istediğinizde bir daktilo klavyesi ve başka eylemler için gerekli çeşitli tuşlar sunacaktı. Ve video seyrederken bütün bunlar kaybolacaktı. Donanım yerine yazılım koymak arayüzün gerçekten de esnek ve uyarlanabilir olmasını sağladı.
Jobs altı ay boyunca her günün bir kısmını ekranın geliştirilmesine yardım etmekle geçirdi. “Şimdiye kadar uğraştığım eğlenceli aktivitelerin en karmaşığıydı,” diye anımsıyordu o günleri. “Sgt Pepper’ın varyasyonlarını geliştiren kişilerden biri olmak gibiydi.” Şimdi basit görünen birçok özellik, yaratıcı beyin fırtınalarının eseriydi. Örneğin ekip cihazın cepte hareket ederken müzik çalmasından veya yanlışlıkla arama yapmasından kaygılanıyordu. Jobs, “kaba” bulduğu açma kapama düğmelerine oldum olası karşıydı. Çözüm, uyku moduna geçmiş cihazın ekranında yer alan ve onu aktive etmeye yarayan basit ve eğlenceli bir kaydıraç olan “Kaydırmalı Tuş Kilidi”ydi. Bir başka çığır açıcı özellikse, telefonu kulağınıza götürdüğünüzde kulak memenizin bir fonksiyonu yanlışlıkla çalıştırmasını engelleyen sensördü. İkonlar Jobs’ın favori şeklindeydiler elbette; Bill Atkinson’a ilk Macintosh’un yazılımı için tasarlattığı ikonlardı: yuvarlak köşeli dörtgenler. Jobs her ayrıntıyla pür dikkat ilgileniyordu. Ekip üyeleri de diğer telefonları karmaşık kılan şeyleri basitleştirmeye çalışıyorlardı. Arama bekletme ve konferans araması fonksiyonları için büyük bir çubuk eklediler, e-postalarda gezinmenin kolay yollarını buldular, çeşitli uygulamalara ulaşmayı sağlayan ve ekranı yana doğru kaydırarak ulaşılabilen ikonlar yarattılar -donanıma klavye eklemek yerine ekrandan kullanılabilen bir sanal klavye koymaları bütün bunları kolaylaştırdı.

Sf:  449
Sonra bir iMac’te ve bir iPod nanoda anodize alüminyum, yani asit banyosu yaptırılıp elektrik verilerek yüzeyi oksitlendirilmiş alüminyum kullandılar. Jobs istediği miktarda anodize alüminyum elde edemeyeceğini öğrenince Çin’de bu iş için bir fabrika kurdurdu. Ive, SARS salgını sırasında oraya gidip süreci denetledi. “Süreci denetlemek için oradaki bir yurtta üç ay kaldım,” diye anımsıyordu. “Ruby ile diğerleri o işin imkansız olduğunu söylüyorlardı. Ama ben başarmak istiyordum, çünkü Steve’le ben, anodize alüminyumun gerçekten bütünlük taşıdığını düşünüyorduk.”

Sf:  450
“Korkma,” diye karşılık verdi Jobs. Neşeli ve özgüvenli bir insan olan Weeks afalladı; Jobs’ın gerçekliği çarpıtma sahasına alışık değildi. Sahte bir özgüven hissinin mühendislik sorunlarını çözemeyeceğini açıklamaya çalıştı; ancak bu, Jobs’ın kabul etmediğini daha önce defalarca gösterdiği bir önermeydi. Gözlerini kırpmadan Weeks’e baktı. “Evet, yapabilirsiniz.” dedi. “Kendinizi buna inandırın. Yapabilirsiniz.”
Weeks bu öyküyü anlatırken hayretle kafasını salladı. “Altı aydan kısa bir sürede yaptık,” dedi. “Daha önce hiç üretilmemiş bir cam ortaya çıkardık.” Corning’in Kentucky Harrisburg’te bulunan, LCD ekran üreten tesisi neredeyse bir gecede, tam gün goril cam üretecek şekilde değiştirildi. “En iyi bilim insanlarımızla mühendislerimizi bu işin üstünde çalıştırdık ve başardık.” Weeks’in havadar ofisinde tek bir çerçeveli yadigar var. Jobs’ın iPhone’un piyasaya sürüldüğü gün gönderdiği mesaj: “Siz olmasaydınız başaramazdık.”

Sf:  451
Sorun şuydu ki, iPhone’da ekranın çok ön planda olması gerekiyordu, ama şimdiki tasarımda kasa daha çok dikkat çekiyordu. Cihazın tamamı fazla erkeksi, fazla işlevsel ve verimli görünüyordu. “Beyler, dokuz aydır bu tasarımın üstünde deli gibi çalıştınız, ama onu değiştireceğiz,” dedi Jobs, Ive’ın ekibine. “Hepimizin gece gündüz çalışmamız gerekecek ve bizi hemen buracıkta vurmak isterseniz size tabanca verebiliriz.” Ekiptekiler surat asmak yerine destek verdiler. “Apple’da en gurur duyduğum anlardan biriydi,” diye anımsıyordu Jobs.

OTUZ ALTINCI BÖLÜM – İKİNCİ RAUNT
Sf:  454
“Bana kendini gerçekten çok kötü hissettiğinde sadece acıya odaklandığını, acının içine girdiğini ve böylece acıyı dindirdiğini söyledi.”

Sf:  463
Bazen halüsinasyon görüyor ya da sinirleniyordu. Bilinci çok açık değilken bile güçlü kişiliği kendini belli ediyordu. Bir keresinde, epey uyuşturulmuşken, pulmonolog yüzüne maske takmaya çalıştı. Jobs maskeyi çıkardı, tasarımını hiç beğenmediğini mırıldandı ve takmayı reddetti. Konuşmakta zorlanmasına karşın maskenin beş farklı versiyonunu getirmelerini, beğendiği tasarımı seçeceğini söyledi. Doktorlar Powell’a şaşkınlıkla baktılar. Powell sonunda Jobs’ın dikkatini dağıtabildi ve böylece doktorlar maskeyi taktılar. Jobs  parmağına taktıkları oksijen monitöründen de nefret ediyordu. Çirkin ve fazla karmaşık olduğunu söylüyordu. Tasarımını sadeleştirmek için tavsiyeler veriyordu. “Etrafındaki bütün ayrıntılarla, bütün nesnelerle yakından ilgileniyordu ve bu onu yoruyordu,” diye anımsıyordu Powell.

Sf:  464
Jobs Apple’dan ziyaretçilerin gelmesine izin verilince keyifleniyordu. Tim Cook düzenli olarak gelip onu yeni ürünlerin gelişimi konusunda bilgilendiriyordu. “Ne zaman Apple’dan bahsetsek canlanıyordu,” dedi Cook. “Işık saçıyordu sanki.” Jobs şirketi çok seviyordu ve oraya geri dönmek için yaşıyor gibiydi. Ayrıntılar onu enerjikleştiriyordu.

Sf:  466
Geri döndüğü ilk gün bir dizi sinir krizi geçirerek üst düzey ekibini tırstırdı. 

OTUZ ALTINCI BÖLÜM – iPAD
Sf:  474
“Jobs’ın şöyle tuhaf bir yeteneği var: İhtiyacımız olduğunu bilmediğimiz cihazlar üretiyor ve sonra birden onlarsız yaşayamaz hale geliyoruz.”

Sf:  475
“Steve Jobs altı yaşındaki, cahil bir çocuğun bile talimatsız kullanabileceği, güçlü bir bilgisayar tasarlamış,” diye yazmıştı Noer. “Büyü bu değilse, nedir bilmiyorum.”

Sf:  481
“Kitap işine giren ilk insanlar değildik,” dedi. “Var olan durumu göz önüne alınca, bizim için en iyisi bu aikido hamlesini yapmak ve acente modelini benimsemekti. Ve başardık.”

Sf:  482
(Bir mangolu smoothie ve sade bir vegan makarna ısmarladı ki, ikisi de menüde yoktu.)

Sf:  484
“‘Tamam, senin dediğin olsun,’ dedim. Meseleyi uzatmaya gerek görmedik. Taviz vermeyecekti -ki onun yerinde olsam ben de vermezdim-, bu yüzden tamam dedim; bizim çocuklar da geri dönüp başka bir tasarım hazırladılar ve on gün sonra ikisini birden gösterdiğimizde Jobs bizim ekibin versiyonunu daha çok beğendi. Apışıp kaldık.”

Sf:  485
“Steve’in evinde akşam yemeği yemek harika, mahalledeki restoranlar kapanmadan çıkıp gittiğiniz sürece.”

Sf:  486
Murdoch teknenin içini güzel, dışınıysa “biraz sade” buldu. “O tekneden o kadar çok bahsetmesi sağlığı konusunda epey iyimser olduğunun göstergesiydi kesinlikle,” dedi Murdoch sonradan.
“Gerçekten büyük şirketlerin belirgin bir şirket kültürüne sahip olamayacaklarına inanırdım eskiden,” dedi Jobs. “Ama artık bunun mümkün olduğuna inanıyorum. Murdoch başardı. Sanırım ben de Apple’da başardım.”
Yılda 8 milyar dolarlık o endüstrinin dijital bir yıkıma hazır olduğuna inanıyordu. Ayrıca birçok okulda güvenlik sebebiyle kilitli öğrenci dolaplarının bulunmaması, dolayısıyla çocukların ağır sırt çantalarını taşıyarak gezinmek zorunda kalmaları dikkatini çekmişti. “iPad bu sorunu çözer,” dedi. İyi ders kitabı yazarlarına dijital versiyonlar yazdırmayı ve bunları iPad’e dahil etmeyi düşünüyordu.

OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM  – YENİ SAVAŞLAR
Sf:  487
Jobs şahsen ihanete uğradığını hissediyordu. Google’ın CEO’su Eric Schmidt iPhone’la iPad’in geliştirildiği sıralarda Apple yönetim kurulundaydı ve Google’ın kurucuları Larry Page’le Sergey Brin ondan akıl alıyorlardı. Jobs kazıklandığını hissediyordu. Android’in dokunmatik arayüzünde Apple’ın yarattığı özellikler(çoklu dokunmatik, kaydırma, yan yana dizili app ikonları) kullanılıyordu giderek.

Sf:  488
Bu ikinci konu açıldığında daha çok Jobs konuştu. Google’ın kendisinden çaldığını sövüp sayarak söyledi. “Hırsızlığınızı fark ettik,” dedi Schmidt’e. “Uzlaşmak istemiyorum. Paranızı istemiyorum. 5 milyar dolar teklif etseniz bile kabul etmem. Bende para bol. Fikirlerimizi Android’de kullanmaktan vazgeçmenizi istiyorum, tek istediğim bu.” Anlaşmaya varamadılar.

Sf:  489
“Apple dahi bir kapalı sistemler yaratıcısı,” dedi Schmidt bana sonradan. “Platformlarına insanların izinsiz girmesini istemiyorlar. Kapalı bir platformun avantajı kontrol. Ama Google açıklığın daha iyi bir yaklaşım olduğuna çünkü opsiyonları, rekabeti ve kulanıcı seçeneklerini arttırdığına inanıyor.”
Peki Bill Gates kapalılık stratejisini benimseyen Jobs’ın yirmi beş yıl önce Microsoft’a savaş açtığı gibi bu kez de Google’a savaş açmasını seyrederken ne düşünüyordu? “Daha kapalı olmanın bazı avantajları var; deneyimin üstündeki kontrolünüz artıyor ve Steve’in bundan faydalandığı kesin,” dedi Gates bana. Ama Apple iOS’un lisansını vermeyi reddetmenin Android gibi rakiplerin ekmeğine yağ sürdüğünü ekledi. Ayrıca farklı farklı cihazlarla üreticilerin arasındaki rekabetin kullanıcı seçeneklerini ve yenilikleri attırdığını savundu. “Bu şirketlerin hepsi Central Park’ın yanına piramit dikmiyorlar,” dedi Apple’ın Beşinci Cadde’deki mağazasıyla dalga geçerek, “ama müşteri toplama kaygısı yeni icatlarda bulunmalarını sağlıyor.” Gates PC’lerdeki gelişmelerin çoğunun müşteri seçeneklerinin bolluğu sayesinde gerçekleştiğini ve günün birinde bunun mobil cihazlar için de geçerli olacağını söyledi. “Bence eninde sonunda açıklık kazanacak. Bütünsellik yaklaşımıysa uzun vadede işe yaramaz.”

Sf:492
Bu karar haber yapıldı ve Fiore’nin Nisan’da 2010 Pulitzer Editoryal Karikatür Ödülü’nü kazanmasıyla birlikte alay konusu oldu. Apple geri adım atmak zorunda kaldı ve Jobs halka bir özür sundu. “Hata yaptık, kusurluyuz,” dedi. “Elimizden geleni yapıyoruz, olabildiğince hızlı öğreniyoruz – gerçi bu kural o sırada mantıklı gelmişti.”

Sf:  493
“Bu arada senin hayatta o kadar büyük bir başarın var mı? Herhangi bir şey yaratıyor musun, yoksa tek yaptığın başkalarının eserlerini eleştirmek ve davranış sebeplerini küçümsemek mi?”
Tate etkilendiğini itiraf etti. “Müşterilerle ve blogçularla öyle bire bir tartışan CEO’lara pek rastlanmıyor,” diye yazdı. “Jobs sırf şirketi son derece üstün ürünler yaptığı için değil, tipik Amerikan yöneticisi kalıbını kırdığı için de koca bir alkışı hak ediyor: Jobs şirketini dijital hayata dair, gönülden inandığı fikirleri doğrultusunda kurmakla ve sonra yeniden kurmakla kalmadı, fikirlerini başkalarına savunmaya da hazır. Canla başla. Sözünü sakınmadan. Bir hafta sonu, sabahın ikisinde.” Blogosferdeki pek çok kişi hemfikir oldu ve Jobs’a mücadeleci ruhunu öven e-postalar gönderdiler. Jobs da gururlanmıştı; Tate’le yazışmalarını ve övgü mektuplarından bazılarını bana gönderdi.

Sf:  494
Apple diklenen mazlumken, bu küstahlıkta sorun yoktu. Ama Apple artık mobil pazarının hakimiydi. “Büyük bir şirkete dönüşmeyi tamamlamalıyız ve kibir meselesini halletmeliyiz.”
“O hala uyum sağlama sürecinde,” dedi Gore. “Mazlum rolü ona mütevazı dev rolünden daha uygun.”

Sf:  495
Michael Faraday’in  gösterdiği gibi, elektromanyetik dalgalar metalin içinden değil, üstünden akarlar. Yani bir telefonun metal kasası olması, Faraday kafesi adıyla bilinen şeye yol açabilir; giren ve çıkan sinyalleri zayıflatabilir. 
Çeşitli toplantılarda Jobs’a bu meseleden defalarca bahsedildi, ama Jobs mühendisleri ciddiye almadı. Başarabilirsiniz, dedi. Sahiden de başardılar.
“Mesele tasarımı mühendislikten önde tutma ve piyasaya sürülmemiş ürünleri son derece gizli tutma ilkelerinin Apple’a faydalı olup olmadığı,” dedi, Tony Fadell sonradan. “Bütüne bakılınca evet, ama kontrolsüz güç kötü bir şeydir ve burada olan buydu.”
Consumer Reports’un bazı özenli testler yaptıktan iPhone 4’ü anten sorunu yüzünden tavsiye edemeyeceğini söylemesiyle doruğa ulaştı.

Sf:  496
Jobs sorunun Google’la Motorola’nın fesatlığından kaynaklandığında diretiyordu. “Apple’ı vurup indirmek istiyorlar,” dedi.
Jobs artık lise öğrencisi olan oğlu Reed’i Hawaii’den dönerken yanında götürmeye karar verdi. “İki günümün tamamı toplantılarla geçecek muhtemelen ve her birinde yanımda olmanı istiyorum, çünkü o iki günde işletme okulunda iki yılda öğrenemeyeceğin kadar çok şey öğreneceksin,” dedi ona. “Alanlarında dünyanın en iyisi olan insanlar cidden zor kararlar verirlerken onlarla aynı odada olacaksın ve sürecin nasıl işlediğini göreceksin.” O deneyimi anımsarken Jobs’ın gözleri yaşardı biraz. “Sırf Reed’in beni iş hayatında görmesi fırsatını tekrar yakalayabilmek için her şeyi baştan yaşamaya razıyım,” dedi.  “Babasının ne yaptığını gördü.”

Sf:  497
“Biz kusursuz değiliz. Telefonlar kusursuz değil. Bunu hepimiz biliyoruz. Ama kullanıcılarımızı memnun etmek istiyoruz.” (İade oranı yüzde 1,7 oldu; iPhone 3GS’nin ve başka çoğu telefonun iade oranlarının üçte birinden daha azdı bu.)

Sf:  498
“Geçen gün sahneye çıkan Steve Jobs ustaca bir savunma, haklılık, gücenmişlik ve samimiyet gösterisi sergileyerek sorunu inkar etmeyi, eleştirileri ciddiye almamayı ve diğer akıllı telefon üreticilerini suçlamayı başardı.”
Başka CEO’lar süklüm püklüm özür dilerlerdi ve söz konusu ürünü toplatırlardı, ama Jobs buna mecbur değildi.
Çizgi karakter Dilbert’in yaratıcısı Scott Adams da olumsuz yaklaşsa da, Jobs’ı çok daha fazla takdir etmişti. Birkaç gün sonra yazdığı bir blog yazısında (Jobs bu yazıyı tanıdıklarına gururla e-postaladı), Jobs’ın “baskın basanındır manevrasının” yeni bir halkla ilişkiler standardı olarak mutlaka inceleneceğini savundu. “Apple’ın iPhone 4 sorununa verdiği tepki alışılmış halkla ilişkiler kurallarına uymuyordu, çünkü Jobs kuralları baştan yazmaya karar verdi,” diye yazdı Adams. “Dehanın ne olduğunu görmek istiyorsanız Jobs’ın sözlerini inceleyin.” Jobs telefonların kusursuz olmadıklarını baştan belirtmekle, meselenin bağlamını çürütülemez bir iddiayla değiştirmişti. “Jobs iPhone 4’ü odak noktası olmaktan çıkarıp işin içine tüm akıllı telefonları katmasa çok komik bir karikatür çizebilirdim; bu karikatür ancak insan eli değdiğinde çalışacak kadar kötü yapılmış bir ürünle ilgili olurdu. Ama bağlam ‘bütün akıllı telefonlar sorunludur’ şeklinde değiştirilir değiştirilmez, espri yapma fırsatı ortadan kalkıyor. Mizahın en büyük düşmanı genel ve sıkıcı gerçeklerdir.”

OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM – SONSUZLUĞA
Sf:  500
İnsanların kullandığı kılıflar iPad’in güzel hatlarını ve ekranını gizliyordu. İnce olması gereken şeyi kalınlaştırıyorlardı. Her açıdan büyülü olması gereken bir cihazı sıradan bir pelerinle örtüyorlardı.

Sf:  502
“En fazla bir yıllık planlar kuruyorsun ve bu kötü bir şey. Kendini yıllarca yaşayacakmış gibi plan kurmaya zorlaman gerek.”

Sf:  503
Jobs bu yolculukların çoğunda sıkılır, ya da teknenin tasarımından nefret etmeye başlardı; bu yüzden de yolculuğu kısa kesip uçakla Kona Village’a giderlerdi. Yolculuklarının güzel geçtiği de olurdu ara sıra. “Hayatımın en iyi tatilinde İtalya kıyısı boyunca ilerleyip Atina’ya -berbat bir yer, ama Parthenon nefes kesici-, oradan da Türkiye’deki Efes’e gittik. Efes’teki mermerden yapılma antik umumi tuvaletlerin ortasında müzisyenlerin serenat yapmaları için yer var.” İstanbul’a gittiklerinde Jobs, bir tarih profesörünü ailesine rehberlik yapması için tutmuştu. Sonunda bir Türk hamamına gitmişlerdi. Profesörün anlattıkları Jobs’ı gençliğin küreselleşmesi üstüne düşündürmüştü:
Gerçek bir ilham geldi. Hepimiz bornozluyduk ve bize Türk kahvesi yaptılar. Profesör bu kahvenin başka yerlerin kahvelerinden çok farklı hazırlandığını açıklayınca, “Ne olmuş yani?” diye düşündüm. Türk kahvesi, Türkiye’deki gençlerin umrunda mıydı? Hepsi de dünyadaki diğer bütün gençlerin içtiği şeyleri içiyor, Gap’ten satın alınmış gibi görünen giysiler giyiyor ve hepsi de cep telefonu kullanıyorlardı. Diğer her yerdeki gençler gibiydiler. Artık bu dünyanın tamamının gençler için aynı olduğunu anladım birden. Ürünler tasarlarken aklımızda özellikle Türkiye’deki gençlerin isteyeceği bir telefon ya da müzik çalar yaratmak diye bir şey yok. Artık tek dünyayız sadece.”
“Teknenin üstünde çalışmayı kessem ve iki sene daha yaşasam cidden sinirlenirdim. Bu yüzden devam ettim.”

Sf:  504
Birkaç gün sonra o ve Powell yirminci evlilik yıl dönümlerini kutlayacaklardı; Jobs bana karısına hak ettiği değeri her zaman vermediğini itiraf etti. “Ben çok şanslıyım, çünkü insan evlendiği zaman neye adım attığını bilmiyor,” dedi. “Bir şeyler seziyorsun, o kadar. Ben daha şanslı olamazdım; çünkü Laurene sadece akıllı ve güzel değil, gerçekten iyi bir insan da çıktı.” Bir an gözleri yaşardı. Diğer kız arkadaşlarından, özellikle de Tina Redse’den bahsetti; ama sonunda kendini doğru yerde bulduğunu söyledi. Ayrıca bazen çok bencil ve talepkar bir insan olabildiğini söyledi. “Laurene bu yönüme ve hastalığıma katlanmak zorunda kaldı,” dedi. “Benimle yaşamanın kolay bir şey olmadığını biliyorum.”
Yıllar geçti, çocuklar geldi, iyi zamanlarımız oldu, ama asla kötü zamanlarımız olmadı.

Sf:  505
Ayaklarım asla yere basmadı.

Sf:  508
“Android için bir müzik uygulaması geliştirsek mi diye düşündük,” dedi bana ertesi sabah kahvaltıda. “Daha çok iPod satabilmek için iTunes’u Windows’a koyduk. Ama Android’e müzik app’imizi koymanın Android kullanıcılarını mutlu etmek dışında bir avantajını göremiyorum. Ve Android kullanıcılarını mutlu etmek istemiyorum.”

KIRKINCI BÖLÜM – ÜÇÜNCÜ RAUNT
Sf:  512
Babasının kâr peşinde koşan taş kalpli bir iş adamı olmadığını, işini sevdiği için yaptığını ve ürettiği ürünlerden gurur duyduğunu son derece samimi bir ifadeyle söyledi.

Sf:  514
Yolda Erin’e babasının arabasına plaka takmayı neden reddettiğini sordu. “Asi olmak için,” karşılığını verdi kız. Ben aynı soruyu daha sonra Jobs’a sordum. “Çünkü bazen beni takip eden insanlar oluyor ve plakam olursa oturduğum yeri öğrenebilirler,” diye karşılık verdi. “Gerçi artık Google Maps var; yani bu tedbirin hiçbir anlamı kalmadı. Yani; istemediğim için takmıyorum işte.”

Sf:  516
İnanılmaz bir soba noodlecı bildiğini söyleyip beni oraya götürdü. Ve soba gerçekten o kadar nefisti ki, ondan sonra doğru dürüst soba yiyemez oldum, çünkü hiçbiri o mekanın sobasının yanına bile yaklaşmıyor.” Ayrıca küçük bir mahalle suşicisi buldular ve Jobs, iPhone’uyla fotoğrafını çekip, “Hayatımda yediğim en iyi suşi” diye etiketledi. Erin hemfikirdi.
“Öyle zeki ki, insanları biraz ezebiliyor, dolayısıyla ondan uzaklaşıyorlar ve yalnız kalıyor. Kendini keşfetme sürecinde, ama ihtiyaç duyduğu arkadaşlara sahip olabilmek için kendini biraz törpülüyor.”

Sf:  517
“Sıra dışı yeteneklere sahip birçok büyük adam gibi Steve’ de her yönüyle sıra dışı değil,” dedi. “Kendini başkalarının yerine koymak gibi sosyal meziyetleri yok; ama insanoğlunu güçlendirmeyi, insanlığın gelişimini, insanlara doğru aletler sunmayı derinden önemsiyor.”

Sf:  518
Powell bundan kocasına bahsettiğinde, Jobs Obama’yla görüşmek istemediğini söyledi. Karısının bu görüşmeyi kendisinden habersiz ayarlamasına sinirlendi. “Obama bir CEO’yla görüştüğünü söyleyebilsin diye göstermelik bir görüşme yapacak değilim.”

Sf:  519
“Başkan çok zeki bir insan, ama bize bir şeylerin neden yapılamayacağını açıklayıp duruyordu,” diye anımsıyordu. “Bu tavra hiç tahammülüm yoktur.”

Sf:  520
“Bu mühendisleri yetiştirebilirseniz,” dedi Jobs, “daha çok fabrikamızı buraya taşıyabiliriz.” Başkan bu sözlerden çok etkilendi. Sonraki ay boyunca iki-üç kez yardımcılarına “Jobs’ın bize bahsettiği şu 30.00  üretim mühendisini yetiştirmenin yollarını bulmalıyız,” dedi.
Jobs acıya metanetle katlanan biri olmadığından, doktorlarıyla ailesi onun şikayetlerine alışmışlardı.

Sf:  521
O tesis yönetimiyle müşterilerin hakkını teslim etmek gerekir; Jobs’ın durumunu basına sızdırmadılar.

Sf:  522
Bir akşam, “Küçük bir balkabaklı turta yiyebilirim herhalde,” deyince, sakin mizaçlı Brown bir saatte güzel bir turta hazırladı. Jobs tek bir lokma yedi, ama Brown çok sevindi.

Sf: 524
PowerPoint slaytları kullanma hatasına düşen bir Broad Enstitüsü analistini susturdu bir ara. Onu azarladı ve Apple’ın Keynote sunum yazılımının daha iyi olduğunu açıkladı; 
“O beş yaşındayken, kendisine daha iyi babalık yapamadığıma hayıflandığımı defalarca söyledim, ama hayatının sonuna kadar öfke duymak yerine artık geçmişe çizgi çekmesi gerek.”

Sf:  525
Jobs’ın gururunu nasıl okşayacağını biliyordu: Ziyaretine gelip, iyi bir CEO’ olmak üstüne ipuçları almak istediğini söyledi. “Başta ‘S*ktir ordan,’ diye düşündüm,”dedi Jobs. “Ama sonra düşününce şunu fark ettim ki, ben gençken herkes baya yardım etmişti; Bill Hewlett’tan bizim sokakta oturan HP çalışanı adama dek herkes. Bu yüzden onu geri arayıp olur dedim.”

Sf:  527
“Ben açık, yatay modelin baskın çıkacağına inanıyordum,” dedi Gates ona. “Ama sen entegre, dikey modelin de muhteşem olabileceğini kanıtladın.” Jobs bir itirafla karşılık verdi. “Senin modelin de işe yaradı,” dedi

Sf:  529
Apple’ın entegrasyon yaklaşımının ancak “dizginler Steve’in elindeyken” işe yaradığını söylediğinden bahsettim. Jobs bunu aptalca buldu. “O yöntemle sadece ben değil herkes muhteşem ürünler üretebilir.”
Dünyada güçlü lider eksikliği çekildiğini söyledi sertçe. “Obama beni hayal kırıklığına uğrattı,” dedi. Zorlanıyor çünkü insanları gücendirmek, kızdırmak istemiyor.” Aklımdan geçeni okumuşçasına, hafifçe gülümseyerek “Evet, ben böyle bir sorun yaşamadım hiç,” dedi.

Sf:  531
“Çok şanslı bir kariyerim, çok şanslı bir hayatım oldu,” diye karşılık verdi. “Yapabileceğim her şey yaptım.”

KIRK BİRİNCİ BÖLÜM – MİRAS
Sf:  533
İhtiraslı kişiliği onu dünyayı siyah ya da beyaz olarak görmeye yöneltiyordu. İş arkadaşlarının söylediğine göre insanları ikiye ayırırdı: kahramanlar ve bok kafalılar. Ya biriydiniz, ya diğeri, bazen aynı gün içinde ikisi de olabiliyordunuz. Aynı şey ürünler, fikirler, hatta yiyecekler için de geçerliydi: Bir şey ya “gelmiş geçmiş en iyi şey”di, ya da b*ktandı, salaktı, yenmezdi. Dolayısıyla kusur olarak gördüğü herhangi bir şey ağzına geleni söylemesine yol açabiliyordu. Bir metal parçasının cilası, bir vidanın başının kıvrımı, bir kutunun mavisinin tonu, bir navigasyon ekranının tasarımı -bütün bunların “tamamen berbat” olduğunu söylüyordu, ta ki birden, “kesinlikle kusursuz” olduklarını söyleyiverene dek. Kendini sanatçı olarak görüyordu (öyleydi de zaten) ve sanatçıların mizacına sahipti.

Sf:  534
Dolayısıyla Jobs Macintosh işletim sisteminin diğer şirketlerin donanımlarında çalışmamasına karar verdi. Microsoft ise bu stratejinin tam tersini benimseyerek, Windows işletim sisteminin lisansını önüne gelene verdi. Bu yaklaşım çok zarif bilgisayarların doğmasına yol açmasa da, Microsoft’un işletim sistemleri dünyasına egemen olmasını sağladı. Apple’ın pazar payı yüzde beşin altına düşünce, kişisel bilgisayar dünyasında Microsoft galip ilan edildi.
Ancak Jobs’ın modelinin bazı avantajları olduğu uzun vadede ortaya çıktı. Apple küçük pazar payıyla bile epey yüksek bir kâr marjı elde edebiliyordu; diğer bilgisayar üreticileriyse metalaşmışlardı. Örneğin 2010’da Apple, kişisel bilgisayar pazarının toplam gelirinin sadece yüzde yedisini elde etmesine karşın, toplam kârın yüzde 35’ine sahip oldu.
Bu strateji işe yaradı. Mayıs 2000’de Apple’ın piyasa değeri Microsoft’unkinin yirmide biriydi. Mayıs 2010’daysa Apple Microsoft’u geçerek dünyanın en değerli teknoloji şirketi oldu. Eylül 2011’de Microsoft’tan yüzde 70 değerliydi. 2011’in ilk çeyreğinde Windows PC pazarı yüzde bir küçülürken, Mac pazarı yüzde 28 büyüdü.

Sf:  535
“Çocuklarınıza bir iPad alınca, insanın dünyayı parçalayıp baştan birleştirebileceğini anlamalarını kolaylaştırmış olmuyorsunuz; çocuklarınıza bataryaları değiştirme işini bile profesyonellere bırakmak gerektiğini söylüyorsunuz.”
Jobs entegrasyon yaklaşımına gönülden inanıyordu. “Böyle şeyleri kontrol manyağı olduğumuz için yapmıyoruz,” diye açıkladı. “Muhteşem ürünler üretmek istediğimiz için, kullanıcıyı önemsediğimiz için ve başka insanlar gibi berbat şeyler üretmek yerine deneyimin tamamının sorumluluğunu üstlenmekten hoşlandığımız için yapıyoruz.” İnsanlara hizmet ettiğine de inanıyordu: “Onlar en iyi yaptıkları şeyleri yapmakla meşguller ve bizim de en iyi yaptığımız şeyi yapmamızı istiyorlar. Hayatları yoğun; bilgisayarlarıyla cihazlarını entegre etmekten başka yapacak bir sürü işleri var.”

Sf:  536
İlgisini çekti mi, asla pes etmezdi. Ama bir şeyle ilgilenmiyorsa da -sinir bozucu yasal bir sorun, iş meselesi, kanser teşhisi, ailevi bir çekişme- onu kararlılıkla yok sayıyordu. Odaklanma yeteneği hayır diyebilmesini sağlıyordu. 
Çoğu insanın zihinleriyle ağızlarının arasında, kaba duygularıyla sivri güdülerinin sesini kısan bir düzenleyici bulunur. Jobs’ta bu yoktu.
“Benim işim bir şey berbatsa onu allayıp pullamak değil, berbat olduğunu söylemek.”
Bu onu karizmatik ve etkileyici kılıyordu, ama bazen de (teknik tabiriyle söylemek gerekirse) tam bir dallama olmasına yol açıyordu.
‘Neden bazen o kadar zalim davranıyorsun?’ demişti. Ailesi bile merak ediyordu; Jobs’ın -insanları incitici düşüncelerini ifade etmekten alıkoyan- filtresi hiç mi yoktu?
Başkalarıyla zıtlaşmaktan korkan, kibar ve yumuşak başlı liderler değişim dayatmakta o kadar etkili değillerdir genelde. Jobs’ın en çok azarladığı düzinelerce iş arkadaşı, yaşadıkları korkunç olayları anlattıktan sonra şunu söylüyordu; Jobs, hayal bile edemeyecekleri şeyleri başarmalarını sağlamıştı. 

Sf:  537
Bazı liderler yenilikleri genel tabloyu görebilmeleri sayesinde dayatırlar. Bazılarıysa bunu ayrıntı ustası olmakla başarır. Jobs iki yoldan da azimle gitti.

Sf:  538
Kâr etmek elbette çok güzeldi, çünkü muhteşem ürünler üretmeyi mümkün kılan buydu. Ama hedef kâr değil, ürünlerdi. Sculley önceliklerin yerlerini değiştirdi ve para kazanmayı hedefledi.
Bazı insanlar “Müşterilere istedikleri şeyi verin,” diyorlar. Ama benim yaklaşımım bu değil. Bizim işimiz müşterilerin ne istediklerini onlardan önce bulmak. Henry Ford şöyle bir söz söylemişti sanırım: “Müşterilere ne istediklerini sorsaydım, ‘Daha hızlı bir at,’ derlerdi!” İnsanlar ne istediklerini, ancak onlara gösterdiğin zaman bilirler. Bu yüzden pazar araştırmalarına asla güvenmem. Bizim işimiz henüz sayfada olmayan şeyleri okumaktır.

Sf:  539
Günümüzdeyse bence Apple’la Google öyleler – Apple biraz daha önde. Bence Apple zaman testini geçti. Epeydir ortalıkta, ama hala gidişatı belirliyor.
Microsoft’a taş atmak kolay. Egemenliklerini yitirdiklerini ortada. Önemsizleştiler büyük ölçüde. Yine de yaptıkları şeyi takdir ediyorum; ne kadar zor olduğunu biliyorum. İşin ticari boyutunda çok iyiydiler. Ürünler konusunda gözlerini yeterince yukarı dikmediler asla. Bill bir ürün adamıymış gibi yapmaktan hoşlanıyor; ama öyle değil. O bir iş adamı. İş hayatında kazanmayı muhteşem ürünler üretmekten daha çok önemsiyordu. Sonunda dünyanın en zengin adamı oldu, hedefi buysa başardı. Ama benim hedefim bu değildi asla ve onun hedefi gerçekten bu muydu diye merak ediyorum. Kurduğu şirketi takdir ediyorum -etkileyici bir şirket- ve onunla çalışmaktan keyif aldım. Zeki biri ve aslında iyi bir espri anlayışı var. Ama Microsoft’un DNA’sında beşeri bilimler ve liberal sanatlar olmadı asla. Mac’i gördüklerinde bile doğru dürüst kopyalayamadılar. Onu tamamen anlayamadılar.

Sf:  540
Şirket muhteşem satış görevlilerine değer vermeye başlıyor, çünkü gelirleri ürün mühendisleri ve tasarımcılar değil, onlar arttırabilirler. Dolayısıyla sonunda şirketi satış görevlileri yönetmeye başlıyor. John Akers IBM’de zeki, ağzı iyi laf yapan, harika bir satış görevlisiydi, ama ürünü hiç tanımıyordu. Aynı şey Xerox’ta da oldu. Şirketi satış görevlileri yönetirse ürün adamlarının çok önemi kalmaz ve çoğu şevklerini yitirirler.
İnsanlara çok kaba davrandığımı düşünmüyorum, ama bir şey berbatsa yüzlerine söylerim. Benim işim dürüst olmak. Neden bahsettiğimi biliyorum ve genellikle haklı çıkarım. İşte böyle bir kültür yaratmaya çalıştım. Birbirimize karşı gayet dürüstüz; herkes bana saçmaladığımı söyleyebilir, ben de onlara söyleyebilirim. Şiddetli tartışmalarımız oldu, birbirimize bağırdığımız oldu ve bunlar en çok eğlendiğim zamanlar arasındaydı. Herkesin karşısında hiç çekinmeden, “Ron, şu mağaza bok gibi görünüyor,” diyebiliyorum. Veya bir ürünün mühendisliğinden sorumlu kişinin karşısında, “Tanrı’m, bunun mühendisliğinde cidden çuvallamışız,”diyebilirim. O odada bulunmanın koşulu bu: Süper dürüst olabilmelisin. Belki daha iyi bir yöntem vardır -bir centilmenler kulübü kurup kravat takmak, ve birbirimizle Brahma rahipleri gibi gayet kibarca, üstü kapalı konuşmak da bir yöntemdir. Ama ben bu yöntemi bilmiyorum, çünkü California’da orta direk bir ailede yetiştim.

Sf:  541
İnsanlara sert, muhtemelen gereğinden fazla sert davrandığım oldu. Reed’in altı yaşındayken bir gün okuldan geldiğini hatırlıyorum; o gün birini işten kovmuştum ve o insanın işini kaybettiğini ailesine ve en küçük oğluna söylemesinin nasıl bir şey olduğunu hayal etmeye çalıştım. Zordu. Ama birinin onu kovması gerekiyordu. Ekibin kusursuz olmasını sağlamanın benim işim olduğunu düşündüm hep; bunu benden başka yapacak kimse yoktu.
Sürekli yenilikçi olmaya çalışmak gerekiyor. Dylan hep protest şarkılar söyleseydi muhtemelen tonla para kazanırdı, ama bunu yapmadı. İlerlemesi gerekiyordu ve bunu yapınca, 1965’te elektrogitara geçince bir sürü insanı kendinden soğuttu. 1966’daki Avrupa turnesi en iyi turnesiydi. Sahneye çıkıp akustik gitar çalıyordu ve seyirciler ona bayılıyordu. Sonra ilerde The Band’i kuracak elemanları çağırıyordu ve elektrogitar çalıyorlardı; seyircilerin yuhaladığı oluyordu. Bir keresinde tam “Like a Rolling Stone”u söyleyecekken seyircilerden biri “Hain!” diye bağırdı. Bunun üzerine Dylan “Çok yüksek sesle çalın!”dedi. Ve öyle yaptılar. The Beatles da öyleydi. Sürekli evriliyorlardı; ilerliyor, sanatlarını geliştiriyorlardı. Ben de bunu yapmaya çalıştım hep- ilerlemeyi sürdürmeye. Yoksa Dylan’ın dediği gibi; doğmakla meşgul değilsen ölmekle meşgulsündür.

Sf: 542
Bob Dylan şarkıları besteleyemeyiz, Tom Stoppard piyesleri yazamayız.
Jobs güneşli bir ikindi vakti evinin arka bahçesinde oturuyordu. Kendini iyi hissediyor, ölümü düşünüyordu. Neredeyse kırk yıl önce Hindistan’da yaşadıklarından, Budizm mesaisinden, reenkarnasyon ve spiritüal aşkınlıkla ilgili fikirlerinden bahsetti. “Tanrı’nın var olma ihtimali yüzde elli civarında bence,” dedi. “Varoluşumuzda görünenin ötesinde bir şeyler olması gerektiğini hissettim hep.”
Şimdi ölümle karşı karşıya olduğu için öbür dünyaya inanmayı daha çok istiyor olabileceğini itiraf etti. “Ölümden sonra insanın bir parçasının varlığını sürdürdüğünü düşünmek hoşuma gidiyor,” dedi. “Onca deneyimi biriktirdikten sonra, belki biraz da bilgeliğe ulaştıktan sonra, bütün bunların yok olduğunu düşünmek tuhaf. Yani ölümden sonra bir şeylerin sürdüğüne, en azından bilincin sürdüğüne inanmayı cidden istiyorum.”
Çok uzun süre sessiz kaldı. “Ama öte yandan, belki de açma kapama düğmesi gibidir,” dedi. “Tık diye gidiveriyorsundur.”
Sonra tekrar duraksayıp hafifçe gülümsedi. “Belki de bu yüzden Apple cihazlarına açma kapama düğmeleri koymaktan hoşlanmadım hiç.”

Doktrin: “Lideri, takipçilerden ayıran inovasyondur.”  Steve Jobs