Okumaya kıyamadığım kadar güzel bir kitap. Bitmesini istemeyeceğiniz kadar kısa. Bence o şiirin tanrılarındandı; bu güzel adam keşke şimdi yaşasaydı, yine aşık olsaydı ve bize hep o eşsiz aşklarını anlatsaydı…
Sf: 1
KADER KAPIYI ÇALIYOR
Sf: 6
Hindistan’da Banaras şehrinde seni aradım
Ganj’ın sularında lanetlenmiş insanlar yıkanıyordu
Ganj’ın suları pisti bulanıktı
İçtim
Bir kadın tanıdım Haydarabat’ta
Cüzzamlıydı, güzeldi üstelik
Sana benziyordu
Etli dudakları vardı
Brahman mabetlerinde seviştik üç gün üç gece
Taşların üzerinde yattık
Bir hayvan tarafımız vardı alımlı
Bir Tanrı tarafımız vardı iğrenç
Bir insan tarafımız olacaktı
Aradık üç gün üç gece
Bulamadık
Bir Tanrı tarafımız vardı korkunç
Sevemedik
Sf: 7
Sonra Nijerya’da Mozambik’te Altınsahilleri’nde
Kulaklarımda ulu ormanların uğultusu
Vahşetin musikisini dinledim yeşil yeşil
Zifir gibi bir yalnızlıktı içimde yokluğun
İri bir memeydin, kalçaydın avuçlarımda
Belki bir tutam tuzdan kirli
Seni düşündükçe susuyordum
Nehirler göller kandırmıyordu beni
O kadınlara gidiyordum
O bakır tenli kadınlara
O kadınlarla da yattım
Adam boyu yaprakların üzerinde
Boyanıp boyanıp yeryüzüne çıkıyorduk derinlerden
Yorgundum
Kuşkuluydum
İliklerime kadar bendim
Bir yeşildim
Bir beyazdım
Karanlıktım
İnsan eti yiyenler anladı beni
Sf: 8
Kanarya adalarında
Bir kamış kulübede iki ayna buldum
Birinde ellerim vardı kemik kemik
Parmaklarım beni çağırıyordu sana
Birinde gözlerim vardı
Ağlıyordum
Çiğnenmiş otlara döndüm
Ağlamaklı denizlere
Köpekbalıklarının azı dişleri avutmaz beni
Sf: 9
Bir gemiydim
Battım
Santa-Isabelle adasının önünde
Şimdi 3200 metre derindeyim
Sana ahtapot gözleri topluyorum
Sana mürekkepbalıklarının gözyaşlarını getireceğim
Bırak beni
Yosunlarla bir çeşmeden su içiyorum
Sf: 10
O derinliklerde bir mağarada buldum kendimi
Önce garipsedim çıplaklığımı
Utandım
Sonraları alıştım güzelliğime
Bir elim sendin
Bir elim ben
Ayaklarını göremezdin
Öyle uzaktaydı
Sağ kolumu Mekke’de kestiler şafak vakti
Utanmaz yalnızlığımla kaldım çaresiz
Bitmez
Haçlı Seferleri boyunca anlatsam maceramı
Yakına gel
Dört yanımız iri ıstakozlarla dolu
Yalnız değiliz
Sf: 11
Tut ki bu tuzlu balıklar da benim yüreklerim çarpıyor
Tut ki gözümün yarısı elmada yarısı kapanık
Tut ki ben beyazpeynirim ben zeytinim
Al
Ekmeğine katık et beni
Sf: 12
Dufy’nin bir sokağı vardı bilir misin?
İlkin seni o mor sokakta gördüm
Temmuz’un on dördüydü
Bütün itliği üzerindeydi güneşin
Bir yeşil elbisen vardı
Bir siyah ayakkabın vardı*
Bir gözlerin vardı
Bir dudakların vardı
Bir sen vardın
Ama ben yoktum o sokakta
Haiti** adalarında
Gauguin’le seni düşünüyordum
Absent kadehlerinde ellerini içiyordum
yudum yudum
Dufy’in sokağı aklıma nerden geldi?
Sf: 13
Bir çift zar aldım
Attım gökyüzüne
Adis- Ababa şehrine düştü
Adis- Ababa şehrine kadınlar
Hepyek bakıyordu yüzüme
Yüzümde cinayetler işleniyordu her gece
Kadmiyum kırmızısından kanlar akıyordu nehir nehir
Sen baksan görürdün
Her gözüme bir düşeş oturtmuştu
Sen görsen anlardın
Titanyum beyazı yalnızlığımı
Sf: 14
Budapeşte köprüsünün üzerinde
Bir çingene falıma baktı
Dedi üç günde öleceksin
Ben üç bin yıldır seni arıyorum
Lağım kokuları gibi, çirkef gibi kederliyim
İçimden dünyayı ipe çekmek geliyor
Cümle yıldızlar şahidim olsun
Yapmazsam adam değilim
Sf: 15
Şanghay’da orospular benimle yatmadı
Çirkinsin dediler
Pissin dediler
Yıkandım arındım
Afyon yüklü mavnalar geçiyordu Çin denizinden
Birisi geçmişime küfretti
Tuttum öldürdüm
Geçmişim seninle güzeldi, temizdi, aktı
Kirlettim
Affet beni
Sf: 16
Hammatsu’da bir geyşa kızı yüzüme tükürdü
Pyong-Yang’da kurşuna dizdiler beni
Tiz bir boru sesi üç defa ti çekti
Trampetler başımda zonkluyordu
Kederliyim
Çaresizdim
Canım Tchaikovsky’yi dinlemek istiyordu
Ah o keman konçertoları öldürdü beni
Sf: 17
Dinsizdim, İstanbul’da minareler üstüme yıkıldı
Yoksuldum, Kudüs’te kiliseler kabul etmedi beni
Gelme diyorsun
Bu gel demektir
Birazdan akşam olacak
Rachmaninoff’la bir meyhanede içmeliyim bu gece
Sonra sana gelmeliyim
Rachmaninoff nereye giderse gitsin
Sf: 18
Şimdi bir derin mavide akşam oluyor
Gök mavi deniz mavi
Mor dağlar yeşil ağaçlar mavi
Bozuk düzen mavi gecelerden sesleniyorum sana
Ne opera aryaları
Ne beşinci senfonisi Beethoven’ın
Bir yalnızlık marşıdır çalınıyor uzakta
Gün ışığı arkamızda kaldı bak
Tanyerinde unuttuk gözlerimizi
Gel artık
Hayata yeniden başlayalım
Gel artık
Bu mavilerde kimse görmez bizi
Sf: 19
Solfej anahtarlarını kaldıralım
Do’ların mi’lerin önünden
Bırakalım bu dünya alabildiğine dönsün
Ölmekse daha kolay ne var
Yaşamaksa sensiz mümkün değil
İskender adam edemedi bu dünyayı
Biz mi edeceğiz
Eflatun çözemedi yaşamanın sırrını
Biz mi çözeceğiz
Bütün yataklar bir kişilik
Git diyorsun
Nereye gideyim
Birazdan gece olacak
Ağır kılıçlar parçalayacak yüreğimi
Pis bir koku gibi çökecek üstüme yalnızlığım
Seni düşüneceğim stepler ortasında yorgun, kimsesiz
Doludizgin atlılar geçmeyecek yüreğimden
Bir gözümde gümüş mahmuzların pırıltısı hazin
Bir gözümde bozulmuş nal izleri
Durup durup ağlayacağım
Sf: 20
Sen bu ayrılıklar için mi yaratıldın söyle
Bu zehir zemberek kederler için mi?
Bak bütün orkestralar sustu
Bütün ışıkları söndü dünyanın
Korkma
Haydi uzat ellerini
Geçmiş yılları yeniden yaşayalım bir bir
Bak dinle
Bir seslenen var uzaklardan
Bak dinle
Kader kapıyı çalıyor
Gelme diyorsun
Gelme diyorsun
Bu gel demektir
SENİNLE KARDEŞ DEĞİLİZ
Sf: 23
SENİNLE KARDEŞ DEĞİLİZ
Tanrı’nın bıraktığı yerden biz başlayalım
Üç milyar insanın yarısını sen öldür yarısını ben
Üç kişi kalsak yetişir yeryüzünde
Yaklaş bana
Seninle kardeş değiliz
Sf: 24
Hüzünle karışık sevinçlerden kurtulduk artık
Arzuların o belli belirsiz sıcaklığını sev
Biliyorsun
Önce Tanrı insanı yarattı
Sonra insan sevgiyi
Ne yapsak boş
Ne kadar çabalasak faydasız
Geriye dönemeyiz.
Olanlar oldu iş işten geçti
Çamurumuza sevgi katılmış bir kere
Sf: 25
Kim bu şarkıları söyleyen
Karcığar faslından düm tek üzere
Aklım bir yere erişti durdu
Susun
Şimdi üçgenlerle oynuyorum
Kaldırın bu daireleri
Bir model kız geldi soyundu karşımda
Saçlarından üç fırça yaptım
Üç tüp boyam vardı
Verenoz yeşili, zümrüt yeşili, krom yeşili
Hepsini kattım biribirine
Senin yeşilini buldum
Senin yeşilinde orkestralar Debussy’den çalıyordu
Senin yeşilinde unuttum siyahlığımı
Sf: 26
Bu deli eden uğultu nerden geliyor?
Kim kırdı bu aynaları?
Toplayın yüzümüzü görelim
Çirkin değiliz artık
Bir kapı açıldı önümüzde ölümsüzlüğe
Güzeliz
Sabahlar bizim oldu
Işık diyordun al işte
Kör kuyulara kadar ışıdı yeryüzü
Renk diyordun işte bak
Buram buram mavi
Çarşılar dolusu kırmızı
Süt beyazından geceler
Sarı güneşler ortasında turuncu bir gün
Yitirilmiş saadetlerin bahçesinde mor çiçekler
Sf: 27
Kardeş değiliz diyorum inanmıyorsun
Yalan bunca faziletler yalan
Bizi bu ciğeri beş para etmez insanlar mahvediyor
Aldırma diyorum sana
Dünya ikimiz için yaratıldı
Üç milyar insan iş olsun diye geldi yeryüzüne
Sf: 28
Verdiğin her kederin yüreğimde yeri var
Hangi kitabı açtıysam seni okudum yıllardır
Hangi aynaya baktıysam seni gördüm
Gel desen gelemem
Git desen gidemem
Öl desen kanım akmaz
Anladım artık seni sevmek yüce bir şey
Anladım seni sevmek Tanrı’ya yaklaşmak gibi
Sf: 29
İnsanlar içinde bir sana inandım
Bir seni sevdim kendimden başka
Uykularımın bölündüğü saatlerde
Sendin düşündüğüm soluk soluk
Sivri bıçaklar gibiydin karanlığımda
Gözümü yumsam seni görüyordum
Oynak türkülere benzeyen yürüyüşünle
Sen çıkıyordun karşıma
Karanlığımda
İki yıldızlı ellerin görülmedik
Karanlığımda
Bir orman yangınıydı dudakların
Sf: 30
İstesen hayat verirdim bu karanlıklara
İstesen gökyüzünü bir mendil gibi yırtardım
Denizlerden, göllerden, nehirlerden
Sana görmediğim renkler yaratırdım
Zamanın ötesinde
Yeni bir dünya kurardım sana
İnsansız, Tanrısız, kedersiz
Severdin
Dağ rüzgarlarının serinliğince
Yaşardın
Bu sefil dünyamızdan uzak
Sf: 31
Bir yanıp bir sönen ışıklar gibiyim
Yumruk kadar yüreğimde sen varsın
Kutsal kederler içinde seninleyim artık
Sarı badanalı evlerde baş başayız
Bütün duvarlara gölgen kazınmış
Kokun sinmiş bütün perdelere
Kapılarda parmakların beyaz beyaz
Sokaklarda ayaklarının izi
Ben bu sokaklarda ölsem
Kaldırımlar çekmez ağırlığını
Söylesem aşkımı asırlar boyunca
Bu ikiyüzlü insanlar anlamaz beni
Sf: 32
Desem ki yeryüzüne beş peygamber geldi
Beşincisi sensin
Desem ki iki kişi kaldık dünyada
İkincisi sensin
Desem ki birisi var yeri göğü var eden
O da sen olurdun
Sana tapmak için
Kilden bir heykel yapardım güzelliğince
Bilsem ki sen Tanrı’dan iyisin
Bilsem ki Tanrı senden güzel değil
Sf: 33
Senin o kocaman kocaman gözlerin yok mu
Nasıl duruyor boşluğunda arzuların anlamıyorum
Nasıl nasıl bakıyor bana
Böyle merhametten uzak
Git diyorsun
Nereye gideyim?
Ümitlerim ne olacak?
Bunca şiirleri kim söyleyecek sana?
Kim anlatacak dünyaya sığmayan güzelliğini?
Sf: 34
Gitmek mümkün olsa da gitsem uzaklara
Sevmesem seni bir daha
Paramparça etsem yüreğimi cam gibi
Sonra yaksam
Savursam küllerini karlı dağlardan açık denizlerden
Yine seni severdim toz toz
Yine sana tapardım küllerimin ağırlığınca
Sf: 35
Bu oksijen gazı olmasa da olurdu
Ama Beethoven gelmeseydi dünyaya
Seni bu kadar sevmezdim
İkimizin ortasında o duruyor
Sağımızda birinci keman
Solumuzda ikinci keman
Karşımızda üçüncü keman
Sonra orglar, flütler, kontrbaslar
Sustur şu orkestrayı Beethoven
Şimdi dokuzuncu senfoninin sırası mı?
Sf: 36
Bunca yalnızlıklar, bunca yokluklar benim işim değil
Bu çirkinliği ben yaratmadım
Ne de bu kahpe güzellikleri
Bende sevmediğin ne varsa senden türedi
Şu karanlık bakışlar
Şu ellerimin pisliği
Şu dudaklarımdan çıkan iğrenç sözler
Besbelli senin eserin
Ne buldumsa sende buldum kötülükten yana
Ne öğrendimse senden öğrendim
Seni sevdikten sonra başladım yaşamaya
Sf: 37
Seni Tanrı yarattıysa beni kim yarattı
Bu azabı kim verdi bana
Çıngıraklı yılanların zehrini içtim
Balinaların kusmuklarını
Kükürt kokulu imkansızlıkların içindeyim
Oysa güzeldim tarihin ilk çağlarında
Görsen şaşardın
Öyle aydınlıktım
Öyle iyiydim
Kobalt mavileriyle doluydu yüreğim
Kurşun beyazlarıyla
Severdin beni
Midye kabuklarının yeşilliğince
Sf: 38
Sonunda dediğim çıktı işte
Samanyolundan bir yıldız düştü dünyaya
Sinekler gibi eziliverdi insanlar
Her şey bir anda olup bitti
Yapayalnız kaldık
Ne radyoaktivite ne mantar şeklinde bulutlar
Ne yaşamak sevinci ne ölüm korkusu
Sonunda üç kişi kaldık dünyada
Sen
Ben
Bir de Jiro’nun Manon Lesko’su
Sf: 39
Yine bana bakarken yüzün kızarıyor
Toplum kurallarından kurtulamadın daha
Bütün çayırlar bomboş
Görmüyor musun?
Al başını dağlara çık
Avaz avaz şarkı söyle sokaklarda
Bir kibrit çak
Bütün evler yansın
Yüz bin yılın öcünü al bu şerefsiz dünyadan
Sonra kaldır kendini denize at
Biraz serinle
Sevebildiğim kadar insanım ben
On gram arsenik yeter canıma
Beni düşünme
Sf: 40
Uzun Mistral rüzgarlarının üzerine
Nimbus bulutları geliyor kaç
Uykumuz bölündü çırılçıplağız
Kum fırtınası başladı
Çin seddinin ötesinde
Gölgemizi bir Asya şehrinde unuttuk
Taklamakan çöllerinde kaldı rüyalarımız
Haydi git
Çok olduk* iki olduğumuz yerde
Haydi git
Bir kalırsak yine var olacağız
KARANLIKTA
Sf: 52
Bizi alçaltan bu kanlı zafer taçları işte
Öptüğümüz o pis eller
O maymun maskara soytarılar
Küçük orospular
Kirli zevklerimiz
Yatağımıza giren frengili kadınlar
Aldığını geri vermez bir karanlık dört yanımızda
Hangi perdeyi aralasak gece
Hangi taşı kaldırsak çaresizlik
Ölüm isli bir fener ışığı bu karanlıklarda
Ölüm yorgun askerlerin tek umudu sıcak
Biz bu ölümlerle yakınız ölümsüzlüğe
Bu karanlıklarla uzak
Sf: 53
Siz dilediğiniz şarkıyı söyleyin yine
Yine karamelalarla kandırın küçük kızları
Irzına geçin torunlarınızın
O sapık arzularınız yükseltecek sizi
O karanlık odaların başıboş rahatlığı
Varın dilediğiniz gibi yaşayın artık
Bir gün bütün günahlarınız bağışlanacak Tanrı katında
Ne cehennem ateşleri ne o köprüler kıldan ince
Sizin için değil
Siz öyle Tanrıların böyle kullarısınız işte
Sf: 54
Şimdi de oturmuş tuz-biber ekiyorsunuz yaramıza
Kiliselerde camilerde öğütler veriyorsunuz Tanrı adına
Sonra her gece bir cinayet işliyorsunuz
Temiz çarşaflarda pis kanınız
Uykularımızda gölgeniz korkunç belalı
Sizi sayıyla mı verdiler bize?
Defolun karşımızdan
Bize kendi derdimiz yeter
Kanınızı bulaştırmayın ellerimize
SANA BİR TANRI GETİRDİM
(Adagio)
Sf: 67
Benim de bir insan tarafım vardı
Bakma öyle kötü olduğuma
Benim de dileklerim vardı
Benim de beklediğim vardı yaşamaktan
Yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi
Her gün bir kadın ağlar benim yüzümde
Büyük dertler içinde benim ellerim
Anlamıyor musun?
Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar
Ben sevilmediğimden böyle çirkinim
Sf: 68
Bütün kötü yerlerde ben kokarım
Biliyorum
Bir hayvan leşiyim, öleli kırk gün olmuş
Fabrika bacalarında bir kara dumanım
Zehirim akrep kuyruklarında
Kötüyüm sevemediğin kadar
Öyle fenayım
Kapanmış bıçak yaralarında
Bu pis çöp tenekelerinde unut beni
Unut artık
Bayat bir ekmek gibi
Çürümüş bir elma gibi
Sf: 69
Sarı badanalı evlerde kazanlar kaynar
Sarı badanalı evlerde günah işlenir her gece
Sarı badanalı evlerde ölüler yıkanır
Sarı badanalı evleri sev biraz
Bu evlerde zaman benim akşamlarımdır yitirilmiş
Bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan
Bu sarılarda benim yüreğim bir ölür bir dirilir
Anladım
Bu dünyada benden başka kimse yok beni anlayan
Sf: 75
Kuşkonmaz dallarına astım kendimi
Sedir ağaçlarına, gül yapraklarına
Başımı taşlara vurdum
Gözbebeklerimde büyük camlar parçalandı
Tanrısal duygular içindeydim
Bir kemiklerinin sertliğini aldım
Bir teninin aklığını
Sonra sıcaklığını dudaklarının
Gel bak
SANA BİR TANRI GETİRDİM
Gel bak
BİR TANRI YARATTIM SENDEN
Sf: 87
KARANLIK DENİZ
Şimdi seni düşünüyorum, biliyorsun
Aklıma ellerin geliyor önce
Yağmurlu bir gün hatırlıyorum
Islanmış bir serçe kuşu hatırlıyorum
Durup durup ölümü hatırlıyorum
Alnıma bir ışık vuruyor karanlıkta
Sonra alabildiğine bir sessizlik başlıyor
Alabildiğine bir deniz
Alabildiğine kum
İçim ürpertilerle dolu
Karanlık denizlerin ortasına
Seni düşünüyorum
Şimdi yoksun
Seni dilediğim gibi düşünebilirim artık
Tutar ellerinden öpebilirim uzun uzun
Kimseler ayıplamaz beni
Yokluğunda seni nasıl sevdiğimi anlayamazlar
işte gözlerin, işte dudakların
Senin olan ne varsa karşımda duruyor
Ayaklarını dilediğim yere götürebiliyorum artık
Sevdiğim şarkıları söyletiyorum dudaklarına
Ve hoyrat ellerimle seni
Her gün biraz daha güzelleştiriyorum
Sf: 107
Beni sevmesen ölürdüm
Beni sevmesen bir çakıltaşıydım şimdi
Beni sevmesen bir duvar gibi sağırdım
Kördüm bir ot kadar
Ölümden acıydım, ölümden beterdim
Beni sevmesen
Dünyayı bütün insanlara zindan ederdim
Sf: 108
Beni bunca saracak ne vardı?
Kanıma girecek
Gözbebeklerime oturacak
Bir senfoni gibi kulaklarımdan eksilmeyecek
Ne vardı?
Hiç karşıma çıkmasaydın
Bu kör olası gözler görmeseydi seni
Ne vardı
Güzelliğini hiç bilmeseydim
Bir dua gibi bellemeseydim adını
Ne vardı bütün gece
Gözlerimi tavana dikerek
Seni düşünmeseydim
Sf: 109
Belki karşımda değilsin
Bu gözler senin gözlerin değil
Aldatıyorlar beni
Karanlığın gözleri olmalı bunlar
Bana böylesine keder veren
Gülmeyi, yaşamayı haram eden
Bir karanlığın gözleri olmalı
Öyleyse sen hiçbir yerde yoksun
Sana hiçbir zaman yaklaşamayacağım
Yalan bu geçici sevinç, bu nur, bu ışık
Bu karanlığın ortasında yanan alev gözler
Bu bir kadeh içki gibi aydınlık
Sf: 110
Ne dedimse inanma
Seni değil kendimi aldatıyorum
Sen istediğin kadar
Varlığın ta kendisi ol
Ölümsüzlüğün ta kendisi
Ben günden güne yok olmaktayım
Bütün ışıkları kaldırıp attım bir yana
Anlamıyor musun?
Gökyüzü güneş olsa
Sensiz karanlıktayım
SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR
ÖNSÖZ
Sf: 113
Sahibini Arayan Mektuplar’ı okuyanlar, sahipsiz bir mektup olmanın o büyü acısını acaba duyacaklar mı?
Bu mektuplar; sırlarını, hüzünlerini, yalnızlıklarını söyleyecekler mi onlara? Kim bilir?
Bu mektupları kime gönderecektim?
Zarfın üzerine hangi birinin adını yazacaktım? Dünyada yalnız insan o kadar çoktu ki!
Bütün dileği et ve kandı, istese geyiğe hemen yetişebilirdi, ama uzasın istiyordu bu şehvetli koşu, bu bütün damarlarına yayılan sarhoşluk bitmesin istiyordu.
Yine de bir yerin eksik kalmalı.
O peygamberler hiç sevmediler mi?
Derinlikse derinlik, yükseklikse yükseklik, genişlikse genişlik.
Kendime göre hesaplarım da var benim. Yanımda olman gurur veriyor, sevinç veriyor bana. Fakat sana kimse bakmasın istiyorum, kimse konuşmasın seninle. Hep benimle ol, durmadan benim ol. Günün her saatinde ve ölünceye kadar benim ol.
Senin o güzel gözlerin bende yalnız seni görüyor. Seviyorsan beni seviyorsun, beni istiyorsun benden. Oysa ki ben sende bütün insanlığı, güzelliği seviyorum. Al gözlerimi de kendine bir benim gözlerimle bak. Gör, ne kadar erişilmez, ne kadar yüce olduğunu.
Örnek elimizde, ölüm Tanrı’nın sırrı, bedeli varoluşumuzun.
Yalnız ölmek bizim. Onunla yetinmek kalmış bize bu ölümlü dünyada.
İşte bugün ölümün o güzel olduğu yerdeyim.
İnanamıyorum, sen var mısın? İnanamıyorum bir türlü. Tuttuğum ellerin mi? Öptüğüm dudakların mı? Kim bilir? Belki de yoksun, ben bir rüya görüyorum, biraz sonra uyanacağım. Her şey ansızın silinecek. Ne saçların kalacak ortalıkta, ne gözlerin. Yine kahredici yalnızlığıma döneceğim. Biraz daha yıkılmış, biraz daha sensiz.
Sonra sevdiğin bir plağı çalmak geliyor aklıma. Birden seviniyorum. Her şeye rağmen yine seninleyim, ne iyi! Beşinci senfoniyi dinliyorum. Odayı orkestranın güçlü, tanrısal sesi dolduruyor. Hiç ayrılmadığımıza ve ayrılmayacağımıza inanıyorum. Yüzyılların ardından bir Beethoven sesleniyor, isyan ediyor zamana. Ve sonra bir başka plakta Schumann ağlıyor, ben ağlıyorum, uzaklarda sen ağlıyorsun. Aşkın ve sanatın ölümsüzlüğüne bir kere daha inanıyorum.
Hiçbir şeyden çekinme artık. Bak! Şimdi seninle vardığımız o yerde kimseler yok. Yıldızların erişilmezliğinde, duyguların sonsuzluğundayız. Zamanı aştık, en güzeli kendimizi aştık seninle.
Aşkın seni sevmek olduğunu benden başka bilen var mı söyle? Seni zulümlerinle, yalanlarınla kim bunca ilahlaştırabilir söyle?
Beni tanımadan önce yaşadığın yıllar var ya; onları da kıskanıyorum. Düşün, bensiz yaşayacağın bir dakikaya bile tahammülüm yok artık. Bir gün güzel bileğindeki küçük saati parçalayabilirim, bensiz bir zamanı sana bildirdiği için. Mümkün olsa bütün o dakikaları, o günleri sana yeniden yaşatmak isterdim.
Sen unuttun fakat unutulmadın. Bense unutulduğumu biliyor, fakat unutamıyorum. İnan, unutabildiğim gün seni yeniden ve daha çok sevmeye başlayacağım.
İçimde bıraktığın eziklik yeter artık. Artı seninle değil, verdiğin acılarla avunacağım. Seni bütün arzuların üzerinde, bütün özlemlerin ötesinde seveceğim artık. Sensiz bir dünya yaratacağım senden. Dünya duracak, ama sen durmayacaksın. Zaman bitecek, ama sen bitmeyeceksin. Bir gün bütün çiçekleri solacak bahçelerin, yıldızlar ışık vermeyecek, güneş doğmayacak hiç. Ama sen solmayacaksın, sen eksilmeyeceksin. Seni maddenin dışına çıkarıyorum, ölümsüzlüğün kapılarını açıyorum sana. Anlamıyor musun?
Seni güçsüz, zayıf bir insan tarafından sevilmenin hayal kırıklığına uğratmamak için, şimdi benim yerime, senden kalanları yakacağım. Ben yaşadıkça, varlığım bütün çaresizliklere meydan okuyacak.
HÜZÜN ŞARKILARI
Sevememek bize sevmeyi öğretmişti.
Islak, kederli bir gündü. Orman bütün yapraklarını yere dökmüştü. Yağmurun kuru yapraklara vurdukça çıkardığı ses hala kulaklarımızda. İşte orada, o ormanda çirkin, bodur bir ağaç var. Görüyor musunuz? Dibine dökülmüş sarı yaprakların altında cansız bir kuş yatıyor.
Dudaklarından çıkan her kelime, suya bir taş atılmışcasına büyüyor içimde. Nereye gitsem kulaklarımda o yarı karanlık, çocuksu sesin. Sonra kendine has kokun; o kokuların en çıldırtıcısı, en kahredicisi… Ve gözlerin; esmer bir akşamüstünün serin hüznünü getiren gözlerin… Görebildiğim, duyabildiğim her şey bana seni sevmeyi söylüyor. Uzaklaştıkça yaklaşıyorum sana. İşin en kötüsü, yaklaştıkça da uzaklaşmaktan korkuyorum.
Sevmek çoğu zaman var olmaktır. Sonunda bizi yok olmaya götürse bile.
O durmadan kaçıyor, sen ardından gitmiyorsan; o günün her saatinde saklanıyor, sen yollara düşüp deli divane aramıyorsan; o sana acıların en büyüğünü tattırıyor, sen bundan en yüce hazzı duymuyorsan; boşuna aldatma kendini, onu sevmiyorsun demektir.
O sana sevmeyi, gerçek aşkı öğretti. Sen onu hep sevecek ve sevilmenin mutluluğunu tattıracaksın. O, hiç sen olmasan bile, seni bir parça sevmese bile.
Çağırdığın zaman gelmiyor mu? Bırak gelmesin… Böylesi daha iyi. Onu yokluğunda sevmeye devam et ve bekle.
Bir tek ümit var senin için. Yazdıklarının senden sonra anlaşılması! O zaman bugün seni anlamayanlar, ardından bir sevgi yarışına çıkacaklar. Tavan arasında unutulmuş eski eşyalar gibi ortaya çıkarılacak dostlukların, aşkların. Sen yaşadığın müddetçe bu sonu gelmez acıları çekmek zorundasın.
Belki seni bir daha hiç görmeyeceğim. Görsem bile ne değişecek? Belki beni tanımayacaksın bile. Gözlerini eğerek geçip gideceksin yanımdan. Aynı şehirde iki yabancı yaşayacağız artık. Birbirimizin varlığından habersizmişçesine, yıllar yılı bir hayat yükünü taşıyıp gideceğiz. Hatıralar gitgide içinde küllenmeye başlayacak. Bana ait hiçbir şeyi hatırlamak istemeyeceksin. İşte şimdi o dayanılmaz unutuşu ta derinden hissediyor ve başımı ellerimin arasına alıp unutulduğumu ağlıyorum.
Tren, kesik kesik homurtularla son istasyona doğru yaklaşıyor. Camdan dışarı bakıyorum; renk ren otlar, ağaçlar, tarlalar, tepeler bir film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden. Uzaklarda hayal meyal insanlar görüyorum. Yaşantılarını sürdürmeye çalışan ezilmiş ve fakir insanlar. İçime doldurduğum havaya onların umutsuzluğu yayılıyor.
Ve tren duruyor. Yakamda senin çok sevdiğin bir çiçekle inip kalabalığın arasına karışıyorum.
Benimle değilsin belki, ama ben hep seninleyim görüyor musun? Seninle zamanların en değerlisinde, nazların en tadılmamışındayım. Özlemlerin en yücesindeyim seninle. Bahçelerin en güzel çiçekleri sen göresin, sen koklayasın diyedir. Sen tadasın diye verir ağaçlar meyvelerini, insanlar her sabah sana kavuşmak ümidiyle uyanır ve dökülür caddelere. Milyonlarca göz her baktığı yerde seni arar, sana koşar ayaklar ve bütün eller yalnız senin için çalışır, senin için yaratır. Körlerin bile göremediği ama, hayal ettiği sensin. Dilsizler konuşsa ilk senin adını söylerdi. Sağırların duymak istediği senin sesindir sadece. Bir insan seni seviyorsa, seni düşünebiliyorsa yaşıyor demektir. Sen ölümsüzlüğün çekirdeği ve emsalsizliğin ta kendisisin. Senin için söylenir bütün şarkılar, her şiir senin için yazılır. Kızgın çöllerden, balta girmemiş ormanlardan kutuplara kadar dünyanın her yerinde var olan sensin. Sen olmasan dünya olmazdı, biz olmazdık. Tanrı bile olmazdı. Bu evren senin için yaratıldı. Yaşamamız senin için ölmeye hazırlıyor bizi.
Sf: 209
“Kim bilir? Belki de ben aldanıyorum. Öldük, farkında değiliz. Bu haz ölmekse; yaşamak zaten çok değersiz kalıyor yanında. Seninle böyle tekrar tekrar ölmeye razıyım.”
Sabah seninle doğan güneş biraz sonra batacak. Akşamın esmer hüznü ortalığa çökmeye başladı. Hafiften bir yağmur çiseliyor. Şehrin caddeleri pırıl pırıl bu akşam saatinde. Her biri bir başka yere gidiyor insanların. Telaşlı adımlar yorgun bedenleri bilinmeyen bir karanlığa doğru sürüklüyor. Yağmur değil yağan sanki, hüzün… Bir günün ağırlığı altında ezilmiş yüzlerini seyrediyorum insanların. O yılgın, o bunalmış yüzlerini… Bir iğne saplanmış gibi yüreğime tarifsiz bir acıma hissi duymaya başlıyorum. Senin varlığında habersiz olan insanlara acımaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Bense sana doğru koşuyorum, attığım her adım biraz daha sana yaklaştırıyor beni. Seninle beraber değerlenecek olan emsalsiz bir geceye yaklaştırıyor. Yağmur hızlandı ve zaman yağmur damlarının o iç ürperten sesine uymuşçasına akıp gidiyor. Birkaç dakika sonra yanında olacağım. Ne iyi! Sana yaşattığın bir günü anlatacağım. Sensizliğin dayanılmazlığını söyleyeceğim sana. Karanlık yaklaşıyor, bak, dinle gecenin ayak seslerini. Fakat korkma benimle beraber kapından içeriye gece değil, bir başka sabah girecek. Bu da benim sabahım, bizim sabahımız. İşte! Elimi kapının ziline uzatıyorum, üç defa çalıyorum. Kapıyı açıyorsun, kucaklaşıyoruz. Her yerimiz apaydınlık. Gece ve karanlık dışarıda kalıyor.
Sen de bir yerde bütün kadınlar gibisin. Durmadan, usanmadan arıyor, fakat ne aradığını bilmiyorsun, bilmeyeceksin de. Bulabildiklerin seni kandırmayacak, doyurmayacak. Daima mevcut olmayanı özleyecek, mümkün olmayanı arayacaksın. Beni aramadan buldun, baksana onun için varım. Arasan beni bulamazdın ki!
Yaşamayı çekilir yapan da sizsiniz, çekilmez hale getiren de. Bütün kötülükler sizin eserinizdir, bütün iyilikler gibi. Her kan dökülen yerde bir-iki tel vardır saçlarınızdan.
Koyu, kopkoyu bir mavilik sarıyor gökyüzünü. Uzaklarda, çok uzaklarda ışıkları bu mavi duvarı aşan bir tek yıldız var. Öteki yıldızları çıplak gözle görmek mümkün değil. Fakat o br tek yıldız bütün mesafelere ve karanlıklara meydan okurcasına parlayıp duruyor. O yıldıza senin adını takıyorum. Sen de bütün insanların hafızamdan silindiği bir anda o yıldız gibi tek başına, dünyama ışık vermeye devam ediyorsun. Zaman duvarını aşan senin varlığın sadece. Gözlerimi o yıldıza dikiyor ve ellerimi gökyüzüne uzatarak bütün gücümle bağırıyorum. “Hep orada kal! Çirkin ve yalan dünyamıza inme. Yalnız ışıklarını gönder bize yeter. Ne olur orada kal, hep orada kal!”
Dinle sana sevmenin ne olmadığını söyleyeceğim önce. Ne olduğunu sen sonra anlayacaksın. Dinle. Sevmek alışveriş değildir. Geometri değildir, aritmetik değildir. En değerli şeydir belki, ama karşılığında hiçbir şey alınamaz. Karşılıksız bir çeke atılmış, kuru bir imza değildir sevmek. İskambil kağıdı değildir, zar değildir, bir dilim ekmek değildir, bir kadeh içki değildir, hesap pusulası değildir sevmek. Sevginin bedeli yine sevgiyle ödenir, altınla değil. Sevilmekse; sevmenin mükafatıdır ancak, karşılığı değil. Bir sevgiye eş bir başka sevgi olamaz. Çünkü her sevgi birbirinden büyüktür. Sevgi tartılamaz, sevgi ölçülemez. Sevgi; gram değildir, mesafe değildir. Derinli sanırsınız, yüksekliktir o. Sevgi; dudak değildir, göz değildir, saç değildir. Sandalye değildir sevgi, yatak değildir, çarşaf değildir. İçki değildir, içemezsiniz, fakat her şeyden güzeldir sarhoşluğu. Geçip karşısına seyredemezsiniz, manzara değildir, tablo değildir, heykel değildir. Okuyamazsınız, kitap değildir. Bilmece değildir. çözmezsiniz. İsteseniz de içinizden atamazsınız. Siz ağladıkça o güçlenir içinizde. Akmaz, gözyaşı değildir. Kuş değildir uçmaz, çiçek değildir koklanmaz. Bitmez, çile değildir. Ne desen o değildir sevmek.
Şimdi ölümü düşünüyorum da soğuk bir ürperti sarıyor bütün vücudumu. Yaşamak çilesinden kurtulmayı aklım almıyor. Her şeyin bir gün sadece hiç oluvereceğini düşünmek bile dayanılır şey değil. Yaşadıkça senden kurtulamayacağımı biliyorum, fakat belki de gerçek yaşamak bu. Ölümle hayat arasındaki tek fark senin varlığın belki de. Sen olmasan böylesine sarılabilir miydim yaşamaya? Ölümden kaçabilir miydim? Her yeni güne umutla başlıyorsam, senden bir şeyler bulurum diyedir. Her sabah o gün seninle olacağımı düşünerek çıkarım evden. Ve her gece ne kadar karanlık olursa olsun senin için yaşanmaya değer.
“Senden” diyordum. “Seninle” diyordum. “Senin için” diyordum. Şimdi sensizim. Seninle olmamın haksızlığını öğrettin bana. Artık senin için yazamam bile.
Yağmur daha da hızlanıyor. Damlaların vurduğu yerde bir acı hissetmeye başlıyorum. Sanki yüzlerce jilet yüzümü parçalıyor. Gemiler bomboş yağmur altında, rıhtım bomboş, iskeleler bomboş. Görünürde kimse yok. Sadece küçük, sıska bir köpek halatların arasına büzülmüş titriyor. Öylesine yalnız ve zavallı ki! Küçük kahverengi gözlerini öpmek geliyor içimden. Fakat o benim yaklaştığımı görünce ürkek, telaşlı adımlarla kaçmaya başlıyor. Kim bilir kaç kere aldanmış, kaç kere bir okşayış yerine bir küfür, bir tekme bulmuş? Ben de şimdi bu köpek kadar yalnızım. Fakat kaçamıyorum. Bir köpek olmadığım için…
Şimdi ne zaman bir cenaze görsem; dünyadan bir güzellik daha eksildi, diye düşünürüm. O kadar güzeldi kardeşim. Onu adice, onu kahpece bıraktık o toprağa. Daha güzel olabileceği bir dünyadan mahrum etti o çirkin ölüm. Ve bizler hiç utanmadık zavallılığımızdan…
Senin güzelliğinin anlamı, bütün güzellikleri anlamsız kılıyor artık.
Alışkanlığım devamlı sana çekiyor beni. Durup durup dudaklarını öpmek geliyor içimden. Saçlarını okşamak geliyor, ellerini tutmak geliyor. Kokunun tenime sindiğini hissediyorum geceleri. Teninin dudaklarımda eridiğini hissediyorum. Boynunun en güzel yerini benden başka kimse bilemez artık. Seni kimse benim kadar benimle bir bütün olduğuna inandıramaz.
Bir gün tarih öncesinde yaşıyoruz, bir gün bulutların üstünde. Uzun süren bir baygınlık sonrasının o anlatılmaz başdönmesi içindeyim. Bütün merdivenler birbirine eklendiği zaman seninle vardığım yüksekliğe erişemez. Açılmış bütün kuyuların derinliği, içimde seni bulduğum yer kadar derin değil.
Büyük arenalara benzeyen sokaklarında kan ve zulüm kokardı. Bir semtinde parfüm kokularıydı havaya karışan. Bir semti amonyak kokardı.
Nice insanlar gördüm ben Mihriban. Bir yoksula en küçük bir iyiliği yapmaktan çekinen, fakat bir gecenin cömert bir saatinde on binleri, yüz binleri vahşi bir zevkle kaybeden insanlar gördüm.
Yokluğun öyle bir uçurumdu ki, yeryüzündeki bütün uçurumları uç uca eklesek, yokluğunun yanında bir nokta gibi kalırdı. Bütün girdaplar bir araya gelse; varlığının derinliğine yaklaşamaz şimdi.
Başımı döndüren bir güzelliğin ortasındaydım. Her yere bir afyon kokusu sinmişti sanki. Devrilmiş bir kütüğün üzerine oturdum, seni düşünmeye başladım. Ve ansızın bir korkuyla ürperdi içim. Birdenbire yanımda buldum seni. Çok yakınıma oturmuş, gülen gözlerinle bana bakıyordun. Elimi uzatsam kaybolacaktın sanki. Uzaklara meydan okurcasına, imkansızlıkları hiçe sayarcasına gelmiştin işte! Her şeyinle yine sendin. Bir zaman korkudan bakamadım gözlerine. Sadece görmeden, duymadan, dokunmadan içtim varlığını. Sonra ağaçlardan sızan yapayalnız bir gün ışığında buluşuverdi gözlerimiz. Korkularım dağıldı, öyle gerçektin ki!… Tabiatın o bakir güzelliği içinde bile emsalsiz ve şahaneydin. Bir süre hiç konuşmadan bakışlarımızın birbirine karışmasıyla mest olduk. Avuçlarım yanmaya başladı hazdan. Biraz ürkek, biraz arzulu uzandım ellerini tuttum. Ellerin üşümüştü. Dudaklarıma, sonra yanan alnıma götürdüm. Serin bir rüzgar esmeye başladı. Yaklaştın, başını omuzlarıma koydun. Saçlarımın saçlarına olan özlemi dindi birden. Öyle yakındın ki! Kalbinin vuruşlarını duyuyordum, nefes alışını duyuyordum. Eğildim, yüzünden öpmek istedim, bir de baktım ki yoksun. Gelişin gibi gidişin de bir rüyaya benzedi. Bir sır gibi kayboluverdin. Sadece omuzlarımda simsiyah saçlarından bir-iki tel kaldı. Bir de havada kokun var. O çıldırtan, deli eden, o beni alıp en uzaklara götüren kokun…
Ardından koştum, yetişemedim. Başka dalgalar beni kıyıya doğru sürükledi. Yorgun başımı başka yönlere de çevirdiğim zaman, bir yanda güneşin, bir yanda ayın doğuşunu gördüm. Günler anlamını yitirdi. Takvimler ve saatler kahroldu utançlarından. Her yerde güzelliğinle mağlup ettiğin zaman, bir ölüden farksız şimdi.
Bir gün seyircilerden birisi, ona bambaşka şeyler söyledi. Et, kemik ve kumaş olmadığını hatırlattı ona. Güzelliğinin aslında çok daha büyük ve ölümsüz bir güzelliğin küçük bir parçası olduğunu haykırdı.
Yaşadıkça aynaya baktığın zaman artık bir tek kadın göreceksin. O benim sevdiği kadın, o benim inandığım kadın. O benim taptığım ve yaşadıkça o benim tapacağım kadın.
Belli belirsiz bir uykunun içinde nefes alışını bile duymalıydım. Uyanır uyanmaz deniz kıyısına inmeliydik. Mutluluğumuzu kumlarla köpükler seyretmeliydi yalnız.
Oraya bir gün varacak mıyız dersin? Kim bilir?
Varsın şimdi, bu karanlıklar her gün biraz daha koyulaşsın. Varsın bu yokluklar, bu çaresizlikler biraz daha bastırsın. Nasıl olsa güneş hiç batmamacasına doğacak bir gün. Er geç aramızdaki kalın duvarlar yıkılacak. Nice fırtınalardan, çalkantılardan sonra demirleyeceğimiz limanın çok yakınlarındayız. Rüzgar dinmek üzere. Beraberliğimizin başlayacağı günlerin eşiğindeyiz Mihriban.
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (29)
- english (8)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (149)
- kitap (156)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)