Sf: 16
Sf: 198
1812 seferiyle Rusya’nın evvela geniş topraklara sahip bir devletin zapt edilemeyeceğini (zaten önceden bilinebilecek bir şeydi), sonra da meydan muharebeleri, başkentler, eyaletler kaybetmekle her durumda başarı ihtimalinin azalmayacağını (eskiden bütün diplomatlar bunu, çürütülemez bir ilke olarak kabul edelerdi, bu nedenle de kötü koşullarla da olsa geçici bir barış anlaşmasına hemen hazırdılar), aksine düşmanın taarruz gücü tükendiğinde bu geniş topraklara sahip devletin üstün kuvvetlerle savunmadan taarruza geçebileceğini ve çoğu kez kendi ülkesinde en kuvvetli durumda bulunacağını öğretmesinden beri, ayrıca 1813’te Prusya’nın, milis yoluyla yapılacak ani çabaların bir ordunun kuvvetini altı katına çıkarabileceğini ve milis kuvvetlerinin ülke dışında da ülke içindeki kadar iyi kullanılacağını göstermesinden beri anlaşılmıştır ki, millerin yürekliliği ve duyguları, devlet gücünün, savaş gücünün ve silahlı kuvvetlerin oluşumunda en büyük faktördür.
Sf: 201
Bu incelemeden sağlayabileceğimiz en önemli yarar, gerilim durumunda alınacak her önlemin, denge durumunda alınan aynı önlemden daha önemli ve daha başarılı olduğu ve bu önemliliğin gerginliğin en yüksek derecesinde doruğuna varacağı sonucudur.
Sf: 207
O halde, diğer bütün özel amaçları bir tarafa bıraktığımız takdirde düşmanın tamamen ya da kısmen imhasını bütün muharebelerin tek amacı olarak kabul edebiliriz.
Sf: 209
O halde, kombine planların yönü bakımından düşmana uzak mesafelerden üstünlük sağlayabilmek için düşmana daima ters istikametten yaklaşma imkanları araştırmalıdır.
Tehlikenin kol gezdiği ve asıl egemen unsurun cesaret olması gereken bir sahrada aklı, cesaretten yararlı saymak haklı da olmaz.
Sf: 213
Moral kuvvetlerdeki eşitliğin bozulmasını kesinlikle küçümsememeliyiz; çünkü moral kuvvetlerin mutlak bir değeri yoktur ve nihai sonuçta muhakkak görünmezler; fakat o kadar büyük bir ağırlığa sahip olabilirler ki, bu dayanılmaz kuvvetle herkes yenilebilir. Bu nedenle moral kuvvetler, çoğu kez harekatın büyük hedeflerinden biri olur.
Donan bir uzvun kolayca tekrar vücudun diğer kısmının sıcaklığına ulaşması gibi, yenilen bir tümenin cesareti de ordunun diğer kısmıyla karşılaşır karşılaşmaz kolayca ordunun cesaretine yükselir. O halde küçük zaferlerin etkisi tamamen ortadan kalkmaz; ama düşman üzerindeki etki kısmen kaybolur. Eğer yenilen ordu ise böyle olmaz çünkü tümenler hep birlikte çökerler. Büyük bir ateş, birçok küçük ateşin yarattığı sıcaklıktan çok daha başka bir sıcaklığa ulaşır.
Az kuvvetlerle kazanılan zafer, sadece iki kar kazanç değildir; anı zamanda, yenilenin karşılaşmakta daima korkacağı büyük ve genel bir üstünlüğü de gösterir.
Sf: 214
İki cephede dövüşmek tehlikesi ve daha da kötüsü geri çekilme imkanının kalmaması, hareketleri ve mukavemet gücünü felce uğratır, zafer ve yenildi seçeneklerini etkiler; bunlar ayrıca yenilgi halinde zaiyatı da arttırır ve çoğu kez zaiyatı azami haddine, yani imhaya kadar götürürler. O halde gerinin tehdit edilmesi, yenilgiyi muhtemel, hatta kesin hale getirir.
Muharebeler için gerçek bir içgüdü doğuyor: Kendi gerimizi emniyet altına almak ve düşmanın gerisini kazanmak.
Sf: 215
Düşman silahlı kuvvetlerinin imhasını amaçlayan muharebelerde bile muharebe sahasından çekilme her zaman bu niyetten vazgeçildiği anlamına gelmez.
Sf: 219
Bir düşman karakolunun sadece bulunduğu yerden atılması istenirse başka türlü, tamamen imhası istenirse başka türlü hareket edebilir. Bunun gibi, bir yerin ne pahasına olursa olsun savunulması isteniyorsa başka türlü, bu yerde sadece bir süre için düşmanın durdurulması isteniyorsa başka türlü hareket edilir; birinci halde geri çekilmeyle az çok ilgilenilir, ikincideyse geri çekilme esas konudur; vb.
Sf: 226
Düşmanın yan ve gerilerine taaruz edilerek yapılacak bir yardımın, aynı ağırlığı daha uzun manivela koluyla daldırmak gibi çoğu kez daha etkili olacağını düşünmeden kabul etmek zorundayız.
Sf: 233
Kilit noktası elden çıkan mevzii artık savunulamaz; muharebeye devam edilemez.
Sf: 234
bir muharebenin genel başarısı, bu muharebeyi oluşturan çarpışmalarda (kısmi muharebelerde) elde edilen başarıların toplamından ibarettir.
Sf: 241
En parlak zaferler bile komutanın cesaret ve teşebbüs ruhu olmadan büyük sonuçlar vermez.
Sf: 242
Tıpkı yer yuvarlağının dönüşü doğrultusunda atılan bir top mermisinin, doğudan batıya atılmış da olsa bu ters hareketle genel hızının bir bölümünü kaybetmekle beraber hareketine devam edeceği gibi.
Savaş insanın zayıf yanları olduğunu varsayar ve bunlara yönelir.
Sf: 252
Gece muharebelerinde her şeyin az çok tesadüfe bırakıldığı ve zaten esasen bir meydan muharebesinin sonunda düzenin ve harekatın akışının çok bozulmuş olacağı düşünülünce her iki komutanın da gecenin karanlığında harekatı sürdürmekten korkmaları kolayca anlaşılır. Eğer yenilen düşmanın tamamen dağılması veya yenen ordunun cengaverlikteki büyük üstünlüğü başarıyı garanti etmeyecek olursa her şey, en cüretkar komutanlar da dahil olmak üzere kime güleceği belli olmayan kadere bırakılmış olur. O halde meydan muharebesi karanlığın basmasından kısa süre önce sona ermiş olsa bile kural olarak gece takibi sona erdirir. Yenilenin harekatı durdurup toplanmasına, ya da geceleyin de çekilmeye devam ederse harekatta ön almasına imkan verir. Bunda sonra yenilen artık hissolunacak kadar iyi durumdadır. Bölünmüş, parçalanmış, birbirine karışmış olan birliklerin çoğu bulunmuş, cephaneleri tamamlanmış, birliğin tümü yeniden düzene sokulmuştur. Şimdi galip düşmanla yapılacak muharebe artık yeni bir muharebedir; eskisinin devamı değildir. Bu muharebe, iyi bir sonuç alınmasına müsaade edecek kadar uzakta da cereyan edebilir; bu yeni bir muharebedir ve galip tarafın çökmüş harabeleri toplaması değildir.
O halde yenen tarafın takibi geceleyin de devam ettirebildiği hallerde bu takip bütün sınıflardan oluşan kuvvetli bir öncüyle yapılacak olursa yenenin etkisi olağanüstü artırılmış olur; buna Leuthen ve Belle-Alliance Meydan Muharebelerinden örnekler gösterilebilir.
Sf: 256
Yenen, ordunun tümünü olsun, artçısını olsun düşmanı seçmiş olduğu ordugahtan güneş batarken korkutup kaçıracak olursa yenilen ya gece yürüyüşü yapmak ya da en azından gece mevziini değiştirmek ve daha geriye almak zorunda kalacaktır ki, ikisi de aşağı yukarı aynı şeydir. ama yenen geceyi sakin geçirebilir.
Sf: 263
Düşman hakkında bildiklerimiz daima çok noksan olacaktır; bu bilgiler gözetlemelerden, keşif kollarından, esirlerin sorgulanmasından ve casuslardan edinilen bilgilerdir ve bu nedenle değişmez değildirler; zamanla değerlerini yitirirler; çünkü bu bilgilerin elde edilmesinden sonra düşman mevzileri değişmiş olabilir.
Sf: 264
Fakat savunan taraf, küçük bir yarara daha sahiptir şöyle ki, savunan, mevzilerinin bulunduğu bölgede mütearrıza nazaran daha çok kendi evinde bulunuyor gibidir; bir orada oturan, karanlıkta yolunu yabancıdan daha kolay bulur. Savunan, kuvvetlerinin her birinin yerini kolayca bulmasını bilir ve birliklere mürearruzdan daha kolay ulaşır.
Buradan, gece muharebelerinde müearrızın savunandan daha çok gözlerine muhtaç olduğu ve bu nedenle de bir gece taarruzuna ancak olağanüstü nedenlerle karar verilebileceği sonucu çıkar.
Sf: 265
Küçük birliklerin sessizce düşmana sokulması büyük birliklere nazaran daha kolay olur; tüm ordunun kollar halinde sessizce düşmana sokulması ise nadiren yapılabilir.
Sf: 269
İşlerin iyi gitmesi için bir ve aynı savaş alanında sadece bir başkomutan bulunmalı ve bir savaş alanının başkomutanı hiçbir zaman belirli bir derecede bir bağımsızlıktan mahrum edilmemelidir.
Sf: 271
Günümüzde ordular, silah, donatım ve eğitim bakımından birbirine o kadar benzemektedir ki, en iyisiyle en kötüsü arasında bu bakımdan çok dikkati çekebilecek bir fark yoktur.
Sf: 275
Bu düşüncelerimizi bir kez daha özetleyecek olursak:
1. Sınıflar arasında en bağımsızı piyadedir.
2. Topçu tamamen bağımlıdır.
3. Diğer sınıflara bağlantıda en önemlisi piyadedir.
4. Bu üç sınıftan en lüzumsuzu süvaridir.
5. Üç sınıfın birleşmesi en büyük kuvveti meydana getirir.
Sf: 276
Çeşitli sınıfların kurulması ve bakım için gerekli harcamalarla bunları muharebede yapacakları işlerin birbiriyle mukayesesi mümkün lsaydı, en uygun oranın ne olacağı hakkında tamamen soyut bir sonuca varılabilirdir. Bu oranın ilk unsurunun tespit edilmesi bile güçtür; faktörlerden biri, yani masrafların tespiti güç değildir; ama diğeri insan hayatının değeridir ki, kimse bu hususta bir sayı vermek istemez.

Sekiz tümene bölünmüş 100.000 kişiye komuta eden bir başkomutan, üç tümene bölünmüş 100.000 kişiye komuta etmekten çok daha büyük bir güç harcar. Bunun nedenleri çok çeşitlidir; fakat en önemlisi, bir komutanın birliklerinin her biri üzerinde bir tür mülkiyet hakkı olduğuna inanması ve bölümünün uzun veya kısa bir süre için elinden alınmasına karşı koymasıdır. Birkaç savaş tecrübesi bunu herkese gösterecektir.
Sf: 287
Orduyu ikiye bölen büyük bir nehir, ordunun yarısına bir komutan tayinini zorunlu kılar. Kısacası, sotun kuralların uyması gereken yüzlerce kritik bölgesel özel hal ve koşullar vardır.
Sf: 296
Muharebeye tam anlamıyla hazır olmayan her birlik, düşmanın yaklaşmasını bizzat görmeden önce öğrenmek öğrenmek ve keşfetmek için bir öncüye muhtaçtır; çünkü görüş sahası kural olarak silahların etki alanından daha uzun değildir. Gözleri kollarından uzağı görmeyen bir insan ne işe yarar? İleri karakolların ordunun gözü olduğu daha önce söylenmişti.
Sf: 343
Güçlü bir karakter, yumuşak bir insana nazaran çok daha fazla şeyler ister.
Sf: 344
Daha önce de söylemiş olduğumuz gibi başlangıçta pek eksik olmayan hayvan yemi, bölge tahrip edilince yokluğu ilk hissedilen madde olacaktır; çünkü, hacmi nedeniyle yemin uzaktan temin edilmesi çok güçtür ve at, gıdasızlığa insandan çok daha az dayanır. bu nedenle çok sayıda süvari ve topçu bir ordu için gerçek bir yük ve zafiyet sebebi olabilir.
Sf: 350
Düşman toraklarında ilerleyen ordu, her türlü itaat mekanizmasından yoksundur; yetkili makamlarını ancak silah zoruyla yerlerine oturtmak zorundadır; bunu her yerde kurban vermeden, güçlüklerle karşılaşmadan bir anda yapamaz. Bundan düşman topraklarındaki bir ordunun, kendi ülkesindeki gibi irtibat ve muvasala sistemini değiştirerek bir üsten diğerine sık sık geçemeyeceği, genellikle hareketlerinin çok sınırlı, kuşatmalara karşı çok hassas olacağı sonucu çıkar.
Sf: 354
Yani üç arazi türünün her biri üç şekilde etki yapar: Geçişe engel olarak, görüşünüşe engel olarak ve örtü olarak; tabii her biri kendi türüne göre.
Ormanlarla kaplı bir arazide görüş engeli, dağlık arazide geçi engeli hakimdir; çok etkili bir arazide her ikisi de orta derecededir.
Sf: 355
Aşağıdan yukarıya doğru yapılan her fiziki kuvvet gösterisi, yukarıdan aşağıya doğru yapılandan daha güçtür; muharebede de bunun böyle olması gayet normaldir ve bunun iç ana nedeni vardır. Birincisi, her yükseklik bir yaklaşma engeli olarak kabul edilir; ikincisi, yukarıdan aşağıya doğru atışta gerçi menzil uzamasa da bütün geometrik koşullar dikkate alınınca, isabetin aşağıdan yukarıya doğru atışınkinden daha iyi olduğu görüşür; üçüncüsü, yukarıda daha iyi görüş imkanı vardır. Bunların hepsinin muharebede nasıl birleşeceği burada bizi ilgilendirmiyor; biz sadece taktiğin yüksekte bulunmaktan sağladığı avantajları bir araya topluyor ve bu toplamı ilk stratejik avantaj olarak mütalaa ediyoruz.
Hükmetme, yükseklik, tahakküm altında bulundurmanın gücü bu unsurlardan meydana gelmektedir; bir dağ yamacında bulunan ve düşmanına tepeden bakan birinin üstünlük ve kendine güven duygusu ile aşağıda bulunan birini zafiyet ve endişe duyguları bu kaynaklardan doğar. Belki de bu toplam etki, olması gerekenden çok fazladır, çünkü yüksekliğin avantajları, bu avantajları değiştiren hal ve şartlara mantıki olarak değerlerini yitirirler.
Sf: 364
Savunmanın Yararları
Savunmanın amacı nedir? Korumaktır. Korumak, kazanmaktan daha kolaydır. Bundan, eşit koşullar altında savunmanın taarruzdan kolay olduğu sonucu ortaya çıkar. Pekiyi, korumanın ve saklamanın daha büyük kolaylığı nereden geliyor? Yararlanmadan boşu boşuna geçirilen bütün zamanın terazide savunan tarafın kefesine girmesinden ileri gelir. Savunan, ekmediği yerde biçmektedir. Hatalı görüş, korku ve tembellik yüzünden taarruzun her ihmali, savunanın yararına olur. Bu yarar, Prusya Devleti’ni Yedi Yıl Savaşı’nda birkaç kez batmaktan kurtardı. Savunmanın kavram ve amaçtan çıkan bu yararı, bütün savunmaların tabiatında bulunmakta ve günlük hayatta, özellikle savaşa benzeyen hukuki münasebetlerde Latin atasözü “beati sunt possidenntes” (ne mutlu ki, ona sahip olanlara) ile ifade edilmektedir. Savunmanın öncelikle yararlandığı bir diğer husus da sadece savaşın tabiatından gelen arazi durumunun sağladığı korumadır.
Sf: 368
Seçtiği, tanıdığı arazide pusu kuran savunanın, taarruz edene nazaran düşmanına daha çok baskın yapacağı gayet açıktır.
Sf: 379
Savunaya razı olan zayıflar daima silahlanmalı ve baskına uğramamalıdır; savaş sanatı bunu böyle istiyor.
Sf:381
Halk
Savaş alanındaki tek tek kişilerin savaş üzerindeki etkisinin çoğu zaman nehre karışan su damlası gibi fark edilmeyecek kadar az olmasına rağmen yerli halkın savaş üzerindeki toplam etkisi, bir halk ayaklanmasının söz konusu olmadığı hallerde bile fark edilmeyecek kadar az değildir.
Sf: 383
Fakat büyük bir yazarın dediği gibi fıkraların üzerine çıkamayan, bütün tarihi bu fıkralarda çıkardığı sonuçlar üzerinde kuran, her zaman yalnız kişilerle, olayların görünürdeki kısımlarıyla işe başlayan, ancak teşvik görünce derine inen, yani hiçbir zaman derinliklerdeki genel hal ve koşullara ulaşamayan birinin düşüncesi de hiçbir zaman bir durumdan fazla değer taşımaz ve tabii felsefenin durumların genelliği hakkındaki hükümleri ona bir rüya gibi görünür.
Sf: 391
Yani ancak düşman taarruz ederse düşmanı yenme amacı vardır; eğer etmezse savunmanın toprağı elde tutmakla yetineceği kendiliğinden anlaşılır.
Sf: 394
Düşman kalelerimizi kuşatacak olursa tam zamanında onları kurtarmak zorundayız; yani olumlu hareketle kesin sonuç almak zorundayız.
Düşman, herhangi bir yerimizi kuşatmadan ülke içlerine kadar bizi takip edecek olursa bu durumda daha çok zaman kazanır ve düşmanın en zayıf olduğu anı bekleyebiliriz. Savunan her gün kuvvetlendikçe, taarruz eden de zayıfladıkça kesin sonucun alınması savunanın lehine olur.
Sf: 403
Savunma taarruz edeni bir mevziide bekler; bunun için uygun bir bölge seçmiş ve donatmıştır; yani araziyi yeterince tanır; önemli noktalarda mükemmel siperleri yapmıştır; irtibat yolları açılmış ve düzeltilmiştir; bataryalar gömme top mevzilerine yerleştirilmiştir; köyler tahkim edilmiştir ver uygun yerler büyük kuvvetler için örtülü mevziler haline getirilmiştir vs. Yaklaşma yolları bir veya birbirine paralel birkaç hendek ya da diğer engellerle kesilerek veya hakim noktalar tahkim edilerek yaklaşılması zorlaştırılmış olan az çok kuvvetli bir cephe, mevziin kilit noktasına kadarki temas noktalarında düşman kuvvetlerini kendi kuvvetlerinden daha çok eritecek durumdadır. Kanatların dayandığı istinat noktaları, birkaç yandan yapılacak ani hücumlara karşı savunanı korur.
Sf: 405
Savunan taraf çoğu kez daha zayıftır; yalnız silahlı kuvvetler bakımından değil, diğer bakımlardan da zayıftır; zaferiyle büyük bir sonuç elde edecek durumda değildir ya da olmadığına inanmaktadır; tehlikeyi atlatmak ve askeri durum dolayısıyla ölçülü hareket edebileceği sorun değildir; bununla beraber hemen daima bu bir zorunluluğun sonucu olur; bu zorunluluk savunmanın, verdiği muharebelerde esas itibariyle düşmanın imhasını değil püskürtülmesini hedef alan bir rol oynamasından kaynaklanmaktadır. Biz bunu çok tehlikeli bir yanılgı, mesele ile şeklinde zaferin yalnız muhtemel olmadığını taarruzdaki kadar büyüklük ve etkinlik kazanabileceğini ve bunun sadece bir seferi oluşturan tüm muharebelerin toplam başarısıyla değil, yeteri kadar kuvvet ve irade mevcut olukça münferit muharebeyle de gerçekleştirilebileceğini kesinlikle iddia ediyoruz.
Sf: 407
Tek başlarına düşmana karşı çıkamayacak kadar zayıf olan birlikler, kale duvarlarının arkasında bulunanların korumasıyla bölgeyi elde tutacak ve br dereceye kadar efemen olacak duruma gelirler.
Kalesi bir savunma ordusunun yüz hassas noktası vardır; o, zırhsız bir vücuttur.
Sf: 409
Büyük ve zengin kentlerin güvenliğini sağlamak için: Bu madde birincinin çok yakından akrabasıdır; çünkü büyük ve zengin kentler, özellikle ticaret merkezleri orduların doğal iaşe ambarlarıdır; bunların elde bulundurulması veya kaybedilmesi orduyu doğrudan doğruya ilgilendirir.
Sf: 410
Birkaç mil uzunluğunda bir göz hiç kuşkusuz mükemmel bir dayanak noktası olabilir; ama uygun büyüklükte bir kale bundan daha fazlasını yapar.
Sf: 411
Düşman taarruzuna karşı gerçek kalkan olarak: Savunanın cephe ilerisinde bıraktığı kaleler, düşman taarruzunun akışını büyük buz parçaları gibi kırarlar. Düşman bunları çevirmek zorundadır ve bunun için de -eğer kale mürettebatı akıllı ve cesursa- bu mürettebatın yaklaşık iki katı kuvvete ihtiyacı vardır.
Sf: 412
Kale normalin çok üstünde kuvvetli bir ileri karakol olarak düşünülebilir ya da çevrenin mükemmel gözetlenmesini sağlar; bu gözetleme önemli bir yerde ve çevresinde oturan vatandaşlarla gizli haberleşme yoluyla daha da artırılır. 6-8.000 hatta 10.000 kişinin oturduğu bir yerin, normal bir ileri karakolun bulunduğu köre nazaran çevre hakkında daha fazla bilgi edinmesi doğaldır.
Haber getirmek ya da düşman gerisinde bazı girişimlerde bulunmak üzere kalenin önünden geçip giden küçük birlikler kaleye dayanabilirler ve kalenin korumasına ve sağladığı emniyete sığınabilirler; yani bir kale, yerini terk edemese de ileri sürülmüş bir birliğin etkisine sahiptir.
Savunan, birliklerini topladıktan sonra tertibatını kalenin arkasında alabilir, taaruz eden arkasında kalacak olan kalenin tehlikesini ortadan kaldırmadan bu tertiplenme noktasına ilerleyemez, böylece savunan, düşman ilerleyinceye kadar tertiplenmesini tamamlamış olur.
Sf: 414
Ayrıca kale yaralıların sığınacağı, liderlerin karargahı, kasanın bulunacağı yer olduğu gibi büyük gelişmeler için toplanma yeridir, nihayet muhasara sırasında düşmanı mahalli kuvvetlerin hücumuna elverişli hale getiren mukavemetin merkezidir.
Sf: 417
Kaleler sınırlara aittirler; çünkü kaleler devleti savunurlar ve devlet, sınırlar savunulduğu sürece savunulmuş olur.
Sf: 423
Silahlı kuvvetlerimizi taarruz edilemez bir mevzide tuttuğumuz takdirde muharebeyi reddederiz ve düşmanı kesin sonucun başka bir yoluna gideriz.
O halde böyle bir mevziin gücü ne derece olmalıdır? Açıkcası, düşmanımız taarruza ne kadar kararlıysa, mevzi dde o kadar kuvvetli olmalıdır ve bu, kişisel durumun muhakemesine bağlıdır. Bir Napoleon karşısında, bir Daun ya da Schwarzenberg karşısındakinden daha kuvvetli bir koruma gerisine çekilmek lazımdır ve zorunludur.
Sf: 425
Her çevirme, çeviren için daima bir tehlike yaratır ve bu tehlike, kuvvetlerin ilk istikametlerinden ayrıldıkları ölçüde artar.
Sf: 435
Bir yürüyüş kolu dar bir geçitten yılankavi şekilde dağa tırmanır ve kıvrıla kıvrıla yukarı çıkarken, topçular ve arabacılar yorgunluktan birmiş atları eğri büğrü yollarda kırbaçlarken, her kırılan araba bin güçlükle yolun dışına çıkarılırken, herkes arkada durum beklerken, küfür ve beddua ederken kendi kendine, şimdi düşman birkaç yüz kişiyle buraya gelse de kaçıp kurtulsak diye düşünür. Tarih yazarları bir avuç insanın bir orduyu durdurabileceği dar yollardan söz ettiklerinde bunu dile getirmektedirler.
Sf: 437
Dağlık arazide savunmanın esas karakteri kesin bir pasifliktir; o halde, orduların bugünkü hareketliliğini kazanmadan önce tarafların dağlarda savunma eğiliminde olmaları oldukça doğaldı.
Sf: 447
Dağda ova olmayacağı ve ovadan dağ yapılmayacağı.
Sf: 448
Düz bir tek zafer, düşmana silahı bıraktırır. Bu zaferden sonra zapt eden bir savunma durumuna girer; bu savunmada dağlık arazi, onu savunan kadar, hatta savunandan daha fazla zararlı olacaktır. Savaş devam ederse, dışardan yardım gelirse, halk silaha sarılırsa, dağlık arazinin bütün bu aksi tesirleri artacaktır.
Sf: 456
Düşmana, köprüsünü kurmak için 24 saatlik bir zaman lazım ve bu 24 saat içinde diğer vasıtalarla 20.000 kişiden fazla kuvvet geçiremeyecekse, savunan da yaklaşık 12 saat içinde istediği herhangi bir noktada 20.000 kişi bulunduran imkanına sahipse nehir zaten geçilemez; Çünkü, düşmanın bu sürede ancak 20.000 kişinin yarısını geçirebileceği kabul edilir. 12 saate ihbar zamanı da dahil olduğundan bu sürede dört mil yürünebilir; böylece her sekiz mile 20.000 kişinin yerleştirilmesi gerekir ve 24 millik bir nehrin savunulması için 60.000 kişiye ihtiyaç duyulur. Bu kadar kuvvet, düşman nehri iki yerden geçmeye kalksa da istenilen noktada 20.000 kişi bulundurmaya yeter.
Sf: 462
Büyük birliklerin dar bir boğazdan geçerken karşılaştığı zorluk gerçekte düşünülenden çok daha büyüktür. Gerekli zaman çok fazladır; düşmanın, geçiş sırasındaki çevredeki yüksekliklerden yapabileceği etki tehlikesi çok rahatsız edicidir. Boğazı ilk geçen birlikler fazla ilerler ise erkenden düşmanla karşılaşırlar ve üstün bir kuvvet tarafından mağlup edilmek tehlikesinde kalırlar; geçiş noktasının yakınında kalırlarsa en kötü duruma düşerler. Düşman ordusuyla boy ölçüşmek için böyle bir arazi kesiminden geçiş çetin bir girişimdir ve büyük bir üstünlükle beraber sevk ve idarede emniyet ister.
Sf: 465
Savaşta berrak bir bilinçle, tam ve sağlam bir iradeyle yapılmayan her şey başarısızlıkla sonuçlanır; düşmanla açık arazide karşılaşmaya cesaret edilemediğinden ve geniş bir nehrin, derin bir vadinin düşmanı durduracağı umuduyla yapılan bir nehir savunması da kötü sonuç verir. Burada kendi durumuna itimat çok az söz konusudur; komutanlar, normal olarak hemen yerine getirilecek ön sezilerle doludurlar. Açık arazi, bir düello gibi tam eşitliği şart koşmaz ve savunan, hızlı yürüyüşler olmadan, araziyi tanımadan, hareket özgürlüğüne sahip olmadan sırf savunmanın özelliği dolayısıyla avantaja sahip olmayacağını ve en azından nehir ve vadisinin ona yardımcı olabileceğini bilir.
Sf: 466
Kelleyi koltuğa alarak üstün kuvvetlerle uğraşmak uçuruma götüren tehlikeli bir yoldur.
Sf: 484
Eğer bir yol bir sırt hattını kesiyorsa, en yüksek noktaya ulaşınca tanrıya şükredilir; çünkü yol artık yokuş aşağı gider. Bu tek başına yürüyenler için böyledi; ama ordu için daha da önemlidir. Bütün güçlükler üstesinden gelinecek gibi görünür; çoğu kez gerçekten de üstesinden gelinir; yokuş aşağı iniş en kolaydır; insan kendisini, üstünlüğü kaptırmak istemediği herkesten üstün hisseder; bütün ülke kuşbakışı görülür ve önce görüşle ülkeye egemen olunur. Böylece, bir yolun dağdan aşarken ulaştığı en yüksek nokta daima kritik olarak kabul edilir.
Sf: 485
Fakat bir bölgenin, bütün suların oradan aktığı yüksek bir noktası çoğu kez sadece yüksek noktadan başka bir şey değildir. Bir dağa saygı göstermek isterlerse, üzerine trigonometrik bir işaretten başka bir askeri nişan koyamazlar. Böyle bir dağ, filamayla işaret için biraz yararlı olabilir; ileri sürülmüş bir süvari karakolu için daha az yararlıdır; bir ordu için ise hiç yararlı değildir.
Sf: 498
Her taarruz edenin kuvveti ilerledikçe zayıflar.
Sf: 499
Nihayet geri çekilenle takip eden arasında besin maddeleri bakımından öyle bir nispetsizlik vardır ki, geri çekilen çoğu kez bolluk içinde yaşarken takip eden yokluk çeker.
Geri çekilen, çekilme yolları üzerinde önceden stoklar yapmak imkanına sahipken takip eden her şeyi geriden getirmek zorundadır; uzun süre hareket halinde olunca en kısa ikmal yollarında bile bu iş güçtür ve dolayısıyla baştan itibaren kıtlık çekilir.
Bölgenin sağladığı bütün imkanlardan önce geri çekilen yararlanır ve çoğu kez de hepsini tüketir. Geriye sadece sömürülmüş köyler ve kentler, biçilmiş ve çiğnenmiş tarlalar, suyu bitmiş çeşmeler, kurumuş dereler kalır.
Sf: 501
Tabii ülke içlerine çekilmenin halk ve ordu tarafından anlayışla karşılandığı ve hatta güveni ve umudu yükseltebildiği haller de vardır; fakat bu haller çok nadirdir. Normal olarak halk ve ordu çekilmenin serbestçe yapılan bir hareket mi yoksa geriye sürülmek mi olduğunu hatta ayırt bile edemez; yarar sağlamak için akıllıca yapılmış planlı bir hareket mi olduğunu çok daha az ayırt eder. Halk, feda edilen eyaletin kaderini görünce acıyacak ve kızacaktır; ordu komutanına ve kendine güvenini kolayca kaybedecek ve geri çekilme sırasındaki devamlı artçı muharebeleri korku ve endişelerini gittikçe artıracaktır.
Sf: 502
500.000 kişiyle Moskova üzerine yürünebilir; ama 50.000 kişiyle yürünemez; ikinci durumda hal ve koşullar düşman için birincisi kadar elverişli olsa bile 50.000 kişiyle Moskova’ya kadar gitmek olanaksızdır.
Sf: 503
1. Varsaydığımız üstünlüğü dolayısıyla ilerleyenin kuvveti daha büyüktür.
2. Savunan daima toprak kaybettiğinden bu fedakarlığıyla her zaman yeri tespit ve ilerleme şeklini tayin hakkını elde eder. Savunan planını önceden yapar ve çoğu zaman bu planı hiçbir şey bozmaz. Fakat ilerleyen planını düşmanın tertibatına göre yapmak ve düşmanın tertibatını daima araştırmak zorundadır.
3. Çekilen, bir taraftan çekilişini kolaylaştıracak her şeyi yapar, yolları ve köprüleri düzelttirir, en iyi ordugah yerlerini seçerken diğer taraftan da takip edenin ilerlemesini güleştirmek için her şeyi yapar; köprüleri tahrip eder, zaten kötü olan yolları daha da bozar en iyi ordugah yerlerini ve su kaynaklarını düşmana bırakmaz, kendisi kullanır vs.
Sf: 510
Orduların büyük yığınlar haline gelmesini sağlayan harp takelüfü (milli savunma yükümlülüğü) sistemi, genel askerlik mükellefiyeti ve rediflerin kullanılması eskiden çok sınırlı olan askeri sistemi genişletmiştir.
Genellikle aklını kullanarak silaha sarılan halk, bunu hor görerek reddedenlere karşı göreceli bir üstünlük kazanır.
Sf: 511
Halk savaşının başarısı zamana bağlı olduğundan iki taraf birbirini erkilerken bir gerginlik meydana gelir; bu gerginlik ya halk savaşının bir, iki yerde boğulması ve diğer yerlerde yavaş yavaş söndürülmesiyle gevşer yahut bu genel yangının düşman ordusunu sarmasıyla bunalıma dönüşür ve düşman, tamamen çökmeden ülkeyi boşaltmak zorunda kalır. Halk savaşının böyle bir bunalıma dönüşmesi için ya işgal edilen ülkenin yüzölçümü arasında gerçekte rastlanmayan bir orantısızlık olması lazımdır. O halde hayale kapılmak istenmiyorsa halk savaşını bir daimi ordunun savaşıyla birlikte düşünmek ve ikisini kapsayan bir plan yapmak gerekir. Halk savaşının tek başına etkin olabileceği haller şunlardır:
1.Savaş ülkeni içerilerine yayılmış ise;
2.Savaş bir tek facia ile kesin sonuç vermeyecekse;
3.Savaş alanı çok büyük bir araziyi kaplamış ise;
4.Halkın karakteri bu önemi destekliyor ise;
5. Ya dağlar, ormanlar ve bataklıklar, yahut da etkili arazinin tabiatı nedeniyle arazi çok kesik ve geçilmez ise.
Halkın kalabalık veya az oluşu kesin bir etki yapmak; çünkü halk savaşında insanın azlığı çok az görüşür. Yerli halkın fakir veya zengin oluşu da kesin bir rol onamaz, ya da ne azından oynamamalıdır; fakat fakir, ağır işlerde çalışan ve yokluklara alışkın insanların savaşçı ve kuvvetli göründükleri unutulmamalıdır.
Sf: 513
Bizim düşüncemize göre halk savaşı, bir sis ya da bulut kütlesi gibi bir yere kümelenmemelidir; aksi takdirde düşman bu kümeye uygun bir kuvvet yönelterek onu tahrip eder ve pek çok esir alır; bunun üzerine halkta cesaret kalmaz; herkes, artık işin bittiğine, bundan sonraki uğraşların boşuna olduğuna inanır ve silahı bırakır. Fakat şimşeği çaktırabilecek tehdit edici bulutlar oluşturulması zorunludur. Bu noktalar, evvelce söylemiş olduğumuz gibi esas itibariyle düşman harp alanının kanatlarındadırlar. Halk savaşı oralarda pek küçük nizami birliklerle daha büyük ve daha düzenli bir bütün haline gelmelidir; böylece düzenli bir ordu görünümü kazanır ve daha büyük girişimlerce cesaret edecek duruma gelir. Bu noktalardan itibaren müstahfızların, en kuvvetli darbelerini indirdikleri düşman gerisine karşı yoğunlukları azalmalıdır. Oralardaki büyük kuvvetler, düşmanın geri gönderdiği daha önemli garnizonlara hücum etmelidirler, böylece düşmanda korku ve endişe yaratırlar, kendi halkımızın ve ordumuzun moralini yükseltirler; müstahfızlar olmasa toplam etki güçlü olmaracak ve düşman yeterince huzursuz edilemeyecektir.
Bir ordu komutanı için halk harbinin bu istenen şekilde oluşmasını sağlamanın en kolay yolu müstahfızları küçük nizami birliklerle desteklemektir. Nizami ordunun küçük birlikleriyle böyle cesaretlendirici bir destek yapılmaz ise halkın çoğu güvenini ve silaha saılma isteğini yitirir. Bu destek için ayrılacak birlikler ne kadar kuvvetli olursa çekici kuvvet o kadar güçlü, düşman üzerine yuvarlanacak çığ o kadar büyük olacaktır.
Sf: 514
O halde müstahfız imkan buldukça bir dağın girişini, bir bataklığın setlerini, bir nehrin geçitlerini savunabilir ve bunları savunmalıdır; fakat bir kere yarıldı mı
en iyisi hemen dağılmalı ve bir savunma mevzii kuracak ve tıkayacak dar bir yer buluncaya kadar beklenmeten hücumlarıyla savunmasını sürdürmelidir. Halk ne kadar cesur, ne kadar savaşçı, düşmana karşı kini ne kadar büyük, arazisi ne kadar elverişli olursa olsun, çok büyük bir tehlike atmosferinde hal savaşının sürdürülemeyeceği inkar edilemez. O halde herhangi bir yerde önemli bir ateş meydana gelirse, büyük bir darbeyle söndürülmedikçe haanın müsaade ettiği en uzak noktalara kadar sıçramalıdır.
Sf: 515
Hiçbir devlet kaderinin, yani bütün mevcudiyetinin -kesin sonuçlu da olsa- bir meydan muharebesine bağlı olduğuna inanmaz. Yenilince yeni kuvvetlerini silah altına çağırabilir ve her taarruzun, taarruz edende meydana getireceği doğal zafiyet olayların gelişiminde ani bir değişiklik meydana getirebilir; yahut da dışardan yardım gelebilir. Ölmek için daima daha vakit vardır; bataklığa düşen birinin saman çöpünden medet umup sarılması nasıl doğal bir iç güdüyse kendisini uçurumun kenarında gören bir halk son kurtuluş çaresine başvurması da o kadar doğaldır.
Sf: 518
Ağırlık noktası nasıl daima kitlenin büyük kısmının toplandığı yerde bulunursa ve yükün ağırlık noktasına indirilen her darbe nasıl en etkilisi ise, ayrıca en kuvvetli darbe nasıl kuvvetin ağırlık noktasıyla elde edilirse savaşta da öyle olur. İster bir tek devlet, ister bir devletler ittifakı olsun her savaş edenin silahlı kuvvetleri elbette bir birliğe ve dolayısıyla bütünlüğe sahiptir ve nerede bir bütünlük varsa orada ağırlık noktasının karşılığı ortaya çıkar. O halde bu silahlı kuvvetlerin belli bir ağırlık noktası vardır; bu noktanın hareketi ve yönü diğer noktalar hakkında karar verir ve bu ağırlık noktası silahlı kuvvetlerinin büyük kısmının toplandığı yerde bulunur.
Sf: 521
Bu arada düşmanın geçici olarak küçük veya büyük bir arazi parçasını ele geçirmesi önemli değildir; çünkü bu ona sadece bor verilmiştir.
Sf: 523
Büyük kuvvetlerle düşman topraklarında ilerlemek içi uzun süre yetecek besin maddeleri ve donatım stokları vb.nin önceden hazırlanması gerekir; bu, savunana, kendisin buna göre düzenlemesi için zaman kazandırır; bununla berber her devlette savunma hazırlıkları taarruz hazırlığından daha fazla olduğu için savunanın zamana ihtiyacı daha azdır.
Sf: 524
Dolayısıyla savunan birçok durumda düşmanın ağırlık merkezi hakkında yanılmaz. Başka bir deyişle, savunan doğru bir mevzi tutmuş ise düşmanın kendisini arayacağından çoğu kez emin olabilir.
Sf: 530
Savaşta insan kendini çoğu zaman taarruzda savunmadakinden daha hafif ve cesur hisseder; fakat bu bütün birliklerin sahip olduğu bir duygudur; sms komutanın aynı iddiada bulunabileceği bir ordu hemen gevşememek ve bu yüzden gerçek bir yararı kaçırmamak gerekir.
Sf: 538
Beklemenin savunmaya en büyük yararı sağladığını bu kitabın Üçüncü Bölümü’nde söylemiştik. Bu hayatta nadiren olur; ama savaşta duruma göre çok görülür. İnsanın anlayışının mükemmel olmayışı, kötü bir sonuçtan korku, harekatın gelişimini etkileyen tesadüfler, durumun müsaade ettiği hareketlerin bir bölümünü yapılamaz hale getirirler. Her şeyin tam bilinmediği, felaket tehlikesinin bulunduğu, tesadüflerin diğer insan faaliyetlerine nazaran çok daha fazla olduğu savaşta, hataların sayısı da çok daha büyük olacaktır. İşte bu, savunmanın, kendiliğinden yetişen meyveleri topladığı zengin alanlardır.
Sf: 539
Bir kaleyi korumak için ordunun kalenin önünde tertiplenmesi ilk bakışta biraz saçma, bir tür aşırılık gibi görünür; çünkü kale, düşman taarruzuna bizzat karşı koysun diye yapılmıştır. Bununla beraber bu kuralın binlerce kez uygulandığını görüyoruz. Fakat, çelişki gibi görünen bu hususun binlerce durumda hata olduğunu söylemeye kim cesaret edebilirdi? Sürekli tekrar edilip duran bu şeklin köklerinin derinde bir nedeni olması gerekir.
Sf: 546
Düşmanla her yerde onun başarı ihtimali çok az olan, başarısızlık nedeniyle geri çekilmesi halinde büyük tehlikeyle karşılaşacağı ya da amacına ve durumuna göre büyük kuvvetler kullanması gereken muharebeler yapılırsa düşmana engel olunur.
Önemli bir muharebenin kazanılması, sınıf ve silahlara üstünlüğün itibarını kazandırır; başkomutanın, sarayın, ordunun ve halkın gururunu okşar ve her taarruzdan doğal olarak bu beklenir.
Sf: 548
Başkomutan, her şeyi onların düşüncesine bırakamaz; aksine, onların hareketlerine bağlı olan ve aksi takdirde ani değişen durumlarda kolayca orantısızlığa kayabilecek olan hallerde onlara bazı şeyleri emretmek zorundadır. Bu kaçınılmaz bir durumdur. En küçük komutana kadar hakimane, amirane irade olmadan iyi bir sevk ve idare imkansızdır ve kim, insanların daima en iyiyi yapacağına inanma ve bunu bekleme alışkanlığını sürdürürse, iyi bir sevk ve idareyi artık hiç beceremez.
Bir yerde yapılan savaş ne kadar uzarsa iaşenin temini de o kadar önem kazanır.
Sf: 553
Bir seferdeki her başarısız faaliyetin başkomutanların birinin veya ikisinin becerikliliğinden ileri geldiğine inanıldı; halbuki, bu başarısızlıkların genel ve asıl nedenleri daima savaşın meydana getirdiği hal ve koşullardaydı.
Sf: 560
Savunmanın her önlemi, taarruzun bir önlemini götürür.
Sf: 574
Seçilen yandan yapılacak taarruz, düşman çekilmesini tehdit etmeli.
Sf: 579
Savaşta korku; çok doğal ve oldukça da lüzumundan fazla bir olgudur.
Sf: 584
Zayıf olan, daha çok fizik ve moral kuvvet sarf etmek zorundadır. Bu, daima mantıki kalırsak her yerde rastlayacağımız ve akıllı muhakemenin mantıki tecrübesi sayabileceğimiz bir sonuçtur.
Sf: 587
Fakat rusya ve Polonya’da olduğu gibi büyük bir arazi tamamen ormanlarla örtülü ise ve taarruz edenin gücü onu aşmaya yetmez ise, durumu çok kötüleşir. Taarruz edenin iaşede ne kadar çok güçlük çekeceğini ve orman karanlığında düşmana sayıca üstünlüğünü nasıl hissettireceğini düşünmek gerekir. Hiç kuşkusuz bu taarruzda meydana gelebilecek en kötü durumlardan biridir.
Sf: 589
O halde taarruzun esas hedefi Düşman başkenti ise ve savunan başkent ile taarruz eden arasında mevzilenmiş ise doğrudan doğruya başkente yönelmek yanlış olur; en iyisi, düşman ordusu ile başkent arasındaki irtibata yönelmek ve zaferi orada aramaktır.
Fakat ilerleme bitince taarruz eden yavaş yavaş savunma durumuna geçer ve gerinin örtülmesi daima zorunlu, daima daha çok ana konu olabilir. Çünkü taarruz edenin gerisi, eşyanın tabiatı gereği savunanın gerisinden daha zayıftır; hatta savunan, gerçek taarruz başlamadan çok önce taarruz edenin irtibat ve ulaştırma hatlarına etki yapmak için daima araziyi düzenlemeye başlayabilir.
Sf: 595
Taarruz edenin ne derecede girişken cüretkar olacağını önceden tahmin etmek, savunanın tasavvur edeceğinden çok daha güçtür.
Savunanın önlemlerini önceden alması zorunludur; taarruz eden ise önlemlerini elinin altında tutmak avantajına sahiptir.
Sf: 597
Az araç ancak küçük kalelerin zaptına müsaade eder. Küçük bir kaleyi gerçekten almak büyüğü önünde başarısızlığa uğramaktan daha iyidir.
Çok kuvvetli inşa edilmiş ama az önemli bir kaleye az kuvvetle taarruz ederek kuvvet kaybetmek delilikten başka bir şey değildir.
Sf: 611
50.000 kişi orta büyüklükte bir kenti, yalnız 50.000 kişilik bir kuvvete karşı değil, biraz daha büyük bir kuvvete karşı da başarıyla savunabilir.
Sf: 614
İlerlemede kuvvetlenmenin esas nedenleri şunlardır:
1. Düşmana silahlı kuvvetlerinin vereceği zaiyat. Çünkü düşmanın zaiyatın normal olarak bizimkinden fazladır.
2. Düşmanın cephaneliklere, depolara, köprü vs. yerlere dağıtacağı ölü kuvvet nedeniyle uğrayacağı kayıplar; halbuki biz böyle bir kayba uğramayız.
3. Düşmanın, arazisine girdiğimiz andan itibaren eyaletlerini kaybetmesi; dolayısıyla yeni kuvvet kaynaklarını kaybetmiş olması;
4. Bu kaynakların bir bölümünün bizim elimize geçmesi, başka bir deyişle düşmanın sırtından yaşama yararı sağlamamız.
5. Düşman birliklerinin hepsinin iç insicamını ve nizami hareket imkanı kaybetmesi;
6. Müttefiklerinin düşmandan ayrılması ve bazılarının bize dönmesi;
7. Nihayet düşmanın kısmen silahı bırakacak kadar cesaretsizliği.
Zayıflamanın nedenleri ise:
1. Düşman kalelerini muhasara ya d gözetlemeye zorlamamız; yahut da düşmanın zaferden önce aynı şeyi yapması ve geri çekilmede bu birlikleri kendi üzerine çekmesi;
2. Düşman arazisine girdiğimiz andan itibaren savaş alanının tabiatının değişmesi; düşmanca olması; işgal ettiğimiz sürece bizim olduğundan bu araziyi işgal etmek zorunda kalmamız ve bu işgal işinin her yerde güçlükler çıkarması ve ister istemez bütün kuvveti zayıflatması;
3. Düşman kendi kaynaklarına yaklaşırken bizim kaynaklarımızdan uzaklaşmamız, bunun sarfedilen kuvvetlerin ikmalinde duraklamalara neden olması;
4. Tehdit edilen devletin diğer devletleri kendisini korumaya çağırması tehlikesi;
5. Nihayet, tehlikenin büyüklüğü nedeniyle düşmanın büyük çava harcaması, buna karşın muzaffer devletin çabalarının gevşemesi.
Bütün bu yararla ve sakıncalar birlikte varolurlar; adeta birbirleriyle karşılaşırlar ve ters yönde yollarına devam ederler.
Sf: 617
Devamlı surette zayıflayan silahlı kuvvetlerin ikmallerini yapacakları kaynaklardan uzaklaşmaları, mesafeyle artar. Bir bölgeyi zapt eden bir ordu burada bir gaz lambası ışığına benzer; fitili besleyen gazyağı ne kadar alçalırsa ve odan noktasından ne kadar uzaklaşırsa ışık o kadar küçük olur ve nihayet söner.
Düşmanda daha büyük bir mukavemetin meydana gelmesi. Bazen düşman kokudan ve uyuşukluktan silahını atar; ama bazen de o coşkun bir saldırı hırsına tutulur; herkes silaha sarılır ve yenilgiden sonra mukavemet, öncekine nazaran çok daha büyük olur.
Sf: 618
Burada ister istemez akla şu soru geliyor: Eğer hal böyle ise zaferi kazanan tarafı, kendi zafer yolunu izlemeye, taarruzda ilerlemeye tahrik eden nedir? Bu, gerçekten zaferden yararlanma olarak tanımlanabilir mi? Kazanılan üstünlük, azalmadan durman daha iyi değil midir?
Eğer düşmanı tamamen mağlup etmek istiyorsak ileri doğru attığımız her adımda üstünlüğümüzün zayıflamasına katlanmak zorundayız.
Sf: 620
Vücutta her kuvvet etkisini göstermek için zamana muhtaçtır. Bir kuvvet, eğer yavaş yavaş sarf edilirse hareketli bir vücudu ayakta tutmaya yeterli olabilir; eğer zaman yoksa vücut onu yener.
Sf: 621
Aldığı yaranın acısıyla düşman, güçsüz kalıp çökecek m, yoksa yaralı bir boğa gibi daha mı azacak? Bunu keşfetmek.
Başkomutanların büyük çoğunluğu hedefe çok fazla yaklaşmaktansa çok gerisinde kalmayı tercih eder ve bu yüzden büyük cesaret ve girişim ruhu çoğu kez boşa gider; yani amacını kaybeder. Yalnız az vasıtayla büyük iş yapan mutlu sona ulaşır.
Sf: 622
En büyük komutanların savaştan nasıl adeta hiç önemsemeden sade bir dille bahsettiklerini, bin bir parçasıyla bu ağır makinenin ayarının ve çalıştırılmasının onlarında ağzında nasıl kendi şahıslarıyla ilgili basit bir iş şeklini aldığını, böylece o müthiş harp eyleminin nasıl bir tür düello imiş gibi kişiselleştirildiğini duyuyor ve okuyoruz.
Sf: 625
Sf: 629
Savaş birbirinden bağımsız tek tek sonuçlardan oluşur; bir önceki, bir sonrakini etkilemeyen oyun partilerinde olduğu gibi. O halde burada sadece sonuçların toplamı söz konusudur ve münferit başarı bir oyun fişi gibi kenara konabilir.
Sf: 632
Nihayet diğer devletlerin politik ilişkilerini ve savaşın bu ilişkilerde meydana getirebileceği etkileri incelemek zorundayız. Bu çeşitli koşulların ve çeşitli ilişkilerin saptanmasının kolay bir iş olmadığı, tersine çok karışık ve zor olduğu ortadadır. Ancak gerçek bir deha kıvılcımı doğruyu bir bakışta bulup çıkarabilir, akademik düşünüşler bu kadar karmaşık bir işe tamamen egemen olunamayacağı kolayca anlaşılabilir.
Tehlike ve sorumluluk, sıradan insanlarda akli melekelerin özgürlüğünü ve faaliyetini artırmaz, azaltır; yok eğer bu faktörler muhakeme kabiliyetini güçlendirir, ona kanat takarsa, o zaman karşımızda olağanüstü zeki ve akıllı bir insan var demektir.
Sf: 638
Bir İskender, iyi kılıcının yanı sıra iyi bir kaleme de sahip olmak zorundadır ve bu takdirde bile fetihlerinde nadiren ileri gidebilir.
Sf: 639
Aklın ilerlemesi hiçbir zaman abes bir sonuca götürmez, evvelce söylediğimiz gibi asla iki kere ikinin beş ettiği sonucunu vermez.
Kesin bir zorunluluk olmadan, sırf zafer kazanmak için muharebe eden komutan fazla cüretkar sayılırdı. Genellikle sefer bir muhasaradan, ya da çok hareketli bir seferse iki muhasaradan sonra sona ererdi; bundan sonra ordular kışı geçirmek için konaklar yerleşir ve bu normal bir zorunluluk sayılırdı; bu konaklama sırasında taraflardan hiçbiri diğerinin kötü emniyet tedbirlerinden yararlanmaz, aralarındaki ilişki tamamen kesilirdi. Ben, kış konakları, bir seferde girişilecek faaliyetin belirli bir sınırını oluştururdu diyorum.
Sf: 642
Bu nedenle her çağın olaylarını değerlendirirken o çağın özelliklerini göz önünde bulundurmak gerekir; eğer her çağın yetiştirdiği komutanları anlamak ve doğru değerlendirmek istiyorsak çağın bütün ayrıntılarını kılı kırk yararcasına inceleyecek yerde genel çizgilerine o çağın görüş açısından bakmaya çalışmalıyız.
Sf: 644
İskender, Gustav Adolf, XII. Charles ve Büyük Friedrich’in ağırlık noktaları ordularındaydı; bu ağırlık merkezi tahrip edilmiş olsaydı bu büyük komutanlar rollerini kötü oynamış olurlardı.
Düşman, ancak, her şeyi kazanmak için her şeyi kaybetmek göze alınırsa imha edilebilir.
Sf: 645
Bu nedenle tecrübelere göre düşmanın yenilmesine başlıca aşağıdaki hal ve şartların yol açtığını sanıyoruz:
1. Bir dereceye kadar bir güç oluşturuluyorsa ordusunun dağıtılması;
2. Sadece devlet kuvvetinin merkez değil değil de aynı zamanda politik kuruluş ve partilerin merkezi ise düşman başkentinin alınması;
3. Düşmandan daha önemli ise başlıca müttefiklerine etkin bir darbe indirilmesi.
Düşmanı mağlup etmenin, ancak onun ağırlık noktasında birleşen mukavemetinin kırılmasıyla mümkün olabileceği.
Sf: 647
Düşman eyaletlerinden birinin işgaline yeten kuvvet, yeni duruma hakim olmaya her zaman yeterli olmayabilir; kaynaklar üzerindeki baskı giderek artar ve sonunda bunlar yetersiz hale gelir. Böylece zaman faktörü, tek başına durumu değiştirebilir.
Herhangi bir istilayı gerçekleştirecek kadar kuvvetli isek, onu bir hamlede, bir takım aşamalardan geçmeden gerçekleştirecek kadar kuvvetli olmamız lazımdır.
Sf: 648
Tabii yakın bir hedefe ulaşmak, uzak bir hedefe ulaşmaktan daha kolaydır; fakat yakın hedef amacımızı alamıyorsa burada durup dinlenip yolun ikinci yarısını kolayca kat edemeyiz. Küçük bir sıçrama, büyük bir sıçramadan daha kolaydır; fakat geniş bir hendekten atlamak isteyen biri hiçbir zaman ilk önce yarısını atlamaz.
Sf: 649
O halde daha önemliyi ihmal etmek pahasına zapt edileni süratle emniyet altına almaya çalışma gibi yanlış bir fikrin tuzağına düşülmemelidir.
Sf: 651
Ya düşman ülkesinin küçük veya orta büyüklükte bir bölümünü işgal etmek yahut da daha iyi koşullar sağlanıncaya kadar kendi topraklarımızı elde tutmak; bu sonuncusu, savunma harbinin alışagelmiş halidir.
Bu iki şekilde hangisinin nerede daha doğru olacağı, bize, ikinci şekil için kullandığımız “daha iyi koşullar sağlanıncaya kadar” ifadesini hatırlatır.
Sf: 652
Kendisinden çok kuvvetli bir devletle anlaşmazlığa düşen küçük bir devleti düşünelim; bu küçük devlet, her yıl durumunun daha kötüye gideceğini kabul ederse ve savaşı önleyemeyecekse durumunun daha az kötü olduğu zamandan yararlanmak zorunda değil midir? O halde bu küçük devlet taarruz etmek zorundadır; ama bunu, taarruz kendisine yarar sağlayacağı için değil -çünkü taarruz tam tersine kuvvet eşitsizliğini daha da artıracaktır- ya en kötü zaman gelip çatmadan kesin sonuca gitmek zorunda olduğu ya da bu arada sonradan yararlanabileceği birkaç avantaj sağlamak zorunda olduğu için yapacaktır. Bu teori saçma görünemez. Ama bu küçük devlet, düşmanın kendisine taarruz edeceğinden tamamen emin ise ona karşı ilk başarısını kazanmak için savunmaya geçebilir ve geçmelidir; bu takdirde zaman kaybetmek tehlikesinde de değildir.
Sf: 654

Doktrin: “Savaşan, kaybedebilir. Savaşmayan, çoktan kaybetmiştir.” – Che Guevara
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (26)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (148)
- kitap (155)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)