Martha Stout’a Övgüler
Sf: 4
“Sahtekar, dolandırıcı ve seri katilin ortak özelliği nedir? Martha Stout’un Yanı Başınızdaki Sosyopat’ ta işaret ettiği üzere, hepsinden çok temel bir şey eksik: vicdan.” – Dr. John Rooney, Philedelphia Inquirer
Sf: 5
“Yan kapı komşunuz size normal görünüyordur ama aslında
Şefkatlidir, o yüzden ya ondan kurtulmalı ya da hayatınızın mahvolması riskini göze almalısınız.
                                                        -Dr. Norman E. Rosenthal, Washington Post Book World

Sf: 6
Kendi vicdanlarınıza aykırı olsa bile otoriteye uymaya programlıyız.
                                                                                                     -Amy Finch, Boston Phoneix

Sf: 15
Herkes vicdanın insanlar arasında evrensel olduğunu varsaydığı için, vicdandan bağımsız olduğunuz gerçeğini saklamak neredeyse hiç çaba gerektirmeyecek.

Sf: 16
Bazı insanlar -vicdanları olsun veya olmasın- durağanlığın rahatlığını tercih ederler, bazılarıysa hayaller ve vahşi ihtiraslarla doludurlar. Bazı insanlar harika ve yeteneklidir, bazılarıysa kıt akıllıdır.
Sf: 17
Zekanız muhtemelen ortalamanın biraz üstünde ve insanlar sizi zeki, belki de çok zeki olduğunuzu düşünüyorlar.
Bazen sadece sizin anlayacağınız, huysuz ve öfkeli ruh hallerine bürünüyorsunuz.
Sf: 18
İşiniz ne olursa olsun, kovulmadan ve olan bitenden sorumlu tutulmadan yapabileceğinizin en sık ve en cüretkar şekliyle, elinizin altındaki insanları kullanıyor ve onların gözünü korkutuyorsunuz.  
En zevkli yanı da, sizden daha zeki ve daha başarılı olan veya muhtemelen daha zarif, daha çekici, daha popüler veya daha beğenilen insanları aşağı çekebilmek. Bu sadece eğlenceli değil, varoluşsal bir öç de.
Sf: 20
Vicdanı olan insanların “depresyonda” veya “sorunlu” olduğuna inandıkları insanlarla konuşurlarken suçlu hissettiklerine dikkat edersiniz. Gerçekte, ki sizin avantajınıza, böyle bir insanla ilgilenmek zorunda hissederler kendilerini.
Sf: 21
“Antisosyal kişilik bozukluğu” toplumun yüzde 4’ünde -yani yirmi beş kişide bir- 
Karakterin düzeltilemeyen bir bozulması olarak bahseder. Vicdan yoksunluğu başka isimlerle de anılır, çoğunlukla “sosyopatlık” ya da daha tanıdık bir terim olan psikopatlık
Zihin karışıklığı olmaksızın delilik
Sinirlilik
Kendinin veya başkalarının güvenliğini kayıtsızca umursamazlık.
Bu özelliklerin başlıca gözlemlenenlerinden birisi akıcı konuşma ve gerçek sosyopatın diğer insanları mecazen veya gerçekten baştan çıkarmasını sağlayan yüzeysel cazibedir 
-öyle bir çeşit ışıltı veya karizma, ki başlangıçta, sosyopatı daha cazibeli ve etrafındaki diğer normal insanlardan daha ilginç gösterebilir.  Başka herkesten daha spontane, daha çarpıcı,bir şekilde daha “karmaşık”, daha seksi veya daha eğlencelidir. Bazen muazzam bir beğenmenin eşlik ettiği bu “sosyopat karizması” başta zorlayıcı olabilir, ama yakın inceleme sonucu acayip veya belki de gülünesi gelebilir. (“Dünya bir gün benim ne kadar özel olduğumu fark edecek,” veya “Bunu benden sonra hiçbir aşığın yapmayacağını göreceksin).
Sf: 22
Yüzeysel cazibe sıyrıldığında, evlilikleri sevgisizdir, tek taraflıdır ve çoğu kez kısa sürelidir. Eğer evli bir eşin bir sosyopat için değeri varsa, eşini, kaybettiği zaman kızgın olacağı ama hiçbir zaman üzgün veya sorumlu olmayacağı bir mülk olarak gördüğü içindir.
Sf: 26
Hepimiz karanlıkta kaybolduk. Hepimiz bir şekilde bunalıma girdik. Hepimiz, en az bir veya iki defa kendimizi aptal hissettik. Hepimiz talih kuşu bize konarsa ne yapacağımıza dair kafamızda listeler oluşturduk. Ve geceleri rüyalarımızda düşüncelerimizle hayallerimiz birbirine karıştı.
Sf: 29
Sosyopatlık, eşini dövmekten ve tecavüzden seri cinayete ve savaş yanlılığına uzanan ilişkisi.
Sf: 30
Ama terörist saldırılarını tüm dünyada nefreti tutuşturmak için kullanılan kötü ruhlu bir kışkırtıcıydı.
Sf: 32
Bu hayret verici karşıtlığı görmek için, insanların elleri ve dizleri üzerinde bir drenaj borusundan bir köpek yavrusunu kurtarırlarken ki, akabinde diğer insanların kadın ve çocukları katledip cesetlerini üst üste yığmasının takip ettiği haberlerin görüntülerine rastlamak için sadece televizyonumuzu açmamız yeterli. 
Sabahleyin birisi bize yere düşürdüğümüz 10 dolarımızı geri vermek için içtenlikle yolunu değiştiriyor ve öğleden sonra başka birisi önümüzü kesmek için sırıtarak yolunu değiştiriyor.
Sf: 36
Joe Reebok’u yavruyken aldı, çünkü Joe çocukken babası onun evcil hayvan almasına izin vermiyordu ve o da büyüyüp başarılı olunca kendine bir köpek, hem de iri bir tane alacağına içinden yemin etmişti.
Sf: 37
Belki de birisini yardım etmesi için aramalıyım, dedi Joe umutsuzca. Ama hayır. Halihazırda birkaç kız arkadaşı var ve bu yüzden hiç kimsede evinin anahtarı yok.
   
Sf: 40
Meselenin ilgi çekici gerçeği, vicdani gibi görünen yaptığımız şeyler aslında çok başka bir şey tarafından güdüleniyor -korku, sosyal baskı, gurur, hatta basit bir alışkanlık.

Sf: 43
Vicdanın Tarihçesi
Herkesin vicdanı, yani başkalarına olan bağlılığımızdan kaynaklanan bu müdahil zorunluluk hissi yoktur. Bazı insanlar, başkalarını yüzüstü bırakmaktan, incitmekten, aşağılamaktan ve hatta öldürmekten sonuçlanan derin endişeler yaşamazlar. Eğer ilk beş duyumuz fiziksel olanlarsa -görme, duyma, dokunma, koklama, tatma- ve “altıncı his” de sezgimize verdiğimiz isimse vicdan nihayet yedinci olarak numaralandırılabilir. Türümüzün evriminde daha geç gelişti ve hala evrensel olmaktan çok uzak.
Sf: 47
Süper ego sonunda gelişmekteki zihinde, çocuğun davranışlarıyla düşüncelerini tek taraflı olarak yargılayan ve yöneten serbest bir güç haline geldi. Etrafta hiç kimse yokken bile “Hayır,” diyen, emredici, suçluluk duygusu aşılayan bir iç ses haline geldi.
Sf: 48
Joe’nun toplantıyı kaçırmaya dair verdiği karar süperego tarafından yapılmış olabilirdi. Örnekleme amacıyla, Joe’nun evcil hayvan almasını istemeyen babası ona dört yaşındayken “Hayır küçük Joey, köpek alamayız. Köpek büyük bir sorumluluk. Köpeğin olduğunda, her zaman yaptığın işi bölüp onunla ilgilenmen gerekir,” dediğini düşünelim. Joe’nun arabasını geri çevirmeye dair verdiği yetişkin karar, bu hükmü gerçekleştirmekte ısrar eden süperegosu tarafından pek ala yönlendirilmiş olabilir.
Sf: 49
Başlıca ailelerimiz ve geri kalan insan topluluğu tarafından korunmamız ve kucaklanmamız için bebeklikte ve çocuklukta başlayan içsel bir ihtiyaçtan dolayı, kurallara uyarız, erdemlere saygı gösteririz.
Sf: 51
Size olan ilk şey nedir? İçinizden bir ses “Onu öldürmemeliydin! Bunun için hapse gireceksin!” mi diyor kendinize sonuçları hatırlatarak? Yoksa bunun yerine bir hayvanı öldürdüğünüz ve komşunuzu kederle ağlattığınız için kendinizden nefret mi edersiniz?
Sf: 58
Süper Skip
Skip bir sosyopat. Vicdanı  -başkalarına olan duygusal bağlılığından dolayı ona karışan bir zorunluluk hissi- yok. Birazdan değineceğimiz ileriki yaşamı, vicdanı olmayan akıllı bir yetişkinin neye benzeyeceğine dair eğitici bir örnek.
Sf: 59
Skip hayatta, en azından doğrudan olarak kimseyi öldürmedi ve şu ana kadar hiçbir hapishanenin içini görmedi. Tam aksine, anne babasının parasını miras almamasına rağmen, bir kraldan daha zengin ve başarılı hale geldi. Eğer onunla şimdi tanışırsanız, bir restoranda veya caddede bir yabancı olarak karşılaşırsınız, sizin gözünüze pahalı takımlı şık başka bir orta yaşlı adam görünecektir.
Sf: 61
“İkimiz de biliyoruz ki kendisine neyin çarptığını hiçbir zaman bilmeyecek.”
Bir sekreter, Skip’in onu kucağına zorla oturtmaya çalışırken kolunu kırdığını iddia ederek Arika’ya dava açtı. Dava, sekretere sus payı olarak elli bin dolar verilmesiyle mahkemeye yansımadı. Elli bin dolar şirket için hiçbir şeydi. O “Süper Skip” ti ve işvereni onun bakım masraflarına değdiğini anlamıştı.
Sekreterden sonra daha başka cinsel istismar suçları da oldu.
Sf: 62
Skip’in diğer insanlarla hiçbir duygusal bağlantısı yok, hem de hiç. O, buz gibi soğuk.
Sf: 63
Kendisini ele verecek bir vücut dili veya yüz ifadesine neden olacak bir suçluluk duygusu hissetmeden, ustaca ve sürekli olarak yalan söylüyor. Cinselliği bir manipülasyon aracı olarak kullanıyor.
Ama o, Armani takımları içinde, bir topluluğun lideri. Juliette’in sevgili kocası, iki kocası babası. Arika Şirketi’nin CEO’su, Tanrı aşkına! Onu neyle suçluyorsunuz, elinizde hangi kanıt var? Hangisi kulağa daha çılgınca gelecek -başkan Skip mi, yoksa onu suçlayan mı?-
Sf: 64
Skip’in göstermediği tek “semptom” muhtemelen madde bağımlılığı. En yaklaştığı nokta akşam yemeklerinden sonra aşırı içtiği viski. Aksi taktirde tamam olacaktı.
Sf: 65
Başkalarının hiçbir şeyiyle ilgilenmiyor, bu yüzden iş dünyasındaki sayısız başarılarını ne anne babasına ne de karısına anlatmaktan zevk almıyor. Canı istediği herhangi biriyle akşam yemeği yiyebilir, ama kimseyle anı paylaşamaz. Çocukları dünyaya geldiğinde, korkmamıştı, heyecanlanmamıştı da. Onlarla olmaktan veya onların büyümesini izlemekten neşe bulamıyor.
Ama Skip’in yapabileceği tek bir şey var, hem de bunu hemen hemen herkesten daha iyi yapıyor: Skip kazanmakta mükemmel. Egemen olabiliyor. Başkalarını kendi iradesine göre yönlendirebiliyor.
Sf: 66
İstediği her kadını elde edebileceğini ve önüne çıkan her insanı kullanabileceğini düşünüyor.
Tanım gereği, sosyopatlar dahil bir sürü insan, ortalama bir zekaya ve görünüşe sahiptir.
Sf: 68
“Bundy’nin bir sosyopat olduğu düşünülmektedir. İşlediği vahşi cinayetlere rağmen eğitimli, yakışıklı ve kibar bir genç adam olarak tanımlanır. Kurbanlarını genelde sopayla döverek, bazen de boğarak öldürmüştür. Kurbanlarının çoğuna tecavüz ettiğine ve ayrıca, öldürdükten sonra da tecavüz edip, bedenlerini kestiğine inanılmaktadır.
Sf: 70
Çoğunlukla kötü olarak belirtilen kişiler dünyadaki varlıklarında hiçbir sorun yokmuş gibi görmeye eğilimlidirler.
Sf: 71
Bütün insanların aynı -onlar gibi ahlaksız- olduğunu, ama onların “vicdan” adı verilen efsanevi bir şeyin dürüst olmayan bir şekilde rolünü yaptıklarını düşünürler. Bu son ifadeden anlaşıldığı üzere, dünyadaki tek açık sözlü ve dürüst insanlar kendileridir.
Sf: 74
Bizim yüce vicdan duygumuz, bağlantı ve anlam getiricimiz, doğruya karşı yanlıştan alakasız, ahlaki duyarlılığımızla bağıntısız bir şeyden, gripten -gece uyuyamayan bir uykudan, bir araba kazasından ve diş ağrısından- belirgin bir şekilde etkilenebilir. Normal vicdan hiçbir zaman yok olmaz, ama vücut zayıflığından, vicdan çok uykulu veya odaklanmamış olabilir.
Eğer bir insan akut bir hasta veya cildi yaralıysa ya da korkuyorsa ve buna rağmen duygusal bağlarına sadık kalıyorsa, o insanın cesur olduğunu düşünürüz. Klasik örnek, kendisi yaralı olduğu halde, silah arkadaşını düşman ateşinden kurtaran askerdir. Bu tür eylemleri tarif ederken cesaret kavramında ısrar etmemiz, vicdanın sesinin çoğu zaman var olan acı veya korkudan dolayı yükseldiğine dair örtük bildirimimizdir. Reebok’la ilgilenmek için, Joe 40 derece ateşle eve ani bir dönüş yapsaydı, onun davranışını küçük de olsa kahramanca görebilirdik.
SSf: 81
Bunun bir açıklaması, ölenlerin nasılsa sadece onlar olduğuna inandığımız transa benzeyen durumumuz. Tabii ki -her zaman- korku ve çoğu zaman çaresizlik hissi var. Kalabalığa bakıyoruz. ve kendi kendimize düşünüyoruz: “Bana karşı olan çok var.”, “Başka hiçbir insanın buna karşı çıktığını duymuyorum” ya da daha uysal bir şekilde “Ne yapalım, dünya hali böyle”, “Politika böyle”
Çok basitçe, kendi vicdanlarımıza aykırı olsa dahi otoriteye boyun eğmeye programlıyız.
Sf: 82
Stanley Milgram

Sf: 83
Diğer odadaki öğrenen aslında deneycinin eğitimli müttefiki olan bir aktördür ve hiçbir şoka maruz kalmayacaktır. Ama tabii ki öğretmen bunu bilmemektedir ve deneyin asıl deneği öğretmendir.
Deneyci -beyaz laboratuvar önlüğü içindeki Yale profesörü- şok üreticinin önündeki öğretmenin arkasında durur ve ona sakince birbiri ardına gelen yazılı hatırlatmalar verir: “Lütfen devam et”, “Deney, senin devam etmeni gerektiriyor”, “Öğrenen hoşlansın ya da hoşlanmasın o, bütün kelime çiftlerini doğru öğrenene kadar senin devam etmen gerekiyor. O yüzden lütfen devam et.”
Deneyin amacı deneklerin (bu deneyde öğretmenlerin), açık seçik bir ahlaki buyrukla sunulduğunda Milgram’ın otoritesine ne kadar sürede karşı çıkacaklarını keşfetmekti. Yalvaran, çığlık atan bir yabancıya, sadece otorite figürü öyle söylediği için ne kadar elektrik şoku uygulayacaklardı.
Sf: 85
 “Elle tutulur bir oranda insanlar, eylemin içeriği ve vicdanın kısıtlamalarına bakmasızın, aldıkları emir meşru bir otoriteden geldiği sürece, onlara ne söylenirse onu yapıyorlar.”
Sf: 86
Milgram, deneklerin şok vermesini buyuran biri olarak, bir bilim insanı değil “sıradan insan” rolü yapar.
Beyaz laboratuvar önlüklü adam değil de “sıradan insan” yetkili olunca, deneklerin cihetinde boyun eğme yüzde 62,5’ten yüzde 20’ye düştü. Paket ve algı her şey değildir, ama epey yaklaştıkları aşikar. Bazılarımız bizim gibi görünen birine direnebilir, ama çoğumuz otorite gibi görünen birisine boyun eğeriz.
Sf: 87
Milgram deneyi o odada olmadığı şekilde çeşitlendirdiğinde, boyun eğme üçte iki oranında, “sıradan insan” yetkili olduğundaki oranla aynı seviyeye düştü. Otorite yakınlarda olmadığında denekler, makinedeki daha düşük şok seviyelerini kullanarak “hile yapmaya” kalkıştılar.
Vicdanın bu yönü, normal insanlarda o kadar esnek ki askeriye psikologları, herhangi bir sebeple adamlara birilerini öldürtmek için, emirlerin birliklerle birlikte orada olan otoriteler tarafından verilmesi gerektiğini artık biliyorlar. Yoksa sahadaki adamlar öldürmeye yönelik emirlerde, vicdanının kuvvetli yasağını ihlal etmemek için “hile yapacak”, bilinçli olarak hedefi ıskalayacak veya ateş etmeyi beceremeyecek.
Liderleri onlara emir vermek için oradayken bütün askerler boyun eğiyor ve silahlarını ateşliyorlardı, ama liderler gittiğinde ateş etme sıklığı yüzde 15 ile 20 arasında düşüyordu. Marshall, doğrudan ateş etmelerinin emredildiği bir mıntıkada askerlerin büyük bir rahatlık göstermesinin, “bir süreliğine hayat alma mecburiyeti altında olmalarının kutu bilgisinden yola çıkarak orada daha güvenli olmalarının farkındalığıyla çok da alakalı olmadığına” inanıyordu.
Sf: 88
Şiddet ve savaşın süregelen geleneğine rağmen, insanlar doğalarında katil değillerdir. Vicdanın sonuçlarını altüst etmesi, bir yabancıyı öldürmek amaçlı bir süngü çekebilmek veya tetiğe basabilmesi için, normal bir insanın dikkatlice öğretilmiş, psikolojik olarak hazırlanmış ve savaş alanındaki otoriteler tarafından emredilmiş olması gerekir.
Almanlar, sapkınlar, pisliklerden başka bir şey olmadığını hatırlatmaya yardım eder.
Sf: 89
Mesela, Vietnam Savaşı’nın son safhaları sırasında ahlaki rezalet dışında bir şey hatırlamak şimdilerde zor olsa da, savaş başladığında, Amerikalılara, Güney Vietnamlı insanları terör ve esaret içindeki bir gelecekten ancak ve ancak onların kurtarabileceği tekrar tekrar garanti ediliyordu.
Başka bir deyişle, vicdan kandırılabilir ve sıra yabancıları öldürmeye geldiğinde, hile genellikle gerekir.
Otoritenin cam fanusu içinde susturulmadıkça, bize öldürmememiz gerektiğini hatırlatan, insani birlikteliğimizden her zaman bir feryat -her zaman vicdanın sesi- yükseldi.
Otorite vicdana baskın çıktığında ve bir asker savaşta öldürmeye kışkırtıldığında, post-travmatik hafızasına katılan depresyonla birlikte boşanmalar, bağımlılıklar, ülserler ve kalp rahatsızlıklarından mustarip olacaktır.

Sf: 91
Vicdana bağlı olanlar için yeni bir sorun daha: Garip gelebilir ama sosyopatların çoğu görünmezdir.
Sf: 98
Hiç vakit kaybetmeden iki tane cüsseli akıl sağlığı çalışanı onun ofis kapısında beliriyor. Onlar kocaman, ama otorite olan o ve onun talimatlarını sorgulamadan uygulayacaklar. Bunu düşünmek ona zevkten küçük bir titreme veriyor.
Sf: 99
Sosyopatlar her zaman açgözlü bir doğada olmazlar -kimisi çok farklı şekillerde harekete geçer- ama vicdan eksikliği ve açgözlülük aynı kişide bir arada olduğunda, hayret verici ve korkutucu bir resim ortaya çıkar. Başka birisinin en değerli “aidiyetlerini” -güzellik, akıl, başarı, güçlü bir karakter- çalmak veya kendisine almak mümkün olmadığından, açgözlü sosyopat gıpta edilir özellikleri kötüler veya onlara zarar vermeye çalışır ki onlara sahip olmasınlar.
Sf: 100
Genellikle hedef olduğunun farkında bile olmayan insanlara yönelik ceza, açgözlü bir sosyopatın hayatındaki en önemli aktivite ve en baş önceliği.
Doreen’in gerçekten zeki olanların arasında yaptığı gibi, yalın bir görünümle hastanede profesyonel insanların arasında on sene boyunca saklanabilir.
Açgözlü sosyopat koyun postu giymiş kurttur.
Sf: 101
Doreen her zaman, bir insanın bir sürü kitap okuyarak pek çok şey öğrenebileceği fikrinin haklılığını hissetmiş ve görünüşe bakılırsa bu fikir için doğmuş.
Sf: 104
Doreen arabasını bıraktığı yere yürüyor ve orada bu sabah yanına park ettiği külüstür Escort’un sahibi Jenna’yla karşılaşıyor. Jenna hastanenin yeni stajyeri ve resepsiyonist Ivy’nin aksine genç, canlı ve güzel. Uzun, sevimli, dümdüz kestane rengi saçları var ve Doreen onu hedef seçiyor.
“Merhaba Jenna. Eve mi gidiyorsun?”
Jenna muhtemelen eleştiri olduğunu düşündüğü bu bariz soru karşısında gözlerini kırpıştırıyor, çünkü stajyerlerin saatlerce köle gibi çalışması beklenir. Ama toparlanıyor: “Evet, evet. Eve gidiyorum. Sende mi?”
Doreen ilgili görünüyor. “Chatwin Salonu’ndaki acil durum konferansı ne olacak?”
Chatwin Salonu, Doreen’in Jenna’nın birincil amiri olduğunu bildiği katı ve korkulan Dr. Thomas Larson tarafından yönetilen bir koğuş. Tabii ki o sırada konferans yok. Doreen onu demin uydurdu.
Sf: 105
Yarın ya da ondan sonraki gün Jenna’yla yeniden karşılaşacak ve Jenna ona hiç var olmayan konferans hakkında soru soracak. Doreen sadece omuz silkip Jenna’nın yumuşak gözlerine sert bir şekilde bakacak, Jenna’da geri çekilecek.
Sf: 106
Bu, şaşırtıcı bir şekilde iyi davrandığı düşünülen üç yaşındaki yaramaz bir kızı, annesinin çantasından şeker aldığı için azar işiten kızdan ayıran farkla aynı. Fark, basitçe onun yakalanıp yakalanmadığı.
ABD’deki hapishanelerin mahkumlarından sadece yüzde 20’si sosyopatlardan oluşuyor.
Çok az sosyopatın resmi anlamda suçlu olduğunu gösteriyor.
Sonuçta çoğu psikopat hapse atılmaz. Onlar dış dünyada benimle ve sizinleler.

Sf: 113
Sayısı defalar insanların kafalarını salladığını ve “Hayatımda karşılaştığım en cazibeli insandı”, “Onu sanki yıllardır tanıyordum”, “Onda başkalarında olmayan farklı bir enerji vardı” gibi beyanlar veriyorlardı.
Tehlikeli insanları çekici bulduğumuzu söyler ve sosyopatlara kapıldığımızda bu klişeyi kanıtlamış oluruz. Sosyopatlar pek çok açıdan tehlikelidir. En göze çarpanı, riskli durumları ve seçimleri tercih etmeleri ve başkalarını da onlarla birlikte risk almaya ikna etmeleri.

Sf: 114
Bizim ara sıra gerilim yaşamaya olan normal yakınlığımız, risk alan sosyopatı bize -başlarda- çok cazibeli gösterebilir. İlk başta riskli bir sahneye davet edilmek.
Haydi, asansörde seks yapalım. Haydi, paranı biraz önce aldığı ateşli tüyoya yatıralım. Haydi, şu restorandan içeri tişört ve blucinlerimizle girelim.

Sf: 115
Rasputin, ayrıca birlikte olduğu kadınların sayısı ve penis boyuyla da efsaneleşmiştir, ç.n
Dahası utanmazlar bizi, bizim onları bildiğimizden daha iyi bilirler. Biz bir insanın vicdanı olmadığını görmekte aşırı zorlanırız, ama vicdanı olmayan insan kimin dürüst ve güvenilir olduğunu anında tanıyabilir.

Sf: 116
Ayrıca kendisiyle kurbanın bir şekilde aynı olduğunu iddia ederek bir yakınlık ve samimiyet hissini nasıl uyandıracağını bilir. Kurbanlar, sosyopat gittikten sonra bile onları hala etkileyen “Bilirsin, senle ben birbirimize çok benziyoruz” veya “Öyle görüyorum ki sen benim ruh ikizimsin” gibi beyanları hala hatırlarlar.
Çoğu insan için cinsel ilişki, geçici de olsa duygusal bir bağ içerir ve bu bağlar, taş gibi acımasızlar tarafından istediklerini alabilmek için kullanılır -bağlılık, finansal destek, bilgi ve “kazanma” hissi.

Sf: 117
Doreen, cinsel olarak kullandığı iki insanın yazdığı referans mektubu sayesinde psikolog pozu yapabildi.
Doreen, hastası Dennis için timsah gözyaşları döktü. Küçük köpeğini uyutmak “zorunda bıraktıran” berbat, acı verici hastalığı anlatırken de hiç şüphe yok ki Ivy’nin önünde tekrar bolca ağladı.
Başka bir insan tarafından köşeye sıkıştırılmak üzere olan bir sosyopat, iyi bir vicdan sahibi hiç kimsenin direnemeyeceği acınası ağlayan bir tip haline geliverir. Ya da tam tersi: Köşeye sıkışmış bir sosyopat, haklı bir gücenme ve öfke takınıp onu suçlayanı korkutmaya çalışır, kovulduğunda Doreen’in hastane yöneticilerine yaptığı gibi.

Sf: 118
Eğer şüpheli bir davranış görürsek, ismi Doreen Littlefield olan birisini hemen sorgulayabiliriz, ama davranışı ne kadar garip olursa olsun Dr. Doreen Littlefield diye birini sorgulamak aklımıza gelmez. Bizim için açık ve olumlu bir anlamı olan doktor unvanıyla ilişki kurarız ve kendine böyle diyen biri hakkında pek fazla düşünmeyiz.
Ayrıca kişi kendisini bir şekilde iyiliksever, yaratıcı veya anlayışlı olarak tanıttığında, onun var olan davranışı yüzünden de dikkatimiz dağılır. Kendilerinin hayvansever olduğunu iddia eden insanlardan şüphelenmeyiz mesela. Kendini ressam ve entelektüel olarak tanımlayanlara da ekstra yol veririz, kısmen çünkü normdan eksantrikliğe her geçişi bizim, normal insanların muhtemelen anlayamayacağı bir şey olarak atfederiz. Genelde bu tür gruplara saygımız yapıcı bir duyarlılıkladır, ama bazen de başkalarını taklit eden sosyopatlara kapıları açar.

Sf: 119
Benjamin Wolman
“İnsan zulmü genelde, bir sosyopat çok sayıda insan üstünde olağanüstü, neredeyse hipnotize edici bir kontrol elde ettiğinde artar. Tarih, destek sağlamayı başarabilen… ve insanları vahşete sevk eden reisler, peygamberler, kurtarıcılar, gurular, diktatörler ve diğer sosyopat manyaklarla doludur.” Böyle bir “kurtarıcı” normal topluluğu kendi amaçlarına göre sinsice yönelttiğinde, onlara genelde insanlığın durumunu düzeltecek iyi insanlar olarak hitap eder ve sonra buna onun saldırgan planını izleyerek başarabilecekleri konusunda ısrar eder.
Berbat şeyler yapan insanlar, berbat bir şey yapıyormuş gibi görünmezler.

Sf: 120
Ted Bundy (İkinci Bölümde, Oyunu Oynamak başlığı altındaki detaylı bilgi var ç.n) o kadar yakışıklıydı ki kadınlar ona ölüm hücresinde bile evlenme teklifi yolluyorlardı.
Gerçek dünyada kötü adamlar
Hannibal Lechter’a (Kuzuların Ssessizliği’nde Anthony Hopkins’in canlandırdığı katil ç.n) veya sallanan sandalyedeki cesede bakan Tony Perkins benzemezler. Tm tersine, bize benzerler)

Sf: 121
Neden öyle bir insan böyle iğrenç bir şey yapar ki? Bu, diğerlerinin açıkça veya ima ederek her zaman sorduğu bir sorudur. Öyle hayret verici, öyle cevaplanamaz bir sorudur ki sosyopattan şüphelenen birisi de sonunda bunu sorar, çünkü hiçbir mantıklı gelen açıklaması yoktur.
Sf: 123
Pul Adam, birkaç yıl aralıklarla, birkaç posta ve polis memurunu bir saat kadar etrafta koşturmanın getirdiği gerilim için hayatının yarısını hapiste geçirdi. Doreen, meslektaşına biraz olsun zarar verebilmek için kariyerini seve seve bariz riske attı. Bunlar, bizim anlamaya ve hatta inanmaya hazırlıklı olmadığımız davranışlar.,
Sf: 124
İyi insanlar haklı olduklarından her zaman o kadar emin oluyorlar ki.
Sf: 125
İçimizden yüzde yüz iyi bir insan diye bir şey olmadığını biliriz ve yüzde yüz kötü insan diye bir şey olmayacağını da varsayarız.
Judo-Hıristiyan gelenekte, şeytanın kendisi de düşmüş bir melektir. Büyük ihtimalle tamamen iyi, bütünüyle kötü bir insan yok.

Sf: 126
Otobüs gürültülü bir şekilde okula giderken, oğlanlardan birisi diğer bir oğlanı dürtükleyerek ve saçını çekerek rahatsız ediyordu. Dürtüklenen sessiz oğlan geç gelişmiş, arkadaşsız ve bana söylendiğine göre, kendisini nasıl koruyacağına dair bir fikri yok. Yetişkinler daha karışamadan, iki oğlanın hemen arkasında oturmakta olan küçük bir kız rahatsız eden oğlanın omuzuna hafifçe vurdu ve şöyle dedi: “Bu gerçekten çok acımasızca.
Yeter artık.”
Sf: 127
Kızınıza açıkça veya pasif biçimde öfkesini saklaması, kendini savunmama hususunda nazik ve kabullenici olması ve hiçbir nedenle tekneyi sallamaması gerektiğini öğretirseniz, toplum yanlısı hissini güçlendirmezseniz, ona zarar verirsiniz -ve korumayı bırakacağı ilk insan kendisi.
Sf: 131
Çölde yaşlı bir keşiş bir gezgine bir zamanlar bir tembih etmiş: Tanrı’nın ve Şeytan’ın sesleri nadiren ayırt edilebilir.
                                                                                                                      Loren Eiseley
Çekici bir insanla karşılaştığımızda, bu soruyla alakalı olarak, onun hakkında şüpheye, tahminlere, hayallere çok miktarda zihinsel enerjimizi harcıyoruz.
Sf: 132
Bana bu ikinci gerçek ilk gerçekten daha zorlayıcı geliyor. Yani, şaşırtıcı bir biçimde toplum yanlısı davranışın belli bir standardı, kişiler arası dünyamız yaklaşık yüzde doksan altı güvenilir olmalı.

Sf: 133
Psikotik bir hayal, aşırı öfke, kaçılamayan mahrumiyet, uyuşturucular veya yıkıcı bir otorite figürü olmadıkça vicdan sahibi birisi, soğukkanlılıkla öldürmez veya tecavüz etmez, başka birine işkence etmez, birisinin hayat boyu biriktirdiklerini çalmaz, spor olsun diye birisini sevgisiz bir ilişkiye sürüklemez veya kendi isteğiyle çocuğunu terk etmez. -bir anlamda yapmaz değil yapamaz.
Çoğu zaman vicdanı olmayan insanlardır. Onlar sosyopatlardır.

Sf: 134
Albert Einstein’ın dediği üzere: “Dünya, kötü olan insanlar yüzünden değil onlar hakkında hiçbir şey yapmayan insanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.
Sf: 135
Ahlaksız insanların en güvenilir işareti, en evrensel davranışı, tahmin edilenin tersine ürkekliğimize yöneltilmez. O, sapıkça bizim sempatimize hitap eder.
Sf: 136
Her şeyden daha çok istediğim şey, insanların benim için üzülmesi.
Acıdığımızda bizler en azından bir süreliğine korunmasızızdır.
Birisi kendini acınası olarak tanıttığında yine de öyle davranıyoruz.
Sf: 138
Davranışı iki özelliği birden taşıyan bir insan, kitle katili veya saldırgan bile olmayabilir, ama muhtemelen yine de yakın arkadaş olmamanız, iş ortağı edinmemeniz, çocuklarınıza bakmasını rica etmemeniz veya evlenmemeniz gereken birisidir.
Sf: 140
Demek istediğim, bunun ufak kızlara söylenen şapşal bir peri masalı olduğunu düşünürdüm, hiç benim başıma geleceği -ya da isteyeceğim- aklıma gelmezdi ama işte istiyor ve hatta planlıyordum.
“Ne kadar yalnız, ne kadar üzücü” diye düşünmüştüm. O kadınlardan birisinin araba kazasında öldüğünü söyledi. Bana bunu anlatırken ağladı. Onun adına çok kötü hissettim.
Sf: 141
Özellikle de bebek hareket etmeye başlayınca bana mucize gibi geldi. Kendi kendime ‘İçeride yepyeni bir insan var, daha önce olmayan birisi, ömrümün sonuna kadar seveceğim’ birisi deyip durdum. İnanılmazdı. Luke benden çok daha az heyecanlıydı, ama hala bebeği istediğini söylüyordu. Hamileyken çirkin olduğumu düşünüyordu, ama bunun hakkında diğer pek çok adamdan daha dürüst olduğunu fark ettim.
İlk defa baba olanlarda depresyonun sık görüldüğünü söylediler.
Sf: 143
Günlük çocuk bakımı için bir au pair (çocuk bakımı için bir aile yanında kala kız, genelde yabancı ülkeden gelenlerden seçilir, ç.n)
Ama gerçek şu ki Sydney’in evlendiği ne “zavallı Luke” ne depresyondaki bir ilk babaydı ne de hayatında zor bir safhadan geçiyordu. Aksine o bir sosyopattı.
Sf: 144
Ama çoğu zaman havuzun başında otururdu, hava kötüyse içeri gelir ve televizyon izler veya bilgisayar oyunu oynardı. Bilirsiniz, hani on üç yaşında bir çocuğun oynayacağı türden oyunlar.
Sosyopatlar -bazen bağlılık veya devamı olmayan kısa ve yoğun heyecanlar- hobiler, projeler, insanlarla ilişkiler- gösterebilirler. Bu ilgiler bir anda hiç sebep yokken çıkmış gibi görünüp aynı şekilde sona erebilirler.
Sf: 145
Göremedim ve kendime müsaade etmediğim gibi etrafımdaki insanların da görebildiğini hiç zannetmiyorum.
Yüksek IQ’suna rağmen Luke esasen pasifti. Güç veya zenginlik kazanmak için gerçek veya mecazi manada gidip gırtlak kesmiyordu. Bir şirketin köpek balığı ve hızlı konuşan, yüksek oktanlı Skip de değildi. Sıradan bir üçkağıtçı olabilmek için bile yeterli canlılığı veya banka (ya da posta ofisi) soyacak cesareti yoktu. Aslında harekete geçmeyen biriydi. Onun baskın arzusu eylemsiz olmak, işten kaçmak ve başka birisinin ona rahat bir yaşam biçimi sunmasıydı. Sadece bu orta halli hedefine ulaşmak için çabalıyordu.
Sf: 146
Çocuğumun hayatında babası birazcık rol alabilse bunun hayatımdaki nüansa değeceğini düşündüm.
Sf: 147
Ve o zaman Luke bana baktı, tam gözlerimin içine ve o ansa sanki onunla hiç tanışmamış gibiydim. O kadar farklı göründü. Onlar hayatımda gördüğüm en korkunç gözlerdi.
Sf: 149
Hırslı ve kronik hoşnutsuz.
Sf: 150
Bu kadar karakteristik kanda mı oluyor, yoksa çevre tarafından mı yaratılıyor? En karmaşık psikolojik özellikler için, cevap muhtemelen ikisi de.
Karakteristiğe yatkınlık düşüncede mevcuttur, ama onun nasıl ifade edileceğini çevre belirler
Sf: 151
Minnesota Çok Yönlü Kişilik

Sf: 152
“Toplumsal normlara uymakta başarısız”, “saldırgan”, kayıtsız”, “fevri”, “hiç bir zaman tek eşli değil”
Bireyler, onları evlat edinen anne babadan çok dikkat çekici şekilde hiç tanışmadıkları biyolojik annelerine benzerler. Bu araştırmadan yüzde otuz dört oranında bir kalıtsallık tahmini çıkartılabilir.
Sf: 153
Aslında bir kişinin sosyopat karakteristiklere sahip olma eğiliminin bir bölümünün, yüzde 50 kadarının kanda olduğu geliyor.
Bu genlerin beyin fonksiyonlarını ve sonra davranışı şekillendirmeye başladığı yol, şu anda tam olarak bilinmiyor. Bir insanın DNA’sından “finansal zorluklara uymakta başarısız” gibi çok katmanlı davranışsal bir kavrama geçmek, uzun, çapraşık biyokimyasal, nörolojik ve psikolojik bir yolculuk ve buna bağlı olarak göz korkutan bir çalışma alanı.
Sf: 154
Sosyopatlarda, ağlamak veya öpmek için uyandırılan potansiyel oturmak veya liste yapmaktakinden daha çok değildir.

Sf: 155
Başka bir deyişle, duygusal sözcüklere dayanan, normal insanlar için nörolojik olarak neredeyse ani olabilecek bir görevi tamamlamaya çalışan sosyopatlar, psikolojik olarak adeta bir cebir problemi çözermişçesine tepki verir.
Sosyopatlık, sevgi ve ilgi dahil, duygusal deneyim üretebilme yeteneksizliğidir, böyle bir deneyimin zihinsel bir görev olarak hesaplandığının dışında.
Vicdan sevebilme yeteneği olmadan var olamaz ve sosyopatlık tamamen sevgisizliğe dayanır.
Bir sosyopat, “toplumsal normlara uymakta başarısız” dır, “hiçbir zaman tek eşli değil” dir.

Sf: 157
Sosyopatlar tam tersine başkalarını umursamazlar ve o yüzden uzaklaştıklarında veya gittiklerinde onları özlemezler, bir şekilde kaybedilen yaralı bir aracın yokluğundan pişmanlık duyulması hariç.

Sf: 158
İnsan eylemlerini sadece yüzeysel olarak gözlemleyebilen veya romanlar okuyup eski filmleri izleyebilen birisi, romantik, ilgili veya yumuşak kalpli davranmayı öğrenebilir. Görünüşte herkes “Seni seviyorum,” demeyi öğrenebilir veya abayı yakmış görünebilir, “Oh şuna bak! Ne kadar tatlı bir köpek yavrusu!” diyebilir. Ama bütün insanlar davranış tarafından gösterilen duyguyu deneyimlemekte yetenekli değildir. Sosyopatlar hiçbir zaman değildir. 
Toplumsal faktörlerin en ani ve en sezgisel his yaratanının çocukluktaki taciz olduğu tahmin edilmektedir.

Sf: 159
Psikolojik ve sosyolojik çalışmalar, çocukluktaki tacizin ruhu merhametsiz bir şekilde zehirlediğini göstermiştir.
Sf: 160
Bir ebeveyn bebeğe empatik olarak tepki verdiğinde, çocuğun, ferahlık ve coşku gibi olumlu duyguları teşvik edilir ve potansiyel olarak ezici olan, hüsran ve korku gibi olumsuz duyguları ılımlaştırılabilir.
Belki de en önemlisi, bebeklikteki bağlılığın daha sonraları başka insanlarla bireyin sevecen bağlar kurmasına izin verir.
Sf: 161
Gelişimsel psikologlar ve pediyatristler, bebeklere sarılmanın, onları kucaklamanın ve okşamanın, onlarla konuşmanın çok ciddi biçimde önemli ve öyle yapmamanın sonuçlarının yürek parçalayıcı olduğunu öğrenmişlerdir.
1989’da Romanya’daki Komünist rejimin düşünce, psikopat diktatör Nikolay Çavuşesku tarafından gizlenen yüzlerce yetimhanenin korkutucu fotoğrafları dünyanın geri kalanına yayıldı. Onun rejimi altında, Romanya neredeyse ayakta kalamayacak kadar fakirlik çeken bir milletti ve Çavuşesku hala hem kürtajı hem de doğum kontrolünü yasaklıyordu. Bu durum yüz binlerce açlık çeken çocukla sonuçlandı ve neredeyse 100.000 çocuk kendilerini devlet tarafından işletilen kuruluşlarda buldular. Bu yetimhanelerin tümünde, yetimlerin görevlilere oranı kırka birdi. Durumlar garip bir şekilde sağlığa aykırıydı ve çoğunu hayatta tutmaya yetecek kadar yiyecek verilmesi dışında, bebekler ve çocuklar görmezden geliniyordu.
En nazik çözüm, zengin yabancıların mümkün olduğunca çok çocuk evlat edinmesi görünüyordu. İyi niyetli Batı Avrupalılar ve Kuzey Amerikalılar, Romanyalı bebekleri evlerine getirdiler ve onları sağlıklarına döndürecek şekilde bakmaya çalıştılar. Daha sonra Paris’teki bir çift, on aylık güzel Romanyalı kızlarının avutulamaz olduğunu keşfettiler. Onlar ne zaman sarılmaya kalksalar sadece daha fazla çığlık atıyordu.Vancouver’daki bir çift, üç yaşındaki oğullarının odasına girdiğinde, onun yeni kedi yavrusunu pencereden dışarı atmış olduğunu görürlerdi. Veyahut Teksas’taki anne baba, evlat edindikleri beş yaşındaki oğullarının günlerini bir köşede bekleyip onalar uyurken gecenin bir yarısı diğer çocuklara acımazsızca saldırmasının önüne geçemediklerini kabul etmek durumunda kalmışlardı. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika, artık hayatta bile olmayan sadist bir Romanyalı sosyopat tarafından yaratılan bir bağlanma bozukluğu kabusu ithal etmişti. Bebeklikten beri bağlılıktan yoksun kalan bu çocukların çoğu sevgisizdi.

Sf: 163
Bağlılık bozukluğundan mustarip olan çocuklar, fevri ve duygusal açıdan soğuktu ve bazen anne babalarına, kardeşlerine, oyun arkadaşlarıyla evcil hayvanlarına karşı tehlikeli bir şekilde saldırgandılar. Çalmaya, kırıp dökmeye, yangın çıkarmaya meyilliydiler.
Sosyopatların aksine, bağlılık bozukluğu yaşayan çocuklar ve yetişkinler, nadiren cazibeli veya kişiler arası akıllıdır. Tam tersine, bu talihsiz bireyler, bir şekilde çok iticiler.

Sf: 164
Bunların hiçbirisi herhangi bir şekilde, gülümseme hileleri ve yatıştırıcı karizmasıyla sosyopatın bukalemunvari manipülasyonlarına ve alavere dalaveresine veya sosyal sosyopatın genelde kazandığı maddi dünyadaki aralıklı başarılara izin vermez.
Soru kalıyor: Bu çocuk bu kısıtlayıcı nörobiyolojik kusurla doğunca, sosyopatlığın bütün semptomlarını göstermeye devam edip etmeyeceğini belirleyen çevresel faktörler nelerdir? Şu anda, basit bir şekilde bilmiyoruz.
Sf: 1656
Kunlangetanın “mesela sürekli yalan söyleyen, aldatan, bir şeyler çalan, avlanmaya gitmeyen ve diğer erkekler kasabadan gittiklerinde pek çok kadından cinsel olarak faydalanan bir adam için kullanılabileceğini” yazıyordu.
Sf: 166
Kanada’nın böyle bir adam geleneksel yaklaşımı, avlanması için ısrar etmek ve sonra şahit bulunmadığı bir ara onu buzun kenarından aşağı itmek şeklindeydi. 
Merak uyandırıcı bir biçimde, sosyopatlık Doğu Asya ülkelerinde, Japonya ve Çin’de, diğerlerine nazaran oldukça az görülüyor. Araştırmalar, Tayvan’ın hem kırsal hem de kentsel bölgelerinde antisosyal kişili bozukluğunun, yüzde 0,03 ile 0,14 arasında değişen, oldukça düşük bir yaygınlığı olduğunu ortaya konmuştur. Bu, Batı dünyasının yüzde 4’lük ortalamasından, yani her yirmi beş kişide birden dikkat çekici oranda azdır. Rahatsız edici bir şekilde, ABD’ de sosyopatlığın yaygınlığı yükselmektedir.
Sf: 168
Küçük bir örnek olarak, eğer Amerikalı Skip oldukça güçlü bir Budist veya Şinto kültüründe doğmuş olsaydı, bütün o kurbağaları öldürmüş olur muydu? Belki öyle, belki değil. Beyni aynı kalırdı, ama etrafındaki bütün insanlara hayata karşı saygının gerekli olmasını savunurlardı. Zengin anne babası, öğretmenleri, oyun arkadaşları ve belki de televizyonda gördüğü ünlüler dahili dünyasındaki herkes hemfikir olurdu. Skip, yine Skip olarak kalırdı. Kurbağalar için hiçbir onur, onları öldürürse hiçbir suç, hiçbir tiksinme hissetmezdi, ama böyle davranmaktan çekinirdi, çünkü kültürü ona anonim olarak, nasıl uyum sağlayacağına dair, sofra adabı gibi belli bir düzende olan bir ders vermişti -muhteşem iyi zekasının denetimi altına almış olduğu bir ders. Sosyopatlar toplumsal dünyalarını umursamazlar, ama onunla harmanlanmak isterler ve buna ihtiyaç duyarlar.
Sf: 169
Kurban kurbağa veya insan olsa da, sosyopatlar ıstırap çekmeden öldürebilirler.
Çünkü milletlerin, insanlık tarihini oluşturan ve oluşturmaya devam eden piyade erlerinden fatihlere kadar, soğukkanlı katillere her zaman ihtiyacı vardır. Sosyopatlar korkusuz ve üstün savaşçılardır, keskin nişancılardır, gizli suikastçilerdir, özel operasyonculardır, yasadışı örgüt üyeleridir, yumruk yumruğa uzmanıdır, çünkü öldürürken (öldürmesi emredilirken) hiçbir korku veya eylem gerçekleştirildikten sonra hiçbir suçluluk hissetmezler. Açık farkla pek çok insan -ordularımızın büyük kısmı- bu kadar duygusuz olamıyorlar ve eğer dikkatlice şartlandırılmazlarsa, çoğu insan en iyi ihtimalle dördüncü derece katiller olabiliyorlar, başkalarının hayatını almanın gerekli kabul edildiği hallerde bile. Başka birisinin gözünün içine bakıp onu sakince öldürebilen bir insan sıra dışıdır ve savaşta değerlidir.
İster sosyopat veya çoban köpeği, isterse savaşçı veya kahraman denilsin, onlar oradalar, bariz bir azınlıklar ve tehlike zamanlarda milletlerin onlara çaresizce ihtiyacı var.
Ama aynı bu milletler, sahada çelik gibi sert katillerine borçlu oldukları zafer için sınırları dahilinde gizli bir bedel öderler.
Sf: 172
Çok az miktarda da olsa söylenenin dinlenmesinin ve nazik bir muamele olasılığının açıkça önerilmesinin bu kadar ani bir duygu akını getirmesinden hep etkilenmişimdir. Bence bu, bizim söylediklerimizin aslında neredeyse hiç dinlenmediğidir.
Sf: 173
Soğukkanlılıktan her zaman etkilenirim. Hannah’nınki hat safhadaydı. Kancaya takılmıştım.

Sf: 178
O gittikten sonra, bana çok şey anlatan ama hemen her şeyi anlatmayan birisiyle yaptığım seanstan sonra yaptığım üzere…

Sf: 179
Yaptığım işte, hastanın kendisinin yaşamı süresince alıştığı ve normal olduğunu düşündüğü, ama bana ayırt edici derecede anormal ve bazen de alarm veren davranışlar ve olaylar dinlerim. Hannah’dan daha sonra aldığım bilgiler bu doğrultudaydı. Babasını tarif ederken, önemsiz hikayeler anlattığına bariz bir şekilde inansa da, benim bir kenarda büzülmeme neden olan, duygusal açıdan soğuk bir bireyin gaddar ve kontrolcü eylemlerinin resminin parçalarını birleştirdim. Ayrıca akıllı genç hastamın, iş babasının ne olduğunu görmeye geldiğinde içinde kaybolur anlaşılır belirsizliği de aşina oldum.
Lisedeydim –onun lisesi, anlarsınız- ve yanağımda büyük ve çirkin bir leke vardı. “Güzel cildinde boş bir noktayı gösterdi. ” Üç gün boyunca bana bir tek kelime söylemedi -hatta bana bakmadı bile. O kadar mükemmeliyetçiydi.
Sf: 182
Ve bazen benim müstehcen bulduğum bazı sözler söyler.
Georgia, sütyensiz mi dolaşıyorsun?

Sf: 183
Yani eğer müdürseniz ve okul binasında ateşli görünen on altı yaşındaki bir kızın peşinden gidip onu belinden kavrarsanız, onun anne babasının bunu duyduğunda sinirleneceklerini ummanız lazım. Onun bunu neden anlamadığını bilmiyorum.
Sf: 184
Bu aşamada, annem telesekreterin cevaplamasına izin verir, eğer konuşmak istediği biriyse telefonu açardı.
Sf: 188
Günlük Yaşamda Sosyopatlarla Başa Çıkmanın On Üç Kuralı
Daha söylenmeden, etkileyici ve ahlaklı gelen etiketlerin baştan beri vicdanı olmayan birisine vicdan sunmadığını en iyi kendiniz anlarsınız.
Herhangi bir türde yeni bir ilişkiyi düşünürken, bir insanın yaptığı iddiaları, verdiği sözleri ve sahip olduğu sorumlulukları göz önünde bulundurarak Üçlerin Kuralını uygular. Üçlerin Kuralı’nı hayat politikanız yapın. 
Bir yalan, tutulmayan bir söz ve görmezden gelinmiş tek bir sorumluluk bir yanlış anlamadan ibaret olabilir. İki tanesi ciddi bir yanlışlık olabilir. Ama üç yalan, sizin bir yalancıyla karşı karşıya olduğunuzu gösterir.
Sf: 190
Stanley Milgram’ın bize boyu eğme hakkında ne öğrettiğini hatırlayın. On kişiden en az altısı, aralarındaki resmi görünüşlü otoriteye sonuna kadar körü körüne uyar.
*Dalkavukluktan şüphelenin.
İltifatlar sevimlidir, özellikle de içten olduklarında. Tam tersine dalkavukluk aşırıdır ve egolarımıza gerçekçi olamayan yollarla hitap eder. Sahte cazibenin malzemesidir ve neredeyse her zaman kötüye kullanma niyeti taşır. Dalkavukluktan geçen kötüye kullanma bazen zararsızdır, bazen de tekinsiz. Şişirilen egonuzu gözden geçirin ve dalkavukluktan şüphelenmeyi hatırlayın.
Bütün dillerde savaşa en sık atfedilen sıfat kutsal kelimesidir.

Sf: 191
*Eğer gerekirse, saygı kavramınızı tekrar tanımlayın.
Sıklıkla korkuyu saygıyla karıştırırız ve birinden ne kadar korkarsak, onu o kadar saygımıza layık görürüz.
Suçun, şiddetin veya terörizmin mümkünlüğü sık sık hatırlatarak insanları tehdit eden, sonra da onların büyütülmüş korkularını tabiiyet kazanmak için kullanan politikacı, küçük veya büyük olsun, adil bir liderden daha başarılı bir düzenbaz olmaya yatkındır. Bu, bütün insanlık tarihi boyunca böyle olmuştur.

Sf: 192
Eğer kendinizi sürekli olarak sizinle başkalarını inciten ve etkin bir şekilde sempatinizi seferber den birine acırken buluyorsanız, yüzde 100 ihtimalle bir sosyopatla karşı karşıyasınız demektir.
Sf: 193
Gülümsememekten ve sakince sadete gelmekten korkmayın.
Sf: 194
“Sende aynı benim gibisin,” diye devam eden birisini görmezden gelin. Aynı değilsiniz.
Sf: 197
Darwin 1859’da Türlerin Kökeni’ni yayımladığından beri, bilimsel teorilerin çoğu insanlar dahil olmak üzere bütün canlıların doğal ayıklanma kanuna göre evrimleştiklerini varsayar. Bu kanuna göre, daha popüler bilinen şekliyle “orman kanunu”, yaşamını sürdürmeyi ve üremeyi (ve dolayısıyla kendi genetik malzemesinin devamını) arttıran herhangi bir özellik toplulukta kalıcı olmaya meyillidir. Eğer fiziksel bir özellik veya davranışsal bir eğilim sayısız nesillerin bireylerine bu isabetli yaşamını sürdürme avantajını bahşederse, pek çok durumda ve habitatlar boyunca, adım adım ve ezelden beri, türlerin standart genetik planının bir parçası olur.
Sf: 198
Mesela, talepkar bir vicdanı olan kocaman bir köpek balığı hayal edin. Ne kadar süre yaşardı? O zaman insan vicdanının evrimsel kökenleri ne olabilirdi?
Sf: 199
Türümüz hem bir Napolyn hem de bir Rahibe Teresa üretti. Ama temel evrim teorisine göre,Rahibe Teresa hiç doğmamalıydı, çünkü ne hayır yapmanın ne de iyi veya kötü hissinin görünüşte orman kanunuyla bir alakası yok. Peki, orada neler oluyor? David Papineau’nun Matt Ridley’ni kitabı The Origins of Virtue (Erdemin Kökenleri) hakkında yazdığı New York Times makalesinde sorduğu gibi: “Eğer Atalarımız Afrika savanlarında yemek için didinirken ilk önce iyi insanlar tükeniyorsa, neden ahlak bize şimdi bu kadar doğal geliyor.
Sf: 200
Oldukça basit bir şekilde işbirliği yapan ve birbiriyle ilgilenen bireylerin olduğu bir grubun grup olarak yaşamını sürdürmesi, birbirleriyle yarışan veye birbirlerini görmezden gelen bireylerin oluşturduğu gruptan daha olasıdır.
Sf: 202
Son ayıklanması, eğer birey sadece kendi yaşamını sürdürme ve üreme ihtimallerini değil onunla aynı genetik yapılışı paylaşan diğer bireyleri de korursa, bireyin genetik taslağının (tabiri caizse bireyin “ölümsüz” olma şansını taşıdığı tek yönünün) parçalarının daha iyi üstesinden geleceği anlamına gelir. Eğer kan bağı olanlara cömertçe ve korumacı bir şekilde davranırsa, onların artırılmış yaşamı sürdürme ve üreme oranları gelecek nesillerde kendi genlerinin sayılarını yükseltecektir, çünkü hısımlarıyla onun bir sürü ortak geni vardır.
Sf: 203
Samuel Butler’ın ünlü sözünde olduğu gibi: “Bir tavuk, bir yumurtanın başka bir yumurta yapmasının yoludur.
Sf: 206
Bu, neredeyse evrensel olan, bir köpeği besleyip beslememekten nükleer bir füze fırlatıp fırlatmamaya kadar her şey hakkında kendimize ahlaki ve etik sorular sorma yeteneği nereden gelir?
Sf: 214
Benim için en şaşırtıcı olan, çocukluğumdan bu yana tanıdığım tüm insanlara, benim için kısa bir süreliğine de olsa önem taşımış herkese, şefkat hissettiği herhangi birine karşı birden ve bilinçli bir şekilde bağlı olduğunu hissetmekti.
İnsanlara olan derin bağlılığımızdır.
Sf: 220
Hannah’ın babası onun için değerli olması gereken her şeyi kaybetti. Elli yaşına geldiğinde işini, topluluktaki konumunu, güzel karısını ve sevgili kızını kaybetti, hem de bir eroin oyununda ufak bir oyuncu olmanın heyecanı için. Sonunda başka bişr suçlu tarafından kafasına yiyeceği bir kurşunla ölmesi muhtemel. Luke, hastam Sydney’in avantacı eski kocası da değerli olan her şeyi kaybetti -karısını, oğlunu ve hatta yüzme havuzunu. Süper Skip kendini kaygısızca Menkul Kıymetler ve Kambiyo Komisyonu tarafından düşürebilmek için fazla saldırılamaz ve fazla akıllı addediyor, ama MKKK ona ciddi bir şekilde saldırdığında hiçbir olmadığını görecek. “Dr.” Doreen Littlefield, gerçek bir doktora derecesine sahip olabilecek keskin bir zekası olmasına rağmen, kıskandığı insanlarla aynı can sıkıcı oyunları oynayarak, saklanacak yeri kalmayana kadar, kaçak olarak daha ve daha göze çarpmayan yerlere göç edecek. Elli yaşına geldiğinde, yolculuklar ve açgözlülüğü banka hesabını boşaltacak ve suratını canı sıkılmış bir yedi yaş çocuğunkine benzetecek.
Sf: 221
Savaşları, istilaları ve soykırım projelerini kaydetmeye başladığımızdan beri, tarihçiler felaket getiren ve ahlaksız kötü bir karakter tipinin insan ırkından tekrar ve tekrar doğduğunu vurgulamışlardır. Bir tanesinden kurtulur kurtulmaz gezegenin başka bir tarafında başka bir tanesi ortaya çıkıyor.
Sf: 222
Meşgul olacağımız hiçbir şey olmadan zaman, bize bir mola gibi gelir, monotonluk gibi değil. Büsbütün sıkıntının ne olduğuna dair bir his alabilmek için çocukluğa geri dönmemiz gerekir.
Sf: 224
Sosyopatların yüzde 75’inin alkol bağımlısı olduğunu, yüzde 50’sinin de başka uyuşturucu kullandığını belirtmiştir.
Antisosyal kişilik bozukluğu teşhisi konulmuş damariçi uyuşturucu bağımlılarının yüzde 18’i HIV pozitif çıkmıştır. Sosyopatlar arasındaki HIV enfeksiyonunun daha yüksek oranlarda olması, muhtemelen daha fazla risk alan davranışları yüzündendir.

Sf: 226
Büyümekte olan bir kanserin kendisini zaptedeceği korkusuyla ömür boyu hastalık hatası olan Adolf Hitler’dir.
Sf: 229
Sevgiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir sahip olma isteği.

Sf: 235
Arı içi iyi olan, arı sürüsü için iyi değildir.
                                          Marcus Aurelius

Sosyopat ama Tillie için üzücü olarak, sosyopatın geleneksel cazibesi ve kurnazlığından yoksun.

Sf: 237
Yumruklarını gevşetir ve gerilimini atmak için eklemlerini kıtırdatır.
Sf: 241
Bir şey yapması gerekir, ama dışarı çıkıp Tillie’yle doğrudan yüzleşmek kuduz bir ayı sansarıyla kavga etmek gibidir. Aslında Catherine kendine kabul ettiremese de Tillie’den kelimelere dökemediği nedenlerden genel anlamda korkmaktadır. Yetmiş yaşındaki silik bir kadın onu neden korkutsun ki?
Sf: 246
“Hiç çocuğu olup olmadığını merak ediyorum. Vay canına onun çocuklarından biri olduğunu hayal edebiliyor musun?
Sf: 255
Dağlarda yolculuk yapan bilge bir kadın bir kaynakta değerli bir taş bulur. Diğer bir gün başka bir yolcuyla karşılaşır ve bilge kadın yemeğini paylaşmak için çantasını açar. Aç yolcu değerli taşı görür ve kadından taşı ona vermesini ister. Kadın hiç tereddüt etmeden öyle yapar.
Yolcu talihine sevinerek gider. Taşın ona ömür boyu güvence verecek değerde olduğunu bilir. Ama bir kaç gün sonra taşı geri bilge kadına vermek için geri döner.
“Düşünüyordum,” der, “Taşın ne kadar değerli olduğunu biliyorum, ama bana daha da değerli bir şey verebileceğini umarak bunu geri veriyorum. Bana taşı vermeni sağlayan içinde ne varsa bana onu ver.”
Sf: 257
İlk hata, başkalarının ve dünyanın kişisel kontrolünde olma arzusu.
İkinci trajik hataysa ahlaki dışlanmışlık.
Bir ebeveyn, bir erkek kardeş, bir kız kardeş, samimi bir arkadaş, hayat arkadaşınız, çocuğunuzun- yüzünü net bir şekilde gözünüzün önüne getirin. Aynı yüzü -bir ebeveyninizin, kızınızın veya çocuğunuzun- acı içinde ağlarken veya huzur ve neşeyle gülümserken tasavvur edin.

Doktrin: “Felsefe yüksek bir dağ yoludur… ıssız bir yoldur ve yukarı çıktıkca daha da ıssızlaşır. Bu yolu her kim izlerse hiç korkmamalı, her şeyi geride bırakmalı ve kış karında güvenle ilerlemelidir… Kısa süre içinde altındaki dünyayı görür; kumsalları ve bataklıkları gözünün önünden kaybolur, düzgün olmayan noktaları düzelir, yırtıcı sesleri artık kulağına ulaşmaz. Ve yuvarlaklığını da görür. Kendisi her zaman saf ve serin dağ havasındadır ve güneşi görür, oysa aşağıdakı herkes gecenin karanlığıyla kuşatılmıştır.” – Arthur Schopenhauer