Sf: 4
Ankara’da bir spor kulübünün onur üyesi. Partinin başkan vekillerinden hovardalık arkadaşları var. Kabak kafa, şiş göbek bir şey. Ağzı fişek kapçığı gibi, gümüş krom dolu. “İnsan bu gözel dünyayı bir iki karıyla geçirecek değil ya! Variyeti, dirayeti, hem de şansı olan herkes bakmalı ötekilerin de tadına; ne sakıncası var?” diye düşünürdü. Bir “Serkisorf” saati, parmağında kocaman bir yüzüğü var. Yeni yeni tırnak kesecekleri, çakıları var. “Gözel sevmek ayıp değil, yasak değil, günah hiç değil! Toprağımızda parayı veren düdüğü çalıyor, çok şükür; karıyı kızı tespih gibi diziyor. Dahi Ankara’da…” derdi. Çakmağı tespihi, içinde balık resmi görünen anahtarlığı var. “Kelamıkadim’in, Cenabıallah’ın büyük peygamberlerin, eşkıyaların hem de hocaların dediği, yaptığı bu değil mi? Nafakasını sağlayabildikten sonra, al alabildiğin, sev sevebildiğin kadar! Evet, yenilerini sevmekle, eskilerini de sefil ettiğimiz yok şükür!…” derdi. Aynası, dürbünü, tabancası var. Cepleri aktar dükkanı gibi. Her şeyi var. “Yeşil gözlü, göküş kızlara bayılıp bitiyorum!” derdi. Parası da var…
Sf: 15
Musdu Ağa’nın eli geniş maşallah! Yaniya para konuşmaya lüzum yok. Parayla eşşeği hana bağlarlar.
Parayı mezara mı götüreceğim? Nasıl olsa kefenin cebi yok mına goyum!
Sf: 40
Sen de değiştin! Değişmeyen mi var? Sadece delilerle ölüler değişmezmiş.
Pederin peder olacağına, kaderin kader olsun.
Sf: 43
Sen benim ömrümün son döneminde açılmış goncamsın Dürü! Sen beni bu Cinli Kamile’den kurtar olmaz mı? Çok bıktım bu mundar avrattan! Bıktım, hiç canım çekmiyor Dürü! Bunda zamandır ondan bundan geçinmekten de bıktım! Senin gibi bir suna istiyorum yatağımı ısıtan! Evimi silip süpüren. Sobamı yakan. Çayımı koyan üstüne. Demleyen gözelce. Mis kokulu Seylan çayları bulup geleyim sana! Kaçak maçak! Ben gelince doldur bardağa. Bardakta ‘Hoş geldin’ yazsın. Şekerini yanına koy. Kıtlama içeyim, anladım mı? Kıtlama içeyim de, bitmesin! Seni de öyle kıtlama gibi kıdım kıdım idare edeyim! Ama istersen on dokuz yaşında bir haşarı oğlan gibi, sincap bir acar olayım! Doymak kanmak bilmem ben valla! Yaniya seni canım çok çekiyor Dürü, çok, çooook!…
Sf: 59
“Şişgöbek Kabak Musdu benim kızımın emsali değil! Elli yaşındaki adama on üç yaşındaki kız verilir mi?”
“Emsali değil ne demek gıı? Kimin kime emsal olduğunu bilse bilse Cenabıallah bilir! Hemi de elli yaşında deyip karalama elin adamını! Kârı kazancı yerinde ya, sen ona bak! Erkeğin yaşlısı olmaz! Erkeğin çirkini olmaz! Kârı kazancı yerindeyse, tamamdır! Kabak Musdu Ağa’mın kolunu tutacak kimse yok bu dağlarda düzeylerde! Parası malı da çok, hamdolsun!…
Sf: 68
Sapıttı yolunu. Dalmadı gürültünün içine.
Halin içi de kalabalık. Sadece erkek değil, erkekten çok kadın kız var halde. Yol bulup geçmenin olanağı yok. Kızlar dar Amerikan pantolonları giyiyor. Teksas palaskalarıyla bellerini sıkıyorlar. Alt kuyruğu saçları sarkıp iniyor belden aşağı. “Töbelik hallere girmiş devletimizin kızları maşallah! Bu kadar olmaz valla!” dedi kendine. “Öyle de koku sürünmüş soykalar! Burnumun direği kıralacak! Bu kadar olmaz! Kadınların süslenmesi sünnet! İyi kabul! Fakat bakan erkeklerin nefsini uyandıracak derecede değil! Yarın köylere sıçrar bu Amerikan görenekleri! Gerçi benim için iyi! Ama dayansın mollalar, sofular!…”
Sf: 72
Kâmile of puf etti. “Bir kötülüğünü gördüm duydum desem, yalan olur!” dedi içinden. “Ama bu yaptığına ne diyeyim Kabak Ağa? Çok gücüme gidiyor. Dayanamıyorum. Aklım havsalam almıyor. Duydum duyalı uykum tezikti. Dağları kaldırıp derelere dolduruyorum. İçimdeki ağrıyı sulara boşaltıyorum. Bir türlü uyuyamıyorum. Ah çekip, of çekip inliyorum sabahlarca!…”
Sf: 73
Mal gölünde ördek olsan neye yarar? Ama malsız da olmaz! Varsa malın, dünya âlem kulun. Yoksa malın, dehacık yolun! Fazla saçıp dağıtmak istemiyorum Kâmile. Bu Velikul’un hali vakti orta. Hatta ortadan aşağı. Böyle olması bizim için iyi. Ne söylesen kabul eder.
Tabii, kendimi senin yerine de koyuyorum. Çok zor! İnsan her gün bunu düşünür. Belkim aklı da çıkar gider tepesinden. Ama biraz da senin kendini benim yerime koymanı istiyorum. Bak şimdi, yaşayacağımız kadar yaşadık şunun şurasında. Şehirli dürzüler gibi ilişiği temelli keselim demiyorum. İstediğin zaman gene dizinin dibindeyim. Ama senden saklasam, yukarıda koskocaman Allah var. Ona karşı yalan konuşmak ayıp olur. Yatıyoruz yatağa, sen bir yana dönüyorsun, ben bir yana dönüyorum. Solu Allah solu, döne Allah dön sabahaca! Ne konuşma var ne koklaşma! Bundan bıktım işte! elimi atasım gelmiyor uçkuruna! Bu bıkıntının elinden kaçıp kurtulmak istiyorum. Yaniya ben yatağa girdim mi, şen olmak isterim Kâmile! Avradın üstüne sincap kedisi gibi atılmak isterim. Sıçramak isterim döşeğin üstünde. Bir sağ yanından, bir sol yanından sokulmak isterim avradın…Gene de senin iyiliklerini unutamam. Ben böyle insanlıklı bir Kabak Musdu’yum ki, yeni avrat almaya kalkarken emektar avradımın kalbini kırmak istemem. Senin bunu anlaman, bu işi gülüm-balım tutman gerekir Kâmile! Bahusus yarın o kız çıkıp geldi bu eve, ona bir yandan kendi evladın gibi, bir yandan benim hatırımı sayaraktan değerli bir konuğum gibi davranmanı rica ediyorum. Böyle yaparsan, benim saygınlığım artar. Hatta senin de saygınlığın yücelir. Tabii bunları şimdiden konuşmanın amacını anlıyorsun. Anlamanı rica ediyorum, Kâmile Hatun! Hep böyle ‘Anam anam anam!…’ çekmeyi değil, biraz da bunları bil hatunum!…”
İçinde tutup durduğu soluğu salıverdi. “Biliyorum, Kabak Ağa!” dedi Kâmile. “Anlıyorum.!”
Sf:74
“Köyün diline düşeceksiiin! Olanca saygınlığın yitecek!…” diye inledi Kâmile. Zehir gibi bir “Uuuuuf!… daha çekti. Yırtan, yalvaran gözlerle baktı Musdu’ya.
“Saygınlığının da mına goyum, köylünün de, Kâmile!” dedi. “Köy ne karışır benim işime? Kazancımın ortağı mı köy? Hazır param, servetim var! Kalkmışım, bir daha evleniyorum. Üstelik emektar avradımı horlayıp atmıyorum! Benim saygınlığıma kimse daklaşamaz! Üç kuruş paraya sıkılsalar, ayağıma kapanıyorlar. Herkesten ayrı, çürük bir iş mi tutuyorum? Param var, evleniyorum! Hepsi bu kadar! Evlenmek için tarla sattığım yok, emektarımın boynundaki altınları yolduğum yok! Kârımdan kazancımdan evleniyorum. Evlenmeyip rakı içer eritirsem, kumar oynar batırırsam, daha mı artacak saygınlığım? Ankara’nın Bentderesi’nden ya da Yeni Mahalle’nin fingirdeklerinden bir dost tutar, metres hayatı yaşarsam, daha mı artacak? İnsanın parası olunca en sağlamı en doğrusu evlenmektir! Dürü gibi bir kız alıp mis gibi yaşamaktır…”
“İşte ben buna kızarım, bunaaa!… dedi Musdu. “Ben buna çıkarım dinden imandan! Ben diyorum, bu işi gözellikle, insanlıkla yürütelim! Hiçbir şey olmamış gibi tatlılıkla! Sen de tutturmuş, yağmur gibi ağlıyorsun! Öfkemi ayranımı kabartıyorsun benim! İlle diyorsun, ‘Döv beni! Al eline bıçağı, doğra beni!’ Aynen böyle diyorsun. ama ben bunu da yapamam! Ben başka bir şey yaparım sana. Bundan beter oturur içine. İyisi mi, sus! İyisi mi, hesabını gözel yap! Gözel yap da, aşağı odalardan birine kapamayım seni! Daha olmadı, Kızılca’dan bir ev tutarım, götürür atarım akılsız oğullarından biriyle içine! Verim elinize üç ayda üç yüz lira emekli aylığı, ‘Yeyin için, ağanıza dua edin!’ derim. ‘Benim dalgama karışmayın!’ derim. Kına gibi un olur! Ben bunu da bilirim! Sakın beni kızdırma Cinli Kâmile! Sakın haaa!…”
Sf: 78
Camdan bakıp Evci köyünün gün vurmuş evlerini görüyor Dürü. Dağın eteğine serili evlerini… Yönü geniş olanı, büyük olanı, herhalde Kabak Musdu’nun… Ata bindirim götürdüklerini düşünüyor. Gün bitip akşam oluyor. Kabak Musdu giriyor içeri. Kapatıyor kapıları. Oturuyor karyolanın üstüne. Ceketini çıkarıp veriyor eline. “As şunu Dürü Hanım” diyor. “Çoraplarımı da çıkar! Sonra kıs bakalım şu lambayı!” Dürü ağlıyor. Musdu bekliyor bir iki dakika. Sonra kalkıyor kendi kısıyor lambayı. Çekiyor Dürü’yü karyolaya. Alıyor kolunun üstüne. Alıyor avkalıyor. Kaplamalarının pası kokuyor. Gövdesinin ağırlığı çöküyor. Sigara kokusu, ter kokusu çöküyor. Boğulacak gibi oluyor Dürü. Yataktan fırlayıp kaçacak dışarlara. Ama Şişgöbek tutuyor kolundan. Tuttuğu yeri morartıyor. Dirense kolu kopacak, ayrılacak gövdesinden… Göğsü, boynu altın, kolları bilezik dolu. Bir sürü altının, bileziğin arasında sabah oluyor.
Sf: 93
Boşalan fincanı alıp çıktı Kâmile. Musdu ardından bağırdı: “Gayfaltımı da getir hemen! Bal varsa bal koy! Yumurtamı lop isterim, yani kayısı gibi. Karabiberi de eksik etme yanında. Bu lop yumurta pişirmeleri filan öğret Dürü’ye. Bunları bekliyorum senden. Anası karı bilmez her şeyi. Yeteri kadar görgüsü yoktur. Ben masus kız alıyorum ki her şeyleri biz gösterelim diye!…?
Sf: 94
Yolladığım bohçayı atar soyka! Atsın! Sarı balın mumu gibi ederim; hamur gibi yoğururum ben onu! İnsanoğlu şeker yedirip beygiri bile alıştırıyor. Kartalı, kaplanı alıştırıyor. Ben bir kızı alıştıramayacak mıyım? Hemi de kancık kısmının azcık yabanıl olanını severim; elleme!”
“Önce Kayadibi’ne varıp geleyim iyisi!” dedi. Velikul’u Cemal’in evine çağırtmaktan vazgeçti. “İkindine doğru çağırtırım. ikindine kadar da Hüsnü’yü ararım. Bulursam parayı alırım. Bulamazsam avradının ifadesini. Özledim Selver’i… Yalnız birine haber bırakayım. Cemal, Velikul’u çağırsın ikindiye! En iyisi bir çocukla haber salayım…” Bir çocuk bakındı oralardan. Başının orasını burasını kel çıbanları kaplamış bir oğlan gördü. “Gel buraya!” dedi. “Sen kimin oğlusun? Ne bu başındaki keller? Bir çaresine bakmıyor mu baban olacak ayı? Bir doktora götürmüyor mu? İt Omar’ı biliyor musun?”
Çocuk hangisine karşılık vereceğini şaşırdı.
“Biliyorum! Fayik’in babası…”
“Şöyle, burnu yassı hani?…”
“Tamam! Boydan da kısa…”
Sf: 96
Güldü Kabak Musdu.
“Çok cahilane konuşuyorsun Uluguş! Ulan, devenin ne işi var şimdi? Vabis, Fargo, Ford Bedford, Leyland, Austin, Reo, GMC, Kanada… bissürü kamyon varken, kim bakan senin develerine be?”
Sf: 105
“Cumhuriyet Bayramı pazartesiye geliyor! Perşembeden başlatırsak, bu hesapla on dört gün var!” dedi Cemal.
“Rahmetlik Atatürk!” dedi Şakir Hafız “Yazıyı değiştirdi, ezanı değiştirdi, ölçüyü, tartıyı, takvimi değiştirdi. Kadınlara bissürü serbestlik verdi. Çok da hoca kesti Rahmetlik!…”
“Kapat Atatürk’ün bahsini Hafız!” dedi Kabak Musdu. “Rakıyı çok severdi kurban olduğum! Tabii, hakkıdır hakka tapan! Çok çalıştı millet için. Şimdiki ireysicumhurumuza bakıyorum, hiç kafa çekmiyor! Avratlarla, artistlerle de ilişiği yok. Yahu insan okuyup ireysicumhur olduktan sonra, evliya gibi oturur mu onun orasında? Yani biraz da safa sürmeyi bileceksin, safa! Hep hizmet, hep hizmet! Millet bilecek mi? Atatürk o kadar hizmet etti; biliyor mu? Verallah heykelini kırıyorlar. Neyse kapatalım Atatürk’ün bahsini… Yani ben işim dolayısıyla Köşke biraz girer çıkarım, onun için söylüyorum bunu. Keklik isterler benden. Bir zamandır keklik taşırım oraya. Avcılardan toplar, teslim ederim. İreysicumhurumuz keklik etine düşmüş. Ne gıda var pekey keklik etinde? Yemişken guluk
yiyeceksin. Kuzu yiyeceksin. Erkeç kestirip yağından helva kaydıracaksın…”
Sf: 107
“Baba hakkının ana hakkından ağır gelmesi gibi, koca hakkı da baba hakkından ağırdır! Eğer ki dünyada ‘secde’ iki olsaydı, biri Allah’a biri kocaya olurdu! Mâşar günü, Allah’a itaat etmeyenler yüz elli gün, kocasına itaat etmeyenler bin gün yanacak! Bir de kocasına itaat edenleri sor bana! Onlara hiç sorgu yok; anladın mı? Onlar dosdoğru cennete gidecek! Cenabıallah yeşil picamasını giymiş, nalınlarını takmış ayağına, gözel kır bıyığını kıvratmış, hemide karnını filan doyurmamış olarak karşılayacak. Kocaman kolunu uzatıp açacak cennetâlânın kapısını; ‘Gir kızım, buyur!’ diyecek…”
Sf: 108
Dışarda Velikul, “Bak bak! Koskoca köyün hocasına nasıl dik geliyor! iki karış yarığına bakmadan imamın işine nasıl karışıyor!…” dedi içinden.
“Bak sana bir daha anlatayım kızım Dürü: Bir adam varmış, yoksulun biriymiş. Karısı iyi bir hatunmuş. Cenabıallah buna bir mertebe verecekmiş ama, önce sınavdan geçirmek istiyormuş. Bir günü kocası konuk getirmiş eve. Kadın kalkmış, gayfa pişirmiş. Tövbe! Gayfası yokmuş, adaçayı pişirmiş. Sonra sofra çıkarmış. Bulgur aşı filan pişirmiş, biliyor musun? ‘Bir karpuz getir, keselim! demiş kocası. Avrat gidip karpuz getirmiş. ‘Bu iyi değil; başka getir, keselim!’ demiş kocası. Kadın gitmiş, silmiş parlatmış, gene aynı karpuzu getirmiş. ‘Bu da iyi değil; başka getir!’ demiş. Kadın gene gitmiş. Gene aynı karpuzu getirmiş. Neden aynı karpuzu getiriyor çünkü evde başka karpuz yokmuş! ‘Yahu, bu da iyi değil; götür başka getir!’ demiş kocası. Gitmiş, gene aynı karpuzu getirmiş. Dememiş ki, ‘Evde başka karpuz yok!’ Konuğun yanında kocasını mahçup etmemiş! ‘Bu biraz iyi! Kes!’ demiş herif. Kadın karpuzu kesip konuğun önüne koymuş. Cenabıallah bu avradı doğrudan cennete yollamış Dürü! Cennetin en güzel yerinden bir ev vermiş, otur burda demiş! Neden diyecek olursan; kocasını mahcup etmedi. ‘Senin evinde karpuz kamyonlarla mı geliyor da, bana böyle eza ceza çektiriyorsun?’ demedi… Bunun için cennete yollamış…”
Sf: 114
Cinli Kâmile kapıya geldi. Baktı Uluguş. Ne diyeceğini şaşırdı. Ama çabuk geçti şaşırması. “Anam anam anam! Hoşgelişler ola Uluguş! Geç buyur! Anam anam anam!…” dedi.
“Yukarı al, yukarı!” diye çıkıştı Kabak Musdu. “Yukarı al da, izzet ikram et! At yollasak gelir miydi? Bin yılın başında bir gelmiş evimize! Yukarı al da, gayfa yap! Sofra çıkar. Bal koy önüne!…”
Sf: 116
Musdu paket çıkardı cebinden.
“Bir sigara yakar mısın Uluguş?”
“Töbe de! Ben sigara mı içerim?”
“Yak gıı; halis Amerikan sigarası, süzgeçli!”
“Amerikan sigaralarıyla sen kendin ziftlen!”
“Ulan dedim ki, ha gayfan imansız gitmesin!”
Uluguş seslenmedi. Fincan aldı. Kahveyi içerken Kâmile’nin yüzünü aradı. O da bir kul Musdu’nun önünde. Musdu nasıl derse, öyle olacak. Üzeriden teker geçmiş kurbağaya dönmüş. İyice ezilmiş Kabak Musdu’nun kapısında.
“Huyum kurusun Uluguş! Her şeyin âlâsını ararım hep! Sigara mı içiyorum? Süzgeçli olacak! Amerikan! Yeni bir avrat mı alıyorum? Gökçimen’den olacak! Hemi de kız! Rakı içeceğim zamanda Altınbaş! Tabancam dersen Simit Vesson! Yani o da Amerikan! Yani şu Amerikanlar yaman millet yahu! Öyle radar kuruyorlar tepelerin üstüne, ta burdan Urus’un ne yaptığını keşifliyorlar; anla! Urus’u da elden bırakıverme haa! O da az değil! Yakında bütün düvellerin mına goyacak!…”
Uluguş boşalttığı fincanı koydu yere.
” Bak ta Amerika’ya, Urus’a aklın eriyor da, şu önündeki işe neden aklın ermiyor bre Kabak Musdu? Bu kız senin emsalin mi ulan? Bu sana iyilik getirir mi? Ellisini geçmiş herifsin. Kız daha on üçünde. Yarın altmış olursun; kız da on sekiz. Yetmiş olursun; kız yirmi beş otuz. Sen gittin süprüntülüğe; ama kız ne olacak?”
“Ne demek istiyorsun ulan?” diye bağırdı Musdu. “Sen beni ne sanıyorsun gıı? Ben senin sapı iplik kocan değilim! Altmışında tamam olmam, hemi de cartı çekip gitmem ben! Yetmişinde, sekseninde, doksanında hep boğa gibi, koç gibi olurum!…
Cinli Kâmile güldü. “Maşallah!…” dedi.
Uluguş, “Bank gepegenç oğlanların var! Bir kız alıp getirmek ne demek onların arasına? Yarın bırakır Ankara’ya gidersin. Bırakır Mudurnu’ya gidersen. Ben sana olacakları söyleyim bak: Birbirine girer Dürü’nün başında tohumların! Böyle yapacağına, sen bir dengini alsan, Dürü bir dengine varsa, seninle yatarken başkasına imrenmese, olmaz mı?
Sf: 117
“Bu kızın gönlünde biri mi var yok Uluguş?” diye sordu Musdu. “Eğer varsa kulağına gelmiştir, bilirsin. Varsa hemen söyle, ortadan kaldırıvereyim kim ise! Bu kız benim olacaaak!
Sf: 118
Neyim eksik gı? Mal dersen var! Para dersen gani! Vücudum da yerinde, hamdolsun! Benimle evlenirse, dünyanın tadını anlar. Bir cıbıla vardığını düşün. Üç gün sonra alacaklılar basar cıbılın ümüğüne. Ne yapacak o zaman? Oğlan Ankara’ya inşaatlara. Kız kalacak burda. Yem yok, yiyecek yok. Öhhö öhhö! başlar ince hastalık. Elinde azıcık fıstık üzümle dolanıp gelene açar kapıyı geceleri. Alacaklılar da zorla çöker üstüne. Çöker ki, ezip aş ederler daha körpeyceken! Biz bu işleri biliriz Uluguş! Ayıptır söylemesi ama, iyi biliriz hem de! Al şu bizim Kayadipli Koreli Hüsnü’yü. Babayiğit bir pehlivan değil mi? Görünüşe göre hiç kusuru yok! Hem de benim ahbabım. Ama cıbıl. Zekâsı da zararsız. Ama sermayesi yok. Yedi yüz lira aldı; bulup veremiyor on üç aydır. Dolanıp varıyorum paramı ver! Çaydan aşağıya kaçıyor elinin ırbığıyla! Kaçıyor tun tun! Vereceği bin lira! Bulup veremiyor. Çıkıp evine, bekliyorum karısının yanında. Selver’i iyi bilirsin. Ben de iyi bilirim. Günde olmazsa günaşırı, gidip ifadeye çekiyorum avradı.
Sf: 122
“Siz nasılsınız biz görmeyeli Havana Hatun?” dedi. Musdu. Havana önce Kâmile’ye baktı. Sonra, “Nasıl olalım, iyiyiz!” dedi. Biz çok iyiyiz, kudurası nalet!…
Söz hemen bitiyor. “Keşke Cemal’in eve gitseydik!” diye geçirdi Musdu içinden. Velikul gelince de rahat konuşamayacaklar konuyu. Bu kadın insanın dilini bağlalıp atıyor. Bir söz söylüyorsunuz ,bir soğukluk esiyor. Velikul böyle değil. Velikul’a istediğin gibi seslenebilirsin Havana’yla konuşmak için önce bir kavga koparmak, biraz esip gürlemek gerekiyor.”
Sf: 129
“Ben sana sabahca ne tembehledim gı? Bir yere kıpırdama evden! Belkim Cevriye Aba’n çıkar gelir Kırlı’dan. Bir yere gittiğini duyarsam, gebertirim! Hele bir as kendini, valla etini doğrar, pişiklere yediririm! Otur evde gözelce! Biz akşama geliriz! Çocuğa iyi bak! Damcıdan düşürme kardaşını…”
Sf: 132
“Yalnız bak!” dedi Uluguş. “Sana bir şey deyim de, aklında kalsın! Bana danışmadan sakın bir şey yapayım deme! Benim haberim olmadan kendini asayım filan deme deli Dürü! Tut bu sözümü! Bak ben senin sözünü nasıl tutuyorum? Git diyorsun, gidiyorum!…”
Dürü yüklükten atladı yere. İpi sakladı içeride bir kovuğa. Koştu hayata. Dur gitme!” dedi. Koşup önüne geçti. Alıp içeri çekti kolundan. Gözlerinin ön mor mor olmuş ağlamaktan. Yüzü yanakları ıpıslak.
“Can dayanacak gibi değil şu haline!” dedi Uluguş. “Nasıl kıyacaksın kendine gı deli Dürü? dedi. Öptü öptü ağladı. Sonra girdi içeri. “Asılacaksak birlikte asılalım!” dedi.
Dürü de onun dizine yattı.
Konuşmadan kaldılar bir süre. Evci’nin görünen tepelerine baktı Uluguş. Dumanlı dumanlı her biri. Daha ötelerde morluklar içinde kaybolan silik dağlar sıralanıyor. Ankara, dağların, dağların, dağların ardında. Minibüse binecek para, minibüs tutacak parası olmayanların ulaşması zor. Zordan da öte, olanaksız. Ankara’nın buraya gelmesi ise, tehhooo, ölme eşeğim ölme! Ne işi, ne zoru var ki gelsin?
Sf: 133
Elini kızın kıçına doğru götürdü. “İyice ısındı mı buraların?” dedi Uluguş. Bir çimdik attı kasığına doğru. “Şımarıyorsun, değil mi deli kancık? Azıcık böyle belini budunu okşadılar mı, mayışıveriyorsun! Aklın başından çıkıp gidiyor, değil mi?”
“Tövbe de Uluguş Nine! Kim benim belimi budumu okşadı şimdiyece? Hiç gördün mü mayıştığımı?…”
“Madem mayışmadın, o halin neydi ahırda gı? İpi eline alıp gitmişin? Neden yaptın ki bunu? Üstüne gelen olmasa, merteğe takıp kendini sallandıracakmışın!…”
Sf: 140
Köpek neylesin takkeyi, tingilderken düşürür!
Sf: 141
Kabak Musdu, Kayadibi’ne geçti sabahleyin. Hüsnü’ye bir daha bakacak. Varsa va; yoksa yok! Varsa, alacağını alacak. Yoksa, Selver’i görecek. “Pirincim taşlandı gene!” diyor. “Kasıklarım şişdi…” Gidip bir daha bakayım, derin oyuklarda mı, sulu kuyularda mı? Sorayım edeyim. Bir daha alayım ifadesini gevrek kancığın!…” diyor. Gevreeek! Çok tatlı…”
Kabak Musdu, İt Omar’ı azarladı:
“Gazi Paşa Hazretleri’ni karıştırma bu işin içine! Onun yeri başka! Kurt ile kuzuyu bir arada yürüttü Rahmetlik. Köylülerle askerlik yaptı; ağalarla barışık yaşadı! Kadınlara çok yetki verdi. Şimdi yargıç olup eşkıya asıyorlar. Sakın Gazi Paşa’ya taş atayım deme İt Omar!… Sakın!…”
Sf: 161
Dürü, susuyor öyle. Öyle kanıyor içi. Kanları altına altına süzülüyor. Kimse göremiyor. Ağzının içi acı. Gözleri yanıyor. Sık sık dalıyor. Dalarken dalarken, Evci’de Kabak Musdu’nun evinde, hayat süpürür oluyor. Kabak Musdu, hayatın yazlığına oturmuş oluyor. “Bir sade gayfa yap bana evik çabuuuuk!” diyor. Dudakları şişik. Kaplamaları paslanmış. Kahveyi yapıp götürüyor. “Buyur!” Bileğinden kapıyor kahveyi alırken. “Gel Göküş Yavruuu!…”diyor. “Gel!… Kız iken çok naz ediyordun! ‘Varmam o Şişgöbek’e, asılır ölürüm, varmam! diyordun. Ben biliyordum önünde sonunda inadından döneceğini. Dönüp benim kollarıma atılacağını. Gel bakayım şöyle… Ver bakayım dudaklarını dudaklarıma…” Dilini alıp emiyor. Kokuyor kaplamaların pası. Pastan başka bir koku daha var. Dayanılacak gibi değil. Sonra bırakıyor dilini. Ağzının sarı pis suları, Dürü’nün ağzında kalıyor. Gidip tükürmesine bırakmıyor. Boynunu gerdanını öpmeye geçiyor. Yutuyor Dürü, Şişgöbek’in sularını. Kusacak gibi oluyor. O durmadan öpüyor gerdanını, göğüslerini. Öpüp yalıyor. Ter içinde kalıyor Dürü. Kaçmak istiyor Bırakmıyor. “Daha dur, daha dur! Şimdi içeri geçip yatacağız seninle!… Dur daha! Yatacağız daha, bak yatacağız!…
Sf: 174
Ama yatışacak yerde koyulaşıyor evdeki ağlama, inleme. Sabrı sineri kalmıyor Velikul’un. Az sonra aynanın üstündeki askıdan şapkasını aldı. Fırladı dışarı.
Doğru kahveye yürüdü. Baktı Cemal yok, İt Omar yok. Hafız yok. “Yok dürzülerin hiçbiri!” dedi kendi kendine.
“Şekeri nasıl olsun?” diye sordu koca Linlin.
“Şekerinin mına gorum; nasıl olursa olsun!” dedi. Biraz da bağırdı ayırdında olmadan.
Sf: 175
“Her dağın kendine göre dumanı var. Kimse kimsenin içindekini bilmez Velikul.
Sf: 176
“Dediğim, en kestirme yoldur. Yapabilirsen ne âlâ! Yapamazsan, görünürde başka yol yoktur. Bu iş, dereye yuvarlanmış yüklü bir eşek Velikul. Hem yükünü çözmüyorsun, hem eşeği düze çıkaracaksın! İkisi birden olmaz komşum! Ya biri, ya öteki!…”
Sf: 182
Yürüdü yukarıya. Havana yatıyor. Hâlâ baygındı. Evşen görünmüyor. Sofra tahtasının altında. Yatın gözelce, dedi. Dinsizin hakkından imansız gelir! Sizi şımarıklar sizi! Kapattı kapıyı, kitledi. Anahtarı soktu beline. Yürüdü aşağıya. Derin bir soluk aldı. “Ooooh!” dedi. Koca kapıyı kapattı. “Dünyayı başıma zindan ettiniz!” dedi. Gökyüzüne baktı. Yüksek! Böyle yüksek olduğunu sanki görmedi şimdiyece!
Sf: 183
“Eğer dinleyen yoksa, şu dıngırtıyı kapat Koca Linlin!” dedi. Habire çalsın çağırsınlar! Tuzları kuru tabii; ne olacak! Biz de burda götümüzden yanalım, başımızdan duman çıkaralım! Ulan ne âlâ memleket be; ooof!…”
Sf: 186
“Gene de üç yüz eksik! Bakalım ne diyecek?”
Koreli Hüsnü, Hafız’dan ayrılıp kahveye geldi. Koca Linlin’e de anlattı; “Üç yüz lira eksik, bakalım ne diyecek?” dedi.
“Ne diyecek? Bir şey demez!” dedi Koca Linlin. Sonra içinden ekledi: “Üç yüzü dört yüz sayar! Üç ay daha süre verir! Üç aya daha pirinç ayıklatır senin avrada!”
Sf: 192
Bugüne bugün, Kabak Musdu’yla dünür olmak ne demek? Bu devirde sırtını ya dağa daya, ya beye, demişler.
Sf: 193 “Akşama ekmek aş verecek misin?”
“Asla! Kıza versem bile, Havana’ya asla! Çünkü en birinci terbiye açlıktandır. Zaten iki saat dil döktürdüm Havna’ya! Adamakıllı mum ettim!…”
Sf: 199
“Gel gözel kızım!” dedi Linlin’in karısı. “Altının kıymetini sarraf bilir, insanın kıymetini insan!
Sf: 202
Mallar kapının önünde bekleşiyor. Bağırıp duruyorlar. İnekle dana emişmiş. “Emişsinler mına goyum!” dedi. Açtı kapıyı. Avluya aldı hepsini. “Önce yukarı varayım! Avradın ödünü biraz daha ufalayıp, malları ahıra tıkayım! Ahırdaki ‘sıpa’yı biraz daha korkutayım. İyice mum olduysa bile, sabahaca orda tutayım! Vardığı herifin başına bela olmasın diye musmum edeyim soysuzu!”.
Sf: 212
Azime Yenge’n de hep emrimde! Gelinimiz biraz hasta ama, olsun! Gelen giden olmaz bizim eve! Ben biraz aksiyim diye çekinirler. Ev tenha diye korkma! Tenha olmasın senin için iyi! Al bak, sana bu elektriği bırakayım! Canın sıkıldı mı, şu düğmeyi sürersin ileri; yanar! Bir de çantalı radyo bulup geleyim sana. Çevir düğmesini, Ankara’yı, Kıprıs’ı Sofya’yı dinle! Seni burda maraşal kız gibi yaşatacağım! Seni O Musdu denen dürzüye yedirmeyeceğim! Elimden geldiği kadar gayret edeceğim buna! Uluguş’un seni evime konuk eylemesine sevindim!…”
Oturdu yatağın kıyısına, böyle bıdırdandı. Fakat söz bir türlü bacısı Ümmü’ye getiremedi. dürü de hep bekledi. Neden açmıyor? Yoksa hâlâ çok mu üzülüyor, dedi.
Ümmü, içinde mühürlenmiş bir yara Koca Linlin’in O yüzden bütün varsıllara, dengi olmayan kızlara talip olan dürzülere, Kabak Musdu gibi birkaç ayının “lord” olmasına yol açan Amerikalılara kızıyor. Sabah kalkıp kahvesine gidiyor, geç vakit kapatıp evine geliyor. Açmıyor ağzını! Çay dediler mi çay, kahve dediler mi kahve veriyor. Çok şey duyuyor. Çok şey biliyor. Oturup amir memur, bilen bilmeyen tartışıyor. “komünistler, Amerikalılar, İşçi Partililer, sosyalistler, elçinin arabasını yakanlar!…” Hepsini dinliyor. Hiç görüşü yok gibi susuyor. sorarlarsa, bir şey anlamamışa vuruyor. Kahve ocağının yanında ufacık bir oyuntu var. Kibrit, sigara, aspirin, gripin, çay, şeker, lamba camı, fitil, gaz, çakmaktaşı satıyor; yumurta, tavşan, tilki derisi alıyor. Bazen, Kabak Musdu isterse, yük çorap, yün başlık, atkı, takke, eldiven topluyor. sessiz, çok sessiz duruyor. Öfkesini, hıncını belli etmiyor. Böyle Dürü’nünki gibi saklı işler oldu mu, canlanıveriyor; değişik, bambaşka biri olup çıkıyor.
Sf: 213
Sonra gelinini gördü. “Sen nasılsın bakalım Züra’cık?” dedi. “Biraz iyileştin mi? Merat etme! Bu işleri geçiştireyim, alıp seni doktora götüreceğim!” Torununu kucaklayıp sevdi. Havaya kaldırıp indirdi. Karısının kucağına verip kahveye koştu. “Çok oyalandın, şu bu derken Koca Linlin!” dedi kendine.
“Gelip giden, arayan olur! Bulunmadın mı, kuşkulanırlar! Yapma! Bir daha gecikme!” dedi.
Sf: 227
Koca Linlin geldi. “Yok ulan! Öyle iş asla olmaz; salmayın!” dedi. Sonra varıp Musdu’nun kolundan tuttu. “Olmaz Kabak Ağa! dünyada gidemezsin! Valla salmayız! Bu köyün şerefi yok mu? Bir Ağa’nın nişanlısını bulmadılar, demezler mi? Yazık değil mi bize? Kafa kafaya verip buluruz biz onu! Evler aranacaksa, ararız! Hatta helalarını da ararız! Tabii, helası olanların helasını demek istiyorum. Siz şimdi inin bakalım. Omar, Hüsnü, inin! Ağa’dan önce binmeyin bakalım kamyona! Kabak Ağa, sen de gel kardaşım! Hem bak, yeni araba almışsın! ‘kademola’sını apalım. Haydi gelin benim gayfaya!… Hepiciğimize birer çay ısmarla!… Her şey yolu yordamıyla! Ve yöntemiyle! Kızı bulmak değil mi derdiniz? Kesin söylüyorum, buluruz! Burdadır; nedeye gidecek? Uçmamıştır; hiç korkmayın! Uçacak kız anasından doğmamış daha bizim köyde! Kılıbacak Havana kim oluyor ki, uçacak kız doğursun? Kız kısmı korkak olur. Hemde akılsız! Akılsızlıkla korku her şeyi yaptırır. Kaçıp gitmiştir bir yere! Bugün akşama çıkar gelir. Karnı acıkır. Acıkınca ne yiyecek?”
Musdu, Koca Linlin’nin konuşmasını sevdi.
“İşte böyle konuşun!” dedi. “Böyle yumuşak, insanlıklı, dişi konuşun benimle! İnadıma konuşup beni azdırmayın! Yaralarımı tırnaklayıp kanatmayın benim helalım sayılır! Arım namusum sayılır! Ne demek onun kaçırılması? Hem de bulunmaması? Ağa bulunacak dedi mi, bulunacak! Ağa olmasam, neyse? Ama ağayım! Öyleyse deral bulunacak!”
Sf: 228
Kahvenin içi dolu. Koca Linlin, Kabak Musdu’yu köşeye oturttu. Mavi yağlıboyalı sehpayı da önüne koydu özel. “Gayfanı nasıl emredersin?” dedi.
“Bana az şekerli yap! Arkadaşlar çay içsin! Çaylar benden olacak! Kelle saymaca!…”
“Belki gayfa içen olur!” dedi Hafız, kapıdan belirdi.
“Gayfayı ben içiyorum! Başkası içemez! dedi Kabak Musdu. “Ben ne dersem, o içilecek!…”
“Pardon!” dedi Hafız, saygılıca oturdu.
“Muhtar nerde?” diye sordu Musdu.
Muhtar dikeliyor. “Buradayım!” dedi.
“Memnun oldum!” dedi Musdu alayla. “Sen bu köyde var mısın? Neye hiç sesin çıkmıyor, ulan mıymıntı herif?”
“Dinliyoruz…” dedi Muhtar. Utangaç bir gençti.
“Dinle madem! Bakalım ne zamanaca dinleyeceksin! Köyünde nişanlı kızı kaçırıyorlar! Davulcusu geliyor! Düğünü bozuluyor! Senin hiç sesin soluğun çıkmıyor!”
“Bizi alakadar ederse çıkar; neye çıkmasın!”
Kabak Musdu seslenmedi. Kahvesini yudumlamaya başladı.
Sf: 229
Koca Linlin geldi, kulağına sokuldu Musdu’nun. “Bu iş öyle bağırıp çağırmayla olmaz!” dedi fıs fıs. “Birazdan burayı tenhalatacağız! Bir ev var; gidip onu arayacağız! Onu aradık mı, tamam! Buluruz Dürü’yü! Birazdan söylerim, anladım mı?
“Hangi ev o? Hemen şimdi söyle! Burayı boşalttırmıyorum! Çayların parasını al! içmiş kabul ediyorum!…” Para çıkardı.
“Yoook, olmaz!” dedi Koca Linlin.
Komşular çok bozuldu. Birkaçı kalkıp gidecekti.
“Gitmeyin!” dedi Koca Linlin, göz etti.
Dikeç Ali, Linlin’e yardım etti; çayları verdiler.
Sonra Linlin, Musdu’nun kulağına eğildi.
“Uluguş’un evini arayacağız!” dedi usulca.
Birden gözleri parladı Kabak Musdu’nun. “Tamam!” dedi.
“Bunu bana neden söylemedin sabahtan beri? Yap birer çay daha! Birer çay daha yap arkadaşlara çabuk! Ağzını da yum! gidip orayı arayacağız! Evet! Çay, gayfa yap! Bir bir sor; ona göre, ne isterlerse yap komşulara! Herkesin istediğini içmesi serbes! ama yum ağızını! Beri bak! İt Omar’ı da hastir ediyorum hemen! Hiç kafası işlemiyor dürzünün! Bundan sonra her işimi sana danışıyorum! Her işimi sana gördürüyorum Koca Linlin! Kesin ordadır Dürü! Valla billa ordadır! Ordadır dinime imanıma! Nikâhıma!…”
İt Omar çok kızdı. Sövdü Linlin’e.
“Doğru konuş! Doğru konuş toplumun içinde!” dedi Musdu. Yassı buruna gorum şimdi! Sana kalsa, boşuna!… Bak herif bir düşünmede buldu bal alınacak peteği! Yaşa Koca Linlin! Valla sana palto alacağım! Dahi naylon yağmurluk!… Şerefsizim, alırım! Şu kız bulunsun, bütün sülalene birer kıymetli armağan alırım!”
Sf: 232
Uluguş anladı. “Ben evimi aratmam! Ben hırsız değilim!…” dedi hışımla. “Ben kız çobanı hiç değilim! Kızınızın ağzına sıçarım!” dedi deli deli.
“Çüüüüş!” diye bağırdı Kabak Musdu. “Görmüyor musun, işkilli büzük nasıl tingildiyor? Çüş bakalım! İyi tut şunun kolunu Koca Linlin! İyi tut; biz de evini altüst edelim!…”
Sf: 233
“Aklıma bir şey geldi!” dedi Koca Linlin. “Hemen çıkalım burdan! Ama bu iş biraz zor. Bilmiyorum, bunu yapabilir misin, yapamaz mısın, Kabak Ağa?”
“Hemen söyle! Ama bunun gibi fos olmasın!”
“Fos olup da… Yahu Kabak Ağa! Ben sana kalbimden geçeni söylüyorum. Tabii, kanaat üzerine… Daha ötesini bilemem. Ben cinci hoca değilim, kardaşım! Yitikbilici hiç değilim!…
Sf: 234
“Mına bile gorum, mınaaa!” dedi Kabak Musdu.
Sf: 245
Okulun avlu kapısında karşılaştılar Muhtar’la.
“İki tutanak yazdırdım görme!” diyor. “Biri kaymakama, biri savcıya! Okudular mı, tepeleri atacak! Hemen candarmaya emir verecekler: ‘Derdest yakalayın Kabak Musdu’yu!’ Buyruk verip yakalatacaklar! Atacaklar içeri! Tam üç ay! Sonra Ağır Ceza’ya çıkaracaklar. Ulan hökümet dediğin böyle olacak! Aferim şu hökümete!…”
İn aşağıya, in!” diye bağırdı Koca Linlin. “Yere bas, yere! Rüyada mısın, düşte mi? Nedir bu halin? Sen hökümetin bir yaralı parmağa işediğini gördün mü muhtarlığında, muhtarlığından önce?
“Görmedim; işemedi! ama işer inşaallah!…
“İnşaallah, maşaallah, yaşıyoruz elhamdülillah!…”
Sf: 246
“İyi ama, bu işten bir sorumluluk gelirse?”
“Gelirse gelir! Bana gelirse, ben ne yapacağım? Ben anamdan eksikli mi doğdum? Bana yazık değil mi?”
“Yasal yoldan uğraşalım, Koca Linlin!”
“Buldun yasal yoldaki adamları da? Ulan hepiciği yasaların içinde eşkıya! Kanun diyor mu, on üç yaşındaki kızı altmışındaki Şişgöbek’e ver? Kanun diyor mu, para kuvvetiyle haksız işleri karakolda, kaymakamda gördür? Herifçioğlu yasal güreşmiyor ki, sen de yasal güreşesin! Hem yasal güreşmek için altında cipin olacak, kuşağın parayla, mermiyle dolu olacak! Kendi köyünden, belinden savcıların, çavuşların olacak! Tanık tapık güçlü olacak; korkmayacak!
Sf: 247
“Hökümet hiç kimseden yılmayacak! Kanun herkesin mına goyacak! ancak o zaman ben de yasal yoldan uğraşırım. Bu kız bugün senin evde kalacak! Yarım saate kadar gelecek! Yemin ettin; konuştuklarımız aramızda kalacak! Bir yemin daha et; kıza elini sürmeyeceksin?”
Hep hüp etti, bir zaman yemin etmedi Muhtar.
“Haydi, vakit geçiyor; uğraştırma beni!” dedi Linlin.
“Valla bilmem ki, ne etsem, ne yapsam?”
“Eh, sen düşün böyle!” dedi Koca Linlin. “Ben kızı yollarım birazdan! Sen de atarsın kapı dışarı! O zaman da bu köy senin yüzüne tükürür! Bunu iyi bil!…”
Çok sıkıştı Muhtar. “Pekey Koca Linlin!” dedi.
Sf: 251
Çıktılar gidiyorlar. Linlin geldi karşılarından.
“Hayrola Musdu? Benim evi de mi aradın?” dedi.
“Aradım Koca Linlin!” dedi Musdu. “Yitiğim var; aradım! Kusura bakma! Yitikçi, anasının koynunu bile arar! Ben de aradım! Hoş gör!…”
“Bulabildin mi bari? Var mıymış?
“Yokmuş; bulamadım! Burdan da elim boş çıktı!…”
“İyi arasaydın Musdu! Benim haberim olmadan biri getirir atar! Helaya filan baksaydın iyice!…”
“Her yakayı çanga manga ettik: Yok!…”
Sf:255
Ağzına layık, akşamki de hoş oldu! Av kuşlarının lezzeti hiçbir tavukta, ördekte yok! İreysicumhurumuzun keklik etini sevmesinin sırrını şimdi anladık! Senin Köşk’e keklik sevkiyatı yapman yüksek bir memleket hizmetidir.
Sf: 262
Babaya baak!… Bak, Çukurova’nın ırgatlarına bak! Irgatların çarıklarına baak! Şunlar da kadillak! dünyanın hiçbir yerinde Kadillak’la çarık yan yana değildir! Sadece bizde yan yana!… Şunlar Muş Ovası’nda topraksız köylüler. Birbirini öldürüp dağa çıkmışlar. Şu da işçi sınıfının ideolojisi! Duydun mu böyle bir şey? Genç subaylara bak; devrimi tartışıyorlar. Götüm cart cart atıyor bunlar tartışırken! Aaah, yetki bende olsa, çok subay keserim! Ama geçelim Kabak Musdu! Çok sır var içimde!
Sf: 263
Ama ben çok korkuyorum bu sosyalistlerden! Teoriyle pratiği kavuşturdular mı, yandık! Şükür birbirleriyle dövüşüyorlar Tabii bunları da Amerika öğretiyor bize ki, birbirine düşüyoruz!
Sf: 265
Nasıl? Amerika Çok geniş mi, büyük mü? Karıların götünde don yokmuş. Yani öyle diyorlar! Aslı var mı?
Güldü Komutan. “Ülkeler birbirini yanlış tanıyor! Onlar da bizi dört karılı biliyorlar!”
Canım onlar eskidendi! Şimdi birin zor besliyor millet! Çok çok ikisini! Demek donsuz gezmek konusunun aslı yok?”
“Tabii, bize orda hem kurs gösterdiler, hem de günde yirmi dolar harcırah verdiler. Harç demek ,paradır biliyorsun. Rah da yoldur. Yani yol parası! Atlar ve bazı avratlar için kullanılan rahvan sözcüğü de burdan geliyor. yollu demek. Yirmi dolar, tam üç yüz liradır. Biraz öteberi aldık evlere. Birer de araba çektik. Karıların nasıl gezdiğini yoklayamadım!”
Sf: 273
“Canım dinle dediğini! Yolla iki adam! Umut kalacağına, emek kalsın!
Sf: 275
“Koca Linlin sen de gel! Yani evini aradığım için kusura bakma! Gerekirse, gene ararım! Sen benim kadim dostumsun! Gönlünü kırdımsa, bağışla! Ben öyle kan emici ağalardan değilim! Ben hiç kimsenin üstünde malımla ağırlık yapmam! Ben gönlü yumuşak ağayım! Çok mülayim ve insanlıklıyım! Kızlara dayanamam. Dürü’ye hiç dayanamam! Kadın davasında kendime egemen olamam. Bu kadarcık bir kusurum var. Bu da bizim kusurumuz değil. Allah’ın bir vergisi!
Sf: 280
Bineyim gideyim bir miniposa da, sorup sual edeyim en büyük okumuşlara! Sorup sual edeyim bol maaşlı beylere: Bre devrilesiceler! Petek petek ballarımız kime gidiyor? Tulum tulum peynirlerimiz kime gidiyor? Onca av kuşlarını furup kırıp kime yolluyoruz? Size gidiyor taze kuzular, mor lahanalar! Oturup cavırlarla yiyorsunuz! Ama siz hangi aşları pişirdiniz bunca yıldır yoksullara? Hangi kuşları kondurdunuz Kemal Paşa ölüp gittikten beri başımıza? Vergi dediniz, aldınız! Asker dediniz yoldunuz! Oy dediniz, sandık sandık verdik, ay deşilesiceler! Hacılar sizinle, hocalar sizinle! Kurullar, üyeler emrinizde! Kalemler, tüfekler emrinizde!
Sf: 281
“Ne oluyor’u var mı? Gidin bütün evlerdeki radyoları açın! Sabahaca çalsın! Bütün evlerde, ‘Dürü bizde!… Dürü bizde!… diye konuşun. Bütün evleri dinlesinler. Bütün evleri arasınlar. Onlar öteki evlere geçince, siz Dürü’yü aranmış eve kaldırın! Sabahı edin böyle böyle! Sabah olsun, hayır olsun! Şimdi gece yarısı! Bağlara gidemez kız! Hırlı var, hırsız var; kime güveneceğiz bağlardı? Çalıların arasına yollayamam! Saklayın köyün içinde! Laf çıkarın. ‘Yukarı Kırlı’ya gitti heral! Dün o yana gidiyordu; gördük!…’ deyin. ‘Oradaymış; gelip gidenlerden duyduk!… deyin. Yanıltın aramacıları! Yalanlar boğazınızı mı alıyor? Kendileri pek bi doğru söylüyor? Siz de yalan söyleyin! Gitsin dağları arasınlar! Sabaha başka bir akıl düşünüruz. Haydi durma Sevim!… Bakalım hangi evden başlıyorlar aramaya? Candarmalar nere giderse, arkalarını bırakmayın! Tilki Şerif’i hiç bırakmayın! Onunuz, otuzunuz birden, ‘Dürü bizde!… Dürü bizde!…’ diye bağırın. Belletin köyün bütün çocuklarına, bağırsınlar: ‘Dürü bizde!… dürü bizdee!..’
Sf: 282
Uluguş girdi kahveye! Habersiz erkekler şaşırdı.
Soğuk, buz gibi rüzgâr dolaştı kahvede.
Bilenler ürperdi. Büzüldüler.
Kabak Mustu ayağa kalkıp, “İşte Çavuşum, yılanın başı burda!” diye bağırdı. “İşte Uluguş denen kır serçe!…”
“Uluguş bu mu?” diye sordu Çavuş.
“Uluguş bu!…” dedi Kabak Musdu. “Şeytan!…”
Konuşulanları duymazlıktan gelerek, Çavuş’un önüne vardı Uluguş. “Hoşgeldiniz candarmalar! Çavuş hanginiz?” diye sordu.
Şerif Çavuş, “Çavuş benim; ne yapacaksın?” dedi.
“Kusura bakma, terfiyen değişmiş, bilemedim! Sana benim de başvurum olacak. Bir kırık tırpanım vardı. Rahmetlik kocamda kalmaydı! Bu devrilesiceler aldı, getirmedi! Ararım, ararım, bulamam günlerdir! Kimin aldığını bilemiyorum. Diyorlar ,elinde cihaz varmış. Cihaz burdan ta Elmalı, Aşağı Arapça, Kartepe, Biloş köylerinin içini görürmüş, ordaki konuşmayı duyarmış. Cihazlarına kurban olduğum hökümet!
Sf: 284
Çavuş, çenedinin üstüne doğruldu peykede.
“Kaç paralık bir tırpan bu?” diye sordu.
“Parasına aklım ermez! Kocam Uluguş Ahmet’in tırpanıydı! Kocam Uluguş Ahmet, Seferberlik askeriydi! Madalyasını çaldılar. Tırpanını çok severdi. Onu da çaldılar. İkide bir düşlerime giriyor; ‘Tırpanımı buuul, tırpanımı buuul!…’ diye inliyor! Uykularımı yitirdim, uyuyamıyorum!…”
“Sana yeni bir tırpan alsak olmaz mı? Bak burda koskoca Musdu Ağa’mız var! Versin sana bir tırpan, buldum sayıver!”
“Vakit ziyan ettiğine değmez yanu Çavuşum!” diye patladı Kabak Musdu. “Tırpan yitiği filan yok; hepsi maytap!”
“Senin yitiğin bize maytap gelmiyor ama Kabak Musdu!” diye bağırdı Uluguş. “On üç yaşında bir kız için kalkıp gittin, kürem kürem candarma getirdin! Köyün içini cihazla donattın! Bize maytap gelmiyor. Takmadan, danışmadan dalıp dalıp evlerimize girdin; maytap gelmiyor! Seferberlik askeri Uluguş Ahmet’in tırpanını konuşuyorum, maytap geliyor! Hökümetin candarması hep sana mı çalışacak? Azıcık da bize çalışsın! O tüyü bozuk Kel Aziz bir daha buralara gelirse, ağzına sıçarım! Alsın bizden oyları sandık sandık, sonra hep bu Şişgöbek’e yaransın! Hep onun yitiğini aratsın!… Çavuuş, Çavuş! Onun yitiği yitik de, bizim yitiğimiz yitik değil mi? Şişgöbek Musdu on üç yaşındaki kızı alıp da ne yapacak?”
Kör Celal, “Kullanacak!…” diye bağırdı.
“Ben de tırpanımı kullanacağım!”
Sf: 286
Uluguş girdi gene araya.
“Eğer zerrece merhametin varsa, birazcık hayırlı bir kasıkta yattıysan, benim tırpanı da arayacaksın! Hazır elinde cihazla Gökçimen’e kadar gelmişken arayacaksın!…!
Koca Linlin gülüyor kıs kıs.
Sf: 291
Linlin de girdi kahveye, feneri gösterdi.
“İşte elektrik; buyrun nereyi arayacaksınız!”
Uluguş, Çavuş’a el etti. “Haydi buyur! Dürü bizde! dedi. Şerif Çavuş, jandarmaların yüzüne baktı. Esniyorlar! Kendinin de ağzı ayrılıyor esnemekten! Kabak Musdu da bitik.
“En iyisi bugün kalsın, yarın arayalım!” dedi Çavuş.
“Öyle yapalım!” dedi Musdu. “Sabah olsun, hayır olsun!”
“Ama ben de kızı alır Kırlı’ya, Karatepe’ye taşırım! Yarın gelirseniz, bulamazsınız!” dedi Uluguş. Sonra Çavuş’a bakıp ekledi: “Zaten bu gece arasanız da bulamazsınız ya; neyse!… Haydin, sabah olsun, hayır olsun!…”
“Kal sağlıcakla!” dedi Kabak Musdu. Mına goduğumun kır serçesi! Yiyecek gibi baktı Uluguş’a.
Şerif Çavuş, Evci’ye vardıktan sonra telsizle Kızılca’ya rapor verdi. “Bu gece burda yatıp, yarın aramaya devam edeceğim. Tamam mı? Anlaşıldı mı?”
Telsizden, “Anlaşıldı! Tamam!…” karşılığı geldi.
Sf: 293
Savaşa tutuşmadan, ortamı keşiflemek gerekmez.
Sf: 295
“Ben de geleyim Şerif Çavuş! Sen bu Uluguş’u bilmezsin! Senin gibi çok çavuşları sulu dereye götürüp susuz getirir o! Fazla tecrüben yoktur…”
“Kimin? Benim mi? Aferim sana! Kepimi ver kepimi! Telsizimi getir! Tecrübem yokmuş! Ulan benim her yanım tecrübe! Sen nerenin lafını konuşuyorsun?…”
Sf: 296
“Çavuşum yanu!” dedi arkadaki jandarmalardan biri.
“Söyle Ferhat aslanım!” dedi Şerif Çavuş.
“Yahu biz bu milletin candarması değil miyiz?”
“Evet… milletin… candarması…yız! Sonra!…”
“Neden hep bu ağaların işine koşuyoruz?”
“Nasıl… ağa…ların?”
“Hep onlara koşuyoruz dünden beri?”
“Dürü bir yoksul kızı Çavuşum! Kolu kanadı kırık! Biz kendimiz de birer yoksul, hem de köy çocuğu olduğumuz halde…”
Başını arkaya çevirdi Şerif Çavuş. “Ulan İzmirli!” diye bağırdı. “Ulan karadana! Kızılca’ya varınca sana burun damlası alalım! Gene mikrop kapmışın Kör Celal’den!…”
Sf: 310
Koca Linlin, kapalı kapısını aralayıp girdi Uluguş’un. Vardı oturdu yanına. Uluguş elinde sapsız, eğri, paslı bir tırpan tutuyor. Aşağı dikiyor, yukarı tutuyor, okşuyor. “Buldum!” dedi Koca Linlin’i görünce. “Ben de tırpanımı buldum, Koca Linlin” Okşadı elindekini. Biraz paslı bulunan tırpan. Eğri biraz…
Gökyüzü uzaklardan gürlüyor şimdi.
Köy içinden yanık Cezayir’ler geiyor.
“Neredeymiş?” diye sordu Koca Linlin, “Tırpanın?…”
“Bir eski köfün vardı; içindeymiş! Sırı dökülmüş bir çinko, bir çaydanlık, bir davan çanı, bir ince un eleği, bir de bu tırpan!… Küflenmiş azıcık!… Buldun, aldım! İşte! Paslanmış!…
Eğri Ama varsın eğri olsun! Veririm demirci Acara’ya, doğrultur! Kocam Uluguş Ahmet’in elinin izi var sapında! Ne gözel elleri vardı. Ellerini çok severdim… elcezlerini!…”
Sf: 319
Bacadan eniyor ayvanın dalı, gözel ne yapacaksın bu kadar malı, işte görünüyor dünyanın hali.
Sf: 320
Aaaah; şimdi o Karakız’ın Haçça kendii öldüreceğine Yazırlı Haydar’ı öldürseydi; aaah o Koca Kormaz’ın Ümmü kendini öldüreceğine Yalama Talip’i öldürseydi; onlardan sonraki kuduruklar paralarını sallayarak gelip bunca körpe kıza alıcı olabilirler miydi? Hiç değil se o Haçça’yla Ümmü bu yolu tutsa, bu deşilesi Kabak gelip seni alıcı olabilir miydi derim sana! İnsanın kendini asması kötü bir yanılmadır. Hiç değilse bu ikisi, kendini asacağına düşmanlarını öldürseydi, öncekilerin koyduğu yanılmaları kesen büyük bir böğet olurdu!
Sf: 322
Yoksullara değer vermezler. Varsın vermesinler. Onları hesaba katan kim? Biz de kendimizi kendimiz hesaba katarız. Zaten bize değer verseler ,asıl o zaman hiç bir değerimiz olmaz.
Sf: 326
“İstooooop! İstop diyorum ulan dürzüler! Kafayı çekip çekip Amerikalılar yapsa, yeri göğü yıkarsınız! Kalkmış ay yıldızlı bayrağımıza kurşun sıkıyorsunuz! Hemen istop!…” diye bağırdı. “Valla yukarda, benim odada kafa çeken Kaymakam’la Komutan’a kendi elimle teslim ederim sizi! ulan sizde Türk kanı yok mu? Allah size hiç milliyetçi ruh vermedi mi? Siz milliyetçi milliyetçi içmeyi bilmez misiniz? Sarhoşun da milliyetçisi olur ulan!…”
Sf: 329
“Bak Baki Hoca, senin imamlığı üç gün istop ettiriyorum! Düğün görevine dikkat et kardaşım! Düğün görevin bitsin, sonra gene oku ezanlarını, kıldır namazlarını!” dedi, kapattı bu yolu. Bu yüzden çıkamıyor minareye, giremiyor camiye. Üzülmenin faydası yok. Emir, sert demiri hart diye kesiyor! Musdu böyle buyuruyor. Cenabıallah görüyor yukardın!
Sf: 332
Boş durmaktansa boşa çalışmak iyidir dememiş mi atalar? Boş duranı şeytan da sevmez dememiş mi?…
Alıyor gidenlerin topraklarını Kabak Musdu. Hatır için! “Sizin malınız benim, benimki zaten benim; ayrı gayrılık mı var?” deyip alıyor.
Sf: 335
“İnsanlar bile değişiyor; sen de değiştin! Değişen ölmez ki! Değişmek kötü bir şey değil ki! Değişen güçlenir! Değişen yeni yeni işlere yarar! Yeni işler, eskilerden iyidir!
Sf: 337
“Uluguş Nine’sinin gönlünden kopan daha çok ama, elinde olan bu! Yoksulluğun halini bilmez mi benim Dürü’m?” Sırmalı bohçayı duvarın dibine koydu birden. Sandığı deşti. Dibinde bir çıkı var. Çıkının içinde gümüşten palalar var. “Öldüğümde alt-üst paralarım benim! ama ölmüyorum nasıl olsa! Ölünce alt-üst param olmayıversin! Olmazsa dövecek mi Allah’ım beni? Önüne oturup çekişecek mi? Ben yoksul bir insanım. Bilmez mi? Hem de yapayalnızım. Ardımdan bakıp yerinecek kimsem yok. Alt-üst paraları ayırıp kime gösteriş yapacağım?”
Sf: 342
“Mına goduğumun oğlu! İnsan babasının tabancasını alır mı elinden? Anan Cinli Kâmile’den mi öğrendin bu vidaları?
Sf: 349
Labbayı kıstı Dürü. Karyolanın başucuna dolandı. Uzun uzun ölçüp oranladı. Boş böğründen sokacak tırpışı. İki eliyle tutacak, var gücüyle basacak! Sonra bir eliyle ağzına çaput basacak, bir eliyle tırpışı burkacak; sonra öyle bırakacak.
“Tamam öyleyse gı!…” dedi kendine. “Basacaksan bas! Burkacaksan burk! Dört saat bekleme herifin başında!…
“Euzü”yü okudu yeniden. Sokuldu yanına. Sokuldu iyice. Tırpışı doğrulttu. Ala aydınlıkla basıverdi birden. Basıverdi iki eliyle! Var gücünü topladı. Birden iki parmak girdi tırpış. Saniyenin yüzde birinde. Girip, durdu.
Var gücüyle yeniden yüklendi. Topuzuna kadar gömdü tırpışı! Bastı. Kanı büngüldedi. Süzüldü yatağa. “Bööö!” diyecek oldu uykusunda. Diyemedi. Bir eliyle hemen çaput bastı ağzına. Batı yerleştirdi. Sonra burktu. Kanı büngüldüyor habire! Ayakları atıyor durmadan. Koca gövdesinin içinde durmadan kıvranıyor. Ağzına tıkılıp kalan “Böö!” sesi burnundan başka yerlerinden çıkıyor.
İyice burktuktan sonra bir daha bastı! Öylece bıraktı. Baktı yüzüne hışımla; “Ağzına sıçtığımın!…” dedi içinden. “Köylerin ayısı! Ben senin önüne geçtim! Emmi dedim! Etme dedim! Ben senin dengin değilim dedim! Etme, bu iş sana hayır getirmez dedim!…”
Durup ortalığı dinledi. Başını, gövdesini titretip duruyor. “Titret, titret! Gözel titret!” dedi. “Gözel titret!… Kurularak geçerdin atın üstünde! Yiyecek gibi bakardın gözlerime! İyi titre şimdi…”
Bohçasını beline sardı hemen! Eline katmer aldı. Açtı kapıyı. Çıktı usulca. Dışından kitledi kapışı. Anahtarı çıkarıp soktu beline. Hayattan saçağa süzüldü. Kuzu damına atladı. Kuzu damından aşağısı epey var. Gübreliği araştırdı. Arayıp seçmedi uzun uzun. Gözünün kestirdiği yere attı kendini. Hemen toplandı gübrelerin üstünden. Toplanıp koştu. Bir solukta dereye vardı. Söğütlerin altından koştu. Sudan geçti. Islandı ayakları.
Sf: 354
“Gönülsüz yenen aş, ya karın ağrıtır, ya baş! Olacağı belli değil miydi zaten?”
Sf: 355
“Uluguş’un içi burkulup gitti. Ağlamaya başladı.
“Hepinizin elini birbirine bağlayıp Kızılca’ya götüreceğim! Sokacağım karakolun aynasına! O zaman söyleyeceksiniz bülbül kuşları gibi Dürü nerde?” dedi Şerif Çavuş.
“Hepimizi götürüpq ne yapacaksın akılsız Şerif!” dedi Uluguş. “Yalnız beni götür yeter! Çünküm Dürü bende! Söylüyorum açıkça: Yaladım yuttum onu! Bir elleri ayakları, bir saçları kaldı. Onları da köyün içine atıverdim!…”
Zakey, “Gözleri bende!…” dedi.
Sevim, “Elinin biri bende!”
Naciye, “Saçlarının birazı bende!”
Hasibe, “Birazı da bende!”
Keziban, “Elinin biri de bende!” dedi.Sultan, elini karnına vurdu. “Dürü bende! Dürü asıl bende! dedi. “Ayakları Şerfe Aba’mda! Alıp Kayadibi’ne kaçtı!…”
Köy içinden, “Dürü bizdeee! dürü bizdeee!…” diye sesler gelmeye başladı çoğalarak.
Doktrin: “Ve bazen iyi şeyler biter ki daha iyileri başlayabilsin.” – Marilyn Monroe
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (26)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (148)
- kitap (155)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)