Sf: 13
Red’in sahaf dükkanına doğru yürürken garip bir sıkıntı hissediyordum içimde. İnsan ölmek için dünyaya geliyordu. Bunun anlamı neydi? Hayatımız oraya buraya takılarak ve bekleyerek geçiyordu. Bizi bir yerlere götürecek treni bekleyerek. Sıcak bir ağustos gecesi bir otel odasında koca göğüslü bir kadını bekleyerek.

Sf: 14
Yavaşça adama doğru yürüdüm. İyice yaklaştım. Ona o kadar yakındım ki, okuduğu kitabın ne olduğunu görebiliyordum.
Thomas Mann. Büyülü Dağ.
O da beni fark etmişti.
– “Bu adamın ciddi bir problemi var.” dedi elindeki kitabı göstererek.
– “Neymiş o?” diye sordum.
– “Okuru sıkmanın sanat olduğunu düşünüyor.”
Sf: 15
Aklım yettiğinden beri o gazete bayisi hep oradaydı. Yirmi otuz yıl önce, yanımda üç tane fahişeyle o bayinin önünde durduğu hatırlıyorum. Kadınların üçünü de evime götürmüştüm ve birisi köpeğime mastürbasyon yaptırmıştı. Bunun eğlenceli bir şey olduğunu düşünüyorlardı. Kadınlardan biri tuvalete gittiğinde düşüp kafasını klozetin kenarına çarpmıştı. Ortalığı kan içinde bırakmıştı. Kocaman havlularla ancak temizleyebilmiştim yerdeki kanı. Sonra onu yatağa yatırmış, diğer kadınlarla sohbet etmiştim. İki kadın o gece gitmişlerdi. Diğeri tam dört gün dört gece yatağımda yatmış, tüm biramı içip bitirmiş ve bana Doğu Kansas’taki çocuklarını anlatmıştı.
Sf: 17
Film yıldızlarına bakın mesela; kıçlarından deri aldırıp yüzlerine ekleterek genç görünmeyi başarıyorlardı. Kıç derisi, insan vücudunun buruşmaya en dayanıklı kısımlarındandı. Tüm yıldızlar hayatlarının son yıllarını kıçtan bozma suratlarla geçiriyorlardı.
– “Dinle beni Belane, eğer bu Celine meselesini çözersen, Kırmızı Kırlangıç’ın nerede olduğunu söylerim sana.”
– “Bunu gerçekten yapar mısınız? Sizin için her şeyi yapmaya hazırım hanımefendi.”
– “Ne gibi Belane?”
– “Mesela evde beslediğim hamam böceğimi öldürebilirim sizin için veya yaşasaydı annemi kemerimle dövebilirdim, sizin için.”
Sf: 18
Yaklaşık 190 kilo falan görünüyordu. Eğer vücudundaki kılları keserseniz, belki o zaman 180 kilo çekerdi.
Tommy nazik bir şekilde gülümsedim.
– “Sen beni tanımıyorsun, değil mi Tommy?” dedim.
– “Hı hıı.”
– “O zaman neden benim canımı acıtmak istiyorsun?”
– “Çünkü Mr. McKelvey öyle söyledi.”
– ” Tommy, eğer Mr. McKelvey sana küçük çişini içmeni söylerse, yapar mısın?”
Sf: 19
Oxford bursu kazanmış parlak bir öğrenci falan değildim. Okuldayken biyoloji derslerinde hep uyuklardım, matematiğim de çok zayıftı.
Sf: 32
Resmi tekrar cüzdanıma koydum. Birden kendimi garip hissetmeye başladım. Neler oluyordu bana? Bu kadından hoşlanmaya mı başlamıştım? Oysa, herkes gibi onun da bağırsakları vardı. Ve muhtemelen kulakları da hafif bir kir tabakasıyla kaplıydı. Neler oluyordu bana?
 Bazen karaciğerim için kaygılanıyordum ama karaciğerim hiç dile gelip “Yeter artık. Beni öldürüyorsun. Ben de seni öldüreceğim.” demedi. Eğer konuşan iç organlarımız olsaydı, doktorlara hiç ihtiyacımız olmazdı.
Sf: 35
Nereye gittiğimi bilmeden, önüme çıkan ilk yol ayrımına saptım. Saptığım yol beni San Pedro’ya getirmişti. Kentin içinde bir süre dönüp durduktan sonra, gözüme bir bar ilişti. Adı Susamış Domuz’du.
Sf: 36
Diğer iki yaşlı adam, oturdukları yerden bana bakıyorlardı.
– “Havalar çok güzel, değil mi?” dedim onlara.
Cevap vermediler. Bir an, adamların nefes almadıkları hissine kapıldım. Ne işleri vardı burada? Normalde, ölülerin gömülmesi gerekmiyor muydu?
– Baksanıza, siz ikiniz en son bir kadının iç çamaşırlarını ne zaman çıkarttınız?” diye sordum.
Sf: 41
– “Gitme zamanı dostum.” dedim.
– “Gitme zamanı ha? Ben keyfim ne zaman isterse o zaman giderim, tamam mı?”
İçki ona cesaret vermişti. Zaman zaman herkese olur böyle.
Sf: 42
– “Eskiden ‘yazarların’ hayatları, yazdıklarından daha ilginçti. Şimdiyse ne hayatları ne de yazdıkları ilginç” dedi.
Sf: 43
Bir an kırmızı ışığa yakalandım. Neredeyse kaybedecektim öndeki arabayı. Yeşil ışığı beklemeden gazlayıp sıyrıldım aradan. Cadillac’taki bir kadın bağırarak annemin hatırını sordu. Dönüp bakmadım bile. Gülümseyip gazladım.
Sf: 51
İkisini öylece içeride bıraktım. Büronun kapısını kilitleyip asansörle aşağıya indim. Kendimi çok daha iyi hissetmeye başlamıştım. Caddede karşıma çıkan ilk dilenci kılıklı adama bir dolar verdim. Biraz sonra gördüğüm ikincisine, demin birinciye para verdiğimi söyledim. Üçüncüsüne de aynı şeyi yaptım, vs. Bugün hava is kokmuyordu sanki. Belirli bir amaçla, hızla yürüyordum. Öğle yemeğinde karides ve patates kızartması yemeye karar verdim. Yürürken ayaklarım kaldırımda çok şık görünüyordu.
Sf: 52
Kuşkusuz, tehlikeli bir işti bu. Güpegündüz hem de. Ama tehlikeye atılmaya hazırdım. Gerçi biraz kulaklarım uğulduyor, biraz da (doğrusunu söylemek gerekirse) üç buçuk atıyordum.
Sf: 55
– “Karnım aç” dedi. “O kadar açım ki, bir atı bile yiyip kalkabilirim.”
– “Üstüne bahis oynadığım atlardan birini yemezsin umarım” dedim. Biliyorum, iyi espri değildi.
Sf: 60
– “Sen daha çok bir… bir sıhhi tesisatçıya benziyorsun.”
– “Sıhhi tesisatçı mı? Tesisatçı ha? Pekala. Tesisatçılar olmasaydı ne yapardık biliyor musun sen? Hayatımızda tesisatçılardan daha önemli yeri olan birisini gösterebilir misin bana?”
– “Devlet başkanı.”
– “Başkan mı? Bak yanıldın işte. Her ağzını açışında yanlış veya saçma bir şey söylüyorsun Grovers.”
Sf: 61
– “Grovers sen kafayı yemişsin. Dedektif değil, psikolog lazım sana.”
– “Bir sürü psikoloğa gittim.”
– “Peki ne dediler?”
– “Hiç. Yalnızca saat başına altı dolardan fazla paramı aldılar.”
– “Kaç dolarını aldılar?”
– “Saat başına tam yüz yetmiş beş dolar.”
– “İşte kafayı yediğimin kanıtı.”
– “Nasıl yani?”
– “İnsanın bu kadar parayı ödemesi için çatlak olması gerekir.”
Öylece oturup birbirimize bakmıştık. Uzun bir sessizlik oldu. Düşünmeye çalışıyordum. Şakaklarım ağrıyordu.

Birden kapı ardına kadar açıldı. Ve içeri bir kadın girdi. Ama ne kadın! Nasıl anlatsam, bilmem ki? Dünyada milyarlarca kadın var değil mi? Bunların bazıları güzeldir. Bazıları da oldukça güzeldir. Buraya kadar tamam. Fakat bazen tabiat ana biz erkeklere bir oyun oynar ve gerçekten çok özel bir kadın çıkartır ortaya. Şöyle akla hayale sığmayacak kadar güzel bir kadın. Yani bakarsınız ve gözlerinize inanamazsınız. Yürüyüşü, duruşu, bacakları, göğüsleri, elleri, gülümsemesi, hepsi ayrı ayrı zaten çok güzeldir. Ve hepsi birleşip bir tek vücutta bir araya gelmiştir. Üstüne üstlük bir de hani kendisini görünce içine düştüğünüz çaresizlikle alay etmeye hazır bir ifade vardır dudaklarında… İşte böyle bir şey, büromdan içeri girdi.
Sf: 69
Hayat, insanı yıpratan bir oyundu. Sabah uyanıp ayağa kalkabilmek bile bir tür başarı sayılmalıydı.

Sf: 74
Kıçımın deliğinin kaşındığını hissettim. Yoksa basurum yeniden azacak mıydı? Boynum tutulmuştu, ağzımın içi zehir gibiydi. 
Gözlerim bir kedinin köşeye sıkıştırdığı fareninkiler gibi küçücük ve korku doluydu.
Sf: 75
Bir keresinde günlerce büyük tuvaletini hiç yapmayan birisiyle tanışmıştım. B*klar adamın göbeğinden çıkıp ortalığa saçılmıştı.
Sf: 79
Ertesi gün araştırma yapmak için Grovers’ın çalıştırdığı cenaze levazımatçısına gittim. Oldukça iyi bir işti aslında bu. Öbür dünyaya göçenler hep olacağı için bu ölümlü dünyada Grovers’ın müşterisiz kalmak gibi bir problemi yoktu.
Bazı insanlar yıllar öncesinden kendilerine tabut ayırtmışlardı. Herhalde böyle bir şeyi yapacak en son insan bendim dünyada.
Sağa sola bakındım. Ortalıkta hiç kimse görünmüyordu. İstesem tabutların birini rahatlıkla araklayabilirdim. Arabamın üstüne bağladığım gibi, gazla gitsin.

Sf: 84
Adam bana dönüp “Hey dostum,” dedi. 
– “Evet?” dedim. 
– “Bir cent bozabilir misin bana?”
– “Hayır,” dedim. “Şu anda üzerimde yok.”
– “Belki yarın ha?”
– “Belki yarın.”
– “Ama yarın seni göremeyebilirim belki.” dedi. 
Umarım görüşmeyiz diye geçirdim içimden. Odadaki herkes bekleşip duruyorduk. Bu psikolog olacak adam, beklemenin insanların kafayı yeme sebeplerinden biri olduğunu bilmiyor muydu? Aslına bakarsan bütün insanların hayatı beklemekle geçiyordu. İstedikleri bir şeyin gerçekleşmesini ya da bir gün geberip gitmeyi bekleyip duruyorlardı. Markette tuvalet kağıdı satın almak için kuyrukta bekliyorlardı. Bankadan para çekmek için kuyrukta bekliyorlardı. Ve eğer paraları yoksa, daha uzun kuyruklarda beklemeleri gerekiyordu. 
Önce uykunun gelmesi için, sonra da uyanmak için bekliyordun. Önce yağmur yağması için, sonra da yağmurun durması için bekliyordun. Yemek yemek için bekliyordun, sonra tekrar yemek için yeniden bekliyordun. Bazen de bir sürü delinin arasında “Acaba ben de mi onlardan biriyim?” diye merak ederek bir psikoloğun muayenesinde bekliyordun. 
Odadaki masanın arkasında hayatta hiçbir tatminsizlik sorunu olmadığı daha ilk başta anlaşılan bir adam oturuyordu.
Sf: 87
Kendimi bir garip hissediyordum. Bir sürü şeye anlam veremiyordum. Örneğin avukatın bürosundaki o adam neden gazeteyi ters tutuyordu? Böyle bir şeye psikoloğun bekleme salonunda rastlasam şaşırmayacaktım. Kim bilir belki de gazetenin yalnızca dış sayfaları ters basılmıştı, adam iç sayfaları düzden okuyordu! Bu arada, tanrı var mıydı acaba? Peki Kırmızı Kırlangıç neredeydi? Cevaplamam gereken o kadar çok soru var ki. Her sabah yataktan kalkınca bilinmezlerle dolu bütün evrenin ağırlığını üzerimde hissediyordum. Belki bir striptiz barına gidip kadınların küloduna para sıkıştırarak  her şeyi unutmaya çalışmalıydım. Belki de bir boks maçına gidip birbirini ölesiye döven iki geri zekalıyı seyrederek rahatlamaya çalışmalıydım.
Sf: 88
Oysa benimki bütün bu psikolojik zırvalarla alakası olmayan sıradan bir filli rüyaydı yalnızca. Bence rüyalarımızı yine en iyi kendimiz yorumlayabiliriz. Paranızı psikologlara kaptıracağınıza gidip at yarışı oynayın, sizin için daha hayırlı olur.
Sf: 88
Sonra telefonu alıp Celine’in numarasını çevirdim. Dört kez çaldıktan sonra nihayet sesini duydum. 
– “Evet?”
– “Beyefendi, bir kilo çikolata kaplı vişne ve Roma’ya bedava bir gezi kazandığınızı bildirmek istiyorum size.”
– “Her kimsen, serseri herif, benimle dalga geçme!”
– “Ben Nick Belane.”
– “Çikolataları ve vişneleri tercih ederdim.”
Sf: 91
Saat 2.35’de Celine içeri girdi. Biraz duralayıp etrafına bakındı. Çatalıma bir peçete takıp ona doğru salladım. Beni görünce yanıma gelip oturdu.
Sf: 92
– “Sizleri nasıl tanıştıracağım bilmiyorum doğrusu, çünkü ikinizin de kim olduğundan emin değilim.” dedim.
– “Ne biçim bir dedektifsin sen?” diye sordu Celine.
– “L.A’ın en iyisi!”
– “L.A de ne demek oluyor?”
– “Lümpen Amsalaklar.”
Sf: 95
O sırada ambulansın acı acı öten sirenini duydum. Eğer yakınınızda bir ambulans varsa ve sirenini duyamıyorsanız, sizi almak için geldiğine emin olabilirsiniz.
Sf: 97
Ya tüm hayatınızı ya da yalnızca o gününüzün içine edecek birileri mutlaka çıkar karşınıza.
O anda en çok istediğim, sakin bir yere uzanıp haftalarca deliksiz bir uyku çekmekti. Bir zamanlar benim de yaşamdan zevk aldığım günler olduğunu hatırladım. Öyle müthiş günler değildi, ama yine de fena sayılmazdı. 
– “Aynısından mı?” diye sordu. 
– “Evet. Ama biraz daha sert olsun.”
– “Fiyatı aynı mı olacak ama?”
– “Yap bir şeyler işte.” dedim.
– “Ne demek oluyor bu?”
– “Anlamadın mı?”
– “Hayır.”
– “Pekala, içkimi hazırlarken biraz düşün o zaman.” Barmen hiçbir şey söylemeden uzaklaştı.
Sf: 98
– “Ben Eddie değilim.” dedim.
– “Eddie’ye benziyorsun ama.”
– “Eddie’ye benzeyip benzememem sikimde bile değil, anladın mı?”
– “Sen belanı mı arıyorsun?”
– “Evet yiyorsa başımı bela olabilirsin!”
Bu arada barmen içkimi getirdi. Barın üzerine koyduğum parayı aldı. Ve “Hiç de kibar birisi değilsin!” dedi.
– “Neden fikrini kendine saklamıyorsun sen?” dedim. 
– “Sana içki vermeyebilirim istesem!”
– “Para kazanmak istemiyorsan söyle!”
– “Senin gibi kaba müşterilerin parasını istemiyorum.”
– “Ne tür kaba müşteriler istiyorsun peki?”
– “İçki verme ona!” diye bağırdı bu arada diğer adam. 
– “Bana bak, bir kelime daha edersen ayağımı kıçından sokup ağzından çıkarırım.” dedim adama. 
Adamın yüzüne korkak bir gülümseme belirip kayboldu. Barmen ise hala karşımda dikiliyordu.
Sf: 99
Bir süre amaçsızca yürüdüm. Moralimi düzeltmem gerekiyordu.
– “Merhaba Eddie.” dedi. 
– “Ben Eddie değilim.” dedim.
– “Benim adım Eddie.” dedi barmen. 
– “Benimle dalga geçmeni hiç tavsiye etmem.” dedim. 
– “Hayır, sen benimle dalga geçmeye çalışıyorsun.”
– “Bak barmen efendi! Ben sakin bir adamım. Oldukça normal birisi sayılırım. Kadın iç çamaşırı falan giymem. Yani garip alışkanlıklarım yoktur, tamam mı? Ama nereye gidersem insanlar çok garip davranıyorlar. 
Sf: 100
Anlamsız bir işti benimki. Kadınlar erkekleri, erkekler de kadınları kendilerinden uzaklaştırmam için para ödüyorlardı bana.
Sf: 101
– “Sana bir anlaşma teklif etmek için geldim Belane.”
– “Seninle anlaşma yapmaktansa çölde üç ay susuz kalmayı tercih ederim.”
Sf: 107
Birazdan garson kız geldi. Yüksek topuklu ayakkabılar, mini etek ve sütyenlerini açıkça gösteren tülden bir bluz giymişti. Giysileri, dünyası ve aklı daracıktı. Yüzünde mahkeme duvarı gibi bir ifade vardı.”
Arkasını dönüp giderken kalçalarını seksi biçimde sallamaya çalışıyordu. Hiç beceremese de, deniyordu. Birden içimi sıkıntı kapladı.
Sf: 110
– “Bana baksana sen! Baştan beri yok Cindy’in hakkından gelicem, yok Cindy’i şöyle yapıcam deyip duruyorsun. Biraz daha adam akıllı konuşamaz mısın sen?”
Sf: 111
Araba telefonumu alıp, dokuzuncu ayaktaki yarışların sonucunu öğrenmek için hipodromu aradım. Yine kaybetmiştim. Kahretsin, hayat çok yıpratıcıydı. İçimi bir sıkıntı kapladı. Hayatımı boşa harcadığımı düşündüm. Ayaklarıma ince bir sızı saplandı. 
Cindy muhtemelen evde oturmuş, televizyondaki aptal bir programı seyrediyordu. Yine muhtemelen bacak bacak üstüne  atmış, son derece kalitesiz esprilere katıla katıla gülüyordu.
Sf: 112
Cindy bir kavşağı geçtikten hemen sonra ben kırmızı ışığa yakalandım. Bekleyemezdim. Anamın hatırını sonra bağırtıların ve korna seslerinin arasında gazlayıp Cindy’in peşinden devam ettim.
Sf: 112
Çanı çaldım. Hiçbir şey olmadı. Altı kez üst üste bütün gücümle vurdum çana. Nihayet arka taraftan birisi geldi. Moruğun tekiydi. Yalınayaktı. Üzerinde bir gecelik ve kafasında da yine uzun bir başlık vardı. 
– “Talı bir uykuya dalmak üzereydin ha?” dedim.
– “Belki uyuyacağım, belki de uyumayacağım. Sana ne?”
– “Sinirlenmeyin bayım, yalnızca bir oda istiyorum. Boş yeriniz var mı?”
– “Sen pezevenk falan mısın?” 
– “Hayır, bayım.”
– “Uyuşturucu satıcısı olmayasın peki?”
– “Hayır efendim.”
– “Keşke olsaydın. Şu anda biraz kokain için neler vermezdim!”
– ” Ben İncil satıyorum efendim.”
– “Çok boktan bir iş bu.”
– ” Tanrının sözlerini tüm insanlara ulaştırmaya çalışıyorum.”
– “Bana ulaşmaya veya bulaşmaya çalışma da, ne yaparsan yap.”
– “Nasıl isterseniz efendim… Bu arada, boş odanız var mıydı?”
– “İki tane var. 8 numara ve 3 numara.”
Sf: 116
Dışarı çıkıp yandaki odanın kapısının önünde durdum. Çok basit bir kilit vardı kapıda. Hiç zorlanmadan kredi kartımla açtım. 
İçerideki odada yatak yaylarının ‘merhamet’ diye inlediklerini duyuyordum.
Sf: 112
– “Belki. Belki de değil. Yalnızca istediğim an onun ensesine binebilirim diyelim.”
– “Ama şantaj yüzünden değil, beni sevdiği için bana sadık kalmasını istiyorum ben.”
– “Şantaj veya montaj Jack, önemli olan artık yaramazlık yapmayacak.
Sf: 128
Oldukça güzel işler yapmıştım. Evsiz barksız değildim. Sokakta uyumam gerekmiyordu. Kuşkusuz sokakta yaşayanların arasında da çok iyi insanlar vardı. Ve onlar zavallı falan değillerdi, yalnızca sistemin dişlileri arasındaki yerlerini almamışlardı. Ortada çok iyi kurulmuş bir tuzak vardı aslında. Belirli bir yaşam standardını tutturmanın bedeli, sistemin önüne çizdiği sınırların arasında sıkışıp kalmaktan geçiyordu. Sınırları reddederek özgür yaşayan ama yine de başını  sokacak bir ev bulabilenlerin sisteme karşı önemli bir zafer kazandıklarını rahatlıkla söyleyebilirdim.
Sf: 130
– “Nasıl bir bilgi bu?”
– “Bir kadının adresi. O, kırlangıç hakkında bir şeyler biliyor.”
– “Kaç para istiyorsun?”
– “75 dolar.”
– “Siktir git Amos.”
– “Tamam, istemiyorsan giderim. Yapacak bir sürü işim var.”
– “Elli dolar çalışır.”
– “Altmış.”
– “Tamam, ver şu adresi bana.”
Oldukça güzel bir semtti burası. Güzel semt, benim asla oturamayacağım kadar pahalı evler anlamına geliyordu.”
Tatlı fakat tiz bir ses diyafondan “Evet?” diye sordu.
– “Deja Fountain’i arıyorum. Kırmızı Kırlangıç hakkında Amos Redsdale gönderdi beni. Adım Nick Belane.”
– “Beyefendi, anlattıklarınızdan hiç bir bok anlamadım.”

Sf: 131
Müthiş güzel bir kadındı. Kırmızı bir elbise giymişti. Yeşil gözleri, uzun koyu kahve saçları vardı. Nane benzeri bir parfüm yayılıyordu vücudundan. Dudaklarında müthiş bir gülümseme belirdi.
Sf: 138
Ertesi gece Deja’nın oturduğu büyük apartmanın önünde duruyordum. Yalnızca üç dört tane bira içmiş ve ayakkabılarımı yeni boyatmıştım. Çok hafif bir yağmur çiseliyordu. Çocukken her yağmur yağdığında “Tanrı işiyor” derdik.
Sf: 142
İçlerinde birkaç tane ünlünün de bulunduğu sonsuz bir aptallar resmi geçidiydi televizyon. Eğlence programları güldürmüyordu, dramalar da dördüncü sınıf şeylerdi. O anda kendimi iyi hissetmemi sağlayacak tek şey skoçtu yani. 
55 yaşına gelmiştim ve hala karanlıkta sağa sola çarparak ilerlemeye çalışıyordum.
Sf: 143
Oturup yağmuru dinlerken hayatımı ne uğruna harcadığımı düşünüyordum. İnsan bu hüzünlü düşünceye kapıldığı an yaşlandığını da fark ediyordu.
Sf: 147
Tatile ihtiyacım vardı. Rahatlamak için beş kadına birden ihtiyacım vardı. Ayrıca kulaklarımdaki kirleri temizlemem ve arabamın yağını değiştirmem de gerekiyordu. Gelir vergisi taksidini ödemekte gecikmiştim. Okuma gözlüğümün saplarından biri kırılmıştı. Oturduğum daireyi karıncalar basmıştı. Dişlerimi temizletmem gerekiyordu. Ayakkabımın topukları iyice aşınmıştı artık. Fena halde uykusuzluk çekiyordum. Kaskomun süresi dolmuştu. Her tıraş oluşumda yüzümü kesiyordum. Son altı yıldır hiç gülmemiştim. Sebepsiz yere her şeye kaygılanmayı huy edinmiştim. Gerçekten kaygılanmam gereken bir şey olduğunda da içip sarhoş oluyordum.
Sf: 152
O sırada barmen skoç ve suyumla geldi. 
– “Şimdi gelip senin içkini içeceğim.” dedi aynı genç. 
– “İçkime dokunursan seni kurumuş bok gibi ikiye bölerim.”
Sf: 152
– “Moruk benimle pek ilgilenmiyorlar galiba.”dedi ortadaki.
– “İlgilenmiyorlar.” dedim.
– “Kim ilgilenmiyor?”
– “Moruk pek ilgilenmiyor.”
– “Beni onaylıyorsun yani.”
– “Hayır. Yalnızca dilbilgisi hatanı düzelttim. Ve umarım bu gece senin başka bir şeyini daha düzeltmek zorunda kalmam.”
Bu arada barmen içkimi getirip uzaklaştı.
– “Belki biz senin kıçını düzeltebiliriz.” dedi deminden beri konuşup duran genç.
Sf: 153
– “Adım Trachea.” dedi kadın.
İçkisini aldı ve gelip yanıma oturdu. Çok fazla parfüm sıkmış ve bir haftalık ruju bir defada kullanmıştı.
Sf: 154
– “Denesen iyi olur. Aslında hiç fena değilimdir.”
– “Ne konuda iyisin? Mesela kısa cümlelerle çok şey ifade edebilir misin?”
– “Hayır, ama kısa şeyleri uzatmakta çok iyiyim.”
– “Nasıl yani?”
– “Biliyorsun işte.”
Sf: 155
O sırada onun içkisi de geldi. Bir yudum içti. Kadına baktıkça daha itici buluyordum.
Sf: 156
Bir zamanlar yine böyle garip renklerde giyinen bir kız tanımıştım.”
Birlikte bir restorana falan gittiğimizde herkesin dönüp baktığı türden bir kızdı. Ama mesele şu ki, insanlar kızın güzelliğine bakmıyorlardı. Üç günlük sakal ve korkunç bir baş ağrısıyla bile o kızdan daha çekici görünüyordum. 
– “Kırmızı Kırlangıç’ı istiyor musun, istemiyor musun?”
– “Tabi ki istiyorum. Ama sizin tavırlarınız bana Illınois’deki teyzemin başına bela olan herifleri hatırlatıyor.
– “Teyzen mi? Teyzenin ne alakası var lan bu işle?”
– “Teyzemin evinin çatısı akıyordu.”
– “Bak sen! Eee…?”
– “Birgün birkaç tane herif gelip çatıyı tamir edeceklerini söylediler. Ellerinde yeni çıkan müthiş bir dolgu malzemesi mi ne varmış. Kadıncağıza bir kağıt imzalatıp parasını aldılar ve tepeye çıktılar.”
– “Ne tepesi be, serseri?!”
– “Yani çatıya çıktılar. Ve boydan boya kullanılmış motor yağı döktüler oraya. Sonra da ortalıktan kayboldular. Birkaç gün sonra yağmur yağdığında hem su hem de motor yağı evin içine akmaya başladı. Her şeyi daha berbat ettiler yani.”
– “Oh Belane, bu anlattığın hikaye yüreğime dokundu gerçekten! Bana bak serseri, gevezeliği bırakıp iş konuşalım şimdi.”
Sf: 157
“Bak Belane,” dedi Sanderson sırıtarak, “Şu hayatta tanrıya müteşekkir olduğum birkaç şeyden biri de senin yerinde olmamdır!”
Şempanzelerin ikisi de sırıttılar.
– “Sen bu adamlarla yatıyor musun Sanderson?”
– “Yatmak mı? Ne demek istiyorsun sen?”
– “Hani yatağa uzanırsın, başını yastığa koyarsın, falan işte.”
– “Belane, benim kafamı bozma, yoksa seni fare bokundan daha küçük ve değersiz parçalara bölerim.”
Sf: 164
Şirin bir kuştu aslında. Bir süre birbirimize baktık. O anda kuş “ciirk” diye bir ses çıkardı ve nedendir bilmem, bir an için keyfim yerine geldi. Aslında çok küçük şeyler bile kendimi mutlu hissetmeme yetiyordu. Ama bütün mesele, bu küçük şeyleri şu kocaman boktan dünyanın içinden bulup çıkarmaktı.
Sf: 164
– “Ha, o mu… Bak, yukarı geliyorum.”
Penny telefonu kapattı. Sanki lağım çukuruna düşmüş gibi boktan hissediyordum kendimi.

Doktrin: “Başkalarının yaptığı hatalardan dolayı öfkelenirsek; onları değil, kendimizi cezalandırmış oluruz.” – Immanuel Kant