Benimle birlikte olup acı çekmeyi göze alan her kadın ismiyle anılmayı hak etmiştir.
Bütün ahlaksız öykülerime rağmen, o tecavüzcü kürkümün altında ahlaklı biri yattığını biliyorlardı.
Bu kız beni sıkan her şeyden haz duyuyor, benim haz duyduğum her şeyden sıkılıyordu.
Suya girip kendini bıraktı. Suyun üstünde harikulade kayıyordu.
Amerikan erkeği kendini beğenmiş ve fevkalade sıradandır.
Uzun, fildişi bir araba geçti otelin önünden, fısıldayarak.
Çizilmiş mermer gözlü işçiler…
Bir profesörün dağ evine gitmiştik. Skoç içip karısının bacaklarını seyrediyordum.
Schwetzingen şatosu ve arazisi devasaydı. Yürü yürü bitmiyordu. Sonra uçsuz bucaksız bir gölün kıyısına geldik. Bu gölün kıyısında partiler verilirmiş, polis kaygısı olmaksızın. Zirveye çıktığında daha çok para, daha çok güç toplamaktan başka yapacak şey kalmamıştır. İçmekten, yemekten, düzüşmekten, uyuşturucu almaktan ve öldürmekten başka. Toplu seks partileri düzenlerlermiş burada, havai fişek patlatırlar, havaya hayvanlar atarlarmış:
Yaban domuzları, geyikler, etrafta ne varsa, ve erkekler silahlarını göğe doğrultup onları havada vurmaya çalışırlarmış. Kim bilir, arada sırada insan attıkları da oluyordu belki. Ama küçük bir şeref de bahşedilirmiş:
Havadan yere canlı inen varlık bir daha asla böyle bir şeye maruz kalmazmış.
Yolda neredeyse tüm kitaplarımı bulunduran bir kitapçıya soktular beni. Fakat orada durup kitaplarıma bakmak memnuniyetten ziyade mahcubiyet duygusu verdi bana. Bunun için yazmamıştım onları.
Markthall’da o gece giriş ücreti 10 marktı. Kapıdaki adam benden bilet almamı istedi. Bu gece şiir dinletisini okuyacak adamın ben olduğumu söyledim ona. Tırstı tabii, az kalsın g*tünü kesiyordum onun.
Sahneye ayak bastığımda bir şey aktı içimde. Korku terk etti.
Hep derim; kendinden nefret ettirebiliyorsan işinin hakkını veriyorsun demektir.
Hemen önümde duran sıska Alman gencin hakaretleri arasında ilk şiirimi okudum. Birileri onu arkalara çekti ama o bağırmayı sürdürdü. Aleyhtarlarıma müşfik (sevecen) davranmak zorundaydım. Bir keresinde bir gece kulübünde okurken sözlü saldırıya karşılık olarak, “Atın şu adamı dışarı,” diye bağırmıştım. Latife olarak söylemiş, bir sonraki şiire geçmiştim, ama daha sonra kulübün üç fedaisinin adamı yaka paça dışarı çıkarıp bir çöp bidonuna soktuklarını öğrendim…
Çok şarap içtim çünkü bedavaydı. İçmek için para almak, düzüşmek için para almaktan bile daha mucizeviydi.
Bir keresinde kumsaldaki bir kulübün patronu beni arayıp, “Dinle, rock gruplarından daha çok müşteri çekiyorsun, seni her perşembe, cuma ve cumartesi istiyorum,” demişti. Bir parçanın her dinleyişte biraz daha güzelleşebileceğini, ama şiirin her dinleyişte kötüleşeceğini idrak edemiyordu.
Biz, dinleti sonrası büroda şampanya içerken, hayranlarım burunlarını büronun cama dayamış beni izliyorlardı. Harikulade bir görüntüydü.
ve daha sonra gizlice arka kapıdan siyah lüks bir arabaya bindik ve içki, esrar ve kokainin sebil olduğu çok özel bir partiye geçtik, tıpkı filmlerdeki gibi…
Romantik ve dehşetli bir yanı olur fahişelerin, ve haklarında yazabilirsiniz. Gençliğimde birkaçını kurtarmayı denedim. Bir nemfomanı ıslah etmeyi de denedim. Bir lezbiyeni kadına döndürmeyi de. Hepsinde başarısız oldum tabii ki. Şimdi sadece kendimi kurtarmayı deniyorum.
Bir yan dairede randevu evi işletildiği söylendi. Fahişeler pek havalı olurlar. Silebilecek bir kıçları varmış gibi bile görünmezler. Göbek delikleri de yoktur bunların, varsa bile yıldız şeklindedir ve üstüne altın tozu serpilmiştir.
Fahişelerden birinin üstünde sarı bir elbise vardı, memelerinden biri dışarı taşmıştı. Diğerinin üstünde parlak kırmızı bir elbise vardı ama yırtmaçlıydı, yandan pembe donuna kadar görebiliyordunuz. Eski kaşardı ikisi de…
Derken alman çetesinden biri bana,
“Dinle Hank, randevu evi falan değil burası. Bunlar Carl’ın komşuları ve kadınlar da onların karıları,” dedi.
“Hasiktir,” dedim. “İğrenç bir durum bu. Hemen çıkalım burdan!”
16 ağustos 1920’de doğduğum Andernach, Ren Nehri kıyısındaydı.
– Biliyor musun, kitaplarını okudum, dedi, 90 yaşındaki dayım, hoşuma gittiler. Bilirsin, gerçek şeyleri severim, yalnız “S*kiş Makinesi’ni sevmedim.
– Ziyanı yok, Dayı, dedim.
Dayım, üçgen araziye inşa edilmiş uzun, ince, sarı binayı uzaktan gösterdi. Doğduğum evdi. Şimdilerde randevu evi olarak kullanılıyordu. Dayımın haberi var mıydı acaba.
– Birkaç kadın yaşıyordu içinde ama şimdi taşındılar… dedi dayım. 🙂
Şansa oynamak için gitmem ben hipodroma. Evde oturup büyükannemle tombala oynamayı yeğlerim.
Ölen için sorun değildir ölüm, yakınları için sorundur.
Seyahat etmeye bayılan o kadar çok insan tanıyordum ki. Kimileri öldürülme olasılığının heyecanı için tehlikeli sokaklarda yürürler.
Masada otururken bir garson geldi ve yanımızdan geçerken bir şeye basıp kaydı; elindeki koca tepsi ile yere yuvarlandı; tabaklar kırıldı, yerler berbat olmuştu. Dökülen yemekler beni kıl payı ıskalamıştı. Herkes susmuştu, Garson ayağa kalkıp kırılan tabakları ve yemekleri toplamaya başladı, herkes izliyordu. Hiç olmazsa eve gidip eline patlatabilir, sonra da küçük ilanlardan kendine yeni bir iş arayabilirdi. Yerleri temizlerken birkaç kez sileceğin ipleri ayağımı yaladı. Hayatın çekilmez olduğu doğruydu, insanların çoğuna öyle değilmiş gibi yapmayı öğretmişlerdi.
Siparişimizi başka garson aldı. Ayağı kayan garson ortalarda görünmüyordu.
Tuvalette otuz bir çekiyor ya da annesini arıyordu muhtemelen.
Yemek geldi. Her havaalanında bulabileceğiniz türdendi, kimse yiyemedi.
Sonra vedalaşıp trene bindik. Sevdiklerinden ayrılmak yaşamın en hüzünlü anlarındandır. Sıkılıyormuş gibi yapmak veya oyalanmak en iyisidir. Bavulların başınıza düşmeyeceğinden emin olmak ve kabızlık durumunu kontrol etmek iyi fikirdir.
Gümrük memuru sordu:
– Ne iş yaparsınız?
– Yazarım.
– Öyle mi? ne tür şeyler yazarsınız?
– Her seferinde değişir.
– Pekala, geçebilirsiniz.
Almanlar ve Fransızlar başka gezegenlerden geçmiş gibi benim için, sık sık kendi dillerini konuşuyorlar, bu da onlardan sıkılmamı geciktiriyor. Ama başladım onlardan da sıkılmaya.
takdis: kutsama
istihza: ince alay
latife: şaka
Doktrin: “Suçum var mı? Tabii ki var. Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam.” – Charles Bukowski
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (29)
- english (8)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (149)
- kitap (156)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)