Sf: 9
Bütün kitaplar eşittir; ama bazı kitaplar öbürlerinden daha eşittir.

Sf: 13
Kitabın başlarında “Bütün hayvanlar eşittir” diyen Koca Reis’in bu sözü garip bir değişikliğe uğramıştır: “Bütün hayvanlar eşittir; ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir.” Bir baskı biçiminin yerini, başka bir baskı biçimi almıştır. Hayvanların eski efendileri insanlar ile yeni efendileri domuzlar.

Sf: 15
Biraz da, Hayvan Çiftliği, sırtını, Jonathan Swift’den Aldous Huxley’ye uzanan İngiliz yergi yazının sağlam geleneğine yaslamıştır.   Celal Üster  Aralık 2000

Sf: 24
“İnsan, üretmeden tüketen tek yaratıktır. Süt vermez, yumurta yumurtlamaz, sabanı çekecek gücü yoktur, tavşan yakalayacak kadar hızlı koşamaz. Gene de, tüm hayvanların efendisidir. Hayvanları çalıştırır, karşılığında onlara açlıktan ölmeyecekleri kadar yiyecek verir, geri kalanını kendine ayırır. Bizse emeğimizle tarlayı sürer, gübremizle toprağı besleriz; oysa hiçbirimizin postundan başka bir şeyi yoktur. Siz, şu karşımda oturan inekler; bu yıl kaç bin litre süt verdiniz? Güçlü kuvvetli danalar yetiştirmek için gerekli olan sütleriniz nereye gitti? Her bir damlası düşmanlarımızın midesine indi. Siz, tavuklar; bu yıl kaç yumurta yumurtladınız, o yumurtaların kaçından civciv çıkarabildiniz? Tümüne yakını pazarda satıldı, Jones ve adamlarına para kazandırdı. Ve sen, Clover, doğurduğun o dört tay nerede; yaşlandığında sırtını dayayacağın, keyfini süreceğin o taylar nerede? Dördü de bir yaşına geldiklerinde satıldı; onları bir daha hiç göremeyeceksin. İnsanlara verdiğin o dört tay ve tarlalardaki emeğinin karşılığında bir avuç yem ve soğuk bir ahırdan başka ne gördün?

Sf: 27
İki ayaklılar düşmanımızdır. Dört ayaklılar ve kanatlılar dostumuzdur. Şunu da unutmayın ki, İnsan’a karşı savaşırken sonunda ona benzememeliyiz. Onu alt ettiğiniz zaman bile, onun kötü alışkanlıklarını benimsemeye kalkmayın. Hiçbir hayvan asla bir evde yaşamamalı, yatakta yatmamalı, giysi giymemeli, içki ve sigara içmemeli, paraya el sürmemeli, ticaretle uğraşmamalı. İnsan’ın bütün alışkanlıkları kötüdür. Ve en önemlisi, hiçbir hayvan kendi türünden olanlara zorbalık etmemeli. Güçlüsü güçsüzü, akıllısı akılsızı, hepimiz kardeşiz. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmemeli. Bütün hayvanlar eşittir.

Sf: 49
Snowball, ayrıca, öteki hayvanların Hayvan Kurulları’nda örgütlenmesiyle de uğraşmakta, bu iş için bıkmadan usanmadan çaba harcamaktaydı. Okuma yazma sınıflarının yanı sıra, tavuklar için Yumurta Üretim Kurulu, inekler için Temiz Kuyruklar Birliği, sıçanlar ve tavşanların evcilleştirilmesi için Yabanıl Yoldaşların Yeniden Eğitimi Kurulu’nu kurmuş, koyunlar için de Daha Beyaz Yün Hareketi’ni oluşturmuştu. Bu atılımların çoğu bir sonuca varamadı. Sözgelimi, yabanıl hayvanları evcilleştirme girişimi daha başından başarısızlığa uğradı. Yabanıl hayvanlar eskisi gibi davranmayı sürdürüyorlar, kendilerine gösterilen hoşgörüyü hemen kötüye kullanıyorlardı. Kedi, Yeniden Eğitim Kurulu’na katılmış ve bir süre canla başla çalışmıştı. Bir gün bir de bakmışlardı, damda oturmuş, erişemeyeceği uzaklıktaki serçelerle konuşuyor; onlara, artık bütün hayvanların yoldaş olduğunu, dilerlerse hiç çekinmeden gelip pençesine konabileceklerini anlatıyordu. Ama serçeler, kedinin yanına bile yaklaşmamışlardı.

Sf: 51
Sütlerin nereye gittiği çok geçmeden anlaşıldı. Sütler her gün domuzların lapasına karıştırılıyordu. Elmalar artık olgunlaşmaya yüz tutmuşlardı; meyve bahçesinin çimenleri rüzgârla dökülen elmalarla kaplıydı. Hayvanlar, doğal olarak, elmaların eşit bir biçimde paylaşılacağını umuyorlardı; oysa bir gün ağaçlardan dökülen tüm elmaların toplanması ve koşum takımlarının durduğu odaya getirilerek domuzlara teslim edilmesi buyuruldu. Bazı hayvanlar homurdandıysa da bir yararı olmadı. Bütün domuzlar, Snowball ile Napoléon bile bu konuda aynı düşüncedeydiler. Öteki hayvanlara gerekli açıklamaları yapmakla görevlendirilen Squealer, “Yoldaşlar!” diye haykırdı. “Umarım, biz domuzların bunu bencilliğimizden, ayrıcalık düşkünlüğümüzden yaptığını sanmıyorsunuzdur. Aslında çoğumuz süt ve elmadan hoşlanmayız. Ben de hoşlanmam. Bu elmalara el koymamızın tek bir amacı var, o da sağlığımızı korumak. Sütte ve elmada domuzların sağlığı açısından kesinlikle gerekli olan bazı maddeler var. Bilim bunu kanıtlamıştır, yoldaşlar. Biz domuzlar düşün emekçisiyiz. Bu çiftliğin tüm yönetim ve düzeninden biz sorumluyuz. Gecemizi gündüzümüze katarak, sizin sağlığınızı koruyoruz. Bu sütleri sizin uğrunuza içiyor, bu elmaları sizin uğrunuza yiyoruz. Biz domuzlar görevimizi gereğince yerine getiremezsek ne olur, biliyor musunuz? Jones geri gelir! Evet, Jones geri gelir! Bundan en küçük bir kuşkunuz olmasın, yoldaşlar.” Sonra da, oradan oraya sıçrayıp kuyruğunu oynatarak bağırdı: “Aranızda Jones’un geri gelmesini isteyen tek bir hayvan yoktur sanırım!”

Sf: 52
Hayvanların en küçük bir kuşku duymadıkları tek bir şey varsa, o da Jones’un geri dönmesini istemedikleriydi. Domuzları sağlıklı tutmanın önemi çok açıktı. Böylece, tartışma büyümeden, bütün sütün ve rüzgârla ağaçlardan dökülen elmaların (doğaldır ki, olgunlaştıkları zaman ağaçlardan toplanan elmaların da) hepsinin domuzlara ayrılması herkesçe kabul edildi.

Sf: 90
Bu durumun dış dünyadan kesinlikle gizlenmesi gerekiyordu. Yel değirmeninin yıkılmasından cesaret bulan insanlar, Hayvan Çiftliği’yle ilgili yeni yeni yalanlar uyduruyorlardı. Gene, tüm hayvanların kıtlık ve hastalıktan kırılmakta olduğu, durmadan birbirleriyle dalaştıkları, yamyamlığın alıp yürüdüğü, yeni doğan yavruların boğazlandığı söylentileri yayılmıştı. Napoléon, yiyecek durumuyla ilgili gerçekler öğrenilirse ortaya çıkabilecek kötü sonuçları çok iyi kestirebildiği için, tam tersi bir etki yaratmak üzere Bay Whymper’ı kullanmaya karar verdi. O güne kadar, hayvanlar, her hafta çiftliğe gelen Whymper’la ya pek az karşılaşıyor ya da hiç karşılaşmıyorlardı. Oysa bu kez, koyunların çoğunlukta olduğu bir grup hayvana, Bay Whymper’ın yakınında dolanmaları ve aralarında konuşuyormuş gibi yaparak, ama onun duyabileceği bir sesle tayınların artırıldığından söz etmeleri tembihlendi. Napoléon, ambarda neredeyse bomboş duran kovalara kum doldurulmasını, kumun üzerinin de elde kalan tahıl ve yemlerle örtülmesini buyurdu. Whymper bir bahane bulunarak ambara götürüldü ve ağzına kadar dolu kovaları göz ucuyla da olsa görmesi sağlandı. Napoléon’un numarasını yutan Whymper, her gittiği yerde Hayvan Çiftliği’nde yiyecek sıkıntısı olmadığını anlatmaya başladı.

Sf: 94
İlkbaharın ilk günleriydi; ansızın duyulan bir haber ortalığı birbirine kattı: Snowball hava karardıktan sonra gizlice çiftliğe geliyordu! Hayvanlar öylesine tedirgin olmuşlardı ki, geceleri gözlerine uyku girmiyordu. Söylenenlere bakılırsa, Snowball her gece karanlıktan yararlanarak çiftliğe giriyor, yapmadığı uğursuzluk kalmıyordu. Tahılları çalıyor, süt kovalarını deviriyor, yumurtaları kırıyor, fidelikleri çiğneyip eziyor, meyve ağaçlarının kabuklarını kemiriyordu. Artık çiftlikte bir iş ters gitmeyegörsün, suç hemen Snowball’a yükleniyordu. Bir cam kırılsa ya da bir oluk tıkansa, Snowball’un gece gene çiftliğe geldiği, bu işi mutlaka onun yaptığı söyleniyordu. Bir gün ambarın anahtarı kaybolunca, bütün çiftlik Snowball’un anahtarı kuyuya attığı söylentisine inandı. İşin garibi, kaybolan anahtar un çuvalının altından çıktığında bile, hayvanlar bu söylentiye inanmaktan vazgeçmediler. İnekler, Snowball’un gizlice ahırlarına girdiğini ve uykularında sütlerini sağdığını bile söylediler. O kış çiftliğe çok zarar vermiş olan sıçanların da Snowball’la işbirliği içinde oldukları söyleniyordu.

Sf: 98
Dört gün sonra, akşama doğru, Napoléon bütün hayvanların avluda toplanmasını emretti. Herkes toplandığında, göğsünde madalyalarıyla (bir süre önce, kendisine hem “Birinci Dereceden Kahraman Hayvan”, hem de “İkinci Dereceden Kahraman Hayvan” nişanlarını vermişti) Napoléon belirdi; dokuz iri köpek de çevresinde dolanıyor, ikide bir hırlayarak tüm hayvanların yüreğine korku salıyorlardı. Çok kötü bir şey olacağını sezmişçesine, herkes sessizce yere çöktü.

Sf: 108
Yaz ortalarında, üç tavuğun, Napoléon’a karşı bir suikast hazırlığına katıldıklarını itiraf ettiklerini işiten hayvanlar büyük bir korkuya kapıldılar. Tavuklar hemen idam edildi ve Napoléon’un güvenliği için yeni önlemler alındı. Geceleri yatağının çevresinde köpekler nöbet tutuyor, yediği her yemek zehirli mi değil mi diye önceden Pinkeye adlı genç bir domuz tarafından tadılıyordu.

Sf: 122
Ama birkaç gün sonra Muriel, Yedi Emir’i kendi başına bir kez daha okurken hayvanların emirlerden birini daha yanlış anımsadıklarını fark etti. Beşinci Emir’i, “Hiçbir hayvan içki içmeyecek!” diye biliyorlardı, demek bir sözcüğü unutmuşlardı. Doğrusu şöyleydi: “Hiçbir hayvan aşırı içki içmeyecek.”
Sf: 124
Squealer gönüllere su serpmeyi çok iyi beceriyordu. Kuşkusuz, şimdilik, tayınları yeniden ayarlamak zorunda kalmışlardı (Squealer, hiçbir zaman “kısıntı” sözcüğünü kullanmıyor, ‘”yeniden ayarlama” demeyi yeğliyordu)

Sf: 125
O yıl çiftlikte işler yolunda gitmesine karşın, hâlâ para sıkıntısı çekiliyordu. Derslik için tuğla, kum ve kireç almak, yel değirmeninin aygıtları için de para biriktirmek zorundaydılar. Ayrıca, ev için gazyağı ve mum, Napoléon’un sofrası için şeker (şişmanlamasınlar diye şekeri öteki domuzlara yasaklamıştı) almaları gerekiyordu; araç gereç, çivi, ip, kömür, tel, hurda demir ve köpek bisküvisi de cabası. Samanların ve patateslerin bir bölümü satılmıştı; sözleşmedeki yumurta sayısı haftada altı yüze çıkarıldığından, o yıl tavuklar yeterince civciv çıkaramamışlardı. Aralık ayında azaltılmış olan tayınlara şubatta yeniden kısıtlama getirilmiş, fazla gazyağı gitmesin diye ahırlarda fener yakmak yasaklanmıştı. Ama domuzların rahatı yerindeydi; dahası, semirdikleri bile söylenebilirdi.

Sf: 134
Üç gün sonra Boxer’ın, gösterilen her türlü özene karşın Willingdon’daki hastanede öldüğü haberi geldi. Haberi açıklayan Squealer, son anlarında Boxer’ın yanında bulunduğunu söylüyordu.

Squealer, ön ayağını kaldırıp gözyaşlarını silerek, “Böylesine dokunaklı bir sahne görmemiştim!” dedi. “Son ana kadar başucundaydım. Konuşacak gücü kalmamıştı. Son nefesinde, kulağıma, tek üzüntüsünün yel değirmeninin bittiğini görememek olduğunu fısıldadı. ‘İleri, yoldaşlar!’ dedi güçlükle. Ayaklanma adına ileri! Yaşasın Hayvan Çiftliği! Yaşasın Napoléon Yoldaş! Napoléon her zaman haklıdır!’ Son sözleri bunlar oldu, yoldaşlar.”

Derken, Squealer’ın tavrı ansızın değişiverdi. Bir an durdu, ufacık gözleriyle çevresine kuşkulu bakışlar fırlattıktan sonra başladı anlatmaya.

Boxer götürüldükten sonra çiftlikte saçma ve aşağılık bir söylenti yayıldığını duymuştu. Söylentiye bakılırsa, bazı hayvanlar Boxer’ı götüren arabanın üzerinde “At Kasabı” yazdığını görmüşler ve hemen Boxer’ın kesilmeye gönderildiği sonucuna varmışlardı. Bir hayvanın bu kadar salak olması inanılır gibi değildi. Ter ter tepiniyor, öfkeyle bağırıyordu. Sevgili Önderleri Napoléon Yoldaş’ı hiç mi tanımıyorlardı? Napoléon Yoldaş, hiç böyle bir şeye göz yumar mıydı? Oysa işin aslı çok basitti. Eskiden bir at kasabının kullandığı araba, kısa bir süre önce baytar tarafından satın alınmış ama baytar arabanın üstündeki yazıyı silmeye vakit bulamamıştı. Sorun buradan kaynaklanıyordu.

Hayvanlar, işin aslını öğrenince, yüreklerindeki sıkıntıyı biraz olsun atmışlardı. Hele Squealer, Boxer’a ölüm döşeğinde ne kadar büyük özen gösterildiğini, Napoléon’un o pahalı ilaçları en küçük bir duraksama göstermeden hemen aldırttığını ayrıntılarıyla anlatınca, kafalarındaki son kuşkular da dağıldı; Boxer’ın hiç değilse mutlu öldüğü düşüncesi, yoldaşlarının ölümüyle içlerine çöken acıyı dindirdi.

Sf: 139
Eski düşlerin hiçbirinden vazgeçmemişlerdi. Koca Reis’in müjdelediği, İngiltere’nin yemyeşil çayırlarına tek bir insan ayağının basmayacağı Hayvan Cumhuriyeti’ne olan inançlarını yitirmemişlerdi. Bir gün mutlaka gerçek olacaktı; belki hemen gerçekleşmeyecekti, belki şimdi hayatta olanlar o günleri göremeyeceklerdi, ama düşleri bir gün mutlaka gerçek olacaktı. İngiltere’nin Hayvanları şarkısının ezgisi bile orada burada gizlice mırıldanılıyordu; hiçbiri yüksek sesle söylemeye cesaret edemese de, çiftlikteki her hayvanın şarkıyı ezbere bildiği kesindi. Zor bir hayat yaşıyor olabilirlerdi, umutlarının tümü gerçekleşmemiş olabilirdi, ama öteki hayvanlardan farklı olduklarının bilincindeydiler. Açlık çekiyorlarsa, zorba insanları doyuralım diye çekmiyorlardı; çok çalışıyorlarsa, hiç değilse kendileri için çalışıyorlardı. Hiçbir hayvan iki ayak üstünde yürümüyordu. Hiçbir hayvan, hiçbir hayvanın “efendi”si değildi. Bütün hayvanlar eşitti.

Yaz başlarıydı. Bir gün Squealer koyunlara ardından gelmelerini emretti ve onları çiftliğin öbür ucunda, körpe huş ağaçlarıyla kaplı bir yere götürdü. Koyunlar, Squealer’ın gözetiminde, akşama kadar ağaçların yapraklarını yediler. Squealer, akşam çiftlik evine dönmeden, koyunlara orada kalmalarını tembihledi; hava da sıcaktı zaten. Koyunlar bütün bir hafta orada kaldılar; bu süre boyunca öteki hayvanlar koyunlarla hiç karşılaşmadılar. Squealer her gün oraya gidiyor, günün büyük bölümünü koyunlarla geçiriyordu. Onlara yeni bir şarkı öğretmekte olduğunu, rahat çalışabilmeleri için gözlerden uzak olmaları gerektiğini söylüyordu.

Sf: 140
Koyunların çiftliğe yeni döndükleri güzel bir akşamüstü, hayvanlar işlerini bitirmişler, çiftlik binalarına yönelmişlerdi. Birden, avlunun oradan, korkunç bir kişneme duyuldu. Hayvanlar ürkerek oldukları yerde kaldılar. Clover’ın sesiydi. Bir kez daha kişneyince, tüm hayvanlar dörtnala avluya daldılar. Ve Clover’ın gördüğünü onlar da gördüler:

Arka ayakları üzerinde yürüyen bir domuz.

Squealer’dı bu. Koca gövdesini arka ayaklarının üzerinde taşımaya alışık olmadığından güçlükle ilerliyor, ama gene de dengesi bozulmadan avlunun ortasında gezinebiliyordu. Biraz sonra çiftlik evinin kapısından bir sürü domuz çıktı; hepsi de arka ayaklarının üzerinde yürüyorlardı. Daha beceriklileri de vardı, dengelerini korumakta güçlük çekenler de; ama hepsi de avlunun çevresinde yere yıkılmadan dolanıp duruyorlardı. Sonunda, köpekler ürkünç sesler çıkararak havladılar, kara horoz kulakları sağır edercesine uzun uzun öttü ve kapıda Napoléon belirdi: Olanca görkemiyle dimdik yürüyor, sağına soluna kibirli bakışlar fırlatıyordu; köpekleri de çevresinde sıçrayıp duruyorlardı.

Ön ayaklarından birinde bir kırbaç vardı!

Ortalığı ölüm sessizliği kaplamıştı. Hayvanlar, şaşkınlık ve korku içinde birbirlerine sokulmuşlar, avlunun çevresinde ağır ağır yürüyen domuzları izliyorlardı. Sanki dünya tersine dönmüştü. İlk şaşkınlıkları geçer geçmez, köpeklerden korkmalarına, uzun yıllardır ne olursa olsun hiçbir şeyden yakınmama, hiçbir şeyi eleştirmeme alışkanlığını edinmiş olmalarına karşın, domuzlara karşı seslerini yükseltmek üzereydiler ki, koyunlar birinden işaret almışçasına he p bir ağızdan melemeye başladılar:

“Dört ayak iyi, iki ayak daha iyi! Dört ayak iyi, iki ayak daha iyi! Dört ayak iyi, iki ayak daha iyi!” Meleme aralıksız beş dakika sürdü. Koyunların sesi kesildiğinde, domuzlar çoktan çiftlik evine dönmüştü; protesto etme fırsatı kaçırılmıştı.

Sf: 141
Benjamin, birinin burnuyla omzuna dokunduğunu fark edince dönüp baktı. Clover’dı. Yaşlı gözleri her zamankinden daha donuktu. Hiçbir şey söylemeden, Benjamin’i usulca yelesinden çekip büyük samanlığın Yedi Emir’in yazılı olduğu duvarına götürdü. Bir süre öyle durup katran kaplı duvardaki beyaz yazılara baktılar.

Sonunda, Clover, “Gözlerim artık iyi görmüyor,” dedi. “Gerçi gençken de doğru dürüst okuyamazdım ya. Ama bana öyle geliyor ki, yazılarda bir değişiklik var. Yedi Emir eskisi gibi duruyor mu, Benjamin?” Benjamin, ilk kez ilkesini bozd u ve duvardaki yazıyı Clover’a okudu. Duvarda tek bir emir yazılıydı:

BÜTÜN HAYVANLAR EŞİTTİR AMA BAZI HAYVANLAR ÖBÜRLERİNDEN DAHA EŞİTTİR.

Sf: 144
Ertesi gün, çiftlik işlerini denetleyen bütün domuzların kırbaçlı olmaları kimseye tuhaf gelmedi. Domuz ların kendilerine bir radyo aldıkları, telefon bağlatmaya hazırlandıkları, John Bull ve Tit-Bits dergileriyle Daily Mirror gazetesine abone oldukları işitildiğinde, kimse şaşırmadı. Napoléon’un, çiftlik evinin bahçesinde ağzında piposuyla dolaşması, kimsenin garibine gitmedi. Domuzların, Bayan Jones’un giysilerini gardıroptan alıp giymeleri, Napoléon’un siyah ceket, külot pantolon ve deri tozluklarla gezinmesi, gözdesi olan dişi domuzun da Bayan Jones’un bir vakitler pazar günleri giydiği şanjanlı ipek elbiseyle dolaşması bile hiç kimseyi şaşırtmadı.

Sf: 145
Uzun süren bir güvensizlik ve anlaşmazlık döneminin artık sona ermiş olması, kendisi ve hiç kuşkusuz orada bulunan herkes için büyük bir mutluluk kaynağıydı. Komşu çiftliklerdeki insanlar, Hayvan Çiftliği’nin saygıdeğer sahiplerine, bir süre, düşmanlık duygularıyla değilse de kuşkuyla yaklaşmışlardı; ama kendisi ve orada bulunanlar, insanların bu kuşkucu yaklaşımını bile paylaşmamışlardı. Talihsiz olaylar meydana gelmiş, yanlış düşüncelere kapılanlar olmuştu. Domuzların sahip olduğu ve yönettiği bir çiftliğin hiç de olağan olmadığı düşünülmüş, çevredeki çiftliklerde tedirginliğe yol açabileceğinden korkulmuştu. Çiftçilerin birçoğu, en küçük bir araştırma yapmaksızın, böyle bir çiftlikte başına buyrukluk ve başıbozukluğun kol gezeceği sanısına kapılmıştı. Hayvan Çiftliği’nde olup bitenlerin, yalnız kendi hayvanlarını değil, çiftliklerinde çalışan insanları da etkileyebileceğini düşünerek tedirgin olmuşlardı. Ama bu tür kuşkuların tüm ü dağılmıştı artık. Bugün kendisi ve dostları, oraya gelerek Hayvan Çiftliği’nin dört bir yanını gezip incelemişler ve yalnızca en yeni yöntemlerle değil, aynı zamanda bütün çiftçilere örnek olması gereken bir disiplin ve düzenle karşılaşmışlardı. Hayvan Çiftliği’ndeki aşağı kesimlerden hayvanların, ülkenin bütün hayvanlarından daha çok çalışıp daha az yediklerini söylemek herhalde yanlış olmayacaktı. Bugün gerçekten de, kendisi ve dostları, Hayvan Çiftliği’nde öyle şeyler görmüşlerdi ki, bunları kendi çiftliklerinde de hemen uygulamaya koymayı düşünüyorlardı. Sözlerini, Hayvan Çiftliği ile komşuları arasında var olan ve sürmesi gereken dostluk duygularını bir kez daha vurgulayarak bitirmek istiyordu. Domuzlar ile insanlar arasında en küçük bir çıkar çatışması yoktu, olması için bir neden de göremiyordu. Verdikleri uğraşlar da, karşılaştıkları güçlükler de birdi. İşçi sorunu her yerde aynı değil miydi? Bay Pilkington, tam önceden hazırladığı anlaşılan zekice bir espri yapacaktı ki, gülmesini tutamayınca konuşmasını kesmek zorunda kaldı. Tombul yanakları mosmor kesilinceye kadar kahkahalar attıktan sonra, espriyi patlattı: “Sizler aşağı kesimlerden hayvanlarınızla uğraşmak zorundaysanız,” dedi, “bizler de bizim aşağı sınıflardan insanlarımızla uğraşmak zorundayız!” Espri, masayı kahkahayı boğdu. Bay Pilkington, Hayvan Çiftliği’nde tayınları düşük tuttukları, iş saatlerinin her yerdekinden daha fazla olmasını sağladıkları ve hayvanları aşırı bolluğa boğarak şımartmadıkları için domuzları bir kez daha kutlamaktan kendini alamadı.

Sf: 148
En sonunda, herkesi ayağa kalkmaya ve bardaklarını doldurmaya davet eden Bay Pilkington, “Haydi, beyler!” dedi. “Şerefe! Hayvan Çiftliği’nin şerefine!”

Sf: 152
Daha yirmi otuz metre kadar uzaklaşmışlardı ki, oldukları yerde kalakaldılar. Çiftlik evinde bir gürültüdür kopmuştu. Geri dönüp hızla eve koştular ve pencereden içeri baktılar. Evde korkunç bir kavga patlak vermişti: bağırıp çağırmalar, masaya vurmalar, kuşkulu sert bakışlar, küfür kıyamet… Anlaşıldığı kadarıyla kavganın nedeni, Napoléon ile Bay Pilkington’ın aynı elde maça ası çıkarmış olmalarıydı. İçeride on ikisi de öfkeyle bağırıyor, on ikisi de birbirine benziyordu. Artık domuzların yüzlerine ne olduğu anlaşılmıştı. Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların yüzlerine bir insanların yüzlerine bakıyor; ama onları birbirlerinden ayırt edemiyorlardı.

Kasım 1943 – Şubat 1944Doktrin: “İnsan hayatında öyle bir zaman geliyor ki muhakkak gitmesi gerekiyor, eğer hiç kapı veya pencere yoksa duvardan bile yürüyüp geçiyor.” – Bernard Malamud