Sf: 12
“Uğur Bey, size 8 ay süre veriyoruz… Bu süre içerisinde tüm medya gücümüzle arkanızda duracağız. İnşallah vereceğimiz destekle istediğimiz başarıyı yakalarsınız!” demişti. Yalçındağ ilk haber bültenini sunmamın ardından, haber merkezimize gelerek, herkesin ortasında bu sözleri şöyle düzeltti: “Meğer Uğur Bey için 8 ay çok uzun bir süreymiş! Ona sadece 8 saniye yetermiş! Desteğe falan da gerek yokmuş.”
Sf: 13
AB grubu, haberciler ve reklam verenler açısından büyük önem taşır. Çünkü bu grupta, eğitim ve satın alma gücü yüksek seyirci kitlesi yer alır.
Sf: 19
“Eskiden medyanın görevini muhalefet etmek olduğuna inanırdım. Ama yanılmışım!… Artık bu görüşte değilim!…” diyordu.
Sf: 24
Öyle adamlar var ki, bende 15-20 yıl çalışmışlar, en yüksek seviyeye gelmişler; benimle çalışırken ‘Sen ağamsın, paşamsın, patronumsun, çok iyisin’ demişler, benden ayrılınca başlamışlar sövmeye. Erkeksen çalışırken niye söylemedin? Uğur’da öyle şey yok. İçinde intikam duygusu taşımaz.
Sf: 42
Hakikat, topallayarak da olsa, hedefine mutlaka ulaşır!…
Sf: 63
Vefa”, İstanbul’da bir semtin adıdır!…
Sf: 72
“Ben sözü sana bırakıp kenara çekiliyorum. Ne istersen söyle kardeşim, içini boşalt. Her şey serbest. Kamera da senin mikrofon da…” dedim. Delikanlı başladı: Taksim’de rüzgarlar sert eserdi, taksilerin rengi niçin sarı, helal olsun Fenerbahçe’ye çok gol atıyor, patates fiyatları aşırı yüksek, o sanatçı dudağını niçin boyadı…
Sf: 80
Tebdili kıyafetin vazgeçilmez aksesuarı şapka ve güneş gözlüğünü de takınca.
Sf: 84
Para dolu çantayı aldım. Aziz Yıldırım‘a gittim. Dedim ki: “Sevgili başkan, hayatım boyunca kazandığım parayı sana getirdim. Ben ve ailem, çok şükür namerde muhtaç değiliz. Daha fazlası olmasa da olur Fenerbahçe’nin bu paraya bizden daha çok ihtiyacı var. Son kuruşuna kadar alın teriyle kazanıldı. Al bunu, gerekli gördüğün yere harca. Nasıl olsa günün birinde paramı geri verirsin.” Sözlerim karşısında Yıldırım çok duygulandı. ” Uğur Bey” dedi, “bin bir güçlükle, adeta namluların ucunda kazandığın bu parayı ben nasıl alırım? Teşekkür için söz bulamıyorum. Almış kadar oldum ama kabul edemem…Bu paraya asla el süremem…”
Aziz başkan bu anıyı şampiyon olduğumuz gece televizyonda Şansal Büyüka‘ya anlatırken, göz yaşlarını tutamadı…
Sf: 109
Yavrularım, sizin yaşlarınızda insan, gelecekte ne olacağını bilemez; ama kendisini geleceğe götüren yolda tertemiz adımlar atmak zorunda olduğunu bilmeli. Hak etmediğiniz paraya, asla el sürmeyin! derdi.
Sf: 151
Yaşadığım için biliyorum, anne acısına dayanmak çok zor. Ama bazılarının yaptığı, Başbakan’ın acısını paylaşmaktan çok o acı üzerinden yağ çekmekti. Bundan en fazla Başbakan’ın rahatsız olduğunu zannediyorum.
Sf: 164
Gelinen noktada bir muhalif ses daha susturulmuştur. Ve “taraf olmayanın bertaraf olduğu düzen” bir kurban daha almıştır.
AKP iktidarı, halkın yarısının oyuyla üçüncü kez seçildiyse ve hala popülaritesini koruyorsa; Uğur Dündar ve ekibinin haber bülteni de halkın en beğendiği haber bülteniyse bundan neden bu kadar rahatsız oluyor? Demokrasinin en büyük özelliği, yanında olanlar kadar, karşısında olanlara da yaşama ve ses çıkarma hakkı tanımasıyken, niye en ufak eleştiriye tahammül edilemiyor?
Politikacının, yöneticinin en doğru yol göstereni, eleştirenlerdir; yalakalar değil. Keşke bunu görebilseler.
Sf: 165
Aydın Bey, size “bilgi veriyorum” ayağıyla kendini parlatanların çoğu miyoptur. Önlerindeki şarap kadehinden ötesini, ilerdeki masadaki estetik haritası kadından berisini göremezler.
Miyop olmakla kalsalar iyi, kocaman aynalardan kendi suretlerine taparlar.
“Kaynağım sağlam” diye sunulan bilginin çoğundan kaynağın haberi yoktur. emin olunuz.
Sf: 166
Japonların, yardımlarını kapalı zarfla Tokyo Elçiliği’ne bırakıp kaçması hayranlık uyandırırken, sizin sayfa sayfa deprem yardımı yaygaranız can sıkıyor. Ne kadar bağırırsanız sesiniz o hızla çarpıp geri döner, kimse söylemiyor mu?
Mesela birileri kulağınıza “Aman Uğur Dündar‘ı uzaklaştır ki Başkanın hoşuna git” diye fısıldamış olabilir. Ya saçma sapan biri ya da kraldan çok kralcı biridir o.
Başbakanı tanırım, hakkında öngörülerimin çıkmamışlığı yoktur. Her yana eğilen bükülen değil, omurgalı adamı sever. Sevmekten öte, önem verir. Tamam, ona isyan etmeyeceksin ama uysal koyun da olmayacaksın.
Sizin de olduğunuz medya toplantısında “Uğur Dündar yok mu?” diye soruşu ondandır.
Uğur Dündar’a uygun pozisyon bulamamak inandırıcı mı Aydın Bey, niteliksizliğin yarıştığı televizyon dünyasında hem de? Akıl vericilerinizin temel sorunu ne biliyor musunuz? Bir kendilerini akıllı sanıp milleti aptal yerine koymak.
“Eğer bir tımarhanede karşılaşmamışsanız, karşınızdakinin zekasının en az sizinki kadar olduğunu asla unutmayın.”
Sf: 167
Uğur Dündar ” Hocam” diyor, “neden mutlu ve gururluyum biliyor musunuz? Aydın Bey bana ‘Seni büyük umutlarla getirdik ama istediğimiz kalkınmayı yapamadın, taşıyamadık’ diyebilirdi. Bunun yerine ‘ En iyi televizyoncu sensin ama uygun pozisyonum yok’ dedi. Bundan daha büyük mutluluk ve gurur olabilir mi?”
Sf: 184
U.D.: Para, namerde muhtaç olmayacağın kadarıyla son derece önemlidir.
Sf: 186
Parapsikolojik bir durum: Ben onu daha sonra bilimsel olarak da araştırdım. Bazı insanların beyin hücrelerinin bir bölümü, çok değişik bir şekilde çalışıyor ya da bizde çalışmayan bir bölüm onlarda çalışıyor ve onların yaydığı enerji tutkuları cisimlere geçiyor. Eğer senin bileğini tutarsa o eldeki enerji senin eline geçiyor ve böylece o faaliyet sende de devam ediyor ve zannediyorum ki bir frekans yaymaya başlıyor insan. Zehirli böcekler ve sürüngenler o frekans dolayısıyla sana zarar veremiyor. Bunun bilim adamları tarafından yapılan açıklaması böyle.
Sf: 195
Bu, hukuken de etik olarak da son derece kötü, basın özgürlüğünü zedeleyen, -eğer dinleniyorsa tabii telefonlar- insanlarda korku yaratan, sürekli olarak röntgenlendiğini hissettiren, düşündüren acayip bir defo bu. Yani demokrasilerde asla olmaması gereken bir korku. Manav bile bir telefon konuşması yaparken bir başka manava, ” acaba dinleniyor muyum” gibi bir paranoyanın içine sürüklenmişse bu son derece vahim bir durumdur. Ama bir taraftan da bizim ne kadar dürüst olduğumuzu en iyi bilenler bizi dinleyenlerdir.
Sf: 198
Acaba basın tarihinin, “O kadar iyi bir adamdı ki, o kadar başarılı bir adamdı ki hep iktidara yakın durdu. Hangi iktidar işbaşındaysa, hangi parti işbaşındaysa hep onlarla ilgili çok güzel şeyler yazdı. Hep Başbakanı, Bakanları öven, onların güzelliklerini anlatan, hususiyetlerinden sitayişle bahseden mükemmel haberler yaptı; ya da şov dünyasında yada sanat dünyasında hep iktidara yakın resimler yaptı, hep iktidara yakın müzikler yaptı.” diye yazdığı bir adam var mıdır?
U.D.: Böyle rezil insanlarla ilgili çok yazı var tabii.
O.B: Ama öven hiçbir şey olmamıştır herhalde.
Sf: 199
Adalet ve kalkınma partisi %50 oy almış bir parti, Başbakan her ankette en çok beğenilen, en çok güvenilen siyasetçi olarak hep önde gidiyor; ama iktidarı kayıtsız şartsız öven, yalakalık yapan bazı gazetelerin, yayın organlarını bir türlü tiraj alamadıklarını görüyoruz.Yani Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy veren seçmen bile yağcılığı seçmiyor, yağcılığı desteklemiyor, o bile dürüst, objektif gazetecilik bekliyor.
O.B.: Mesleğin gereği bu.
U.D.: Şimdi bakıyorsun, Hürriyet gazetesi… Eski çizgisinde olmasa bile yani o kemikleşmiş Hürriyet gazetesi olmasa bile sonuçta Türkiye’nin en çok okunan gazetesi olma özelliğini taşıyan medyanın amiral gemisi. Peki Hürriyet gazetesi, bu özelliği nasıl sağladı? Hem nalına hem mıhına giderek sağladı. Ve anonim bir bir gazete olma özelliği taşıdığı için çok sevindi, çok okundu, bütün ilanları da toplayan bir gazete haline geldi. Eğer iktidarı övmek tiraj getirmiş olsaydı, bugün iktidarın yandaşı olarak nitelenen gazetelerin tiraj patlaması yapması gerekirdi. Ama öyle olmuyor.
Bu da iktidarın aslında yandaşı olan gazetelerden daha çok muhalif olan gazetelerin tiraj olduğunu gösteriyor.
U.D.: Gayet tabii. Muhalif olmasa bile… ille muhalefet yapmak şart değil. Objektif duran, iktidarın yeri geldiğinde bir yanlışı eleştiren; ama iktidarı vurmak için sürekli gayret içinde olmayan bir gazete olmak bence yeterli. Gazetecinin görevi, sürekli olarak iktidara vurmak değildir. Köşe yazısı muhalif olabilir ve altına attığı imza o yazının sahibini bağlar. Onun dünya görüşü vardır, okursunuz veya okumazsınız; ama gazetecinin birinci sayfasıdır, siz orada yandaşlık ya da candaşlık yapma hakkına sahip olamazsınız. Ya da açık açık medya patronunun deklare etmesi gerekir. “Ben şu partiyi, iktidar partisini ya da şu muhalefet partisini destekliyorum” diye deklare etmesi ve topluma bunu açıklaması gerekir. Dünyada bunun örnekleri var ama o gazetelerde bile haber evrensel ilkeler doğrultusunda hazırlanır. İktidarın hoşuna gidecek şekilde ya da o medya patronunun desteklediği siyasi gücün hoşuna gidecek şekilde eğilip bükülmez.
Sf: 203
Öyle bir kahraman düşün ki deprem olmuş, evimiz çatımız yıkılmış, lapa lapa kar yağıyor… 18 Mart gecesi Çanakkale’de, Yenice depremi… Yüzlerde insan hayatını kaybetmiş, etrafımızdan çığlık sesleri geliyor ve bizim battaniyelerin altında bahçede bir yere oturuyor babamız. “Ben geleceğim hemen” diyor, koşa koşa gidiyor ve gelmiyor bir daha. Biz tir tir titreyerek o battaniyelerin altına sabahı ediyoruz, sonra da kurulan çadırda yaşarken kız kardeşim romatizma kapıyor, kalbine sirayet ediyor ve Çanakkale koşullarında tedavi mümkün olmadığı için zavallı kardeşimi çok erken yaşta kaybediyoruz. Yıllar sonra, babamın vefatından sonra bıraktığı takdirnameleri karıştırırken “Deprem gecesi gösterdiğiniz olağanüstü gayret ve felaketzedelerin imdadına yetişme konusundaki çabalarınızdan dolayı bu takdirname size layık görülmüştür” yazılı bir takdirname buldum. Dönemin Çanakkale Valisi Safaeddin Karanakçı“nın verdiği takdirname. Ben, babama çok benzemek istedim. Babam gibi olamadım ama ona layık bir evlat olmaya çalıştım. Babam da çok büyük bir kahramandı.
Sf: 208
Lapa lapa yağan karın tipiye döndüğü yerlerde birkaç kez devrilme tehlikesi atlattıktan sonra, Hakkari’ye varmıştık. “Nereden geldik bu unutulmuş kentte?” Diye düşünürken, kara yolları binasında gördüğüm bir yazı, aklımı başıma getirmişti. Duvarda kocaman harflerle, Halil Rıfat Paşa‘nın “Gidemediğin yer, senin değildir!” sözleri yazılıydı…
“Gidemediğin yer, Senin değildir!…”
Sf: 211
Peşime infaz çeteleri taktılar, korkmadım; tehditlere pabuç bırakmadım, ölümle köşe kapmaca oynamaktan yılmadım.
Gelişmekte olan ülkelerde, dalkavukların yarattığı alışkanlık nedeniyle siyasi iktidarlar, medyadan hep övgü bekler.
Dostane eleştirilere bile tahammülsüzlük başlar. İyi niyetle eleştiri yapanlar, objektif habercilik peşinde koşanlar, yandaşlarca sanki düşmanmış gibi gösterilir. Tarafsız basın susturulmaya çalışılır.
Patronlar baskı altına alınır, yaftalar hazırlanır, tetikçiler devreye sokulur. Düzene uymayanlar birer birer tasfiye edilir, akıl almaz iftiralar atılır, hatta sudan sebeplerle cezaevine tıkılır.
Geçmişte böyle dönemler yaşadık. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarında, geçmişi aratan uygulamalar yaşıyoruz. İleri demokrasi iddiasıyla işbaşına gelen bu iktidar döneminde, birçok gazeteci, demir parmaklıkların ardına gönderildi… Uzun tutukluluk süreleri cezaya, Silivri Cezaevi toplama kampına dönüştürüldü… Basın özgürlüğü sıralamasında bir zamanlar “muz cumhuriyeti” veya “kabile devleti” diyerek dudak büktüğümüz ülkelerin bile gerisine düştük.
Oysa objektif ve dürüst basın, demokrasilerle siyasi iktidarlar için hava gibi, su gibi gereklidir. Hükümetlere dalkavuklar değil, çekinmeden doğruyu söyleyenler yarar sağlar. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde siyasi liderleri bekleyen en büyük tehlike de, çevresini doğruyu söyleyenler yerine, her dediğini alkışlayan yağcıların kuşatmasıdır. Bunlar sadece kendi çıkarlarını ve konumlarını korumayı düşündükleri için, liderin gerçeği görmesini istemezler…. Günün birinde devran değiştiğinde, önünde yerlere kadar eğildikleri lideri satıp “yaşasın yeni liderimiz!” demeye başlarlar.
Sf: 212
Bunların dönüş hızına fırdöndüler bile yetişemez!
Oysa gelişmiş demokrasilerde lideri, onun hep hoşlanacağı sözleri tekrarlamak yerine, bilgi ve öz güvenden kaynaklanan medeni cesaretle, doğruyu söyleyenler başarılı kılarlar. Charles de Gaulle kültür bakanına soruyor:
“Üstat son zamanlarda karikatüristler beni çizmez oldular. Yoksa halk, artık beni sevmiyor mu?”
General Charles de Gaulle, karikatürlerinin çizilmesini istiyor. bunu halkın ilgi ve sevgisine bağlıyor. Bizim ileri (!) demokrasimizde ise, karikatüristler mahkemeye veriliyor!
Fazla söze gerek var mı?
Sözün bittiği yer, burası değil mi?
Doktrin: “Bizim problemimiz, hapisler küçük hırsızlarla doluyken ve büyük hırsızlar ülkeyi yönetirken insanların itaatkarlığı.” – Howard Zinn
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (26)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (148)
- kitap (155)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)