Sf: 16
Düşlerle Utanmak
Bir şeyi sevmek unutmamak demekti
biz sevmeyi değil unutmayı öğrendik
yalanların en korkuncu en namussuzu
can buldu dudaklarımızda
ya yarım bir suratta
ya da boş evrende sattık
düşlerimizi
düşlerimiz mutlu halinden
tuhaf değil mi
Karanlık Kapılara Çıkartma
Cambaz İp Cambazı
Sf: 57
Sf: 67
Sf: 116
Sanal Sayılar
Hayvanlar evcil olur, olmayanı da vardır,
Sf: 129
Gün ağarıyordu kapılarda
tozlu tan eşiğinde durup:
(Ey baş döndürücü konuk
dönüyordun ırmak gibi ve bekliyordun
sert bir yataktaydın ve sırtın terliyordu
kurbanlar kesilen adaklar adanan evde
sabun ve kan pıhtısı kokan evde.
Gün ağarıyordu taşlarda
duru bir tayın alnında
ve ben
işte bir ses gibi
tozlu eşiğinde durup:
(Ey sabahın öğleye
öğlenin akşama eriştiği yer
ey başladığım en ince kumaş
dudaklarım boynunda direnci öğreniyor!)
Ben ki varım, diyen, katkısız zeyrek günde
kesin yoksullukta suyun ince sabrında
Bir kocaman ülke var kuş kadar sonsuzunda
yüzünü kapıyorsun karayel çıkıyor
kumlar çekiyor seni bir siyah köle gibi
ağaç soyuyor seni dalların arasında
yüzün yüzlükten çıkıyor
köpürüyor ellerin
bakıyorsun o zaman ve gerçekten bakıyorsun
güneşin kızardığı deşilmiş göğüslere
güneşin büyüdüğü gonca güllere
kapanan kapılarına yazın
ve inen derin kepenklere
iki gözün bakıyor uyanan uzun gövdene
ağzın ağızlaşıyor unutmayan ağzın
sessizliğin sıcak demiri gibi.
İniyordum soğuk kaynağından
bulanık hayvan sıcaklığına;
ölüm ilanları ve birtakım duyurular
bankalar tecimevleri kanaralar
bir ay sonun sivilceli serinliği
açık teşekkürler gazeteler hayvanlıklar
ve bir yazı duvarın ortasında:
“yalnızlığın iki odası yoktur!”
irinli bir yara…
Gün ağarıyordu kapılarda sularda
sarıdan çok turuncuya
daha çok kırmızıya yakın ve ben
işte bir ses gibi
tozlu tan eşiğinde durup:
(Ey ağzı sıkı olan
ey yolunu gözlediğim
su seninle içilir
ot seninle güzeldir
ey kadın ey ülke ey aşk!)
Sf: 136
Sf: 141
Sf: 144
Sf: 160
Uzun Hava
Türk şiirinde kendine kıymış ozan yoktur
bir kitap var okuyun öğrenirsiniz
kendine kıymak
en yalancı
en soylusu
en yufka yüreklisi çağdaş sanatların
Ben
ben ki yufka yürekliyimdir
ah ben yufka yürekliyimdir
sevmem oyunda kâğıt düzenleri
tavlada zar tutanları
sevmem döneklik edenleri gözü yılanları
sevmem kolalı yakaları kakavanları
sevmem Ticaret Odalarını Bankaları Borsaları
sevmem yaşamın dile gelmez ağırlığını duymayanları
Benim
çok sigara içtiğim doğrudur
günde üç Bara paketi
işte bu yüzden sararıyor dişlerim
işte bu yüzden günlerden en çok pazarları seviyorum
çünkü pazarlar benim yaşamımı doğruluyorlar
çünkü pazarlar benim yaşamımı çoğaltıyorlar
alıp başımı çıkıyorum evden gidiyorum
çarşılar kapalı oluyor bütün kepenkler inmiş
dükkânları sevmiyorum tecimenleri sevmiyorum
Bankaları Gümrük Komisyoncularını Toto kulübelerini
sevmiyorum sevmiyorum
yüreğim yaralı yüreğim paramparça
midem bulanıyor
bir mezbaha kokusu yapışıyor burnuma
Milli Piyango satan sakatları sevmiyorum
küçük kentsoyluları altın dişleri iri kıçlı kadınları
sevmiyorum sevmiyorum
Dişlerimi zonklatıyor
“Sayın Büyüğümüz Sevgili Koruyucumuz
Yönetim Kurulu Başkanımız”lı ölüm ilanları
çünkü sevmiyorum Yönetim Kurulu Başkanlarını
sevmiyorum
Yardım Sevenler Derneği Başkanlarını
sevmiyorum
“Dün gece falanca balo çok neşeli geçti” diye yazan
gazeteleri ve onların takma adlı züttürük dedikodu yazarlarını
sevmiyorum sevmiyorum.
Çünkü kimse bilmiyor ne işe yaradıklarını
çünkü çocuklara güzeli
gençlere gerçeği
yaşlılara doğruyu söylemiyorlar
güzel nedir gerçek nedir doğru nedir
nedir soluk almak nedir doğaya bakmak
nedir sokakların sokak kokusu
nedir kapı tokmaklarındaki el izleri
Vilayet Konaklarının aşınmış taş merdivenleri
nedir 12’ye 5 kala
nedir taze kâğıt kalem kokusu
ügüzelliği gülerek şarkı söylemenin
geceleri ateş yakıp birlikte eğlenmenin
ama onlar coğrafya kitaplarını sevmiyorlar
kent adlarını nehirlerin korkunç esrikliğini
şubatın 29 çektiği gerçek yılları
özentisiz kadınları özentisiz erkekleri
ve umudun titrek koyu öfkesini
ve ufkun yansıyan sustalısını
sevmiyorlar sevmiyorlar.
Ülke
kendilerini en az
başkalarını en çok öldürenlerin ülkesi
bir boğum bir çıkmaz sokak gibi yaşayanların
utancın mayalandığı çöplerin üst üste yığıldığı
aktarılmamış damların
unutulmuş saçakların ülkesi aynanın içindeki ülke
rüzgâra tırmanan yetim sözcüklerin
katı soğukların örümcek kuraklıklarının
erken yatıp erken kalkanların
bir günü büyütenlerin ülkesi
en yiğit en gerçek en soylu ozanların
koğulduğu horlandığı ülke!
İnsanoğlundan söz etmeliyiz
bak dönüyorlar işte toprağın altından
dumanlı kaygan ışıkların yansıdığı akşamüzeri
sağır ve dilsiz darağacı saatlerinde
sabahçı kahveleri boşalmadan
ağır bıyıklı bekçiler uyanmadan
çamurlu sokaklardan geçiyorlar
elleri ceplerinde sırtlarında değirmen taşı
sırtlarında çiçeksiz yorgunluk
korkuyla ve yarı uyanıkçasına
sıkıntılı ağır ve yorgun ayaklarla
bir tarih kitabı gibi yatan
kaldırım taşlarının altına basa basa
ve izlerini koklayarak havanın
bak işte dönüyorlar
bak işte
bak.
İnsanoğlundan söz etmeliyiz
güneş ısıtmıyor gece dinlendirmiyor
mektuplar postadan geri dönüyor
beynimizin ortasında mavi çizgili bir dölyatağı
saatinin kışkırtan tiktaklarını duyuyorum
bitkisel deniz yosunu ve sarmaşık karanlık
yükleniyorum yükleniyorum bana mısın demiyor
yerinden kımıldamıyor varsın kımıldamasın
yerinden kımıldamıyor kımıldamasa da olur
insanlar var sonsuz bir ilkyaz gibi belirmede
caddelerde bulvarlarda omuz omuza yürüyorlar
tozlu yollarda yürüyorlar sığmıyorlar
ağaçlar yürüyor kaldırım taşları yürüyor
insanlar yürüyor
yorgun değiller inançsız değiller korkak hiç değiller
“yeter!” diyen sesleri var
“Go Home!” diyen sesleri var
işte benim en çok sevdiklerim bunlar
işte benim en çok sevdiğim delikanlılar
işte benim en çok sevdiğim genç kızlar
işte çağdaş şiirin yaratıcıları
işte gerçek şiirin sanatçıları.
Üç gündür yağmur yağıyor
bir duruyor bir başlıyor
yağmur yağıyor ve geceler uzun mu uzun
on gün sonra en uzun gece olacak
ve sonra eklene eklene uzayacak günler
oturup bütün geceleri kitap okuyorum
kemirgenler üzerine yazılmış kitaplar
kötü başlayıp sonu iyi gelen kitaplar
anasını görmeye giderken bir çukurda can veren adamı
tarlaları ormanların içini anlatan kitabı okuyorum
dünyanın dört yanında yaşayan benzersiz dostlarımı
denize kavuşan ırmakların gümbürtüsünü
karlı dağ doruklarının gerekliliğini
bellerine kadar pirinçli çamurda nöbet tutanları
renkleri için horlananları
başlarından aşağı benzini devirip kibriti çakanları
tetiği çekenleri vurulup düşenleri
çamurlu çarpık tırnakları
doğudaki mağara evleri
mayın tarlasında soğuyan tek bacağı
“Hudutların Kanunu”nu düşünüyorum
“Ancak ölü Vietnamlılar iyidir” diyen askeradamı
500.000’i mahpuslarda
üçte biri “Yeni Hayat Köyleri”nde yaşayan ulusu
toprağı öldürenleri
düşünüyorum
yağmur yağıyor
oturduğum açık kahve rengi gürgen koltuğu
yatağına oturup kitap okuyanları düşünüyorum
Ölüp gideceğim bir gün
kendime kıyacağım belki de
gördüğüm şeylerin beni aşmasına dayanamıyorum
havanın suyun toprağın beni aşmasına dayanamıyorum
yaşamın hızının beni aşmasına dayanamıyorum
kendimi ve benzeyen kim varsa aşağsıyorum
yürekli delikanlılardan
yiğit genç kızlardan utanıyorum
biliyorum ölüp gideceğim bir gün
kendimi öldüreceğim belki de
ama Türk şiirinde kendine kıymış ozan yok!
Sf: 170
Sf: 173
Sf: 174
Sf: 225
Sf: 231
Sf: 238
Sf: 224
Sf: 258
Ama Onu Değiştirirken
Kendisi de Değişir
Sf: 260
Bu yıl erken bastırdı kış;
Yağmur yağıyor, yağmur yağdıkça seviyorum seni,
kar yağıyor, kar yağdıkça seviyorum seni,
karaya vurdukça, sular dondukça
üşüdükçe, birşeyler yitirdikçe, umudum kırıldıkça
çıkmaza girdikçe yaşam, yüreğim sıkıştıkça,
sen değiştikçe daha çok seviyorum seni;
Donmuş suda çelik tadı var
ağzımda eski tütün ve buruk çay tadı
her sabah yaya geçiyorum bütün Ankara’yı
kömür ve kükürt kokuları arasında
her akşam yaya geçiyorum bütün Ankara’yı
okuyarak bildirilerini direnen öğrencilerin
bakarak yırtık afişlere, şarkıcı resimlerine,
nereye gitsem içimde bir geç kalmışlık duygusu gideceğim yere
ne zaman, nerede ve nasıl bilmiyorum, ama birden
yaşamın korkunç bir hızla değişimini düşünüyorum
ve ikimizin aynı kişiler olamayacağımızı yarın;
Bu yıl erken bastıran kışı yaşıyoruz
sanki olumlu kahramanlarıyız kötü bir romanın
yeni bir dilin sözdizimine çalışıyoruz
gökyüzünü verip yüzünü alıyorum
görüntünü verip acıları siliyorum
yüzünü koyuyorum umutsuzluğun yerine:
Usumda sesinin ve gövdenin
usumda sesinin ve gövdenin görkemli atlası!
Sf: 273
Sf: 275
Sf: 289
Her gece düşüme giriyorsun,
aşkınızı söylemeye!..
Sf: 292
Sf: 320
Sf: 328
Sf: 330
Sf: 335
Sf: 336
Sf: 337
Sf: 347
Sf: 348
Bir Taşın Anısına
Sf: 349
Sf: 350
bir denizden ötekine taşıdıkların:
Sf: 352
Sf: 353
Sf: 356
Sf: 357
Sf: 361
Sf: 362
Sf: 363
Sf: 366
Related posts
Kategoriler
- didaktik (25)
- eylencelik (23)
- hayat kanunları (16)
- hikaye (51)
- kitap (129)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (368)
- röportaj (2)
- tefrika (20)
- yazı (188)
- yıldız ★ (28)
- yıldız ★★ (98)
- yıldız ★★★ (110)
- yıldız ★★★★ (68)
- yıldız ★★★★★ (23)