MANTIĞIN ARDINDAKİ MANTIK
Sf: 6
Topa öyle bir yoğunlaştı ki top havada asılı kaldı sanki.
Sf: 7
Sf: 8
Sf: 15
Sf: 16
Sf: 17
Bir an için, yahu insan neden böyle bir şey yapar, diye düşünürdüm. Ortalık kadın kaynıyor.
Sf: 18
İnsana mahkemede arkasına yaslanıp olanları keyfince olanağı tanımalılar, anlatabilecek durumda ise.
Sf: 19
Sabun köpüğü ve yumuşak, serin şeyler gelirdi aklıma onu her gördüğümde.
Sf: 20
Yağmur yağacakmış gibi görünen fakat bir türlü yağmayan ve yağmasını beklerken neredeyse aklınızı günlerden biriydi.
Sf: 22
“Bodrumda ne aradığını sordum sana?” diye yineledim.
“Sen güzel bir adamsın ama çok kirlisin. Yıkanabileceğin bir yer yok mu?”
Sf: 23
Yeniden fayans görmek gerçekten tuhaf bir duyguydu. Bir şekilde bana kendimi güçlü iyi hissettirdi tekrar.
Sf: 24
Çocuklar ilgimi çekmez. Gerçi duyduğuma göre, Meksika’da pek erken başlıyorlarmış. Sıcak iklimden ötürü olsa gerek.
Sf: 33
Bir yazarın önce bir gelişme aşamasından geçmesi gerekir, anlıyor musun?”
Sf: 34
Ben bu Homer denen herifi hiç tanımadım, ama sana mum ile tutamayacağını biliyorum.
Sf: 40
Sıradan adama, “Savaştan yana mısın yoksa barıştan mı?” diye sorarsan sana, “Barıştan yanayım, tabii ki. Savaş aptallıktır,” diyecektir.
Sf: 44
Köpek Yakalayıcılarının Dolaplarından Hayaletleri Kovma Desteğinden Emekli Kadınlar Derneği’nin çay partisinde rastlayacağınız cesaretten fazlası görünmüyor.
Sf: 48
Kıçlarımızın kokusu.
İnsanların çoğu, neredeyse tamamı yazmayı bilmiyor, çok kötü şeyler yazarak en üstten en alta herkesi kandıran Shakespeare de dahil olmak üzere.
Sf: 49
Sf: 51
Sf: 54
Gevezelik çılgınlığıyla.
Sf: 57
Sf: 59
Yatağın insanlığın en büyük icatlarından biri olduğu kanısındayım.
Sf: 60
Sf: 63
“Hangi ırk üstün sence?”
“Rengine bakar; beyazsan, beyaz ırk üstündür; siyahsan, siyah. Sarıysan sarı; melezsen melez.”
Sf: 67
Üzerinde yeşil bir pelerin vardı ve külotunun kokusunu alırsın… sürekli beyaz bir sıvı salgılayan koca bir yarık muhtemelen.
Sf: 74
Sf: 82
Sf: 84
“Başını yandan uzat!”
Fazla bir şey çıkmadı. Günlerdir ağzıma lokma koymamıştım. Yeşil safra sadece.
Sf: 86
Sf: 87
“Büyük Katerina bir at tarafından düzüldükten sonra öldü.”
“Öldüreceklerini biliyorlar mıydı acaba?” diye sordu Clyde.
“O koşullarda sertleşmek hiç de kolay olmasa gerek.”
O koşullarda sertleşmenin ne kadar zor olabileceğini düşünerek sessizce yol aldık.
Barbie’nin yemek pişirişini seyrettim biramı içerken.
“Benim mutfağımda olduğunu hayal ediyorum, bebeğim.”
Sırıttı.
Sf: 90
Sf: 91
Sf: 92
O gün parkta oturmuş bunu düşünüyordum. 63 sentimiz kalmıştı ve ben orada oturmuş yüzen ördekleri seyrediyordum, ne kadar kolaydı işleri. Kira yok, yemek sorunu yok, iş sorunu yok.
“Hank!” dedi May. “Jerri bugün ilk maaşını aldı, kutluyoruz. Bir kadeh iç.”
Bir kadeh içtim. Birkaç kadeh içtim. Onları yakalamak için acele etmem gerekiyordu.
Günü birlik yaşardı bizim gibiler. Yarını beklemek zorundaydı.
Erkeklere dair konuşmaya ve gülmeye devam ettiler ve benim helaya gitmem gerekti. Sıkı s*çtım ve döndüğümde parti bitmişti.
Sf: 93
“Oo, Hank, Mary öğrenirse beni öldürür!”
“Mary hiçbir zaman öğrenmeyecek sevgilim!”
Yatağı tanıyordum; yayları gıcırdardı. Mary’in öfkeli bir mizacı vardı ve rahatlıkla cinayet işleyebilirdi. Hayatımda bu kadar tuhaf bir çiftleşme yaşamadım. Yayların gıcırdamaması için çok küçük hareketlerle gidip geliyordum. Doğa böyle tasarlamamıştı. Doğanın bir şey bildiği yoktu. Ömrüm boyunca unutmayacağım o sevişmeyi. Yatağın gıcırdamasını engellemek için çok yavaş hareket etmek beni fena azdırmıştı. Jerri’nin üzerinde etkili olmuştu.
İntihar Oteli’nin 63 sentlik aşığıydım. Ördek olmak daha iyiydi belki.
Sf: 94
Kızlar gevezeliğe başladılar yine. Her birinin üzerinde dün gecekinden farklı bir elbise vardı, tertemiz ve taze görünüyorlardı; parıldıyorlardı.
Sf: 95
Geceleri uzun yürüyüşlere çıkar, pencereleri açık arabalardan sigara çalardık.
Tabii ki birileri Claudiay’ı himayesine alacaktı. Bunu biliyordum. Asıl bitmiş olan bendim.
“Neden şu kapıdan çıkıp kendini kurtarmıyorsun?” diye sordum ona. “Ben bir berduşum. Hayatla yüzleşemiyorum. Uyum sağlayamıyorum. Hayat beni korkutuyor. Korkağın tekiyim, bir uyumsuz. Tanrım, bir bak bana. Benim gibi görünen birine kim iş verir?”
Bir gün hayatını yazarlıkla kazanacaksın, bunu biliyorum.
“Yazarlık mı? Neyin üzerine yazacağım? Tuvalet kağıdının mı? O da bitmek üzere zaten.”
“Biri şarabımı çalıyor,” diyordu bana Nick, bir sonraki görüşmemizde.
Sf: 98
Neyse, o gün, şaraba başladık. Zamandan yana sıkıntımız yoktu. Claudia’nın bacakları çok güzeldi, kıçı ise muhteşem; karın bölgesi biraz yağlanmaya başlamıştı -açlık perhizimize rağmen- fakat yatakta iş tutarken pek fark edilmiyordu.
Aynada seyrettim.
“Dur!” dedi.
“Neden?”
“Beni aynada seyrediyorsun da ondan.”
“Ne var bunda?”
“Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum.”
“Ne olduğunu düşünüyorsun? Evli değiliz; bu doğru mu sence? Doğru iyi değildir. Doğru, sıkıcı şeyler demektir.”
“Sevmiyorum bu aynayı!”
Onu yatağa fırlatıp üzerine çıktım.
“Lanet kancık! Ömründe görmediğin bir salam göstereceğim sana!”
Her seferinde yeniydi sanki; iyi bir kadınla böyle olur.
Sf: 99
Aşk kötü bir sözcük fakat sözün tam anlamıyla, aşıktık. Bir kadınla sevişmeden onu gerçekten tanımanın mümkün olmadığından hiç kuşkum yok. Ve ne kadar çok sevişirseniz birbirinizi o kadar iyi tanırsınız. Ve iş görmeye devam ediyorsa, bunun adı aşktır. İş görmez olduğunda da, başkalarından farkınız kalmamıştır. Seksin aşk olduğunu söylemiyorum; nefret de olabilir. Fakat seks iyi ise, diğer şeyler girer devreye -elbisesinin rengi, kolundaki ben, çeşitli bağlılıklar ve kopukluklar; anılar, kahkahalar ve acılar.
İnsan seks dışında pek çok şeyi paylaşmaktan haz duyabilir, fakat bir şekilde seks de varsa üstüne yoktur ve Claudia ile benim için fena halde vardı.
Sf: 100
Şimdi bitti; budalalar, budalalar sahip olacak sana, o aptal kamışlarını sokacaklar sana.
Sf: 101
“O bir pazarlamacı,” dedi, “iri ve şişman bir adam, ama önünde fazla bir şey yok, çok şükür.”
“Seni evine alacağını nereden biliyorsun. Başka kadın bulmuş olabilir.”
“Alacak. Başka kadın bulamaz o.”
“Beni unutmazsın, değil mi, Hank?”
Bavulu yere bıraktığım gibi kollarından kavradım. “Allah seni kahretsin, bir daha bu şekilde konuşursan seni caddenin ortasında öldürürüm, anladın mı?”
“Anladım, Hank.”
Sf: 102
Sonra bana baktı ve o küçük dişi gülümsemelerinden birini sundu. Ağlıyordu.
Arabalarıyla geçip giden insanları gördüm, farları açık , birbirlerine sahip, sahip oldukları şeylere sahip. Batıya doğru yürürken dünyadan hiç bu kadar nefret ettiğimi hatırlamıyordum. Bir daha o kadar nefret edeceğimi de sanmıyorum. yine de belli olmaz.
Sf: 104
Yedi blokluk bir yürüyüştü fakat otobüs beklemekten nefret ederim ve taksiye binsem kısa bir mesafe için fazla para vermiş olacaktım.
Sf: 110
O noktada bir hayli kopmuştum, ama yanımda oturan sağlıklı görünümlü kızı fark ettim. Kolumu kalçasına dolayıp öptüm onu. Rahat bir gülümsemesi vardı ve bir dişi eksikti, çok sevimliydi. Yanından hiç ayrılmak istemiyordum.
“Şiiri kızlarla yatağa girmek için yazıyorum,” dedim ona. “Elli yaşındaydım ama çıtırlara bayılırım!”
Sf: 111
Pijamalı çocuğun pijamasını çıkarıp giydirdim: Siyah çizgili turuncu tişört, açık mavi pantolon ve turuncu tenis ayakkabısı.
Sf: 112
Yazdıklarından fazla etkilendiğim için değil; kimseden fazla etkilenmem. Ne var ki adlara alışıyor ve onları bir şeyin parçası olarak kabulleniyordum.
Sf: 113
Chief trenine binmek için iki dolar fazla ödedim. El Capitan çok ağırdı. Chief ağırdı.
Sonra yan masadaki sarı dar bir elbise giymiş genç hatunun bana baktığını fark ettim. Ne istiyordu acaba? Başımı öne eğip içkime baktım. Başımı kaldırdığımda hala bakıyordu. Gülümsedi.
Sf: 114
Dizlerinden birini dizimde hissettim.

Hatunu götürmek için on beş saatim vardı. Iskalamam mümkün değildi. Öpüştük ve iki içki daha söyledim.
Sf: 115
Hepsi çalışmalarını çok iyi buluyorlar, hatta muhteşem. Başarılı olurlarsa hak ettiklerini düşünürler. Başarısız olurlarsa editörler, yayıncılar ve tanrılar onlara karşıdırlar.
Sf: 116
Yazmaya dair yazmak olanaksızdır neredeyse. Bir keresinde bir şiir dinletisinden sonra öğrencilere, “Sorusu olan var mı?” diye sordum. Bir tanesi bana, “Nasıl yazarsanız?” diye sordu. “Sen neden o kırmızı gömleği giyiyorsun?” diye yanıt verdim
Yazar olmak lanetli ve zor bir iştir. Yeteneğin varsa bile bir gece uykunda seni terk edebilir. İnsanı oyunu oynamaya iten şeyin ne olduğu sorusunu yanıtlamak kolay değil. Fazla başarı kazanmak yıkıcıdır; hiç başarı kazanmamak da yıkıcıdır. Biraz reddedilmek insanın ruhuna iyi gelir, fakat tamamen reddedilmek deli, tecavüzcü, sadist, ayyaş ve karısını döven erkekler yaratır. Fazla başarının yarattığı gibi.
Sf: 117
Yazar okuma işini gençliğinde halletmelidir; şekillenmeye başlayınca okumak yıkıcı olur
-pikabın iğnesini plağın üzerinden kaldırmak gibi.
Hiç kimseye yazar olmayı öğütlemem, yazmak aklını kaçırmasını engelleyecek tek şey değilse.
Sf: 119
Lou beni aradığında betteydim zaten (başka sorunlar)
Sf: 123
Ekoloji ya da dünya meseleleri ya da Hayatın Anlamı üzerine yazsam gerçekten çok sıkıcı bir yazar olurdum. Ben zekiyim, yazılarıma bu pis işleri katarım. Evet, bu yazı yeterince uzun değil, elimi şu pis zihnime daldırıp bir şeyler daha çekeyim.
Henry Miller’ımı kenara koyup bacaklarını dikizleyebileceğim birini arardım, dişi tercihen. Şehirlerarası otobüslerde, belediye otobüslerinde, otobüs duraklarında kadın bacağı dikizlemekte üzerime yoktur. Otobüslere minnettarım. Hiçbir yerde otobüslerde azdığım gibi azmamışımdır. Bir kadının bacaklarına bakmak genellikle beni ortalama bir kadınla sevişmekten daha çok azdırır.
Bir keresinde otobüste hayatımda hiç azmadığım kadar azdığımı hatırlıyorum. Genç ve yoksuldum, cinsel açlık çekiyordum ve bir gece şehirlerarası bir otobüste seyahat ediyordum ve yanımdaki koltuk boştu. Otobüse genç bir kız bindi. Nasıldır bilirsiniz, uyuyormuş numarasına yatarsınız. Işıkları söndürürler. Ben hiçbir zaman cesur bir tip olmadım ama bir süre sonra kızın bacağının belli belirsiz bacağıma değdiğini hissettim. Çeker birazdan, diye düşündüm, ama çekmedi. Baskının şiddetini küçük küçük artırmaya başladı, fakat çok yavaş, hissedilmeyecek kadar neredeyse. Ben de biraz bastırarak karşılık verdim. İkimiz de koltuklarımızı geriye yaslamış yukarı bakarak oturuyorduk. Bacaklarımız bilekten kalçaya kadar birbirlerine dayanmıştı.Hiç ses yoktu otobüste. İnsanlar horluyorlardı. Giderek azıyordum. Bütün bedenimi bir sıcaklık kaplamıştı, ömrümde bu kadar ısınmamıştım. Baskı arttı. Neden bir şey söylemiyor, diye geçirdim içimden. Sonra bacaklarımızı oynatmaya başladık, birbirimize sürtünüyorduk o sessizlik ve karanlıkta. Bayağı ve çılgıncaydı, edepsizce. Uzun sürdü bu sürtünme ve kıvranma… saatlerce. Sonra otobüs mola verdi, ışıklar yandı. Koltuğumda doğrulup yeni uyanmış gibi gözlerimi ovuşturdum. Kız benden önce kalkıp hamburger ve kahve için restorana girdi. Sonra ben kalkıp içeri girdim ve oturdum, kızdan mümkün olduğunca uzağa. Hamburgerleri yedikten sonra tekrar otobüse bindik, koltuklarımıza oturup dosdoğru önümüze baktık. Işıklar söner sönmez işe koyulduk yine. Bastırıp sürtünüyorduk. İnanın bana, hissettiğim sıcaklığı tahayyül edemezsiniz. Her şey o kadar leziz bir iğrençlikte ve aptalca ve ürkünçtü ki; tek kelime etmeden birbirimize sürtünerek birlikte yol almak. Sonra bir mola daha, birbirimizden mümkün olduğunca uzağa, sonra tekrar otobüse. Hiç öpüşmedik, hiç konuşmadık.
Sf: 124
Ama şanslıymışım o zaman. O yolculuğu ve kızı cinsel ilişkiye girip çoktan unuttuğum pek çok kadından daha iyi hatırlıyorum mesela.
Sf: 125
Ayrıca benim kabızlığa ve azmama neden oluyorlardı.
Babasının beni işe koşup ruhumu tüketeceğinden korkmuştum daha çok. Şimdi olduğum gibi muhteşem ve ahlaksız bir yazar olamazdım o zaman.
Bir keresinde, yirmili yaşların başlarında iken, aylaklıktan eve dönmüştüm ( benden yatak ve yemek parası alıyorlardı)
Sf: 126
“Gideceğim ve anasından doğduğuna pişman edeceğim onu. Nefret ettiğim bir şey varsa o da edebiyat eleştirmenleridir.”
“Hayır, hayır, oğlum! Gitmemen için on dolar vereceğim sana. Lütfen şu on doları al.”
“Pekala, gitmeyeceğim, ama şunu yirmi yapamaz mısın?”
“Tamam, oğlum, yirmi olsun.”
Babam budalanın tekiydi; nasıl bu kadar zaki bir oğul yetiştirmişti.
Sf: 127
“Sen hiçbir zaman bir kadına sahip olamayacaksın, Bukowski.”
Sf: 129
Ben bu pis öyküleri yazmayı seviyorum, sizde onları okumayı ve benden nefret etmeyi.
Sf: 130
Cumartesi gecesi ısınmakta olan birayla oturup saatlerce sahip olamayacağımız striptizci kızları seyreden yalnız ayyaşlarız.
Sf: 134
İyi yazı insanın gözüne hemen çarpar. Fakat bunu başarmak için binlerce metin okumak.
Sf: 137
Sanıyorum yarı yarıya delirmiş haldeyim, ki insanın olmak isteyeceği en iyi halidir.
Sf: 138
Mükemmel bir çifttiler; belki cehennemde yaşıyorlardı ama cennette evliydiler.
Jon’un kurgu editörüyle tanıştım, dilsizdi, gece boyunca kağıt peçetelere yazıp durduk ve neden daha sarhoş olduk? James Joyce’dan bile daha sarhoş.
Sf: 140
Kucağında büyük bir harita olurdu. Amerika Birleşik Devletleri haritası. Kurşun kalemle yaşamaları mümkün olmayan yerlerin üzerini karalardı. Bütün harita karalanmıştı neredeyse.
“Bana bak,” derdi, gülerek, “bu haritayı taramak beş lanet saatimi aldı ve ne keşfettim biliyor musun? Yaşanacak bir yer olmadığını.
Sf: 141
Doktor içeri girip ne yaptığını sordu. “Erkeğimin yaşaması için dua ediyorum,” dedi doktora. Doktor da, “Ben de ölmesi için dua ediyorum,” dedi.
Lou ayağa fırladı: “Ölmesi için mi dua ediyorsun? Ne biçim doktorsun sen? Nasıl bir insansın sen?”
“Yaşarsa bir geri zekalıdan farkı olmayacak. Çocuk gibi olacak…”
“Umrumda mı? Geri zekalı umrumda mı sanıyorsun?
Bakarım ben ona. Erkeğim o benim!”
Louise Webb gibi kadınlar iki milyonda birdir.
Sf: 148
Kız arkadaşım bana şöyle diyor: Tanrım, ne kadar alıngansın. Marineland’deki balıkları hatırlatıyorsun bana. Üzerlerinde sivri noktalar vardır. O noktalardan birine dokundu mu balık delirir. Seni oraya götürüp balıkları göstereceğim.
Sf: 149
Bir keresinde banyo aynasının karşısında durup jileti boynuma dayadım. Kendime baktım -gözler kısık ve ciddi- ve kendimi tutamayıp kahkahayı bastım.
Sf: 150
Kim durdu bizim için dersiniz? Bir başka ayyaş. Arabanın döşemesi bira şişesinden geçilmiyordu, bir şişe viski vardı. Okumaya sağ salim varabildik.
Sf: 151
İyi dinleyici değilizdir. Kadınlarımızın arkadaşlarını aptal buluruz.
Tabi ki insan gece yatağa yazar olarak girip sabah bir hiç olarak uyanabilir. An meselesidir yeteneğin yitirilmesi.
Sf: 154
Çantasından kare biçiminde bir plak çıkardı Duke. “Bu herif çok iyi. Onun menajeri olacağım. Dinle bunu. Müthiş.”
Dinliyoruz. Kovboy şarkıları. Çoğu başka şarkılardan türetilmiş, benzersiz falan değil. Bir tanesi bayağı iyi ama, adamının bir şansı olabilir.
Sf: 155
Duke’un palavra sıkmak gibi bir huyu var, ama çoğu palavra değil; biraz düşmüş ama sokakta ayda bir kez ondan daha iyi birinin yanından geçmezsin, ya da belki yılda bir kez.
Ayakkabılarının altı delik ama yine de ondan bir sigara daha otlamıyorum.
Sf: 156
Sahneye çıkar ve iki şarkının arasında, “Yarık emmek istiyorum!” diye bağırır.
Leo Durocher demiş ya: “İyi olmaktansa şanslı olmayı yeğlerim.'”
“Ben hem iyi hem şanslı olmayı yeğlerim,” diyorum.
Sf: 157
Gittiğine seviniyorum ve aynı zamanda onu özlüyorum.
Sf: 158
Gerçekten de öfkeliydi oğlan. Onun başına fazla şey gelmişti, bu yüzden başkalarının hayatlarının farklı olabileceğine inanamıyordu.
Sf:160
Huxley’in Ses Sese Karşı kitabında dediği gibi: “Herkes yirmi beşinde dahi olabilir, bunu elli yaşında yapmaktır marifet.”
Dinleyenler bana ya bütünüyle bayılırlar ya da benden bütünüyle nefret ederler. Bu şanstır ve okumalarda biri bana bir küfür salladığında seyircilerden birinin bana bir şişe şarap uzatması kadar hoşuma gider. Ben feleğin çemberinden geçtim, dinleyici bunun bilincindedir. Tepede bir evde oturan ve karısı piyano çalan tertipli bir profesör değilim.
Sf: 168
Arabamda otururken şu eski düşünce geri geldi bana: İnsanların bu denli zıt şeylere bu katılıkla, bu enerjiyle, bu haklılıkla inanmaları nasıl mümkün oluyordu? Biri Tanrı’nın varlığından bu kadar eminken bir başkası yokluğundan nasıl bu kadar emin olabiliyordu? İnsanlar nasıl herhangi bir şeye inanacak kadar talihsiz olabiliyorlardı? Öte yandan hiçbir şeye inanmamak da bir inanç sayılmaz mıydı?
Sf: 171
Hayata
Bir başka tiksinç tip sağa basit bir dönüşü bile büyük bir güçlükle yapan sürücülerdir. Yavaşlayıp direksiyonu kavrar, hızlarını saatte 8 kilometreye düşürürler ve sağa dönmek için sola kayarlar, tuttukları araba direksiyonu değil, fırtınaya yakalanmış büyük bir geminin dümenidir sanki. Siz de sağa dönüp onu takip ederseniz ve kulaklarını ve boyunlarını ve üzerinde genellikle, “Hıristiyanlar mükemmel değildir. Sadece bağışlanırlar.” gibi bir şey yazan tampon çıkartmalarını incelemek için bol zamanımız olur.
Sf: 172
Yine güneş-düşçüler sağ tarafı tıkamışken K -5c sol şeritte ışıkta bekliyor olur. Yeşil yanınca sıyrılacağını düşünerek arkasında durup beklersin. Nerde? Yeşil yandığında K -5c sola sinyal verir ve sen arkasında sıkışıp kalırsın ve tampon çıkartması “Tanrı Sevgidir,” der.
Sf: 173
Ha, evet. 62 4fa var bir de. Sözünü ettiğimiz sürücü tipi sizin yol aldığınız yöndeki tek şeritte saatte 30 kilometre hızla akmaktadır. Bunlar insana halk şairi Edgar Guest’in toplu eserlerini okutmak için varlar muhtemelen, okutmuşlardır da, fakat korna çalamazsın -bu da onları mutlu eder. Ben geride kalıp aniden hızlanarak tamponlarında kükremek gibi kendime özgü taktiklere başvururum. Bir başka yöntem ise vitesi boşa alıp onları takip ederken aniden gazı kökleyerek motoru kükretmektir. Tabii ki tepki vermektesindir ve onların da istediği budur. 62 4fa zekidir. En gösterişli ve tehlikeli hareketleri -seni sekiz kilometre boyunca arkalarında tuttuktan sonra son anda kırmızıda geçmektir ve siz kendinizi muhtemelen, “Nixon geri dönerse anneannemin küvetindeki kir halkalarını temizlemene izin vereceğim,” gibi bir şey diyen tampon çıkartmalarına bakarken bulursunuz kendinizi.
Daha önce Sürücü Yazılı Sınavı’ndan söz ettim. Yeterince kolaydırlar. Bira sağduyu işi kıvırmaya yeter. Sorular üç seçeneklidir ve sizden birini işaretlemeniz istenir. Fakat her girdiğim sınavda seçeneklerden ikisinin doğru birinin yanlış olduğu bir soru vardır mutlaka. Önemi yok gerçi. Fakat sinir bozucu ve bunun kasıtlı bir şaşırtmaca olduğuna inanıyorsanız, bir sorununuz var demektir tabii ki. Ama her zaman öyle bir soru vardır mutlaka.
Örneğin:
Bir tepenin zirvesine yaklaşıyorsanız ayrı yönlerde iki şeritli bir yolda ne zaman şerit değiştirilmez?
a) Kız arkadaşınızla kavga etmişseniz
b) Köpeğiniz arka koltuğa s*çmışsa
c) Komünist bir otostopçu aldıysanız
a) ya da b) seçeneklerinin doğru olduğu gayet açık; ikisinden biri ya da ikisi birden, fakat hangisini işaretlerseniz diğeri doğru olacaktır.
Sf: 174
Araba manyağı değilim ama insan sonunda aşık olur birlikte yaşadığına.
Hollywood-Normandie kavşağındaki tekel dükkanının otoparkına park ettiğimde bir daha çalışmayan bir arabam vardı örneğin. Arabanın bir sorunu yoktu, ama ne zaman tekel bayinden içkimle çıkıp binsem, çalışmazdı. Otoparkın dışına, oradan da caddeye kadar itmem gerekirdi, o zaman çalışırdı. Bu üç-dört kez başıma gelince arabayı caddeye bırakmaya başladım. Karbüratörden kaynaklanan teknik bir sorundu muhtemelen, yine de emin olamıyordun.
Belki de araba bazı şeyleri haz etmiyordu. Bir keresinde kız arkadaşımla tartışmıştık, arabama atlayıp gazlamak üzere evinden hışımla fırladım ve ileri vitesi çalışmadı. İlk defa başıma geliyordu. Sadece geri vites çalışıyordu. öne doğru gitmeyi reddediyordu. Şanzıman yağını kontrol ettim. Eksilmemişti. Bir an için arabayı odama kadar geri vitesle sürmeyi düşündüm. Fakat rahatlık bazen deliliğe hakim olur. Bu yüzden ağzıma gelen sayfayı yutup eve döndüm.
“Bak bebeğim, hahaha, sana çok gülünç bir şey anlatmak istiyorum. Arabam sadece geri viteste çalışıyor.
“Sadece geri viteste, öyle mi?”
“Hadi öyleyse göster bana.”
Arabama yürüdük ve sürücü koltuğuna oturdum. “Bak şimdi,” dedim, “sadece geri vitesle çalışacak. Bire takacağım ve öne doğru hareket etmeyecek.”
Bire taktım ve arkamdan, “Hey! Ne cehenneme gidiyordun?” diye bağırdı.
Bir U çekip caddenin karşı tarafına park ettim. Sonra indim. “Anlamıyorum”.
İşte böyle barışmıştık -o seferinde.
Bir de araba dahileri var. Bir keresinde adamın tekinden ikinci el bir araba satın aldım. Bana arabayla ilgili bilmem gerekenleri tek tek anlattı. “Şimdi bu araba arada sırada sorun çıkarır. Çıkardığında gösterge panosunun sol üstünde iki düğme var. Araba tekliyorsa ya da çalışmıyorsa, ilk düğmeye bas. Bu sorunu halledecektir. Etmezse, sürmeye devam etmeye çalış. Bu da halletmezse, ikinci düğmene git. Bu otomatik olarak halledecektir.” Birkaç kez 2 numaralı düğmeye basmak zorunda kaldım ve her seferinde işimi gördü. Arabayı satarken ben de alıcıya mesaj ilettim.
Dikiz aynanızdaki o kırmızı ışığı da unutmayın. Sana doğru yürüyen Tanrı’dır sanki. Arabanla yapılmaması gereken bir şey yaptın. Ama değer neredeyse -müşfik ve adil bir görüntü sergiler, osurmaz ya da kötü bir fıkra anlatmaz. Eline bir kağıt parçası tutuşturduktan sonra motosikletine atlayıp uzaklaşır ve sen aynı şeyi bir kez daha yapabilirsin. Seks gibi.
Sf: 178
Ben orada yaşıyordum. Öğle saatinde iç çamaşırımla daktilonun başına geçip bira içer, pencereden dışarı bakıp geçen kızlara otuzbir çekerdim. Hayatımı yazarak kazanmak istiyordum çünkü geceleri içmeyi severim, sabahları erken kalkmaktan hiç mi hiç haz etmem. Ahlaksız öykü yazmayı iyi beceririm; tecavüz, cinayet, pek çok insanın yapmak isteyip de yapmaya cesaret edemediği şeyler. Ben de onlar için inanılır bir biçimde yazdım ve onlar bacaklarından aşağı akan beyaz kremayı silerken ben paramı aldım.
Sf: 179
Park edecek yer yoktu, ben de karşıdaki süpermarketin otoparkına park ettim. Arabayı kilitlemeye gerek duymuyordum. 1962 Comet. Benden başka kimse çalıştıramazdı.
Sf: 180
Kadınlar korkunçtu, lekeli ve yıkanmamış külotlarını gösteriyorlardı.
Sf: 182
Bilge ruhumun kamışımın ucundan fışkıracak tohumunu bulmak istiyorlardır.
Sf: 183
Örgütlüydüler zaten, kendilerini davaya adamışlardı. Oregon tepelerinde yiyecek, silah ve kadın depolamışlardı.
Sf: 185
Bak, Doğu Hollywood’u havaya uçurmadan iki gün önce bana haber ver, olur mu? Son istediğim şey b*kun içinde boğulmak.
Sf:191
Red bana birkaç yol hikayesi daha anlattı. İyi bir anlatıcıydı. Daha sonra birkaç hikayesini kullanacaktım.
Sf:194
Bir gece kafayı çekip Sunset Bulvar’ında bir bara gittim ve oldukça klas bir hatun kaldırıp onu eve getirdim. İçeri girer girmez, “Tanrım, sen delisin, değil mi?” dedi.
“Bazen kendimi deli gibi hissettiğim olur, ama her zaman değil.”
“Ben gidiyorum,” dedi ve gitti…
Sf: 197
Fakat anlamadıkları şu ki, bir sanat biçimiyle uğraşanlar en iyi usarelerini sanatlarına saklarlar. Bu yüzden annesi ya da üvey babası ya da kız kardeşleri ya da arkadaşları için fazla ışık yaymadım. “Canı istediğinde çok sevimli olabilir,” dedi. “Fakat genellikle canı istemez.”
Sf: 199
Altı-yedi dakika sonra telefon çaldı yine.
“Uyuyamıyorum,” dedi.
“Bir gazete iste,” dedim, “sonra duş yap, yatağa gir ve gazeteyi oku. Eleman Aranıyor sayfasını oku, o seni uyutacaktır.”
Sf: 202
“Seviyorum kumar oynamayı. Kazanmak ya da kaybetmek umrumda değil, sadece oynamak istiyorum.”
Stultz kadına ihtiyaç duymadığını söylemişti fakat her zaman bir kadın olurdu hayatında. Hepsi birbirine benzerdi. Genç, zeki, ve güzel kızlar.
Sf:203
“Önemli değil, Stultz, ben idare ederim. Yer değiştirelim yine.”
“Sana gerçekten minnettarım, dostum. Bir gün anlayacaksın ne kadar minnettar olduğumu.”
Şoför koltuğuna geçmek için arabadan inmemle gazlaması bir oldu. Fişek gibi.
Çölün ortasında öylece durup Stultz arabamla gözden kayboluncaya kadar arkasından baktım, bagajdaki sekiz bin dolarımla üstelik.
Özleyeceğim şeyleri düşündüm yürürken, çok tuhaftı hepsi. Sabahın onunda serin bir tuvalette s*çmak ya da kedime bir kutu kedi maması açmak ya da bira içerken boks maçı seyretmek gibi. Ya da otobanda trafiğin arasında ustalıkla araba sürmek hız ve mesafe tahminleri yaparak sürücülerin arasına dalıp çıkmak ve aynı zamanda dikiz aynasında aynasızları kontrol etmek. Ya da bir kasa iyi şarap satın alıp içecek bir şeyden yoksul olduğum günleri hatırlayarak arabama taşımak, yiyecek bir şeyim de yoktu ona bakarsan.
Sf: 208
Tod sanatla ilgilenmiyordu hiç olmazsa. Her şeyde başarısız olmuş pek çok insan sanata yöneliyor, onda da başarısız olmaya devam ediyorlardı. Tod onlardan biri değildi. Tod için bir artı. Tod için iki artı: Rissy vardı. Tod için bir eksi: Yavandı hergele. Titreşimleri varsa bile, cüzdanındaki ehliyetin altında katlanmış duruyorlardı herhalde. Rissy’ye gelince, on yıldan beridir kadın gibi bir kadına bu kadar yaklaşamamıştım. Grand-Dad gibi.
Sf:209
“Yarın gece karımı sana bırakacağım.”
Rissy’yi mi?”
Rissy döndü.
“Tanrım, banyo dehşet verici! Muhtelif ölümcül kirler bağlamış!”
“Özür dilerim,” dedim. “hizmetçim çöpçüyle kaçtı.”
Sf:210
İnsanlığın pek çok zaafı var, fakat iki temel zaaf olarak şunları sayabilirim: Zamanında gelememe ve sözünü yerine getirememe. Korkunç bir sadakatsizlik de söz konusu, fakat şu anda bizi ilgilendiren Vaad. Tod’un Ten Getirme Vaadi.
Kapı hafifçe çalındı… hatunun vuruşu… açtım… Tod geceye dalıp kayboldu.
Yüzyıllar boyunca sayısız erkek ölmüş ve öldürülmüştü böylesi için. Yani, sonunda, nutkum tutulmuştu. Sönük gerçekliklerle karşı koymaya çalıştım -bağırsaklar, dışkı, kolsuz serap çocuklarının tonalitesi, hiçbir yerin sokaklarındaki kırık çöp bidonu kapakları. Bir an parladı. Sonra yıkıldı. Hatun oradaydı hala, daha da gerçek.
Sf:211
Çekici görünüyordu ama. Bir tür paniğin uçurum kenarındaymış gibi. Ben de kafayı yemiştim. Onu tedavi edemezdim. Kendimi de tedavi edemezdim.
Şu Tod, “bu kadar güzel kadınları nasıl tavlıyor? Nesi var?”
“Hiçbir şeyi yok.”
“Bu doğru olamaz. Yani, nasıl yapıyor bunu?”
“Yapıyor işte. kuşkuları yok, hepsi bu. Erkeklerin çoğu sahip olamayacaklarını düşündükleri şeylerle sınırlıdır.”
Sf:212
“Bu si*tiri b*ktan bifteği yemek istemiyorum! Zavallı bir hayvan öldürdüler bunun için! NEFRET EDİYORUM ONDAN!”
Kiram üç gün gecikmişti bile ve cebimdeki son parayı vermek üzereydim.
İyi bir düzüş olmasını umdum, çünkü ben gerçekten düzülüyordum..
Ingrid elbisesini ve çamaşırlarını fırlattı ve karşımdaydı… Sevgili okur, zamanınızı neden harcayayım? Kaldıramadım…
Sf:212
Kiranın daha ucuz olması bana şiir yazma olanağı tanıyacaktı. Usanmıştım si*iş öyküleri yazmaktan, her ne kadar onları herkesten daha iyi yazsam da. Aslında yaptığım gerçekçi bir öykü anlatıp araya si*iş-sokuş sıkıştırırken öyküye devam etmekti. Şiir söz konusu olduğunda istediğin her şeyi yazabilirdin, çünkü kimse şiire para ödemiyordu.
Dışım sıcakla temastayken içimden soğuk birayı akıttım.
Sürekli görüştüğüm biri yoktu artık. Bir-iki kez becerdiğim belki beş hatuna telefon numaramı vermiştim. Aptal si*işler. Yararsız si*işler.
Sf:216
Tod bir kez daha başarmıştı. Bulduğu her hatun bir öncekinden daha soluk kesiciydi. Ve zeki. Kadınlarının hepsinin, biraz dünyevi ve hafif katı olmakla birlikte, hafif bir mizah duygusu vardı. Vücuduna rağmen duygunu yitirmene neden olacak kadar katı değil ama. İyi bir harman seçmeyi biliyordu Tod. Fakat nerede buluyordu onları? Benim karşıma çıkanların hepsi yalnız ve tehlikeli mahluklardı, ruhları diğerleri kadar donanımlı olmadıkları için kararmış. Bu dünyaya fırlatılmış bir mahluk olarak ben de çirkindim, ama bundan hayli memnundum. Fakat kadın olmak daha zordu Amerika’da; çirkin bir kadına yukarıdan bakılırdı, oysa çirkin bir adama yukarıdan bakarsan seni bir güzel benzetebilirdi ve genellikle benzetirdi de.
Sf:217
Tod öteki odaya gidip 6-7 kitap getirdi. Annem Yatakta İken Tavuk Düzdüğüm Gece. Su Geçirmez .mcığın Bira Geğirir. Greta Garbo ile Nirvana’da Gevşemiş. Beni Em, Kendini Em, Em Em. Diğerleri de aynı çizgideydi.
Sf:218
Tod kağıttan kesilmiş gibiydi. O*urukları bile vanilya aromalıydı muhtemelen.
Sf:219
“Kalbini kırdın! Onu görmeye gidiyorum!”
“Senin bileceğin iş.”
Çantasını kaptı, kapıyı açtı, çarptı ve gitti.
Ya benim kalbim? diye geçirdim içimden.
İçeri süpürge dolabına zulaladığım şişeden kendime büyük bir bardak skoç koydum. İnsanın bir koz saklaması iyi oluyordu, yeri geldiğinde çakıyordun. Bazen kozun yoksa işin bitikti.
İçkiyi bitirdim, sonra ayakkabılarımı çıkarıp usulca Tod’un dairesine yürüdüm. Jaluzilerin arasından içeri girip baktım ve dildoların arasına yayılmış kokaini gördüm. Ursella Kazanova tarafından arasına yayılmış kokaini gördüm. Ursella Kazanova tarafından düzülecekti. Samimi olmam gerekirse, yaraladı beni.
Sf:220
Kendi takıldığı mal sattığı maldan iyiydi, bu yüzden kalmaya karar verdim. Bira ve cin de vardı. Hem, Kazanova’yı araştırıyordum. Şu kadarını biliyordum: Sohbeti yüzünden değildi, o bir hayli sıkıcıydı. Belki de söylemediği şeylerdi. Benim insanları tek bir cümleyle kendimden soğutmak gibi bir huyum vardı. Çok umursadığımdan değil, ama düzebileceğim pek çok kadını bu yüzden elimden kaçırmışımdır.
Sf:221
Ben yalamaya yalamazsam beni terk etmekle tehdit eden genç bir hatunun ısrarıyla başladım. Dört sene sonra terk etti de, ama o arada tekniğimi iyice geliştirmiştim.
Sf:222
Belleğimi yoklayıp Van Gogh darbelerimi çekip çıkardım. Klitorisinin etrafında gezindim, sonra bir kaç fırça darbesi atıp çekildim, tekrar saldırdım, bıraktım, devam ettim, sonunda kalarak, mahvederek. Laura kendinden geçmişti. Kalkıp işi Tod’a devretmeye karar verdim, ama yapamadım ve ne olduğunu anlayamadan bir baş çıkmış bir baş girmişti. Sonra Tod’un sesini duydum:
“TAMAM, ORO*PU ÇOCUĞU! KALK ÜZERİNDEN! HEMEN!”
Başımı kaldırdım. Tod çıplak vaziyette elindeki 45’liği bana doğrultmuştu.
“S*KTİR GİT BURADAN!”
Emniyet kilidinin sesini duydum. Namluyu göbek deliğime doğrultmuştu. Yataktan kalktım.
“Hey, cool, Si*ici Tod. Rengin attı moruk!”
“S*KTİR GİT DEDİM. HEMEN!”
Sf:223
Sonra kapı vuruldu. Okumayı bilirsen bir kapı vuruşu çok şey anlatır insana. Bu çirkin bir vuruştu, kötü karanlığın vuruşu gibi. Yani hiç hayra alamet değildi benim okuyuşuma göre. Hiç.
Sf:224
Muhtemelen kötülük diye bir şey yok, fakat varsa hatırı sayılır bir parçası karşımdaydı: Bay Kötü. Cinayet kokuyordu. Sinirsel kaşıntısından kurtulmak için adam öldürebilecek birine benziyordu. Hissettim bütün bunları, hem de nasıl. Ve korkuya kapıldım çünkü bulaşıcıydı; dalgalar halinde yayılıyordu üzerinden. Filmlerde ya da başka bir yerde onun gibi birini görmemiştim ömrümde. Böyle birini yaratamazsın. Vardı sadece.
Büyük Adam’ın alnından dökülen ter yüzünden aşağı süzülüyordu. Sıska tip gidip onun yanında durdu. Clint Eastwood olsa ne yapardı?
Bilirsiniz, elli-altmış yıl yaşamışsanız her çeşit insan gördüğünüzü sanırsınız. Fakat her zaman karşınıza çıkmamış türde biri vardır ve o güne dek bildiğiniz ya da yaşadığınız hiçbir şeyin yararı olmaz.
Sf:225
Yine de benim için Doğu Hollywood’un Büyük Si*iş Ustası’ydı hala ve götürdüğü kızların hepsi kokain fahişesi değildi.
Hiçbir zaman yaşlanmayacak bir erkek gibi kokmasına mı? Her zaman cool, uyuşuk, hiçbirimizin asla bilemeyeceği bir şeyi bilerek. Onu genellikle Dayanılmaz Erkek Nasıl Olmalı türünden bir reklamda hayal ederdim.
Pek çok insanın kandığı şeylere kanmamıştı. Sezgileri güçlüydü puştun. Hatta beş-altı erkeğin arasından bir gece biraz sohbet etmek için Tod’u seçerdin yine de. Öyle rahat bir yanı vardı. Fakat beni asıl rahatsız eden arzuladığı neredeyse bütün kadınları yatağa bu kadar çabuk atabilmesiydi. Bir tür şifre olması gerektiğini düşünüyordum, söylediği birkaç söz, araştırmacı, yazar ayağında onunla takılmaya devam etmemin nedeni buydu; si*iş-sırrının özünü öğrenmek istiyor.
Sf:227
İnsan kalabalığından hiçbir zaman haz etmedim. İnsanlara anlam vermekte zorlanırım. Bir alana ne kadar çok insan sıkıştırırsan anlam da o kadar azalır. Çok ayaklı, çok başlı Ölüm’den başka bir şey değildir kalabalıklar.
Sf:228
Büyük Adam’ın sırf eğlence olsun diye peşime düşebileceği geldi aklıma. Fakat intihara meyilli olduğum için fazla umursamadım. Bir şekilde umursuyordum yine de. Kendi bildiğim gibi çıkmayı yeğlerdim. Haz etmediğin biri tarafından öldürülmek aşağılayıcıydı, kendin dışında.
Tod neredeyse umarsız ve kayıtsız bir tavırla düzüşüyordu. Kadınların ona neden tav olup hemen bacaklarını açtıklarını asla bilmeyecektim.
Bu dünyada ömründe hiç s*kişmeden mezara giden milyonlarca insan olduğunu bilmiyor muydun? Oysa sen saçma bir iş yapar gibi külotları yere bırakıp onları düzüyordum.
Sf: 230
Kadınlarla sorun şuydu ki, biriyle ayrılır ayrılmaz, yerini alacak başka bir kadın çıkıyordu. Toparlanmak için alan tanımıyorlardı insana…
Uçaktan en son Harry indi, her zaman ki gibi. Hiçbir zaman irdelemediği alışkanlıklarından biriydi. Muhtemelen egomani ve aşırı hassasiyetle ilgiliydi, artı uçak koridorlarında dikilip insanların enselerine, kulaklarına, dirseklerine ve kıçlarına falan bakmaktan haz etmemesinin de payı vardı.
Sf: 231
“İnsanlar birlikte yaşamazlar, birlikte ölürler.”
Tina’yla temel sorun buydu: Boston’ın batısında ve güneyinde onun gibi ağzına alan bir kadın yoktu.
Sf: 236
Tina bir çığlık atıp Pepsi-Cola şişesini Harry’ye fırlattı. Şişe Harry’in başına çarpıp yere düştü. Harry’in kafatasının içinde küçük bir çan çınladı.
Sf: 240
GÖZLER ona bakmaya devam ediyorlardı. Kırmızıydılar. Sonra solgun bir turuncuya döndüler. Şimdi de için için yanan bir sarı, elektrik akımı gibi. Tehlike renkleri.
Sf: 241
Sonra gözün izleyemeyeceği bir çabuklukla öne fırladı.
Harry içeri girdiğinde maymun muzu yuttu. Sonra kabuklara baktı ve çirkin bir ses çıkararak onları başının üzerinden havaya fırlattı.
Sonra Redeye’in kuru mama çanağına seğirtti. Biraz kuru mama vardı içinde. Bozo öne eğildi, başını çanağın içine daldırıp yemeye başladı. Kıçını havaya dikmişti, Çirkin bir görüntüydü; kırmızı, kanlı tırmıklarla dolu.
Sf: 243
Çok iyi sevişirdi bir zamanlar. Ya da o öyle sanmıştı…
Her şeye rağmen, güzel gidiyordu.
Sonra… Ann kıkırdamaya başladı… deli gibi…
“Ne si*im iş lan bu?” diye sordu Harry.
Ann’in üzerinden yana devrildi.
“Bak! Çabuk!” dedi Ann.
Harry başını çevirdi.
Bozo seyrediyordu.
Sf: 248
Bayan Johnson orda durmuş bahçeyi suluyordu. Hortumdan fışkıran su bir kavisle aynı çim bölgesine dökülüyordu.
“BAYAN JOHNSON!”
“Oo, günaydın, Bay Evans… Güzel bir gün, değil mi?”
“Bayan Johnson, bir maymun gördünüz mü?”
“Ne?”
“Maymun gördünüz mü?”
“Evet, görmüşlüğüm var.”
Sf: 249
“Aşağı inerse ona dondurmamı veririm,” dedi sol burun deliğinden sümüğü akan bir çocuk.
Sf: 254
Şiir yaşadığınız yerden ve nasıl yaşadığınızdan ve sizi onu yaratmaya iten nedenden filizlenir.
Avustralya’da bir cezaevinde yatan bir mahkum bana, “Sadece senin kitapların hücreden hücreye geçiriliyor,” diye yazdı.
Doktrin: ”Tabii ki bir insanı sevebilirsiniz, eğer onu yeterince tanımıyorsanız.” – Charles Bukowski
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (76)
- ★★★★★ şaheser (25)
- didaktik (26)
- eylencelik (23)
- hayat kanunları (18)
- hikaye (148)
- kitap (155)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (381)
- röportaj (3)
- tefrika (19)