Sf: 16
Recep nefes alan bir taş gibi oturmaya devam etti.
Sf: 45
Arabayı otopark görevlisine bırakıp kahveye doğru yürürken, yazdan kalma tatlı bir esinti ve neşeli insan kalabalığı Narin’in yüreğindeki ağırlığı hafifletti.
Sf: 50
Yine de önünden geçtikleri bir camekânda aksini incelerken “Ben onu hatırladım, o beni neden hatırlamadı?” diye sordu kendine. Sonra cesaretini topladı ve son bir saat içinde belki on kere üst üste sorduğu bu soruyu, yine kendi yanıtladı:
“Sen onu hatırladın, çünkü sen ona âşıktın!”
Sf: 54
Unutulmuş biri olmak kötüydü, unutulmuş ama unutamamış biri olmak ise korkunçtu.
Sf: 71
Aynı saatlerde Recep, Erdoğan’ınkine bitişik evinde Kara Hatice’nin yanına uzanmış, Ümmühan’ı düşünüp otuzbir çekerek keyfine keyif katıyordu. Kimsenin yüzüne bakmadığı Erdoğan, nasıl yaptıysa yapmış, karının iyisini kapmıştı. Kendisiyse uyurken daha da çirkinleşen Hatice yamuğuna kalmıştı. Neyse ki fazla bir zaman kalmamıştı ondan kurtulmasına.
Sf: 75
Yokluk içinde son günleriydi bunlar. Buna kendini iyice inandırdığı için önemli saydığı olaylarda falcı kadına konuşuyor, onun söylediklerini bir bir yapıyor, dedikleri çıktığında da önüne çeyrek altın atmaktan kaçınmıyordu. Biraz fal, biraz büyü… Biraz umut, biraz hile…
Sf: 81
“Başlarına bir şey geldi mi diye düşünüyor musun?”
“Geldiyse geldi” diyerek omuzlarını silkti Narin. “Başına bir şey gelmeyen biri var mı?”
Narin kendini bir günün başında değil de sonunda gibi hissediyordu.
Sf: 82
Özellikle uzun zaman gitmediysem, dere yolundan Yaslıhan’a girerken kendimi kötü hissediyorum. Bir daha asla geri gelmeyecek zamanların içinden geçmek gibi… Ne bileyim, içim sızlıyor işte. Her gittiğimde bir şeyler değişiyor ve bunu görmek iyi gelmiyor.”
“Her yerde bir şeyler değişiyor. Bir tek orada değil ki” dedi Narin.
“İçindeyken fark etmiyor insan, burada biz de değişimin parçası ya da şahidiyiz. Oysa orası değişirken…”
“Hatıralarımız yıkılıyor…”
“Evet” dedi Fırat ve Narin’e baktı. “Hatıralarımızı yıkıyorlar.” Sesi kederli çıkıyordu.
Sf: 111
“Kaç yaşındasın sen?” diye sordu Fırat? Cevap gelmedi. “Konuşmayacak mısın?”
“On yedi!” dedi Narin ve ilk yalanını söylemiş oldu. Neden öyle dediğini bilmiyordu; fırlayıvermişti ağzından. On yedi, on altıdan daha güzel geliyordu kulağa. Daha az çocuk, daha fazla genç kız.
Sf: 114
İyi bilirdi Atıf gibileri; başlarını belaya sokmakta olduğu kadar beladan sıyrılma konusunda da uzman olurlardı. Çocuğun tek kusuru fazla konuşmasıydı.
Sf: 115
“Sorun değil.”
“Olur, tanıştırırım” dedi Narin. Tanıştıramam dese, eve varana kadar Atıf’ın bu konuyu kapatmayacağını anlamıştı.
“Ne zaman?”
“Aaaaa söylediğime pişman ettin beni. Yok mu senin sevgilin falan?”
“Çok büyük bir kalbim vardır benim.”
Narin gecenin ilk kahkahasını attı.
Sf: 128
Üzerinden büyük bir yük kalkmıştı birdenbire. Neden Atıf’ı aramıştı ki gazeteyi görür görmez. Hiçbir şeyden çekinmesi olmayan bu adamın ortalığı toparlayacağını tahmin etmesiydi.
Sf: 145
Narin’in çalışkan ve dürüst olduğunu biliyordu. Hatta şimdiye kadar bu dükkânın gördüğü en iyi elemandı. Hiçbir şeye üşenmez, kaytarmaz, bir an önce çıkıp gitmek için acele etmezdi. Üstelik yalanı dolanı da yoktu.
Sf: 148
Kendi evlerinde hiçbir eşya bir yere güzel olsun diye konulmazdı. Her şeyin bir amacı vardı. Perdeler içerisi görünmesin diye asılır, halılar ayakları üşümesin ve yere oturabilsinler diye serilirdi; lamba ışık verirdi, tabakta yemek yenirdi. Anlaşılan, çok para verilen eşyaların, temek görevlerinin yanında göz okşamak gibi bir vazifeleri de oluyordu.
Sf: 151
“Hiç utanma yok bunlarda! Kenarın dilberi işte!”
Sf: 153
Yalnızlık tek başına kalmak değil, tek başına kalmaktan kaçmaya çalışmaktır.
Sf: 154
Uyuyan milyonlarca insanın arasına karışmak istiyordu ama çalan telefon buna izin vermedi.
Sf: 155
Fırat birkaç saniye boyunca Narin’e boş gözlerle baktıktan sonra kollarını iki yana açıp derinden bir “Offff!” çekti ve “Merak etme, buraya seni sevdiğimi falan söylemeye gelmedim” dedi.
Narin kıpkırmızı kesildi. Neden çenesini kapatıp dinlemekle yetinmemişti ki? Durduk yere herkesin kendisine asıldığını sanan o kızların durumuna düşmüştü.
Sf: 158
Yarım saat, bir saat ya da iki saat olabilirdi. Zamanın kıvamı insanı daima şaşırtır, akıcılığı andan ana değişiklik gösterirdi. Bazen boza kadar koyu, bazen su gibi seyreltilmiş olurdu. Tüy gibi hafifleyebilir, taş gibi ağırlaşabilirdi. Hatta canı isterse durabilirdi bile.
Sf: 159
“Beni teselli etmene gerek yok. Şu anda benimle konuşacak birini istemiyorum. Sadece benimle susacak birini istiyorum.”
Sf: 161
Âşık olmanın piranha yutmak olduğunu o günlerde öğrendi.
Sf: 165
“Sus! Seni sarı çıyan seni! Konuşma da sıyır üstünü, yoksa yolarım o saçlarını!”
Sf: 180
Gözleri kahverenginin en hüzünlü tonundaydı. Narin uzanıp onun yanağını okşamak istedi ama yapamadı: İnsan ne kadar başarmış görünürse görünsün, kaybedilmiş savaşların izlerini taşıyordu. Para, unvan, aile, çocuklar ya da şöhret bunu değiştirmiyordu. Herkesin şefkat ve anlayışa ihtiyacı vardı. Hatta belki de ihtiyacı yokmuş gibi görünenler sevilmeye diğerlerinden daha çok susamıştı. Bir bankanın genel müdür yardımcısı olmayı becermiş, zengin bir ailenin yakışıklı oğlu Narin’e kendi yaralarını gösteriyordu. “Bak, bende de bunlar var” diyordu. Deniz’i düşündü. Babasının aldığı arabayla kaza yapıp hem annesinin hem de babasının ölümüne sebep olan Deniz’i… Kurtarılmayı beklediği yarım saat boyunca sıkışıp kaldıkları arabanın içinde annesinin inlemelerini dinlemiş ve son soluğunu duymuştu. Kimsenin hayatı kolay değildi. Şanslı doğmak diye bir şey yoktu. Doğan her insan şanssızdı ve sabırla bunu öğreneceği günü bekliyordu. Artık bütün zenginlerin mutlu olduğunu sandığı çocukluk günleri geride kalmıştı. Bir zamanlar hayalini bile kuramayacağı güzellikteki kanepeye otururken, şimdi kendi evinden daha iyisinin olduğunu düşündü. Fıratların on iki kişilik yemek masasından daha büyüklerinde defalarca yemek yemişti. Artık büfede dizili duran kristal bardakların ve gümüş semaverin Mucizeler Dükkânı’nda satılmadığını biliyordu. İstese, İstanbul’a dönerken yerdeki Yağcıbedir halılarından iki tane satın alıp arabanın bagajına koyabilirdi. Büyük bir ev satın alabilecek ya da lüks arabalara binebilecek kadar çok parası yoktu henüz ama günün birinde olacağını biliyordu ve bu onu artık hiç heyecanlandırmıyordu.
Sf: 181
Zenginlik mutsuzluğu daha acıklı hale getiriyordu.
Sf: 195
Arkasından havalanan tozlar yavaşça yere indi ve yol, kimse yürümemiş gibi eski haline döndü.
Sf: 196
Uyumsuz uyumlarında, insanı mutlu olmaya zorlayan bir sevinç vardı. Tıpkı güneşin hiçbir zaman “Bugün yadım yok, doğmayayım” demesi gibi, kuşlar da günleri iyi kötü diye ayırmıyorlardı. Neydi ötenler acaba?
Sf: 212
“Hallederiz, merak etme. Sen iyileş her şeyi hallederiz.” Deniz ağlıyordu. Narin bu kadar güzel kıyafetleri olan kızın ağlamasına hayret etti.
Sf: 218
“Aramızın bozulup bozulmamasının ne önemi var?”
“Benim için var.”
“Neden?”
“Çünkü seninle arkadaş olmak istiyorum.”
“Hiç inanmam buna. Bir erkek bir kadınla arkadaş olmak istiyorsa, kesin…”
“Kesin onunla yatmak istiyordur. Bunu mu diyecektin?”
“Evet, onu diyecektim.”
“Seninle yatmak falan istemiyorum.”
“Eminim.”
“Manyak mısın sen?”
“Haaa anladım!” dedi Fırat gülerek. “Bunu benim söylemem ağrına gitti. İstiyordun ki, ben peşinden koşayım, sen bana ‘hayır’ de.”
Sf: 233
“Biliyor musun” dedi Fırat, “galiba aşk birini unutamamak değil, onu her gördüğünde yeniden hatırlamak. Kaç yıl geçerse geçsin, her karşına çıktığında aynı şekilde hissetmek.”
“Arada unutsan bile mi?”
“Arada unutsan bile.”
Sf: 254
İnsanın iyi ya da kötü biri olacağına kendisi karar vermiyordu, her şey bir rastlantı sonucu olup bitiyordu.
Sf: 257
Bir insana yüzde yüz güvenmekle yüzde doksan dokuz güvenmek arasında fark vardı. Çünkü eksilen yüzde birin nereden eksildiğini bilemezdin. ve dünyanın bütün kazıkları o küçük “bir”in içinde saklanabilirdi.
Sf: 259
“Hadi söyle ama, çok âşıksın?”
Narin kızardı, önüne baktı. “Dünyada ondan yakışıklısı var mı deseler, yok derim. Dünyada en çok ne istersin deseler, onu isterim derim. Onu vereceğiz ama üç gün sonra öleceksin deseler, ona da peki derim” dedi. “Sen söyle artık, az mı âşığım, çok mu âşığım…”
Sf: 273
“Buna inanmak isterdim” dedi Narin.
“Neye?”
“Her şeyin bir rüya olduğuna. Etten kemikten rüyalar görebildiğimize.”
“Sen neye inanırsan gerçek odur. Başkalarının önemli olmasının sebebi senin onlara önem vermen.”
Sf: 275
Sen bir şehre ait oldukça, o da sana ait oluyordu.
Oradaki tek kadın elemandı ve ilk günlerde müşteriler onu biraz yadırgasalar da çok geçmeden alışmışlardı varlığına. Murat Bey Narin’in çalışkanlığından ve disiplininden öyle memnun kalmıştı ki restorana servis için daha fazla kadın eleman almayı ciddi ciddi düşünür olmuştu.
Sf: 284
“Seni ben evine bırakırım.”
“Gerek yok!”
“Bıraksın canım” dedi Irmak. Sonra yayıldığı kanepeden kalkıp Fırat’ın peşinden kapıya kadar geldi ve onu dudaklarından bir güzel öptü. Narin o sırada diğerleriyle vedalaştığı için bunu görmedi, aslında herkesle öyle uzun uzun vedalaşmasının nedeni de öpüştüklerini görmemekti.
Birlikte asansöre bindiler ve kapıdan onlara el sallayan Deniz ile Irmak’a gülümsediler. Asansörün kapısı kapandığı anda dudakları birbirini bulmuştu bile. Narin onun ağzındaki belli belirsiz çilek tadını aldı. Irmak’ın rujunun tadı.
Sf: 285
Kaşlarını, kirpiklerini, burnunu, dudaklarını, yanaklarını, beyaz yorganın üzerine çıkmış çıplak kolunu, parmaklarını, acele etmeden sindire sindire, hayranlıkla seyretti. Böyle bir sabah için cinayet bile işleyebilirdi insan ve böyle bir sabahı özlerken ölebilirdi.
Fırat, Narin’in üzerinden kalkıp yanına uzandı ve “Biliyor musun, hayatımı mahvettin” dedi.
“Basbayağı, hayatımı mahvettin. Ne yapacağını bilmeyen biri haline geldim senin yüzünden.”
Sf: 287
“Ben senin yüzünden sevgilimden oluyorum ama sen benim için arkadaşından vazgeçmiyorsun. İşte, hayatımı mahvettin dediğim buydu.”
“Sevgilin o kadar kıymetliyse benimle yatmayacaktın.”
Fırat başını ellerinin arasına alıp yatak odasının içinde sağa sola yürümeye başladı.
“Delirtirsin sen insanı. Sorun seninle yatmam değil ki, sana âşık olmam. Bunu hâlâ anlayamadın mı?”
“Hayatımı mahvettin, dedin.”
“Hayatımı mahvettin, o ayrı.”
Sf: 288
Yolun yarısına geldiğinde boşuna koştuğunu düşündü. İnsanın üzerine bir ton su dökülmesiyle iki ton su dökülmesi arasında ne fark olacaktı ki? Islanacağı kadar ıslanmıştı, koşarak daha fazla yorulmasına gerek yoktu. Bu düşüncenin verdiği rahatlıkla adımlarını yavaşlattı ve yüzünden süzülen damlaların tadını çıkarmaya çalıştı. Doğanın onu okşadığını düşündü. Neden bu kadar korkuyorduk acaba ıslanmaktan?
Sf: 290
“Kalkma!” dedi Irmak. “Sana bir özür borçluyum. O gün söylediklerim gerçekten çok çirkindi.”
“Çok içmiştin…”
“Onları söyleyebilmek için içmiştim.”
Sf: 291
Tanıştıkları ilk günden itibaren Irmak onun için, ıssız bir adaya giderken yanına alacağı tek kişinin kardeşi ve ıssız bir adaya giderken yanına almayacağı tek insan olarak kaldı hep.
Sf: 293
“Ben mücadele etmeyi bilirim. Ama neyle mücadele edebileceğimi, neyle edemeyeceğimi de bilirim. Bu kez olay beni aşıyor. Ben bunun altında kalırım.”
Sf: 299
“Sen kendine bakacaksın. Senin kendine bakamadığın zaman da ben sana bakacağım. Hepsi bu!”
Sf: 307
“Sen bana bunu nasıl yapabilirsin?” diyordu da başka bir şey demiyordu. Aynı cümleyi eviriyor, çeviriyor, şekilden şekile sokuyor ve tekrar tekrar soruyordu. “Nasıl yaparsın bana bunu? Bunu nasıl yaparsın sen bana?”
Sf: 309
“Üzülme artık, sonunda hepimiz öleceğiz ve bunların hiçbir anlamı olmayacak.”
“Kaçmak çözüm değil. Onlarla yüzleşmek ve hakaretlerine göğüs germek zorundayım. Üstelik bunu hak ettim.”
Sf: 314
“Narin… İnan bana, başka çıkar yol bırakmadın. Senden uzak kalmayı gerçekten denedim ama yapamadım. Seni aramamak için, görmemek için elimden geleni yaptım ama seni düşünüp durmamın önüne geçemedim. Seninle olmak istiyorum Narin. İstersen hayatımı mahvet, yine de seninle olmak istiyorum. Anladın mı beni!”
Sf: 316
“İnanamıyorum bunlara…”
“Ve seni sevdiğini söyledi. Kardeş olmamanız kardeş olmadığınız anlamına gelmezmiş.”
Sf: 317
Ömründe ilk defa çok şanslı biri olduğunu düşündü. Belki de dünyanın en şanslı insanıydı.
Sf: 322
Moskof Recep mezarlıkta kendi için hazırlanmış çukura doğru saatte kırk kilometre hızla ilerlerken Narin, Fırat’ın ıslak toprak kadar kahverengi sözlerine baktı ve Yaslıhan stadındaki o günü düşündü. Bazen başladığın yere dönebilmek için dünyayı dolaşman gerekiyordu.
Doktrin: “Mozart dinlemiyorum ama Türkiye’ye gelirse konserine mutlaka giderim.” – Emrah
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (29)
- english (8)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (149)
- kitap (156)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)