Sf: 11
Bu yaşlı iş adamlarının iç dünyaları; birbirinin üstüne devrilmiş ağaçlar, sarmaşıklar ve dikenlerle örülmüş karanlıklar, çığlıklarla dolu yağmur ormanları gibidir. Yabani. Girilmez. Anlaşılmaz.
Sf: 14
Bugünün Kahramanları
Her devrin en cazip kadınları kimlerle çiftleşmek istiyorlarsa, o günün kahramanları o erkeklerdir. Kadın, on milyon yıllık bilinçaltıyla, çocuklarının babasını toplumun en güçlü erkekleri arasından seçer.
Neanderthal kadını için en çekici erkek, mağaraya en çok et getiren genç avcıydı. Ortaçağda zırhlar içinde kaba saba, iriyarı şövalyeler; Rönesans İtalyasında ise zırhından sıyrılmış zarif, ince yapılı saray prensleri gözdeydi. Onsekizinci yüzyıl Fransız şatolarında, soylu olmayan burjuva şairler; ondokuzuncu yüzyılda müzisyenler; yirminci yüzyıl başlarında ise Paris ressamları bütün kadınları götürürken; bize daha yakın altmışlı ve yetmişli yıllarda en yatağa atılır erkekler Marksistler arasından çıkardı. Üniversiteden sonra babamın işlerine devam edeceğim diyen genç adam abazanlıktan kıvranırdı. Peki, bugünün en cazip kadınları; mankenler, modeller, güzellik kraliçeleri, TV sunucuları, radyo DJ’leri, sosyete dergilerinin kızları kimlerle beraber oluyorlar?
Evet genç iş adamı; mesleğinin en çekici yanlarından biri de budur. Ve herkes biraz da bu yüzden sana benzemeye çalışıyor. O her şeyi bilen köşe yazarları, doğal hayatı koruma dernekleri başkanları, sendikacılar, mimarlar, ressamlar, besteciler herkes ama herkes sana imreniyor. Senin kızlarınla yatmak, senin çıktığın Atlas Dergisi seyahatlerine çıkmak, senin gibi her akşam bir yerlere davetli olmak istiyorlar. “Şişmanım, kısa boyluyum, kültürsüzüm, sadece param var, her şeyi yüzeysel biliyorum.” diye komplekslere kapılma. Günümüzün kahramanı sensin!
Sen… Sen… Sen…
Atlar, mankenler, Fransız şarapları, Havana puroları, iş yemekleri, siyasi sohbetler, resim koleksiyonları, deniz, kum, kar her şey senin için…
Sf: 15
Olumlu, çağdaş, avant-garde ne yapılıyorsa sen başlattın. Seni en itici bulanlar dahi, hem senden nefret ediyorlar, hem de seni istiyorlar.
Odi et AMO (Hem nefret ediyorum, hem seviyorum.)
Evet, nefret ediliyorsun ama yine de herkes seni seyretmeyi tercih ediyor. Kuyruklu bir yıldız gibisin. Yaşlı teyzeler, Kore Harbi gazileri, Doğu Anadolu köylüleri bile sana hayran.
Yeni yüzyıl kahramanı sensin.
Yeni Yüzyıl Kahramanı!
Zannetme ki, sadece senin zenginliğine ve parana imreniliyor. Zenginin sadece parasına ve servetine imrenilip, şahsiyetini küçümseme devirleri geride kaldı. Eskiden bir insan, özellikle kendi “sözde”, emeği ile zengin olmuşsa, şahsiyeti alabildiğine aşağılanırdı. Şimdi ise gıpta edilen şey yalnızca senin paran değildir. Senin iş adamı şahsiyetine de imreniliyor.
Yeni Yüzyıl Kahramanı!
Gençlerin modeli ve toplumumuzun örnek kişiliği artık sensin.
Sf: 18
Tekrar ediyorum. En büyük hile dürüstlüktür.
Bir insanın şahsiyetine güvenmek, bulabileceğin en sağlam teminattan daha sağlamdır.
Sf: 19
Doğru, yalanı kovalayabilir ama yakalayamaz.
Yalan; nasıl söylenirse söylensin en medyatik, en seksi “show-man” dir. Doğru ise; her zaman sıkıcı bir profesör.
Sözünde durmak sana güç yani para, oy, şöhret, imaj, seyirci kazandırıyorsa o zaman sözünde dur.
Sf: 20
Nişanlını başından atmanın en “dürüst” yolu nişanı ona bozdurtmaktır.
Sf: 22
Krediler, yatırımlar, işçi çalıştırma- işçi çıkartma düzenlemeleri, fiyatların serbestliği, pazarların muntazam çalışması, işadamları arasındaki sözleşmelerin devlet tarafından infaza zorlanması, devletin alacaklının yanında olması- bunların hepsi o korkunç kanunlar tarafından düzenlenir.
Evet, genç adam; demek ki bütün bunlar senin içinmiş. Kanunlar, kanunlara uyarak çalan hırsızlar tarafından, gelecekteki hırsızların haklarını korumak için yazılmışlardır. Asla kanunlara karşı gelme! Uyumlu ol, çünkü kanunlar zaten seni korumak için vardır.
Sf: 23
Kanunları ilgilendiren üç tip iş vardır
1. Beyaz İşler
2. Gri İşler
3. Kara İşler
Ne kara, ne beyaz – servetin rengi gridir. Genç iş adamı, sen grinin tonları üzerinde uzmanlaş ve daima çok iyi hukukçularla çalış.
İyi bir hukukçunun -ne kadar pahalı olursa olsun- vekalet ücretine itiraz etme. Sana neticede en pahalıya patlayacak hukukçu, kötü hukukçudur.
Bütün bu gri işlerde siyasi büyüklerini yanına al. Her şeyin kılıfını hazırla. Her zaman kanunlar içinde ve haklı görünmelisin.
Kılıfsız adamı rüşvetle bile kurtaramazlar. Rüşvet; kılıfı iyi hazırlanmış işlerin koyu gri tonlarını biraz açabilir. O kadar.
Sf: 26
Her günkü İşadamlığı Rüşvet
Yalnız “ben rüşveti verenim, alan başkası” diye, Şark gulam parası tarzı “erkeklik” havalarına girme. Rolleri değişeceğiniz günlerde gelecektir.
Sf: 27
Rüşvet verilirken rüşvetin imi telaffuz ediliyorsa hemen o işten çık. Amatörlerle çalışıyorsun. Bunlar söze dökülmez. Kim bir kadına kur yaparken, “Bak ben şimdi sana kur yapıyorum” der? Bu bir oyundur. Edebi adabı vardır. Benim paramdan bir vesile nasiplendiğini bildiğim kişilerle, sohbetin sonları memleketteki rüşvet batağını tartıştığımız çok olmuştur.
Yalnız rüşvetin en “klası”, en göz kamaştırıcısı, ortada hiçbir iş yokken “karşılıksız” verilenidir. Mevkisini daima koruyacak güçte ve tepedekilere verilen “ön ödemeler” dir.
Sf: 28
Bu düzeydekiler nasıl olsa her işi her zaman çözebilirler. İleride halledecekleri işlerin karşılığını, şimdiden toptan ve peşin bir ön ödeme şeklinde vermenin ne riski olabilir? Sen gençsin. Bu düzeylere gelmene daha çok var. Ama bil ki en tepedekiler böyle verir, böyle alırlar.
Büyüme yolunda bir iş adamının ise, rüşvet vermediği ama ismen tanıdığı rüşvet- verilebilir kategorisinde, iki-üç yüze yakın rüşvet-öncesi dostlukları vardır. Bu, gerektiğinde su çekilecek bir rüşvet havuzudur. Bu dostluklar sayesinde insanın eli her yere uzanır.
Vaat ettiğin rüşveti iş bittiği anda derhal ver. Çamura yatma. Taksitlendirme. Bu konuda bir kere atlarsan, bir ucuz hesabın içine düşersen… yanarsın.
Sf: 29
Servet
Miras, tasarruf, hediye veya ufak hırsızlıklar neticesinde otuz yaşında yüz bin dolar sermayen olduğunu düşünelim. İşte sana bu sermayeyi değerlendirmenin üç yolu:
1. Ufak bir daire veya yaşıtın bazı “business-boy” lar gibi araba veya tekne alabilirsin.
2. Dolar kuru üzerinden senelik yüzde on faiz ile bankaya yatırabilirsin.
3. Dolarına senede yüzde yirmi kazanmayı hedeflediğin bir işe girişirsin.
Ancak bir iş adamı isen, üçüncü şıkkı seçecek ve bir bankanın herhangi bir müşterisine vereceği yüzde onu yüzde yirmi yapmayı hedefleyeceksin. Böylece çarşı pazar gezip, enginar alırken pazarlık eden yaşlı bir teyzeye alt tarafı bir misli fark atma becerisini her sene tekrarlayabilirsen, yirmibeş sene sonra tam 9.5 milyon dolarının olması gerekir. Sosyetenin en üst liglerine elli, elli beş yaşında kapağı attın demektir. (İş dünyasında bu hesabı yapmayan ve halim selim yaşlıca teyzeler tarafından geçilen o kadar çok aptal var ki!)
Sf: 32
Pazarlık
Derler ki; pazarlığın altın kuralı her talebe yeni bir taleple karşılık vermek, verilen her tavizin karşılığında da bir şey almaktır. Bu ekole göre öyle küt diye “al veya bırak” yoktur.
Pazarlık tatlı tatlı yapılır.
Yahudilerin dediği gibi “Caminando yavlando” yani “yürüyerek ve konuşarak”…
“Al veya bırak” olunca insanları onurları kırılır. Ve seni geri çevirirler.
– Yüz isterim.
– Doksan veririm.
– Hayır doksanbeş
– Kabul, ama yarısı peşin yarısı üç ayda
– Tamam ama şu ekstra hizmetleri bedava isterim.
– Olur ama…
Bak genç dostum; bu tip klasik esnaf pazarlıklarıyla hedeflediğin yere gelemezsin. Hırslı bir iş adamı için pazarlıkta önemli olan teklif-karşı tekli değil, düpedüz kol bükmedir. Rakibini köşeye sıkıştırmaktır. Bunaltıp bunaltıp biraz bırakmaktır. Ansızın tekrar tepesine binmektir. Sağ gösterip sol vurmaktır. Sürpriz baskınları, çeşitli kalleşlikleri, sırttan bıçaklamaları önceden hazır etmektir.
En çok rakibinin masadan kalkma gücü var mı – ona dikkat et. Bu imkan ve gücü olana yukarıdaki pis taktikler işlemeyebilir. Pazarlığa oturmadan önce rakibini seninle anlaşmaya mecbur edecek hale getirmelisin. Bunu becermeye gücünün yetmediği durumlarda klasik esnaf stratejisiyle; her zaman güleç bir yüzle güven kazanarak, rakibine şerefli çıkış yolları bırakarak, sürpriz tavizler verip, sürpriz tavizler talep ederek, ortalık çok ısınırsa (inat ve gurur yüzünden) toplantılara bir müddet ara vererek pazarlığını sürdür. Ama bil ki, hiçbir büyük “malı” böyle centilmence götüremezsiniz.
80’li yılların başında, Z… Bey fabrikasının yüzde elli hissesini Amerikalı bir uluslararası şirkete 40 milyon dolara satmıştı. Satılan aslında o köhne fabrika değil Z… Bey’in pazar payı ve dağıtım şebekesiydi. Hepimize o zamanın en yağlı böreği gelmişti bu iş. Amerikalılar, hem 40 milyon doları çil çil nakit eline sayacak hem de halen diğer yarısına sahip olduğu fabrikasını yönetip ihya edecekler! Amerikalılar açısından ise Z… Bey dürüst bir adamdı, iyi bir ortaktı.
Dürüst… İyi…
Hah, hah, ha…
Z… Bey Türk.
Karaman’ın koyunu.
Yüzde elli hissesi ile fabrikanın yönetimini öyle bir bloke etti ki, Amerikalıların emdiği süt burunlarından gelmeye başladı. Z… Bey türlü karar alımını engellerken, Amerikalıların verdikleri 40 milyon dolar da eriyip gidiyordu. Sonunda Z… Bey’in geri kalan hissesini de almak mecburiyetinde kaldılar. Gerçek rakam hiçbir zaman öğrenilemedi. Ama ben olsam birinci yüzde ellinin 3-4 misli bir fiyata masaya otururdum.
İşte, kol büken pazarlık budur.
İşte, gerçek servet böyle yapılır.
Öyle, teklif- karşı teklif, güleç yüz ve alçakgönüllü centilmence tavırlarla değil.
Moruk kadın balıkçıya inmiş, balığın gözünü çıkarıp sormuş. “Bu kör balığa ne istersin”, diye…
Sf: 33
Önce içine et işin, sonra satın al. (Veya sat)
Parantez içinde ders: Bir işe girmenin maliyetini Z… Bey’in ortakları gibi herkes bilir. Sen çıkmanın maliyetini de önceden hesapla. Yoksa sonuna kadar devam etmek mecburiyetinde kalırsın.
Kol bükme stratejisini asla tehdit ve şantajla karıştırma. Apayrı şeylerdir. Kara işlerin içinde olmadığına göre, sen tehdit eden değil, tehdit edilen olacaksın. Büyük bir ihtimalle de gri işlerde kolunu büktüklerin tarafından.
Genç iş adamı; bu seni korkutmasın. Karşındaki, son kurşunu ilk önce atmayacaktır. En kötü en zalim gangsterler bile önce tehdit ederler. Sonra bir daha ederler (2. kurşun), sonra araya adam koyarlar (3. kurşun), sonra anlaşalım derler (4. kurşun) sonra tekrar tehdit ederler (5. kurşun), sonra yazıhanenin camını çerçevesini indirirler (6. kurşun). Sonra ise ilk tekliflerini biraz yumuşatırlar. Asla ilk kurşunla pes etme. Bekle ve oyna.
Sf: 35
Kısa Öğütler
Tilki ol. Kurt ol. Çakal ol. Ama domuz olma! Adam vardır, bir tek lira vergi vermemek için şirketini zararda gösterir. Halbuki cirosunun yüzde beşi, gerçek karının yüzde onu kadar vergi verse, maliye adamı kontrol bile etmeyecektir. Ama domuzluğu tutmuştur.
Tilkiyi herkes sever. Kurttan korkar. Ama domuzu beş on kişi toplanıp vura vura öldürürler. Bir diğer tip iş adamı ise borcunu ödemeyen müşterisinin iflahını kesmeye çalışır. Ana parayı kurtarır; faizini de son kuruşuna kadar yatak yorgan satarak almaya çalışır. Bu adamı da ayağından değil, kıçından vururlar.
Domuz olup ölçüyü kaçırma.
Cebinde hep bir not defteri ve kalem bulundur. Şeytanın, kulağına ne zaman fısıldayacağı belli olmaz.
Sf: 36
Bir şeyler yaratabilmek için insanlarla yüz yüze ilişki içinde olmak gerekir. Adam tanımak, gezmek, davetler vermek, sempatik olmakla popüler bir lider olunur; kendin gibi dünyanın diğer uçlarındaki yalnız ve beceriksizlerle monitör başında sözde “iletişim” kurarak değil.
“İletişim çağı”ymış!
Bu iletişim çağında yalnızlık! Bu bitmeyen boş gevezelikler!
Bu evlerine tıkılarak bir başlarına çalışmakla dünyayı ve kendilerini kurtardıklarını sanan budalalar!
Genç iş adamı; arkadaşların o kahrolası yalnızlıklarına kendilerini teslim ederlerken, sen sokağa çık ve onlara kutu kutu bu hırdavattan satarak köşeyi dön.
Sf: 37
“Hayır” cevapların en güzelidir.
Senden bir şey istenmediği zaman olumlu ol. İstendiği anda olumsuz ol. Kendini, ilk anda ve tereddütsüz bir kararlılıkla hatta düşünmeden “hayır” demeye alıştır. Talebin üstünde bir müddet düşündükten sonra nasıl olsa “evet” e çevirebilirsin. Kimse önce -hayır- sonra -evet’e- gücenmez; daha bile tesirli olur. Ama önce -evet- sonra -hayır- herkesi kırar. Üstelik mızıkçı ve güvenilmez bir imaj yaratır.
İşine gelen bir çözüm üretemiyorsan, konuyu ertele.
Birilerini ikna edemiyorsan, en azından kafalarını karıştır.
Sadece ileride tekrar borç alman gerekecekse bugünkü borcuna sadık kal. Bertrand Russell’a göre borçların evrensel bir ilke olarak geri dönmesinin tek nedeni budur.
Sf: 38
Artık “hiçbir kredisinin kalmadığını” ve bir daha hiçbir zaman “borç alamayacağını bilen adam,” mevcut borç ödemelerini derhal keser. Borçluya borcunu ödeten ne namusu, ne şerefi, ne de karşılaşacağı yaptırımlardır.-Çıkarlarıdır.
Birisi birisine güvenecekse, her zaman güçsüz güçlüye güvenmelidir.
Son on bir yıldır bu böyle…
Sf: 39
Eğer bir sırrın varsa veya bir sırrın olmak üzereyse (mesela bir darbe, arkadan bıçaklama veya herhangi başka türde bir kalleşlik planlıyorsan) bunu en fazla iki kişi bilmelidir -sen ve o.
Üç kişinin bildiği sır olamaz.
Ama sen iş olup bittikten sonra da övünme. Bırak başarılarını başkalarından duysunlar. Daha tesirli olur.
Sf: 40
Büyüme yolunda her iş adamının üç gerçek dosta ihtiyacı vardır -iyi bir hukukçu, iyi bir muhasebeci ve iyi bir terapist.
Cesaret, korkmamak değildir. Cesaret, tam tersine çok korkmak ama yine de “ben varım” demektir.
Cesaret, korkuya rağmen eylemdir.
Birinci sınıf bir histir.
“Şans cesurlara güler” denir. Evet, şans ancak eylemcilere, hareket edenlere, bir şeyler yapanlara yardım eder. Kıçının üstünde oturanların ayağına gitmez.
Her zaferin için birkaç yenilgi tadacağını önceden bil ve yenilgilerinden zevk almayı öğren.
Sf: 41
İşler istendiği gibi gitmeyince, terslikler arka arkaya gelince sıkılan, içi daralan sabırsız adam büyük iş adamı olamaz. Statüsü düşük, orta halli bir mutsuz olur, o kadar. İş dünyasının yüzde sekseni aksilikler, çuvallamalar ve hayal kırıklıklarıdır.
Bir eylem on düşünceden daha değerlidir.
Sf: 42
Refah düzeyini, -akademisyenler içinde en işe yaramazları olan ekonomistler- kişi başına senelik milli gelir olarak ölçerler. Arjantin’de 8000 dolar, Türkiye’de 3000 dolar gibi. Halbuki insan için refahın anlamı çok başka türlüdür.
Kişi başına seks.
Kişi başına kitap.
Kişi başına doğa gibi.
Kişi başına sekste Afrikalılar, kültürde belki Ruslar, belki İsveçliler, doğada Kanadalılar en zengin toplumlardır. Oysa çok paralı Körfez Arapları başka her şeyin fakiridirler. Para nedir ki?
Elinin kiri; köpeğe atsan yemez.
Genç iş adamı; hiçbir işe para için başlama. Kudret için başla. Zevk aldığın için başla. Para da, şöhret ve kadınlar gibi nasıl olsa arkadan gelir. Zekanın, hırsının ve zamanının getirisi sadece para olmamalı. Kudret, şöhret ve seks de olmalı.
Sf: 43
Kısa Öğütler
Herşeyi her an satın alabilecek güçte olmalısın. Şimdi arzulamadığını ya ilerde arzularsan?
Sen parayı harcarken değil, kazanırken keyif almalısın.
Parayla elde edilenlerin aslında arzulanmaya layık şeyler olmadığına inanıyorsan, ben bu kitabı senin için yazmadım.
“Keşke zenginler fakirlerin hayal ettiği gibi zengin olsalar”
Evet çok paraları vardır, hatta fakirlerin hayal ettiğinden daha çok ama eşşek gibi de çalışırlar. Bu adamların tek düsturu -çalışmak… çalışmak… çalışmaktır. Bugünkü kapitalizmde hiçbir işçi, işvereni kadar çok çalışamaz.
Sf: 44
Sanıldığının tersine en zenginler, bir alt zengin sınıftan daha kötü yaşarlar. Çünkü gündelik işlerinin üzerine bir de harcayamadıkları ve çokluğundan da hiçbir zaman tüketemeyecekleri bir serveti yönetme dertleri eklenmiştir. Aynı, orta sınıfların kaybedecek bir şeyleri olduğu için, bir alt yoksul sınıftan kendilerini daha güvensiz hissetmeleri gibi…
Sf: 45
Çalışmak, Çalışmak, Çalışmak
Her sabah herkesten önce işinde ol. Bunun iki nedeni var: Birincisi gerçekten çok çalışmalısın. Basmakalıp bir söz değil bu. Günümüz iş adamının temel gerçeği. Hırslı bir iş adamı -sabah yediden gece yarılarına kadar haftanın her günü, akşamları davetler dahil olmak üzere- uyanık olduğu kadar her saat iş adamı olmak zorundadır. İkincisi öyle görülmelidir. Çalışma arkadaşlarının, memurların, ortakların, müşterilerin en çok buna dikkat eder.
Nitekim geçtiğimiz çağlarda büyük zenginler güçlerini, at üstünde avlanırken veya kır evlerinin korusundaki asırlık bir meşe ağacının gölgesinde kucaklarında açık bir kitapla aldıkları aylak pozlarla gösterirlerdi. Şimdi ise masa başında, kravatlı, önlerinde çalıştıkları dosyaları ve elde kalemleriyle…
Birleşik Devletler Başkanı da, bizim şirketin patronu da böyle poz veriyorlar.
Sf: 46
Dinlenmek aslında çalışmanın uzantısıdır. Ancak çalışan adam dinlenmeye hak kazanır. Tatile çıkmalıdır ki, tekrar işine dönüp verimli çalışabilsin.
Ne garip, eskiden insanları zorla köle yapardık. Şimdi seve seve geliyorlar. Kapitalizmin en göz kamaştırıcı başarısı budur.
Sf: 47
Hep düşünmüşümdür, efendiler için bir kölenin bedelini bir kerede toptan mı ödemek daha hesaplıdır, yoksa bunu otuz senelik aylıklara bölmek mi? 1840 Güney Caroline veya 1860 İstanbul köle fiyatları kıyaslanırsa, 1990’ların aylık istemi salt finansal açıdan (“bugünkü değer” hesabıyla) daha avantajlı gözüküyor. Özellikle kalifiye elemanlarda.
Genç iş adamı; ayaklığa özenme. Çünkü bu “kötü huy”, artık sanatçılar arasında bile pek makbul görülmeyen bir çağdışılık sayılıyor. Kirli tırnaklar, yağlı sakallar gibi pis birşey. Aylak denilince kimsenin aklına Apollon veya Zeus gelmiyor.
Hadi aylıktan vazgeçtik; hırslı işadamları dinlenmeleri gereken sözde tatillerinde bile doyasıya yaşayamazlar. Güneyin ucuz tatil kasabalarındaki basit banka memurları bile; işadamlarından daha çok eğlenir, içer, sızar, rezil olur, kafakola alınır, alay eder, pandik atar ve dayak yerler. İş adamı ise hep hesap yapar;
“Burada içerek sarhoş olup çok eğleniyor görünmek mi görkemimi arttırır, yoksa ortamı ‘snobe’ edip Mine’yle beraber havalı bir ‘exit’ mi yapsam?
İş adamının kafasındaki bilgisayar, bu verileri yıldırım hızıyla değerlendirir ve işin hep imaj yönünden “doğrusu” yapılmaya çalışılır.
Sf: 48
“İş yerinde duygularını sakın boş bulunup açığa vurma” derler. “Ofis insanın hislerini yaşayacağı bir yer değildir. Zırhlarını özel hayatında, evinde indir. Ancak oralarda hislen, ağla ve kız.”
Böyle şey olur mu yahu?
İşte gaddar, evde müşfik.
İşte duyarsız, evde duyarlı.
Evde sevgili karınla sımsıcak bir yuva, otelde orospuyla seks.
Hem Allah’a hem Şeytan’a tapılır mı?
Bu adamlar bir müddet kontrollü gözükseler de muhakkak sonunda “kısa devre” yaparlar.
Kontak bir gün atar. Kimse büyük iş adamlarının şizofren gerilimlerine uzun süre dayanamaz.
Çare?
Ne çaresi, bunlar benim bildiğim şeyler değildir. Terapist değilim ben.
Genç iş adamı; eğer bir gün senin kısa devrelerini düzene sokacak bir terapistin olursa sakın bazı iş adamlarının tıbbi müdahaleler için yaptıkları tarzda gazetelere “teşekkür ilanları” vermeye kalkma.
“Beni ruh sağlığıma kavuşturan Sn. Dr. vs.vs.vs…”
Maskara olursun.
Sf: 49
Kısa Öğütler
Hayat hiç olmazsa bir konuda herkese eşit davranmıştır. Zaman. Hepimize doğarken verilen sermaye 25-30.000 gün kadardır. Genç iş adamı; bu kafana dank ettiği yaşta sermayenin yarısını tüketmiş olduğunu göreceksin.
Vasat iş adamları, diğer normal insanlar gibi en paralı oldukları anda gevşerler ve hayatlarının en büyük hatalarını bu sıralarda yaparlar; gözü karalıkla yeni işe girerler, hayatlarını değiştirirler. Aman dikkat et. Sana tavsiyem en paralı olduğun anda biraz dur ve çok radikal bir “Masraf Kısma Kampanyası” başlat.
Sf: 50
“Her parıldayan şey altın değildir.”
Uzaktan bakıldığında herkes parayı götürüyor gibi gözükür. Hiç de öyle değildir. Adam pırıl pırıl yepyeni bir tesis açar. Göz kamaştırır. Herkes “vay be kim bilir ne para götürecek” diye bakar. Sen “bu adam nereden bu kadar parayı götürmüş de bu tesisi açmış” diye bak.
Hiçbir zaman bir gayrimenkule aşık olma. Olursan satamazsın.
İş adamı matematikçi değildir. 10’a aldığını 12’ye geldiğinde sat. Matematikçi, fiyat 15’ken 20 olsun diye bekler. Fiyat 6’ya düşünce bu sefer 10’a çıksın da zararını çıkartırım diye bekler. Sonunda fiyat nasıl olsa 10’a gelir ama arada bir ömür geçer.
Bir işe girerken şu iki soruyu sor.
1. En iyi şartlarda ne kazanıyorum?
2. En kötü şartlarda ne kaybediyorum?
Eğer kazandığın “ehh”, kaybedeceğin “ahh” ise – bu işlere girme.
Sf: 51
Bir işe girmemek, çıkmaktan çok daha kolaydır. Kapatmak kurmaktan yüz kere daha zordur.
Acele karar verme. Dolduruşa gelme. Biraz dur ve bekle.
“Aman efendim, iş kaçıyor”
Bırak kaçsın.
İnsanın ömründe en az üç büyük fırsat kaçırması gerekir. Hiç iş kaçırmıyorsan, her işe atlıyorsun demektir.
Bırak kaçsın.
Biri gider, biri gelir. “Hayatında hiç uçak kaçırmamış adam havaalanlarında çok bekliyor” demektir.
İşi öğrenir öğrenmez bir başkasına devret. Senelerini tekrarlama. Yaşlıların “tecrübe, tecrübe” dedikleri, çoğu zaman sıradan bir senenin yirmi otuz defa tekrarlanmasıdır.
Herkesin bildiği resmi prim sistemlerinin, dışında, sene sonunda sadece senin iki dudağının arasında olan bir de sürpriz primin olsun.
Sf: 52
Yanında çalıştırdığın herkese arada bir şu gözle bak: Yarın bu adam ölürse benim işim aksar mı?
Aksamaz.
Hemen yarın o adamı işten çıkar.
Küstahları, seni tenkit edenleri, ukalaları, fırlamaları işinde kullanmayı bil. İyi kullanıldığında ukalalar ve piçler, monşerlerden daha çok iş bitirirler.
Sf: 53
En tehlikeli yaş 30-35 arasıdır. Herkes bu dönemde iş değiştirmeye kalkar. Ondan sonraki tehlikeli yaş 45-50 arasıdır. Herkes bu dönemde karısını değiştirmeye kalkar. İş adamının ideal sömürülecek yaşları 35-45 arasıdır.
Genç iş adamı; otuz yaşlarından sonra üniversitelerini ve okul başarılarını sıralayarak böbürlenme. Ters teper. Hatta diplomalarını bu yaşlarda duvardan indir. Doktor değilsin sen. Diplomanın sana birinci, bilemedin ikinci işinde bir yararı dokunur.
Aldığın toprağı yarın en azından aynı fiyata satabiliyor musun?
Cevap evet ise iyi bir alım yaptın. Herkesin bildiği bu. Ama asıl önemli soru şu; O aldığın kişi satabilir ama sen satabilir misin? Köylüden bugün aldığın araziyi yarın sen bir başkasına zor satarsın. Çünkü yeni alıcıların gözündeki “aptal ve saf bir köylüden alıyorum” imajı değişti – iş “bu cep telefonlu, büyük iş adamı kılıklı niye satıyor acaba” ya döndü.
Tek servet ölçüsü vardır. Nakit.
Gerisi; yani köşkler, yazlık evler, yatlar, arabalar, resim koleksiyonları bütün bunlar iş adamlarının takılarıdır. Kıymetli süslerdir. Kadınlığıdır. Kaprisleridir. Şımarıklığıdır. Aynı pırlanta yüzükler gibi satmaya kalkınca değerleri düşer. Üstelik satıyorsun diye prestij bile kaybedebilirsin.
Sf: 54
Düşüncelerini ifade eden adamı dinleme; gözle – ses tonunu, dudaklarını, ellerini… Aynı kadınların bir erkeği süzdükleri gibi. Hatta televizyonun sesini iyice kıs. Ses tonu ve vurguları anlaşılsın ama ne dediği anlaşılmasın. Gözlerken adamı değil kendini dinle.
Toplantılarda, patronun onaylayacağını önceden sezdiğin düşüncelerini söyle. Senin maharetin, patronunun zaten alınmasını istediği kararı önceden kestirmek olmalı. Eğer toplantının patronu sen isen herkesin fikrini sor, herkese oy hakkı ver ama toplantıdan önceki haftalarda da ne istediğini belli et. Sözlerini ve tarzınla öyle bir davran ki, senin ne istediğini sezsinler. Şirketlerde, Kapitalizm’de yalnız onaylanmaya hazır düşüncelerin ifadesine izin verilir. Şirket içi demokrasi dedikleri de zaten budur.
Sf: 55
Sakın ha “asarım, keserim” deme. O devirler geçti artık. Senin işin sadece korkuyu yaratmak olmalı.
“Eyvah geliyorlar.”
Gerçek korkutmak böyle olur.
Sen doğrudan korkutma. Senin yarattığın bir “başkaları” korkutsun. Sen ise sana sığınanları yarattığın canavarlardan koru.
Medyada bir it havlamaya görsün, sürüsü birden başlar havlamaya. Eğer yaygara bir kere kopmuşsa otur ve bekle. Elde taş it sürüsüne dalınmaz. İtle dalaşmaktansa çalıyı dolanmak yeğdir. Isıracaklarından değil – yaygarayı arttıracaklarından. İt sürüsü bu, havlar, havlar ve sonunda aniden hep birlikte susarlar. Medyada gündem dedikleri işte bu havlama sürecidir.
Günümüzde geçerli formül şu: Çalacaksan ya çok büyük çal ya da küçük çal ama çok iyi saklan. Eğer çok büyük çalmayı becerebilirsen saklanmana hiç gerek kalmaz. Tam tersi en büyük hırsızlar sonradan en muteber işadamları olarak sahneye çıkmak zorundadırlar. Başka türlü kendilerini koruyamazlar.
Sf: 56
En büyük hırsızları yakalayabilmek için gerekli olağanüstü kanunları ve yöntemleri çıkartacak ve uygulayacak olan iktidardakiler de bizim gibi ve bizlerden ise bu iş bitmiştir. Kurt, kurdu avlamaz. Kurtlar arasında sürünün başı kim olacak, ilk yağlı lokmayı kim kapacak kavgası olur o kadar.
Sf: 57
Büyük İşler, Zor Çözümler
Çok büyük projelere, uzun vadelere, karışık ve dolambaçlı işlere girenler sonunda hep çuvallarlar. Hiçbir dolaşık senaryo seni zengin edemez. Sade, düz ve kolay yolları ara.
Büyük parayı hep küçük işten kazanacaksın.
Herkesin, anlatınca hemen anladığı yollardan kazandığın kolay paraları; dolambaçlı, karmaşık ve “Büyük” işlere girerek kaybedeceksin. İş adamlarının en sık tekrarladıkları hataları budur. Küçük ve kolay bir işten kazandıklarını, giderler daha çok kazandıracağını zannettikleri büyük ve zor işlerde kaybederler.
Neden mi?
Çünkü hırslanırlar. Daha çok para değil, daha çok güç istemeye başlarlar. Etraflarının
dolduruşlarına gelirler. Nakitin üstünde oturmak kıçlarına batar.
Oysa, para kaybetmenin çok daha kolay bir yolu vardır.
Açarsın pencereyi atarsın hepsini aşağıya.
Böylelikle, bu bela işlerde zaman kaybetmemiş olursun. Üstelik yorulmazsın da.
Sf: 59
Ama kapitalizmde kaybedenlerin sayıları hep unutulur; reklamları ise hiç yapılmaz.
Biriyle bir işe girerken hemen o kişi hakkında bir dosya aç. Bana nereden kazık atabilir; nasıl çamura yatabilir; ne zaman sıvışabilir? Tek tek yaz. Ondan sonra tedbirlerine geç. Nasıl baskı kurarım? Nereden sıkıştırırım? Zayıf noktası nedir? En olamayacak şeyleri – kalleşlikleri, şantajları, tehditleri dahi düşün ve yaz.
Sf: 60
Gerektiğinde ağzına sıçamayacağın, bin beter edemeyeceğin yakın aile dostları ve akrabalar gibi insanlarla mümkünse iş yapma.
Büyümek için işin başında hep “bir büyüğün” gölgesine ihtiyacın olacak. Ama ağaçlar bir yaştan sonra birbirlerinin gölgesinde büyüyemezler. Kesebileceğin en uygun anda derhal kes onları. Onlar da babalarını kesmişlerdi.
Ortalık uzun ve zor bir yola çıkmaya benzer. Önceden kestirilemez bin türlü bela karşısında kırk volta atmak gerekir. Onun için geniş yürekli, cesur, kalender, güngörmüş, çelebi, gözü tok insanlarla ortalık yap.
Sf: 61
Senden bir kitap ödünç alan arkadaşın, bunu makul bir zaman içerisinde, sen istemeden bir teşekkür kartı ile gönderiyorsa, herkes böyle bir adam için nazik ve dürüst der. Hırsızların en büyükleri bütün bu klişeleri cin gibi bilirler. (Ödünç alınan ufak şeylerin zamanında iadesi gibi.) Onlar herkesten hep bir adım öndedirler. Rus kutuları gibi oyun içinden oyun çıkarırlar.
En zeki kumpasların içinden daha zeki tuzaklar, o tuzakların içinden zeka ötesi puştluklar çıkar.
Genç iş adamı; köşe yazarları, açık oturum yöneticileri, medyadaki yorum profesyonelleri ve haber gazetecileri ile münasebetlerini iyi tut. Asla onlara ters düşme. Çünkü bu adamların güçleri devamlı artıyor. Zaten yeni yüzyılın oluşturduğu kafa yapılarınıza göre birbirinize ters düşmeniz pek mümkün değil. Onlara iltifat et. En ucuz rüşvet budur. Beğendiğini söyle.
İş adamlarının cana yakın buldukları bir başka grup da eski solculardır. Altmış ve yetmiş kuşağının genç sosyalistlerinin, bugünün başarılı iş adamları ve sosyetenin gözdeleri olmaları tesadüf değildir. Onlar kurtları, kurtların kendilerini bildiklerinden daha iyi bilirler. Çünkü bütün gençlikleri kurtların gözlerinin içine bakarak geçti.
Sf: 62
Eski sosyalistler başarılı iş adamları olabilirler. Fakat hiçbir zaman büyük bir iş adamı olamazlar. Çünkü onlar yalanlarının hep bilincinde yaşayacak kadar uyanıktırlar. Sosyalist vicdan, eğer bir zaman var olmuşsa öyle kolay kolay boğulamayan bir başbelasıdır.
Kendi yalanına önce kendini inandırabilirsen çok büyük olabilirsin.
Sosyalist ise hep kendinin farkındadır. Yalan söylediğini bir türlü unutamaz. Böyle durmadan kendini yakalamakla da “Büyük İş Adamı” olunmaz.
“Başarılı” olunur. İşte o kadar.
Genç iş adamı; kendini ezilmiş kabul etmediğin müddetçe kimse seni ezemez.
Sf:63
Özel Hayat
Renkli Bir İmaj
Bir iş adamı için “imajı”, sermayesi kadar önemlidir. Artık öyle kuru kuru iş adamı olunmuyor. Sadece para, kudret ve zeka yetmez. 1940’larda yaşamıyoruz. Bir iş adamı renkli görüntüler verebilmeli. Halkla ilişkiler uzmanı ilk buna bakar.
İşte bu yüzden genç dostum; yat yarışlarına girmelisin, sürek avlarına çıkmalısın, resim toplamalısın, uçak kullanılmasın, talk show programlarına davet edilmelisin, doğa derneklerinin, spor kulüplerinin başkanlığına soyunmalısın, basında Paris’te yaptığın çılgınlıklarla ilgili dedikodular çıkmalı. Sıkıcı, kariyerist bir iş adamı havasından çıkıp neşeli, renkli bir kişilik sergilemelisin. Renk olsun da ne olursa olsun -yeter ki medyatik olsun. Ağır bir Anadolu şivesi veya hafif homoseksüel bir İstanbul ağzı bile olabilir.
Bu Al-Beni-Bak-Bana numaraları üç türlü işine yarayacaktır. Birincisi “Public Relations” cılar için bir patronun imajını yerleştirmek, bir şirketin imajını yerleştirmekten daha kolaydır. Medya malzeme olarak insan kullanmak ister, şirket değil. İkincisi, senin medyada görünmen aslında sattığın mal ve hizmetin medyada görünmesidir. Üçüncüsü, herkes senin ışığının etrafında bulunmak isteyecek, dolayısıyla sosyal hayatın kolaylaşacaktır. İleride iş yapacağın devlet memurları, politikacılar, başka iş adamları seni önceden tanımış olacaklar.
Sf: 64
Hobilerine aşırı bir ihtiras ve sapıkça bir tutku ile bağlanırsan olmaz; geri teper. Sen her yaptığında vasatı tuttur; çünkü hobilerinde vasatın üstünde bir performans, iş adamı kimliğini gölgede bırakır. Örneğin, İstanbul-Bodrum yat yarışlarına katıl ama tek başına okyanus geçişleri yapma. Uçak kullan ama uçakla dünya çapında bir rekor kırma; tek başına Afrika’yı turlamaya kalkışma.
Sen iş adamısın. Manyak değil.
Hafif “uçuk” olacaksın (veya öyle görüneceksin); gerçek deli değil.
Sf: 65
Türkiye, başarılı bir kendini pazarlamayla hak etmeden de meşhur olabileceğin bir ülkedir.
Sf: 68
Hafta sonu kimi ağırlayacağın ve senin için gazetede yarın çıkacak haber, “Yurtdışı hizmetlerinden KDV alınır mı alınmaz mı?” sorusundan çok daha önemlidir. Vakit kaybetme.
Sf: 69
Sosyal İlişkiler ve Davetler
Bir iş adamının sosyal hayatı iş hayatı ile tamamen bütünleşmiştir. Bu iki süreci birbirinden ayırmak hem imkansızdır hem de işlerin için; yıkıcı olur. Bu hayatlar birbirleriyle öylesine iç içe geçmişlerdir ki bir iş adamı iş hayatında usta, sosyal hayatında çırak olamaz. Her ikisinde de usta olmalıdır. Böylesi bir ayrımı ya profesyonel yöneticiler (iş yerinde usta, davetlerde çırak) ya da sosyete aylakları (iş yerinde çırak, davetlerde usta) yapabilir. Büyük bir iş adamı yapamaz.
Davetlerdeki amaç, eğlenmek ve hoşça vakit geçirmek değildir. Hatta böyle bir niyet, bir davetten umulabileceklerin en sonuncusudur. Lafı bile edilmez. Sosyal davetler, büyüme yolunda bir iş adamı için neşeli ve rahat bir poz alarak çıktığı harp meydanlarıdır.
Sf: 70
Büyük davetlerde yapman gereken, asla kimseye beş dakikadan fazla takılmamaktadır. Dokunup geçmelisin.
– “Touch and Go”
– Sedat naber?
– Aaa Sinan, nasıl gidiyor?
İdeal diyalog böyledir. Takılma. Ciddi laflar söyleme. El sık, öpüş, gül, güldür ve kaç.
Popüler olmak, aranılan kişi olmak, el sıkıldıktan sonra özel bir hitaba, tanıştırıldıktan sonra da sohbete devam etmeye değer bulunmak başarı için çok önemlidir. Bilmeyen biri zanneder ki popülerlik başarının neticesinde gelir. Yani aynı şöhret meselesinde olduğu gibi -önce başarı sonra popülerlik. Öyle değildir. Popüler kişi başarılı gözükür. Başarılı gözüken kişi de sonunda mutlaka başarılı olur.
Evliysen davetlerde hemen karının yanından ayrıl. Yalnız başına çok daha verimli bir şekilde gruptan gruba gezebilirsin. Karın da ayrı çalışır. Aynı sosyal sınıftan evliliklerin en avantajlı yanı budur. Karı- koca ayrı ayrı çalışarak birbirlerinin popüleritelerine bedavadan konarlar. Bir iş adamı için bu davetlerde en zor şey, yanında taşımak zorunda olduğu bir kadındır.
Sf: 71
Sosyete, artık balolarda değil, H…’nun yeni parfümünün tanıtımında, B…A.Ş’nin 25. yılında, yeni açılan bir Country-Club’ın tanıtım brunch’ında biraraya geliyor. Shopping Center’da büyükçe bir mağazanın açılışı bile sosyeteyi heyecanlandıracak, paparazzileri oradan oraya koşuşturacak bir olay haline geliyor.
“Alt tarafı bir dükkan açılıyor yahu” veya “Bilmem ne şirketinin 40. yılından bana ne, onların reklamında niye figüran olayım?” veya “Los Angeles’ta böyle şeyler hiç olmazdı” gibi snob lakırdılar etme.
Git, görün; gül ve güldür.
Sen git ki, onlar da sana gelsinler. Unutma, bugün insanlar sadece satış için biraraya geliyorlar. Sen de bir şeylerini satabilmek için başka iş adamlarının satışlarına katılmaya ve oyunu adabıyla oynamaya mecbursun.
Onun bu figüranı olacaksın ki, sen de bir gün kendi filmini çevirebilesin.
En şaşırtıcı şey de, figüranlığa ihtiyaç duymaması gerekenlerin -örneğin ressamların, piyanistlerin, yazarların- davet adı altında verilen bu sıkıcı pazarlama faaliyetlerine seve seve alet olmaları; boy göstermiş olmaktan da ayrıca büyük bir haz alıp gururlanmalarıdır. Ya gerçekten çok aptallar veyahut onların da gizli bir satış projeleri olmalı.
Tekrar ediyorum. Bu davetlerdeki esas amacın, kendi varlığını hatırlatmak ve sosyal statünü teyit etmektir. Sağlamlaştırmaktır.
Gündemdeyim mesajını sürekli vermelisin. Kendini hatırlatmazsan unutulursun.
Davet ediliyorum, demek ki varım.
Sf: 72
Büyük iş adamlarının, politikacıların, gazetecilerin, mimarların, dekoratörlerin, sosyete rantiyelerinin ve şık hanımların hep etraflarında, hemen yakınlarında bulun. Onların önünden dert ve fırsat eksik olmaz. Sıkışıp ilk ellerini attıklarında elleri sana çarpsın. Davetler kendini onlara hatırlatman için en verimli ortamlardır. Bu kadar çok işine yarayabilecek insanı toplu halde başka nerede bulabilirsin?
Sf: 73
Zaman, iş adamının gönlünün dilediğince sahip olamayacağı tek şeydir. Şöhret, para, kadın, kudret; iş adamı bunlara sahip olabilmeyi ve bunlarla istediği gibi oynamayı bilir. Ama hayatın gerçek hammaddesi olan karşısında acizidir.
İş adamı “şimdi”, dün ile yarın arasında yaşanan, kısacık ve çok hızlı geçen bir andır.
Sf: 74
Evet, zenginliğimizin ve gücümüzün bedelini “şimdiyi” yaşamayarak; zamanımıza hükmedemeyerek ödüyoruz ama herkes yine de bize hayran. Düzdüğümüz önümüzde, düzmediğimiz arkamızda.
Sf: 75
Bu kalabalık davetlerin bir diğer ilginç ve komik yanı da, devamlı aynı insanlarla yeniden tanıştırılmandır. Bence herkes herkesi cin gibi hatırlar ama kimse “hatırlanmayan adam”, pozisyonunda kalmak istemez. Bu yüzden tekrar tekrar tanıştırılmayı tercih eder.
Sf: 76
Aslında “ne yapıyor göründüğün”, “ne yaptığından” daha önemlidir.
Sadece bir at satın alıp, gösterişli bir kulübe üye olarak “binicilik” yapıyor görünebilirsin. Atların mayalarının bakımını veya hangi tür otları iştahla yediklerini bilmek seni bir binici “olarak” hiç ilgilendirmemeli.
Sf: 77
Hiçbir iş adamı, bir klasik müzik parçasını baştan sona kendini kapıp koyvererek dinleyemez.
İşler, insanlar, dertler ister istemez aklına üşüşür. Hele uyuyamadığın, konuşamadığın, okuyamadığın bir yerde! Diyeceksin ki eğer aklım başka yerlerde ise ben niye buradayım?
Çok doğru. Ama öyle olmalı.
Sf: 78
İş adamları niye resim alırlar?
Çünkü resim en “mal” sanattır. Ele gelir. Duvara asılır. Depolanabilir.
İş adamları niye konserlere giderler?
Çünkü konserlerin, üst sınıfların kendilerini “göstermelerine” fırsat tanıyan on dakikalık araları vardır. (Bu aralar yarımşar saate çıksa sosyetenin konserlere ilgisi daha da artar.)
İşte tamamen bu yüzden genç dostum; iş adamları şiire ilgi duymazlar. Kitap okumazlar.
Dünya hiçbir zaman bu kadar kültürsüz bir egemenler sınıfı tarafından yönetilmemişti.
Sf: 79
Millet senden onları yaşatmanı bekler.
“Eğlendir bizi”; “yaşat bizi”; “kurtar bizi”. Eğlendir, şaşırt, kışkırt ve ateşle onları. Popüler ev sahipleri böyledir. Sıkıcı ev sahipleri ise kendi davetlerinde herhangi bir davetli gibi ortalarda boş boş gezinirler. Sen ise “Showman” olmalısın.
Eğer bu yeteneğin yoksa o zaman davetlilerin arasına daha çok joker isimler ve şarlatanlar yerleştirmelisin. Medyada sık sık gözüken suratlar; özellikle talk-show’cular, yarışma sunucuları, açık oturumcular, bazı hafif köşe yazarları, yorumcular ve bugünlerde zaten işsiz olan sinema artistleri bu roller için ideal isimlerdir.
Sf: 80
İster düğün, ister kokteyl veya açılış olsun her türlü davetin üç ana işlevi vardır -Statü, seks ve iş. Unutma, sosyetede kimse bir davete eğlenmek için gitmez. İnsanların statü ve seks zaaflarından faydalanarak onları eğlendir. Ama neticede tüm bunlar “iş” içindir.
Her gece ağır davetler olmasın.Gençsin. Ve genç bir iş adamı “eğlenmek” için hafta sonları arkadaşlarıyla özel partilere, diskolara, beach bar’lara gidebilir. Gitmelidir. Bu tip yerlere senin gibileri ya yeni bir kızı yatağa atabilmek ya da geçen hafta attıklarını etrafa göstermek için giderler. Dikkat et “acil seks” ve “büyük show” ihtiyaçları geçici olarak ortadan kalkmış evli çiftler ve bir müddet beraber yaşayanlarda bu tarz geceler hemen azalır.
Sf: 82
İyimserlik Lobisi ve Maskeler
Güvenin hammaddesi ise -Keyif ve Neşedir.
Genç iş adamı; radyoların DJ’leri gibi Allah’ın yedi günü işte bu yüzden hep “Up” olmalısın. Olumlu.
Neşeli.
İyimser.
Senin olduğun yerde keyif, neşe, kahkaha ve gırgır olmalı.
Sahte bir neşe, gerçek bir kederden her zaman daha iyi görüntü verir.
Maskeler kolay takılır, zor çıkarılırlar. On iki ay devamlı taktığın bir maske ise yüzüne yerleşmeye başlar; birkaç sene sonra ise cildine siner. Eski yüzünü belki birkaç çocukluk arkadaşının dışında kimse hatırlayamaz. Hele sen asla! İşte bu halin için yeni arkadaşların “ne kadar natürel, ne kadar olduğun gibisin” diyecekler. Yırttın!
Sf: 84
Beceriyormuş gibi oynamanın, böyle gözükebilmenin altın kuralı “ölçüyü bilmektir”, “çok fazla yapmamaktır”, “abartmaktır”. İsviçre’den satın alınmış en son model kayak kıyafetlerinin üzerine, yine en son bilmem ne marka gözlük takmak abartmaktır. “Dekore” ettiği yeni villasının her köşesinde bir tarz yaratmaya, bir mesaj vermeye çabalayan kişi, “çok fazla” yaparak göz çıkarmaktadır.
Ne istediğini çabuk ele vermektedir.
“Bakın bana şıkım, zevkliyim, havalıyım, zenginim” diye bas bas bağırma.
“N’olur bakın bana” diye yalvarma.
Aptalların dışında kimse yüzüne bile bakmaz.
Sf:85
Hava Basma
Genç dostum; eğer hava basmak istersen bunu belli etmeden yapacaksın. Kimse farkına varmadığı zaman gerçek havayı basıyorsun demektir. Aksi taktirde alay konusu olursun.
Hafta sonu motosikletiyle dere tepe gezmeyi çok seven C…’yi Harley Davidson’ının üzerinde hep kıçında bir blucin, üstünde en adisinden bir işportacı yağmurluğu ve ayaklarında lastik ayakkabılarıyla görürdüm. Onu tanımayanlar, emrinde üç bin kişi çalıştıran bir patrondan çok, servise tamir için bırakılmış motorla kaçak turlayan bir ustaya benzetebilebilirlerdi. Öbür motorlu arkadaşım A…S… ise; siyah deri ceketi, siyah boyacı şapkası, ütülenmiş blucini, iki günlük “özenle kesilmemiş” sakalı,kovboy çizmeleri ve her zaman arkasında sırt çantası gibi bulundurduğu, kendi gibi giyinmiş manken sevgilisi ile moda dergilerinden, pop şarkıcıların kliplerinden çıkmış gibiydi. Fazladan bir çabası olduğu hemen seziliyordu. Her şeyi çok düşünülmüştü. Karikatürleşmişti.
Biraz aklı başında ve gün görmüş her kadın C…’yi A…S…’ye tercih eder.
Büyüme yolunda bir genç iş adamının gireceği bütün topluluklar C… ile A…S…’nin arasındaki farkı hemen anlarlar.
Her imajın arkasında bir sanat vardır. Kimi bunu gizleyebilir, kimi adamın gözüne sokar.
Kimi gerçekten etkiler, kimi ise etkilemeye çalışırken kendini ele verir. Zevkli ve zevksizi, sahte ile gerçeği, kültürlü ile kültürsüzü sosyete birbirinden böyle ayırır. Hiç de yanılmazlar. “Sanat, sanatı gizlemektir.”
Sf: 86
Yakışıklıysan, yakışıklılığını öne çıkarma. Zenginsen, parası olan herkesin nasıl olsa sahip olabileceği türden hırdavatı sergileme. Neyin varsa onu biraz gizle. Nasıl olsa herkes senin zengin veya yakışıklı olduğunu bilir. Gizleyerek üstelik bir de doymuş gözükürsün. Havanın büyüğü, olanı yok göstererek atılır. Tersi değil. Alçakgönüllülüğün bu dayanılmaz çekiciliği maalesef ülkemizde henüz keşfedilemedi. Ama yine de bunu ilk keşfedecekler son on yıldır dünya standatlarından zenginleşmeye başlayan birinci lig kapitalistlerimiz olacak.
Statü sembollerine en çok orta ve ortanın biraz üstü sınıflar rağbet ederler. Lüks arabalar, pahalı saatler, gözlükler ve çantalar ancak o sınıfların alametidirler. Hatta bu tarz statü sembolleri, ortanın biraz üstünde ve biraz altında olanların zenginliklerinin bir işareti olmaktan çok, en üst sınıflardan gizlemek istedikleri göreceli “fakirliklerinin” işaretidir. En tepedekiler ise, bu acınası çırpınışları hemen sezerler ve kendilerini de onların seviyesine indirecek her türlü statü sembolünden uzak dururlar. Gerçek dolar milyonerlerinin çok azı, gerçek dolar milyarderlerinin hiçbiri BMW veya Rolex kullanmazlar. Bu tarz sembollere ehemmiyet vermezler. Onların ayrıcalık belirten değerleri çok farklıdır ve alt sınıflar onları taklit edemezler. Çünkü o doruklarda para geçmez; başka şeyler geçer.
Sf: 87
Birilerine bir şeyleri beğendirmeye çalışmak güçsüzlük işaretidir. Asla çabalama. Unutma, “en çok çalkalanan şişeler yarı dolu şişelerdir.
Sf: 88
Sosyetenin En Tepesi
Genç iş adamı; sosyeteyi sakın homojen bir grup zannetme. En tepede; Avrupa sosyetesini tanıyanlar yer alır ki, Prenses Margaret Türkiye’ye geldiğinde sadece bunlarla görüşür. Sosyetenin ikinci liginde ise şöhretleri Avrupa’ya taşmamış ama alafranga, Batı kültürlü büyük iş adamları ve aileleri bulunur. Londra ve Los Angeles’ta evleri olan bu insanların tarzları ve adresleri Batılı olsa da kaderleri Türkiye’ye bağımlıdır. Üçüncü ligdekiler ise tek tek ele alındığında, ikincidekilerden daha zengin ve güçlü olmalarına rağmen Batı’yı pek anlamazlar ve tanımazlar. Alaturkadırlar. Kültürsüzdürler. Ne klasik müzikten hoşlanır ne de Yahya Kemal’i bilirler. Anne- babaları oruç tutan; insan içine çıkarmaya utandıkları yeğenleri- dayıları olan insanlardır. Ancak en çok iş de bu ligden çıkar.
Sf: 89
En başta gerçek edebiyat okumalısın. 19. yüzyıl Fransa ve Rus romanları bu iş için en iyileridir. Balzac, Flaubert, Stendhal, Dumas ve Colette gibi. Rus klasiklerinden – Chekhov, Turgenyev, Tolstoy, Aksakov, Lermontov.
Sf: 90
“Ne oluyoruz yahu” deme. Bu kitaplar, öyle sosyetede sanıldığı gibi “ağır” şeyler değildir. Kendi devirlerinin “Best Seller” idir. Çoğunun kahramanlarıyla benzeştiğini göreceksin. Üstelik bu romanları elde kalem okursan, dialoglardan konuşma ve sohbet sanatının inceliklerini öğrenirsin. Sadece beğendiğin deyişlerin ve cümlelerin altını çiz, bir köşeye not al ve ezberle. Bulunduğun davetlerde hafif alımlı bir telaffuz ile tekrarla. Kelimeleri duruma göre değiştirebilirsin, ama ses tonunun kültürlü bir ibne çıkmasına dikkat et. Kısacası Lord Byron veya Oscar Wilde’ı Türkçe taklit etmelisin. Özellikle Daniel Steele’den başka bir şey okumayan iş adamı karıları sana hayran olurlar. Yalnız dikkat et, Ankaralı bürokratların veya özel sektörümüzün sapına kadar erkek iş adamlarının civarında asla böyle konuşma.
Kendini topla. Bu ağır erkeklerin, gazeteden başka bir şey okumayan kültürsüz ayılar olabileceklerini unutma. Onların kulaklarına senin ne kadar hoş ve nüktedan bir adam olduğun karıları sayesinde nasıl olsa gelecek. Amaç da bu zaten.
Sf: 91
Ancak motosikletlilerin hava atmalarındaki bayağılıkları ayırt edebilenlerin, senin ezber ve taklite dayanan “kültür” ünün entellektüel sığlığını algılamaları için vakit henüz çok erken. Şimdilik hiç endişelenme.
Sf: 93
Bu gruptan ne kadar kovulursan kovul, geri dönmeni garantileyen muhteşem bir servetin veya bu grubun dullarının, orta yaşlı ibnelerinin dayanamayacakları cinsten bir yakışıklılığın yoksa yandın. Bir anda Olimpos Dağı’nın zirvelerinde tanrılarla paylaştığın sofralardan İstanbul’un sokaklarına düşüverirsin. Böyle bir rüyayı bir kere yaşamış olanlar, bütün ömürlerini o rüyanın sorgulaması ile geçirirler. Yitik, tutunamayan insanların hayatı onları bekler. Onun için genç dostum böyle bir rüyaya kendini hiç kaptırma. Bu insanları yaşarken hep uyanık ol. Çakır keyif kal, ama asla sarhoş olma. Bugün nerede olduğun ve yarın nereye gideceğin hep aklında olsun. Çok zor bir iştir.
Sf: 98
Parayla satın aldığın bir şeyin keyfini çıkartabilmen için onu tekrar satman lazımdır.
İş adamları niye büyük yatlar, kotralar alırlar?
“Denizi yaşamak” için.
Oysa çoğu zaman yaşadıkları müstahdem problemleri, liman ve rıhtım muameleleri, yatırılması gereken vergiler, bitmek tükenmek bilmeyen arızalar, ufak tefek masraflar, ardı arkası kesilmeyen misafirler ve çocuk gürültüleridir. Böyle bir iş adamı denizin keyfini çıkartabilir mi? Hayır.
Ufak bir kayıkla Kumbaros taşının açığında çapari yapan adam denizin keyfini çıkartır. Başaltında günlük gazeteye sararak serin tutmaya çalıştığı bir şişe beyaz şarabı ve nemden yarısı kabarmış kitabıyla…
Sf: 99
Ev alırken üç şeye dikkat et derler:
Semt, semt, semt…
Palavra.
Bu belki yaşlılar, evliler ve kırk yaşının üstündeki iş adamları için doğru olabilir. Yirmi yaşlarında yıldızı parlayan genç bir iş adamı ise ev seçerken üç şeye dikkat etmelidir.
Seks, seks, seks.
Sf: 100
Ev alırken veya yaptırırken sadece metrekareye bakma -metreküpe bak. Adam iki milyon dolar para harcıyor ama tavan yükseklikleri Acıbadem’deki dairelerin neredeyse aynı – 2.75 metre. Oysa kudret, asalet ve ruh genişliğinin simgeleri her zaman yüksek tavanlar olmuştur.
Mesela yeni yüzyıl kahramanının evinde en az bin tane iyi seçilmiş bir edebi kitap koleksiyonu olmalı.
Sf: 103
“Seni çok özledim” diye sarılacağın, bütün bir günü tüm dünyayla alay ederek geçireceğin bir beraberliği yaşamak istersen kendine hemen bir sevgili bul. Seks en kolay, en çabuk alınan uyuşturucudur.
“Ama o benim hem sevgilim hem de en iyi arkadaşım”
-Hah Hah Hah… Peki hiç sevişmediğin bir arkadaşın var mı?
Kimseye iyi bir arkadaş olamamış bir insanlar, iyi bir sevgili de olamazlar.
Arkadaş diye ya şimdi ya da geçmişte yattığın birilerini hatırlıyorsan, sen iş adamısın arkadaş.
Onları dahi hatırlamıyorsan sen büyük bir iş adamısın.
Sf: 104
Dostlar nasıl olsa sahtedir; düşmanlar ise gerçek.
Dostlarınla vakit geçirirken şu hesabı yap: Saatine bir değer biç -diyelim yüz dolar. Öyle insanlarla bir saat geçir ki, neticesinde yüzbin dolar kazanabilmelisin. Niye yüz dolarını senin servetine hiçbir katkısı bulunmayacak insanlara harcayasın ki? Her şey katma değer değil mi? Nasıl iyi bir işte harcanan her bir dolar, üç dolar olarak geriye dönüyorsa, dostluklarda öyledir. Tek farkı buradaki yatırımının para yerine zaman olmasıdır.
Bazı insanlar vardır, onlarla iş yapılmaz, ama eğer çevrende olurlarsa muhakkak senin hayatını bir şekilde zenginleştirirler. Kiminin etrafında karı-kız çok olur; kimi “isim” dir, yanındakilere de pırıltısını bulaştırır; kiminin yazları yatlarına, kışları atlarına binilir. İş adamının gerçek dostu ona bir şeyler verendir. İşe yaramazları etrafında toplama.
Dostlarının çoğu ne cins adamsa sen de o cins adamsın. Derler ki: her kuş kendi türüyle uçar. Bir ressam veya bir köşe yazarının dostlarının çoğunluğu iş adamı ise, o adamın sanatçı veya edebiyatçı kişiliğinden çok iş adamı kişiliği baskındır. Birisi istediği kadar çevresinden şikayet etsin, aslında hak ettiği çevrenin zaten içindedir.
Sf: 105
Üstelik gerçekten istediği çevre de bu çevredir. Sen arkadaşların hakkında ne dersen de, inanmam, genç dostum. Sezgilerinle, iç güdülerinle daima hemcinslerinin yanına kaçacaksın.
Sf: 107
Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Bugünkü iktidarın cunhurbaşkanından başbakanına, ana muhalefet partisinden en yıldızı parlayan yeni hareketlere kadar bütün egemen güçlerinin ya oğulları, ya kardeşleri, ya eşleri ve en sonunda özbeöz kendilerinin iş adamı olmaları tesadüf müdür?
Sf: 109
Bu ülkede 50.000 kadar araştırmacı, öğretim üyesi, gazeteci, şair, hikayeci vesaire varsa, okuyucuların sayısı da bu yazarlardan fazla değildir. Oysa okuma-yazma bilen milyonlarca genç hiçbir şey okumuyorlar. Daha çok müzik dinliyorlar. Ve o müziğin temposu, ritmi, dili, her şeyi bambaşka. Acid, Techno, Garage, New Age, Rock ve Pop -son dört yüzyıldaki her iyi şey gibi yine batıdan geliyor ve her kesimden dinleyenleri kendilerinin de fark edemeyecekleri bir geri dönülmezlikle batıya götürüyor. Bu gençlerin hepsi iş adamı mı olacak? Hayır, ama onları çok uzunca bir müddet aralarında sivrilen genç iş adamları yönetecek. Eski usullerde yine… sömüre -sömüre… düze -düze … burada değişen bir şey yok. Hiçbir zamanda olmadı.
Sf: 110
Kudret iddia edildiği gibi halkın elinde değildir; seçebilme becerisi gösteren hırslıların elindedir.
Sf: 111
Ey, ince ruhlar!… Siz o siyasi kudrete talip olduğunuz an, bir gün o “pis” emri vereceğinizi bilmiyor muydunuz?
Sf: 112
O kadar hassas ve insancıl idiyseniz o gücü niye istiyorsunuz?
Dönün yolun başından.
Yok olmaz ama. O kadar da demedik.
O “asil” adam hassaslığını gözler önüne sererek aldığı taze kredi ve pırıltılı imaj ile daha mutlak bir öldürebilme hakkı isteyecektir.
Meydanlarda güvercin uçurarak, zeytin dalları uzatarak, bir sonraki seçimlerde belki tek başına iktidar olmayı ümit edecektir.
“Mecburduk ve haklıydık”
Tamam da, niye sen?
Sen … çünkü sen istedin
Osmanlı Sultanı, Roma İmparatoru, Güney Amerika diktatörü veya liberal demokrat bir başbakan… Bunların arasında şahsiyetlerinin özü olarak hiçbir fark yoktur. Meşrutiyeti ve zamanı yakalayan kazanır. Ölümü onlar emreder (veya etmezler).
Sf: 113
Öldürebilme kudretinin keyfi iki türlü sürülür. Bir, öldürünce; iki öldürmeyince. Siyasi kudrette cazip olan illa da öldürmek değildir; öldürmekle öldürmemek arasındaki seçimi yapabilmenin ayrıcalığına sahip olmaktır. Öldürebilirken, öldürmemeyi tercih ederek de bu Kudret’in keyfi yaşanır.
Sf: 116
-“Az gelişmiş ülkeler, aç pazarlar… Onları da medeni bir şekilde sisteme sokmalıyız. Kısır döngüler hele bir dönmeye başlasın elli seneye kalmazlar, onlar bize renkli televizyon biz de onlara “iletişim” ağları satarız.”
-“İnsanların keyif alarak, ailece, güle oynaya yaptıkları ne varsa ellerinden alın ve yerine bir makine satın. Nehirde çamaşır yıkamak mı? Derhal onlara merdaneli-mekanik bir çamaşır makinesi satalım. Böylelikle boşalan zamanlarını da bir yerlerde daha çok çalışarak değerlendirsinler. Bu sayede mekanik çamaşır makinelerini verip yerine elektroniğini alabilirler.
Sf: 117
Boş bir aygıtın sağlayacağı boş bir konfor için boşu boşuna çalışarak boş bir ömrü tüketsinler.
“Artık her şeyleri mi var?
Olmaz öyle şey.
Demokrasilerde dolduruşun ve satışın sonu gelmez. Egzotik yerlere pahalı uçak biletleri pazarlayalım. Onların nehirde çamaşır yıkadıkları günleri hatırlatacak “muhteşem kır evleri” satalım.
Tüketicilerin gerçekten tükettikleri kendi yaşamları ve kısacık zamanlarıdır – ihtiyaçları sandıkları hırdavatlar ve hizmetler değil.
Ebola gibi yeni yepyeni bir virüsle nüfuslar kırılmadıkça veya insanların “akıllı üretim-aptalca tüketim” alışkanlıkları değişmedikçe iş adamları bu dünyanın efendileri olmaya devam edecek.
Sf: 120
Onun için bırakalım herkes iyi yaşamı bulmak için kafasına göre takılsın. Bulsalar bile bu bireysel keyiflerini sürdürebilecekleri tek yer nasıl olsa bizim her gün içine ettiğimiz dünya olacak.
Sf: 121
Nazik ol. Nazikçe ve görgü kurallarına kelimesi kelimesine uyularak yapılmayacak hiçbir kötülük yoktur. Üstelik nezaket mücadele edilmesi zor bir silahtır. Terbiyeni asla elden bırakma. Nezaket kötülüğe mani değildir; tam tersine işi kolaylaştırır. Ezilenlerin elini kolunu bağlar.
Egoistlerin en büyük hilesi, nezakettir.
Kudretlilerin bilinçaltlarında, insanlara hükmetme, onları kontrol etme ve yönetme hırsı yatar. Bu hırslarının birazcık farkına varanlar, bu sefer farklı maskeler takarak bu utanılacak yönlerini gizlemeye çalışırlar. Ilımlı, babacan ve cana yakın gözükürler.
Sf: 122
Elinde güç ve para olduğunu herkes bilecek ama o gücünü kullanmadığın veya göstermediğin için kredi toplayacaksın. Ve o krediyi -tabii- daha da fazla güç almak kullanacaksın.
Sf: 123
Eğer gerçekten mütevazi olmak istiyorsan genç iş adamı; bil ki bu dünyada sadece salı pazarından alışveriş eden teyzeler mütevazidir. Lise edebiyat öğretmenleri, gazete bayiileri, kütüphane memurları mütevazidir. Sen iş adamısın. Mütevazi gözük, puan topla. O puanlarla teyzeleri, edebiyat öğretmenlerini, kütüphane memurlarını, banka emeklilerini yöneteceksin.
Sf: 124
Devlet rantının üstüne çöreklenenlerin sayısı birkaç düzine değil artık -binlerce kişi Herkes hırslı. Herkes uyanık. Herkes diplomalı. Galiba ben de o kadar becerikli değilim. Tekstilde babam bir yere geldi. Ben de biraz itekledim. Ama bu kadar. Otuz, otuz beşinci sıraya oynamaktan sıkıldım. Evet, Vehbi Koç olamam. Ama aynı güce, çok daha fazlasına belki “ölüm emredebilme” kudretine dahi başka yollardan inebilirim. Durum müsait.
Vay Hergele Vay.
“Aşk olsun
Ama aşk olsun sana çocuk.”
Sf: 125
Yeni Yüzyıl Fikirleri
Devlet darbelerle, seçimlerle bir şekilde yürütülür; sen ise üçten alıp -beşe satmakla ilgilenirdin. Düşünmek, solcu aydınların işiydi.
Sf: 126
Esnek ol. Her şey görecelidir. Yani gerçek kişiden kişiye, şartlardan şartlara değişir. Zamana ve mekana bağlıdır. Dün dündür; bugün ise pragmatik ve pratik olmalıyız.
Sf: 130
Varoluş sebebi istila olan devletin hükümranlığını sürdürebilmesi, yine herkesin anlayabileceği dilden, basit ve yalın bir gerçeğe dayanır – Sopa.
Dünyada yetmiş iki millet her Allah’ın günü binlerce değişik, dil, lehçe, aksan ve ağızla konuşurlar. Ama herkesin kesinlikle anladığı bir tek lisan vardır – SOPA.
Devletçilik tecrübesinde biraz yol almış olan Bizans ve Osmanlıyı ilkel devletlerden ayıran en önemli özellik, ‘sopanın’ yanına ‘adaleti’ de koymuş olmalarıdır. 19. yüzyıldan itibaren Batılılar, Sopanın ve Adaletin yanına biraz da Havuç eklemeyi devletin bekası için uygun bulmuşlardır. 20. yüzyılın ikinci yarısının icadı olan Sosyal devlet ise sopayla havucu en uyumlu sallayan devlet şeklidir. Sopayı birazcık fazla ve lüzumsuz şekilde göstererek sallayan Faşizmin yenilmesinden sonra, sopanın gizlenmesi esası modern devletlerde kabul görmüş ama gerektiğinde tüm haşmetiyle tekrar ortaya çıkartılması prensibi her zaman bütün Anayasalarda saklı tutulmuştur. (Meşhur Olağanüstü Hal Meseleleri) Liberalizm Ütopyalarının ortalığı pespembe bir renge boyadığı bugünün post-modern iyimserlik ve sevimlilik çağındaysa, sopanın artık yok olup tarihe karıştığı inancı yaygındır.
Sf: 131
Günümüzde kurumların suç işleme mekanizmalarının sağlıklı ve istikrarlı çalışabilmesi, aynı kurumların kendi suçunu ortaya çıkartabilme mekanizmalarının da sağlıklı ve istikrarlı çalışabilmesine bağlıdır. İyi kötüyü, doğru yalanı devamlı kovalıyor gözükmelidir ki, hiçbir zaman yakalayamayacağı gerçeği çok usta işi düzenlemelerle teminat altına alabilirsin.
Sf: 132
Liberal devletin kurumlarının suç işleme becerileri, suçluları yakalayabilme becerilerinden yüksek olduğu müddetçe, tavşana kaç- tazıya tut denmelidir.
Post- modern bir devlet her Allah’ın günü medyada günah çıkartırken, her Allah’ın günü de günah işletmeye devam etmelidir.
Sf: 134
On sekiz yaşında sosyalist değilsen, genç değilsin.
Otuz beş yaşında kapitalist değilsen, akıllı değilsin.
“Keşke gençler yapabilse, yaşlılar yapabilse…”
Sf: 136
Yayımlansalar üç-dört bin tane satılmayacak kitaplar, seyredilmeyecek sıkıcı televizyon kanalları, Türkiye genelinde %5-6 oy alabilecek marjinal partiler ve sefalet içinde birkaç özel okul yüzünden Avrupa kapıları yüzümüze kapanıyor.
Sf: 140
“Oğlum, şirketin sermayesi şu kadar, al hisseni cehennem ol git” der ve şirketi yabancılara en iyi şartlarla pazarlamaya bakardı.
Sf: 144
İslamda “gerçek parayı” yaratan bilim yok, teknoloji üretimi yok, Nobelli beyinler yok, ülser mikrobunu laboratuvarda üretebilen araştırmacılar yok. İslamcı da çok iyi bilir ki, vaat ettiğini ancak Batı verebilir.
Sf: 147
2500 yıl önce eski Yunanlılarla başlayan ve ara sıra duraklasa da Rönesans, Aydınlanma ve Endüstrileşme çağları ile artık dizginlenemeyen Batı medeniyeti, dünya hakimiyeti misyonunu önümüzdeki yüzyılda tamamlamış olacak.
Aynı bundan on bin yıl kadar önce başlayan tarım ve hayvancılık medeniyetinin, üç bin yıl içinde avcılıkla geçinenlerin dünyasını geri dönülmez bir şekilde değiştirmesi gibi…
Aynı avcıların yüz binlerce yıl sürmüş bir evrimle, insanımsıları yeryüzünden silmeleri gibi.
Sf: 151
“Son on beş senede yapılanlara bakın” edebiyatı ile önümüzdeki senelerin vizyonu ve kehanetlerini medyada devamlı işitiyoruz. Oysa bir ülkenin geçmişte veya gelecekteki parlaklığı ancak başka ülkelerin aynı dönemlerde ulaştıkları veya ulaşacakları parlaklık ile mukayese edilirse anlam kazanır.
Bir stadyumda oturan herkesle beraber ben de ayağa kalkarsam “yükselmiş” sayılmam.
Sf: 152
Senin cebinden halkın cebine kademe kademe sızacak ve memleketimizi kalkındıracak büyük paralardan bahsediyorum. Ama yine de sen bütün bu milyarları kazanacağın ülkeye hiçbir zaman servetinin tamamını bu ülkede bulunduracak kadar güvenme.
Yalnız Türkiye’de değil, “devlet” le yönetilen hiçbir ülkeye güvenilmez. Her akıllı iş adamı, iş yaptığı ülkenin dışında o ülkenin adaletinin ve sözde ‘bağımsız’ yargı organlarının ulaşamayacağı küçük bir kara gün sepeti bulundurur. Bu minik ve gizli sepetin içine, ömrünün sonuna kadar senin ve çocuklarının geçimini, eğitim ve sağlığını karşılayacak kadar para koyar. Eğer çok büyük bir iş adamı olmak istiyorsan bu miktarın dışındaki her şeyini Türkiye’ye getir. Çünkü ne kadar ararsan ara, buradakinden daha yağlı bir böreği dünyada bulamazsın. Yok eğer, hedefin orta boy bir iş adamı kalarak servetini muhafaza etmekse, her şeyini sat ve kuruşuna kadar Türkiye’nin dışına çıkar.
“Bir ayağın dışarıda olsun” derler.
Yanlıştır. İki ayağın, vücudun, başın ve bütün diğer kurtarabildiğin uzuvların dışarıda olsun.
Sf: 153
Bir elini Türkiye de bırak, yeter.
Sf: 154
Ve Türkler
Bir ülkeyi sevebilmek için önce o ülkenin insanlarını sevmek lazımdır.
Sf: 155
Özellikle siyasetin içindeysen bu ikilemi en uç noktalarda yaşarsın. Hıdırellez ateşlerinin üzerinden atlamacalar, Alevi dedeleriyle hoşgörü sohbetleri, köy evlerini ziyaretlerde ayakkabılarını çıkartıp oturduğun yer sofraları ve yüzünde sahte bir içtenlikle o “doğal ve mütevazi” karınla takındığın şipşirin pozlar… Ben de sizlerdenim.
Sf: 156
Nah onlardansın! Yalancı!
Diğer maskelerden çok daha zordur bu maskeyi taşımak. Demokratlık, alçakgönüllülük, şirinlik gibi maskeler zamanla cildine sinebilir ama bu “ben de sizlerdenim” maskesini ne yapsan yüzüne tam oturtamazsın. Üstelik bu sefer karşında senin gibi ihtişamdan gelenler yok. Hem sen ancak senin gibileri daha kolay kandırabilirsin. Ama eğer karşında Sefahat’den değil de Sefalet’ten gelenler varsa, senin takındığın ” ben de sizlerdenim” maskeni derhal sezerler. Nasıl ki sen, yeni zengin bir kıronun statü çırpınışlarını anında yakalayabiliyorsan, halk çocukları da senin numaralarını asla yutmazlar.
Fakir fakiri, zengin zengini anında tanır. Bu bir Yahudi’nin Yahudi’yi, ibnenin ibneyi hissetmesi gibi bir şeydir.
Genç iş adamı; ne yapsan bu “halkın içinde – halkla beraber” maskesini yüzüne tam oturtamayacaksın. Köy sofrasında yoğurda kaşık sallarken, eşikte ayakkabını çıkarırken kendini ele verirsin. Bunun kılık kıyafetle, ayakkabının markası ile alakası yoktur. Nazmiye Hanım’ın ayakkabıları da ihtişamdan gelenlerin ayakkabısıdır. Ama bu Hanımefendi’nin maskesi yüzüne yakıştırılır. Çünkü bu Hanımefendi öyle doğmuştur. Onların güçlülerden beklediği tarzda hareket etmeyi, onların beklediği gibi oturmasını, baş sallamasını ve kalkıp gidebilmesini bilir.
Genç iş adamı; siyasette karşılaşacağın en büyük zorluk bu olacaktır. Yine de aşılmaz bir engel değildir. Herkes maskeli ve herkes yalan söylüyor. Ama kimin yalanına inanmak isteyeceğine; inanıyormuş gibi yapacağına budalalar karar veriyor.
Siyasette inandırıcılık budur.
İnandırmak ise bambaşka bir şeydir. O siyaset değil şahsiyet işidir. Mustafa Kemal inandırırdı. Senin misyonun ise inandırıcı bir tarz ile kandırmaktır.
Sf: 158
Trafikteki halk kahramanımız çoğunlukla bir kırodur. İlk ufak vurgunuyla kullanılmış siyah bir Şahin çekmiştir altına ve beş erkek içine doluşup basmışlardır gaza. Bu adamlar seni tanırlar genç dostum paparazzi, pembe dizi, talk show gibi programlardan ve nefretle kıskanırlar şık arabanı, yanında oturan manken kızı, ayakkabılarını, senin aklına bile gelmez ama gözlüklerini…
İşte bu Türklerden korkulur.
Asla muhatap olma. Hep alttan al.
“Özür dilerim kardeşim sen haklısın” deyiver ve kibarca uzaklaş.
Bayılırlar buna. İçlerinden “ezdim onu” diye düşünürler.
Koca aptallar. Halbuki nazikçe kandırıldılar yine. Hür düşünce gibi, Kürtlerin kimlik hakları gibi… İkinizin de nefreti gırtlağında kaldı, kusamadınız. Yine de Hatice’ye değil neticeye bakmalı genç iş adamı. Sen kazandın.
O Şahinine ve içler acısı kadınsızlığına döndü, sense beyaz BMW’ne ve manken sevgiline.
Ne kızı ne arabanı alamadılar işte elinden.
Alamazlar.
Sakın Türk usulü erkeklik taslama. Hele sen! Dayak yersin. İstediğin kadar düzenli spor yaparak geliştirdiğin taş gibi adalelerin, boyun posun olsun, bu kara kuru kılçıklar adamı fena döverler. Karakola gitsen daha da fenasını görürsün. Çünkü polis de bunlardandır. Dayısı, yeğeni, hemşerisi, mahallelisi olurlar. Karakola kadar aklın başına gelmişse, bu insanlarla onlar gibi değil de bir işadamı mücadele etmek gerektiğini anlarsın. Bağımsız Türklerle’le sıcak temas tecrübe ister. Sen ise bu konuda daha çok acemisin. Oysa ustası olduğun işadamlığı yeteneklerini kullansın, bir sahte dostluk gösterisine, efendiliğe, nezakete tavlamıştın onları. Kanmazlarsa da rüşvet var, torpil var, baskı var… Her zaman bir çaresini bulursun.
Sf: 162
İnsanoğlu, bundan yirmi yıl kadar önce aslı kurt olan köpeği doğadan kopartarak evcilleştirmeye başladı. Daha sonraları vahşi köpeğin neslini ve onu besleyen doğal ortamı tamamen yok etti. Şimdi ise köpeğin, koyunun, atın, ineğin tek yaşama şansı olarak insanı görüyoruz. Bize muhtaçlar. Ehlileştirilemeyen sözde vahşi memeliler için durum farklı mı?
Onlar da milli park denilen büyükçe bahçelerde insanların kendilerini seyretmelerini bekliyorlar. Artık göç edemeyen kelaynak kuşları gibi yine insan eline bakıyorlar. Et, süt, kıl, tüy olarak değil de turizm olarak bir işe yarıyorlar.
Bitkisiyle, hayvanıyla tüm doğayı hakimiyeti altına almak cüretine ve becerisine sahip insan, hemcinslerini başıboş ve vahşi bırakır mı? Doğayı sömürüp de insanı kendi halinde koyar mı?
İnsanın kendi türdeşlerini ve öz kardeşlerini de atlar gibi ehlileştirip efendileşmesinin tarihi yine on bin yıl öncelerine dayanıyor.
Sf: 163
Belki de insan -o özgür ve yabani yaratık- nesli il tükenen hayvandır. Avlandığı topraklar ilk elinden alınanlardır. Sonraları buna mülkiyet hakkı dediler.
Birisinin senden nefret etmesini mi istiyorsun? En kısa yoldan. Onu kendine bağımlı kıl.
Yeri her an doldurulabilecek bir adamsın. Sistem ve otorite karşısında bir hiçsin.
Artık kimse yeri doldurulamaz değildir. Kimsenin kimseye ihtiyacının kalmadığı bu dünyada, hepimizin sadece sisteme ihtiyacı var.
Sf: 165
Eşeğin derdi biraz ot biraz arpa. Efendinin niyetinden artık ona ne!
Sf: 169
İnsanoğlu’nun insanımsı maymunlar şeklinde, ortaya çıkmasından önce, doğa tam altı defa dümdüz nakavt edildi. Hem de insanoğlu’nun dünyasına bugün verebileceği en büyük zararların çok üstünde zararlarla.
Sf: 170
En son bundan altmış milyon yıl önce düşerek dinazorların neslini kurutan dev göktaşı, yalnız bu medyatik yaratıkların değil, o devirlerde yaşayan tüm canlı türlerinin %98’inin neslini tüketmişti. Doğa geriye kalan %2 ile toparlandı.
Yine toparlanır.
Sf: 172
Üstelik doğa da sana zeka ve hırs vererek arka çıkmış bir kere. Gerçekten doğal olan sensin. Evrimin zeka ile sana verdiği misyonu sonuna kadar götürecek olan sensin. Doğanın hakiki evladısın. Böceklerin, kaplanların, sarmaşıkların da elinde zeka gibi bir silah olsaydı aynı senin yaptığını yaparlardı.
Asla utanıp sıkılma.
Ez geç.
Dozerle; dümdüz et.
Kaz, karıştır ve kepçele.
Kurcalanmadık delik bırakma.
Sonuna kadar git bu işin.
Sf:175
(Galiba bugünlerde medyatik şöhret, gençlere seksten bile daha cazip geliyor. Yine haklılar çünkü kolay ve çabuk seks daima şöhreti takip eder. Medyada göze hoş gelip de yatağı boş kalan çok nadir bir şahsiyet olmalı.)
Bu yıllarda seksle kastedilen, gerçek bir teorik haz değil de mümkün olduğu kadar çok karı… başarısının getirdiği Zafer duygularıdır. Bu yaşlarda elde edilen her yeni kadın, kapatılan her yeni iş gibidir.
Zafer… Zafer… Zafer…
Bunun sadece erkeklere ait bir his olduğu sananlar da yanılıyorlar.
Sf: 176
Davetlere; yemeklere ve açılışlara yattığın kadınlar arasından en yanında taşınacak cinsini alarak katıl. Öyle her yatmalık kadın aynı zamanda davetlik değildir. Hele birinci ve ikinci ligin ağır davetlerine şöhreti malum bir mankenle veya barlardan kaldırılmış herhangi bir kızla katılırsan büyük puan kaybedersin.
İkinize de derhal haksızlık yaparlar. Sana baba parası yiyen bir aylak, kıza da “orospu ve ucuz” damgasını içlerinden basarlar. Kadınlar her zamanki olağanüstü sezgileriyle, bu gizli yargılanma ve hızlı infazların farkına senden daha çabuk varır.
Sf: 177
Böyle kadınlar ise ya bu statüyle doğmuşlar ya da eksikliklerini çok zekice manevralarla gizleyebilenler arasından çıkar.
Seni uyarıyorum! Kadınların en zekileri “ne işe yaramaları gerektiğini” çok çabuk sezerler. Senin kadına bilinçsizce yüklediğin “benim görkem ve kudretimi arttırsın” işlevini hemen kavrar ve uygularlar. Amaçları hem yatmalık, hem davetlik hem de evlenilecek kadın olmaktır. Kullanayım derken ustaca kullanılan sen olursun.
Kadınları tümünün yılan olduğu özellikle kadınlar tarafından çok söylenir. Kadınlara, kadınların özel sohbetlerinde kendilerine yaklaştıklarından çok daha saygılı yaklaşan biz erkeklere göre ise yılanlar cins cinstir. İçlerinde tamamen zararsız su yılanları, çayır yılanları olduğu kadar engerekler, çıngıraklılar ve kobralar da vardır.
Sevgililerinden ayrılırken uzun açıklamalarla özürler dileme:
– Seni çok seviyorum ama evliliğe hazır değilim – seni oyalamak istemiyorum.
– Ayrılalım ama yine birbirimizi görmeye devam edebiliriz. Geleceği düşünmeden gel “şu anı”, “şimdi” yi yaşamayı öğrenelim seninle,
– Özgürlüğümü özledim. Biz birbirimize çok yapıştık. Bir müddet aşksız, bağsız, kadınsız ve sekssiz yaşamak istiyorum. Yalnızlığıma ihtiyacım var, gibi klişe lakırdılar etme. Daha başka kadınları becermek istediğin gerçeğini asla söyleme.
Sevdiği bir kadına sahip çıkmayı beceremeyen, sevmeyi ve sevilmeyi bilmeyen, bol bol düzüşmeyi çok ciddiye alırken, aşkı içinden alaya alan iş adamı namzetleri gibi basmakalıp sözler edersen kendini ele verirsin. Kadınların en akıllıları bu klişelerin ardına gizlenen erkekleri derhal sezerler ve küçük görmeye başlarlar.
Sf: 178
Birden gözlerinde bir zavallı hiç olursun. En doğrusu hiçbir şey açıklamamaktır. Dürüstlük her zaman iyi bir şey değildir. niye kalp kıracaksın ki? Çek git o kadar.
Dikkat! Kadınlar, kendilerine hiçbir açıklama verilmediği, kandırılmaları için çaba dahi gösterilmediği böyle zamanlarda çok tehlikelidirler. Nazik ama kararlı olmalısın. Yine de dayak yiyebilirsin.
Sen de çok sinirlendin mi aynı şekilde sevgililerine vurmaya çekinme. Parmak uçları ile yanağa vurulan iki üç tane hızlı tokattan fazlasını atma.
Tokatı yer yemez büyük bir yaygara ile önce ağlarlar. Kapılar çarpılır, bavullar toplanır, arkadaşlara telefonlar edilir. Hiç merak etme. Kadınların sevdikleri erkekten yedikleri birkaç tokat daha sonra hoşlarına gider. Erkeğinin hırsını, tutkusunu, kıskançlığını yaşamalarının bir başka yoludur. Kadınların şikayet ettikleri, sevmedikleri adamdan yedikleri gerçek dayaklardır.
Sf: 179
Bir kadına henüz tokat atmamışsan onu seviyorum deme; seni dövmeyen kadının da sevdiğine inanma.
Pandik atmak da yasaktır; pandik atanı eşek sudan gelinceye kadar dövmek de yasaktır.
“Bana bir tokat atanı kim olursa olsun, ne kadar seversem seveyim derhal terk ederdim” diyen kadınlar, ne sevmeyi ne de sevişmeyi bilirler; ne kendilerini ne de erkekleri tanırlar. Bu kadınlarla vakit kaybetme. Keşke biri onları tokat atacak kadar sevebilse veya keşke bir erkeğe saldıracak kadar dişileşebilseler.
Kadının iyisi her zaman biraz kancık olur.
Sf: 181
Genç arkadaşım, asla tavlamaya çalışma.
Çok aptal veya çok akıllı (yani art niyetli) kadınlar hariç, hiç ama hiçbir kadın tavlanarak baştan çıkarılamaz.
Çapkınlık sanatının teknikleri var, diyorlar.
Sanmıyorum. Çünkü kadınların çoğu bunları anında sezecek kadar akıllıdırlar. Ve eğer “teşne” iseler bu saçma tekniklere sadece tahammül ederler. Tüm doğada olduğu gibi, seçenler yalnızca kadınlardır.
Genç arkadaşım, kendini kendin gibi sergile o kadar.
Eğer beğenirlerse alırlar.
Ne kadar berbat birisi olursan ol, kendin gibi ol. Kendini acem pirinci diye satan kurtlu bulgurun kör alıcısı bile çıkmaz.
Kadınlara “mal” diyorlar. Asıl mal erkeklerdir. Farkında değiller.
Bir başka palavra daha:
“Kadın gölge gibidir – kaçarsan kovalar, kovalarsan kaçar.”
Her şeyi bilen, tekniğinden emin, sözde tecrübeli bir playboy ağzı.
Kovalarsan kaçar, doğru; ama kaçarsan da kesinlikle yalnız kalırsın.
Sf: 182
Akıllıysan aşık olacak ve olunabilecek tür kızlarla çıkma. Hoş, bu tür kızlar da senin gibi gençleri pek çekici ve makbul bulmazlar.
Neden mi?
Çünkü, bir kadını kendine deliler gibi aşık edebilmenin yolu çok iyi sevişebilmekten geçer ki, bu bir kadın için ‘…-…’ dan başka bir şeydir. Şehvet, sevgi, saygı, korku ve tutku karışımı; muhteviyatı zor anlaşılan; tarifi imkansız ama kadınların bulduklarında hemen tanıdıkları bir lezzettir. Yirmi- otuz yaş arasındaki iş adamı namzeti delikanlıların çoğunda ve her yaşın uslanmaz playboylarının istinasız hiçbirinde bu tat yoktur. Genç et tazedir. Playboylar baştan çıkarıcıdır. Ama her ikisi de hamdırlar. Bu tür erkekler kadınların ancak tadımlık, gel-geç çerezleri olurlar. Oysa Gerçek Aşk bir ziyafet sofrasıdır. İşte bu yüzden kadınlar çapkın delikanlıları ve kart-playboy’ları yatağa atıp düzerler ama (enayileri ve tercübesizleri hariç) asla aşık olmazlar.
Bütün bunlar, benim seslendiğim delikanlıların umurunda bile değildir. Onlar için düzüş düzüştür, o kadar. Fakat kendi durumunun farkına varmayan, baştan çıkarttığını zannederken bir güzel düzülen ve sıradaki kadının kim bilir hangi ruhsal durumunun o anlık tedavisi için kullanılan, yaşı otuzu geçmiş profesyonel playboylara çok acırım.
Sf: 183
Ve kadınlar için arzulanmak kadar tahrik edici bir şey yoktur. O zaman da yatlara, atlara ve magazin şöhretlerine zaten gerek kalmaz.
Zampara, Farsça kadın-sever anlamına gelir. Oysa playboyların kadınlardan aslında nefret ettiklerinden şüphelenilir. Üstelik playboy, hem kovboy, hem play sözcükleriyle çocukluğu çağrıştırır. Bu koca adamlar çocukluklarında bir yerde takılıp kalmış olmasınlar?
Sf: 184
Zamparalığın bir ahlakı vardır. Köklü kuralları çok az sayıda da olsa vazgeçilmez prensipleri vardır. İçlerinde en önemlisi, sevdiğin kadını aldatmamaktır. Buradaki sihirli kelime “sevdiğin” dir, yoksa herhangi bir kadın rahatlıkla hiçbir suçluluk ve değersizlik duygusu çekilmeden aldatılabilir. Verilmeyen bir söz bozulmaz. Oysa seviyorum demek, sadakat sözüdür. Bu yüzden zampara, bir başka kadınla beraber olmak isterse, bunu dürüstçe işin hemen başında sevdiği kadına açıklar ve ayrılırlar.
Zampara bir erkek bir ömür boyu bir tek kadını da sevebilir. Bir tek kadının zamparası olan erkeklere çok imrenirim. Beyinleri pazara çıkarsalar, herkes yine kendi beynini seçermiş ama erkeklik organlarını pazara çıkarsalar ben böyle bir erkeğinkini seçerdim.
Sf: 185
Her yattıkları yeni kadınla bir defa daha otuzbir çeken playboylar ise, bu ihtişamın yanına yaklaşamazlar ve kendi yalnızlıklarını becerdikleri kadınların sayısıyla ölçerler.
Sf:186
Bu işlere bir paye vermek gerekirse, çirkin suratına, kocaman göbeğine, beş parasız cüzdanına rağmen istediği kadını elde edebilene aferin demek lazımdır. Şahsiyetinden başka hiçbir şeyini satılığa çıkarmadan hoşlandığın bir kadını elde etmek, genç arkadaşım, yürek ister. Herkesin peşinden koştuğu cazip bir kadını kariyerinle, çiftliğinle, yatınla veya şöhretinle değil de şahsiyetinle tahrik et de bir görelim.
Geçenlerde her gecesi dolu olan bir kız arkadaşım, yeni gençlerin hep paralarıyla hava attıklarından şikayet ediyordu. Sanki böyle hava atan playboylardan başka bir adamla beraber olabilmeyi becerebilecekmiş gibi!
Hem kendini her gece satıp hem de şikayet etmek!
Nasıl orospuların müşterileri orospulardan her zaman daha ilgi çekiciyse biraz da playboylarımızın müşterilerine bakmak lazım.
Son söz: Kadınlar, eğer gerçekten masum, tecrübesiz, saf ve bakir bir delikanlı ile yatmak istiyorsanız, bu iş için skoru yüzleri geçmiş herhangi bir kart playboydan daha iyisini bulamazsınız.
Sf: 187
Orospular
Bu kadınlar gerçekten aziz yaratıklardır. Allah’ın müstesna ve sevgili kullarıdır. Erkeklerin herkesten gizledikleri gözbebekleridir. Başkalarının önünde onları hırpalar, yargılar ve aşağılarlar. Ama siz bir de onları başbaşa kaldıklarında görün. Kimisi saçını başını okşatır; kimisi uzun uzun dudaklarından öper; ayaklar altında kendini ezdirir. Erkeklerin o korkutucu erkeklikleri kerhanenin kapısında biter. Zavallı, ürkek ve muhtaç yaratıklar olurlar.
Bir orospunun; bir inşaat işçisi, bir avukat veya köşe yazarından ne farkı olabilir? Hepimiz vücudumuzun bir kısmını satarak geçiniyoruz. Kimimiz kollarımızı, kimimiz beynimizi, kimimiz bedenimizi…
Üstelik ben bir şeyimi satacaksam, bedenimi satmayı birçoklarının yaptığı gibi beynimi, düşüncelerimi veya ruhumu satmaya tercih ederim. Orospu; bir insanda bulunan belki en değersiz uzvu satmakla hepimizden daha iyi bir ticaret yapmaktadır.
Genç arkadaşım; sana yaşamımın her döneminde orospularla birlikte olmanı tavsiye ederim. Çoğu iş adamının ve her istediği kadını nasıl olsa elde edebilir dediğimiz birçok sanatçının, şarkıcı, aktör ve yazarların da gizli tesellileri, en büyük sırları ve son çareleri her zaman orospular olmuştur. Hele 45 yaşlarında gireceğin ve tekrar birilerine sırılsıklam aşık olacağın orta yaş krizlerine kadar karını aldatmanın en rahat, hesaplı ve güvenli şekli yurt dışı iş seyahatlerinde beraber olabileceğin yüksek kaliteli ve son derece “klas” orospulardır.
Sf: 188
Bu profesyoneller dedikodu etmezler, etrafta konuşmazlar, evlere telefon açıp kimseyi rahatsız etmezler. Yol yordam bilen, onurlu, dünya görmüş insanlardır.
Tanıdığım orospulardan hiçbir bana “orostopolluk” yapmadı.
Sadece bir erkeğe evlilikle bağlı olan sosyete kadınları, daha serbest çalışan namuslu meslektaşlarıyla kıyas edilemeyecek kadar bayağı, içten pazarlıklı, iğrenç ve tehlikeli olabilirler.
Sf: 189
İlişki denilince de herkesin aklına uzun vadeli sevgililer veya eşler gelir. Halbuki çoğu zaman beş dakika önce karşılaştığın bir yabancı ile ilişkinde, beş senelik sevgilinle olduğundan çok daha fazla kendini yaşayabilirsin.
“Yabancı” nın dayanılmaz cazibesi de işte budur.
Sf: 191
Eşit olmayanların arasındaki ilişkiler de tahrik edicidir. Kadın ve erkek cinsel fantezilerinin çoğu bu farklılıklar üzerine kurulur – yaşlı adamla küçük kız çocuğu, tecrübeli bir kadınla ergenliğe yeni giren bir oğlan, işgal askerleri ile köylü kızlar, evsahibi-kiracı gibi.
İş adamına mükemmel uyar bu fantaziler.
Aynı hayvan sürülerinde olduğu gibi, fiziksel egemenliği ellerine geçirenler, cinsel egemenliği de ellerine geçirirler. Siyasi ve ekonomik güç, aynı zamanda daha çok seks demektir. Baskın Adam, Egemen Kişi, Büyük Patron veya Sürünün Birinci İti en çekici erkektir.
Feministlerin radikalleri, bu tür fantezilerin çok sıkça kullanıldığı porno filmlerinin yapım ve satışının yasaklanmasına taraftarlar. Neden?
Çünkü kadınlar mal gibi gösteriliyormuş!
Neden olmasın? Bunun böyle olmasından sadece yatakla sınırlı kalması şartıyla hoşlanan o kadar çok kadın var ki…
Sevişirken kurduğumuz fantezilerin, bir iyi bir de kötü cinsleri vardır. Kötüsünde; seviştiğimizi bir başkası olarak hayal ederiz. İyisinde ise; hayal edilen senaryonun oyuncuları yine bizler oluruz.
Sf: 192
Cinsi çekicilik cinsler arası zıtlıklardadır. Anneannem “keller bitirim olur” derdi. Niye? Çünkü sadece erkekler kel olabilir. Ruj sürerek dudaklarını kalın ve kırmızı gösteren kadınlar daha çekici olurlar. Niye? Çünkü sadece kadınların dudakları sevişirken kan basması sonucu kızarır. Erkeklerde bu yoktur. Her ikisinde de olsaydı, kadınlar bu zıtlığı öne çıkartarak çekicilik kazanamazlardı.
Bir sevgilimiz için muhteşem bir “lover”, bir diğeri için ise beceriksiz ve zavallının teki olabiliriz. Genç dostum, sen, seni gerçekten uyaracak sevgilini bekle. Çünkü bu beklemeye değer. Unutma, otuz yaşına kadar yapılan çapkınlıklar gerçek erotik aşkı bulmak umuduyla, ondan sonrakiler ise bulamamanın umutsuzluğuyla yapılır.
Sf: 193
Geçici veya kalıcı iktidarsızlığı; gösterişe, sükseye, imaja önem veren hırslı ve çalımlı iş adamlarında sık rastlanır. Normaldir – bu kadar gerginliğe, yüklere ve maskelere dayanamayan ufaklığın arada sırada kontak yapması…
Sunset Boulevard’da bir fahişeye BMW’sinde oral seks yaptırırken yakalanan ve daha önceleri medyada dünyalar güzeli sevgilisiyle örnek çiftleri oynayan yakışıklı İngiliz aktörünün sübapları gayet iyi çalışmaktaydı. Medyada cici çiftleri oynamanın dayanılmaz baskısını, yani fazla gelen istimi, bir fahişenin ağzına boşaltırken yakalanması sadece bir talihsizliktir.
Sf: 194
Genç dostum; büyük iş adamlığı gibi gerçek hedeflere yönelebilmen için, bu çapkınlık döneminin hakkını vererek yaşamalı ve bitirmelisin. Delikanlılık yıllarının sonlarına, yani otuzuna doğru, bir iki “ciddi” ilişki yaşayacaksın. Aşık olacaksın veya olduğunu zannedeceksin. Büyük bir ihtimal bir müddet aynı evde yaşayacaksınız. Bu yarı evlilik gibi bir şeydir.
Sf: 195
Sahte Aşklar
Aşk bir hastalıktır. Geçici bir deliliktir. Sakın bunu unutma. Aşık olursan hemen düzüş.
Olmadı sık sık düzüş.
Yine de geçmediyse, gerçekten hastasın demektir.
İnsan yavrusunun, kendini idare edebilecek yaşa gelene kadar diğer hayvan yavrularından daha çok bakıma ihtiyacı vardır. Bu süreç sırasında bir annenin yanında, onu devamlı koruyacak ve kollayacak bir erkeğin olması gerekir. Peki bir erkeği bir kadına bu kadar uzun süre bağlayan şey nedir? Sırf seks dürtüsü yeter mi? Yeterli bile olsa, kahramanımız herhangi bir kadına değil de niye annesi olan o kadına bu dürtüyü duysun? Daha güçlü bir bağ gerekir. Sağlam bir kimya.
İşte sana aşk.
Bir milyon yılın evrimini on bin senede değiştiremeyiz ki…
Öptüğüm zaman koklaya koklaya ve yüzlerce defa öperdim.
Sf: 196
Her akşam başımı onun saçlarının arasına gömüp, göğüslerini tutarak uyurdum.
Vücutlarımız uyurken elbise çıtçıtları, kek kalıpları gibi birbirine geçerdi.
Sabah güneş gibi uyanırdı.
Her an elimi orama atar ve onu sevip sevmediğimi en güvenilir kaynaktan kontrol ederdi…
Sadece onun elini -ayağını beğenirdim.
Tuvalette çisinin sesini duyduğum zaman kahkahalarla gülerdim.
Bir tabağa koyup önüme getirse, o daracık kıçından çıkmış küçük boklarını hemen yerdim.
Her yerde ama her yerde çok eğlenirdik. Kayseri, Tokat, Divriği… Elele, kahkahalarla bütün gün dolaşırdık ve nerede olduğumuz aklımızın ucuna gelmezdi.
Bir sokak köpeğini dahi beni severken kullandığı tonlamalarla sevse sinirimden kudururdum. Tokatlayıp canını yakmak isterdim.
Ondan ayrı bir yere giderken onu ufaltıp küçük cebime koyarak yanımda götürmek isterdim.
Şık bir davette karşı masadan, aptal bir lokantada tuvaletten – nerede olursa olsun – ne zaman bana doğru yürürken görsem yüreğim kabarırdı.
Onu bir su perisine, bahar dalına, parmak kıza, porselenlere, pirzolalara, can eriklerine benzetirdim.
Bu rüya bir gün biter, bu dünya yıkılır ve her şeyin elinden gider. Tutmaya çalışırsan daha çabuk kaybedersin. Bitmeyen aşk, aşk değildir. Birden başlayan büyü – kıymetini hiç bilmeden- farkına bile varılmadan yine kendiliğinden biter. Bizim dışımızdadır her şey.
Küllerinden kendini yeniden yaratırsın ve yoluna devam edersin.
Sf: 197
Gerçek aşk belki böyle bir şeydir. Bilemem.
Sf:199
Ve Sonunda Karın
Aşıkken sakın evlenme. Bekle, iyileş ve kararını ver. Sarhoşların, delilerin ve çocukların yaptıkları mukavelelerin geçerli sayılmaması gibi, aşıkların evlilik sözleşmelerinin de hukuken geçerli olmaması gerekir. Maalesef hukukta henüz “aşk” anormal bir durum olarak kabul edilmiyor.
Gerçek aşklar bitmeyi bilen aşklar olduğuna göre, insanlar ya hep sahte aşklarıyla evleniyorlar ya da evlenerek gerçek olanı öldürüyorlar.
Hayatta hukuken seni en çok köşeye sıkıştıracak kontrat, evliliktir. Bırak işin manevi zorluklarını, sadece mantıklı bir iş adamı gibi düşünmek bile evlilikten caymak için yeterli sebeptir.
Toplum, insanı önce okula, sonra kışlaya, sonra bir işe ve en sonunda da muhakkak evliliğe tıkar. Bunların hepsine sırasıyla isyan edilir -boyun eğilir- ve alışılır. Birçok insanın da yaşamdan anladığı budur -alışabilmek, katlanabilmek, idare etmek.
Akıllı bir komşum (büyük iş adamlarımızdan), evleneceğim kadında en çok dikkat etmem gereken şey, onun boşanırken nasıl davranacağını kestirebilmek olduğunu söylemişti. Ona göre kendi ayakları üstünde durmaya alışmış kadınlardan boşanmak daha kolaymış.
Bilmem belki…
Sf: 200
Çocuklar konusu biraz hassastır. Standart bir anneliği sende bu para olduktan sonra her anne yapar. Çocuklar, benim bildiğim, yiyecek ve su buldukça büyürler. Önemli olan onlara kendileri olabilme özgürlüğünü verebilmektir.
Sf: 201
Her ne kadar modelleri sen olsan da, gerçek iş adamlığı kalıtımsal değildir. Veliahtlar babalarının işlerini devam ettiriyor gibi gözükürler. Oysa bir çocuğu, babalarından kalan dolarları veya net serveti senede %6- %7 gibi bir faizle işleterek bir gelir elde etmek yerine, aynı geliri hatta daha azını ofislerde, davetlerde hava basarak sözde kazanıyor göründükleri için çok başarılı sayılıyorlar.
Aynı varlığı yaşlı bir teyzeye teslim etseniz, oda gidip bu paraları Karayip Adalarındaki herhangi bir bankaya yatırarak, salı pazarındaki alışverişine geri dönse, bu TÜSİAD üyesi genç veliahtların kazandığından muhtemelen daha yüksek bir kar elde eder.
Hem de tamamen risksiz, vergisiz ve gürültüsüz.
Sf: 202
Aldatma- Aldatılma, Yalan ve Dolan
Klasik evlilikler de çiftleri öyle bir cendereye almıştır ki, aldatmamak mümkün değildir. Bence aldatmayı ve aldatılmayı peşinen kabul etmeyenlerin evlenmemesi gerekir.
Sadakat konusunda katı prensipleri olanlar daha çok aldatılırlar. Ve bunu da hak ederler.
Sf: 203
Karını seçerken “bu benden nasıl boşanır?” sorusunu düşündüğün gibi, “bu beni nasıl aldatır?” sorusunu da düşün. Gider sokaktan geçene mi verir (bu iyisi), yoksa en yakın arkadaşına mı verir? (kötüsü) yoksa senin gibi sadece yurt dışında mı yapar? (bu en iyisi) Kadın vardır, sevgilisini her gece birlikte paylaştığınız evlilik yatağınıza sokar ki, böyle bir karıya orospu demek orospulara ağır hakaret olur. Yere yatırıp odunla enine boyuna vurarak dövmek lazımdır.
Kadın vardır; yattığı herifi birlikte verdiğiniz davete çağırır ve sen hariç davetteki herkesin durumu bildiğini bilir. Dövmeye bile değmez. Böyle bir kadına karım dediğin için asıl odunla dövülmesi gereken sensin.
Sf: 204
Sevgilin veya karın sana nasıl gelmişse, senden öyle gidecektir. Bir başkasının yatağından sana geleni, gün gelir, sen bir başkasının yatağında bulursun.
Aldatma meseleleri üç kişi arasında kalırsa daha kolay toparlanır sen, o ve sevgilisi. Bir ilişkiyi tamir edilemez, geriye dönülemez hale getirmenin en kısa yolu, işe başkalarını bulaştırmaktır.
Erkeklerin ihanetleri arasında şüphesiz en şerefsizce yapılanları, iş arkadaşlarının veya dostlarının karılarıyla olanlardır. Böylelerini aranızdan derhal aforoz edin. Çünkü onlar erkekler arasındaki ilk ve en temel kontrat olan “Av Kontratı” nı ihlal etmişlerdir. Bu bir milyon yıllık kontrata göre, başarılı bir av için birlikte çalışmaya ve yaşamaya mecbur ve muhtaç olan erkekler, geride bırakılan arkadaş karılarını aydan sıvışarak gizlice düzmezler.
Erkeklerin “acaba geride neler oluyor” diye düşünüp şüphelenmesi, sürek avını güçleştirir ve avcıların avı değil birbirlerini kovalamalarına sebep olur.
Tevrat’ın On Emrinde “düzüşme” demez- “komşunun karısına bakma” der.
Sf: 205
Kaybetme korkusu ilk yalanı söyler.
Beyaz yalanlar karaların habercisidir.
Sf: 206
Herkes oyunun kurallarını bilir. İş dünyasının besmelesi yalandır.
Sf: 207
Almanya’da felsefe doktorası yapmış ama sonra iş adamlığını seçmiş bir arkadaşım karısına, Mutlak Dürüstlük ve Mutlak Sadakat yemini ile bağlanmıştı.Birbirlerinin gözlerinin içine bakarak yemin etmişlerdi.
“Ne sen beni, ne ben seni…”
Evliliklerinin üçüncü yılında arkadaşım, Nişantaşı’nda kazak altında sallanan sütyensiz bir çift iri memeye rast gelir… Ve bütün hayatı değişir. Çünkü; kız birden,
-Hadi bakalım, deyiverse -ne yapacağını kestiremediğini anlar.
Yemin mi?
Memeler mi?
-Yoksa karısına gidip açıkça “o kızı …mek istiyorum” demeli miydi?
– Ya karısı “evet, git yap. Bana söylediğin için yeminini bozmuş sayılmazsın” derse…
– Her üç ayda bir, başka biri memeliler için tekrar tekrar “izin” mi isteyecekti?
– Ya kızı severse ya bu “izin” ler arasında karısına duyduğu şehvet azalırsa… Ya karısı bir gün “çok iri organlı” biriyle tanışırsa ve izin için kapısı çalınırsa…
– Evinde de ne kadar mutluydu! Karısını şehvetle düzecek kadar da çok seviyordu. Bütün bu saadet ve huzuru “kazak altında sallanan bir çift iri meme” için tehlikeye atmalı mıydı?
– “Kontrol edebilirim, o kadar da önemli değil” diyerek kendini kandırmaya mı çalışsaydı?
– Henüz otuz altı yaşındayken erkekliğinden mi vazgeçmeliydi?
Sf: 208
– Bir arkadaşı “ne istersen yap; bedelini ödemek şartıyla” demişti.
Güzel,
Kızı düzdü – risklere bak!
Kızı düzmedi – bedele bak.
– En iyisi galiba kızı düzüp karısına hiçbir şey söylememekti. Nasıl olsa karısını da hala şehvetle düzüyordu. Bu yüzden karısı hiçbir şey sezemezdi… Felsefeyi bırakıp arkadaşları gibi bu konuda da iş adamlığına başlaması en doğrusuydu.
Öyle de yaptı.
Bazen pişman oldu.
Bazen memnun oldu.
Kimse karısını da sütten çıkmış ak kaşık zannetmesin.
Evlilikteki en büyük çıkmaz ve sıkıntıların esas kaynağı, bu sadakat ve seks meselesidir.
Doğal hayatta bir erkek ve bir kadının birbirine bağlanmasını gerektiren süre en fazla üç-beş senedir. Eski çağlarda, çocuk biraz büyüyüp böğürtlen toplamaya, kertenkele yakalamaya; yırtıcı hayvanları görünce çığlığı basıp büyüklerinin bacakları arasına kaçmaya başladı mı koca denilen mendeburun işi biterdi. Ayrıca doğadaki her canlı mümkün olduğu kadar çabuk sürede ve en verimli şekilde çoğalmak ister. Bunun için doğa biz erkeklere önüne geleni düz; kadınlara ise taliplerin arasında en iyi genetik formasyona sahip gözükenle düzüş ve hamile kalır kalmaz da ona bir müddet için yapmış emrini verir. Evlilik; doğanın evrim denilen milyon yıllık süreçler içerisinde, insanlar için bulduğu geçici ve mükemmel olmayan bir sistemdir. Arayış ise sürmektedir.
Bu aldatmacalar, yalan, dolan ve bitmeyen kavgalar, klasik anlamda Sadakat ve Sonsuza Dek Birliktelik varsayımları üzerine kurulmuş, bildiğimiz Katolik evliliklerinin kriz içinde olduğunu gösteriyor.
Sf: 209
Bu tarz evlilikler, bugünün yeniliklere açık, kendilerini geliştirmek isteyen ama çok çabuk sıkılan,maymun iştahlı, maceracı ve baştan çıkarmaya ve çıkarılmaya çok müsait genç kadınlarını ve erkeklerini artık tatmin etmiyor. Biliyorum, evlilik sana ve arkadaşlarına tam bir ayak bağı gibi geliyor ama ne yapalım ki, alternatifini henüz doğa keşfedemedi, genç dostum. Aldatmaya, aldatılmaya, yalana, dolana ve aynı evde aynı yatakta bir tek kadına doğru- yanlış bir müddet bağlanmaya mecbursun.
Bir müddet evli kaldıktan sonra zaten her şey yoluna girer. Güzel evin, şık ofisin ve Tüsiad üyeliğin… Karın ve çocuklarınla sıcak bir akşam yemeği… Belki silikon göğüslü bir metres…
Karın için ise hiç endişelenme. O da hayatını kendini uygun kompartımanlara bölmüştür. Çocukları, kocası, tatili, sporu, sosyal faaliyetleri… evliliğinin her döneminden kendine göre bir kar çıkartmasını öğrenmiştir. Seks’i kaybederse sosyal statü ve prestiji yakalar; kocasına hiçbir zaman açık olmamışsa da, evi zevkli, çocukları sıhhatlidir.
Bu şekilde yuvarlanır giderseniz. Sessiz, huzurlu ve hatta belki mutlu bir boşluğun içinde…
Sf: 210
Şeref ve Onur
İşkencede polis tokatı yiyen adamın onuru çiğnenir. Esasında burada zedelenen hepimizin sahip olduğu insanlık onurudur.
Kocasını aldatan her kadın aynı zamanda onun onurunu zedelemiş olur. Ama eğer aldatan senin karın ise şerefin de elinden gitmiştir.
Sf: 213
Tolstoy’a göre ise mutluluk, vahşi Batı’nın yalnız kovboyları gibi tek başına aranılan bir şey değildir. Kişi başkalarını mutlu ettiği müddetçe mutlu olabilir.
Sf: 214
Servet, aptalların yegane erdemi,
Erdem ise akıllıların yegane servetidir.
Hayat sadece yaşamak, yaşayabilmek değildir, enayiler. Bunu zaten örümcekler, karasinekler ve kertenkeleler bizlerden daha iyi başarıyorlar.
Hayat, yaşamaya layık olmaktır.
Ayrıca mutluluk kötü bir maldır. Depolanamaz. Mutluluğun bir kısmını mutsuz olduğun zamanlarda kullanmak üzere biriktiremezsin. Mutluluk anlık yaratılan ve hemen tüketilen bir şeydir. Oysa başarı, servet gibi iyi bir maldır. Birbirinin üstüne eklenebilir. Stoklanabilir.
Sf: 215
Dünkü başarıların senin bugünün de götürmeye devam eder.
Bütün varoluşun, erdemsizliğin çeşitleri ile dolu olsa da genç iş adamı, henüz kimse erdemsizlikten ölmedi. Üstelik bugün erdeme senden çok daha yakın duranların -salı pazarındaki teyzelerin, emekli edebiyat öğretmenlerinin, yayladaki çobanların, senfoni orkestralarındaki üçüncü kemancıların – modernliğin bütün kışkırtmalarına rağmen halim- selim kalma erdeminde ısrar edenlerin -fikrini kimse sormuyor. Hırsız, iddiasız ve başarısızların sesi yok.
Arabanla hızla geçerken gördüğün, otobüs duraklarında bekleşen koyu renkli kalabalıklar seslerini daha bulamadılar; belki hiçbir zaman bulamayacaklar; bulsalar dahi kaybedecekler, birbirine devredecekler; unutacaklar. Belki de aslında hiç aldırmıyorlar. Sen ise her zaman şakımalısın.
Gen iş adamı; bugün mutlu değil başarılı olmak zorundasın. Her şeyini bu yolda feda etmelisin. Yoksa bütün hayatını boşa geçiren “Mutsuz bir Hiç” olursun. Modern dünyanın, çağdaşlığın en önemli dayatması da budur. Modern dünyanın, çağdaşlığın en önemli dayatması da budur. Başarılı olmak zorundayız. İsimsiz ve şöhretsiz insanlar çağın bütün yeni demokratik özgürlüklerine ve haklarına rağmen birer hiçtirler.
Sf: 216
Ne dünyanın ve hayatın sonunu getiren bir keder var doğada; ne de dünyayı çok ciddiye alan tanrısal bir neşe.
Sf: 217
Kahkahalar ve Bombalar
Bir arkadaşım, yönetim kurulu toplantısında ortaya fırlayıp “oynama şıkıdım şıkıdım” şarkısıyla içinden Tarkan gibi dans etmek geldiğini ve bu hissi bastırıp dikkatini gündeme yoğunlaştırmak için büyük çaba harcadığını söylerdi. Daha kötüsü bir keresinde patronun odasında “Heil Hitler” diyerek ayağa fırlamak istemiş, kendini zor zaptetmişti. Bir diğer arkadaşım ise çalıştığı gazeteden her akşam ayrılırken, köpeği İşka’nın caddelerde dolaşırken yaptığı gibi bacağını kaldırarak masalara ve köşelere tek tek işemek isteği duyuyordu.
Her iki arkadaşım da bir gün kendilerini tutamayarak rezil olacaklarından çok korkuyorlardı.
“Heil Hitler” diyerek ayağa kalkmalıyız.
Her soruya “ananın …ı” cevabını vermeliyiz.
Sf: 218
Burada yegane sahici olanlar -ışık fotonları ve radyo dalgaları.
Saraybosna’da patlayan bir bombanın görüntüleri ile Silvester Stallone’nin attığı bombaların görüntüleri aynı ışık fotonları ve radyo dalgalarıyla önümüze geliyor.
Önümüzde televizyon ekranının “gerçekliğinden” başka gerçekten olup biten hiçbir şey yok aslında.
Saraybosna’da patlayan bomba yalnızca Saraybosnalılar için -o gün, orada, o pazar yerinde bulunanlar için- gerçekti.
Bizler içi ise hayaller, “mağara duvarındaki gölgeler” ve ışık yansımaları sadece.
Sf: 219
Soru bu.
Niçin hayallerimizde (ve haberlerimizde) bu kadar çok şiddet var?
Çünkü şiddet satıyor.
Peki ama neden?
Durun bir dakika, sattıran başka bir şey daha vardı medyada.
Seks?
Evet, seks neden satıyor?
Cevabını herkes bilir. Çünkü seks istenir.
Ya şiddet?
Onu da istiyor olmayalım?
Hem de seksten daha büyük bir şehvetle.
Çünkü daha bastırılmış, daha çok suç ve utanç yüklüdür şiddet şehvetimiz.
Doya doya düzüşemediğimiz için seks görüntüleri var diyoruz.
Rüyalarımızda, televizyonlarda ve sinemalarda -hayallerimizin tüm perdelerinde.
Peki doya doya ne yapamıyoruz da şiddet görüntüleri var?
Doya doya adam öldüremediğimiz, doya doya işkence ve katliam yapamadığımız için mi?
Hayır.
Öldürmek istediklerimizi öldüremediğimiz
dayak atmak istediklerimizi dövemediğimiz
yıkmak istediğimiz binaları, gökdelenleri, ofisleri, fabrikaları, yol, köprü ve barajları yıkamadığımız için.
Sf: 220
Kırıp dökmek yerine Saraybosna’nın, Rwanda’nın, Rambo’nun, Batman’ın ve Galaksiler arası savaşların bonbalarının patlamasını hayat etmeyi tercih ediyoruz. Gerçeğin görüntüleri arasında yapabileceğimiz milyonlarca seçim arasından gide gele, döne döne hep aynı
hayalleri seyretmeyi tercih ediyoruz.
Bombalar
Cam şakırtıları
Siren sesleri
Çığlıklar.
Bu kadar büyük bir kin, hiddet, hırs ve şehvetle havaya uçurmak istediklerimiz kimler?
Neredeler?
Batı medeniyetinin, teknolojinin, kalkınmanın, ilerlemenin, Allah’ın her günü çalışma zorunluluğunun girdiği her yerde bizleri ekranlarda gölgeleriyle dövüşmeye zorlayan o karabasanlar “gerçekten” neredeler?
İn midirler, cin midirler?
Kendi içimizde midirler?
Yoksa bizim dışımızda bir korkunç hülya mı her şey?
Bir zorunluluk…
Yönetim kurulu toplantılarında tavuk gibi gıdaklamak dürtüsü, patlayan bombaların, yayılan yangınların, bağıran, kıvranan, sürünen ve kaçışan insanların hayali…
Kahkahalar ve Bombalar.
Her ikisinin temel duygu ve hedefleri aynı olmasın?
Sf:221
Nerden geldiği belli olmayan, ara sıra en olamayacak yerlerde su yüzüne çıkıveren görüntüler…Mesela içi boş bira şişeleri ile dolu, döküntü bir arabada bir kadınla elleşerek ve gülüşerek bir yerlere gidiyoruz, … veya bir büyük çayırda hep beraber ot biçiyoruz- tırpanlarımızı ne kadar da geniş sallayabiliyoruz- rahat… ritmik.
Doktrin: “Olayları kontrol edemediğimde, kendimi kontrol ederim.” – Michel de Montaigne
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (26)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (148)
- kitap (155)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)