Prens Hakkında;
“Devlet Adamlarına Etkileri: Devlet adamlarına tavsiyelerde bulunan ve devletin mutlak hâkimiyetini savunan Machiavelli, tabiatıyla pek çok devlet adamını etkilemiştir. Papa Sixte Quint, Prens’in özetini yapmıştır. Fransa’da Catherine de Medicis, Charles Quint ve IV. Henri, İngiltere’de VIII. Henry, Machiavelli’nin hayranıydılar. Kral Leopold, Machiavelli’nin heykelini dikmiştir. Fransa İmparatoru I. Napoléon’a göre Prens, okunabilecek tek eserdir, hatta kimilerine göre Prens bizzat Napoléon’un kendisidir. III. Napoléon ise, hapisteyken Prens’i okumuştur. Daha tahta çıkmadan evvel tamamen aleyhte bir kitap yazmasına rağmen Prusya Kralı Büyük Friedrich, tahta çıktıktan sonra ülke yönetiminde Machiavelli’nin fikirleri yönünde davranmaya mecbur kalmıştır. Fransa Başbakanı Kardinal Richelieu ve Mazarin, Almanya’da Prens Von Bismarck ve Hitler, İtalya’da Mussolini, Machiavelli’nin koyduğu esaslara uymuşlardır. Mussolini, “Machiavelli’ye Giriş” adında bir kitap da yazmıştır. Hatta Mussolini ve Hitler’in yenilgisiyle Machiavelism’in de yenildiği söylenmiştir. Prens, Rusya’da Stalin’in başucu kitabı olmuştur. Osmanlı padişahlarından III. Murad ve III. Mehmed’in, Prens’i Osmanlıca’ya tercüme ettirip okuduklarını Machiavelli adlı eserinde Georges Maunin bildirmektedir. Venedikli tarihçi Sagredo’ya göre IV. Murad da Prens’i okumuş ve ondan ilham almıştır. Bu padişah, gerçekten neredeyse harfi harfine Machiavelli’nin tavsiyelerine paralel bir tarzda davranmış, düşmanlarını dize getirdikten sonra gerek hükümet merkezi olan İstanbul’da, gerekse taşrada çok sert tedbirler alarak asayişi sağlamış, bununla beraber yerine göre çok güzel hareketleriyle de kendisini tebaasına sevdirmiştir.” – Ekrem Buğra Ekinci

Sf: 7
Toscana’dan ayrılmaması koşuluyla serbest bırakıldı ve geçim sıkıntısı yüzünden Floransa yakınlarındaki kendi köy evine inzivaya çekilmek zorunda kaldı. Prens bu inziva sırasında yazılmıştır.
Dünya her zaman, hep aynı ihtiraslara sahip insanlarla doludur.

Sf: 11
Dante, “İnsanlar bildiklerini yazmazsa bilim var olamaz” der.

Sf: 13     
Eğer bu kitap okunursa politikayı inceleyerek geçirdiğim on beş yılı uyku ya da tembellikle geçirmediğim görülecektir.

Sf: 15 
Zamanımızda olup bitenler hakkındaki deneyimlerim ve aralıksız okuyup çalışarak geçmişteki büyük adamların yaptıkları hakkında edindiğim bilgiden başka sunacak daha değerli bir şey bulamadım. 

Sf: 21
Ordusu ne kadar güçlü olursa olsun, bir prensin bir ülkeyi elde edebilmesi için o ülke halkının desteğine gereksinimi vardır.

Sf: 23
Prens ele geçirdiği bölgeyi elinde tutmak istiyorsa bu konuda en etkin çarelerden biri o yere gidip yerleşmesidir. Bölgenin egemenlik altında tutulması ve güvenli kılınması için bu en mükemmel yoldur. Türkler de Yunanistan’a (Bizans) karşı bu yolu izlemiştir. Türk hükümdarı İstanbul’a yerleşip burada yaşamaya karar vermeseydi, aldığı tüm önlemlere karşın bu devleti elinde tutamazdı.

Sf: 24
Bir insana zarar verilmesi söz konusu olduğunda, bunu o kişinin intikam almasını olanaksız kılacak biçimde gerçekleştirmek gerekir.

Sf: 25
Bölgedeki zayıf komşu hükümdarların liderliğini ve koruyuculuğunu üstlenmeli, güçlü olanları zayıflatmaya çalışmalı ve kendisiyle eş güçte bir hükümdarın hangi nedenle olursa olsun buraya girmesini engellemelidir.

Sf: 26
Romalılar her bilge prensin davranması gerektiği gibi davrandılar; yalnızca var olan karışıklıkları değil, gelecekte ortaya çıkabilecek olanları da göz önüne aldılar ve tüm güçleriyle bunları engellemeye çalıştılar. Aslında hastalık önceden kestirilirse tedavisi çok daha kolay yapılır, ama son ana kadar beklenirse ilaç bir işe yaramaz.
Romalılar sorunlara hep zamanında müdahale ettiler. Çünkü onlar savaştan kaçınmanın mümkün olmadığını, savaşı ertelemenin yalnızca düşmanın işine yarayacağını çok iyi biliyorlardı.

Sf: 28
Ele geçirme arzusu kuşkusuz bildik ve doğal bir şeydir; bu arzusunu gerçekleştirmeye gücü yetenler yaptıkları için ayıplanmaktan ziyade övülürler, ama yeterince gücü olmadığı halde sağı solu fethe kalkışanlar hata yaparlar ve kınanırlar.

Sf: 29
Bir savaşı engellemek için asla bir karışıklığın çıkmasına izin verilmemelidir; çünkü savaşın çıkmasını kesinlikle önleyemezsiniz, sadece erteleyebilirsiniz ki bu da sizin aleyhinize olur.

Sf: 30
Bir başka prensin güçlenmesine neden olan bir prens kendi sonunu hazırlar; çünkü güç ya yetenek ya da zor yoluyla kazanılır ve bu iki neden de güçlendirilenin gözünde güçlendireni kuşkulu kılar.

Sf: 32
Türklerin ülkesini ele geçirmekte güçlüklerle karşılaşılacağı, ama bir kez ele geçirildiğinde elde tutmanın epeyce kolay olacağı görülebilir. Buna karşılık Fransa devletini işgal etmek çok daha kolay, ancak elde tutmanın oldukça zor olduğu görülecektir.

Sf: 35
Prensin fethedilen devletleri elde tutmak için izleyeceği üç yol vardır: Birincisi buraları yakıp yıkmaktır; ikincisi bizzat oraya gidip yerleşmektir; üçüncüsü ise sadakat ve itaatlerini sürdürmeyi sağlayacak az üyeli, kukla bir hükümet kurarak vergiye bağlamak ve kendi yasaları uyarınca diledikleri gibi yaşamalarına izin vermektir.
Aslında özgür yaşamaya alışmış bir siteyi ele geçiren her kim olursa olsun, onu yıkmadığı takdirde bir gün onun tarafından yıkılmayı beklemelidir.

Sf: 36
Ancak sitelerin ya da ülkelerin bir prensin yönetiminde yaşama alışkanlıkları varsa durum farklılaşır. Söz konusu prensin soyu yok edildiğinde, boyunduruk altında yaşamaya alışık oldukları, yeni bir prens seçimi konusunda aralarında anlaşamadıkları ve özgür yaşamayı da bilmedikleri için karşı çıkmak ya da başkaldırmak pek akıllarına gelmez; bu yüzden burayı ele geçiren prensin halkı kazanması ya da onlara güven duyması daha kolay olur. Buna karşılık cumhuriyetlerde daha canlı bir yaşam arzusu ve dirim, daha derinlere kazınmış bir başkaldırı duygusu ve daha ateşli bir intikam duygusu gelişir ve bunlar geçmişteki özgürlük anılarının bir an için bile akıldan çıkmasına izin vermez. Dolayısıyla bu toprakları elde tutmak için yıkmak ya da yerleşmekten başka bir seçenek yoktur.

Sf: 37
İnsanlar hemen her zaman daha önce geçilen yollardan geçerler ve başkalarının davranışlarını taklit ederler, ama hiçbir zaman ne kendilerinden öncekilerin yolunu bütünüyle izleyebilirler, ne de taklit ettikleri kişinin erdemlerine ulaşabilirler. Bunun için de kendilerine örnek ve kılavuz olarak büyük insanları seçmeleri gerekir. Böylece her ne kadar söz konusu kişilerin başarı ve büyüklüklerine ulaşamasalar bile, en azından yaptıklarına onların kokusu siner. Kendine model seçecek kişinin deneyimli okçular gibi davranması gerekir; deneyimli okçular hedefin uzaklığına göre nişanlarını hedefin yukarısında tutmaya özen gösterirler, amaçları oklarını çok yükseğe eriştirmek değil, sadece yükseğe nişan alarak hedefi vurmaktır.

Sf: 39
Yalnızca isteklerde bulunuyorlarsa başarısızlıkla karşılaşırlar ve yenilgi onlar için kaçınılmazdır, ama başka bir şeye bağımlı değillerse ve zor kullanma olanakları varsa başarısızlığa uğrama olasılıkları düşüktür. Silahlı peygamberlerin başarılı, silahsız olanların başarısız olması işte bu yüzdendir. Ayrıca buna halkın yapısının değişken olduğunu da ekleyelim; halkı bir inanca bağlamak kolaydır, ama o inanca bağlılıklarını sürekli kılmak güçtür: Bu nedenle inançları tükendiğinde onları zor kullanarak inandırmanın mümkün olduğu bir düzen kurulmalıdır.

Sf: 45
Bununla da yetinmedi, daha önce uygulanan sertlik politikasının bazı insanlarda nefret duygularını uyandırdığını bildiği ve bunu ortadan kaldırıp halkın tümünün sevgisini kazanmayı istediği için, halka zulüm yapanın kendisinin değil temsilcisinin olduğunu anlatmak istedi. Bu amaçla eline geçen ilk fırsatta Ramiro d’Orco’yu öldürttü ve bir sabah cesedini, yanında bir kütük ve kanlı bir bıçakla birlikte Cesena Meydanı’na bıraktırdı. Bu tüyler ürpertici manzara bir yandan halkı tatmin ederken, bir yandan da dehşete düşürdü ki bu durum, düke hem saygı, hem de korku duyulmasını sağladı.

Sf: 47
Dükün tüm eylemlerini göz önüne aldığımızda, eleştirilecek bir şey görmüyorum. Prensliğe talihin yardımı ve başkasının silahıyla yükselen herkese onu örnek olarak göstermek istiyorum. Sahip olduğu ruh yüceliği ve tutkularının enginliği onun başka türlü davranmasına engeldi. Planlarını ancak babası Alexander’ın kısa ömrü ve kendi hastalığı durdurabildi. Yeni bir prensliğin başına geçen bir kişi, düşmanlarını etkisiz kılmanın, dostlar edinmenin, güç ya da kurnazlıkla zafer kazanmanın, halka kendini sevdirmenin ve korkutmanın, askerlerin saygınlığını ve itaatini kazanmanın, kendisine zarar verebilecek kişileri yok etmenin, eski kurumların yerine yenileri oluşturmanın, aynı zamanda hem sert, hem de bağlayıcı olmanın, yüce gönüllü ve serbest düşünceli olmanın, eskisini dağıtıp yeni bir askeri örgüt kurmanın, kral ve hükümdarların dostluğunu, kendisinden hizmet yükümlülüğünden hoşnut kalmak zorunda olacakları ve yine kendisine hakarette bulunmaktan korkacakları şekilde ayarlamanın gerekli olduğunu düşünen herkesin Valentinois dükünün siyasi yaşamının sunduğu denli uygun başka bir örnek bulamayacağını söylüyorum.

Sf: 48
Ona yöneltilebilecek tek eleştiri daha sonra kendisine sırt çevirecek olan II. Julius’un papalığa seçilmesine onay vermesidir. İstediği kişiyi papalığa seçtiremezse bile, istemediği kişinin seçilmesini engelleyebildiğine göre, daha önce kötü davrandığı ve bundan dolayı da papalığa yükseldikten sonra çekinmeye mecbur kalacağı bir kardinalin papalığa yükselmesini engellemeliydi; çünkü insanları birbirine düşman eden özellikle duydukları kin ve korkudur. 

Sf: 49
Sicilyalı Agathokles sıradan bir vatandaşken, hatta en alt tabakadan biriyken Syracusa tahtına oturdu. Bir çömlekçinin oğluydu ve hayatının her döneminde büyük çapta alçaklık örnekleri sergiledi, ama işlediği suçları fikir ve beden gücüyle öyle bir destekledi ki meslek olarak seçtiği askerlikte rütbe rütbe çıkarak Syracusa kumandanlığına kadar yükselmeyi başardı. Bu rütbeye ulaştıktan sonra prens olmak istedi ve sonrasında kendisine mutabakat sonucu teslim edilen prensliği hiç kimseye mecbur kalmadan, şiddet yoluyla elde tutmak istedi. Bu amacına ulaşmak için Sicilya’daki bir orduya komuta eden Kartacalı General Amilcar ile anlaştıktan sonra bir sabah, Syracusa halkını ve senatosunu ilgilendiren sorunlar hakkında karar alma bahanesiyle toplantıya çağırdı ve verdiği bir işaretle Amilcar’ın askerleri senatörlerin tümünü ve bütün varsıl halkı öldürdüler. Agathokles, prensliği bu kıyımdan sonra hiçbir muhalefetle karşılaşmadan korumayı başardı.

Sf: 53
Bir devleti ele geçiren kişi, yapmak zorunda olduğu vahşice eylemleri önceden belirleyip tümünü bir arada gerçekleştirmek zorundadır.

Sf: 57
Prensliği halkın yardımıyla alan birisine kıyasla halktan daha çok sevgi ve bağlılık görecektir, çünkü insanlar kötülükten başka bir şey beklemedikleri kişilerden az da olsa iyilik gördüklerinde daha büyük bir şekilde gönülden bağlanırlar.
Örnek, Stockholm Sendromu: Rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan, duygusal anlamda sempati ve empati oluşması olarak özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan literatür terimdir.
Psikiyatr Nils Bejerot tarafından adlandırılan sendrom, ismini 1973 yılında İsveç’in başkenti Stokholm’de yaşanan bir olaydan almaktadır. Banka soyguncusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler.
Stockholm sendromu birçok rehine olayında yaşanmıştır.

Sf: 58
Halkı temel alan balçıkta temel atar.
Halk emirleri yöneticilerin ağzından duymaya alışık olduğu için önemli günlerde doğruca prensten gelecek emirlere uymayı düşünmeyecektir. 
Bir prens huzur ortamına ve halkın kendi gücüne muhtaç olduğu dönemlere güvenip buna göre davranmakla hataya düşer. Bu tür zamanlarda herkes onun için ölmeye can atıyordur. Çünkü ölüm uzak bir olasılık olarak kaldığı sürece herkes bunun için birbiriyle adeta yarışır, ama tehlike anında, prensin halkın desteğine gereksinim duyduğu zamanlarda çevresinde onu savunacak pek az insan kalacaktır. Bunu zaten deneyim de gösterebilir. Bundan dolayı prens biraz dehaya sahipse, halkın her türlü koşulda ve zamanda kendisine muhtaç olacağı bir yönetim şekli düşünmeli ve bunu kurmalıdır; böylece halkın kendisine sadık kalmasını temin etmiş olur.

Sf: 60
Şu halde sağlamlaştırılmış bir başkenti olup halkın da sevdiği bir prense kolay kolay saldırılamaz, çünkü bu dünyanın işleri öyle değişkendir ki böylesi savunulan bir şehrin önünde düşmanın bir yıl tutunabilmesi neredeyse olanaksızdır.
Ancak, “Malı mülkü dışarıda olup da bunun yağmalandığını gören halkın sabrı tükenmeyecek mi, malını korumak isteğine ve bu kadar uzun kuşatmanın sıkıntılarına rağmen sevgisi hep sürecek mi?” diye sorulacaktır. Buna şu karşılığı vereceğim: Hem becerikli, hem de güçlü bir prens, ister kuşatmanın artık daha uzun sürmeyeceğini söyleyerek halkı umutlandırmak suretiyle; ister düşmanın halka hıncı olduğu ve şehre girerse kırıp geçireceği açıklamasıyla korkutmak suretiyle; ister fazla yüksek sesle konuşanları ustaca denetimi altına almak suretiyle bu güçlüklerin üstesinden kolaylıkla gelecektir.
İnsanların gördükleri iyilik için olduğu kadar, gösterdikleri iyilik için de bağlılık duyduklarını bilmeyen var mıdır?

Sf: 65
Bir prensin yönetimini sağlam temellere dayandırmasının ne kadar önemli olduğunu, çünkü bu olmadan devrilip gideceğini daha önce belirtmiştim. İster eski, ister yeni, ister karma olsun her devletin esas alacağı temeller; iyi yasalar ve iyi silahlardır. İyi silahların olmadığı yerde iyi yasalar olmayacağı için ve bunun tersine, iyi silahların olduğu yerde de iyi yasalar olacağı için burada sadece silahlardan bahsetmeyi uygun görüyorum.
Bir prensin devletini savunması için kullanabileceği ordu ya kendisine aittir, ya paralıdır, ya yardımcı bir ordudur ya da karmadır. Paralı ve yardımcı ordular fayda sağlamadıkları gibi tehlike de arz ederler. Gücünü sadece paralı askerlerden alan prens, hiçbir zaman güvenlikte ve huzurlu olamayacaktır, çünkü bu tür ordular arasında birlik yoktur, üstelik ihtiraslı, disiplinsiz ve sadakatsizdirler; dostlara karşı yiğit, düşmana karşı korkak kesilirler. Bunlarda ne Tanrı korkusu, ne de insanlara karşı iyi niyet bulunur. Prens ancak düşman saldırısını erteleyebildiği müddetçe yok olmaktan kurtulabilecektir, ancak ülkesinin ve kendisinin güvenliğini paralı askerlere bağlayan bir prens unutmamalıdır ki barış zamanında ordusu tarafından, savaş zamanında da düşmanları tarafından soyulacaktır.

Sf: 66
Bunun nedeni, bu tür askerlerin hiçbir duygusal bağ olmadan, sadece az bir aylık karşılığında silah taşımayı kabul etmiş olmalarıdır. Bu tür bir para ise kuşkusuz emrinde çalıştıkları kişi için ölmeye yetmeyecektir. Savaş olmadıkça asker olmaktan haz alırlar, ama savaş çıktığı anda da sadece savaş alanından kaçmayı ve firar etmeyi bilirler.
Bu tür orduların neden olacağı kötülükleri belirgin bir biçimde göstermek istiyorum: Paralı askerlerin komutanları ya iyi savaşçıdırlar ya da değildirler. Eğer iyi savaşçılarsa onlara güvenilemez, çünkü emrinde bulundukları prensi ya da onun gücünü ve iradesini kullanıp başkalarını ezerek kendi çıkarlarının ve yükselişlerinin peşindedirler. Eğer iyi savaşçı değillerse, zaten bunlardan yararlanan kimse kısa sürede bozguna uğrayacaktır. 
Komutanlık yetkisi verilen kişinin yeteneksiz olduğu görülürse değiştirilmesi, yetenekli olduğu takdirde yetkilerini aşmaması için yasalarla sınırlandırılması gerekir.

Sf: 67
Sadece kendi güçleriyle savaşan prensler ve cumhuriyetlerin büyük başarı elde ettikleri, paralı orduların ise zarar vermekten başka bir işe yaramadıkları deneyimlerle ortaya çıkmıştır. Ayrıca, orduları kendi askerlerinden oluşan bir cumhuriyetin, yabancı askerlerle korunan bir cumhuriyete kıyasla, komutanının ülke çıkarlarına aykırı bir emrine boyun eğmeye karşı daha iyi korunduğu, hatta bu emirlere karşı çıktığı da kanıtlanmıştır.

Sf: 71
Bu tür ordular kendilerine göre yararlı olabilirler, fakat bunları çağıran tarafa her zaman zarar verirler. Çünkü bu ordular yenildikleri takdirde, onları çağıran ülke de kaybeder; ancak kazandıkları zaman onları çağıran ülkeyi boyunduruk altına alırlar.

Sf: 72
Kısacası paralı askerlerin alçaklığından, yardımcı ordularınsa cesaretinden korkmak gerekir. Bu nedenle akıllı prensler bu iki orduyu kullanmayı her zaman reddetmiş, başkalarının ordularıyla galip gelmektense kendi ordularıyla yenilmeyi tercih etmişlerdir. Bunlar yabancı güçlere borçlu olacakları zaferleri de hiçbir şekilde gerçek bir zafer olarak kabul etmezler.

Sf: 73
Davut, İsrailliler’e baskı yapan Filistinli Goliath’la savaşmak isteyince, Şaul onu cesaretlendirmek için kendi silahlarını verdi. Davut bunları kuşandıktan sonra bunların kendisine uygun olmadığını, düşmana karşı sadece kendi bıçağı ve sapanıyla savaşmak istediğini söyledi. Gerçekten de başkasının silahı ya üstünüzden düşer, ya ağırlık yapar ya da rahatsız eder.

Sf: 74
…Askerler İsviçreliler olmadan savaş kazanamayacaklarını düşüncesine kapıldılar. Sonuçta Fransızlar, İsviçrelilerin karşısında tutunamaz ve İsviçreliler olmadan da hiçbir orduya karşı çıkamaz hale geldiler. Bundan dolayı Fransız orduları günümüzde karma bir yapıya sahiptir; diğer bir deyişle bunların bir kısmı paralı askerlerden, bir kısmı da ulusal ordudan oluşur; bu bileşim, bütünüyle paralı ya da bütünüyle yardımcı ordulardan şüphesiz daha iyidir, ama sadece ulusal birimlerin yer alacağı orduların değerinde değildir.
Roma İmparatorluğunun çöküşünün ana nedeni Gotların paralı asker olarak orduya alınması olarak görülür.

Sf: 77
Bir prensin kafasında savaş ve savaşa ilişkin düzenlemeler ve kurumlar dışında hiçbir düşünce olmamalıdır; komuta eden kişiye uygun düşen tek sanat budur. Bunda öylesine bir erdem vardır ki yalnızca doğuştan prens olanların yerlerini korumalarını sağlamaz, sıradan insanların da prensliğe yükselmesini olanaklı kılar. Silahı savsaklayıp kendisini eğlencenin ve sefahatin rahatlığına veren prenslerin devletlerini kaybettikleri görülür. Savaş sanatından nefret etmek yıkıma giden ilk adımsa, bu sanatı derinliğine bilmek de iktidara yükselmenin yoludur.

Askerliği kendine meslek olarak seçen Francesco Sforza sıradan biriyken Milano dükü oldu. Çocukları ise askerliğin zorluk ve yorgunluğundan kaçtıkları için düklükten sıradan kişi durumuna indiler. Bir prens için askerlik sanatından anlamamak, yol açtığı öbür can sıkıcı dertlerin yanı sıra bir de hor görülür; aşağıda anlatacağım gibi bu durum bir prensin adını kesinlikle koruması gereken utançlardan biridir. Aslında silahsız biriyle, silahlı biri arasında karşılaştırılmaları olanaksız bir farklılık vardır; silahlı bir kişinin silahlı bir kişiye boyun eğmesi, silahsız bir efendinin silahlı hizmetkarlar arasında güvenlikte olması aklın alacağı birşey değildir. Tarafların birinde küçük görme, öbüründeyse kuşku olacağı için uyum içinde yaşamaları söz konusu değildir. Savaş sanatından bir şey anlamayan bir prens sözünü ettiğim öbür zorlukların yanı sıra askerlerinden saygı görmez ve prens de askerlerine güven duymaz.
Öyleyse kendisini bütünüyle savaş sanatına vermeli ve barış zamanı, savaş zamanından daha çok savaş sanatıyla uğraşmalıdır. Bunu da iki yoldan gerçekleştirebilir; aklı ve bedeni ile. Bir prens barış zamanlarında adamlarının disiplin ve talimine özen gösterirken kendisini de geliştirmek için bedenini zor koşullara alıştırmalıdır. Savaş alanlarının doğal yapısını; dağların yüksekliğini, vadilerin çıkışlarını, ovaların enginliğini, ırmakların ve bataklıkların özelliklerini öğrenebilmek için  sık sık ava çıkmalıdır ve bütün bunları hafife almadan en yüksek dikkati vererek yapmalıdır. 
Öğrendikleri ona iki açıdan yarar sağlar. Birincisi, kendi ülkesini daha iyi tanıyacağı için daha iyi savunabilecektir; ikincisi, bir yöreyi tanımak için çaba harcamak, bir başka yöreyi tanımayı kolaylaştırır; örneğin Toscana’nın dağ, vadi ve ovalarıyla öbürleri arasında büyük benzerlik vardır. Bir de şu var ki, böyle bilgilere sahip olmayan bir prens, bir komutanda olması gereken özelliklerin en önemlisinden yoksun demektir. İyi bir komutan düşmanın yerini saptamasını, konaklama yerini seçmeyi, askerlerini yürütmeyi, onları savaş düzenine sokmayı, bir kenti en elverişli bir biçimde kuşatmayı bilmek zorundadır ve bunları bilmek için de doğayı tanımak gereklidir.
Yazarlar, Akhaililerin prensi Philopoimen’i, barış zamanında tüm düşüncelerini sadece savaş sanatı üzerinden yoğunlaştırdığı için överler. Arkadaşlarıyla kırlarda gezintiye çıktığı zaman sık sık yolda durup onlara sorular sorar ve bunları çözmeye uğraşırmış. Örneğin, “Eğer düşman şu tepede ve biz de burada olsaydık, hangi taraf daha avantajlı bir konuma sahip olurdu? Oraya güvenliğimizi ve kendi ordumuzun düzenini bozmadan nasıl ulaşabilirdik? Çekilerek savaşmak zorunda kalsaydık ne yapabilirdik? Eğer düşmanın kendisi çekilerek savaşsaydı onları nasıl izleyebilirdik?” türünden sorular sorarmış. Böylece, onlarla birlikte dolaşırken savaşta ortaya çıkabilecek olası tüm olaylar hakkında bilgi sahibi olur, karşılıklı görüş alışverişinde bulunur, kendi görüşlerini söyler ve bunlara çeşitli mantıklı açıklamalar getirirmiş. Savaş sanatı üzerine sürekli kafa yorması sayesinde de ordusunun karşılaştığı her güçlüğe çabucak çözüm bulurmuş.

Sf: 79
Bunun yanı sıra prens tarih okumalı. Geçmişteki ünlü komutanların savaş taktiklerini öğrenmeli, kazanılan zaferlerin ya da uğranılan yenilgilerin nedenlerini aramalı ve böylece neleri örnek alması ve nelerden kaçınması gerektiğini belirlemelidir. Başarılı prenslerin yaptığı gibi parlak yetenekleri olan ünlü bir eski önderi örnek almalı, o önderin davranışlarını, eylemlerini, aklından çıkarmamalıdır: Büyük İskender, Akhilleus’u; Sezar, İskender’i ve Afrikalı Scipio’nun Keyhüsrev’i nasıl örnek aldığını, bunun ona ne kadar büyük bir ün kazandırdığını ve dahası Ksenophon’un Keyhüsrev hakkında yaptığı; dürüstlük, nezaket, insanlık ve cömertliğe ilişkin betimlemelere ne kadar uygun düştüğünü görecektir.
İşte akıllı prensin izleyeceği yol budur. Barış zamanını da boşa harcamaz ve talihin ters dönebileceği günlerde kendini hazırlar; öyle ki, talihinin kötü gittiği günlerinde direnecek gücü kendinde bulur.

Sf: 81

Her zaman iyi bir insan olarak tanınmayı isteyen kişi, kötü insanların arasında yok olmaya mahkumdur.
Bu nedenle de varlığını sürdürmek isteyen bir prensin her zaman iyi olmamayı öğrenmesi, duruma göre iyi ya da kötü olmayı bilmesi gerekir.

Sf: 82
Çünkü her yönüyle ele alındığında, erdem olarak görülen bazı niteliklerin prensin sonunu hazırladığı, kusur olarak kabul edilen bazılarının da güvenliğini ve iyiliğini sağladığı görülür.

Sf: 84 
Ama eğer ısrarla hala, birçok prensin çok cömert olarak anıldıkları halde, yine de prens kaldıkları ve ordularıyla büyük işler başardıkları söylenecekse şunu derim: Bir prens ya kendi kesesinden, ya halkın kesesinden ya da başkalarının kesesinden harcar; ilk durumda tutumlu olmak zorundadır, ikinci durumda, cömert olsa bile bu halkının zararınadır. Üçüncü durumda ise, ordusuyla fetihlere çıkan, ganimet, yağma ve haraçla yaşayan, başkalarının servetinden harcayan bir prens olduğundan zaten cömert olmak zorundadır, yoksa askerleri onu izlemez. Üstelik ne kendisine, ne de halkına ait olmayan şeylerde eli açık olmasına bir engel de yoktur. Keyhüsrev, Sezar ve Büyük İskender de böyle yaptılar. Başkalarının servetinden dağıtan prens, itibarının düşmesinden korkmamalıdır. Bu tam tersine itibarını artırır, çünkü ona zarar verecek tek şey kendi malındaki israfıdır.

Sf: 88
İşte burada şu soru ortaya çıkıyor: Sevilmek mi, yoksa korkulmak mı daha iyidir? Biri ya da öteki daha iyidir diye cevap verilebilir elbette, ama aynı zamanda sevilip bir o kadar da korkulmak pek kolay bulunur bir şey olmadığından, eğer bunlardan biri eksik olacaksa, ben derim ki varsın sevilmek eksik olsun. İnsanlar hakkında genelde denebilir ki, nankör, değişken, sinsi, tehlike karşısında korkak ve para canlısıdır. Onlara iyi davrandığın sürece seninledirler; daha önce de dediğim gibi, tehlike uzakta durdukça kanlarını, mallarını, canlarını, çocuklarını sana sunarlar, ama tehlike bir kez boy göstersin hemen yüz çevirirler. Bütünüyle onların sözüne güvenerek başka hiçbir önlem almayan bir prens daha o an kaybetmiş demektir; çünkü gönül yüceliğiyle, ruh yüceliğiyle değil de paranın çekiciliğiyle kazanılan bütün bu dostluklar bazen yararlı olsalar da gerçeklikleri ve süreklilikleri şüphelidir. Varlıkları sağladıkları çıkarlarla orantılıdır, sen istediğinde hiçbiri ortada bulunmaz. Şunu da ekleyelim ki sevilen kişiden ziyade, korkulan kişiyi hiçe saymaktan çekinilir; çünkü insanın ahlak bozukluğu göstermesine engel olan sevginin bağlı olduğu minnettarlık ipi pek zayıftır ve en küçük bir kişisel çıkar yüzünden kopmasıyla tanınır. Oysa korku ceza tehdidinden doğar ki, bu da onun sürekliliğini sağlar.
Eğer birisini öldürtmesi gerekiyorsa, bunun kararını, bu kıyıma belli bir neden oluşacağı ve haklı görüneceği zaman vermelidir. Özellikle öldürttüğü kişinin mallarına el koymaktan sakınmalıdır, çünkü insanlar bir babanın ölümünü unutabilirler, ancak mallarının ellerinden alınmasını asla unutmazlar.

Sf: 89
Bir prens ordusunun başında olup da çok sayıdaki askere komuta ediyorsa zalim olarak anılmaktan hiçbir zaman korkmamalıdır, çünkü bu yakıştırma olmaksızın bir orduyu derli toplu ve her türlü girişime hazır tutmak olanaklı değildir.
Annibale’ın hayranlık uyandıran hakaretleri arasında şu özellikle fark edilir ki; devasa ordusunda hem bin bir milletten asker olmasına, hem de yabancı topraklarda savaşmasına rağmen, talihi yaver de gitse, kötü de gitse birlikleri arasında en ufak bir kopma, ona karşı en ufak bir başkaldırma olmamıştır. Annibale bunu nasıl başarmıştı? Askerleri tarafından hem yüceltilen, hem de korku duyulan biri olmasının nedeni, diğer özelliklerinin yanı sıra kuşkusuz zalimliğiydi.

Sf: 91
Bir prensin sözünde durmasının ve yapmacıklıktan uzak bir biçimde içtenlikle davranmasının ne kadar övgüye layık olduğunu herkes kabul eder. Ancak günümüzde bu kurala pek uymayan ve kurnazlıkla insanları kandırabilen prenslerin büyük işler başardığını görüyoruz. Sonuçta onlar, davranış biçimi olarak doğruluğu seçenlere üstün gelmişlerdir.
Savaşmanın iki yolu vardır: Ya yasalarla ya da güç yoluyla. Bunlardan birincisi insana, ikincisi hayvanlara özgüdür ve çoğunlukla ilki yeterli gelmediği için diğerine başvurmak zorunda kalınır. Böylece, bir prensin yerine göre hem insan gibi, hem de hayvan gibi davranmayı bilmesi gerekir.
Demek ki prens hayvanları kendine örnek almak zorundadır. Örneğin aynı zamanda hem tilki, hem de aslan olmaya çalışmalıdır. Çünkü sadece aslanı model aldığı taktirde tuzakları fark etmeyecektir, sadece tilki gibi davrandığı takdirde de kurtlara karşı kendini savunamayacaktır. Bu yüzden aynı zamanda hem tuzakları tanımak için tilki olmaya, hem de kurtları yok etmek için aslan olmaya gereksinimi vardır. Sadece aslan olmaya özen gösterenler son derece beceriksiz olurlar.

Sf: 92
İhtiyatlı bir prens, eğer kendisine zararlı olacaksa verdiği sözü tutmamalıdır. Bu sözün verilmesini gerektiren ya da zorunlu kılan koşullar ortadan kalktıysa sözünde durmasına yine gerek yoktur; verilen öğüt budur. İnsanların hepsi iyi olsalardı bu öğüt kuşkusuz sevimsiz olurdu, ama insanlar zaten kötü oldukları ve size verecekleri sözde durmayacaklarına göre, siz neden onlara vermiş olduğunuz sözde durasınız ki?
Aldatmak isteyen biri her zaman aldatılmayı bekleyen birini bulur.
VI. Alexander yaşamı süresince aldatmaktan başka bir işle uğraşmamıştır. O, kafasını her zaman buna yoruyordu ve her zaman bunun için fırsat ve olanak buldu. Onun kadar inanılır vaatlerde bulunup bunları yeminlerle pekiştiren ve sonra da büyük bir ustalıkla verdiği sözleri yerine getirmeyen birine daha rastlanmamıştır. Buna rağmen aldatmacalarında her zaman başarı kazandı, çünkü bu sanatı mükemmel bir biçimde uyguluyordu.

Sf: 93
Örneğin, merhametli, vefalı, insancıl, dinine bağlı ve doğru biri olarak görünmesi ve üstelik gerçekten de bu niteliklere sahip olması prense her zaman fayda sağlayacaktır, ama gerektiğinde bu özelliklerin tam aksinde davranmayı bilmesi de gerekmektedir.
Aynı zamanda, yukarıda açıkladığım beş özelliğe aykırı düşecek tek bir sözcük bile söylememeye büyük özen göstermelidir; öyle ki onu görenler ve işitenler yumuşak huylu, samimi, insancıl, onurlu ve dindar olduğuna inansın. Özellikle bu son niteliğe sahipmiş gibi görünmek kadar gerekli bir şey yoktur, çünkü insanlar genelde el yordamıyla değil de göz yordamıyla karar verirler; sizi herkes görür, ama pek azı size dokunabilecekleri uzaklıktadır. Siz nasıl görünüyorsanız herkes sizi öyle görür; pek az kişi sizin ne olduğunuzu gerçekten bilir  ve bu azınlık da iktidar tarafından desteklenen çoğunluğun fikrine karşı çıkamaz.

Sf: 95
Bu iki şeye, yani halkın mallarına ve namuslarına saygılı olunduğu sürece insanların çoğu hoşnut olur. Bu durumda da geriye bir avuç insanın ihtirasına karşı savaşmak kalır ki bu oldukça kolaydır ve üstesinden gelmenin bin bir türlü yolu vardır.

Sf: 96
İyi bir orduya sahip olunduğunda zaten iyi dostlar da olacaktır. Üstelik prens dışta güvende olduğu sürece, eğer öncesinde bir fesatla ortalık bulandırılmamış ise içte de güvenlikte ve rahat olur. Eğer dışta kendisine karşı bir girişim varsa dahi, daha önce de söz ettiğim Sparta tiranı Nabis gibi içte her saldırıya karşı koymanın yollarını bulacaktır, yeter ki benim söylediklerime uygun biçimde kendinin ve halkının durumunu iyi konumlandırsın ve gelişme seyrini iyi yönlendirsin, bunun yanı sıra, bir de cesaretini hiç yitirmesin.
Fesatlığa karşı en büyük güvence işte buradadır, çünkü fesat çevirenin inancı prensin ölmesinin halkın hoşuna gideceği şeklindedir; halkın buna üzüleceğini düşünüyorsa, pek çok büyük tehlike barındıran böyle bir tasarıyı gerçekleştirmekten uzak duracaktır.
Deneyimle görülmüştür ki tertiplenen birçok fesat içinde başarıya ulaşanı çok azdır. Tek başına kimse fesat hazırlayamaz, mutlaka yandaşlarının olması gerekir.

Sf: 97
Kısacası fesatçının kafası sürekli kuşku, kıskançlık ve ceza korkusuyla doludur, oysa prens yasaların üstünlüğü, dostlarının desteği ve devletin savunmasını oluşturan birçok şeye sahiptir. Bütün bunlar halkın sevgisiyle birleşince de fesat çevirecek kadar gözü pek birini bulmak neredeyse olanaksızdır. Böyle bir durumda fesat sadece fesadın öncesindeki tehlikelerden kaygılanmakla kalmayacak, fesat sonrasından da ürkecektir, çünkü halkı karşısına aldığı için karşılaşacağı sayısız tehlikeye karşı hiçbir sığınağı olmayacaktır.
O halde yine diyorum ki halkı tarafından sevilen bir prens fesatlardan pek korkmamalıdır, ama eğer nefret ediliyorsa kendini her şeyden ve herkesten kollamalıdır. Düzeni iyi kurulu yönetimler ve akıllı prensler halkı hoşnut kılmaya mecburdur.

Sf: 98
Prens, cezalandırmayla ilgili tüm şeyleri başkalarının üzerine yıkmalı, her türlü bağışlama ve yardımı ise kendine saklamalıdır; kısacası, yine tekrarlıyorum, prens soyluları kollasa da bunu belli etmemeli ve halk tarafından nefret edilmekten kaçınmalıdır.

Sf: 99
Bu alınması gereken bir karardır; birilerinin nefretini kazanmaktan sakınamayacak prensler öncelikle çoğunluğun nefretini kazanmamaya bakmalıdır. Eğer bunda başarılı olamıyorlarsa tüm güçleriyle, en azından daha güçlü olan sınıfın nefretini kazanmamak için çalışmalıdırlar.

Sf: 100
Ayakta kalmak isteyen bir prens çok defa iyi olmamaya zorunludur; çünkü desteğine gerek duyduğu sınıf ister halk, ister asker, ister soylular olsun, eğer bir nedenden dolayı prense tepki göstermişlerse, prensin ne pahasına olursa olsun o sınıfı hoşnut kılması gerekir. Bu durumda iyi davranışlar işe yaramaktan öte zarar getirir.

Sf: 102
Çünkü özellikleri ve ünü onu, vergileri sürekli artırmanın halkın kalbinde  yakabileceği nefret ateşine karşı korudu.
Çevresindekiler de çok geçmeden kendi hayatlarından kaygılanır oldular ve sonunda kendi ordusunun ortasında bir yüzbaşı tarafından öldürüldü.
İntikamını almada kararlı ve sağlam olan birisi  eğer prensi öldürmeye karar verdiyse prens için ölüm kaçınılmazdır;
”Kim ki kendi hayatını hiçe sayıyorsa başka hayatların efendisidir.” ( Niccolo Machiavelli)
Ancak böylesi tehlikeler pek nadir olduğundan bunlardan çok çekinmeye gerek yoktur. Bu konuda prensin bütün yapabileceği ve yapması gereken, çevresindekileri ve kendi hizmetinde kullandığı kişileri ağır şekilde yaralamamaktır. Caracalla buna aldırmadı; haksız yere kardeşini öldürttüğü, kendisini de her gün tehdit ettiği bir yüzbaşıyı muhafızlığında tuttu ve bu aldırmazlık onun sonunu hazırladı.

Sf: 107
Prensler ele geçirdiği devletlerin güvenliğini sağlamak için çeşitli yollar denemişlerdir. Bunlardan bazıları halkını silahsızlandırma yoluna gitmiş, diğerleriyse egemenlikleri altına aldıkları ülkede siyasi tarafların bölünmesinin sürmesini sağlamıştır.

Sf: 108
İtalya’da bir çeşit dengenin hakim olduğu o devirlerde bu yöntem işe yaramış olabilir, ama günümüzde artık bunun tavsiye edilemeyeceği görüşündeyim; çünkü bölünmelerin herhangi bir şeye yarar sağlayacağına inanmıyorum. Hatta düşman kapıya dayandığı zaman bölünmüş ülkelerin kısa bir sürede kaybedileceğini düşünüyorum; çünkü zayıf taraf dış güçlere katılacak, diğeri ise düşmana karşı direnemeyecektir.

Sf: 109
Prensler ve özellikle de yeni prensler anlamışlardır ki, iktidarları oturma ve yerleşme aşamasındayken kendilerine kuşkulu görünen kişiler, başlangıçta sadık görünen kişilerden daha bağlı ve yararlıdırlar. Siennalı Pandolfo Fetrucci, ele geçirdiği devletlerin yönetiminde kendisine kuşkulu görünen kişilere yer vermeyi tercih ederdi.

Sf: 110
Ve konumuzla ilgili olduğu için, içerideki işbirlikçilerin yardımıyla bir krallığı ele geçiren tüm yeni prenslere şunu söyleyeceğim ki, kendilerine yardım eden kişilerin bu tutumlarının neye dayandığını iyice tartmalıdırlar; çünkü doğal bir sevgiden değil de önceki yönetimden memnun olmadıkları için bu tür bir yol izliyorlarsa (çoğunlukla öyledir), yeni prensin bunların dostluğunu korumada son derece zorluklarla karşılaşacağı açıktır. Bu tür kişilerin hoşnut olması çoğunlukla olanaksızdır.

Sf: 111
Yabancılardan çok kendi uyruklarından korkan bir prens kesinlikle kaleler yaptırmalıdır, ancak kendi halkından ziyade yabancılardan çekiniyorsa kesinlikle kale yaptırmamalıdır. Francesco Sforza tarafından yaptırılan Milano Kalesi, devletlerindeki hiçbir karışıklığın yapamadığı kadar bu prensin ailesine zarar vermiştir. Bir prensin sahip olabileceği en mükemmel kale, halkı tarafından nefret edilmemesi durumudur: Eğer halk kendisinden nefret ediyorsa dünyadaki tüm kaleler bile kendisini kurtaramaz, çünkü halk bir kere ayaklanmaya görsün onları destekleyecek yabancılar her zaman çıkar.
Kalelere sahip olmaktansa, halkın nefretini uyandırmamış olmak onun için çok daha hayırlı olurdu.
Dolayısıyla kaleler yaptıranları da, yaptırmayanları da aynı şekilde onayladığımı söylemek istiyorum; ancak bu kalelere güvenerek halkın nefretini uyandıran ve bunu önemsemeyen herhangi bir prensin başarısız olacağından kuşku duymam.

Sf: 116
Bunun üstüne şunu da kaydetmeliyim ki bir prens hiçbir zaman, daha önce de dediğim gibi, bir üçüncüye saldırmak için kendisinden daha kuvvetli bir ikinciyle zorunlu kalmadıkça ittifak yapmamalıdır; çünkü zafer onu bu daha güçlü olanın insafına terk eder. Prensler her şeyden önce kendi kaderlerini bir başkasının karar verme gücünün inisiyatifine bırakmamalıdırlar.
Gerçekten de işin doğası böyledir; insan sakıncalı bir durumdan kaçayım derken bir diğerine yakalanır. İhtiyatlı olmak, bu sakıncaları tartmak, değerlendirmek ve en az kötü olanı iyi diye kabul etmektir.

Sf: 119
Bir prensin yeteneğine değer biçilmek istendiğinde, buna öncelikle etrafındakilere bakarak karar verilir. Bu kişiler eğer becerikli ve sadık iseler prensin akıllı biri olduğuna hükmedilebilir, çünkü bunların yeteneklerinin farkına varabilmiş ve sadakatlerini sağlayabilmiştir.
Üç tür zeka olduğu gibi, bilmek de üç türlüdür: Kendiliğinden anlayanlar, başkalarının göstermesiyle anlayanlar ve son olarak ne kendiliğinden ne de başkaları sayesinde anlayanlar. İlkinden olanlar üstün, ikincisinden olanlar iyi, üçüncüsünden olanlar ise aptallardır.
Sizden ziyade kendisini düşünen, bütün hareketlerinde kendi çıkarını arayan bir bakan gördüğünüz anda, olması gereken bakanın o olmadığına karar veriniz; çünkü bir devletin yönetimindeki kişinin hiçbir zaman kendisini değil, prensi düşünmesi ve prense devletin çıkarına olan her şeyden söz etmesi gerekir.

Sf: 120
Diğer taraftan prens de bakanını hep sadık tutmak istiyorsa, o da bakanını düşünmelidir; ona saygı göstermeli, zenginlikle donatmalı, şeref ve payelerin bir kısmını onunla paylaşmalıdır ki daha fazlasını beklemeye hakkı olmasın ve bu aklından geçmesin. Öyle ki saygınlığın doruğunda durduğundan en küçük değişimden korksun ve prensin desteği olmaksızın tutunamayacağına tam olarak insansın.

Sf: 121
Dalkavukluktan korunmaları için gerçekten de iyi bir yol vardır: Gerçeği söylemeleri durumunda onlara gücenmeyeceğini iyi belletmek; ancak burada öyle ince bir çizgi vardır ki herkes doğru sandığı şeyi bir prense özgürce söyleyebiliyorsa o prensin saygınlığı kalmayacağının unutulmaması gerekir.
Prens eğer temkinli biriyse, yurttaşları arasından da bazı bilge kişiler seçmeli ve kendisinin belirlediği konularla sınırlı kalması koşuluyla, doğruları ve gerçekleri dile getirme özgürlüğünü bu kişilere, ama yalnızca bu kişilere vermelidir. Dahası onlara her konuda akıl danışmalı, düşüncelerini dinlemeli ve mutlaka danıştığı bütün konularda kendisi karar vermelidir. İster danışmalarının hepsine, ister özellikle birkaçına öyle davranmalıdır ki ne kadar açık yüreklilikle konuşurlarsa, o kadar hoşa gideceklerine ikna olsunlar. Sonuç olarak bir prens başka hiçbir kişiyi dinlememeli, aldığı karara göre hareket etmeli ve bu kararında kararlılıkla durmalıdır.

Sf: 122
Bir prens her zaman öğüt almalıdır, ama istediği zaman almalıdır, başkaları öğüt vermek istediği zaman değil. Hatta sorulmadıkça hiç kimse, hangi konuda olursa olsun düşüncesini söyleme cesaretini kendinde bulamamalıdır; ama o da sorularını fazla saklı tutmamalı, gerçeği sabırla dinlemeli ve eğer biri bazı bakımlardan doğruyu ve gerçeği söylemekten çekiniyorsa o kimseye hoşnutsuzluğunu göstermelidir. Şu ya da bu prensin bilge bir prens olduğu kanısında olup bu bilgeliğin, onun bizzat kendi özelliklerinden değil de çevresindekilerin yerinde öğütlerinden geldiğini düşünenler büyük bir yanılgıya düşerler; çünkü şöyle bir genel kural vardır ki hiç şaşmaz; Kendisi bilge olmayan bir prens, yerinde öğütleri de alamayacaktır.

Sf: 125
Aslında yeni bir prensin davranışları eskisine oranla daha çok gözlenir ki bunların erdemli davranışlar olduğuna bir kez karar verildiğinde, bu davranışlar ona, soyu eskilere uzanmanın yapamayacağı kadar çok kalpler kazandırır, çok gönüller bağlar, çünkü insanlar geçmişten değil de bugünden daha çok duygulanırlar. Eğer içinde bulundukları durum onları mutlu ediyorsa, başka bir şey düşünmeksizin bundan zevk alırlar. Üstelik prensi yerinde tutmaya ve onu korumaya hazırdırlar, yeter ki öncelikle prens kendi yükümlülüklerini unutmasın.

Sf: 126
Uzunca bir iktidardan sonra devletleri ellerinden alınan bazı prenslerimiz talihlerini değil de miskinliklerini suçlasınlar. Barış zamanında bir şeylerin değişebilir olduğunu, hatta değiştiğini hiç hesaba katmadıkları için (iyi havada fırtınadan endişe duymayan insanların boğulmaları örneğiyle nasıl da benzeşiyorlar).
Birisi kaldırır umuduyla insan kendisini düşmeye bırakamaz.

Sf: 127
Bununla birlikte, özgür irademizi hiçe indirgemeyi kabul etmeksizin ben şunu düşünüyorum ki, hareketlerimizin yarısını talihin düzenlediği belki doğrudur, ama diğer yarısı da bizim gücümüze bırakılır.

Sf: 128
Tümüyle talihine yaslanan bir prens ters dönen talihiyle devrilir. Görünürde bütün insanların tek bir amacı vardır; Şöhret ve zenginlik.

Sf: 129
Şu halde temkinli biri eğer gerektiği zaman saldırgan davranmayı bilmiyorsa, kendi yıkımını kendisi hazırlar.

Sf: 130
Dahası ben saldırgan olmanın temkinli olmaktan daha iyi olacağını düşünüyorum; çünkü talih kadın gibidir, ılımlı ve elde tutmak için sertlik gerekir. Soğukkanlı davrananlardan ziyade şiddete başvuran erkeklere boyun eğer ve her zaman gençlerin dostudur; çünkü bunlar kendilerini daha az sakınırlar, daha çabuk kızarlar ve daha gözü peklikle komuta ederler.

Sf: 136
Kendi gücümüze dayalı olmayan bir iktidardan daha dayanıksız ve daha geçici hiçbir şey yoktur….

Doktrin: “Sakin havada fırtınayı kestirmek güçtür.” – Niccolò Machiavelli