Dinlenme saatlerinde yutarcasına kitap okuyordu. Zamanla bir hatip kadar düzgün, rahat ve uzun konuşabildiğini gördü.

Öksürük nöbetine tutuldu, kan tükürdü ve yere yığıldı. Doktorlar, tez ilerleyen verem teşhisini koydu. “Birkaç aylık ömrün kalmış delikanlı!” dediler.
Knut, birkaç ay yattı. Ölürsem Norveç’te öleyim, diyerek dostlarının, Norveçlilerin topladıkları para ile New York’a geldi. Kimsenin çözemediği bir şekilde kendiliğinden iyileşti.

Kasap dükkanı önündeki kadın bir sepete çokça sucuk dolduruyordu. En önde ve sapsarı tek dişi vardı. Çeneden fırlayan bir parmağa benziyordu. Kadın bana sucuk dolu bir bakış attı. İştahım kapandı, kusmak istedim.

Yanımdan geçen bir köpek, kibar bir erkeğin yakasındaki sarı gül, zihnimin dengesini bozuyor, beni uzun zaman meşgul ediyordu.

Kendimi ölüm yolcusu, hurda ezik bir hayvan gibi görüyordum.

Büyülenmiş gibi habire yazıyor, bir an olsun aralık vermeden sayfanın birini doldurup ötekine geçiyordum. Düşünceler öyle birdenbire geliyor, öyle gürül gürül akıyordu ki, var gücümle çalıştığım halde yeteri kadar hızlı yazamadığım için ayrıntıların çoğunu kaçırıyordum.

Çıktığım evden kiracısı olduğum ev sahibine beş kron vermeyi vadettim. Evinde ne efendi bir insan barındırmış olduğunu, ona göstermek istiyordum. Ama hiç param yoktu.

Yazı işleri müdürü,
“Yazınızı okumaya henüz vakit bulamadım,” dedi.
Ne olursa olsun, yazım henüz reddedilmemiş olduğu için sevinç duydum.

Yolun ortasında durdum. Denizin ortasında, nerede olduğunu unutmuş, çepeçevre dalgalar arasında bir şamandıra gibiydim.

Hemen yattım. Bir hayli sağa sola döndüm, derken yerimi buldum.

Biraz sonra polis, demir topuklarını kaldırımda takırdatarak geliyordu. Acele etmiyordu, çünkü önünde kocaman bir gece vardı.

Acı duymuyordum, açlığım acımı uyuşturmuştu. Çevreme boş bakıyor, kimse tarafından görülmeyişime memnun oluyordum. Gözlerim açık yatıyor, benliğimden sıyrılmış bir halde kendimden uzaklarda olmamın sefasını sürüyordum.

Polis parkta banka baktı ve,
“Haydi, kalkın artık,” dedi.
Hemen peki deyip kalktım, tekrar yatmamı emretseydi ona da peki derdim.

Alaylı lakaplar taktım kendime, kırıcı tahriklerin en yakası açılmamışlarını bulup, bir güzel döşendim kendime.

Yağmur yeniden başlamıştı; suların omuzlarıma geçtiğini hissediyordum.

Açlık fena yükleniyordu, yolda bir tahta talaşı buldum, çiğnemeye başladım, iyi geldi.

Artık bende o kuvvet yoktu. Kadınlar benim için erkekten farksızdılar.

Kunduralarımı çıkarıp ayaklarımı avcumda ısıttım.

Üff çekingen insanlar ne zor! Onlara yapacakları her şeyi bizim söylememiz gerek; bize hiç yardım etmezler.

*

cezbe: bir duygunun etkisiyle kendinden geçme

değirmi: yuvarlak

sungurlu: adamakıllı, gösterişli

hilaf: karşı koymak, aykırı, ters

dülger: yapıların tahta işlerini yapan kimse

mahzun: hüzünlü, kederli

kerem: cömert, soylu

ruhulkudüs: Cebrail, vahiy meleği

şirret: geçimsiz, huysuz

enikonu: iyiden iyiye, iyice, oldukça

Doktrin: “En büyük çıkışlar kör çıkmazlarda bulunur.” – Bertolt Brecht