Önsöz:
Sf: 10
Gündelik hayatın küçücük bir detayı tüm toplumu anlatmaya yeter çoğu zaman. Evet, “bir kum tanesinden tüm evreni tarif edebilirsiniz!”
Sf: 21
“Kasabalarda hayat bozkırda yapılan yolculuklara benzer. Her tepenin ardında ‘yeni ve farklı bir şey’ çıkacakmış duygusu, ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayan tekdüze yollar.”
Sf: 24
Uzun yıllar sonra, artık senarist ve oyuncu olarak gittiğim bu topraklarda, Tarkovski’nin “Solaris” filmindeki psikolog Kris gibiydim. “Solaris”teki gibi burada da geçmişin “maddileşmesi” mümkünmüş gibi gözüküyordu. Kafamdaki görüntüler geçmişe ait görüntülerdi, lakin onun içindeki gerçekliği, bugün tek taraflı yeniden tarif ettiğim için asla geçmişteki gerçekliği bulamayacaktım.
Eski bir hikayeyle devam edeyim:
“… Kavurucu sıcağında altında öğleye kadar tarlasında çalışan genç çiftçi, bir ara mola vererek hemen yanı başında akmakta olan nehrin soğuk sularına girip, serinlemek ister. Tarlanın ortasındaki küçük evinde yaşayan oğlu ve karısı, birazdan öğle yemeği için onu çağıracaklardır. Terli ve sıcak giysilerini çıkartarak kenara koyar ve nehre girer. Bir süre sonra aniden ortaya çıkan fırtına, giysilerini savurur ve onu nehrin sularına kapılarak, epey bir aşağıdan çırılçıplak çıkmak zorunda bırakır. Tam o sırada oradan geçmekte olan köle tacirleri, genç adamı esir ederek, köle kervanına katarlar. Uğradıkları bir şehrin köle pazarında satılan genç adam, çaresizce, yeni sahiplerine yıllarca hizmet eder. Çalışkan ve güvenilir olduğu için, sahipleri onu saraya tavsiye ederek, kralın yardımcısı olmasını sağlarlar. Zamanla, kralın en güvendiği hizmetkârı olur. Ardından kral ölür ve çocuğu da olmadığı için yerine onu vâris bırakır. Köle iken kral olmuştur ve artık çok yaşlanmıştır. Son günlerinde, maiyetiyle birlikte, doğduğu toprakları son kez görmek ister. Daha önce evinin de olduğu topraklara gelir ve aynı nehrin kenarında dururlar. Askerleri konaklarken, o da giysilerini çıkartarak nehre girer. Hikâye bu ya, askerler, her şey dağılır. Yaşlı kral sudan çıkarken bütün vücudunun değiştiğini, gençleştiğini ve delikanlı haline döndüğünü fark eder. Nehrin kenarına çıkar. Uzaktan koşarak gelen küçük oğlu, çıkarttığı giysileri, ilk günkü gibi hâlâ terli ve sıcaktır…” (Akt. Yvuz Erten, bkz. Karanlık Odadaki Suretler)
Sf: 25
Geçmişim beni peşimden takip etmiş ve yıllar boyunca yün yumağı gibi sarılarak gelmişti. “Şimdi” neydi o zaman? Şimdi, geçmiş ve bugünün toplamıydı. O halde, geçmiş, yok olmuş bir şey değildi. Bugünün içinde duruyordu. Yaşadıklarımızın belli bir an ve mekânda gerçekleştiğinin farkında olarak, bilincimizde yer almasıyla belleğimiz oluşuyor, geçmişi de bellek yoluyla, ama bugünün algısıyla yeniden okuyorduk. Yani, “bellek” dediğimiz şey, hatırlama ve unutmayı aynı anda içerdiği için, aslında tam da “zamanın” kendisiydi.
“Zaman” ne bir tarihti, ne de bir gelişme. Bir “durumdu” ve geri getirilemiyordu.
Sf: 26
Keskin’de, film çekimi boyunca, o yıllardan kalan arkadaşlarım, eski personelim, kasabanın beni hatırlayan esnafları ellerinde bazı fotoğraflarla sık sık ziyaretime geldiler. Bu ziyaretlerden beni en çok etkileyen, o yıllardaki aşı kampanyalarında şöförlüğümü yapan Gara Gazi’nin gelişi oldu. Gazi Abi’yi (filmde Arap Ali) A. Mümtaz Taylan oynuyordu ve A. Mümtaz, Gazi Abi’nin artık yaşamadığını düşünüyordu. Gazi Abi ise masada hemen yanı başında oturan kişinin kendisinin yirmi beş sene önceki halini oynadığını bilmiyordu . Birbirleriyle tanıştırdım ve gerçeği söylemedim. Üçümüz sohbet ettik. Hayata ve ölüme dair.
Sf: 45
Doktor olarak mesleki açıdan yetersizliğini hastalarıyla uzun uzun konuşarak ve onları itinayla muayene ederek kapatmaya çalışmaktır.
Sf: 59
Araba ile kasabaya dönüş.
Doğaçlama yeteneği olan oyunculara ihtiyaç var.
Komiser Naci önemli, kim oynar?
Sf: 67
1.7.2009 Çarşamba
THY Paris Uçağı
Sabah erken saatlerde havaalanına doğru yola çıktık. Bir türlü tam olarak kurtulamadığım uçuş korkusu, biriyle sohbet edip, filmden vs. konuşunca kayboluyor.
Charles De Gaulle Havaalanı’na indik. Çıtı pıtı, miniminnacık bir kız karşıladı bizi. Uçakta bizimle seyahat eden Sabah gazetesinden Esin ( Küçüktepepınar) de Paris merkeze kadar bizimle gelecek. Bizi karşılayan kızın tuhaf bir adı var: Eo. Paris merkeze giderken yolun ortalarında kızın aslında festival başkanı olduğu anlaşıldı. Neyse ki toparladık. Kız o zamana kadar bizim nazarımızda festival gönüllüsü olarak çalışan amatör küçük kızlardan biriydi. Yolda iken yaptığım telefon konuşmasını mutlaka anlatmalıyım:
Israrla çalan telefonumu açtım. T… arıyordu. En az beş-altı yıldır hiç görmediğim, hiç karşılaşmadığım eski bir tanıdığım. Ağlayarak ve titreyen, panik içinde bir sesle “babasının emekli maaşını almak için girdiği banka kuyruğunda kalp krizi geçirerek öldüğünü, cenazesini bankada beklettiklerini, ne yapacağını şaşırdığını, yardım etmem için beni aradığını” söylüyordu. Aslında sık sık bu tür durumlarla karşılaşan ben, şimdi ne yapacağını bilmeden, kulağımda telefon öylece kalakalmıştım. Önce:
“Kusura bakma, aklıma bir şey gelmiyor, çünkü Fransa’dayım şu an,” dedim. O Fransa’yı Carrefoursa anlamış olmalı ki, “Carrefoursa’da mısın?” diye karşılık verdi. Ben “Hayır Fransa,” dedikçe, o “Carrefoursa’daysan gelebilir misin*” diye ısrar ediyordu. Benim cevabım yine aynı: “Hayır, Fransa.”
Bu manasız diyalog bir süre devam etti. Halbuki, net, üzerine basa basa şu cümleleri kurmalıydım: “Ben şu an yurtdışındayım, sana ancak şurası ve şu insanlar yardım edebilir, kusura bakma, başın sağ olsun, çok üzüldüm.”
Esasında hiç de gerçekçi olmayan böyle bir cümle bile daha anlaşılır ve daha doğru idi belki. Ama hayat böyle çalışmıyor ve belki de sinema burada gizleniyor.
Sf: 70
4.7.2009 Cumartesi
Paris, Mercure Otel
Paris’e döndük nihayet ve Mercure Otel’e yerleştik. Günlerden cumartesi ve yoğun bir programımız var. Parislilerin gururu “Mitterand Bibliotek”teki salona gittik. Uzun, yer yer sıkıcı ama akılda kalan bir master clas oldu. Aynı günün akşamı yapımcı Fabienne ve eşi bizi bir Japon restoranına yemeğe davet ettiler. Ben, yetersiz İngilizceme rağmen Fabienne’nin eşiyle inanılmaz, muhabbet dolu bir iki saat geçirdim. Çok neşeli ve yaşam dolu iki insan. Komik olan şu ki, ben adamı öyle güzel dinliyor, öyle bir vücut diliyle oturuyorum ki karşısında, adam inanılmaz bir haz ve coşkuyla yaşadığı her şeyi anlattı. Yan gözle Nuri’ye bakıyorum beni bu durumdan kurtarması için, ama galiba o da bu durumu izlemek ve gülmek istediği için yemek boyunca müdahale etmedi.
5.7.2009
Paris
Bugün bütün gün bize ait. Paris Belediyesi’ne ait bisikletlerden iki tane kiraladık. Ama ondan önce şunu anlatmalıyım: Otelin önündeki istasyondan metroya kaçak bindik (bir türlü bilet gişesi bulamadığımız için). Gare de Lyon’da indik, çıkışlarda da biletsiz olduğumuz için sorun devam etti. Metroya biletsiz binmişseniz, turnikede biletiyle çıkan birinin arkasına iyice yapışacaksınız. Ama bence tuhaf olan şey şu: Metroda panik içinde, orada dikilen polislere fark ettirmeden, bariyerleri önündeki iriyarı zencinin sırtına yapışarak geçmeye çalışan ellili yaşlardaki iki adamdan birine yarın Paris belediye başkanı şehrin altın anahtarını verecek. Eh, ben de hasbelkader doktor olmuş, hali vakti yerinde, oturaklı bir adamım, olacak iş değil yani! Metro önünde halimize epey bir güldük.
Sf: 100
Gün içerisinde Nuri ile cepten iki-üç kez konuştuk. Sinopsisin son halini göndermiş; eli yüzü düzgün, çok temiz bir sinopsis olmuş, tretman da öyle.
Sesi daha iyi geliyordu. Filmin tüm stresini şimdiden yüklendiğini fark ettiğim için aslında ona çok hak veriyorum.
Sf: 116
10.9.2009 Perşembe
Ataşehir, Ev
Poyraz’ın dünkü doğum günüyle ilgili birkaç not almışım. Poyraz dün palyaçodan korkarak epey ağladı. Karakteri bana benziyor. Törenlerden, merkezinde kendinin olduğu seremonilerden hoşlanmıyor.
Sf: 136
Günün en ilginç buluşması iki katil kardeşin Ramazan ve Kenan’ın giyindikten sonra yan yana halleriydi. Epey güldük. Bana olağanüstü gelen şeyse, aylardır üzerinde konuştuğumuz bir metnin kanlı canlı bir hale gelmesi ve ete kemiğe bürünmesiydi.
“Sinema bir mucize,” dedim içimden.
“Sinema bir mucize,” dedim içimden.
Sf: 152
Çok zor bir sahne olan 6. sahnenin ilk aşaması bitti. Yılmaz. adeta bir orkestra şefi gibi. Taner sabırlı ve çok sağlam oynuyor. Murat (Polis İzzet) bizim için çok hoş bir sürpriz oldu. Ahmet Mümtaz (Arap Ali) rolüyle müsemma ve çok iyi, adeta hayattan rol kapmaya çalışıyor.
Sf: 153
Yılmaz’ın varlığının bizim için ne büyük bir şans olduğunu görüyorum. Orkestra şefi adeta. Diğer oyunculara da destek oluyor, doğaçlama mükemmel, çekimler haricinde de iyi ilişkilere sahip, mantıklı, akıllı birisi.
Sf: 160
* Sinemada güzel bir yanlış, çirkin bir doğruya tercih edilebilir, onu öğrendim.
Sf: 163
Başbakan “Domuz gribi aşısı olmayacağım.” açıklamasını tekrarlıyor. Sağlık Bakanı’nın yerinde olmak istemezdim. Uykum kaçınca odamdaki televizyon kanallarında geziniyorum. Akıllara ziyan programlar.
Sf: 166
Bu geceden notlar:
* Çok yoruluyorum, İstanbul ve Avanos yolculukları beni perişan ediyor. Gece çalışmasına bir türlü adapte olamıyorum sanki.
* Sürekli uykum geliyor.
* Gökhan, bize “ihtiyar heyeti” adını taktı ( daha çok beni kastediyor).
* Sanat yönetmeni Dilek, devamlılık peşinde! Sofradaki hiç bir şeye dokundurtmuyor.
* Ev sahibimiz Zeynep Hala, adeta depresyonda. Hiçbir şeyine kıyamadığı güzel evini tarumar ettik.
Hastanenin bitmez tükenmez sorunlarından usandım. Pazartesi İstanbul’da olmalıyım.
Sf: 167
Bu geceden notlar:
* İstanbul’dan Selim ( Atakan) (Zeynep’in eşi ) geldi.
* Her gün sete benim eski tanıdıklardan birileri geliyor, giderek “yok” dedirtmeye başladım kendime.
* Set inanılmaz öğretici bir yer, adeta bir laboratuvar.
* Senaryonun son hali bir film için hiçbir zaman yeterli değil. Senaryo, set esnasında da yazılmaya değişik versiyonlarda çekilmeye devam ediyor.
* Çok yorgunum.
* Muhtarın kızının bilezik ve saçlarıyla ilgili detay çekimler yaptık ki, evlere şenlik (üflem, dürtme, bilezik şıngırdatma, yerinde sayma, vs.). Bizi dışarıdan, ne yaptığımızı bilmeyen birisi görse, kesin akıl hastanesi için telefon eder.
8.11.2009 Pazar
Yoncalı Köyü
Kötü bir gece. Kötü bir moral. Nuri ile kötü bir konuşma. Öğleden sonra Avanos dönüşü, Nuri bazı şeyleri konuşmak istediğini söyledi. Gökhan’la odasına gittik. Biraz film üzerine konuştuk. Gökhan ayrıldı sonra, yalnız kaldık. Bir süre sonra da döküldü. Genel olarak söyledikleri, repolarda İstanbul’a gitmemden ve Avanos ziyaretlerimden memnun değil. Sabırla ve anlayabilmek ümidiyle dinledim. İtirazlarımı söyledim, biraz daha konuştuk. Kalktık birlikte çekime gittik.
Kötü bir gece. Kötü bir moral. Nuri ile kötü bir konuşma. Öğleden sonra Avanos dönüşü, Nuri bazı şeyleri konuşmak istediğini söyledi. Gökhan’la odasına gittik. Biraz film üzerine konuştuk. Gökhan ayrıldı sonra, yalnız kaldık. Bir süre sonra da döküldü. Genel olarak söyledikleri, repolarda İstanbul’a gitmemden ve Avanos ziyaretlerimden memnun değil. Sabırla ve anlayabilmek ümidiyle dinledim. İtirazlarımı söyledim, biraz daha konuştuk. Kalktık birlikte çekime gittik.
Hitit kabartması, şimşek ve arabalı sahnedeki “yolda öne geçme” muhabbetini çektik. Her şey yolunda gitti. Otele dönüşte, Nuri ile tekrar konuştum, kırdığını anladı galiba, özür diledi. Akşam İstanbul’a yola çıktım.
Bugünlerde aklımda kalanlar:
* Yönetmenlik gerçekten de sonuna kadar yalnızlığı gerektiren bir iş.
* Meslek olarak iyi ki doktorluğu seçmişim.
Sf: 169
Sabah saat 07.00’de otele döndük. Otele giriş halimize baktım, bir yanıyla çok da komik bir durumdayız. Yaklaşık 19 gündür, akşamüzeri saat 16.00 sularında dinamik ve neşeli günün sabahı, 7.00 sularında sürünerek aynı mekâna geri dönerler.
Bayrama kadar ( çekimler bitene kadar) İstanbul ve Avanos’a gitmeyeceğim. 21 Kasım’da Efsun’un düğünü var, aynı gün Mehmet Ali Alabora’nın da düğünü varmış telefonla aradı. Mehmet Ali’yi çok severim, bakalım ne yapacağım?
Sf: 170
Bugüne dair notlar:
* Oyunculukta doğal olmak ne kadar önemliymiş, onu öğrendim.
* Profesyonellerde, belki de eğitimle ellerinden alınmış bir özellik mi var, doğal olmakta zorlanıyorlar sanki.
* Doğada öylesine detaylar var ki, filme koyabilmek için onları fark etmeniz yeterli.
* Gecenin tatlı sürprizi sucuk-ekmek.
* Yarından sonra, gece sahnelerimiz tamamen bitecek ve gündüze döneceğiz.
* Saçma sapan bir iş mi yapıyoruz, yoksa bir başyapıt mı çıkarıyoruz? Allahım umarım ikincisidir.
Sf: 171
Bu geceden notlar:
* Zeynep Hala depresyondan vazgeçti, artık neşe içinde figüranlık yapıyor!
* Köylüler beni gerçekten muhtar zannedip, ara sıra laflıyorlar.
* Traktörcü Mustafa benim için settekilere “Muhtar olmasına muhtar da, hangi köyden bilemedim,” diyormuş.
* Muhtarın köpeğinin adını “Rambo” koydum.
Tevfik közde patates yapmış, ekip saldırdı patateslere.
Sf: 177
Bugünden notlar:
* Yanımızda götürdüğümüz ceset maketini tarlaya gömdük ve orada bıraktık.
* Köpeğimiz İnka, rolüne hazır.
* Erol Erarslan (ceset) kanlı kafasıyla çok doğal biçimde ortalıkta dolaşıp duruyor. Sıraya giriyor, yemek alıyor, arkadaşlarıyla sohbet ediyor!
* Sis yüzünden uçaklar kalkmıyormuş, Efsun’un nikahına gidebilecek miyim?
Sf: 179
Bugünden notlar:
* Koridoru çektik bitti.
* Dr. Cemal’in aynada kendine bakma sahnesi çok iyi oldu.
* Işık sinemada her şey; tüm duyguları değiştirebiliyor.
Sf: 180
24.11.2009 Salı
Kırıkkale, Hastane
Ekibin yarısı hasta. Kimisi otelde, kimisi ayakta, kimisi hastanede derken nihayet Nuri de hastalandı. Dün çorbacı çekiminden sonra başlayan ateş ve titremesi artmış. Çekimi erken bıraktık ve Zeynep, ben, Nuri, Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi’ne gittik. Çok güzel bir hastane. Kırıkkale’de kalacak doğru düzgün bir tek otel yok ama, beş yıldızlı bir hastaneleri var.
Ekibin yarısı hasta. Kimisi otelde, kimisi ayakta, kimisi hastanede derken nihayet Nuri de hastalandı. Dün çorbacı çekiminden sonra başlayan ateş ve titremesi artmış. Çekimi erken bıraktık ve Zeynep, ben, Nuri, Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi’ne gittik. Çok güzel bir hastane. Kırıkkale’de kalacak doğru düzgün bir tek otel yok ama, beş yıldızlı bir hastaneleri var.
Nuri’yi gözleme aldılar, serum vs. derken iki üç saat hastanede bekledik. Bu arada benim yirmi beş sene önce dostlarımdan Klüpçü Mithat’ın oğlu hastanede müdür yardımcısıymış, bizi ziyarete geldi, beni kucakladı durdu. Bu arada söylediği laflar:
“Abi sen çok yakışıklıydın, sana ne olmuş böyle? Ercan Abi, senin bıyıkların vardı herkes hasta olurdu, nerede onlar? Abi sen çok yaşlanmışsın ya!”
Bunları gelip gidip tekrarladığını düşünürseniz, benim ne hale geldiğimi tahmin edebilirsiniz Zeynep, çocuğu gördükçe bana bakıp gülmekten yerlere yatıyor. Bir süre sonra da başhekim ve ekibi de geldi ziyaretimize, hep birlikte Nuri’yi aralarına alarak fotoğraf çektirdiler. Nuri’nin kolunda serum, yatakta, etrafında sekiz on kişi, gülümsemeye çalışıyor bu arada. Epey komikti halimiz. Başhekimin eve misafir alır gibi “hastanemizde kalın ” ısrarlarına rağmen otele döndük.
Sf: 181
25.11.2009 Çarşamba
Keskin, Hastane
Sabah erken hastaneye gittik. Aşçı Hamit’in sahnelerini çekeceğiz.
Sabah erken hastaneye gittik. Aşçı Hamit’in sahnelerini çekeceğiz.
Salih (aşçı Hamit) çok büyük oynayarak başladı, sonra toparladı. Biz oyununa, ezberine müdahale ettikçe şaşkın şaşkın bakıyor. Tiyatrocuların çoğunda olan problem. Ne yapıyorlar, neler öğreniyorlarsa hemen hepsi de bir süre sonra gerçeklik ve yaşanmışlık duygularından uzaklaşıyorlar sanki.
Salih sonunda çok iyi oynadı ama. Mutfak sahnesi harika oldu.
Bugünden notlar:
* Sinema oyunculuğu galiba çok ayrı bir alan?
* Filmin sonu göründü.
* Muhammet giderek çok iyi oynuyor.
* Yarın arife, sabah Keskin kalabalık olur, belki Hasandede’de çalışacağız.
Sf: 188
Dün akşam otelde keman Abbas Bey, bu sefer karşımıza hastanenin röntgen teknisyeni olarak çıktı. Enteresan bir yer şu Kırıkkale!
Doktrin: “Çevrendeki insanlar susacağı, konuşacağı ve duracağı yeri bilmiyorlarsa, sen fazla adım atmışsındır onlara. Biraz geri çekil.” – T. S. Eliot
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (27)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (148)
- kitap (155)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)