Her şeye karışıyorum diye bana “huysuz” dediler.
Yönettiğim için sevimsiz oluyorum; hep yöneticiler sevimsizdir ya.
Herkesle münakaşa etmek zorunda kalıyorsun!

1. Dünya Savaşı sırasında Bayburt’tan Anadolu’nun içlerine göç ederken ilk çocuğunu dünyaya getirmiş Annem.
Annem hamile, çocuk doğacak. Bizimkiler sefer halindeler. Annem yorganın birini kesip çocuk yatağı haline getirmiş, fakat dikecek ipliği yok. “Bey” demiş. “Bir iplik alalım da ben bu çocuğa yatak yapayım.” Babam da çok sert bir adamdı,
“Ben anladım, sen benim iki yakamı bir araya getirmeyeceksin.” demiş. Annem kumaşların kenarlarından iplikler çekmiş ve onlarla bebek yatağını yapmış.
Ve bakınız, ölünceye kadar da bir daha babamdan hiçbir şey istemedi. O lafa çok alınmış herhalde.

Ablam, “Gir o iskemlenin altına!” derdi, girerdim. Dayak yememek için ne derse yapardım. Ondan korkulduğunu görmek hoşuna giderdi.

Böyle içime kan dolduğunu hissettim, o kadar rahatsız oldum.

Şimdi sinirlendiğim şeyleri, o zaman ben yaparmışım.

Öpmeye meramın yok, sorarsın yanağın nerede.

Sahne ortağım Orhan Bey ayrılınca başta çok panikledim. Ama ona sormadan hiçbir şeye karar veremiyormuşum. Ondan sonra her kararı tek başıma aldım. Bu bana büyük rahatlık verdi.

Trt beni çağırdığında,
“Önce siz beni kara listeye almıştınız, şimdi ben sizi kara listeye aldım, kusura bakmayın,” dedim. Öyle kindarımdır, intikamımı alırım. Çünkü hakları yoktu beni üzmeye. Ben yaptığım işin ne olduğunu biliyorum. Bir sürü insan gelip geçecek, ama benim yaptığımı kimse yapamayacak.

Müzeyyen (Senar) çok candan bir kadındı. Mesela ben o zaman daha onların yanında yepyeni bir sanatçıyım, konserden sonra dört dev bir arada resim çekiliyor, “Sen de gelsene çocuk,” diye beni çağırmıştı. Diğer hiç kimse akıl etmedi. Böyle ince tarafları da vardır.

Zeki Müren’in bir sözü vardı:
“Geçtiğin köprüyü yıkacaksın. Aksi halde arkadan gelip köprüyü geçen, seni de geçebilir.”

Eğer rica ile işi ucuza kabul ederseniz, size olan ilgileri azalır. Afişiniz küçük olur; değeriniz azalır.

Bir sevgiyi göstermekte sözler değil, davranışlar mühimdir.
Yani karşımdakini memnun edecek şeyler yapıyorsam, onu seviyorum demektir.

Allah dünyayı çok güzel yaratmış. Çünkü üzüntü zamanla azalıyor ve bitiyor. Yoksa yaşayamazdık.

İsrail’de köfteci dükkanı gibi bir yerde çalıştık. Adam duvardaki elektrik düğmelerini açıp kapardı, sahneye ışık olsun diye. Ancak bu kadar iptidai bir yer olabilirdi. 🙂

Bülent Ersoy insanlara eziyet etmekten keyif alıyor.

Bir dizi teklifinde; evli ve çoluk çocuk sahibi zengin bir adamım. Fakat gece kadın kılığına girip barları, pavyonları dolaşıyorum. Çünkü küçükken adamın biri bana tecavüz etmiş, onu bulup intikam alacağım. Ulan! Küçükken bana tecavüz etmiş adamın, nereden baksan benden on yaş büyük olması lazım. E, ben gelmişim 70 yaşıma, 80 yaşındaki herifi bulsam ne olur, bulmasam ne olur?

Cesaret daha ziyade cahil insanlarda olur. Onlar en manasız yerde bile cesur olabilirler. Bence kendini bilen bir insan cesur olmamalı, temkinli olmalı. Temkinli olmak güzel. Cesur olup da buradan karşıya yüzerim, deyip aptalca yarı yolda boğulacağımı bile bile suya atlarsam, bu cesaret değildir. Yani cesareti bir şeye bağlamak lazım. Bence makulü bu.

Sanat hayatımın önemli gecelerinden biriydi. Semra Hanım, Turgut Özal’la Günay Gece Kulübü’ne geldi. Semra Hanım, Turgut Bey’in elini tutuyor böyle devamlı, genç kız gibi…
“Ayol bırak! adam sakat değil, bir şey değil. Niye devamlı elini tutuyorsun?” dedim.
“Biz 35 sene birbirimizin elini hiç bırakmadık.” dedi.
“Arada pudra sürün, pişik olur.” dedim.
Adam Reisicumhur, ancak bu kadarını yapabilirim; çünkü halk bekliyor.
Orada bir şey yapılacak, yapmak mecburiyetindeyim.
İki gün sonra da Kıbrıs cumhurbaşkanı Rauf denktaş geldi.
“İki gün önce Özal buradaydı, iki gün sonra siz geldiniz. Ayol, bütün reisicumhurlar kısa ve kalın mı olur, bunun hiç ince ve uzunu yok mudur?” dedim. Salon yıkıldı tabii. 🙂

– Şovlarınızda hiç sonradan deniz subayı olan, deniz kolejinden arkadaşlarınızla karşılaştınız mı?
– Karşılaşmaz mıyım… Hem de nasıl! Ankara’da Başkent Gazinosu vardı, şimdi yıkıldı. Orada program yapıyorum. müdür geldi,
“Aman Seyfi Bey, niyedir bilmiyorum, bütün localar bahriyeli doldu!” dedi. “Aman ne olursunuz onlara takılmayın…”
Bir çıktım ki, bütün amiraller, paşalar, albaylar, hepsi orada.
Baktım okuldan arkadaşlarım Ertan ve Namık…
İki laftan sonra hepsinin kucaklarındayım. 🙂
Ama müdür arkada nasıl yırtıyor kendini…
Tırnaklarını kemirdi…
Kuliste,
“Hiç amiralin kucağına oturulur mu? Mahvolduk, perişan olduk!” diye zırlıyor.
dedim,
“Onların hepsi benim arkadaşım, zaten beni onore etmek için gelmişler.” 🙂

Orada anladım ki benim önümde çıkan sanatçı çok büyük reaksiyon almıyor.
Benden sonra çıkansa zaten ayvayı yiyor. 🙂

– Huysuz musunuz?
– O biraz kişiden kişiye değişiyor. Çok sevmediğiniz bir insana daha rahat sinirlenirsiniz de çok sevdiğiniz bir insana toleranslı olursunuz. Mesela yardımcımla iletişim problemimiz var. Beni anlayacağını zannederek gereğinden kısa konuşuyorum. Ama bu meziyeti herkeste bulamazsınız!
– Bunun için sizi çok yakından tanımak, şifrelerinizi çözmüş olmak lazım.
– Mesela bizim evde gündüzleri sadece kış bahçesi kapısı açık durur. “Kapıyı kapattın mı?” dediğim an anlamalı.
“Hangi kapı?” dediği an, olmaz! (aynı ben. :))

Ben çok iyi bir gözlemci olduğum için doğruları söylerim.

Mesela, çok koyu bir oje kadının elini çirkin gösterir, çünkü basar. Parmağın boyunu kısaltır. Oysa tırnak renginde boyanırsa el ve parmaklar daha uzun görünür.

50 senelik bir arkadaşım var. Başı sıkışır bana gelir. Hastalanır, bir başhekim ahbabıma gönderirim, sıra beklemez. Ev yaptırırken borç para verdim. Rum olduğu için 6 ay Yunanistan’da yaşıyor; telefon açıp aidatını yatırmamız gerektiğini söyler; ben kalkıp ta Etiler’e gider öder, gelirim. Bir sürü emek yani…
Evimde eski akadaşlarıma yemek verdiğim günün sabahı,
“Ben gelemiyorum! Apartmanda arıza var.”
Yalan!
Aylar sonra telefon açtım,
“Sen benim doğum günümü kutlamadın! Seninle görüşmek istemiyorum!” dedi ve telefonu suratıma kapattı.
5 dakika sonra 50 yıllık arkadaşımı aradım ve,
“Sana sadece teessüf edebiliyorum. Senden benim hiçbir beklentim yok. Benim hiçbir üzüntüm ve derdime çare olmazsın, ama ben senin olurum. Seninle arkadaşlık etmemin nedeni 50 seneyi beraber geçirmişiz, oturup eskiyi yad etmek için. Ama sen bunun kıymetini bilmiyorsan, hayat sana hayırlı olsun. Hoşça kal!”

Ama öyle içimi ısıtan bir yeğenim yok.

Birinci işi en iyi yaparsanız, ikinci yaptığınız iş ilki kadar iyi değildir; üçüncüsü ise ilk ikisinin toplamı kadar dahi iyi olamaz.

Bir şiir yazıldı bana:
Omirosum, gül dudaklım
Öpesim gelir ağzını
Bir koku duyarım
Ne gül, ne şeftali, ne yasemin kokusu
Deniz kokusu, köpük kokusu, rüya kokusu dolu Omirosum

– Yazarı kim?
– Tom Cruise
– Omiros ne demek?
– “Sevmesini bilmeyen” demekmiş. Şiiri yazan, beni böyle tarif ediyor.

En pişman olduğunuz gün hangisi?
“Bir gece, karı koca önde oturuyorlar. Adam çirkin ama kadın çok güzel.
“Armudun iyisini ayılar yerler!”dedim. Adam o kadar kibardı ki hiç sesini çıkarmadı. Onun kibarlığı beni iyice ezdi. Bunu söylediğime binlerce defa pişman oldum.

17 sene beraber çalıştığımız bahçıvanın karısı bana demiştir ki:
“Sizden o kadar çok şey öğrendim ki, benim size para vermem lazım.”

Mühim olan öldükten sonra bırakılan isim mi, yoksa o hayatı doya doya yaşamak mı?!

Özel hayatında istediği gibi yaşayıp mutlu olan insan çok az. Orada kaybınız fazladır ama kazancınız azdır.

– Neden sigara içiyorsunuz?
– Niye içmeyecekmişim? Keyif alıyorsam içeceğim, kim ne karışır?

Kavga edince moralim düşecek yerde daha iyi program yaparım. Belki kavga ettiğim insana “Bak, isteyince ben neler yapabiliyorum!” mu demek istiyorum acaba!..

Pişen kahveye köpürdükten sonra soğuk su damlatıp bir taşım daha kaynatınca bol köpüklü olur.

*

fettan: fitneli, cilveli

marke etmek: izlemek, tutmak

diyalekt: lehçe

taallukat: hısım ve yakınlar

tuluat: doğaçlama oyun

intizam: düzen

mütehakkim: hakim, hükmeden, zorba

mütercim: tercüman, çevirmen

istidat: yetenek

keyif keka: keyif ne iyi

meram: hedef, amaç

ambale: şaşırmış, bunalmış, donmuş

abandone: çaresiz duruma düşmek

ihtimam: özen

uvertür: başlangıç müziği

revaç: sürüm

kadit: iskelet

avane: yardakçı

halayık: cariye, hizmetçi

tirendaz: becerikli, temiz ve zarif giyinmiş

bürokrat: devlet kurumunda çalışan üst düzey yönetici

tavsamak: yavaşlamak, gevşemek

müstehzi: alaycı

kaşane: büyük süslü saray

temkin: tedbirli davranan kimse

makul: akla uygun, akıllıca

gaile: dert, keder, üzüntü

allamei cihan: dünyanın büyük alimi

tolerans: hoşgörü, müsamaha

meziyet: üstün nitelik

frapan: göz alıcı, alımlı

mizanpli: ıslak saçı sarıp sıcak havayla şekil verme işlemi

teessüf: acınma, kederlenme

yad etmek: anmak, hatırlamak

intisap: bağlanma

mühimseme: önemseme

intisap: bağlanma

sukutu hayal: hayal kırıklığı

süfli: pis kılıklı, hırpani

marke etmek: işaretlemek, iz koymak, tutmak

riziko: risk

muhatara: tehlike

mülahaza: düşünce

frapan: göz alıcı

batıl itikat: boş inanç

mütalaa: etüt, düşünce

izan: anlama yeteneği

menfaatperest: çıkarcı

sebat: sözünden dönmeme, kararlılık

tapon: elde kalmış, bayağı, düşük nitelikli kimse

intibak etme: uyum sağlama

parya: ayak takımı

nemrut: suratı asık, gülmeyen

zılgıt: gözdağı, azarlama

müşterek: ortak

tuluat: doğaçlama oyun

Doktrin: “Gerçekten verecek sevgim var, ama verecek kimsem yok.” – Manolya