Sf: 11
Strateji sözcüğünün kökeni Yunancadır. Özgünü: Strategos’tur. Anlamı: “savaş ve generallik” sanatıdır.
Sf: 15
Alalade bir taş yığını bina olmadığı gibi, tertip ve düzenden mahrum bir insan sürüsü de bir ordu olamaz.
Sf: 17
Askerlerinin hayatı generalin elindedir. Bu sebeple, bu sorumluluğun yükünü taşıyabilmek için onun ruhen sağlam ve yıpranmaz bir kabiliyette olması gerekir. 1. Dünya Savaşı’nda birçok önderin aniden ölümü, bu sorumluluğun ne kadar büyük olduğunu gösterir.
Napolyon’un mareşallerinden olup daha sonra Ranzip Dukası nasbolunan , cesaret ve kahramanlığı ile meşhur yaşlı Lefebvre’e ait hoş bir hikaye vardı. Mareşalin dostlarından sivil bir kişi, kendisini evi ile rütbe ve madalyalarından dolayı kıskanırmış. Bu kıskançlık, yaşlı mareşalin nihayet canını sıkmış ve dostuna demiş ki: ‘Peki, mademki bütün bunlara sahip olmak istiyorsun, gel bahçeye inelim, orada kırk adım mesafeden senin üzerine kırk el silah atayım, kurtulursan, evimi bütün her şeyiyle sana devretmeye hazırım.’ Dostu bu teklife şüphesiz razı olmamış, mareşal de, ‘Bundan sonra hatırında tut ki, ben bütün bu kıskandığın şeyleri elde edinceye kadar üzerine aynı mesafeden birkaç yüz el silah atılmıştır, demiş.
Sf: 19
Şüphe götürmez bir gerçektir ki, genellikle iyi ve genç bir general, iyi ve yaşlı bir generali yener.
Bir insan istediği kadar çalışıp çabalasın, yaratılışından yeteneği yoksa, savaş önderi olamaz.
Sf: 20
Cesaretli bir generalin aynı zamanda talihi de yaver olabilir, fakat general cesaretsiz ise, talihinin yaver olmasına imkan yoktur. Kurallara harfi harfine bağlanarak bunları kendine ayak bağı yapan bir önderin savaşta galip gelme ihtimali pek zayıftır.
Sf: 24
Askeri, yiğitlik göstererek hayatını tehlikeye koymaya sevk eden nedir? Ve bir general, birliklerinin dayanıklılığını ne surette arttırabilir? Hiçbir asker ölmek istemez, ona ölümü göze aldıran sebep nedir? Acaba ganimet veya şan ve şeref ümidi mi, yoksa disiplin mi, ecdattan gelen gelenekler mi, bir davaya bağlılık mı, vatan sevgisi mi, yoksa şahsiyete karşı uğruna nefsini feda edecek derecede sevgi mi?
Gerçekten 1. Dünya Savaşı’na rağmen isabet vardır: ‘Bir asker kaçarsa, haksız bir dava için dövüştüğünden dolayı değildir ve hücum ediyorsa, haklı bir dava için dövüştüğünden dolayı değildir. Kaçması düşmandan daha zayıf oluşundan, ileri atılması da daha kuvvetli oluşundan veya düşmana üstün olduğuna subayları tarafından ikna edilmesindendir.’
Sf: 25
General adalet dağıtmakla yükümlüdür. Yenmek ve sağ kalmak ihtimalleri kuvvetli olduğu zaman cenge sürüleceğine askerin inanması demektir.
Askerlerin güvenine sahip olduğu müddetçe, onlara aynı zamanda kendini sevdirmek de bir general için önemli midir? Şurası muhakkak ki generalin bu sevgiyi elde etmek için uğraması katiyen uygun değildir, onun askerlerinden itimat ve saygı görmesi kafidir. Fazla övgü genellikle itimatsızlık uyandırır.
Sf: 26
‘Allenby’in alay ve taburlar ile teması muhafaza etmek hususundaki kabiliyetinde bir fevkaladelik vardı. Sıcak ve tozlu çadırların arasında dolaşması, ferahlık veren bir meltem tesiri yapardı. Arabasını bir süvari alayının önünde durdurur, subayların ellerini sıkar, alelacele fakat ne iyi ne kötü hiçbir şeyi kaçırmayan keskin gözleriyle, genellikle bir tek bölüğün atlarını denetler ve birkaç dakika sonra da yoğun bir toz bulutu içinde gözden kaybolurdu. Dinç bir gövdesi, yorulmak bilmeyen gayreti, hançer gibi bakışları, keskin burnu, etkili konuşma tarzı ve amirane tavır ve hareketi her tarafta azami bir azim ve irade ile demir bir disiplin havası yaratırdı. Allenby bir hafta zarfında her süvari ve her piyade askerine şahsiyetinin damgasını vurmuştu.’
General söz söylerken nefsine güveni tam olmalıdır, aksi takdirde itibarını eksiltme ihtimali artma ihtimalinden fazladır.
Sf: 27
Napolyon diyor ki: ‘Önceden hazırlanmış nutuklar, askeri savaş alanında cesur yapmaz, yaşlı askerler bu gibi sözleri dinlemezler bile, acemi askerler ise, onları ilk silah patlar patlamaz unutur.
Öfke ve kızgınlık saçmak, bir generalin emri altında bulunanlar üzerindeki etki ve itibarını kırmaz, hatta bu gibi sertlik kendisinden ara ara belki de beklenir bile. Zira general sert olmak ayrıcalığına sahiptir. Bu gbi hallerden dolayı genellikle hiç kimse güvenmez, hatta doğrudan doğruya muhatap olmayanlar bu hususta bazen hayranlık gösterecek kadar ileri bile gidebilirler. Halbuki alaya alma, küçük görme, etraftakileri her zaman kırar ve nadiren mazur görülür.
Önderin nükteden anlaması, yani hoşsohbet olması lazım mıdır? Şüphe yok ki gülünç vaziyetleri sezebilmek herkes için faydalıdır, ancak bu yeteneğin ısrarla ileri sürülmesi uygun değildir.
Sf: 28
Savaşta birinci silah insandır. Bu sebeple savaşta insanı incelemeliyiz, zira gerçek işi yapan odur.
Napolyon, strateji hakkındaki araştırmalarından fazla, insan gücünün savaştaki cilvelerine ait derin bilgisi sayesinde yüksek mevkisine erişmiştir. Toulon Kuşatması’nda henüz topçu subayı iken, bir bataryayı o derece tehlikeli bir mevziye yerleştirmiş ki, bu topları kullanmak için insan bulamayacağı kendisine söylenmiş. Napolyon, derhal bataryanın üzerine ‘kahramanlar bataryası’ diye bir levha astırmış, o andan itibaren batarya tüm mürettebatla çalışmıştır.
Sf: 29
Eski bir avcı kuralına göre ata ahırda 500 İngiliz liralık değeri varmış gibi özen gösterilmeli, seferde üstüne binildiği zaman ise beş şilin etmezmiş gibi kullanılmalıdır. At, süvarisinin iyi binici olup olmadığını hissetmekle kalmaz, onun cesur mu yoksa korkak mı, kararlı mı yoksa kararsız mı olduğunu da sezer. General de bazen askerlerini sert bir muamele ile gayrete getirmek zorundadır.
Sf: 35
‘Savaş önderi pes etmedikçe, bir muharebeye kaybolmuş denilmez.’
Sf: 37
Savaş, düşmana irademizi kabul ettirmek için bir kuvvet kullanma eylemidir.
Savaş, pek çok genişletilmiş bir düellodan başka bir şey değildir. Pek çok sayıda, tek tek düelloculardan oluşan bir birliği düşünmek yerine, düello yapan ili kişiyi gözümüzün önüne getirecek olursak daha iyi yapmış oluruz. Bunlardan her biri fiziksel gücüyle diğerine kendi iradesini kabul ettirmeye çalışır. Onun ilk amacı, düşmanı yenmek ve böylece daha sonra herhangi bir mukavemette bulunmayacağı bir duruma sokmaktır.
Sf: 39
Eğer düşmana irademizi kabul ettirmek istiyorsak, onu kendisinden beklediğimiz hareketlerden daha zor bir duruma sokmamız gerekir. Fakat bu durumun yarattığı sonuç, en azından görünüşe göre geçici olmamalı; aksi takdirde düşman daha uygun bir zamanı bekleyecek ve pes etmeyecektir.
Sf: 42
Silahlı kuvvetlerin savaşın amacına göre, ülkenin tüm kaynaklarıyla birlikte kullanılması strateji; çarpışmalarda muharebelerin kullanılması ise taktiktir.
Sf: 43
Tehlike, savaşçıya yalnız kendisini tehdit ederek değil, ona emanet edilen her şeyi tehdit ederek egemen olur.
Sf: 46
Savunan, harekat alanında tüm insiyatifi taarruz edene vermiş demektir. aylarca savunma mevzilerinde saldıranı bekleyen askerlerin ruhsal gücü bir yerde mutlaka tükenecektir. sinir savaşı taarruz edenden yanadır.
Sf: 47
Geri çekilme gelir çatar; ilk geri yürüyüşte bir miktar yorgun ve dağınık erler geride kalabilir. Bunlar çoğu kez en ileriye kadar gitme cesaretini göstermiş ve en uzun süre mukavemet etmiş en mert askerlerdir. Muharebe sahasında yalnız yüksek rütbeli subayları üzen yenilmiş olmak duygusu, şimdi en basit askere kadar herkesi kaplar. Muharebede bu kadar büyük hizmetler görmüş mert askerleri düşmanın eline bırakmış olmanın verdiği kötü izlenim, yenilmiş olma duygusunu kuvvetlendirir.
Sf: 49
Tarihte, kuvvetli ordunun savunduğu, zayıf ordunun ise taarruz ettiği görülmüş şey değildir. Zayıf ordu kuvveti bir orduya taarruz edebilir, ama bu iki ordu da açıkta olduğu zaman olur. Kuvvetli olan hiçbir vakit zayıf gelsin bana saldırsın diye kendini toprağa gömmez.
Sf: 51
Sf: 76
Subaylar, askerlerini öyle azimli ve cesur yetiştirirler ki, asla teslim olmamak onlar için bir şeref meselesidir. Birçokları yaralı oldukları halde cesaretle dövüşürler. Çünkü, onlar geçmişteki cesur savaşlarıyla övünürler ve korkaklık gösteren bir asker geçmişin kahramanlıklarına gölge düşürecektir.
Eğer düşman kuvvetleri sizin üç katınız değilse, sefer olanı hazırlarken düşman askerlerinin sayısı sizi rahatsız etmesin. Çok geniş sefer planları dengesizdir. Düşman içine sızma veya katı bir savunma taktiği uygulayan planlara karşıyım. Düşman torakları içinde fazla ilerlemek seni zayıflatacak, muharebeni güçleştirecektir. Güvenli fetihler yapabilmek için prensipleri uygulayarak ilerleyeceksin. İlerle, kendini emniyete al, sonra tekrar ilerle, yine emniyetini sağla ve bu arada ordunun lojistik kaynaklarının kolayca erişebileceğin bir yerde olmasına dikkat et.
Tamamen savunmaya bağlı strateji pratik değildir. Çünkü, otdunu mevzilerin arkasına sakladığın takdirde düşman seni kuşatacaktır ve sana gelecek bütün takviye kuvvetlerini ve ikmal konvoylarını durduracaktır. İkmal ve takviye yolları kesilen ve devamlı saldırılarla cesareti kırılan askerlerinin dayanma gücü de gittikçe zayıflayacaktır. Bu yüzden savaşı kaybetme tehlikesi olmasına rağmen, taarruz taktiğini tercih ederim. Çünkü bu senin geri çekilmen veya ürkek savunmandan az tehlikelidir. Birincisinde ümitsizliğe düşen askerlerinin kaçması sonucu geri geri çekilerek toprak kaybedersin; taarruz ettiğinde risk o kadar çok değildir, üstelik şansın yaver giderse parlak zaferler elde edebilirsin. Gerilla savaşına karşı en ideal strateji budur.
Sf:77
İkmali tam ve zamanında yaplamayan bir ordunun ve büyük bir generalin aç olduğunda kahramanlığı uzun sürmez. Yiyecek maddelerinin temininde dürüstlüğüne, yeteneklerine ve zekasına güvendiğimiz kişiler görevlendirilmelidir.
Şehirlerde, ormanlık ve dağlık arazide askerlerini katiyen fazla yaymalısın. Buralardaki yürüyüşlerinde birçok güçlüklerle karşılaşacak ve sık sık düşmanın baskınlarına hedef olacaksın.
Sava sanatının en büyük sırrı ve akıllı bir komutanın en büyük başarısı düşmanı açlığa mahkum etmektir. Düşmanını açlıkla yenebilmek kahramanlık göstererek yenmekten daha kesindir.
Sf: 78
Küçük adamlar her şeyi elde etmeye uğraşırlar. Fakat akıllılar sadece en önemlilerini yakalamakta acele ederler. Eski bir atasözü vardır: ‘Her şeye sahip olmak isteyen hiçbir şeye sahip olamaz.’ Dolayısıyla esası elde etmek için küçük şeyleri gözden çıkar. Bu esas da düşmanın asıl kuvvetlerinin nerede olduğudur. Bu asıl kuvvetleri yenmeye çalış, diğer küçük kuvvetlerin kaçmasına göz yum. Onları nasıl olsa kolayca avlayabilirsin. Biz aynı şeyi Macaristan’da yaptık, küçükten vazgeçip büyüğe taarruz ettik, onu yendikten sonra, küçük kendiliğinden teslim oldu.
Mükemmel br general, tıpkı Platon’un cumhuriyeti gibi bir hayal mahsulüdür. Hayranlık duyulan bir kişi olabilir, fakat onun da her insanın olduğu gibi zayıflıkları ve noksan tarafları olacaktır. Her insanın kusurları olabileceğini kabul etmemize rağmen, bir generalde pek çok meziyetlerin toplanmasını arzu etmemiz gereksiz de değildir. Bu meziyetlere hepimiz sahip olmak isteriz ama ancak sayılı kişiler bu yüce armağanlardan nasibini alabilirler. Bir general daima hakiki hislerini gizleyebilmeli, hem zihnen hem de bedenen faal olmalı, daima ihtiyatlı olmalı, çok mecbur olmadıkça askerlerinin kanını akıtmamaya çalışmalı, her şeyden haberi olmalı ve her zaman, kendisi oyuna gelmeden, düşmanı aldatmaya çalışmalıdır. Ayrıca çalışkan, yorulmaz olmalıdır.
Sf: 79
Sır saklamak bir generalin en önemli meziyetlerindendir. Eskilere göre dünyada diline hakim olabilecek hiç kimse yoktur. Fakat bu çok önemlidir. Eğer, dünyanın en mükemmel savaş planını da yapsan, diline hakim olamazsan, düşman onu mutlaka öğrenecektir. Plan uygulama anı gelinceye kadar bütün subaylardan gizli tutulmalıdır. Sana bağlı generallere yazman gerekiyorsa daima şifre kullan.
Savaş için çok hazırlıklara gerek duyulduğu ve bunların bazılarının öncen yapılması şart olduğu için, gizliliği korumak güç olacaktır. Bu durumda kendi subaylarını amacının başka olduğuna, sadece düşmanı telaşa düşürmek için bu tedbirlere başvurulduğuna inandırmalısın. Bu durum kendi subaylarının sır saklayamamaları yüzünden; ki amacı da buydu, düşman tarafından öğrenilir ve gerçek planın gizli kalmış olur. Baskın tarzında ve ani taarruzların planları hazırlanmalı, fakat yine bu operasyonu uygulayacak subaylar dahi bu plandan haberdar olmamalıdır. Yürüyüş planlıyorsan, her şeyi yine başka bahaneler arkasına gizleyerek hazırla ve aniden gerçek planı uygula. Sık sık taktik değiştirmen ve yeni entrikalar hazırlaman gerekecektir. Çünkü, etrafın ne düşündüğünü ve onları nasıl yapacağını öğrenmek isteyen 50 bin meraklı kişiyle çevrilmiştir.
Bir komutan askerlerine gereğinde sert gereğinde arkadaş gibi davranmalıdır. Onlarla sık sık konuşmalı, yemek pişirirken sohbet etmeli, iyi bakılıp bakılmadıklarını sormalı, ihtiyaçları olup olmadığını öğrenmelidir. Savaş tecrübesi olmayan subaylara nazik davranmalı, iyi hareketleri daima övülmeli, küçük arzuları yerine getirilmeli, dayanamayacaları şekilde görevlendirilmemeli, fakat hizmet söz konusu olunca disiplin unutulmamalıdır. İhmalci subay derhal cezalandırılmalı, emirlerine karşı gelenler sert bir şekilde azarlanmalı, gerekirse ağız şekilde cezalandırılmalıdır.
Sf: 80
Eğer yapıcı önerilerine rastlarsan o anda kendilerine bunu hissettirme fakat daha sonra diğerlerinin huzurunda öneriyi getireni ödüllendir. Bu mütevazi tutum iyi düşünenlerin dostluğunu kazandıracak ve etrafında fikirlerini serbestçe söyleyebilecek kişiler bulacaksın.
Şüphecilik güvenliğin anasıdır. Sadece aptallar düşmanlarına güvenirler, ihtiyatlı kişiler asla. General ordunun nöbetçisidir. Sahip olduğu şeye çok dikkat etmeli ve onu asla felakete maruz bırakmamalıdır. Bir kişi savaş sona erince savaş sarhoşluğu veya düşmanın cesaretinin tamamen kırıldığına inandığında kendini güvende hisseder. Bir başkası kurnaz bir düşmanın yalancıktan yaptığı barış teklifini alınca kendini emniyette hisseder. Bir diğeri de zihni tembellik; düşmanın esas niyetini sezemediğinden kendisini emniyet içinde hisseder. Bütün bunları değerlendirebilmesi için komutan kendisini düşmanın yerine koyup ‘Onun yerinde olsam ne yapardım? Nasıl bir plan oluştururdum?’ diye kendi kendine sormalıdır. Bu planları çok hızla kağıt üzerinde uygula, yapılıp yapılmadığını ortaya çıkar. Yapılamıyorsa derhal düzelt. Genellikle bir saatlik ihmal ve gecikme, uzun bir çalışma sonucu elde ettiğin başarıyı silip süpürür.
Daima düşmanın tehlikeli planları olduğunu farz et ve çarelerini bulmaya çalış. Fakat bu şüphecilik seni katiyen ürkek yapmasın. İhtiyatlı olmak iyidir, ama bir noktaya kadar. Kendimin daima uyguladığım ve faydasını gördüğüm bir kaideyi siz de unutmayın: ‘Eğer istirahat etmek istiyorsan düşmanını devamlı meşgul et.’ Bu uygulama onların savunma düzenine geçmelerine yol açacak ve bütün sefer boyunca başlarını kaldıracak cesareti bulamayacaklar.
Sf: 81
Savaşta entrikanın yeri çok önemlidir. Bu, hedef anayollardan varmaktan daha kısa ve güvenlidir. Hayvanlar içgüdüleriyle hareket ederler fakat insan zekası sayesinde sayısız çareler bulabilir. Entrikanın amacı, düşmana planları hissettirmeden, onu hazırladığın tuzağa düşürmektir. Eğer, bir sefere çıkmak niyetindeysen askerlerini önce değişik yönlerde yürüt, böylece düşman senin nerede toplanacağını kestiremez. bir şehri zapt etmeyi düşünüyorsan, kuracağın ordugahı öyle seç ki, düşman aynı zamanda iki veya üç şehrini koruma tedbirleri almaya zorlasın. Eğer bir kanadını daha güçlü tutuyorsa, ona diğer kanadından saldır. Amacın stratejik bir mevkii ele geçirmekse, başka yönlere hareket ederek düşmanı oradan veya oralardan uzaklaştır. Bu oyuna gelirse, çok hızlı hareket ederek bu stratejik noktaları zapt et.
Düşmanı oyuna getirerek savaşa zorlar veya savaştan kaçınmasını sağlayabilirsin. Düşmanı savaşa mecbur etmenin iki yolu vardır. Birincisi korkmuş gibi görünmektir. Bu durumda onun kendine güveninden istifade edebilirsin. Onun kendine güveni birçok yerdeki emniyet tedbirlerini gevşetmesine ve ihmaline yol açacaktır. Bu taktik Friedberg Muharebesi’inde tarafımızdan çok ustaca uygulandı.
Eğer savaştan sakınmak istiyorsan, geceden istifade ederek, daha önceden planladığın gibi gizlice geri çekil. Bu düşmanı hayal kırıklığına uğratır. Seni takip ederse, kanatlarından birine saldır.
Eğer düşman çok kuvvetliyse ve ona saldırmaktan çekiniyorsan, kuvvetlerini dağıtmaya mecbur et. Fakat bu arada kendi birliklerin hep bir arada bulunsun. Düşman kuvvetlerini o şekilde dağıtmaya mecbur et ki, tehlike anında toplayacak vakit bulamasın. O zaman da bütün gücünle saldır. Turenne’ın 1673 yılında yaptığı seferleri sık sık incele. O, bu tür taktiğin en iyi modelidir.
Sf:82
Pusuları ancak küçük birliklere uygulayabiliriz.
Üç tür ülke vardır. Kendi vatanın, tarafsız ülke ve düşman ülkesi. En güvenli kendi ülkende düşmana karşı koyabilirsin. Çünkü, bütün avantajlar senin tarafındadır. Düşmanın bütün hareketleri kontrol edilebilir ve halkın desteğinden yararlanabilirsin. Her şeyin üstünde, başarısızlığın ülkenin işgaliyle sonuçlanacağı düşüncesi seni daha heyecanlı ve cesur yapacaktır.
Tarafsız ülkede dost kazanmak esastır. Bu ülkede ne kadar dostun olursa, işin o kadar kolaylaşır. Eğer halk Katolikse, katiyen dinden bahsetme. Protestan ise, dine karşı olan yanlış tutumun sizi onlara bağladığına nandır. Bu hususta papazlardan yararlanın. Eğer kullanmasını biliyorsanız, din çok çok tehlikeli bir silah olabilir.
Kendine çok güvenen bir generalin bozguna uğrama ihtimali çoktur. Savaş bir şans oyunu değildir. Pek çok bilgi, çalışma ve uzun düşünce sonucu yapılan planlar başarı sağlayabilir. Uygun şartı bularak ilk darbeyi vuranın büyük avantajlara sahip olacağı unutulmamalıdır.
Yeteneksiz bir komutan, önüne konulan ilk tuzağa düşecektir. Bu yüzden düşman hakkında bilgi sahibi olmak çok önemlidir. Eğer düşman komutanın zeka durumu ve karakter yapısını bilirsen, kullanacağın taktik için elinde iyi kozlar olur.
Düşmanın en az umduğu bir taktiği kullanmak, en başarılı olanıdır. Eğer geçit vermediğini sandığı dağlara güvenerek ihtiyat tedbirlerini bırakmışsa ve sen de onun bilmediği bir yolu keşfetmişsen, sonuç onun için sürpriz olur. Yine bir nehir geçidini tutmuşsa ve sen onun bilmediği, aşağıda veya yukarıda başka bir geçit tespit etmişsen, rahatlıkla onu arkadan vurabilirsin. Bu hususta sayısız örnek vardır.
Eğer bir boğaya boynuzlarından saldırırsan, herhalde durumun pek parlak olmaz.
Sebepsiz olarak bir iş yapan kişi ya aptal ya da delidir.
Düşmanın sırtı bir nehre veya dar geçitlere bakıyorsa derhal saldır.
Bir komutan ne kadar ihtiyatlı hareket ederse etsin, talihi bazı oyunlar oynayabilir. Çünkü, savaşın gidişatına etki eden o kadar etken var ki; hava şartları, arazinin karakteri, subayların yetenekleri, askerlerin sağlık durumu, güvendiğin bir subayın ölümü, komutanın yaptığı hatalar, askerlerin moral bozukluğu, casusların açığa çıkması, subayların ihmalleri ve son olarak da ihanet. Bütün bunlar devamlı göz önünde bulundurulmalı.
Sf: 84
İlk durumunuzu terk etmek zorunda kaldığınızda, birliklerinizin tekrar toplanma yeri o kadar geride olmalı ki, düşman tekrar muharebe için tertiplenmesini tamamlamadan yetişemesin. Aksi takdirde askerlerinizi teker teker avlayarak yok eder.
Savaşa karar verdiğin zaman bütün kuvvetlerine görev ver. Bazen bir tabur savaşın gidişatını değiştirebilir.
Sf: 92
Feuguieres, asla düşmanı mevzilerde beklememeni; mevziiden çıkıp ona taarruz etmeni öğütler. Bence bu yanlıştır. Savaşta sık sık istisnai durumlar ortaya çıkabilir ve düşmanı mevzide beklemenin çok büyük hata olduğunu kabul etmek her zaman geçerli değildir.
Büyük bir gayretle savunulan bir kaleyi teslim almanın en iyi yolu, düşmanın arzu edeceği vaatlerde bulunmaktır. Aksi takdirde düşman, ölümü, çok onur kırıcı bir teslim olmaya tercih edecektir.
İyi bir general, iyi subaylar, astsubaylar, iyi organizasyon ve sıkı disiplin, iyi ordular meydana getirir. Fakat vatan sevgisi ve vatana katkıda bulunma arzusu, muharebe alanında çok önemli olan şevk ve heyecanı doğurur.
Yetenekli subay ve astsubaylara sahip olmayan bir milletin bir ordu kurması çok zordur. Çünkü subaylar ordunun çekirdeği ve askeri organizasyonun vazgeçilmez unsurlarıdır.
Sf: 93
Bir askerin en önemli özelliği güçlüklere ve yorgunluklara dayanabilmesidir.Cesaret bundan sonra gelir. Güçlükler ve mahrumiyetler iyi bir askerin oluşmasında önemli etkenlerdir.
Daime askerine orduda kalmalarını teşvik et. Bunu tecrübeki ve yaşlı askerlerine saygı göstererek sağlayabilirsin. Kıdeme göre ücret vermen de sana yardımcı olacaktır. Yeni giren bir askerle yaşlı bir askere eşit ücret vermen haksızlık olur.
Esirlerden elde edinilen bilgiler ihtiyatla değerlendirilmelidir, çünkü bir asker ve subay dahi kendi bölüğünün dışındaki birliklerden pek bilgi sahibi olamaz. Ayrıca komutanlar planlarını son ana kadar gizli tutarlar. Bu yüzden esir alınan düşman askerlerinin ifadeleri daha önce casuslar tarafından gönderilen bilgileri tutmadıkça fazla değerli kabul edilmemelidir.
Muharebe esnasında nutuk atarak askerlerin cesareti artırılmaz. Eski askerler onları dinlemezler, gençler de ilk top atışında hepsini unuturlar. Eğer bu konuşmaların bir yararı olacaksa, yürüyüş esnasında hoşnutsuzluğa sebep olan yanlış söylentileri yalanlayarak, onların morallerini yükselterek, konaklamalarda faydalı konuşma konularıyla yapabilirsin. Yazılı emirler dağıtarak da bunu yapabilirsin
Savaşta emir ve komuta birliğinden daha önemli bir şey yoktur.
Sf: 94
Fethettiği bir ülkede bir general davranışlarında güçlüklerle karşılaşabilir. Eğer sert biriyse nefret uyandırır ve düşmanlarının sayısını arttırır. Eğer yumuşak biriyse suistimallere yol açan ümitler doğurabilir. General bu tip olayları bastırmada, rahatsızlıkları gidermede adaleti, sertliği, yumuşaklığı nasıl kullanacağını bilmelidir.
Bir komutan, hükümdar; başkalarını sebep göstererek hatalarının sorumluluğundan kaçamaz.
Üstlerinden gelen emir sonucu kesinlikle mağlubiyete uğrayan bir komutan da aynı şekilde cezaya müstahaktır.
Son duruma göre emre itaat etmeyi reddetmelidir. Emri veren makam da itirazı inceleyip, gerekirse emirde değişiklik yapabilmelidir.
Fakat bir generalin; komutanın veya hükümdarın emrini uyguladığı için savaşı kaybettiğini ve zafer şansını rakibine bıraktığını varsayalım. Komutan hükümdarın emrine uymaya mecbur mu? Hayır. Eğer general böyle garip bir emrin tehlikelerini kavrayabilmiş ise, bu emre uymayı reddetmeliydi.
Bir generalin en büyük özelliği soğukkanlılığını koruyabilmesidir. Böylece her şey gerçekte olduğu gibi ve gerçek oranlarında gözükür. İyi veya kötü haberlerle telaşa kapılıp sıkıntıya düşmez.
Günler boyunca aynı zamanda veya sırayla edinilen izlenimler hafızada düzenli bir şekilde sıralanmalı ve kendi uygun yerlerini almalıdır. Çünkü doğru bir muhakeme ve akıl yürütme, önce bu izlenimlerin kontrolünden başlar ve onların birbirleriyle kıyaslanmasıyla ortaya çıkar.
Sf: 95
Başkomutanlar kendi deha ve tecrübeleriyle idare etmelidirler. Topçu ve istihkam subayları taktik branşlardaki gelişmeler ve fen konularını kitaplardan öğrenebilirler. Fakat komutanlık sadece tecrübe ve eski komutanların seferlerini incelemekle kazanılır. Gustav, Adolf, Turenn, Friedrich, İskender, Anibal ve Sezar seferlerinde hep aynı kralları uygulamışlardır. Birliklerinizi bir arada tutmak, hiçbir yönde zayıf olmamak, önemli noktalara hızla gitmek; bunlar zaferi kesinleştiren kaidelerdir.
Sizin ordularınızın kazandığı şöhretin yarattığı korkuyla müttefikleriniz size sadık kalır, fethettiğiniz milletler de boyun eğer.
İskender, Anibal, Sezar, Gustav, Turenne, Eugene ve Friedrich’in savaşlarını tekrar tekrar okuyun. Onları kendinize örnek alın. Bu büyük bir general olmanın ve savaş sanatının sırlarını ustaca öğrenmenin tek yoludur. Bu sayede aydınlanmış düşüncelerinizle bu büyük konutanlarınkine uymayan bütün öğütleri reddedeceksiniz.
Bir komutan ilk prensip olarak ne yapması gerektiğini hesaplamalı, düşmanın önüne koyduğu engelleri aşacak gücünün olup olmadığını araştırmalı, kararını verdiği anda da bu engelleri bertaraf etmek için her şeyi yapmalıdır.
Sf: 96
Büyük bir generalin bütün özelliklerini tek bir kişide görmek istisnadır. Bu nadir kişiden beklenen ve kendisini diğerlerinden ayıran özelliği, akıl ve becerisi ile karakter ve cesareti ileride gider ve kendini tehlikeye atar; aksine aklı cesaretinden üstün ise, planları gerçekleştirmek için gerekli cesareti bulamaz.
Büyük bir generalin başarıları asla şansa ve tesadüfe mal dilemez; onlar her zaman dehanın ve isabetli hesaplamaların sonucudur.
Plansız ve ilkelere uymadan hareket eden kararsız bir general, düşmandan daha büyük bir orduya komuta etse de kendini daima rakibinden aşağı görür. Beceriksizlik ve kararsızlık onu felakete götürür.
Düşmandan korkan veya onun etkisinde kalan bir generalin verilecek emri yoktur. Onun emirlerine uyan herkes suçludur.
Bir kuşatma manevrasında (muharebesinde) maharet, ateşi tek bir nokta üzerine toplayabilmektir. Muharebe başlar başlamaz becerikli bir komutan derhal ve umulmadık bir topçu ateşiyle bu noktalardan birine ateş toplar ve sonunda mutlaka başarıya ulaşır.
Savaş, sonuca etki edecek tesadüflerle doludur. Bir general savaş prensiplerine sadık kalsa bile, bu tesadüflerden istifade etme fırsatını gözden uzak tutmamalıdır. Bu dehanın işaretidir.
Savaşta istifade edilmesi gereken tek büyük fırsat vardır. En büyük sanat da o anı yakalayabilmektir.
Savaşın gemen hemen bitimine kadar elinde savaşa sokmadığı hazır kuvvetleri bulununan bir komutan daima kaybetmeye mahkumdur. Eğer işe yarayacaksa, en son adamını da savaşa sokmalıdır. Çünkü, kesin zaferden sonra artık önünde önemli bir engel yoktur. Sadece prestiji, muzaffer komutana yeni başarılar kazandıracaktır.
Sf: 97
Savunma muharebesi asla taarruzu ihmal edemez.
Savaş sanatının ilkelerine göre düşman ordusunun bir kanadını kuşatmak için ordunuzu parçalamalısınız.
Bir ordu senenin her mevsiminde, iki askerin ayaklarını basabileceği her yere yürüyüş yapabilir.
Bütün büyük askerler büyük işleri savaş sanatının prensiplerine uyarak kazanmışlardır. Onlar, hiçbir zaman savaşı gerçek bir bilimden farklı düşünmemişlerdir. Bu yüzden onlar bizim için çok değerli örneklerdir. Bir kişi ancak onları taklit ederecek onlara yaklaşmayı hayal edebilir.
Kara savaşlarında genellikle denizdekilerden daha fazla zayiat olur. Donanmadaki asker sefer boyunca ancak bir kez dövüşür, ama karadaki asker her gün dövüşmek zorunda kalabilir. Denizci aker, denizin tehlike ve zorlukları ne olursa olsun karadaki askerden daha az eziyet çeker. Denizci asker hiçbir zaman aç ve susuz değildir. Her zaman yatacak yeri, mutfağı, reviri ve eczanesi vardır. Disiplinin sağlandığı, temizliğin, tecrübenin ve sağlıklı kalmanın bütün yollarının keşfedildiği İngiliz ve Fransız donanmalarında, kara ordularından daha az hastalıkla karşılaşılmıştır. Savaşın tehlikelerinin yanında, denizciler fırtınanın risklerini göze alır. Fakat denizcilik öyle ilerlemiştir ki, bu tür tehlikeler karadaki halk ayaklanması, suikastler, düşmanın yaptığı ani baskınlar yanında oldukça hafif kalır.
Sf: 98
Bir donanmaya komuta eden amiral ile bir orduya komuta eden general farklı özelliklere sahip olmalıdır. Birisi bir orduyu idare edecek uygun özelliklerle doğmuştur. Halbuki bir donanmayı idare etmek ancak tecrübe ile mümkündür.
Karada savaşma sanat bir zekanın ve insanın içinden gelen bir ilhamın ürünüdür. Denizde her şey kesindir ve tecrübe meselesidir.
Amiralin sadece bir bilime ihtiyacı vardır: Denizcilik. Bir generalin bütün bilgi ve tecrübelerden yararlanmasını bilen bir yeteneği olmalıdır. Bir amiralin bir durumu çözmesi için zihnini yorması gerekmeyebilir. O, düşmanın nerede olduğunu ve gücünü bilir. Bir general hiçbir şeyi kesin olarak bilmez, düşmanını net olarak göremez ve tam nerede olduğunu önceden anlayamaz. Ordular karşılaştığı zaman, ufak bir arazi parçası, küçük bir koruluk ordunun bir bölümünü gizleyebilir. En tecrübeli göz, düşman ordusunun tümünü veya dörtte üçünü gördüğünü iddia edemez. Bir general aklının gözüyle, olay ve şartları bütün olarak muhakemeyle ve Tanrı’dan aldığı ilhamla görür, bilir ve yargılar. Amiralin sadece tecrübeli bir bakışa ihtiyacı vardır ve düşman gücünün hiç bir kısmı ondan gizlenemez. Generalin işini güçlendiren diğer bir faktör de çok sayıdaki insan ve hayvanı vanlı ve tok tutmak mecburiyetidir. Amiralin böyle şeylere kafa yorması gerekmez, çünkü o her şeyini beraberinde taşır Bir amiralin keşif yapmasına, arazi incelemesine ve savaş alanının topoğrafik şartları üzerinde muhakeme yapmasına gerek yoktur. Hint Okyanusu, Atlas Okyanusu, Kuzey Denizi her zaman su olan ovalardır. En yetenekli amiralin, en yeteneksizine kıyasla bir avantaj yoktur. Ama bölgeye hakim rüzgarları biliyorsa, bunları izleyerek hangi rüzgarın veya fırtınanın çıkacağını önceden kestirebilir. Hava durumuna bakarak da durum muhakemesi yapabilir. Bu özellikler ise sadece ve sadece tecrübeyle kazanılır.
Sf: 118
Bu vazife gıdasızlıktan zayıf düşmüş, hareket kabiliyeti de geniş ölçüde sınırlandırılmış kıtalarla yapılacaktı. Fakat, hürriyetlerini tekrar kazanmak, ölüm ve esaretten kurtulmak ümidi, kıtalara imkansızı mümkün kılacak bir yeteneği sağlayacaktı.
Sf: 121
9 Ocak’ta 6’ncı Ordu düşman tarafından teslime davet edilmiş ise de Hitler’in emriyle reddedilmiştir.
Sırf askeri bakımdan, henüz herhangi bir şekil ve imkanla savaşabilecek durumda olan bir ordunun teslim olmaması gerektiği hususunda hem fikirim. Bunun tersini düşünmek askerliğin sonu demek olurdu. Askerlik şerefi mutlaka muhafaza edilmelidir; açık bir ümitsizlikle dahi hemen teslim olmayı düşünmek bir mazeret sayılmaz. Kendi durumunu ümitsiz her komutan teslim olmayı isteseydi, hiçbir zaman savaş kazanılamazdı. Tamamen ümitsiz görünen durumlarda dahi yine de bir çıkar yolun bulunduğu çok örnekler vardır. General Paulus’un teslim olmayı reddetmesi askeri bir zorunluluk ve gurur meselesidir.
Sf: 133
Elde edilecek başarı, gerçeğe en yakın bir orantıya bağlıdır. Bilim, uygulanması bakımından sanata dayanır, sanat ise aracı amaca yaklaştırır ve araçlarla daha üstün bir değer kazandırır. Bu durum da hesaplama işini karışık hale sokmaktadır. Çünkü hiç kimse, insanın deha ve ahmaklık kapasitesini, irade ve yetersizliğini tam olarak hesaplayamaz.
Sf: 135
Değişmez ilke şudur: Arkasında düşmanı hisseden, önündekiyle dövüşemez.
Bunun aksine kendisine karşı doğrudan ilerleyen bir düşman karşısında fizik ve psikolojik denge sağlam olur ve direnme gücü artar. Çünkü, cepheden yapılan bir saldırı, onu geriye yani ihtiyatlarına, ikmal maddelerine, takviye kuvvetlerine doğru iter. Bu ise ruhu rahatlatır, mukavemeti arttırır. Cepheden yapılan bir taarruz şok sağlamaz, tedirginliği arttırır.
Sf: 136
Yola gelmeyen bir düşmanla ilgili bir mesele karşısında en iyi hareket tarzlarının ne olması gerektiği önceden kestirilebilmeli ve sağlanmalıdır. Duruma uyma yeteneği, yaşamda olduğu gibi savaşta da hayatta kalmaya hükmeden yasadır.
Pratik bir değer taşıyabilmek bakımından herhangi bir plan, düşmanın bunu bozma gücü dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Planın karşısına dikilebilecek herhangi bir engeli yenmenin en iyi yolu, eldeki planın karşılaşılan durumlara göre kolaylıkla değiştirilebilecek bir esneklikte olmasıdır.
Amaç, araçlara göre ayarlanmalıdır, çiğneyebilinecekken fazlasını ısırmak ve hemen parçalayamamak akılsızlık olur. Plan mevcut şartlara uydurulmalıdır, ama bu yapılırken mevcut amaç daima göz önünde bulundurulmalıdır. Düşmanın en az umacağı hareket tarzı seçilmeli; düşman gibi düşünmek ve bunu iyi yapabilmek planın çatılmasında en önemli hususlardan biridir. Düşmanın tertiplenmesinde, kuvvetlerinin en zayıf olduğu kesime, harekat kollarından birini yöneltmek veya asıl taarruzu buraya yöneltmek hayatidir.
Sf: 137
Savaş fiziksel bir hareket olduğu halde, bunun güdümü akıl ve zeka işidir. Stratejiniz ne kadar iyi olursa, duruma hakim olur ve daha az kayba uğrarsınız.
Kuvvetinizi ne kadar çok israf ederseniz, terazinin kafesinin aleyhinize dönme ihtimali o kadar artar.
Muharebe meydanında başarı kazanmak için, savaş içgüdüsünün varlığı zorunludur. Bununla beraber, burada bile, soğukkanlılığını koruyan savaşçı, gözünü kan bürümüş düşmana karşı üstünlük sağlar.
Sf: 138
Her iki taraf da karşısındakinin gücünü alt edemeyeceğini karşılıklı olarak anlayınca, çıkmaza giren bu durumda yapılacak barış, hiç olmazsa, tarafların güçlerini yitirdikten sonra yapılacak barıştan daha iyidir.
Sf: 139
Tarihteki en ünlü savaş önderleri başkanlığında bir komite kurulsa ve en yetenekli general ve mühendisleri de bu komitede toplansa, böylesi bir komite bile savaş ve özellikle de taktikler üzerinde en mükemmel ve kesin bir teori ortaya çıkarmayı başaramaz.
Sf: 143
Bir devlet, düşmanının aşırı büyümesine izin verdiği sürece gücünü yitirmeye başlar. Ayrı bir güç, uygun zamanda teraziye ağırlığını koyar ve denetimi eline geçirir.
Eğer bir ulus kıyılara sahip ve denizlere hakimse veya bu durumda olan başka bir ulusla ittifak halindeyse bu ulusun direniş gücü birkaç misli artar, kat kat yükselir.
Sf: 144
Dağlık ve ormanlık bölgelerde yaşayan insanlar, dünyanın her yerinde çok savaşçı bir karaktere sahip olurlar. Napolyon’un en ünlü generallerinin komuta ettiği Fransız ordusu İspanya’da, Amerikan ordusu Vietnam’da; birinci dağlık bölgelerde, ikincisi ormanlık alanlarda perişan olarak yenilmişlerdir. İstila edilen ülkenin halkı, eğer disiplinli çekirdek birliklerle destekleniyorsa, güçlükler bu defa daha da artacaktır. İstilacının sadece bir ordusu vardır; ancak işgal edilen memleketin hem ordusu hem de halkı vardır. Bu halk direniş için azami olanaklarını kullanır ve her birey düşmana gizliden bir darbe indirmek için hazırlık içindedir.
Sf: 145
Bütün orduların ruhsal durumu hemen hemen aynı şeylerden etkilenir. Sadece ulusal karaktere göre yollar ve araçlar değişir. Bunlardan birisi askeri konuşma yapma sanatıdır.
Bu konuşma basit ve özlü sözlerden oluşan kısa bir nutuk olmalıdır.
Bazı generaller, sessizlik ve soğukkanlılığı tercih ederler.
Sf: 147
Yeteneği normalin üstünde olmayan bir general tarafından komuta edilen iyi bir ordu büyük başarılara ulaşabilir. İyi bir generalin komuta ettiği kötü bir ordu da aynı şekilde başarılı olabilir. Eğer generalle ordunun üstünlüğü bir araya gelirse, eşi bulunmaz başarılar elde edilebilir.
Sf: 148
Terfi kadrolarında savaşta başarı gösterenlerin yer almaları, ordunun geri kalanını teşvik ve iddialı hale getirmekte en büyük itici güç olacaktır.
Yine tarih göstermiştir ki, en zengin uluslar ne en güçlü ne de en mutlu uluslardır. Askeri gücün terazisinde demirin de altının da ağırlığı aynıdır.
Sf: 149
Ne var ki tarih iyi incelendiğinde maalesef yetenekli kişileri diğerleri arasından bulup ortaya çıkarmak işi adil yürümemektedir. Kafası az çalışanlar daima kıskanç olup kendi çevrelerinde yetenekleri az olan kişileri toplama eğilimindedirler. Çünkü, zeki ve yetenekli insanları yönetemeyeceklerinden korkarlar.
Yüksek komuta yeteneği ne ordunun sınıflarından, ne rütbelerin ve hizmet süresinin uzunluğundan gelir. Bu doğuştan gelen deha ve karaktere bağlıdır.
Sf: 153
İşgalci daima bir üstünlük kompleksi içerisindedir. Bu nedenle bu işi bir an önce halletmeye çalışacaktır. Bunun aksine, savunan taraf düşman zayıflayana kadar çeşitli tertiplerle düşmanı bitkin duruma düşürerek bu işi ertelemeye çalışır.
Bir generalin en büyük yeteneği tarihte de görüldüğü üzere, hem taarruz hem de savunma sistemlerinin kullanılışını bilmektir.
Sf: 155
Deniz veya nehir yakındaysa; düşmanı denize, veya nehre doğru sürmek için kullanılacak kara parçası, stratejik karar noktası olarak seçilmelidir.
Sf:160
Saldıran bir ordu, ileride düşman tarafından savunmaya geçmeye zorlanacağını hesaplayarak, harekat üssü ile cephesi arasına ihtiyatlarını mevzilendirerek, onları muharebe alanında her an göreve hazır tutmalıdır. Bu kuvvetler tehdit edilen noktaları desteklemek amacıyla çok çabuk mevzi değiştirebilmelidir.
Sf: 161
En önemli nokta, açılması güç olan geçitlerdir. Bu geçitler birer engel olup, bir defa ele geçirildikten sonra ise kuvvetlere çok üstünlük sağlar.
Sf: 163
Ordusunu iyi yönlendiren ve onların hareket yeteneğini sürekli kılan ve çevik tutan bir komutan, hem kazanacağı zaferler hem de bunlardan çıkaracağı büyük sonuç ve tecrübelerle kendisini daha güvende hissedebilir.
Sf:170
Bilimsel esaslara göre muharebe etmek için aşağıdaki noktalar göz önünde bulundurulmalıdır:
-Manevralar kanatlardan birine, her ikisine veya merkeze yöneltilmelidir. Düşmanın yanlarına yapılan manevralar onu, yerini ve mevzisini değiştirmeye zorlar.
-Yapılan planlamalar saldırı anına kadar düşmandan gizlenirse, başarı ihtimali artar.
-Merkeze ve kanatlara aynı anda yapılacak bir saldırı, eldeki kuvvetler sayıca üstün değilse savaşın temel prensiplerine ters düşer.
Sf:175
Acaba tarihteki büyük zaferlerin nedeni savaş önderlerinin bir önsezi veya ilhamı mı, yoksa birliklerin sahip olduğu üstün cesaret ve disiplin mi?
Sf: 178
Biri çıkıp da savaşın kural ve ilkeleri olmadığını iddia ederse, ona acımak ve dünya savaş tarihine özlü sözlerden biri olarak yer almış olan, Büyük Fredrich’in ünlü sözünü hatırlatmak gerekir: “Prens Eugen’in emir ve komutası altında yirmi sefere katılan bir katırın, başlangıçtaki taktik bilgisi ne ise sonuncusunda da aynıdır.”
Sf: 181
Savaş Sanatında şöyle yazmıştır: “Savaşta iyi neticelerin dayandığı temel ilkeler her devirde mevcut olmuştur… Bu prensipler değişken değildir; silah cinsine, zamana ve yere bağlı değildir.” Kitapta Jomini, eserin esas gayesinin “her savaş harekatında temel bir prensip bulunduğunu göstermektedir.”
Sf: 188
Jomini’nin Napolyon’un düşüşü hakkındaki düşünceleri ilginçtir. Napolyon’un askeri bilimle iyice yoğurulduğunu söyler, “ancak insanları küçük görmesi kendisine askeri bilimi uygulamayı unutturmuştur. Yaptığı ters hareketlerin nedeni, eskilerin kaderinden haberdar olmamak, geçmişteki yenilgileri bilmemek veya Haçlı Seferlerinin sonucunu unutmuş olmak değildi. Neden, dehasının kendisine düşmanlarına karşı sonsuz bir üstünlük sağladığı fikrine saplanmış olmasıydı. İnsan zekasının ve gücünün sınırlı olduğunu ve harekete geçirilen kitleler büyüdükçe, daha fazla deha gücünün doğanın değişmeyen yasalarına tabi bulunduğunu ve bu gücün olayları daha az yönetme imkanına sahip olduğunu unutarak, şan ve şöhretin doruğundan düşüverdi.”
Sf: 197
Savaş Üzerine adlı kitabından sık sık alınan bir cümle de şöyle der: “Kan dökmeden zafer kazanan generalden söz edilmemelidir. Şayet kanlı muharebe feci bir manzaraysa, bu manzara sadece savaşı daha fazla anlamak için ve insancıl bir tutumla kılıçlarımızın yavaş yavaş körelmesine meydan vermemek için bir sebep teşkil etmelidir, ki bir gün ortaya elinde keskin bir kılıçla biri çıkıp da kollarımızı vücudumuzdan ayırmasın.” Bu cümle tabii ki yine acı tecrübelerden kaynaklanmıştır.
Sf: 200
Düşmanımız “silahsızlandırılmışsa veya silahsızlandırılma tehdidi ile karşı karşıya bırakılırsa” bizim emellerimize boyun eğer. Bundan da “düşmanın silahsızlandırılması veya bozulması… her zaman savaşın amacı olmalıdır” anlamı çıkar. Her iki taraf da aynı amaca sahip olduğu için, karşılıklı muharebe had safhada olur. “Savaş had safhadaki şiddet hareketidir.”
Sf: 201
Clausewitz, askeri talimlerde çok kullanılacak bir cümleyi ortaya çıkartır: “Savaşta her şey çok basittir, ancak en basit şey çok zordur.”
Sf: 202
Savaşta her faaliyet dolaylı veya dolaysız mutlaka muharebe ile ilgilidir. Asker toplanır, giydirilir, silahlandırılır, eğitilir, uyur, yer, içer ve yürür, bütün bunların hepsi sadece uygun zamanda ve yerde savaşmak içindir.
Birçok cümlesiyle Clausewitz bu fikri işler: “Düşman silahlı kuvvetlerinin imhası her zaman diğer vasıtaların en üstünü ve en etkilisi olarak görünür, krizin kanlı çözümü, düşman kuvvetlerinin imhası için gösterilen gayret savaşın ilk erkek evladıdır.
Sf: 203
Clausewitz şöyle bir benzetme yapar: “Ticarette nakit ödeme ne ise savaşta da büyük küçük her hareket için silahla çözüm odur.”
Sf: 210
Clausewitz’in belirttiği gibi “her şey güçlü bir muhakeme kabiliyeti sayesinde doruk noktasını saptamaya dayanır”. Hareketin ilerleyişi devam ettiği sürece, taarruz eden taraf “denge sınırının dışına doğru kayar gider”. Yokuş yukarı yük çeken bir at gibi, ilerlemeyi durmaktan daha kolay bulabilir. Düşmanın amaçlarının yıkılacağını ümit ediyor olabilir.
Clausewitz, tereddüdün faydasının tedbir değil, cüret olduğunu söyler. Ancak bir general fazla tedbirden dolayı şansını yitirir, diğeri ise cüretkarlıktan dolayı felakete sürüklenir.
Sf: 211
Savaş Üzerine kitabında şöyle der: “Savaşta kardeşlerimizin ve çocuklarımızın çıkarlarını ‘heyecanlı kişilerden ziyade soğukkanlı kişilere’ teslim etmeyi tercih etmeliyiz.” Ve şöyle demiştir: “Akıllı olmak sadece daha fazla algılama yeteneğine sahip olmak değil, en güçlü duyguların karşısında dengeyi koruyabilmektir. Tereddütlerin, paniğin ve basitliğin üstesinden en iyi şekilde kişiliğin güçlü olması ile gelinir.”
Sf: 212
“Fiziki güçler kılıcın tahta sapı, moral güçler keskin ağzıdır.”
Sf: 214
İnsanları farklı toplumlara ayıran şey, coğrafi koşullar ve kültürlerdir. Tek ve kaçınılmaz birleşen ise içgüdüleridir ve bu değiştirilemez. Ya bir şeyin üzerine gidecekler veya ondan kaçınacaklardır. Bu da savaşın ta kendisidir. Ya haz duyarlar ya da acı çekerler.
Yüzbaşı Adolf von Schell’in günlüklerinden:
“Psikoloji ruh bilgisi demektir, kendimizinkini bilmediğimiz bir durumda, başkalarının ruhları hakkında nasıl konuşabiliriz? Karşılaşacağı bir olaya nasıl tepki göstereceğini önceden kesin bir ifadeyle söyleyebilecek birisi var mı? Bununla beraber, küçük birlik önderleri olarak, askerlerimizin ruhları hakkında bazı bilgilere sahip olmak zorundayız. Çünkü askerler, yani canlı insanlar savaşta birlikte çalışmak zorunda olduğumuz varlıklardır.
Bütün zamanların büyük komutanları askerlerin ruhları hakkında gerçek bir bilgiye sahipti.
Sf: 215
İnsan bilgisi özellikle iki nedenden dolayı zordur: Birincisi, kitaplardan öğrenilemediği için, ikincisi ise bireyin barış zamanındaki karakter yapısının savaş zamanında tamamen değiştiği için. İnsanlar savaşta, barışta olduğundan daha farklı tepki gösterirler. Dolayısıyla, savaşta değişik bir yönetim tarzı gerekir. Bu nedenle, barış zamanında savaş psikolojisini öğrenemeyiz. Benim inancım odur ki ; savaşta psikolojik ilkelerin doğru bir şekilde uygulanabilmesi için hiç kimse bir reçete veremez. Bizim emin olduğumuz tek şey şudur: Askerin psikolojisi daima önemlidir. Askerlerin iç dünyasını bilmeyen, anlamayan hiçbir komutan büyük işler başaramaz.
Çağdaş savaşlarda yüksek rütbeli komutanlar, zorunlu olarak cepheden geride bulunurlar ve askerin büyük çoğunluğu onları hiçbir zaman göremez. Sonuç olarak, asker psikolojisini anlamak ve askeri etkilemek görevi, geniş anlamda ast komutanlara düşmektedir.
Sf: 216
Özelliği, düşmana göre iç hatta bulunan 6 Alman tugayı, Rusların 1’inci ve 3’üncü ordularını yenmiştir. Strateji şudur: Bu 6 tugay Rusların önce bir ordusuna taarruz edip yenmiş, daha sonra hızla öbür Rus ordusunun cephanesine trenlerle kaydırılarak onu da mağlup etmiştir. Hindenburg, Ludendorff (iç hatlar harekatını planlayıp uygulayan Alman generaller) ve kurmayları bir tepe üzerinden muharebe sahasının bir kısmını gözetliyorlardı. Bu esnada kurmay albay Hoffman, genç bir yüzbaşının yanına gelerek düşük bir ses tonuyla dedi ki:
“Arkadaşım, yapacak bir şey yokmuş gibi görünüyorsun. Şimdi dikkatle beni dinle; X köyünde Londastrum taburu var. Onun komutanını ara ve bir Rus süvari tugayının, X köyüne doğru derin bir girme yaptığını ve Londasturm taburunun karşı saldırıya geçerek Rusları geri püskürteceğini söyle.”
Bunu duyan genç subay şaşırdı ve dedi ki: “Komutanım, o gördüğünüz taburda sadece 45 yaşın üzerinde insanlar var. Bir Rus süvari tugayını onlar yenemez.”
Albay cevapladı: “Sen sadece o emri ver, eğer tabur komutanı emre uymayı reddederse, ismini sor. Verilen emri derhal yapacağını göreceksin.”
Yüzbaşı telefonla emri iletti ve tabur komutanı yarbay müthiş bir şaşkınlıkla cevapladı: “Bu yaşlı insanlarla bir tugay Rus süvarisine nasıl saldırabilirim? Bu mümkün değil.”
Bunun üzerine yüzbaşı: “Böyle bir durumda derhal isminizi almam için emir verildi.” Tabur komutanı, “Benim ismimi mi?” dedikten sonra, “Öyle demek istemedim, elbette taarruz edeceğiz. İlk önce kendi birimimi hemen göndereceğim ve beş dakika içinde yürüyüşe geçeceğiz. Emir derhal uygulanacaktır,” dedi ve emir uygulandı.
Kendisi için rahatsızlık verecek bir neticeden korktuğu için tabur komutanının saldırı korkusu ortadan kalkmıştı.
Bir görevle ilgili olan insanı tanıdığımız sürece, doğru tahmin yapmak nispeten kolaydır, ancak iyi tanımanıza rağmen yine de çoğu zaman zordur. Çünkü, insan her zaman aynı kalmaz, değişebilir. O bir makine değil, savaşta yönetilmesi gereken insanlardır. Her biri farklı bir şekilde tepki gösterir, bu nedenle her birine ayrı şekilde yaklaşılmalıdır. Daha da önemlisi, her biri farklı zamanlarda farklı bir şekilde tepki gösterir ve her birine, her olaydaki değişik tepkisine göre farklı davranılmalıdır.
Sf: 217
Savaşta bulunmuş olan bizler biliriz ki, yapmak zorunda olduğumuz en zor şey, düşman ateşi altında sessizce yatmak ve bu saldırıya beklemektir. Niçin?
Düşman ateşi altında yatan ve bekleyen bir asker, kendisini koruyamayacağı hissine kapılır. Düşünmeye zamanı vardır. O sadece kendisine isabet edeceği mermiyi bekler. Kendini yalnız ve terk edilmiş hisseder.
Sf: 218
1917 Şubatı’nda, Karpat Dağları’nda bölüğüm, savaş alanına bütün cephelerden hakim yüksekçe bir yerdeydi. Romanyalılar bazı yerlerde bizden 20 metre uzaktaydılar. Bir gün ani bir düşman saldırısı sonucu dağın zirvesine kadar püskürtüldük. Süngü ve el bombaları ile sıkı bir göğüs göğüse muharebe başladı. Bir saatlik çarpışmadan sonra, Romanyalıları dağdan aşağıya doğru püskürtmeyi başardık. Çatışmaların başlangıcında, siperde benim yanımda bulunan topçu iler gözetleyicisinin vurularak düştüğünü görmüştüm. O andan itibaren topçu desteği olmaksızın savaşmamız gerektiğini hissettim. Çatışma bittiğinde alayı arayarak bize destek vermediğinden şikayetçi oldum. Bundan hemen sonra ilgili batarya komutanı bana geldi ve çalışma boyunca bataryasının beni desteklemek için 300 mermi attığını söyledi, yani dakikada 5 atış. Bir atış sesi dahi duymamıştım. Çatışma telaşıyla, topçularımızın ateş edip etmediklerinin farkına bile varmamıştım
Sf: 219
Askerlerin istekli olarak devriye görevine gitmelerinin sebebi, hareket halinde olma arzusundan kaynaklanmaktadır. Tekrar etmek gerekirse, düşman ateşi altında yatmak ve beklemek fevkalade zordur, çünkü bu durumda insan kendisini kör talihe teslim olmuş hisseder. Devriye gezerken durum farklıdır. Asker, kaderinin kendi ellerinde olduğunu hisseder. Kör talihe bağımlı olmadığını bilir, hangi yolu seçeceğini kimse söylemez, aksine ne yapacağına kendisi karar verir. Durumu kendisinin kontrol ettiğini hisseder. Örneğin şöyle düşünebilir: “Tepe üzerindeki şu patika tehlikeli görünüyor, niçin olduğunu bilmiyorum, ama kesinlikle öyle hissediyorum, dolayısıyla vadinin içinden gitmeyi tercih ederim.” Hareketlerinin kendi iradesine bağlı olduğunu hisseder ve sonuç olarak bu iradeye uygun hareket edebilir. Bu emniyet duygusunun belirleyici bir faktör olduğunu gösteren şu iki örneğe bakalım. Emniyetin gerçekte olup olmadığı önemli değildir.
Eylül 1914’te Chemin des Dames civarında bir tepe üzerindeydik. Hemen sağ yanımızda bir yol ve Fransızlar tarafından işgal edilmiş olan Berry-au-Bac’a kadar uzanan bir kanal vardı. Yol üzerinde taş duvarlı bir ev bulunuyordu. Bu evin içerisine, yolu gözaltında bulundurmaları için 5 veya 6 adam bırakmıştım. Bir gün Fransızlar ağır toplarla eve ateş açtıklarında ben de orada bulunuyordum. Her dakika bir top mermisi düşüyordu. Herkes bilir ki, tek tek atılan mermiler bir baraj ateşinden daha fazla rahatsız edicidir, çünkü ateş aralarında beklemek ve düşünmek için zaman vardır. İlk top mermisi yaklaşık 5 metre kısa düştü, ikincisi yaklaşık 100 metre uzun, üçüncü yine kısa, ondan sonraki evin yakınına düştü. Dikkat ettiğim husus şuydu, askerlerim sıkıntılıydılar, evin ortasına düşecek top mermisini bekliyorlardı. Bulunmam gereken yer orası olmamasına rağmen, böyle bir zamanda askerlerimi yalnız bırakamazdım. Birlikte beklemeye başladık. Bu bekleme ve belirsizlik bizi oldukça sinirlendiriyordu. Evin içinde oturduk ve her top mermisinin sesini dinledik. Tam olarak çok uzağa mı, yoksa çok yakına mı veya sağımıza mı yoksa solumuza mı düştüğünü söyleyebilirdik. Sonuçta şöyle bir düşünce geldi aklıma: “Bu evin duvarları çok kalın. Gerçekten de 1 metre kadar var. Biz içindeyken, evin dışında bir top mermisi patlasa, hiçbirimize zarar vermez. Fakat top mermisi evin üstüne düşecek olsa, evin dışında olmak daha emniyetli olur. Bu nedenle, yapılacak en iyi şey kapıya yakın oturmak ve top mermisinin nereye gittiğini söyleyebilir ve evin dışına mı yoksa içine mi gideceğimize karar verebiliriz.”
Sf: 220
Böylece, kapının yanında bir iskemleye oturdum ve çok geçmeden tamamen rahatlamıştım, öyle bir rahatlama ki uykuya dalmışım. Bu hareket askerlerimi de sakinleştirdi, öyle ki kağıt oynamaya başladılar. Birkaç saat sonra top ateşi kesildi.
Bu durumda benim yaptığıma gülebilirsiniz. Ben de gülmeye hazırım. Öyle bir anda düşüncem çok saçmaydı. Bir top mermisinin 3-4 metre sola mı yoksa sağa mı düşeceğini kimse kestiremez. Ben sadece şu noktaya dikkat çekmek istiyorum; gerçekten emniyette olup olmamak önemli değil, önemli olan emniyette olduğumuzu hissetmektir.
Sf: 221
Korktuğumuz başımıza geliyordu. Ruslar, Avusturya bataryasına ağır topçu atışlarıyla ateşe başladılar. Her üç veya dört atışın biri, kaldığımız sundurmanın yakınlarına düşüyordu. Gece oluncaya kadar veya Rus balonu yere ininceye kadar hiçbir yere hareket edemezdik. Top mermileri bulunduğumuz yerin çevresine düşmeye devam etti. Hiç kimseden yek bir kelime dahi çıkmadı. askerlerim çok sinirliydiler. birkaçı yanıma gelerek havadan sudan bahanelerle dışarı çıkmak için izin istedi. Hiçbirine izin vermedim, zira belliydi ki emniyetli bir yere gitmek istiyorlardı. sinirsel gerginlik iiyice artmıştı. Aniden bir top mermisi bölüğün tam ortasına düştü, fakat patlamadı. Sinirler kopma noktasına kadar gelmişti.Kaynamaya hazır bir çaydanlık gibiydik. emniyet hissini kazanmak için birilerinin bir şeyler yapması gerekiyordu. Aklıma güzel bir fikir geldi. Bölük berberini çağırdım, arkam cepheye dönük olarak önüne oturdum ve saçlarımı kesmesini söyledim. Hayatımın en rahatsız saç tıraşı olduğunu söylemeliyim. Başımızın üzerinden her top mermisi geçişinde başımı yere eğiyordum ve bu arada berber saçımdan bir kaç kılı kesmek yerine, kopartıyordu. Fakat bu davranışımın etkisi mükemmeldi; askerler, eğer bölük komutanı sakince oturuyor ve saçlarını kestirebiliyorsa, durum o kadar kötü değildir diye düşünmeye ve kendilerini de muhtemelen zannettiklerinden daha emniyette hissetmeye başlamışlardı. Aralarında sohbet etmeye başladılar, birkaç fıkra anlatıldı, bazıları kağıt oynamaya koyuldu, birisi şarkı söylemeye başladı. Birkaç dakika sonra yakınımıza düşen bir top mermisiyle iki askerimiz yaralandı. Buna rağmen artık hiç kimse top mermilerine aldırış etmiyordu.
Sf: 222
Uzun bir süre savunmada bekledilerse, devriye çıkarmak için özel bir neden olmasa bile, onlara devriye görevi verin. Devriye görevi onlara özgüven ve üstünlük duygusu kazandırır.
Sf: 224
Dünya savaşından önce, subaylara ve askerlere fiili savaşta karşılaşacakları etkiler ve gerçek bir savaşta harekatın başlangıcında katlanmak zorunda kalacakları şaşkınlık ve zihinsel zorluklar hakkında tanıtıcı bilgiler verilmesi ya çok az düşünüldü ya da hiç düşünülmedi.
Sf: 227
Askerlerimden hiçbiri ateşe karşılık vermedi, çünkü ateş edecek hiçbir şey göremiyorlardı. Sabırla Rusların hücuma geçmesini beklediler. Hiçbir hareket yoktu. Ertesi gece aynı şey tekrar etti. Üçüncü gece ateş biraz hafifledi ve birkaç gün sonra da gece hiç ateş edilmedi. Boş yere ateş etmenin sebebi hep aynıdır; askerlerin psikolojik şaşkınlıkları, ateş ederek tatmin olmaktır. sonuç olarak askerler sinirsel dayanma güçlerini sonuna kadar kullanmakta ver gerginliklerini atabilmek için cephane tüketmektedirler.
Sf: 230
Savaşta yeterli bilgiye sahip olmayınca aptal bir teğmeni keşfe görevlendirirsiniz, saatlerce bütün araziyi dolaşır, sonunda kendi birliklerinizin yerini tespit ederek döner.
Sf: 232
Tabur doğuya doğru bir cebri yürüyüşe başladığı zaman hava zifiri karanlıktı. Zaman zaman yürüyüş araziden yapılıyor, her 30 dakikada bir 5 dakika koşuluyordu. Savaşlarda, yürüyüş zaiyatları gece yürüyüşlerinde ve geri çekilmelerde hiçbir zaman ağır olmaz. Sebebi basit: Kimse nerede olduğunu bilmediği bir zamanda veya düşmana yakalanmaktan korktuğu durumda birliğinden ayrılmak istemez.
Açık savaşta biz, düşmanın nerede olduğunu, kuvvetinin ne kadar ve niyetinin ne olduğunu hiçbir zaman tam olarak bilemez. Savaş, harita meselesi kadar kolay değildir. Önderler, hemen hemen her zaman, tam bilgiye sahip olmadan emirler vermek zorunda kalırlar. Çoğu zaman belirsizlik olmayan tek şey görevimiz ve amacımızdır. Bunlar çoğunlukla, bizim emirleriminizin temelini oluştururlar. Eğer bir önder emir vermek için tüm bilgileri beklerse, emir veremeyecektir.
Savaşta bilgilerin çoğu yanlış ve yanıltıcıdır.
Sf: 237
Bir taarruzun başlangıcında düşman hakkında hiçbir zaman yeterli bilgimiz olmadı.
Sf: 243
Her mangada, önceden cephede bulunmuş bir veya iki asker vardı. Diğerleri 20-22 yaşlarında genç askerlerdi. Her evde bu deneyimli askerlerden birkaç tane bulunuyordu. Genç askerler devamlı etrafında toplanıp merakla onların hikayelerini dinliyordu. Doğal olarak bu hikayeler savaşla ilgiliydi, savaşın nasıl bir şey olduğunu ve eski askerlerin savaştan ne öğrendikleri hakındaydı. Onlar, tecrübeli olduklarından ve savaş hakkında hiçbir şey bilmeyen bu acemi çaylaklara bir şeyler öğrettiklerinden dolayı gururlanıyorlardı.
Sf: 244
Almanlar, Rus siperlerine girmişti. Genç askerlerin nasıl taarruz ettiklerini görmek çok zevkliydi. Tecrübeli arkadaşlarını dikkatle izliyor ve söylediklerini yapıyorlardı. Bu kısa bir harekattı ve Almanlar kazanmıştı. Hemen takip başladı. Şimdi genç askerler, tecrübeli arkadaşlarına daha çok güveniyorlardı. Buna karşılık onlar da genç arkadaşlarına güveniyorlardı. Sonunda herkes: ‘Evet, biz Hindenburg’un emrinde savaşıyoruz,’ diyordu.
Sf: 247
Aynı zamanda ormandaki Ruslar da teslim olmaya mecbur bırakıldı. 90 bin esir ve 200 top ele geçirildi. Rus 10’uncu Ordusu imha edilmişti.
Bu harekatın değişen koşullarında genç askerlerin tepkileri incelenirse şu sonuçlar ortaya çıkar:
Öncelikle, onlar sadece ismi bile güven duygusu veren bir komutana sahiptir. Savaşın başlarında böyle kendisini kanıtlamış bir komutana çok ender rastlanır, fakat birliklerin güvenini kazanacak birine mutlaka sahip olunmalıdır. Tam istirahat edeceklerini sandıkları sırada, birden farklı bir yöne doğru yeniden yürüyüşe başlandığında, bazı acemi askerler şikayet ve sızlanmalarda bulununca yaşlı askerler hemen homurdanarak onları azarladılar:
‘Pis acemiler Hindengburg’dan daha mı zekisiniz? Savaş hakkında ne biliyorsunuz ki? Eğer biz ikna olduysak siz de ikna olmalısınız. Siz evinizde annenizin kucağındayken, bir yürüyüş yapıyorduk.’
Sf: 248
Kıdemli askerler kendilerini genç ve acemilerin öğretmeni olarak görüyor ve onların üzerinde bir sorumluluk hissediyorlardı. Askerlerin sadece dörtte biri tecrübeli olmasına rağmen, etkileri tüm birliğe tecrübeli asker kazandırmaya yeterliydi.
Sf: 249
Savaşta baskın hayati bir konudur ve bunu sağlamak için hiçbir gayret esirgenmemelidir.
Sf: 256
Bilgiler aşamalı olarak gelir, hiçbir zaman bir sonraki dakikanın bize taze ve önemli ilave bilgiler getirip getirmeyeceği bilinemez. Karar şimdi mi verilecek yoksa biraz daha beklenecek mi? Karar verme anını tayin etmek, genelde kararı oluşturmaktan zordur.
Sf: 257
General von Seeckt’in bir sözü:
‘Bilgiye sahip olmak gereklidir, fakat bu bir çırağın işidir. Kalfanın görevi öğrendiklerini kullanmaktır. Fakat her durumda bütün meseleleri halletmeyi sadece usta bilir.’
Sf: 261
Tabur, karanlıkta yürümeye başladı. Ay ışığı yoktu, fakat yıldızlar parlıyor ve kuzeyin hangi tarafta olduğunu gösteriyordu. Şimdi tekrar bir yol kavşağına gelmişlerdi. Tabur komutanı sağa mı sola mı yürüyeceklerini bilmiyordu ve buna karar vermeyi atına bıraktı. Atı sola giderse sola, sağa giderse sağa yürüyeceklerdi. Ormanın, kumsalın ve bataklığın içinden yürüdüler. Ara sıra karanlık ormanda ve zifiri karanlık gecede, hayat emaresi olmayan, ölü ve simsiyah köylerden geçtiler.
Sf: 262
Kendilerine çekilme emrini getirecek olan askerlerin yolunu kaybettiğini, atının bataklığa saplandığını ve mesajı ulaştırmadan geri döndüğünü de orada öğrendi.
Barıştaki çalışmalarda her şey tamdır. Kadrolar dolgundur; herkesin haritası, pusulası vardır; uzun, şık emirler hazırdır.
Savaşta ise tam tersidir. Hayal edemeyeceğini durumlar ortaya çıkar. Barışta ilkokul taktikleri uygularız. Savaşta ise liseden daha ileri bir seviyededir. Sürprizler ve psikolojik nedenler, savaşa yön veren en önde faktörlerdir.
Her asker bilmelidir ki savaş, sürekli değişen, beklenmedik, şaşırtıcı durumlarla doludur. Savaştaki problemler, matematik formülleri ve önceden belirlenmiş kurallarla çözülemez.
Barışta basmakalıp durumlar ve çözümler ve de eğitim vardır.
Oysa savaşta, ‘durum şudur ve öğrendiğim kurallara göre taarruz etmeliyim veya savunmalıyım’ diyemezsiniz. Savaşta karşılaşılan durumlar genellikle karmaşık ve hayli çarpık olup, asla belli kalıplara uymazlar. Onların üstesinden ancak, önceden belirlenmiş formalar ve sabit fikirlerle hareket serbestisi kısıtlanmamış, uyanık zeka ile gelinebilir.
Sf: 264
Günden güne, halen elde kalan toplar için cephane temin etme zorluğu da vahim hale gelir. Giderek insan, yani elinde tüfeği ile piyade daha da belirleyici hale gelirken, askeri makinenin, bir makine olarak daha az önemli hale geldiğini görürüz.
Her gün sayıları azalmasına ve fiziki gücü yok olmasına rağmen, muharebenin yükünü artan bir ölçüde taşımak zorunda olan piyadedir.
Sadece geçmişte yapılan savaşları inceleyerek gelecekteki savaşları inceleyerek gelecekteki savaşları tasavvur edemeyiz. Öyle olsaydı, en iyi tarih profesörü en iyi general olurdu.
Sf: 268
9’uncu bölük komutanı, karanlığın örtüsünden yararlanarak, Ruslarla yakın temas tesis etmeyi planladı. 20 askerle birlikte sürünerek bataklığa girdi. Rus tel engelinin sınırına kadar girmeyi başardı, fakat tel örgüyü kesmeye başladığında yeniden yaylım ateşi başladı. Bu küçük Alman grubunun hemen hemen 50 metre önünde, bir makineli tüfek öyle bir yerdeydi ki, bu kadar kısa mesafeden ona ateş etmek mümkün değildi. Siperlerden bir mermi seli akıyordu. Almanlar kendilerini yere yapıştırmalarına rağmen, mermiler başlarının üzerinden sıyırıp geçiyor, küçük çarpma sesleri çıkararak arkadaki bataklığa saplanıyordu. İlerlemek de geri çekilmek de imkansızdı. Başını hafifçe, hatta 3-5 santim kaldıracak bir asker kendini ölü sayabilirdi. Bu küçük gruptan bir kaç asker maalesef başlarını kaldırdılar. Diğerleri ümitsizce toprağı kazmaktaydı. Kendilerine bir ölçüde örtü sağlayıncaya kadar elleriyle, dizleriyle hatta ağızlarıyla toprağı eşeliyorlardı. Şimdi Rus ateşine bataklığın diğer tarafındaki Alman hatlarından aynı biçimde cevap verilmeye başlanıldı. Böylece, bizim küçük grubumuz düşman ateşi ile kendi arkadaşlarının ateşi arasında kalmıştı.
Geceyi Rus makineli tüfeklerinin hemen dibinde, sessiz, hareketsiz ve gün ışığı ile birlikte geleceği muhakkak görünen ölümü bekleyerek geçirdiler. Bu bir tür avuç askerin yaşamak zorunda olduğu böyle bir gecenin ne kadar müthiş bir sinir testi olduğunu ancak böyle bir tehlikeyle uzun süre karşı karşıya kalmış ve elinizden hiçbir şey gelmemiş biri anlayabilirdi.
Sf: 270
En iyi keşif daima taarruz olacaktır. Taarruz, çoğu zaman düşmanın kuvvetini, mevkiini ve niyetini ortaya çıkarabilecek yegane vasıtadır. Gözle keşif ve keşif yolları, kendi başlarına bu bilgiyi elde etmeye hiçbir zaman muvaffak olmamıştır ve muhtemelen gelecekte de asla olmayacaktır.
bu harekatta, Rusların daha geriye çekilmemeye karar verdikleri ancak taarruzla ortaya çıkarılabilmiştir. Bu nedenle taarruz başarısız değildi. Başka bir yöntemle bu kadar kısa sürede böylesine bilgi edilemezdi.
Sf: 272
Savaşın Gordion düğümünü kesimenin (savaşın zorluklarını alt etmenin) en çabuk ve en kestirme yolu taarruzdur. Ve sınırlı hayal gücümüzün geleceğe doğru uzanabildiği kadarı ile tereddütte kalındığı zaman uygulanacak en makul hareket tarzı da budur ve asla değişmeyecektir.
Sf: 273
Bundan sonra kritik olan mesele, taarruz eden piyadenin, kesinlikle başarılı olacağı inancıdır sokmaktır.
Sf: 274
Bu gerçekleştirildiği takdirde, zafer yarı yarıya kazanılmış sayılır. O taarruzun ayrıntıları konusundaki kendi görüşlerinin dikkate alındığı hissine daima sahip olmalıdır. Çünkü her insan, herhangi bir hareket onun düşüncesine göre icra edildiği takdirde bu hareketin başarılı olacağına kuvvetle inanır.
Sf: 278
Alman zayiatı ağır olmuştu. Mesela, harekata katılan 1 subay ve 90 askerinden; 9’uncu bölük, harekat sonunda 1 subay 40 askere düşmüştü. Bir tek çatışmada yüzde elliden fazla zayiat vermişlerdi.
Gece yaralılar tahliye edildi ve sahra mutfakları ileri getirildi. Şans eseri, memleketten gelen posta da bu akşam ulaşmıştı. Fakat, 9’uncu bölüğe gelen birçok mektup ve selamın artık sahiplerine iletilmesi mümkün değildi.
Anlatılanların tamamı, I. Dünya Savaşı’nın, Güneydoğu kanadı, yani Osmanlı İmparatorluğu toprakları dışında, açılmış olan tüm cephelerde cereyan eden muharebelerde askerlerin nelerle karşılaştığına ait olaylardır.
Bu savaşta, İngilizler-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları diğer taraftaydı. Çanakkale ve Kut’ülamere gibi, kahramanlıklar ve destanlar yatırılan muharebeler de savaşın sonucunu değiştiremedi. Neticede, Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorlukları birbirinden ayrıldı. Almanya’da içsavaş çıktı, Avusturya ve Macaristan birbirinden ayrıldı ve ülke içinde karışıklıklar çıktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun elinde sadece Anadolu topraklarının bir bölümü kaldı. İngiliz, Fransız ve İtalyanlar kıymetli bölgeleri aralarında paylaşarak işgal etmeye başladılar ve başkent işgal edildi.
Sonuç: “Niye böyle oldu?” Cevabı net ve kesin:
Kötü bir askeri strateji, çünkü insan kaynağı ile ekonomik gücünü hesaba katmadan, geniş coğrafyalara dağılmış, asıl hedefin ne ve neresi olması gerektiği ortaya koymadan savaşmaya sürülmüş ordular olduğu için…
Sf: 289
Bu yolu seçen bir devlet hazırlıklarını tamamlayarak, askeri gücü doruk noktasına eriştiğinde, diğer ülkeleri savaşla tehdit eder ve gerekirse çarpışır. Biraz da şansı varsa, fetihler yapabilir, ele geçirdiği topraklardaki doğal kaynalar artık saldırgan devleti daha fazla kendi kendine yeterli kılacaktır.
Sf: 290
Gerçek: Milletler arasındaki farklı nüfus artışıdır. Teori: Devlet biyolojik yasalara bağlı olan bir organizmadır. Bunun anlamı şudur: Nüfusu artan , büyüyen bir millet genişlemelidir.
alman jeopolitikçilere göre (ki jeopolitiği var eden kendileridir) sadece büyük güçlerin büyüdüğü kabul edilir, küçük devletler bir gün yok olabilirler, fakat Almanya’nın yok olabileceği hiç düşünülemez!
Sf: 296
Hitler “Yaşam sahası” ile ülkenin askeri potansiyeli arsındaki ilişki konusunda şöyle der:
“Halkın yaşam sahasının büyüklüğü dış güvenlik için vazgeçilmez bir faktördür. Halkın yaşadığı alan genişledikçe doğal koruma da kolaylaşır, çünkü küçük topraklarda yaşayan kalabalık milletlere karşı askeri zafer daha çabuk ve daha kolay kazanılır. Böyle devletin sahip olduğu topraklar büyük olursa, ufak tefek taarruzlara karşı bir oranda korunmuş olur, çünkü saldırgan ancak uzun ve çetin çarpışmalardan sonra başarı elde edebilir, (bu söylediği kendi başına geldi!) demek ki olağanüstü bir sebep bulmadıkça baskın tarzında taarruz tehlikesi olmayacaktır. Devlet topraklarının büyük oluşu özgürlüğün ve bağımsızlığın daha kolay korunmasına yol açar, aksi takdirde toprakların küçüklüğü taarruzu davet eder.”
Almanya bir dünya gücü olacak ya da hiçbir şey olmayacaktır. Ancak dünya gücü olmak çin günümüzde böyle bir güce önem kazandıran ve halkına hayat veren büyüklükte topraklara sahip olmak gerekir.
Sf: 299
Bu sözler, herhangi birine değil, Mareşal Petain’e aitti.
Sf: 347
Kıyılardaki üslerden çok uzak mesafelerde faaliyet gösterebilme imkanı uçak gemilerine duyulan ihtiyacı ortadan kaldıracaktı.
Sf: 364
Machiavelli, Castruccio Castracani’den takdirle bahseder. “Hile ile kazanabileceği durumda hiçbir zaman zor kullanmaya teşebbüs etmedi, çünkü söylemiş olduğu gibi, galiba şeref getiren, zaferin nasıl kazanıldığı değil, zaferin kendisidir.” Dolayısıyla Machiavelli’nin düşüncesine göre generaller sadece askeri faaliyetlerle ilgilenmekle kalmamalılar; aynı zamanda düşmanın cesaretini kırmak için onu aldatacak etkin yöntemler icat etmeli ve hileden yararlanmalıdır.
Sf: 365
Savaşların kaderinde en kati faktörler, her zaman için komutanın yeteneği ile askerin cesaretiydi.
“Savaşta başarıyı sağlayan altın değil, askerdir… Çünkü altın sayesinde iyi asker bulmak imkansızdır, ama iyi askerler sayesinde altın bulmak hiç de imkansız değildir.”
Sf: 368
“Şayet (bir general) bir muharebeyi kazanıyorsa bu, yapılan diğer bütün hataları ve kusurları siler.”
Ayrıca muharebeden kaçınmak diye diye bir şey söz konusu değildir. Eğer düşman muharebeye karar vermişse, her zaman için sizi öyle bir pozisyona zorlar ki, muharebeyi kabullenmek zorunda kalırsınız. Eğer düşman bütün tehlikeleri göze alarak muharebe etmeye karar vermişse, hiçbir general bundan kaçamaz.
Sf: 370
İyi bir ordunun temelinde iyi bir disiplin yatmaktadır. “İyi bir düzen askerler yiğitleştirir, bozuk düzense korkaklığa iter.” Disiplin cesaretten daha etkilidir ve fiziki kuvvete de galip gelir. “Pek az kimse doğuştan cesurdur, ama iyi bir düzen ve disiplin bir çok kimseyi cesur kılabilir. Bir orduda cesaretten daha fazla, iyi bir düzen ve disipline güvenilmelidir.”
Sf: 378
Roma ordusunun yenilmezliği ve Roma İmparatorluğu’nun büyüme doğrultusu, Romalıların aklın bulabileceği en iyi örgüte sahip olduklarının deliliydi.
Sf: 411
Savaşa girmiş bir millet, kuşatılmış bir kale halkına benzetilebilir. Kale halkını teslim almaya zorlamak için kuşatmacılar sadece savunma yapan askerler, askeri yoldan mücadele etmezler, kalenin içindeki sivilleri de aç bırakarak teslim olmaya zorlarlar, topyekun savaş da bir milletin silahlı kuvvetlerine askeri taarruz gerçekleştirirken sivil halka da askeri olmayan yollardan taarruz eder. Böylece siviller (savaşmayanlar) ve askerler (savaşanlar) arasında fark kalmaz, kuşatılmış bir milletin ihtiyacı olan yiyecekleri ve askerleri ikmal maddelerini temin etmek için, Ludendorff ekonomik bakımdan kendi kendine yeterli olmayı önerir.
Sf: 418
Alexander Hamilton: “Dış tehlikelere karşı güvenlik içinde olma arzusu ulusal davranışlara yön verici en önemli etkendir. Gerektiğinde özgürlükler bile güvenliğin emirlerine baş eğmelidir, zira insanlar daha fazla emniyet içinde olmak için daha az özgür olmak tehlikesine katlanmaya hazırdırlar.”
Sf: 429
İdare edilmesi ne kadar güç olursa olsun, geliri masrafından ne kadar az olursa olsun, hiçbir millet şimdiye kadar hiçbir sömürgesinden vazgeçmeye istekli olmamıştır. Bu tür fedakarlıklar çoğunlukla çıkarlar için yararlı olsa da, milletin gururu her zaman zedelenmiştir.
Sf: 437
ABD’nin Avrupa’dan uzak ve topraklarının çok geniş oluşunun ABD için son derece değerli olduğunu anlamıştı, çünkü bunlar yabancı bir kuvvetin istilasını imkansız kılmasa bile zorlaştırabilirdi.
Ancak güvenlik “kuvvetsiz mümkün değildir,” sadece güçlü olduğumuz zaman “barışı veya savaşı çıkarlarımız doğrultusunda seçme imkanına sahip olabiliriz.” Fakat güçlü olmak, birlik içinde bulunmaya “hükümete, silahlara ve ülkenin kaynaklarına bağlıdır.”
Sf: 446
Bireyler çok varlıklı olabilirler, fakat onları korumak için millet kuvvete sahip değilse, millet ve bireyler uzun zamanda elde etmiş oldukları hakları, özgürlüğü ve bağımsızlığı da bir gün kaybedebilirler.
“Kuvvetin varlığı güvence altına aldığı ve varlığın kuvveti arttırdığı gibi, varlık ve kuvvet, tarım, ticaret ve sanayi arasında bir uyum gerektirir. Bu uyum olmazsa bir millet asla kuvvetli ve varlıklı olamaz.” Demek ki, üretici kuvvet milli egemenliğin anahtarıdır.
Sf: 448
“Yoğun nüfusun ve çeşitli doğal kaynaklarla dolu geniş toprakların şart olduğuna” inandı.”Bunlar halkın manevi yapısının ve maddi gelişmesi ile siyasi gücünün temelleridir… Sınırlı bir nüfusa ve topraklara sahip olan bir millet, özellikle dil farklılıkları varsa sadece sakat bir edebiyata, sanat ve bilim kurumlarına sahip olabilir. Küçük bir devlet çeşitli üretim kaynaklarını hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleştiremez…” Böylece küçük milletler bağımsızlıklarını, büyük zorluklarla sürdüreceklerdir ve sadece daha büyük bir fedakarlık gerektiren ittifaklarla var olabilirler.
Sf: 449
Bir millet “daha az gelişmiş milletlerin uygarlıklarını yararlı bir biçimde etkileyecek güce sahip olmalı ve kendi nüfus fazlası, zihni ve maddi kapitali ile sömürgeler kurarak yeni milletler doğurmalıdır. Bir millet sömürge kuramadığı zaman, tüm fazla nüfusu başka ülkelere çıkar; bu edebiyatı, uygarlığı ve endüstrisi için kayıptır ve durumdan diğer milletler yararlanır, ABD’ye olan Alman göçü bakımından bu görüş çok doğrudur.” Kuzey Amerika’ya göç edenlerin bu kadar zenginleşmelerinin faydası nedir? Kişisel ilişkilerinde Alman milletinden ilelebet kopmuşlardır ve maddi üretimlerinden Almanya sadece önemsiz şeyler umabilir.
Sf: 450
List şöyle yazmıştı: “İngiltere her denizin anahtarını ele geçirmiştir ve her millete karşı nöbete dikilmiştir. Almanlara, Fransızlara, Kuzey Amerika, Bermuda Adaları, Orta Amerika ve Jamaika’da oturanlara, Akdeniz kıyısındaki tüm ülkelere; Cebelitarık’a Malta’ya, Yunan Adaları’na, Hindistan’a giden yolların üzerindeki en önemli stratejik mevkilere sahiptir. Cebelitarık vasıtasıyla Akdeniz’de, Aden vasıtasıyla Kızıldeniz’de ve Karaçi vasıtasıyla Basra Körfezi’nde hakimiyet kurmuştur. (Akdeniz’in kontrolü demek; Cebelitarık, Malta ve Kıbrıs demektir. Bugün halen, bu üç yerde İngilizlerin askeri üsleri vardır!) Her denizi ve denizyolunu keyfince açıp kapatabilmek için artık sadece Çanakkale Boğazı’nı, Süveyş ve Panama kanallarını eline geçirmeye ihtiyacı vardır.”
Sf: 457
“Devlet kendi ikmal kaynaklarına dayanmayan bir durumda ise varlığı tehlikededir. Acil bir durumda… savaşta… artmakta olan nüfusumuzun beslenmesine yetecek miktarda tahılı gözden çıkarmamızın mümkün olmayacağı inancındayım. Bir savaş halinde Almanya’nın başkasının meçhul yardımından ziyade kendi tarımına güvenmesini daha iyi bir siyaset olarak görürüm. Sarsılmaz inancım odur ki, gelecek bie savaşta ordunun ve ülkenin beslenmesi, sonucu etkileyecek bir rol oynayacaktır.”
Doktrin: “Devlet, özgür adamların birliğidir. Kaçarak özgür olunmaz!” – Osman Pamukoğlu
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (29)
- english (8)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (149)
- kitap (156)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)