Sf: 11
Spor Yapmadan Genç Kalınmaz
TV ve gazetelerde sık sık sağlıklı yaşam üstatlarını izliyoruz. Bunlardan bazıları sözde doktor, bazıları doktor bile değil…
Ama;
Anti-aging, sağlıklı yaşam konusunda reyting yapmak için, bol keseden atıp tutuyorlar. Şunu yersen şu olur, bu olur, diye…
Acaba kaç kişi yediğinin günlük kalori hesabını tutar?
Vallahi!…
Ben bugüne kadar yediklerimin, içtiklerimin kalori hesabını hiç tutmadım.
Akılcı beslendikten sonra bunlara ne gerek var ki?
Yabancı basından, sağdan soldan bulup okuyup tercüme ettiklerini millete yutturmaya çalışıyorlar.
Adamların hayatlarında akılcı beslenmedikleri gibi…
Spor yapmadıkları da hallerinden belli oluyor…
Ancak;
Bu üstatlardan! bazıları, üste para verip çıktıkları TV kanallarında ve gazetelerde kendi reklamlarını yapıp…
Ya kendilerine ait çakma ilaç! satıyorlar, ya da başka firmalara ait öteberiyi…
Sonrada, bu sömürüden çuvalla! para kazanıyorlar.
Sf: 23
Prof. Sultanov’un anlattığına göre;
Kafkas hakları votkaya, şaraba değil…
Çaya düşkündür.
Onlar için, çay yedikleri yemek kadar önem taşır.
Ancak, ay içmeyi bilmek şart.
Aksi takdirde, akşama kadar da çay içseniz, bir faydasını göremezsiniz.
Çay içmeyi bilmek demek;
Öncelikle ne zaman içilmesi ve nasıl demlenmesi gerektiğini bilmek anlamına geliyor.
Kafkasya’da çay yemeklerden önce içiliyor.
Nedeni de, gayet basit aslında.
Çayın içindeki ‘tein’ maddesi, midenin çeşitli salgılarını harekete geçiriyor.
Bu da sindirimi kolaylaştırıyor.
Sindirimin kolaylaşması ise, hem midenin yorulmasını önlüyor. Hem de, yemeklerin iyi hazmedilmesini sağlıyor.
Yine, çayın içinde bulunan, en az ‘tein’ kadar önemli olan ‘tanen’ maddesi de, sindirim sırasında zararlı maddeleri ayrıştırıyor.
Bu arada midenin de en az kalp kadar hayati bir organ olduğunu, herhalde biliyorsunuzdur.
Sf: 25
Çay Nasıl Demlenmeli?
Önce küçük teknik bir bilgi;
Demlik mutlaka porselen olmalı,
Demliğin altındaki su kabınun o kadar önemi yok, ama demlik mutlaka porselen olmalı
Tozu alınmış çayı (yeşil çay tercih edilir) adam başı bir tatlı kaşığı hesabıyla porselen demliğe koyun.
Arkasından, akşamdan kaynatılıp sabaha kadar dinlendirilmiş suyu…
Veya piyasada satılan kaliteli suyu yarısını geçecek şekilde demliğe doldurun.
Peki ama!
Neden akşamdan kaynatılıp dinlendirilmiş su tavsiye ediliyor?
Bunun sebebi gayet basit,
Bir gece önce kaynatılır dinlendirilen su yumuşar ve suyu sertleştiren maddeler dibe çöker.
Bir sonraki aşama ise;
Porselen demliği daha önceden ocağa konulmuş ve içindeki su fokur fokur kaynamaya başlamış çaydanlığın üzerine yerleştirmekten ibaret.
Böylece, porselen demlik kaynayan suyla beraber ısınacak….
Ve içindeki çay yavaş yavaş demlenmeye başlayacaktır.
Porselen demliğin kaynayan kabın üzerinde 15-20 dakika kalması yeterlidir.
Bu sürede, demlikteki çayın sıcaklığı 45-50 dereceyi bulacaktır.
Arkasından demliği indiriyorsunuz.
Ve üzerini bir havluyla örterek 5-10 dakika dinlenmeye bırakıyorsunuz.
Aklınızda bulunsun!
Suyun kaynatıldığı kabın içini kaplayan kirece benzer tabakayı sakın kazımayın.
Aksine, itina ile korumaya çalışın.
Çünkü, kaynayan su sabaha kadar beklediği için suçun içindeki zararlı maddeler dibe çöker.
Kirece benzeyen beyaz tabaka filtre görevi yaparak bu maddelerin tutulmasını sağlar.
Böylelikle, su yumuşaklığını korur.
Unutmayın!
Su ne kadar yumuşarsa, çayın tadı, kokusu ve lezzeti de o kadar güzel olur.
Sf: 26
Çayınız Artık Hazır
Alışkanlığımızın aksine de, bardağa önce kaynamış su koymamız gerekiyor.
Bardağa önce sıcak suyu…
Sonra üzerine de, istenilen ölçüde dem ekleyeceksiniz.
Çünkü;
Kaynamış suyun demin üzerine konması, demin sıcaklığının birdenbire artmasına neden oluyor.
Aman dikkat!
İçeceğiniz çayın sıcaklığı hiçbir zaman 60 derecenin üzerine çıkmamalı. Şeker konusunda da ciddi bir uyarımız var.
Mümkünse, çayınızı şekersiz için.
Eğer şekersiz içemiyorsanız, ülkemizde ‘kıtlama’ diye tabir edilen tarzı tercih etmenizi öneriyorum.
Zira, doğrudan çaya karıştırılan şeker, çaydaki kimi faydalı maddeleri ok ettiği için zararlı bulunuyor.
Küçük bir uyarı daha;
Demlediğiniz çayı, en fazla yarım saatlik bir süre içinde bitirmeniz gerekiyor.
Çünkü yarım saatten fazla bekletilen dem ağırlaşıyor ve faydalı mineraller bakımından fakirleşiyor.
Kekikli Çayın Önemi
Kafkasya’da yaşayan insanlar, çaya kekik katmayı neredeyse hiç ihmal etmezler.
Bir kaşık kekik eklenmiş çay, sağlık açısından, çok daha faydalı özellikler taşır. Neden mi?
Kekiğin içinde ‘Oleum Serpili’ denilen bir tür yağ vardır.
Bu ağ mide ve pankreas salgılarının düzenlenmesini, dolayısıyla da sindirimin kolaylaşmasını sağlar.
Kekik ayrıca, mide spazmlarını engeller. Kan dolaşımını hızlandırır.
Ve böbrek kumlarını düşmesine yardımcı olur.
Son olarak da;
Kekiğin şeker hastalarının şekerini düşürdüğünü….
Mide ve bağırsak ağrılarına iyi geldiğini de belirtelim.
Bu arada demliğe atılacak iki yaprak taze adaçayı veya biraz karanfil, bir çubuk tarçın, içindeki vitaminler ve aroması sayesinde insana zindelik verir.
Sf: 27
Akılcı Beslenme Nasıl Olmalı
Prof. Sultanov şöyle diyor;
– Tereyağı, koyun-kuzu eti, yumurta gibi besin değeri yüksek gıdaları düşman gibi görmekten vazgeçin artık!
Sanılanın aksine;
Bu tür besinler zarardan çok yarar getiriyor.
Ve sağlıklı uzun ömrün sırrı biraz da burada yatıyor.
Yeter ki, nasıl pişireceğimizi ve nasıl yiyeceğinizi bilin.
Kafkas halkının akılcı beslenme ve pişirme yöntemi bu açıdan da son derece çarpıcıdır.
Öncelikle;
Yaygın inançlarınızdan ve genel kabullerinizden bazılarını değiştirmeye hazırlanın artık..
Mutlaka duymuşsunuzdur.
Duymadıysanız da duyan biri aktarmıştır size;
-Aman sakın ha!…
Hayvansal yağlar yemeyin….
Sürekli uzak durun bu tür yağlardan.
Ayrıca, koyun-kuzu etini yanına bile yaklaşmayın.
Sığır eti neyinize yetmiyor?
Çünkü, gerek hayvansal yağlarda, gerekse koyun-kuzu etinde yoğun miktarda ‘kolesterol’ vardır.
Malum, ‘kolesterol’ damar sertliği yapar ve erken yaşta götürür insanı…
Kafkas halkının uzun yaşama sırrını keşfeden Pr. Sultanov ise, bunun tam aksini öneriyor.
Ve diyor ki;
– Tereyağı gibi hayvansal yağları sofranızdan eksik etmeyin.
Koyun ve kuzu etini de her zaman sığır etine tercih edin.
Ayrıca, her gün mutlaka 1-2 yumurtayı da rafadan pişirip yemeyi ihmal etmeyin.
Sf: 28
Peki Ya Yumurta?
Yumurta da, tıpkı hayvansal yağlar gibi organizma açısından çok önemlidir.
Her gün en azından rafadan pişmiş bir yumurta yemek, söz gelişi damar sertliği için çok faydalıdır.
Zira, genelde, 17 gram olan yumurtanın sarısında 300 miligram kolesterol ve ‘lesitin’ dengesi birebir oranında ise…
Fizyolojik açıdan herhangi bir sorun yoktur.
Daha basit bir dilde ifade etmek gerekirse;
‘Lesitin’, kolesterini erimiş vaziyette saklar.
Bu da sadece damar sertliğini önlemekle kalmaz…
Kalp yetersizliğine karşı da koruyucu bir işlev görür.
İşte!
Her gün rafadan bir yumurta yemekle, organizmanın gayet rahat sindirebileceği besin kolesterolü ihtiyacı karşılanabilir.
Unutmayın ki!
‘Lesitin’ damarları güçlendirirken, yumurtanın akı da metabolizmanın ‘albümin’ ihtiyacını karşılar.
Yumurta dışında, tereyağı ve kaymak da zengin bir albümin-lesitin kompleksi içerir.
Ancak;
Gerek tereyağı ve hayvansal yağlar…
Gerekse, yumurta-süt gibi besinler sabah ve öğlenleri için geçerlidir.
Akşam sofralarında, kesinlikle böyle şeylere izin yoktur.
Sf: 29
Yemek Nasıl Pişirilmeli?
Kafkas halkları, sadece gıda seçiminde değil, pişirme yöntemlerinde de büyük farklılıklar gösteriyor.
Görüldüğü gibi;
Uzun ve sağlıklı yaşamak için sadece gıda seçimine değil….
Pişirme yöntemlerine de dikkat etmek gerek.
Yemeğin iyi pişmesi ve gıdaların besin değerini muhafaza edebilmesi için gereken temel şart;
Kısık ateş!
Öncelikle, şunu unutmayın;
Kısık ateşte ve yavaş yavaş pişirdiğiniz bir yemek…
Aceleye getirilmiş bütün yemeklerden çok daha değerli ve besleyicidir. Kafkaslar’da yapılan da bundan ibaret zaten. Ve bunun için insanların 100, 125, hatta 150 yaşına kadar yaşaması hiç de şaşırtıcı gelmez.
İşte size Kafkas Usulü bir yemek pişirme tarifi;
Koyun-kuzu etini keyfinize damak tadınıza uygun her türlü sebze ve baharat ile birlikte tabanı olduğuna kalın bir tavanın veya tencerenin içine yerleştirin. Tencereyi de, mümkünse odun ateşinin, yoksa normal ocağınızın üzerine koyun.
Çok az bir ısı ile sebze ve etin birbirinin suyunu emmesine fırsat tanıyın. Sebze ve et, belli bir doygunluk noktasına geldikten sonra…
Sf: 30
Nebati Yağ Nasıl Kullanılmalı?
Kafkas halkının kültüründe yağda kızartılmış patates gibi bir usul yok.
Patatesi ya haşlıyorlar…
Ya da, küle gömerek pişiriyorlar.
Bunun nedeni son derece basit.
Nebati yağda kızarmış patates veya başka bir şey yemekle…
Her gün az miktarda zehir almak arasında hiçbir fark yok.
Çünkü, zeytinyağı olsun… Ayçiçeği yağı olsun…
Diğer nebati yağlar olsun ısıtılınca içindeki elemanlar parçalanıp dağılıyor. Ve insan sağlığı için çok zararlı hale dönüşüyor.
Bu nedenle;
Nebati yağlar, ancak ısıtılmadan veya kaynatılmadan yendiğinde fayda sağlıyor.
Bu tür yağlar çiğ olarak yendiğinde hem insanı dinç tutar, hem de ömrünü uzatır.
Et yemeği ile ilgili ilginç uyarılar ise şöyle;
Et mutlaka taze olmalı.
Tuz, pişirme esnasında değil, pişirilmeden önce yemeğe eklenmeli.
Böylece, etin içindeki faydalı mineraller pişirme sırasında kaybolmaz, korunmuş olur.
Kısıt bir ateşte, etin kendi suyunda pişmesi sağlanmalı.
Sebze (patates, havuç, biber, soğan, sarımsak vs.) etin lezzetini ve yararını artıracağı için asla ihmal edilmemeli.
Sf: 31
Suyunu bırakan etin dağılmamasına özen gösterilmeli.
Et yeteri kadar piştikten sonra tencere kenara alınıp dinlendirilmeli.
15-20 dakika kadar dinlendirildikten sonra, sofraya konan yemeğin önce suyu içilmeli…
Et ve sebzeler daha sonra yenilmeli.
100 Yaşında Bile Seks Mümkün
Kafkas dağlarındaki köyleri dolaşırken…
129 yaşında çocuk sahibi olan Allahverdi Saidov ile tanıştığımda kendisine sormuştum.
– 129 yaşından sonra çocuk sahibi olmak, kolay iş olmasa gerek.
Bu işin sırrı nedir?
Ne yersin, ne içersin? Nasıl bakıyorsun kendine?
Bizim memlekette insan böyle bir yaşa gelemez zaten.
Gelse bile, elini eteğini çoktan çekmiştir bu işlerden.
Deyiver hele sırrını…
Bu sözler Saidov’un hoşuna gitmiş olacak ki, basmıştı kahkahayı…
Kahkaha atmak için ağzını açtığında ortaya çıkan dişleri de sapasağlam görünüyordu.
-Kendi dişlerin mi, diye sordum-Evet, diye cevap verdi.
Sonra da, şöyle devam etti;
-Dişlerimin bir kısmı bildim bileli vardı zaten.
Bir kısmı ise, son 10-15 yılda çıktı.
Arkasından da, böylesine genç kalma sırrından söz etti;
-Çok çay içerim.
Aldığım gıdalara çok dikkat ederim.
Baharatlı sosları öğle yemeklerinden hiç eksik etmek.
Her gün bir yumurtayı aç karnına içerim.
Bir baş sarımsakla soğanı, bizim buralarda ‘semeni’ denilen ekmekle yerim.
Bir de kendi arı kovanımda ürettiğim baldan…
Kendimi bildim bileli günde en az bir çorba kaşığı alırım.
Bunun dışında, evde ne yemek pişse ondan yerim.
Ama, bu saydıklarım demirbaş yiyeceklerdir.
Soframdan hiç eksik etmem.
Bu yaşımda, hayat tarzım da çok düzgündür.
Sigara, alkol hiç kullanmam.
Ve bir de düzenli cinsel hayatım vardır.
İlişkiye girdikten sonra da, mutlaka 2-3 saat uyurum.
Bu yaşımda bile çok bayır çıkar, çok yürürüm.
Sf: 33
Size bir örnek vereyim;
135 yaşında bir insan bilirim.
10 kilometre uzaklıktaki tarlasına sürekli yayan gidip gelir…
Yaza, kışa, güneşe, yağmura, kara hiç aldırmadan o kadar yolu yürür.
Ama, bazı gençler vardır ki;
Örneğin, 30 yaşındadır. İki adım yürüse yorulur, dermanı kesilir.
Bence, asıl fark buradadır.
Zira;
Seks de bir bakıma spordur.
Nefes ister, güç ister.
Bir insan 25 yaşında olmuş… 30 yaşında olmuş ne yazar!
Şimdi, sorarım size;
135 yaşında olan da, 30 yaşında olan da nüfus kağıtlarını bir kenara atsınlar!
Sizce;
Her gün tarlasına yaz kız demeden yürüyerek giden 135 yaşındaki bu insan mı?
Yoksa, iki adım yürüdüğünde dermanı kesilen 30 yaşındaki bu insan mı, gerçek anlamda daha gençtir?
Afrodizyak Yiyecekler
Hiç kuşkusuz…
Prof. Sultanov’un söyledikleri son derece önemli şeylerdi.
Ancak, işin başka yönleri de vardı elbette.
Söz gelişi;
Daha önce de dediğimiz, Kafkas halklarının beslenme alışkanlıkları…
Neredeyse, bütün yiyecekleri afrodizyak özellikler taşıyor.
Yiyip içtiklerinin, cinsel gücü artırıcı olmasına özellikle dikkat ediyorlar.
Örneğin; Acılı sos bulunmayan bir sofra göremezsiniz.
Kafkaslarda, sarımsak, maydanoz, ceviz, pancar yaprağı gibi malzemelerden oluşan soslar…
Sf: 34
Kesinlikle tok karnına sevişmiyorlar.
Onlar için;
Akşam yemeklerinden iki-üç saat sonrası, cinsel ilişki için ideal zaman dilimi kabul ediliyor.
Cinsel ilişki sonunda da kalkıp gezmiyorlar. Yatarak istirahat ediyorlar, uyuyorlar.
Sf: 36
Sakın Garingula! Olmayın
Kafkasya’da yaşana insanlar, sofraya kesinlikle doymak için oturmuyorlar.
Çünkü, çok doymak, hele aşırı yemek insan sağlığının baş düşmanıdır.
Fazla yemek sadece, fazla kilo olarak geri dönmekle kalmıyor.
Ayrıca iç organları daha fazla çalıştırarak yıpratıyor.
Ve cinsel performansı da düşürüyor.
Ancak, sağlıklı beslenmek kadar önemli olan bir başka husus ise, sağlıklı düşünmektir.
Bunun için;
Hep pozitif düşünün ve gülümseyin.
Kafkaslar’da 100 yaşının üzerinde olup da hâlâ dinçliğini koruyan kadın ve erkeklerin, atasözü gibi dillerinden düşürmedikleri bir söz vardır.
Ne zaman kendilerine;
– Bu zindeliğinizi neye borçlusunuz? diye sorsanız aynı cevabı alırsınız,
– Öncelikle, ‘garingula’ olmamaya borçluyuz derler.
Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse;
‘Midemizin kölesi! olmayız…’
Arkasından da, yine atasözü gibi konuşarak şunları ilave ederler;
– Bak!
Sana nasihatimiz olsun;
Çok yemek, adamı az yemekten de alıkoyar. Fazla tamah baş yarar.
Yani, fazla yemek, azgözlülük başa bela getirir.
Eğer bizim yaşımıza kadar yaşamak ve genç kalmak istersen bu sözlerimizi hiç aklında çıkarma.
Bir başka sihirli formül de:
Azerbaycan’da, Gürcistan’da Dağıstan’da, Türkmenistan’da gezerken gözlerinizle görüp bizzat tanık oluyorsunuz zaten.
O da bir darb-ı mesel gibi geziniyor bölge halkının dilinde;
Kahvaltıyı tek başına yap…
Öğle yemeğini dostunla ye…
Akşam yeğini ise, düşmanına ikram et!
Burada verilmek istenen mesaj çok net;
Kahvaltıyı gayet kuvvetli yap.
Öğle yemeğini yeterince ye,
Akşam yemeğini ise, mümkün olduğu kadar gündemden kaldır.
Sf: 39
Sevindirici olaylardan haz duymak…
Tatsız olayları unutmak sağlığın koruması için şarttır.
Bu nedenle, iyimserlik ayrı bir önem kazanmaktadır.
Uzun yıllar yaşadığı halde genç kalabilen insanlar, genelde neşeli olan, çevrelerine pozitif elektrik yayan insanlardır.
Bu insanların mizah duygular da hayli gelişmiştir.
Gerçekten de…
Kafkasya’da 100 yaşını aşmış kiminle karşılaştıysam, hepsi de güler yüzlü, şakacı ve iyimser insanlardı.
Sanki, 20 yaşındaymış gibi hayattan zevk alıyor…
Gülüp eğleniyorlardı.
Görüldüğü gibi, bunlar öyle parayla gidip çarşıdan pazardan satın alabileceğiniz şeyler değil.
Asıl sevindirici olan ise;
Her insanın içinde potansiyel olarak iyinin, neşenin ve güzelliğin bulunmasıdır.
Bakın!
Ünlü düşünür Swette Marden bunu şu sözleriyle ne güzel anlatıyor;
“İnsanoğlunun içinde uyuyan güçler vardır:
Bilse, kendisi bile şaşırır.
Çünkü, bu güçlere sahip olduğu aklından bile geçmez.
Bu güçleri uyandırıp eyleme geçebilirse, o kişinin hayatında büyük bir devrim olur.”
Sf: 41
Deniz kenarında oturup dalgaların sesini dinlemek…
Kimi zaman;
Ormanın ortasında ağaçların uğultusuna, yaprakların hışıltısına kulak vermek…
Sadece, terapi işlevi görmüyor.
Hayati organların da ömrünü uzatıyor.
Çevre kirliliği ve gürültüsü ise;
Tam tersine en sağlıklı organları bile vaktinden önce yıpratıyor.
Son yıllarda yapılan bütün bilimsel araştırmalar da…
Tabiatın insan üzerinde iyileştirici bir etkisi olduğunu koyuyor ortaya…
Sf: 42
Her gün trafik çilesi çeken, egzoz gazları ve otomobil kornoları ile boğuşanlar mı?
Yoksa;
Tabiatın ortasında kuş sesleriyle, ağaçların hışırtısıyla baş başa olanların mı?
Daha sağlıklı ve uzun ömürlü olacağına artık siz karar verin.
Prof. Sultanov, ilginç bir deneyden söz ediyor.
Bu deneye göre, ses geçirmez bir odaya kapatılan bir insan;
Özel bir tabloya uygun olarak, sıralanan rakamları 3 dakika içinde toplamayı başarıyor.
Aynı insan daha sonra, bir saat boyunca sokaktan gelen her türlü gürültüye açık bir odaya alınıyor.
Ve aynı işlemi yapması isteniyor.
Sessiz oda da 3 dakika süren işlem, gürültülü odada ancak 6 dakikada tamamlanabiliyor.
Sf: 44
Bir söylenti vardır;
Anne ve baba uzun ömürlü değilse, çocukları da uzun ömürlü olmaz, diye.
Sf: 45
Bu konuda bir panik yapmayın!
Prof. Sultanov bunun aksini, hem de ilginç bir örnekle açıklıyor.
Şöyle ki;
125 yaşındaki Ejder Mazlumov’un babası ancak 60…
Annesi ise, 71 yaşına kadar yaşamış. Demek ki, uzun ömürlü olmak mutlaka kalıtsal özellikleriyle ilgili değil.
Prof. Sultanov bu konuda şöyle konuşuyor;
– Burada, kadınlara ilişkin bazı ayrıntılar vermek gerekiyor. Dünyada yapışan bütün istatistikler, kadınların erkeklere göre, daha uzun ömürlü olduğunu ortaya koyuyor.
Bu özellik, Kafkas toplumları için de geçerli.
Peki, ama neden kadınlar daha fazla yaşıyor?
Bilimsel araştırmalar bu konuda kesin bir teori ortaya koymamakla birlikte…
Kadınların annelik fonsiyonlarının belirleyici bir etken olduğu sanılıyor.
Ayrıca, günlük hayat itibariyle kadınlar erkeklere göre çok daha aktif.
Kadınların neden daha uzun yaşadığını…
Azerbaycan’ın Hanlarköy bölgesinden 93 yaşındaki Hasan Zülfigar örnek vererek şöyle açıklıyor;
– Bizim evde kadınlar genellikle aynı saatte kalkar.
Kahvaltıyı hazırlamak için daha erken saatlerde kalkanların sayısı da az değildir aslında.
Aynı kadınlar, akşamın geç saatlerine kadar dinlenme nedir bilmeden çalışırlar.
Bu sadece mecburiyetten kaynaklanan bir şey değil.
Öyle alışmışlar… Ve çalışmadan da duramıyorlar.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim;
Bütün dinamizmlerine karşın erkekler daha tembel ruhlu insanlar.
İşten eve döner dönmez, derhal dinlenmeye çekiliyorlar.
Doğrusu böyle bir dinlenmenin sağlığa büyük yararı olduğunu da pek sanmıyorum.
Sf: 67
5 Duyu Eğitimi Nasıl Oluyor?
İlk aşama; Yama
Bu aşama 5 duyu eğitiminin temeli sayılır.
Kişi, Yama sayesinde eylemlerini kontrol altında tutarak olumsuzlukların önüne geçer.
Bu aşamada kişi çevresiyle çok iyi ilişkiler içinde olur…
Kin ve öfkeden uzak durur…
Kişi çevresiyle ne kadar iyi dostluklar kurarsa, iç dünyasına dönmek de onun için daha kolay olur.
Dış dünyasındaki huzursuzluklar ise, o kişinin iç dünyasına dönmesine engel olur.
Duyularını kontrol altına almasını zorlaştırır.
Yama felsefesine göre;
Kişi hayatın tadını kendi zevklerine göre çıkartırken…
Aynı zamanda, ölümden korkmayıp…
Her an ölüme de hazır olmalıdır.
İkinci aşama; Niyama
Bu aşamada düzenli ve disiplinli olmak ön plana çıkıyordu.
Niyama felsefesine göre;
Bir kişinin duyularının peşinden gidip…
Sf: 68
Rüzgarın savurduğu bir yaprak gibi…
Nereye koşacağını bilmemesinin önüne geçmenin ilk şartı da, düzenli bir hayat tarzıydı.
Bunun için o kişinin kendisini her yönden disiplin altına sokması şarttı.
Örneğin;
İç dünyasında uyumlu, yumuşak, açık sözlü olacak…
Yalan konuşmayacak.
Dış dünyasında da, sağlıklı beslenecek, her yönden temizliğine dikkat edecek…
Alçak gönüllü olup hırsının peşinden koşmayacak…
Düşünmeden konuşmayacak.
Söyleyeceği bir şeyi önce beyninin süzgecinden geçirecek, vs…
Üçüncü aşama; Asana
Asana bedenin eğitilmesi demektir.
Bu aşamada, bedenin kas, eklem, sinir, sindirim, kan dolaşımı, solunum sistemi yönünden güçlenmesine çalışır.
Bu felsefeye göre de…
Beden ne kadar eğitimli olursa, o kişi o kadar çok huzurlu ve zihni de o kadar çok açık olur…
Bu nedene, diğer aşamalara hazırlık yönünden Asana, yani bedenin eğitilmesi çok önemlidir. Asana’nın değişik duruş ve oturuş şekilleri vardır.
Meditasyon sırasında yerine göre…
Bu duruş veya oturuş şekillerinden biri kullanılır.
Dördüncü aşama; Pranayama
Beden sakin ve rahat hale geldikten sonra bu aşamaya geçilir.
Pranayama aşamasında nefes alış-verişleri düzenlenir.
Nefes alış-verişleri de bedenin ve zihnin kontrol altında tutulmasına yardımcı olur.
Pranayama’nın asıl amacı bedendeki enerjiyi tetikleyip harekete geçirmektir.
Nefes alış-verişlerinin düzene sokulması bedenin ve beynin daha sağlıklı olmasını sağlar.
Değişik şekillerde, burundan nefes alıp verme teknikleri sayesinde;
Kişi hem bedenen, hem de ruhsal yönden çok güçlenir.
Bu nedenle, Pranayama çalışmaları 5 duyuyu kontrol altın almada çok önem taşır.
Beşinci aşama; Pratyahara
Bu aşama güçlü bir irade ister.
Zira, Pratyahara çalışmaları ile zihnin duyular üzerinde hakimiyet kurulmasına çalışılır. Kişinin duyularının peşinden giderken kendisine zarar verip vermeyeceğine zihin karar verir.
Sf: 69
Ancak, zihnin sadece karar vermesi önemli değildir.
Verdiği kararlarını o duygunun üzerinde uygulanabilmesi önemlidir.
İşte!
Pratyahara çalışmaları ile kişi duyularının kontrolünü eline alır.
Ve böylelikle duyularının üstünde hakimiyet kurar.
Pratyahara çalışmalarında tam anlamıyla başarı sağlanmadan da konsantrasyon çalışmalarına geçilemez.
Altıncı aşama; Dharana
Dharana aşamasında konsantrasyon çalışmaları yapılır.
Bu aşamada zihin tek bir noktada odaklanır.
Zihin sadece odaklandığı o noktadan başka bir şey görmez, düşünmez…
Konsantrasyonda kişi irade gücünü kullanır.
İrade gücü olmadan konsantrasyonda kesinlikle başarılı olunamaz.
Konsantrasyon çalışması ile beden ve beyin kontrolü sağlanır.
Konsantrasyon geliştirme çalıştırmalarında da , nefes alıp verme tekniklerinden yararlanılır.
Zira, kontrollü solunum sinir sistemini güçlendirir.
Kişinin ruhsal dengesini sağlar.
Bu da kişinin sadece bir noktaya odaklanmasına yardımcı olur.
Bir noktaya odaklanmayı öğrenen kişi düşüncelerine hakim olur.
Karşısındaki kişinin beden dilinden, yani hareketlerinden de, o kişinin zihnini okuyabilmesi mümkün olur.
Öte yandan;
O kişi, negatif, kendisine zarar verebilecek düşünceleri, duyguları da ayıklamasını bilir.
Çevresindekilerle uyum içinde olur.
İş ve özel hayatında başarılı olur.
Ancak, konsantrasyon çalışmalarında sabır şarttır.
Başlangıçta, zihin konsantrasyon sırasında zorlanır.
Akla başka düşünceler takılabilir.
O zaman tekrar başa dönülür.
Pranayama yani nefes alış-verişlerinden de yardım alınır.
Ve tekrar odaklanılan noktaya dönülür.
Yedinci aşama; Dhyana
Dhyana meditasyon demektir.
Bu aşamaya gelince kişi meditasyona geçer.
Artık, konsantrasyonla odaklanan o nokta Dhyana haline tam geçildiğinde kalmaz…
Kişi ruhsal gücü ile bağlantıya geçer.
Netice olarak, Dhyana aralıksız ve kesintisiz konsantrasyon halidir.
Hiçbir şey düşünmeden, bir noktaya odaklanma en az 3 dakika kadar sürdüğünde de meditasyona geçilmiş olur.
Sf: 70
Gerçek meditasyon da dik oturularak yapılır. Yanda görüldüğü gibi… Yatarak yapılan meditasyonlar, kişiyi uyuşukluğa sevk edeceği için tam anlamıyla meditasyon sayılmaz. Yürüyerek veya dans ederek yapılan şeyler gerçek meditasyon değildir. Bu tür şeylerin kişinin negatif düşüncelerden uzaklaşmasına katkısı olabilir… O kişi kendini iyi hissedebilir belki… Ama, meditasyonla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Sekizinci aşama; Samadhi
Bu aşama her Hint Fakiri’nin ulaşmak istediği son aşama, son hedeftir. Samadhi’ye ulaşan kişi bu dünyada yaşamasına karşın…
Sanki bu dünyada yaşamıyor gibidir.
Kişi ulaşmak istediği her şeye ulaşmıştır.
Bu nedenle, bu son aşama mertebesine yükselen kişinin yaşadığı bu dünyadan artık hiçbir beklentisi kalmamıştır.
O artık bambaşka bir dünya alemindedir.
Ama, bu aşamaya ulaşmak zordur.
Dünyada bu aşamaya ulaşan kişilerin sayıyı parmakla sayılacak kadar azdır.
Naranjan bu bilgileri verdikten sonra konuşmasını şöyle sürdürdü;
-Şunu özellikle belirtmek isterim ki, bu 8 aşama da birbirine bağlıdır. Örneğin 2. ve 3. basamaktan 5. aşamaya geçilemez.
Her bir aşama başarılı bir şeklide tamamlandıktan sonra bir sonraki aşamaya geçilir.
Bu 8 aşamanın tamamı da bir zincir halkası gibi birbirine bağlıdır.
İlk 3 aşama benim için pek zor olmamıştı.
Zira, 1. aşama olan Yama ile 2. aşama olan Niyama’nın özelliklerinin çoğu bende vardı zaten.
3. Asana’ya ise, hiç de yabancı değildim.
Türkiye’de, gittiğim spor salonunda yoga derslerine girdiğimden olacak…
Buradaki Hint Fakirleri kadar mükemmel olmasa da…
Bu aşamayı…
Yani bedenin eğitilme aşamasını da pek zorlanmadan atlattım.
Bu arada, sizlere 5 duyu eğitiminizde gerekli olan…
Sf: 71
Tek başınıza yapabileceğiniz…
Asana aşamasının basit, ama önemli olan bu duruş hareketini 84’ncü sayfadaki şekille veriyorum.
Sizler de bu duruş şeklini kullanarak 5 duyu çalışmalarını rahatlıkla yapabileceksiniz.
Sf: 77
Ünlü düşünür Thomas Wilson bu konuda şöyle diyor;
“Düşüncelerine hakim olamayanlar kısa zaman sonra,
Davranışlarına da hakim olamazlar…”
Hint Fakirleri felsefesine göre de;
“Kişinin ömrü günlerle değil, nefes alış-verişleriyle sınırlıdır.”
Akıllı insanın zihni eğitimli olduğu için duyularına yön verir.
Akıllı olmayan insan zihnini kontrol edemez.
Rüzgarın savurduğu bir yaprak gibi duyularının peşinden gider.
Sf: 79
Konsantrasyon sadece bir objeye, örneğin bir mum ışığına odaklanmaktır.
Ve belli bir süre sonra o odaklanılan objeden başka bir şey görmemek ve düşünmemektir.
Konsantrasyon sırasında zihin bütün gücünü sadece bu objeye verir…
Dikkat dağıldığında ise, yeniden denenir.
Başlarda bir objeye 5-6 saniye bile odaklanmak zor gelebilir.
Ancak, sabırla yapıldığında bu süre yeteneğine göre daha çok artar.
Sf: 80
Ünlü düşünür Ella Wheeler Wilcox…
Bu konuyu dört satırda şöyle özetleyip anlatmış;
“Bir gemi Doğu’ya gider, biri Batı’ya.
Esen aynı rüzgarla;
Hangi yöne gidileceğini belirleyen
Rüzgar değil, yelkendir.”
Ünlü düşünür Anthony Robbins…
Şöyle diyor:
“Bence hayat bir nehir gibidir.
Çoğu insan bu nehre, sonunda nereye çıkacağına karar vermeden atlar. Böylece çok geçmeden akıntıya kapılırlar.
Günlük olaylar, günlük korkular, günlük zorluklar…
Nehrin çatal oluşturduğu yerlere vardıklarında, hangi taraf gitmek istediklerine bilinçli bir şekilde karar vermezler…
Kendileri için hangi tarafın uygun olduğunu da düşünmezler.
Ta ki…
Günün birinde kükreyen suların sesi onları uyandırana kadar…
Aşağı düşeceklerdir. Bazen bu düşüş, duygusal bir düşüştür.
Hayatınızda bugün yüz yüze olduğunuz güçlükler, büyük ihtimalle…
Nehrin yukarısındayken verilen iyi kararlarla önlenebilirdi.”
Sf: 81
Başlangıçta ancak 1-2 saniye bile olsa moralinizi hiç bozmayın.
Yeter ki, sabırlı olun…
Ve tekrar deneyin.
İlk 15 saniyeye ulaştığınızda… Gerisi daha kolay gelecektir.
Bundan hiç şüpheniz olmasın.
Dharana (konsantrasyon) teknikleri sayesinde;
Kişinin zihni açılır.
Beynin arşiv odası olan hafızası kuvvetlenir.
Varsa psikolojik sorunlarından kurtulur.
Geçmişte başından geçen kötü hatıralarının da beyninden nasıl silineceğini bilir.
Sf: 83
Zira, bu aşamada kişi dünya ile ilişkisini belli bir süre kesip…
Sadece, belli bir nesneye ve konuya odaklanıyor.
Böylelikle de, zihnindeki tüm düşüncelerinden arınıp…
En az 5 dakika bu şekilde kaldığında da, meditasyon gerçekleşmiş oluyordu.
Sf: 98
Bu arada da, Swamiji’nin şu sözünü hiç unutmadım;
“Fizik bilgisi olmayan bir kimse, bir kıtadan bir başka kıtaya televizyon görüntüsünün ve sesinin nasıl gittiğini aklı almazsa,
İlmimizi bilmeyen bir kimse de, bizim yaptıklarımıza akıl erdiremez…”
Sf: 106
Dünyaca ünlü Amerikalı psikoterapist Dr. Joseph Murphy…
Yıllarca araştırmalar ve deneyler yaptıktan sonra…
Muazzam bir güç olan bu ‘bilinçaltı gücü’ hakkında bakın neler diyor;
-Bu gücü kazanmaya çalışmanıza gerek yok.
Ona zaten sahipsiniz.
Ancak, kullanmayı öğrenmeniz gerekecek.
Sf: 108
19’uncu yüzyılın ünlü düşünürü Ralph Waldo Emerson da…
Korkudan kurtulmak için şu öğüdü veriyor;
” Korktuğunuz şeyi yaparsınız, korku mutlaka yok olur!…”
Öte yandan;
Ünlü İngiliz düşünür Thomas Wilson’un da dediği gibi;
“Düşüncelerine hakim olamayanlar kısa zaman sonra…
Davranışlarına da hakim olamazlar…
Hiç yoktan başlarına dert alırlar.”
Sf: 116
İnsanlar yaşamlarının üçte birini uykuda geçirmelerine rağmen…
Bu sürenin bel üzerindeki etkisini nedense hiç dikkate almamaktadırlar.
İyi bir yatak vücudun gömülmesini engelleyecek kadar sert, sırt eğrilerini koruyacak kadar yumuşak olmalıdır.
Büyük yataklar tercih edilmelidir.
Bu yataklar gece boyunca rahat hareketi sağlar…
Eklem ve kaslar üzerindeki yükü azaltır…
Ve sabah tutukluluğunu önler.
Yastık ensenize destek olmalı ve dengeli bir durumda dinlenme olanağı sağlamalıdır.
Kuş tüyü veya fiber yastıklar sünger yastıklara tercih edilmelidir.
Enseyi desteleyecek biçimde yapıldığı takdirde sünger yastıklar da kullanılabilir.
Vücudumuzun uykudaki şekli iyileşme sürecini etkiler.
Uyumadan önce vücudumuzu rahat ettirecek bir şekil almak doğru olacaktır. Sırt üstü uyuma veya dinlenme de ensenize desteksiz bir biçimde yastık koymayın.
Dizlerin arasına yastık koymak sizi daha da rahatlatır.
Ancak büyük bir yastık kullanmayın.
Dizlerinizi göğüslerinize doğru çekerek yan yatmak da sizi geçici süre rahatlatabilir.
Alttaki bacağınızı düz tutun…
Diğer bacağınızı bükün.
Sert bir yatakta yüzükoyun yatmak da sizi rahatlatabilir.
Bu durumda başınızın altına yastık konması genellikle tavsiye edilmez.
Dizlerinizi büküp bileklerin arasına bir yatık yerleştirilmesi doğru olacaktır.
Sf: 129
Uykusuzluk Nasıl Önlenir?
Birincisi klasik çözüm;
-Tok karnına yatmamak…
-Yatmadan önce açık havada yürümek…
-Melisa, sarı kantaron, rezene gibi uyku verici bitkisel çay içmek…
-Yatağa girmeden önce, su ile boğaz gargarası yaparak, şayet kaldıysa yemek artıklarını giderip nefes alış-verişleri rahatlatmak…
-Yatağın çok fazla yumuşak olmamasına dikkat etmek…
-Yatak odasındaki bir pencereyi hafif bir ‘hava akımı’ yapacak kadar açık tutmak.
-Üşütmeyecek, ama mümkün olduğu kadar hafif şeylerle örtünmek.
-Yatağa girmeden yarım saat kadar önceden başlayarak, hiçbir şey düşünmemeye çalışmak.
Sf: 130
-Yatağa girince günlük işle, yaşantıyla ilgili hiçbir şeyi akla getirmemek…
-Yarınki işleri düşünmemek…
Böylelikle, stresten, depresyondan o an için de olsa kurtulmak….
Ve mümkün olduğu kadar çabuk uyumak…
5 duyunuzu kontrol altına alıp, onlara hakim olmak…
Onlara hükmetmek.
İddia ediyorum!
Bunu başardığınız zaman;
Sizde ne depresyon…
Ne de uykusuzluk kalacak.
Yeter ki, sabırlı ve azimli olun…
Ve;
Daha önce anlattığım şekilde (Sayfa;77) 5 duyu kontrolü tekniklerini öğrenip, tatbik edin.
Sonrada, mışıl mışıl uyuyun.
İşte!
Uykusuzluğa karşı ve basit bir uygulama örneği daha;
Akşam yemeğini mümkün olduğu kadar hafif yiyin.
İçki almayın.
Aradan en az iki saat geçtikten sonra yatağa girin.
Sırt üstü uzanın… Gözlerinizi kapatın.
Beyninizden geçen düşünceleri düşünmemek için direnmeyin.
Bırakın…
Gözünüzün önünden hepsi akıp gitsin…
Daha sonra, hayalinizde sadece bir şeye odaklanmaya çalışın…
Bu, sevgilinizin gözleri, dudakları…
Bir mum ışığı…
Hoşunuza giden başka bir şey de olabilir.
Ama, sadece, bir tek bir noktaya odaklanmanız…
Sizin diğer duyularınızdan, takıntılarınızdan da kurtulmanıza yardımcı olacaktır.
Bu arada, burnunuzdan ciğerlerinizi tamamen dolduracak şekilde derin bir nefes alın.
Sf: 131
Sonra, bu nefesinizi hiç tutmadan, burnunuzdan vererek boşaltın.
Nefesinizi tamamen boşalttıktan sonra…
5-10 saniye kadar nefes almadan bekleyin.
Daha sonra tekrar çok derin bir nefes alın.
Ve beklemeden tekrar nefesinizi tamamen boşaltın…
Her nefes boşalttığınızda da, mümkün olduğu kadar bu şekilde birkaç saniye daha fazla beklemeye çalışın.
Bu nefes alıp-vereme tekniğini de gözleriniz kapalı olarak en az, 10 kez tekrarlayın.
Göreceksiniz!
Bu nefes alış-verişleriniz sonunda vücudunuz tamamen gevşeyecek…
Sinir sisteminiz yatışıp, rahatlayacak…
Kafanızda ne takıntınız…
Ne de günün stresi kalacak.
Ve bu arada, siz de farkında bile olmadan uyuya kalacaksınız.
Emin olun…
Bu tekniği düzenli bir şekilde kullandığınızda da …
Uykusuzluk derdiniz tamamen ortadan kalkacaktır.
Sf: 133
Çay, özellikle de yeşil çay, her açıdan son derece zengin bir bitkidir…
İçinde B grubu vitamini ile C vitamini…
Damar sertliğini önleyen P vitamini…
Demir tozu… Magnezyum… Manganez ve sodyum gibi mineraller…
Bakır, florür, iyot ve aminoasit gibi temel elemanlar da cabası…
Ayrıca, mineral tuz, alkolitler ve mazı tozu gibi maddeler de var.
Ancak, bu faydalı maddeler çay ‘Kafkas Usulü’ demlendiğinde ortaya çıkıyor.
Yoksa, başka türlü demlenmiş veya sallama çaylar böylesine yarar sağlamıyor.
Hele, bu usulüne göre demlenmiş çayın yanında…
Bir de aspirin alınırsa…
İşte!
Sen o zaman performansı gör…
Boğa gibi güçlü olup…
Şaşırıp kalırsın!
Ancak;
Cinsel performans için en başta uyku gelir.
Şayet, uykunu tam alamıyorsan, ne yapsan, ne etsen boşa kürek çekersin!
Öncelikle, uykunu tam alacaksın.
Daha sonra, şayet varsa…
Aşırı içkiye, sigaraya paydos, diyeceksin. Cinsel gücü artırıcı spor hareketlerini aksatmadan yapacaksın (S:136)
Tabii…
Cinsellikte yarım yamalak değil, tam performans sağlamak istiyorsan.
Sağlıklı bir yaşam isteyip, istememene bağlı!
Ben hatırlatması…
(Bundan sonra tuttuğuna yıldırım gibi saplanırsın. Zımba gibi delik deşik edersin.)
Sf: 134
Bu arada, beslenmene de dikkat edeceksin.
Yemek masasından yarı aç kalkacaksın.
Cinsel ilişkiye de, yemek yedikten en az 2-3 saat sonra gireceksin.
İlişkiden sonra da, şöyle bir kestireceksin…
Ünlü Ürolog Serdar Erkan’a Göre;
Cinsel Gücü Azaltan Gıdalar
1.Tuz
Tuz peniste sertleşmeyi sağlayan ana madde olan nitrik oksid maddesinin aktivitesini azaltarak, penise giden kan akımını azaltır. Adeta anti-viyagra gibidir. Tuz ayrıca penis kılcal damarlarında enflamasyon (iltihap) ve sertleşmeye yol açarak penis damarlarını daraltır ve kan akışını bozarak ereksiyon zorluğuna yol açar. Aklınızda bulunsun, günlük tuz ihtiyacı sadece 3 gramdır. Bu da üç aspirin tableti kadardır. Ancak bütün işlenmiş ve dayanıklı hale getirilmiş hazır gıdalarda… Soya gibi soslarda yüksek miktarda tuz olduğu göz önüne alınmalıdır.
2.Trans yağlar…
Kek, bisküvi, poğaça, börek, cips, grisini gibi hazır ve işlenmiş gıdalarda bulunur.
Trans yağlar penis damarlarını tıkayarak, kanlanmayı azaltır ve sertleşme bozukluğuna yol açar.
3. Kan şekeri ve insülini arttıran gıdalar…
Rafine şekerli ve unlu gıdalar (makarna, pilav ve tatlılar) penis bölgesi kılcal damarlarında mikrodolaşımı bozup, penis damarlarını daraltarak kan akışının azalmasına yol açarak cinsel gücü azaltırlar.
4. Bazı hayvansal yağlar
Sığır eti, sucuk, hamburger, sosis, jambon vb. LDL kolesterolü arttırarak penisteki damarlarda plak oluşumuna yol açarak damar sertliğine neden olurlar. Penise giden kan akışı azalacağından ereksiyon (sertleşme) bozukluğu olur.
5. Bisiklete ve ata binmek…
Bu gıdaların yanı sıra… Öte yandan, yarış tipi ince seleli bisiklete ve ata çok binmek de… Penise giden kan akışını bozarak ereksiyon şikayetlerine yol açar.
Cinsel Gücü Artıran GIdalar
1. Kuruyemişler…
Omega 3 seviyesini yükselten gıdalar (keten tohumu, ceviz, uskumru, somon, balkabağı, kanola yağı) peniste oluşan damarları daraltan plakları ortadan kaldırarak… Penis kanlanmasını artırır.
2. Taze meyve ve sebzeler…
Erik, çilek, limon, incir gibi meyveler… Yüksek antioksidan ve vitamin içerikleriyle penise giden sinirleri besler. Penis damarlarında genişlemeye yol açarak cinsel güce güç katar.
Koyu yapraklı sebzeler;
Çinko oxid içerdiğinden penise giden damarlarda dolaşımı ve kanlanmayı artırır.
Muz ve kuru meyveler;
Yüksek potasyum içerdiklerinden penis damarlarını genişletir.
Avokado;
Kalp atım gücünü artırarak, penise pompalanan kan miktarını çoğaltır.
Badem;
Yüksek çinko, selenyum, E vitamini içeriğiyle penise kan akışını artırır.
İstiridye;
En önemli afrodizyaklardan biridir. Yüksek çinko içerdiğinden, erkeklik hormonu ve dopamin seviyesini yükseltir.
Kavun;
İçinde Viagara etkisinde olan citrullus maddesi olduğundan….
Bu madde hem cinsel isteği… Hem de cinsel gücü çok arttırır.
Öte yandan, içindeki vitamin ve mineraller çok zengin olduğundan Passion Fruit (dışı mor, içi yeşil çekirdekli tropikal meyve) ile…
İçinde yüksek antioksidan içeriği ile feniletilamin maddesi bulunan siyah çikolatanın da cinsel aktiviteyi yükseltmeye katkısı vardır.
Kuşkonmaz;
Yüksek B vitamini ve folat içerdiğinden cinsel istek için gerekli histamin seviyesini artırır.
Salatalık; A, C, B1, B2 vitaminleri ile fosfor, demir, kükürt, manganez ve protein içerir. Yorgunluğu azaltır, cinsel gücü arttırır.
Kereviz;
Erkek terindeki pheromene seviyesini artırarak erkeği kadınlara karşı çekici yapar.
Şili biberi; Capsaicin içerdiğinden cinsel isteği artırır.
Sarımsak ve zeytinyağı;
Damar dolaşımını düzelterek penise giden kan akışını artırdığı için cinsel güce güç katar.
Cinsel Gücü Artıran Hareketler?
Yeme ve içmenin dışında…
Cinsel gücünüzün artmasına yararı olacak 5 hareketten söz edeceğim.
Birinci Hareket;
Çömelmek
Fırsat bulduğunuzda çömelerek dinlenmeye bakın…
İş yerinizde… Evinizde olsun… Günde 3-5’er dakikadan en az 5-6 kez, hatta her fırsatta çömelerek dinlenmeye çalışın.
Fazla değil, bir ay içinde farkı göreceksiniz.
Neden mi? Nedeni çok basit…
Çömelerek oturduğunuzda cinsel gücünüzle ilgili tüm kaslarınız çalışıp, güçlenir.
Bu kasların güçlenmesi de, cinsel yönden performansınızı artırır.
Deneyin bir kez…
Bir süre sonra;
“Vay be!” doğruymuş, diyeceksiniz.
Sf: 137
İkinci hareket; (202. sayfada nasıl yapılacağı gösteriliyor)
Squat hareketi…
Bu hareketi gücünüze göre sırta bir ağırlık alarak veya hiç ağırlık almadan da yapabilirsiniz…
Ağırlıkla veya ağırlıksız çömeli vaziyette, 5 saniye kadar bekledikten sonra tekrar ayağa kalkılır.
Ve bu hareket, bir seferde 8-16 kez yapılır. 3 set olarak tekrar edilir.
Bu hareket, dizle kasık arasında bulunan ve büyüme hormonu salgılayan quadriceps kaslarını çalıştırdığı gibi…
Cinsel güçle ilgili tüm kasları kuvvetlendirir.
Böylelikle, cinsel gücün artmasına katkı sağlar.
Bu hareket, çömelip oturma hareketinin daha aktifi olduğundan cinsel güce yararı daha fazladır.
Dördüncü hareket…
Alaturka tuvaleti kullanmak…
Alaturka tuvaletin cinsel gücü arttırdığı bugün bilimsel olarak da kanıtlanmıştır.
Bu nedenle de;
Amerikanın bazı eyaletlerinde artık özel yapım alaturka tuvaletler kullanılmaya başlanmıştır.
Beşinci hareket…
Erkeklik ve kadınlık organlarını içeri çekerek yapılan hareket (Kegel hareketi)…
Bu hareket erkeklerde ve kadınlarda cinsellikle ilgili kasları güçlendireceğinden cinsel güç ve isteği artırır.
Erken boşalmayı önler. İdrar kaçırmaya mani olur.
Ayrıca kadınlarda cinsel fonksiyonları düzenlemede yardımcı olur.
“Prostat Kanserini Nasıl Yemdim?”
En ölümcül bir hastalık olan kansere çare var mı?
Var…
Yeter ki, bu hastalığa karşı nelerin çare olduğunu bilin.
Değil sadece kansere, her derde bir çare olduğuna da inanın.
Yüce Allah’a olan inancınızı sakın yitirmeyin.
Unutmayın ki!
Allah her derde bir derman vermiştir…
Size ünlü bir iş adamının, hem de hiç ilaç kullanmadan…
Kanseri nasıl yendiğini kendi ağzından anlatayım….
İşte!
O zaman ‘inancın’ nelere kadir olduğundan emin olursunuz…
Şu an 73 yaşında olan bu ünlü deri fabrikatörü…
Ne yedi….
Ne içti….
Nasıl yaşadı da doktorsuz, ilaçsız kanseri yenmeyi başarıp….
Tıp dünyasında bir mucizeyi gerçekleştirdi?
Kendi ağzından dinleyelim;
– Tam 13 yıl önceydi,
Karşımda duran, kapılarını çaldığım…
Belki de, onuncusu olan….
Alanının en ünlü profesörü de diğer doktorların söylediklerini aynen tekrarlayıp;
– Çok üzgünüm.
Testlerin sonucu çok kötü.
Prostat kanserisin. Hemen ameliyat olmalısın.
Bu ameliyatta ölüm tehlikesi hiç yok.
Ama, tek sakıncası var.
O da erkekliğini kaybetme riski, dedi.
Bunun üzerine ben de;
“Atın ölümü arpadan olsun”, deyip o an ameliyat olmamaya….
Ve başka bir doktora görünmemeye karar verdim.
Artık, kendimle baş başa kalacaktım.
Zira;
Sonuçta ben bir erkeğim…
Tanıdığım arkadaşlar var.
O yıllar…
Prostat kanserinden ameliyat olanlar daha sonra tam bir erkek olamıyordu.
Bu yüzden ameliyat olmadım.
Ameliyat dışında başka çareler aramaya başladım.
Sf: 140
İnsan başına gelmeyince anlamıyor.
Başına gelince de şapkanı çıkarıp önüne koyuyorsun.
Ve ben kararımı verdim.
Öncelikle, geri kalan hayatımı kendim için yaşayacaktım.
30 yıllık evliydim
İki çocuğum vardı. ikisi de kendi hayatlarını kurtarmıştı.
Biri İsviçre’de, diğeri Amerika’da yaşıyordu.
Eşimle aramda öyle kayda değer bir sorun yoktu.
ama, hayat tarzımız başkaydı.
Fikren de pek anlaşamıyorduk.
O sosyal hayattan vazgeçemiyordu.
Ben ise doğal yaşamdan…
Bu nedenle…
Öncelikle, stresten kurtulmama gerekiyordu.
Eşim anlayışlı çıktı.
Hır-gür çıkarmadan yollarımızı ayırdık.
Böylelikle yeni hayatıma ‘Merhaba’ derken…
İlk işim eşimden boşanmak oldu.
Hiç unutmam!
Düdüklü tencere ilk çıktığında, annem yüzünü buharla yakmıştı.
Ninem hemen annemin yüzüne salça sürüp yanmanın hava ile temasını keserek…
Yanma derecesini düşürmüştü.
Bunu hatırlamam aklıma yeni fikirler getirdi.
İnternetten…
Kitaplardan araştırdım.
Hangi bitki hangi hastalığa iyi geliyor, diye…
Özellikle de de, prostat kanserine…
İncelediğim bitkileri tek tek kendimde denedim.
Bu arada, sigara içmeyi tamamen bıraktım.
Düşkünlüğüm olmadığı için, alkolden de vazgeçmek benim için sorun değildi…
Şehir hayatından da fırsat buldukça kaçtım.
Kendimi, Saros Körfezinde deniz kenarındaki bir dönüm bahçesi olan evime attım.
Haftanın yarısını burada balık tutarak…
Avlanarak..
Doğa ile baş başa kalarak geçiriyordum.
Ama, en önemlisi inancımı hiç kaybetmedim.
Moralimi bozmadım.
Ve bu hastalığı da yüce Allah’ın yardımıyla yeneceğime inandım.
Bu arada, şunu da özellikle belirtmek isterim;
Sf: 141
İstanbul’un gürültüsü yok mu?
Bu gürültü her hastalığı tetikler.
Gürültü sigaradan da…
Alkolden de daha zararlı ve tehlikelidir.
İnsanın cinselliğini…
Psikolojisini etkiler.
İnsanın sinirlerini harap eder.
Ama, doğa ile baş başa kalındığında;
Rüzgar sesi…
Dalga sesi…
Kuş sesleri insana bambaşka bir enerji verir.
Ünlü iş adamı arkadaşım konuşmasını şöyle sürdürdü;
– Şimdi gelelim, neler yediklerime, neler içtiklerime…
Önce, neler içtiğimi anlatayım, sonra da neler yediğimi…
Araştırmalarımdan hangi otların prostat kanserine iyi geldiğini öğrendim.
Ve bunları tek tek kendimde denedim.
Adeta kendi kendimin kobayı oldum.
Sonunda prostat kanserine en iyi gelen üç otu tespit ettim.
Yetişmeyenleri de dışarıdan temin ettim.
Bu arada belirteyim…
Bu otları güvendiğiniz baharatçılardan kolayca temin edebilirsiniz.
Bunları çay gibi demleyip günde birkaç kez içtim.
Ancak, bunları ‘Kafkas Usulü’ demleyip içmeniz gerekir.
Yoksa, pek fayda elde edemezsiniz.
İşte!
Hayatımı kurtaran otların başında gelen üç ot;
1- Yakı Otu
Yakı otunun prostat bezi rahatsızlıkları için şifalı bir bitki olduğunu…
Bu otla iyileşen yabancı bir dostumdan öğrendim.
Gerçekten;
Bu ot prostat kanserine karşı harika bir ilaç…
Bu otun ameliyat olmadan eski sağlığıma kavuşmamda önemi büyüktür.
Yakı otu sapı, yaprak ve çiçekleriyle birlikte toplanır.
Toplanan ot daha taze haldeyken kesilerek çay haline getirilir.
Sabah-akşam aç karnına birer çay bardağı içilir.
2- Kırk Kilit Otu
Kırk Kilit otu mesane ve böbrek hastalıklarına…
Çürüyen yaralara, habis şişkinliklerine karşı çok faydalıdır.
Kanı temizleyici bir özelliği vardır.
Sf: 142
Kırk kilit otuna at kuyruğu veya tilki kuyruğu da denilir.
Kırk kilit otu fundalıklarda, sulak ve killi topraklarda yetişir
Belli bir yaşa geldikten sonra, her insanın kırk kilit otu içmesi tavsiye edilir.
Her türlü ağrıya da iyi gelir.
Ve insanların sağlıklı bir yaşlılık dönemi geçirmesine yardımcı olur.
3-Isırgan Otu
Isırgan otu kökünden başlayarak sapı, yaprakları, çiçekleri ve tohumuna kadar baştan aşağı şifalıdır.
Isırgan otu idrar yolları hastalıklarını, enfeksiyonlarını ve idrar tutukluğunu düzeltir.
Sabah-akşam aç karnına içilir.
Ancak, ben bu üç otu karıştırıp birlikte demliyorum.
Sabah, öyle ve akşamları 3 otun karışımından aç karnına birer bardak içiyorum.
Bu otların dışında da, yeşil çayı da her fırsatta, su yerine bile içtiğim olur.
Zira, yeşil çay hem iyi bir antioksidan…
Hem de, vücut bağışıklığını kuvvetlendiren…
Güç veren bir bitkidir.
Öte yandan;
104 yaşında attan düşerek hayatına kaybeden….
Ünlü İsveçli tıp adamı Dr. Samst’ın ölümünden sonra el yazıları arasında bulunan…
Adeta gençlik iksiri olup…
Her derde derman olduğu halk arasında yaygın olan…
Bu reçeteyi kendime uyguladım…
Gerçekten müthiş bir içecek bu…
11 değişik bitki karışımıyla yapılan bu içki…
Hem her türlü hastalığa yakalanmayı önler…
Hem de, tedavi edici özellikleri vardır.
Ben bu içkiyi kendi ellerimle yaparım.
Ve her sabah-akşam birer çorba kaşığı aç karnına içerim.
Nasıl mi yapıyorum?
Anlatayım;
Önce şu otları, güvendiğiniz bir baharatçıdan temin edin…
10 gr. sarısabır veya yılan otu kötü
5 gr. mür ağacı
02 gr. safran
10 gr doğal kafur
10 gr. ışkın veya ravent kökü
10 gr. küçük çayırgüzeli
Sf: 143
10 gr. balsıra veya kudret helvası
10 gr. tiryak
5 gr. yabandomuzu dikeni kökü
10 gr. melek otu kötü
Daha sonra;
Bu otları en az iki litrelik dar ve uzun bir kavanoza doldurun.
Bunun içine de 1,5 litre yüzde 40 alkol içeren kaliteli kanyaktan koyun.
Şöyle iyice bir çalkalayın.
Sonra, iki hafta kadar güneş gören veya sıcak bir yere bırakın.
Ve her gün kavanozu iyice çalkalayın.
İki haftanın sonunda ise;
Kavanozun içindeki bitki içkisini süzün.
Kapaklarını da iyice kapatıp, serin bir yerde saklayın.
Neler yediğime gelince…
Sakın ha!
Tereyağı, kaymak, yumurta, kuzu ve keçi eti gibi yüksek değerde olan gıdaları düşman gibi görmeyin.
Aksine, bu tür gıdaları sofranızdan hiç eksik etmeyin.
Öte yandan;
Nasıl ki, yakı, kırk kilit ve ısırgan otlarıyla, yeşil çayı usulüne uygun demlemek ne kadar önemliyse…
Beslenme şekli ve yemeklerin de usulüne uygun pişirilmesi o derece önemlidir.
Ben yemeği de, çayda olduğu gibi, Kafkas Usulü pişirip yerim.
Bu arada, belirtmek isterim ki;
Özellikle, keçi eti ve sütü insanlara en yakın besleyici gıdalardır.
Zira, keçiler yemle beslenmez.
Keçiler dağ yamaçlarında kendilerine faydalı otları seçerek yediklerinden…
Keçi eti ve sütü çok faydalı ve sağlıklıdır.
Belki, duymuşsunuzdur…
Amerika’da doktorlar kansere karşı keçi eti, sütü ve peyniri tavsiye ederler.
Bu nedenle, keçi beslemeye başladım.
Onların etini, sütün ve peynirini de soframdan eksik etmem.
İşte!
Kanseri kendi bulduğu yöntemleriyle tuş eden bu iş adamı günlük yaşantısını da şöyle anlatıyor;
Sabahları…
Daha güneşin ilk ışıklarıyla yataktan kalkar kalkmaz…
Sf: 144
Aç karnıma yukarıda anlattığım şekilde demlediğim yakı, kırk kilit otu ve ısırgan otlarının karışımından oluşan…
Çaydan bir iki bardak içerim.
Daha sonra, bahçemde beslediğim tavukların yumurtladığı iki organik yumurtayı rafadan pişirip üzerine de…
‘Çörek otu’ serpip yerim.
Bunun yanında, biraz keçi peyniri…
Birkaç zeytin…
Tereyağı ve evimde kendim pişirdiğim buğday ekmeğinden bir dilim yerim.
Bu arada, her şeyin de organik olmasına dikkat ederim.
Öğle yemeklerine gelince…
Genellikle, haftada iki gün balık…
2-3 gün kuzu, ya da keçi eti…
İki gün de tavuk eti yerim.
Etleri de genellikle sebze ile birlikte, daha önce tarifini verdiğim şekilde kısık ateşte pişiririm.
Bir de;
Isırgan otunu çevremdeki kırlardan körpe körpe toplayıp bunları 50 derece sıcaklıktaki suya batırıp çıkarırım.
Üstüne sızma zeytinyağı, sarımsak ve maydanoz koyduktan sonra da, yarım limon sıkıp yerim.
Yemekten sonra bir saat kadar uyurum.
Uyandıktan sonra da…
Ya balığa, ya ava, ya da yürüyüşe çıkarım…
Akşam yemeklerine gelince…
Akşam yemeğimi, yatmadan en az iki saat önce yerim.
Ve yemeğe başlamadan da, daha önce anlattığım üç bitki karışımı çaydan mutlaka bir bardan içerim.
Akşam yemeklerinde de, özellikle, sebzeli, sulu, hafif ve hazmı kolay yemekleri seçerim.
Ama, ısırgan otundan yaptığım çorbayı içmeyi de hiç ihmal etmem.
Haa…
Şunu da unutmadan söyleyelim.
Ekmeğimi de hep kendim yaparım…
Yoğurdumu da…
Hem de keçi sütünden.
Zira piyasada satılan yoğurtların çoğunun içinde koruyucu maddeler olduğundan bunlar insan sağlığına çok zararlıdır.
Gerçek yoğurt 2-3 gün içinde ekşir.
Yoğurdun da ekşiyeni sağlıklıdır.
Bun akıldan çıkarmamak gerekir.
Sf: 145
En Büyük Derdi?
Ünlü iş adamı yetkililere de seslenip şöyle diyor;
Sayın yetkililer!
Türkiye’de kanser hastalığının her geçen gün hızla arttığının farkında mısınız?
Gidin, inceleyin…
İstanbul’daki kanser hastalıklarıyla ilgili tam donanımlı hastanelerin başında gelen Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinin…
Onkoloji ve Hematoloji bölümlerini ziyaret edin.
Bu bölümlerin Sirkeci Garı’ndan farkı yok…
Tıklım, tıklım…
Sıra bekleyen hastalarla dolu…
Bu durum, sadece Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde değil…
Diğer hastanelerde de aynı…
Son yıllarda hızla artan bu ölümcül hastalığa karşı ne tür tedbirler aldınız?
Özellikle, yediğimiz, içtiğimiz gıdalarla artan bu hastalığa karşı ne tür kontroller yapılıyor?
Lütfen açıklar mısınız? Ama, açıklayamazsınız…
Çünkü, bu konuda aldığınız hiçbir tedbir yok.
İddia ediyorum…
Gidin herhangi bir markete.
Kontol ettiğinizde en azından 10 ürünün 1-2’si sakıncalı çıkacaktır.
Bırakın marketleri…
Televizyonda ve internet üzerinden ulu orta ürünler satılıyor…
Neymiş Tarım Bakanlığı’ndan izin alınmış!
Sağlıkla, Tarım Bakanlığı’nın ne ilgisi var?
Sağlıkla ilgili her konuda Tarım Bakanlığı değil…
Siz sorumlusunuz Sayın Sağlık Bakanı…
Eyy İçişleri Bakanı!
Gürültünün ve kirli havanın sağlığa ne kadar zararlı olduğunu bilmeyen yok.
Bir bakan olarak gürültünün insan üzerinde ne tür hasarlar yarattığını bizden iyi bilirsiniz herhalde..
Belki bilmeyen okurlar vardır, diye hatırlatalım…
Gürültü, insan psikolojisini bozar…
Sinir sistemini…
Kimyasını alt üst eder…
Stres yapar…
Cinsel gücü zamanla yok eder…
Özellikle, insanların bağışıklık sistemini zayıflattığından…
Sf: 145
Başka kanser olmak üzere diğer hastalıkları tetikler.
Belirtildiğine göre de gürültü kirliliğinin insan sağlığına zararı sigaraya göre, en az 2-3 kat daha fazladır.
Öte yandan;
Bir insan sigara içilen yerden kendi iradesi ile uzaklaşabilir.
Ancak, yatak odasına kadar giren çevresindeki gürültüden uzaklaşabilmesi kendi elinde değildir.
Böyle olunca da, o insanın sağlığı kendi iradesi dışında tehlikeye girmiş olmaktadır.
Yetkililer, sigaraya, alkole açtıkları bu savaşı neden gürültü kirliliğine karşı da açamıyor…
Yoksa, rant! paylaşımı mı buna engel olmaktadır.
İnandım… Azmettim… Kazandım…
Ünlü iş adamı mücadelesini şöyle anlatıyor;
– Ben ne doktorum, ne de bir bitki profesörü…
Sadece kendi kendimin kobayı oldum…
Değişik bitkiler denedim…
Ve sonunda prostat kanserime iyi gelen otları…
Gıdaları buldun.
Bunları da usulüne göre demledim…
Pişirdim…
Allah’ıma şükürler olsun bu hastalıktan kurtuldum.
Şimdi, sapasağlamım..
Gücüm yerinde.
30’luk bir delikanlı gibiyim.
Şu an 73 yaşındayım…
Prostat kanserinden nasıl kurtulduğumu…
Bu hastalığa yakalananlara faydalı olsun diye anlattım.
Ancak, yakalandıktan sonra değil…
Yakalanmamak için de, bilinmesi gerekenleri belirtmek isterim.
Şöyle ki;
Öncelikle, meyve ve sebzeleri çok ama çok iyi yıkamak gerekir.
Zira, bunların üzerinde bulunan zirai ilaçların kanserojen etkisi çoktur.
Vitrinlerde bozulmasın diye meyvelere ‘bakterisit’, diye bir ilaç sıkarlar.
Bunlar zehirdir.
Kanseri tetikleyen maddelerdir.
Sofranızda da hep koyu renkli ekmek bulundurun.
Örneğin, buğday, çavdar, kepek gibi…
Sf: 147
Sakın Beyaz ekmek yemeyin.
Zira, beyazlatmak için ekmeğin içine ‘hidrojen peroksit’, adında bir madde koyuyorlar. Bu tür ekmekler sağlığa zararlıdır.
Öte yandan;
Marketlerde satılan ve içinde koruyucu bulunan yoğurtlardan yemeyin…
Mümkünse, yoğurdu kendiniz yapmaya çalışın.
2-3 gün içinde ekşiyen yoğurt daha faydalıdır.
Gürültüden, trafikten kesinlikle kaçının…
Arabaların egzozundan çıkan gazlar çok zararlıdır.
Öte yandan;
Yeni aldığınız beyaz iç giysileri sakın iyice yıkamadan giymeyin.
Bu tür giysiler kanserojen içeren maddelerle beyazlatıldığı için çok zararlıdır.
Halılarınızı deterjanla değil… Sirkeli su ile temizleyin.
Daha bunlara benzer birçok şeyden kaçınmak gerek…
Şimdilik aklıma gelen bunlar.
Son olarak şunu belirteyim;
En önemlisi şehrin stresinden, trafiğinden kurtulup doğa ile baş başa kalın. Sizi sinirlendirecek konulara asla girmeyin…
Uykunuza çok dikkat edin… Uyku, sağlık için en başta gelir.
Gayet tabii, kesinlikle sigara içmeyin…
İçkiye düşkün olmayın.
…Ve erken yatıp, erken kalkın…
Unutmayın!
Her insan kendi sağlığından önce kendisi sorumludur.
Sağlıklı ve uzun yaşamak insanın kendi elindedir.
Kanserden Eser Bile Kalmadı
İşin ilginç yanı olanı ise;
Size öyküsünü anlattığım bu arkadaşım geçen yıl beni aradığında çok şaşırdım.
Zira, 13 yıl önceki tıp bugünkü kadar ileri olmadığından…
“Erkekliğim gider”, korkusuyla kanserli prostatını o zaman aldırmaktan korkan bu arkadaşım…
Büyüyen prostatını bugünkü son teknikle küçülttürdüğü sırada…
Alınan parçalardaki patoloji sonucu…
Kanserden eser bile kalmadığı görülmüş…
Bu da ispatlıyor ki, arkadaşım yedikleri, içtikleri ve yaşam tarzı sayesinde kanseri yenmiş…
İşte!
Size ‘Damdan düşen adam’ bir Nasrettin Hoca örneği daha!
Sf: 151
“İnsan Kendi Şansını Nasıl Yaratır?
Ünlü düşünür ve yazar Emmet Fox’a göre de;
Şans diye bir şey yoktur.
Hiçbir şey şans eseri olmaz.
İyi ya da kötü, yaşadığınız her şey değişmeyen, kaçınılmaz bir yasanın sonucudur.
Ve o yasayı yöneten de yalnızca sizsiniz.
Hiç kimse size hiçbir zarar veremez, fakat çoğu zaman öyle görünür.
Bilinçli ya da bilinçsiz olarak bugünkü arzu ettiğiniz, ya da etmediğiniz koşulları siz hazırladınız.
Ve sonuç fiziksel sağlığınıza, ya da bugünkü durumunuza yansıdı.
Bunları yalnızca siz ısmarladınız ve teslim aldınız.
Kendiniz ve hayat hakkında yanlış düşünmeye devam ettiğiniz sürece aynı güçlüklerle karşılaşmaya devam edeceksiniz.
Her tohumun kendi cinsinden meyve vermesi kaçınılmazdır.
Ve düşünce de kaderin bir tohumudur.
Ünlü yazar Jack Ensign Addington da…
Kitabında bu konuyla ilgili ‘özetle’ şöyle yazıyor;
Yaşadığımız sorunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir adam hastayken, diğeri neden sağlıklı?
Bir adam konforlu bir evde yaşarken, diğeri neden bir gecekonduda yaşıyor?
Sf: 152
Bazıları başarabiliyorsa, diğerleri de neden başaramasın?
Bilgi güçse, neden bütün üniversite mezunları mutlu ve başarılı değiller?”
Sf: 154
Tek çer risk almaktı… Zaten risk almayı severim.
Aklımda hep ünlü bir iş adamının şu öğüdü vardır;
Başarının sırrı…
Yüzde kırk iyi bir eğitim…
Yüzde otuz şans…
Yüzde otuz da risk almaktır, der.
Aklıma o an, bir kurnazlık geldi.
Ben de risk alıp, şansımı denemek isterdim…
Sf: 157
Mesleğimde başarılı olmamı hep huzurlu…
Ve dengeli biri olmaya çalışmama da borçluyum…
Addington’un dediği gibi;
Huzurlu ve dengeli insan güçlüdür.
Huzurlu ve dengeli insan hayatla birlikte akar.
Hayata direnmez.
Hayattan korkmaz.
Ve hayatla uyuşmazlığı yoktur.
Denge çok önemlidir.
Zira, denge;
Ne kadar çok şoklar, değişiklikler yaşarsak yaşayalım…
Huzur içinde yolumuza devam etmemizi sağlar.
Şayet dengeyi yitirirseniz, her şans rüzgarı sizi yumruklar…
Beklenmeyen şeyler hayatınıza renk ve lezzet katacağına sizi telaşa boğar.
Dengeli insanda ‘endişe’ yoktur.
Endişe zihninde dolaşan ince bir korku akıntısıdır.
Ne kadar uzun süre akarsa, o kadar derin izler bırakır…
Bilin ki, endişeden daha boş bir aktivite yoktur…
Sf: 162
“Ünlü iş Adamı Rahmi Koç…
Hayatta başarılı olmak isteyen gençlere şu tavsiyelerde bulunuyor.
– Öncelikle sağlığınıza dikkat edin, sağlık demokrasi gibidir.
Elden gitmeyince kıymeti takdir edilmez.
– İnsan vücudu da bir makine gibidir.
Genç yaşta hor kullanılırsa ileri ki yaşlarda bedelini ödersiniz…
– Kendinize mutlaka bir hedef belirleyin.
Geniş vizyon sahibi olun. Bu hedefi de gerçekçi olarak tanımlayın…
Aksi takdirde vzyonunuz, illüzyona dönüşebilir.
– Karar vermekten çekinmeyin.
En kötü karar dahi, kararsızlıktan daha iyidir.
– Sabırlı ve temkinli olun, acelecilik zarar verebilir.
– Karşınızdakinin en az sizin kadar akıllı olabileceğini aklınızdan sakın çıkarmayın.
– Sıradan biri olmayın, değişik bir insan olun.
– Hayatta her zaman pozitif düşünün.
…Ve şu atasözünü de aklınızdan hiç çıkarmayın;
– Yaydan çıkan ok,
– Ağızdan çıkan söz,
– Kaçırılmış fırsat,
– Geçmiş zaman…
Hiçbir zaman geri gelmez.”
Sf: 166
Bir Çin atasözü vardır, bilmem bilir misiniz?
“Sineğin çok konduğu yerden sonuç çıkmaz.”
Sf: 167
“Başarılı bir girişimcinin sırrı…
Hiç kimsenin bilmediğini, aklına getirmediğini…
Yapmadığını yapmaktır.”
Ya da, herkesin yaptığının en iyisini yapmaktır. Rockefeller
Sf: 175
Şöyle ki!
Sohbet sırasında…
Kafayı iyici bulmuş olan Doğan isimli liseli bir arkadaşım kollarımdan tutarak;
– Sen kimsin?
Ertuğrul musun? Ertuğrul’un kardeşi misin?
Yoksa, Ertuğrul’un oğlu musun, demesi herkesi kahkahalara boğdu.
Sonrada, içlerinden biri;
– Ertuğrul ne yaptın ettin de…
Böylesine genç ve formda kaldın, diye sorunca…
Onlara;
– Sadece, sizin yaptıklarınızı yapmıyorum, diye cevap verdim.
Ve arkasından da ekledim;
– Baksanıza deminden beri…
Gecenin bu geç saatinde bile, etlisinden tuzlusuna, tatlısına kadar her şeyi tıka basa yediniz.
Bir de ellerinizden içki kadehleri hiç düşmedi…
Tabii, böylesine yiyip, içtiğinize göre..
Allar bilir sporla da aranız hiç iyi değildir.
O zaman unutmayın, her şeyin bir bedeli vardır.
Sf: 178
Metrobüsün içi tıklım tıklım dolu…
Ama şansım yaver gitti. Oturacak bir yer bulabildim.
Yanımda da, beyaz saçlı 60 yaşlarında ciddi bir bayan oturuyor.
Eminim öğretmen, ya da bürokrat emeklisi!
Karşımda, yine o yaşlarda, elleri dolu olan bir erkek var.
Belli ki, alış-verişten geliyor.
Metrobüsün içi de kalabalıktan çok sıcak olmuş…
Öyle ki, karşımda ayakta adam kan-ter içinde kalmış…
Yanaklarından terler akıyor.
Ben de, sıcaktan bunaldığımdan deri ceketimi çıkartmış…
Vücudumu saran kısa kollu tişörtümle oturuyorum.
Bu arada dikkatimi çekti…
Yanımdaki bayan gözlerini dikmiş bana sertçe bakıyor.
Sonunda, dayanamayıp sordum;
– Afedersiniz!
Bir yanlışım mı var, deminden beri bana ters ters bakıyorsunuz?
Bu sorum üzerine kadın biraz da kızgın bir sesle şöyle cevap verdi.
– Daha ne olsun…
– Karşınızda yaşlı başlı bir adam elleri dolu ayakta duruyor.
Siz kalkıp ona yer bile vermiyorsunuz?
Sizin gibi genç bir adama hiç yakıştıramadım doğrusu!
Ne yalan söyleyeyim…
Bu hiç beklemediğim cevap beni şaşırttığı kadar…
Çok da hoşuma gitti. Kendisine;
– Çok haklısınız hanımefendi, dedim.
Sonra da kalkıp yerimi seve seve karşımda duran adama verdim
İtiraf edeyim ki…
Hayatımda beni bukadar mutlu eden bir fırçayı! da ilk kez tanımadığım bir bayandan yiyordum.
Üstelik, bu bayan gözlüklüydü… Şayet, gözlüğü olmasydı…
Belki de gözleri bozuk, diye düşünecektim.
Ne de olsa, yaş 75 olmuştu…
Ama hala beni genç görenler vardı…
Gel de sevinme şimdi!
(Bu konunun açıklaması S:188)
Kitabın başında da yazmıştım.
Yapılan istatistiklere göre ülkemizde, her 3 kişiden biri depresyon geçiriyor, diye…
İşte!
Bu nedenle de vatandaş…
Ne yapacağını şaşırmış durumda. Her söylenene inanıyor.
Sf: 179
Öyle ki!
Kendi uzmanlıklarıyla hiç ilgili olmayan bazı doktorların…
Hatta, sağlıkla yakından uzaktan bir ilgisi bulunmayan kişilerin anti-aging konusunda atıp tuttuklarına dört elle sarılıyorlar.
Televizyonda, röportaj yapan kişi de nezaketinden! olacak;
– Sayın doktorum!
Diyetisyenim! v….
Siz hiç aynaya bakmıyor musunuz?
Kendinize hayrınız yok!
Öte yandan;
Sanki, herkesin boynunda bir terazi asılı.
Günde şu kadar kalori alırsan, şöyle olur, böyle olur, diyorlar.
Bazıları da gramlarla ölçülü kahvaltının, öğle ve akşam yemeğinin dışında ara öğünler de tavsiye ediyorlar.
Levrek buğulama tavsiye eden de çıkıyor…
Somon balığı da…
Türk halkının kaçta kaçı bu yemekleri yiyebilir ki…
Halkın genelinin sağlıklı yaşamaya hakları yok sanki…
Bir de son zamanlarda bağırıyorlar;
Organik yemezsen erken ölürsün!…
Hele şekerli, unlu gıdalar alırsan hiç şansın yok, diye…
Ama akıllarına bile gelmiyor…
Türk halkının bugünlere baklava, börek ve somun ekmek yiyerek geldiğinden…
Bakıyorum da…
Ekonomik zorluk çekenler zenginlere göre daha çok yaşıyorlar.
Üstelik, bırakın organik gıdayı…
Ne bulursa…
Unlu, şekerli, yedileri halde…
Neden acaba, diye hiç düşündünüz mü?
Ben söyleyeyim;
Kafkas halkının dediği gibi ‘garingula’ olmadıkları gibi…
Devamlı da hareket halindeler…
Nedir garingula?
Kitabın başında ayrıntılı olarak anlattım. (Sayfa: 36)
Burada kısaca tekrarlayayım;
Garingula tıka basa yiyen, demektir.
Değil garingula bütçeleri elvermediği için çoğu memur, işçi de sofradan yarı aç kalkmak zorunda kalıyor…
Yani Kafkas tabiriyle garingula olmuyorlar.
Sf: 180
Bir de içki, sigara gibi alışkanlıkları olmayıp, uykularına da dikkat ediyorlarsa…
Bilmeden en faydalı sağlıklı yaşamı uygulamış oluyorlar.
Deneyin!
Bir el değirmeninin içine öğüteceğiniz kahveyi veya nohutu tıka basa ağzına kadar doldurun…
Sonra da, öğütmek için değirmenin kolunu çevirmeye çalışın…
Sonra da, öğütmek için değirmenin kolunu çevirmeye çalışın…
Çok zorlandığınızı göreceksiniz.
İşte, mide de böyle…
Çok yerseniz iç organlarınız zorlanır.
Ritmi bozulur.
Bir de içki, sigara tüketirseniz, gerisin siz düşünün artık!
İç organlarınızı zamanından önce yıpratırsınız.
Sf: 183
Önce şunu belirteyim;
Günde 2 öğünden fazla yemem…
Akşamları da 19:00’dan sonra ağzıma tek bir lokma bile koymam.
Ve bir de, öğünlerimi hep aynı saatte yemeye dikkat ederim.
Neden, diye merak edeceksiniz şimdi…
Sizlere basit bir şekilde anlatayım;
İç organlarımızın dinlenmeye ihtiyacı vardır.
Şayet belli saatlerde yemeğimizi yersek…
Vücut ne zaman dinleneceğini bilir…
Mide der ki;
Nasıl olsa yemek içme görevi verilmeyecek… Benim vazifem yok!
O zaman karaciğerdeki fazla yağları, şekeri kullanıp atayım onları…
Böylelikle, vücut damarların içindeki yağlanmayı eritir..
Ve kendini yenilemeye başlar.
Tıpkı, bir fabrikanın tatile sokulup, onarılması gibi…
İşte bu dinlenme sürecinde de organlar yenilenir.
Zararlı maddeler vücuttan atılır.
Midenin çalışmadığı bu uzun sürede beden, tüm ihtiyaçlarını vücuttaki stoktan karşılayıp…
Karaciğerde birikmiş zararlı maddeleri de eritir.
Sf: 184
Böylelikle, vücut kendini yenilemiş olur.
Bu arada da belirtmek isterim ki;
Midemizi tıka basa doldurmak sağlığımız yönünden çok karalıdır.
Bu nedenle midemizin üçte birini yiyecek…
Üçte birini su…
Üçte birini de havayla doldurmamız, yani boş bırakmamız gerekir.
Yemek masasından tam doymadan kalkmak da en sağlıklı olanıdır.
Öte yandan;
Yemek öncesi çay içmek çok yararlıdır.
Zira, çayın zıt bir özelliği vardır.
Açken içtiğinizde tokluk verir.
Tokken içtiğinizde de, acıktırır…
Şimdi gelelim benim yiyip içtiklerime;
Sabahları yataktan kalktığımda…
(Geceleri en geç 12:00’de yatar, sabahları da saat 08:00’de kalkarım)
Aynen, kedi ve köpeklerin ayağa kalkmadan önce yaptığı benzeri hareketleri yaparım…
Sonra, birer tatlı kaşığı buğday ruşeymi, çörek otu, kişniş ve nar yağı alırım.
Arkasından da, bir bardak sıkılmış taze zencefil, maydanoz, roka, nane, salatalık, marul, siyah turp, havuç, lahana vs. karışımı suyunu…
Bir bardak da (mevsiminde olan) sıkılmış nar, elma, mandalina (kabuğuyla), siyah üzüm, ananas, armut karışımından olan meyveleri sıkıp, suyunu yudum yudum içerim…
(Bardağın içine de bir çay kaşını toz tarçın katıyorum…)
Aradan yarım saat geçtikten sonra da…
Sıra kahvaltı etmeye gelince;
Demliğin içine birer çay kaşığı, yeşil çay, karanfil, dağ kekiği, ve bir tarçın çubuğu koyup Kafkas Usulü demlerim. (S: 25)
Çayım hazır olunca da…
İçinde iki çeşit eynir, 8-10 zeytin, 2 yumurta bulunan kahvaltı tabağıma bir fincan sızma zeytinyağı döküp, üzerine de bir tatlı kaşığı nane serperim.
Yanında bir dilim buğday ekmeği ve demlenmiş çayımla birlikte kahvaltımız yaparım.
Ancak, son zamanlarda kahvaltımda;
Bir kase içine, birer tatlı kaşığı öğütülmüş ısırgan tohumu, keten tohumu, zerdeçal koyup…
2 tatlı kaşığı kestane balıyla karıştırıp yemeği de alışkanlık haline getirdim.
Zira, bu karışım hem bağışıklığın kuvvetlenmesine…
Sf: 185
Hem de hücrelerin yenilenmesine katkı sağlıyor.
Bu arada, belirtmek isterim ki;
Kahvaltımda bulunan bu yiyecekler, benim hiç değişmeyen menüm…
Öğle yemeğine gelince;
Genelde pek yemek ayırt etmem.
Ama, haftada en az bir gün kuzu eti…(Kafkas Usulü pişmiş S: 29)
Diğer günlerde de tavuk, hindi eti veya mercimek…
Ya da mevsimine göre bezelye, bakla yerim…
Özellikle somon balığı…
Kuzu sakatatı ve paça çorbası tercihimdir…
Sebze olarak da;
Mevsiminde olan;
Enginar, taze fasulye, yer elması, kereviz, ıspanak v.
Bol zeytinyağlı ve limonlu roka, avokado, domates karışımı salata…
Yemeğine göre, yanında keçi yoğurdu…
Sebze yemeği yoksa kepekli pirinç veya buğday makarnası tercihlerimdir.
Ancak, her öğle yemeğinden 15-20 dakika önce…
Tarifini verdiğim Kafkas Usulü demlenmiş…
İçinde yeşil çay, biraz dağ kekiği, karanfil ve tarçın olan çay içerim.
Yemek sırasında şayet et, ciğer varsa şalgam suyunu (cam şiye içinde olan) tircih ederim.
Şunu da özellikle belirtmek isterim ki;
Ne kadar iştahım olursa olsun, midemi tıka basa doldurmamaya özen gösteririm. Zaten, yemekten yarım saat kadar önce içtiğim…
Bu Kafkas Usulü demlenmiş çay da, açlığımı bastırmaya yardımcı olduğundan… Bu bakımdan pek sıkıntı çekmem.
Bu arada unutmadan söyleyeyim…
Kilon 90’a yakın olduğu için de günce en az 3 litre su…
(Her 30 kiloya 1 litre su içmek sağlıklı yaşam için şarttır)
Ve içine 1 limon sıkılmış, 2 tatlı kaşığı da toz karabiber eklenmiş
1-2 litre pastörize domates suyu içerim.
Peki neden pastörize domates suyu?
Anlatayım…
Çünkü taze domatesteki hücreleri yenileyen, cildi güzelleştiren, prostata ve kansere iyi gelen likopen maddesi ancak 70 derecelik ısıdan sonra meydana gelir.
Bu nedenle de pastörize domates suyunu, kızartılmış kırmızı biberi veya salçalı yemekleri tercih ederim.
İkindileri ise;
Meyve, bir kaç adet ceviz, badem, fındık gibi şeyler atıştırırım.
Sf: 186
Sporumu da genelde akşamları yaparım.
Sporda kendimi pek zorlamam.
Kendimi ne kadar iyi hissedersem o kadar süre spor yaparım
Keyifsiz olduğum günlerde ise, hiç spor yapmak…
Spor yerine sauna veya buhar odasına girmeyi tercih ederim.
Yazları ise, her sabah boğazdaki Galatasaray Adası’nın olimpik havuzunda en az 1.5-2 kilometre yüzerim.
Kahvaltımı da yüzdükten sonra yaparım.
Akşamları ise, yine spora giderim.
Gününe göre, ya vücut geliştirme sporu yaparım.
Ya da tenis oynarım…
Fırsat buldukça da dans derslerine katılırım.
Ama, spor öncesi ve sonrası mutlaka birer tatlı kaşığı buğday ruşeymi, çörek otu ve kişniş yağı alırım.
Zira, bu yağlar spor öncesi kasları besleyip müthiş bir enerji verdiği gibi…
Spor sonrası da hem yorgunluğu alır, hem de kasları yeniler.
Ama, spor yapıp yapmamakta…
Veya ne süre yapacağımda, yine vücudumun sesini dinlerim.
Her spordan sonra da sauna veya buhar odasına girerim.
Zira, spor sonrası vücutta kalan laktik asit ancak bu şekilde atılır.
Laktik asidin atılmasıyla da sporun verdiği yorgunluk gitmiş olur.
Akşam yemeği olarak ise en geç saat 19:00’da…
Üç-dört çorba kaşığı keçi yoğurdu…
Yanında yarım dilim buğday ekmeği yerim.
Yatmadan 2-3 saat kadar önce de… Yine birer tatlı kaşığı buğday ruşeymi, çörek otu ve kişniş yağı alırım.
Bu yediklerim size az gibi gelecektir… Ama işin aslı öyle değil..
Nasıl bir gram altının değeri bir kilo ekmekten çok daha kıymetliyse bu yediklerim de öyle…
Az yer kaplar ama, insan sağlığına faydası çoktur.
Bu yediklerimin hamı da kolay olduğundan…
Gece uyurken iç organlarım da dinlenmeye fırsat bulur.
Bu arada, benim önceliklerimi sorarsanız şöyle sıralarım;
Birincisi;
En başta uyku derim.
Genelde gece 12’den önce yatıp en az 8 saat uyumdan yataktan kalkmam.
İkincisi,
Akıllı ve sağlıklı beslenme…
Üçüncüsü ise;
Bilinçli spor yapmak derim…
Sf: 187
Netice olarak;
75 yaşında olan bir adam olarak, bu formumu beğeniyorsanız…
Bu kitapta yazdıklarımı uygularsınız.
Yok, beğenmiyorsanız uygulamazsınız, o kadar basit.
Hatırlayın!
Ünlü Filozof Paige ne diyordu?
“Yaşının kaç olduğunu bilmeseydin…
Acaba kaç yaşında olurdun?”
Şimdi, sizlere soruyorum;
Kaç yaşında olduğumu bilmeseydiniz…
Kaç yaşındayım, derdiniz?
Bunun cevabını da size başımdan geçen (çok hoş) başka bir olayla anlatayım.
Şöyle ki;
Geçen yıl Bodrum’da bir tatil köyünde tek başıma tatildeyim…
Tatilimin daha 3. günündeyim ki…
Yanıma melez güzel bir kız geldi.
Fransız asıllı bu genç kız benimle tanışıp sohbet etmek istemez mi!…
Hiç beklemediğim bu durum karşısında şaşırıp kaldım.
Ne de olsa Avrupalı!
Ama kızın bu cevabı çok da hoşuma gitti,
Bunun üzerine genç kıza yaşını sordum?
– 32 dedi.
Kendisine;
– Ama ben senin baban yaşındayım dedim.
Bunun üzerine bana inanmayan gözlerle bakarak, bir kahkaha attı.
Sonra da, şöyle konuştu;
– Üç gündür sizi izliyorum.
Formda görünüyorsunuz.
Bütün spor aktivitelerine katılıyorsunuz…
Sosyal yönünüz de çok… Daha ne olsun?
Bakın!
Benim kocam 35 yaşındaydı…
Ama, fiziksel olarak da…
Ruhen olarak da dedem gibiydi.
Bu nedenle evliliğimizi sürdüremeyip boşandık.
İtiraf edeyim…
Sizin yaşınızı öğrendikten sonra…
Demek ki! nüfus kağıdındaki yaş, gerçek yaş olmuyormuş…
Ne yalan söyleyeyim, genç kızın bu sözlerinden çok gurur duydum.
Motive oldum. (Bu konunun açıklaması S: 188)
Sf: 188
İşte!
Bu tür sosyal rastlantılar bana büyük moral kaynağı oluyor.
Kendi kendime;
– Oğlum Ertuğrul doğru yoldasın…
Hayat yaşamına aynen devam et diyorum.
Bu arada özellikle belirtmek isterim ki;
Metrobüste ve Bodrum’daki tatil köyünde başımdan geçen bu iki olayı kendimi övmek için anlatmadım.
– Peki!
o zaman bu iki olaydan neden söz ettim?
Anlatayım;
– Kadın olsun, erkek olsun…
Bazı insanlar belli bir yaşa gelince…
Veya emekli oluna kendilerini bırakırlar…
Hayattan beklentileri azalır.
Aslında nüfus kağıdında yazan yaşın hiç bir kıymeti yoktur.
Önemli olan moraldir.
Hayata bakış açısıdır…
Zira, moralli bir insan beyin, adale, cinsel, inanç ve sosyal gücü elde etmek için çaba gösterir.
Hayat küsmez…
Bu nedenle nüfus kağıdınızı atın bir kenara…
Hayatın tadını çıkarmaya bakın.
Unutmayın ki!
Her yaşın ayrı bir güzelliği ve özelliği vardır.
Kendinizi yenilemeye bakın.
Hayata gülümseyin.
Tekrar, üzerine basa basa söylüyorum;
Kaç yaşında olursanız olun…
Hiç farketmez…
İsterseniz, siz de olduğunuz yaşınızdan en az 10-15 yaş daha genç olabilirsiniz…
Yeter ki, şu elinizdeki kitabı dikkatlice okuyun.
Ve azimle en az 2-3 ay uygulayın.
O zaman farkı görün!
Sf: 194
Sevdiğim Sözler
“Hak kavramını haksızlık kavramı olmasaydı bilemezdik.” – Herakleitos
“İktidar, iktidara düşkün olmayan ve iktidardan gelecek yararlara ihtiyacı bulunmayanlara verilmelidir.” – Platon
“Özür dilemek; sizin haksız olduğunuz, karşı tarafın haklı olduğu anlamına gelmez. Karşınızdaki insana verdiğiniz değerin, egonuzdan yüksek olduğunu ifade eder.” – Sigmund Freud
“Aslında insanlar seni hayal kırıklığına uğratmıyor. Sadece sen, yanlış insanlar üzerinden hayal kuruyorsun.” – Montaigne
“Malını kaybeden bir şey kaybetmemiştir, onurunu kaybeden birçok şey kaybetmiştir fakat cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir.” – Johann Wolfgang Von Goethe
“Beni mahveden şey; bana yalan söylemiş olman değil, sana bir daha inanmayacak olmamdır.” – Victor Hugo
“Akıllılar hep kuşku içindeyken, aptallar küstahça kendinden emindir.” – Bertrand Russell
Doktrin: “Özür dilemek; sizin haksız olduğunuz, karşı tarafın haklı olduğu anlamına gelmez. Karşınızdaki insana verdiğiniz değerin, egonuzdan yüksek olduğunu ifade eder.” – Sigmund Freud
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (26)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (148)
- kitap (155)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)