ÖNSÖZ MEKTUBU
Sf: 12
Bundan on yıl kadar bir süre önce günün birinde “Yahu, ben neden parfüm yapmayı denemiyorum?” diye bir soru geldi aklıma. İnternete girdim, neler kullanılır filan onlara baktım. Az biraz malzemeyi oradan buradan el yordamıyla topladım ama iş ciddi olarak  pipeti alıp masa başına geçmeye gelince, tıkandım. Elimdeki tek yapım bilgisi, küçük burjuva Amerikalı ev kadınları için yazılmış “Şundan bu kadar damla koy; alkol yoksa votka kat” gibi bilgiler içeriyordu. Ne ölçü birimi olarak hacim değil ağırlık kullanılmasından, ne hassas teraziden, ne de notalar arası olması gereken uyumdan bahis vardı.

Sf: 15
Kokuyla ilgili bir metin yazmak kolay değil. Zor; çünkü kokunun lisanı eksik. Öncelikle doğası gereği eksik ve kokuyu tanımlamak için başka duyularımızın lisanlarına müracaat etmeye, benzetmeler yapmaya mecburuz. 

Sf: 16
Kim sevmez ki hikaye dinlemeyi? Açık söyleyeyim, ben severim. Üstelik bilgi, sanılanın aksine gayet de eğlenceli bir şeydir. Yetmedi, tersten söyleyeyim; bilgi sıkıcı olmak zorunda değildir. Buna bağlı olarak, yazı dilimi bazen ciddiyetten uzak algılayabilirsiniz. 

Sf: 29
Bu Kadar Karışık Olması Gerekiyor muydu?
Görme, işitme, dokunma, tatma ve elbette koklama. Ancak aynı grup içinde sayılıyor diye hepsini eşit ağırlıkta algılamak gibi bir yanılsama içine düşmeyelim. Koku algısı ve duygu durum (emotion), beynimizde aynı sinir sistemi ağı içinde yer alırlar ve bu sisteme de “limbik sistem” denir. 

Sf: 31
Nefes alırken çevremizdeki koku kaynaklarından burnumuza süzülen koku molekülleri, hava ile birlikte burnumuzun içinden süzülerek, üst kısmındaki reseptörler, yani alıcılarla karşılaşıyor. 

Sf: 32
Aslında, teknik olarak her sağlıklı koku alma sistemi sahibi insan, burnunu eğiterek bu ustalık mertebesine erişebiliyor. Zaten koku okullarında da öğretilen ilk şeylerden biri bu.

Sf: 33
Duygu deneyimi yaşamak veya duygusal deneyimler üretmek amigdala olmadan imkansız. 

Sf: 36
İsmi olmayan veya adlandırmakta sözel olarak zorluk çektiğimiz kokuları tanıyamıyoruz. Kısacası, bildiğimiz bir şeyin kokusuna benzemiyorsa, “Biraz çilek, biraz balık eti gibi kokuyordu,” gibi bilindik herhangi bir referans kategorimize uymuyorsa, o kokuyu yok sayabiliyoruz. “Kelimeler tarife yetmiyorsa, o koku yoktur” gibi şoke edici bir sonuç da çıkarabiliriz bu durumdan.

Sf: 43
Hanimiş Anasının Mis Kokulusu?
Yani koku kaynağının yoğunluğu, koku tipini algılamamızı da etkiliyor. Örneğin, indole hem beyaz çiçeklerde, hem de dışkı ve çürük ette ortaya çıkan bir molekül. Seyreltilmemiş ve çokça solunmuş indole bize çürük et veya dışkı gibi kokarken, binde bir oranında seyreltilmiş aynı indole bize çiçeksi bir koku gibi gelebilir.

Sf: 49
Görme, Duyma, Tat Alma
Kokulardan birinde, tanıdık mama kokusu var, diğerinde ise tanımadıkları ve kendilerinin olmayan bir annenin sütünün kokusu. Gözlemin ilginç sonucu; mamayla beslenen bebeklerin dahi, tanımadıkları anne sütünün kokusu olan pede doğru yönelmeleri olarak gerçekleşiyor.

Sf: 50
Faideli Sorular – 3
“Parfüm koklamak, bebeğin anne kokusunu tanımasını engeller mi?”
Şu da bir gerçek ki, ödüllendirme öğrenmede çok önemli bir unsurdur. Kucaklanma, sevilme ve beslenme ile beraber duyulan kokular, yani annenin doğal kokusu dışında bu ödüllerle beraber gelen anne parfümü veya baba traş losyonu kokusu da bu bağlamda öğrenilen kokular ve kişi-koku ilişkisi kurulan deneyimler arasında. 

Sf: 55
Çünkü bir başka açıdan bakıldığında, annelerin bebeklerini hemen tanıyabilmeleri, aynı zamanda onları olası tehlike durumunda net olarak saptayabilmeleri ve koklayabilmelerini de sağlayabiliyor. Zira yeni doğmuş bir bebeğin bu tanımayı daha güçlü ve çabuk gerçekleştirmesine rağmen tehlike anında annesine sığınmak için gerekli fiziksel kapasiteleri henüz gelişmemiş durumda. Bu son söylediklerimin, evrim teorisinin temel taşlarından biri olan adaptasyon için ne kadar önemli olduğunu takdirlerinize bırakıyorum.
Kadınların koku algılama ve tanımlama yetisi erkeklerle mukayese edildiğinde tartışmasız, hatta ezici bir şekilde daha güçlü. Tabii bunun doğada çocuğunu koruma ve kollama içgüdüsü ile evrilerek bu ezici farka ulaşmış olması son derece muhtemel. 

Sf: 64
Ağzını Çalkalasan Diyorum…
Reklamda satışı teşvik edilen ürün, bizim en yakın arkadaşlarımızdan bile yakınımıza gelerek bizi uyarır, hissettirdiği sorunu çözer ve sosyal utançlarımıza gönüllü kalkan olur. Biz de bu muhteşem duygu karşılığında o ürüne para öderiz. Belki reklamı görene kadar böyle bir sorunumuz yoktur; ancak o reklamı gördükten sonra sorun içimize yerleşir ve bizi korkutur. Yani cin şişeden çıkmıştır ve geri takamazsınız. 

Sf: 80
Farklıysan, Farklı Kokarsın; Fena mı?

Batı İçinde Batı
Bir Amerikalının klasik bir Fransız/Avrupa parfümünü beğenmesini ve satın almasını beklemek son derece anlamsız. Dipten ve derinden gelen hayvansı notaları ile vanilya ve şeftalili bir Guerlain Shalimar bile onlar için fazla kirli. 

Sf: 82
Kyphi antik Mısır’da nerede ve nasıl kullanılıyor? 
Mısır’da. Gün boyunca tütsü yakıyorlar ama her an her tütsü yakılmıyor. Sabahları frankincense, yani günlük ağacı, öğlenleri mür ve geceleri de Kyphi yakılıyor tütsülüklerde.

Sf: 84
Dezenfektan Sürüneceklerden misiniz?
1709 yılında, o zamanki hakim sınıf olan toprak sahibi soylulara ve aristokrasiye …

Sf: 85
Servis vermesiyle ünlenen bir Fransız parfümör, her tabakadan insanın ayrı ayrı kokulandırılması gerektiğini öne sürüyor. Onun çizdiği şemaya göre aristokratlar için bir kraliyet parfümü, orta sınıflar için bir burjuva parfümü ve fakirler için ise sadece dezenfektan yeterli olacaktır. 

Sf: 87
Major Histocompatibility Complex? O ne yahu!..
MHC’miz ve her bebek bu genleri yarıyarı anne ve babasından alıyor. Peki MHC ne? MHC, bir gen ailesi ve burada bağışıklık sistemimizin kodları yer alıyor. Açık ismi İngilizce olarak: Major Histocompatibility Complex veya bulabildiğim Türkçe açıklaması: Büyük Doku Uyuşum Karmaşası. 

Sf: 89
Doğuruyorsan Seçersin
“Üretim yeri” olarak anneyi ele aldığımızda, hanımefendinin sağlıklı bir gen yapısına sahip bir eş/partner bulması; sağlıklı üreyebilmesi ve çocuğunun yaşamını sorunsuz sürdürebilmesi için, arzu değil, neredeyse bir gereklilik. 
Peki niye kadın seçiyor? Çünkü doğada, doğuran seçicidir. Doğuran özne kadın olduğu için o seçiyor; erkeğin bu süreçte pek de söz hakkı yok. Bir bakıma, taşın altına elini daha fazla sokan kimse, söz hakkı da ona ait oluyor. (Bir başka deyişle kadın döllendiği andan itibaren yeni bir döllenmeye kadar hayatının üç yılını genetik yatırımı için harcamak durumunda. Erkek için ise bu süre en fazla 45-50 dakika.)
Diyelim, kadının bağışıklık sistemi “a” ise, çiftleşmek ve üremek için seçtiği erkeğin bağışıklık sistemi “b” olursa, çocuklarının hem “a” hem de “b”den alınmış olumlu bir mirasla çok daha sağlıklı bir nesil olarak ortaya çıkacağı bir gerçek.
Kadının kendi gen yapısına benzeş bir erkekle çiftleşmesi durumunda, çiftleşen kadın ve erkeğe miras kalmış bağışıklık zaaflarının, çekinik genlerinin, çocuğa da geçmesi ve kişisel özelliği haline gelmesi olasılığı çok yüksek. Biraz uç bir örnek olarak akraba evliliklerinde mesela, çocuk yapılması halinde bu riskin artmasının sebeplerinden biri de bu.

Sf: 95
İzole Hayatların Kokusu
MHC’ye sahip eş adayları seçiliyor. Prof. Carole Ober, bunun bilinçsiz olarak dahi olsa fenotip, yani gen yapımızın sinyallerini dışa vuran vücut kokusu sayesinde gerçekleştiğine inanıyor.
Birisinin kokusunu hissedebilir, tanıyabilir; ancak beynimizin bu uygulamasını adlandıramayabiliriz. Hani o çokça söylenen “Kimyamız uyuşmadı” ifadesinin gerisinde de, çoğu zaman bu gerçek yatar. Birinin kokusu, beynimizdeki hafıza modülünde doğru ve hoş anıları tetiklemediyse, itici veya sakınma duygusu. 

Sf: 96
Uyandıran bir hafıza ilmeğine uyarı yaptıysa, o insana daha başlangıçta soğuk yaklaşabiliriz. Toplumda bu durum, iki uyumlu ama farklı bağışıklık sisteminin biraraya gelerek daha dayanıklı bir insan yapısı oluşturmasının da sebebidir. Bu son cümleyle elbette Darwin’in teorisine küçük bir onaylayıcı gülümseme göndermemiz gerekiyor. 

Sf: 97
Kokuların George Clooney’si
Öte yandan, kadının koku alma duyusunun en kuvvetli olduğu, “zirve” yaptığı dönem, çiftleşmeye en açık ve en doğurgan olduğu dönem. Bu dönemin dışındaki zamanlarda, kadının koku alma yetisiyle erkeğin koku alma yetisi arasında büyük bir uçurum yok. Hele adet kanaması döneminde, kadının koku alma yetisi erkeğin gerisine bile düşüyor. Neden? Çünkü ihtiyaç yok! 

Sf: 99
Leş Gibi Ter…
Göğüs ucu, kasıklar, cinsel organlar ve elbette koltukaltı bölgelerimizde apokrin bezesinin salgıları kendilerini kuvvetle hissettirirler.
İlk bakışta erotik görünmemesine rağmen, intim bir ilişki esnasında bu bölgelere daha fazla sokulmamızın sebeplerinden biri de budur. Buradaki koku molekülleri, bebeklik dönemimizde oluşan hafıza departmanımıza göndermeler yapar ve bunları tekrar yaşama arzusu doğururlar. Ya da bir başka deyişle, bastırılmış fantezilerimizin kapılarını aralarlar.

Sf: 101
Şaşırtıcı bir şekilde aslında ter, oldukça kokusuz bir sıvıdır; yüzde 99’u sudan oluşur. Koku, bu sıvının bakterilerle ilişkiye girmesi hâlinde ortaya çıkar. Evet, cildimiz, aslında bir bakteri yuvasıdır. Vücudumuzun en sıcak bölgelerinden koltukaltı veya apışarası gibi yerlerde az önce bahsettiğim soğutma faaliyeti gerçekleştiğinde, nemli ve sıcak bölgeleri en elverişli yaşam alanları olarak seçen bakteriler, terin içindeki moleküllerle beslenir ve elbette atık faaliyetinde bulunur. Çok basit bir benzetme yapmamız gerekirse, apokrin bezemizin soğutma amaçlı salgısını yiyen sevgili bakterilerimiz, def-i tabiilerini de hemen oracıkta giderirler. Koku, tahmin edebileceğiniz gibi tam da bu anda ortaya çıkar.
Bir insanın terinde ne kadar fazla androstene hormonu varsa, ter kokusu da o kadar kuvvetli ve belirgin olur. Mevcut 16 androstene hormonumuzun özellikle ikisinin vücut kokumuzun oluşmasında karakteristik önceliği var. Eğer androstenol fazlaysa, koltukaltı veya benzer bölgelerimizde miskimsi bir koku; androstenone fazlaysa, bu kez de üre veya sidik kokusunu andıran bir koku hakim olur. Bunu belki sık duş yaptığınız, her gün giysi değiştirdiğiniz için hissetmeyebilirsiniz, ancak saatinizin deri kayışını kokladığınızda hemen fark edersiniz (Saat takan kaldı mı bu arada? Zamanı sorduklarım ellerini hemen cep telefonlarına atıyor). Çünkü deri özellikle androstenone’u kuvvetle emer. 

Sf: 102
Sebase bezler ise avuç ve ayak tabanı hariç, oldukça yaygın konumlanmışlardır; yağsı sıvı üreterek cildi ve saçı nemlendirir, koruyucu bir katman oluştururlar. 

Sf: 104
Antiperspirantlar, İngilizce isminden de anlaşılacağı üzere terlemeyi tamamen veya kısmen durdurmayı amaçlayan elemanlar. Bu hilkat garibesi tıkaç, terin cildimizin yüzeyine çıkmasını engelliyor.
Ülkemizde neredeyse köy bakkalında bile rahatça antiperspirant deodorantlar satılırken, ABD’de antiperspirantlar “ilaç” sınıfında değerlendiriliyor. 

Sf: 106
Misler Gibiydi Yavrum…
Koltukaltı ve genital bölgelerimizdeki bu tüyler, kıvrımlı yapılarıyla yağlı apokrin salgısının havayla temas edeceği yüzeyi arttırıyor. Kısaca doğa; cinsel olarak yetkin bir hale gelmemizin dışavurumunu, bezelerin faaliyete girme zamanıyla tüylenmenin başlangıcını üst üste örtüştürerek mükemmel bir zamanlama gerçekleştirmiş oluyor. Yaş itibariyle ter kokmaya başladığımız andan itibaren cinsel iletişim sinyallerini güçlü bir şekilde ortama ilana başlıyoruz. 
Beyaz insanlar ve Afrikalı zencilerdeki apokrin bezesi miktarı, Asyalılara göre çok daha fazla ve bu nedenle Asyalıların vücut kokusu yok denecek kadar azdır.  
Yaşlanan insanların bir “yaşlılık kokusu” vardır, bilirsiniz. Türkiye’de neredeyse sempatiyle karşılanan bu yaşlılık kokusuna, Japon toplumunda mesela, hiçbir hoşgörü yok.

Sf: 107
Yaşlılık Kokusu
Bir araştırmayla nonenal aldehit’in “yaşlılık kokusu”na sebep olduğu saplanıyor. 

Sf: 109
Bunun sebebiyse yaş ilerledikçe cilt yüzeyinde bulunan omega-7 doymamış yağlarının artması ve bunların okside olarak gittikçe artan miktarlarda nonenal’e sebebiyet vermesi. Kokunun tarifini biraz daha açayım ve nonenal’in eski kitap kokusuna benzediğini, bu yüzden de “kütüphane aldehit’i” diye de adlandırıldığını not olarak belirteyim. 

Sf: 110
Sütün doğal yapısı içinde, şeker türevi olan laktoz, aslında tüm insanlar için başlangıçta sindirilemez ve dolayısıyla zarar üreten bir maddeyken, evrimsel süreç içinde pek çok ırk, süte ve dolayısıyla laktoza adapte olmuştur. 
Koltukaltımıza Dolmakalem Süremeyeceğimize Göre.

Sf: 117
Sabun Kullanmadan mı?
Neden sabun bile kullanmadan? Çünkü abartmanın alemi yok ve sabah-akşam cildinizin üzerindeki tabakayı kazımak size “temizmiş” algısını vermenin ötesinde fazlaca yarar sağlamaz.

Sf: 118
Sabunun İngilizce ismi olan “soap”, söylentiye göre adını Roma döneminde Sapo Dağı’ndan, yani Monte Sapo’dan alırmış. Bu dağ aynı zamanda adak kurbanlarının kesilip yakıldığı yermiş. Yağan yağmurla bu dağdan sızan hayvan yağı ve o yanmış ateşlerden kalan odun külleri, Tiber nehri kenarındaki killi toprakla birleşirmiş. Tabii ki Romalı kadınlar da çok kısa sürede bu doğal karışımın temizlenme işlemlerini daha çabuk ve daha etkin gerçekleştirdiğini keşfetmişler.

Sf: 121

Üç Güne Kadar Paris’te Olacağım, Yıkanma

“Anı” denilince de duygu ve hafıza işleme merkezimiz olan limbik sisteme dolaysız ulaşımı olan koku duyusunu es geçmemiz elbette olanakdışı.

Henry Miller’dan bir tanım vereyim bu konuda; ancak müsaadenizle biraz yumuşatarak vereyim, çünkü Miller lafını pek sakınmayan bir yazar olduğu için adlı adınca söylüyor (ck*: Aynı ben a.n.) bazı şeyleri ve ayrıca söyledikleri sadece kadınlara yönelik. Biz cinsel kimlikten bağımsız hale getirerek ve kelimelerle oynayarak şöyle yorumlayalım onun dediğini: “Bir karşı cinse dokunduktan sonra parmaklarda kalan koku, geçmiş zamanın hazlarına yönelik bir koku olduğu için dokunulan yer ve dokunulduğu anın kokusundan daha keyif vericidir, çünkü hatırlanması sürecinde o an ve bölgelere ilişkin başka hazlara ilişkin duygularımız ve yorumlarımız da işin içine katılır.”

Sf: 123

Senin Feromonla Ne İşin Olur?

Kelime olarak feromon, phero/taşımak ve hormon/heyecanlandırmak-ajite etmek kelimelerinin bileşiminden oluşuyor: Feromon = Heyecan taşıyıcısı.

Feromonların çoğunun kokusunun olması  – veya kokması- yanlış bir şekilde onların da koku olduğuna dair kafaları karıştırıyor ki, aslında değiller. Bazıları koklanamayabiliyor. Bazılarının molekülleri mesela, sıvı içinde çözünerek aktarılabiliyor ki, iki köpeğin tanışma anında birbirlerini yalamalarının sebebi de bu.

Sf: 127
Khalesi mi?
Hipotalamus, beynimizin aynı zamanda seks hormonlarımızın salgılanma komutunun verildiği ve erotik duygularımızın ateşlendiği bölgesi. Koku alma duyusunu yitiren (yani anosmik olan) pek çok kişinin, libidolarının, yani cinsel dürtülerinin kaybolduğundan şikayetçi olmalarının başlıca nedenlerinden biri de bu.

Sf: 136

Mevzular Isınıyor: Afrodizyaklar

Misk nedir?

Çok derin incelenmeyi hak eden bir konu olmasına rağmen misk’in ne olduğunu bir cümlede özetleyelim: 
Doğal misk, bir cins erkek geyiğin (Moschus moschiferus) testislerinin hemen altındaki bezeden üretilir. İdrar yoluna bu kadar yakın, hatta iki kanalla ona bağlanan, bir yerden üretilen kokulu malzemede de haliyle ona ilişkin bazı sapmalar (deviation) mevcuttur.

Sf: 138

Şunu Kullan, Bu İş Tamamdır!

Bazı yazarlardan da alıntı yaparak daha da ileri gidiyor ve diyor ki; “Cinsel karakter sadece ten üzerinden yayılan kokuya ilişkin değildir, aynı zamanda vücudun atıkları, yani idrar ve dışkı da, cinsel çekim denilen geniş alan içinde rol alırlar.”

Sıcacık Civet!
Civet, klasik olarak bilinen pek çok parfümün baz noktalarında yer alıyor. Bu içerik maddesi, kedigillerden bir hayvan olan Civettictis civetta’nın anüs deliğinin hemen çevresindeki salgılardan üretiliyor. Dolayısıyla miskte şahit olduğumuz saf olmama hali, burada da feçal notaların, yani dışkı temasının rol almasıyla kendini belli ediyor. 
Saf ve seyreltilmemiş bir civeti koklamak, neredeyse mümkün değil, çünkü son derece sert ve itici bir kokusu var. Ancak seyreltilip kullanıldığında – ki yapılan da zaten bu- içinde yer aldığı parfüme tabir caizse bir ısı veya sıcaklık katıyor. 
Bu sıcaklık izleniminin nereden doğduğunu söylememe herhalde gerek yok.

Sf: 139
Gerçekten de en çok satan veya en seksi bulunan parfümlerin içeriklerini ele aldığımızda, formüllerde yer alan ve hayvansı, ürinal ve/ya feçal diyebileceğimiz dışkısal pek çok notaya rastlıyoruz. Bazı doğal malzemenin laboratuvar ortamında üretilmiş yapay replikalarının hiçbir zaman orijinalinin derinliğini vermediğini ısrarla iddia ediyor parfümörler.

Sf: 141

Yoksa Çiçekler de mi?!

Bir parfümün bütün olma hali iki şeye bağlıdır ve bu iki şey de kullanıcı ile ilgili:

1. Sözkonusu parfümün kullanıcısının cildi ne kadar emicidir? 
2. Kullanıcının kendi vücut kokusu, üzerine gelen parfüme nasıl uyum sağlar ve nasıl bir toplam koku oluşturur?
Sf: 143
Jellinek’in Sınıflandırmaları
Jellinek’in sınıflandırması ve saç rengine göre uygun parfüm aileleri, yalnız kadınlar için geçerli olmak üzere şöyle:
Sarışınlar için taze, canlandırıcı, çok hafif erojen kokular;
Siyah saçlılar için hararetli, erojen ve esriklik yaratıcı, yani narkotik kokular;
Kahverengi saçlılar için sakinleştirici, çok erojen olmayan ama esriklik yaratıcı, yani narkotik  kokular;
Kızıl saçlılar için yüceltici, erojeni kuvvetli ve uyarıcı kokular. 
Peki her saç rengine göre Jellinek’in önerdiği kokuları hangi doğal kokulu kaynaklar temsil ediyor? Onu da sayayım:
Esriklik verici yani narkotik kokular için: Gül, siklamen, menekşe, manolya;
Uyarıcı kokular için: Lavanta, leylak, frezya;
Sakinleştirici kokular için: Lavanta, leylak, frezya;
Hararetli kokular için: Leylak, hanımeli, nergis, portakal çiçeği, orkide;
Hem hararetli hem de uyarıcı kokular için: Sümbülteber ve müge;
Hem esriklik verici yani narkotik, hem de uyarıcı kokular için: Karanfil çiçeği ve sümbül.

Sf: 147
“Mevzular Isınıyor” Demiştik: Seks
Sigmund Freud, koku duyusunun evrimsel süreç içinde bilincin altına bastırılmasının sebebini; bu duyu, önceliğini terk edip bastırılmasaydı ve erkeği cinsel olarak uyarmaya devam etseydi, erkekler sürekli bir uyarılmışlık hali içinde nerdeyse hep erekte olarak dolaşacaklardı, gibilerinden ifade ediyordu. Ona göre koku duyusunun diğer duyular arasında alt sıralara itilmesi, aynı zamanda libidonun başka alanlara kaymasına ve yaratıcılığın gelişmesine yol açan olgulardan önemli biriydi ve insanın bipedal olması, yani dört ayak üzerinde durmaktan iki ayak üzerinde durmaya geçişiyle başlamıştı. 
Gene Freud’a göre, ödipal çelişkinin açıklanmasında, erkek çocuğun ergenlik dönemi sürecinde babasının kokusundan uzaklaşması ve annesinin kokusuna kuvvetli ve olumlu anlamlar yükleyerek bağlanması, unutulmaması gereken bir gerçekti. Ödipal çelişkinin zıttı olan elektra kompleksi’nin açıklanması sürecindeyse, Freud, nedense koku duyusunu söz konusu etmiyor.

Sf: 148
Dr. Alan Hirsch, bu konudaki ilk deneyi 1994 yılında gerçekleştiriyor. Denekler, 25 erkek gönüllü tıp öğrencisi.

Sf: 149
Hawthorne Efekti nedir?
İzlendiğimizi bilerek bir uyarıya muhatap olduğumuzda, eğer bu uyarı yeni bir uyarandan kaynaklanıyorsa, ister istemez buna olumlu veya olumsuz yönde olağandan fazla tepki veriyoruz.

Sf: 150
1994 yılında yapılan ilk deneyde koku olarak muhtelif parfümler ve çiçek kokuları kullanılıyor. Bir de kontrol grubu olması düşünülerek tarçınlı kurabiye kokusu veriliyor ve bu kokuya verilen tepkinin herhangi bir cinsel uyarı sinyali vermemesi, yani deneklerin normal baz durumları olması amaçlanıyor. Komedi burada başlıyor zaten ve başta böyle öngörülmesine rağmen daha deney başlar başlamaz ortaya çıkıyor ki deneklerin penislerindeki kan hareketi değişiminin en fazla yaşandığı koku; kontrol kokusu olması beklenen, tarçınlı kurabiye kokusu. (ck*: Boşuna demiyoruz tarçını vajina sıvısı diye a.n.)
Sf: 151
Oysa biliyoruz ki hem kokulara verilen tepkiler, hem de cinsel uyarı, genel olarak istemsiz gerçekleşen durumlar. Kan, vücudumuzun içinde sürekli dolaşıyor ve penisteki kan akışı da değişik uyaranlara bağlı olarak farklılıklar gösterebiliyor.
Hele bir de buna, deney sonucunda ortaya çıkan ve penisteki kan hareketinin en fazla tespit edildiği, yani bir erkeği cinsel olarak en çok uyaran kokunun lavanta ile balkabaklı turta kokularının karışımı bir koku olduğunu düşünürseniz, eğlencenin ve araştırma sonuçlarına olan ilginin büyüklüğünü tahmin edebilirsiniz.
Sf: 152Meyankökü kendine üst sıralarda yer bulmasına rağmen, çikolata erkeklerde hiç de beklenildiği gibi bir etki yapmıyor ve sondan ikincilik de onun payına düşüyor.
Cinsel ilişki yaşama sıklığı daha fazla olanların lavantaya verdikleri tepki oldukça yüksek ve ayrıca sık sık cinsel ilişkide bulunan denekler de aynı şekilde, oryantal baharat karışımı ve kola kokusuna yüksek tepki veriyorlar.
Sf: 153
Yemek ve Cinsellik İlişkisi
Lavanta neden normal; çünkü beyindeki alfa dalgalarının hareketliliğine yol açan bir koku. Alfa dalgalarıysa rahat bir ruh haline işaret ediyor. Cinsellikten alınan zevkin en yüksek olduğu dönemler, böyle rahat ve gevşek hissedilen, stresten uzak dönemler olduğuna göre, lavantayı cinsellikle ilişkilendirmek mümkün.

Sf: 155
Oysa kadim atalarımızda böyle bir durum söz konusu değil. Onun için yiyecek zor ulaşılabilir bir yaşam aracı ve tabirimi mazur görün, “aç ayı da maalesef oynamıyor”; yani karın doymadan başka faaliyetlere pek sıra gelmiyor. Avlanmalara toplu olarak çıkılıyor, küçük kabileler halinde avlanan yiyecek beraberce yeniliyor ve bu küçük kabile erkeği ve dişiyi birlikte içeriyor. Yiyeceğin kokusu ile topluluğun kokusu, ilkel göçmen yaşam tarzı bağlamında birbirine paralel olarak hareket ediyor ve topluluğun kokusu aynı zamanda cinsel birleşme taraflarının varlığının ve olasılığının bir göstergesi. Yani yemek ile cinsellik arasında çok açık bir bağ söz konusu.
Sf: 156
Postacılar ve Gözlemciler
Orgazm, beynimizde koku duyusunun da işlendiği limbik sistemimiz içinde yer alan keyif verici yoğun bir elektrik patlamasından başka bir şey değildir aslında.

Sf: 157
1970’lere gelindiğinde, bu kez gene ABD’de, bir jinekoloji kliniğinin verileri esas alınarak, orayı ziyaret eden hanımların yüzde 17’sinin orgazm olmada zorluk çektiği, yüzde 6’sının ise partnerleriyle hiç orgazm yaşamadığı çıkıyor ortaya.
Sf: 159Öncelikle yaş aralığını 18 ila 40 olarak belirliyorlar. Yaş için bir üst sınır, yani 40 yaş koymalarının sebebi, yumurtlama (ovülasyon) dönemlerinin 40 yaş altında çok daha düzenli seyretmesi. Ayrıca elbette hamile kimse olmayacak deneklerin arasında ve hamile kalmaya niyetli olanlar da kapı dışarı ediliyor.

Sf: 160
Hanımın burnuna önce tamamen kokusuz bir gazlı bez maskesi takılıp, gösterdiği vajinal tepki not ediliyor; sonrasında da bu değer baz değer olarak kabul edilip, bu kez koku emdirilmiş diğer gazlı bez maskeleri kullanılıyor. Ne kokuyu alan hanım, ne de o kokulu maskeyi takan asistan, emdirilen kokunun cinsinden haberdar. Bu kokulu maske bir dakika süreyle burunda tutuluyor, sonra çıkarılarak üç dakikalık bir yenilenme ve koku istirahati veriliyor.

Sf: 162

Balkabağı ile Meyankökünün Aşkı

Hatırlayacağınız gibi, erkekler üzerinde yapılan deneyde, penisteki kan akışını azaltan hiçbir kokuya rastlanmamıştı. Kadınlardaysa durum öyle değil! Bazı kokular klitoristeki kan akışını düpedüz azaltıyor, uyarmak bir yana, “itici gelen” kokular var. Bunların başında yüzde 18 iticilikle vişne geliyor. Onu yüzde 14’le mangal kokusu takip ediyor. Bunlara negatif uyaranlar diyelim ve pozitif uyaranlara gelelim: Erkekleri en çok uyaran balkabağı turtası ve lavanta karışımı koku, yüzde 11 klitoral kan akışıyla pek fena bir sonuç çıkarmıyor ama bu koku erkekleri yüzde 40 düzeyinde uyarmıştı. Kadınlarda bu kadar güçlü uyaran hiçbir koku yok. En çok uyaran koku, balkabağı turtasının hemen üzerinde yüzde 13’le yerini alan meyankökü ve salatalık karışımı bir koku.  Haydaaa!

Sf: 163
Meyankökü ve muz karışımı koku yüzde 28’le tavan yapıyor. Meyankökü-salatalık kokusu ise yüzde 22’yle onu takip ediyor. Bilindik bazı parfümler yüzde 18’le üçüncü olurken, dördüncülük bebek pudrasına düşüyor. 
Hiç uyarılamayan grup ise elle genital uyarıdan, yani cinsel organlarının okşanmasından hoşlanmayan hanımefendiler. Bu grup kadında, bırakın uyarılmayı, pek çok koku kan akış hızını azaltarak iticilik duygusu yaratıyor -ki bunların başında yüzde 14’le erkek parfümleri geliyor. (Aslında bakarsanız, hadi kötü haberi vereyim: Erkek parfümleri, bütün hanımlarda ortalama yüzde 1 kan akış hızı düşmesine sebep oluyor. Kadın parfümleriyse, gene kadınlarda en fazla yüzde 1 uyarı fazlası sağlayabiliyor. Şapır şupur parfümler sürünüp sevgilileriyle buluşmaya giden beyleri uyarmak isterim. O sürdükleriniz aslında pek bir işe yaramıyor ve eğer randevunuzun devamında bir şeyler oluyorsa, bunun parfümünüzle alakası yok.) 
Elbette bütün bu sonuçları değerlendirirken bu deneyin yine ABD’de yapıldığını unutmamamız lazım. Her toplumun kültürel kodları farklı.

Sf: 165
Zira kokuların bizdeki işlevleri, onların anlamlarını nasıl tanımladığımızla ilgili. Biz o kokuyu ilk kez nerede duyduk ve bunu duyduğumuzdaki duygudurumumuz ne idiyse, kokuyu tekrar duymamız halinde gene hemen o duygudurumuna gider beynimiz.

Sf: 180

Sıvılaştırılmış Gaz mı?

Nedir bu c.v. denen meret? 

 C.V., Latince curriculum vitae (course of life) kelimelerinin baş harfleri. “Hayat(ımın) akışı” falan gibi bir anlama geliyor. Eskiden buna tercüme-i hal veya hal tercümesi denirdi, ama şimdilerde sadece c.v. aşağı, c.v. yukarı.
İş başvurusunda bulunmaya kalktığınız anda, mutlaka bundan bir tane isteniyor sizden ve içeriğine eğitiminiz, yetenekleriniz, işe yarayacağını düşündüğünüz edinimleriniz, kısaca özgeçmişiniz yer alıyor. 
Varlık sebebi kişinin eğitim geçmişi ve profesyonel yaşamı hakkında bir bakıma fikir sahibi olabilmek olduğundan, bu belgelerin kısa ve objektif olması gerekiyor. Pratikteyse elbette herkes zayıf gördüğü yanlarını gölgeleyip daha dikkat çekeceğini düşündüğü geçmiş deneyimlerini cilalıyor c.v. ‘lerde. Hatta yazarken metinler içine “anahtar kelime” yerleştirmeye dikkat edenler bile var; ola ki c.v. elektronik ortama aktarılır da, işveren bazı özel yeteneklerin peşine düşer diye. 
Bir de resume var ki Kanada, ABD ve Avustralya’da c.v.’den biraz kısa oluyor bu resume’ler. ABD’de iş başvurularında resume’ler kullanılırken, akademik çevrelerde ondan daha kapsamlı olan c.v.’ler tercih ediliyor. Bunlara bir de Europass, yani AB’nin standartlaştırmaya çalıştığı profesyonel geçmiş formunu ilave edebiliriz.

Sf: 184

Havadan Para Kazanmak

6 Mayıs 1937 tarihinde, hava gemilerinden biri, Avrupa ile ABD arasında sefer yapan Hindenburg Zeplini, New Jersey’deki istasyona yanaşırken yangın çıkıyor ve yolcuların 97’si, mürettebatın 35’i hayatını kaybediyor.

Sf: 185
Kimse bir daha hava gemilerine binmek istemiyor. Bu durumda da uçakla taşımacılık gelişene kadar hava yolculuğu sayfası kapanmış, bir anlamda da zeplinler tamamen tedavülden kalkmış oluyor.
Brezilya’da Ernesto Rigel isimli bir gaz sobası ithalatçısı girişimcisi, Rio de Janeiro çevresinde bulunan 6.000 bütan silindirine, gazıyla beraber talip oluyor. Rigel, elindeki bütün adamları şirketinin üç kamyonuna bindirip kamyonları da hem gaz ocağı, hem de zeplinlerden kalan gaz tüpleriyle doldurup başlatıyor sokak sokak dolaştırmaya. Evet, aynı günümüzde müzikli anonsla dolaşan tüp gaz kamyonetleri gibi satışlar başlıyor. Başlarda yavaş olmasına rağmen gittikçe artıyor.

Sf: 190

Maksat Endişelenmekse

Dünya nüfusunun yüzde 1’i tamamen anosmik, yani hiç koku almıyor. Milyonlarca insanın da belli kokulara karşı koku körlüğü bulunuyor, yani sadece belli kokuları alamayabiliyor. Bu belli kokulara karşı körlük olayı sadece sokaktaki insanda değil, bu işin profesyonellerinde de rastlanabilen bir durum ve özellikle misk moleküllerinde çok fazla yaşanıyor. Her beş kişiden biri misk kokusunu alamıyor veya almakta zorlanıyor.

Sf: 191
70 yaşında bir insanın etyhl mercaptan’ı, 10 kat daha yoğun koklamalı ki 18 yaşında bir gencin algı seviyesine eşitlenebilsin. Yani? Yanisi şu, eğer yaş ilerlemişse, tüp gazın kaçak uyarısını alma şansı son derece düşük. Yaşlıların genellikle tek başına yaşadığı Batı ülkelerinde bu çok ciddi bir sorun; zira gaz kaçağı nedeniyle oluşan felaketlerde hayatlarını kaybedenlerin büyük çoğunluğunu ileri yaşlarda olan ve yalnız yaşayan kişiler oluşturuyor.

Sf: 193
Karabiber Neden Hapşırtıyor?
Görme duyumuzdan örnek verirsek; Bezold-Brüke fenomeni diye bir şey var: Işık kaynağının yoğunluğu arttıkça, gördüğümüz renkler daha mavi veya daha sarı oluyor. Hatta baktığımız şey kırmızı dahi olsa, o kırmızıyı biz daha sarımsı görmeye başlıyoruz. 
Benzer şekilde, bu kez ışık değil de mesela sesin volümü değişirse, bizim o sese ilişkin peslik ve tizlik algımız da değişiyor. Buna da Zürmühl-Stevens efekti deniyor.

Sf: 194
Çoğu parfüm hammaddesi bu kuralı bize birebir yaşatıyor. Doğal hallerinde itici, seyreldikçe ve yoğunlukları azaldıkça çekici koklayabiliyorlar.
Dışkımızda yoğun olarak hissettiğimiz ve bize itici gelen indole, seyrelmiş halde yasemin çiçeğinin doğal yapısı içinde koklandığında son derece tahrik edici ve baş döndürücü olabiliyor. Keza civet veya misk, laboratuvarda neredeyse maske takılarak işlenirken, parfümünüzün formülünde binde bir kadar seyreltilmiş halleriyle size unutulmaz keyifli, kokulu bir deneyim yaşatabiliyorlar.

Sf: 195

İki Yüzlü Koku Dünyası

Kokusundan (veya kokusunun kuvvetinden) bağımsız olarak soğan doğrarken gözlerimizin yaşarması veya karabiber koklayınca hapşırmamız da hep bu şirin sinircik yüzünden başımıza gelen işler. Koku duyusu olmayan veya kaybetmiş kişilerde, trigeminal hassasiyette de önemli oranda düşüş görülüyor. Bu önemli beyin işleminin yavaşlaması veya azalması, anosmia’nın yani koku duyusu kaybının olumsuz sonuçlarından biri.

Sf: 197
Buz Gibi Limonata!?
Soğanın kokusu elbette kuvvetlidir; ancak gözümüzü yaşartan kokusu değil, gazıdır. Soğanın içindeki yağda sülfür vardır ve sülfür hem burnumuza hem gözümüze rahatsızlık veren bir maddedir. Bıçağı soğana daldırdığımızda, içindeki propan ethiol gazı açığa çıkar ve soğanın enzimleriyle birleşerek pasif bir sülfür karışımı oluşturur. Yukarı doğru hareket eden bu sülfürlü gaz, göz sıvımızla birleşerek sülfürik aside dönüşür.

“Kara” Parfümler
Polo Sport Extreme, karabiberin en çok kullanıldığı parfüm. İçeriğinde yüzde 6 gibi inanılmaz bir oranda karabiber yağı var. En büyük eleştiri, tahmin edilebileceği gibi çok fazla karabiber kokması, ayrıca tende kalıcılık süresinin ve sillage’ının, yani tenden ayrı olarak havada asılı kalan kokusunun çok zayıf olması.

Sf: 199

Yani Niye Hapşırıyoruz?

Elbette o minik tanecikler, bu hızı saatte 180 km’yi bulan hapşırma işlemi sırasında bile bazen kendiliklerinden dışarı çıkmayacaklar …

Sf: 200
İyi Koku da mı Yokmuş!?

Sf: 202
Denge Önemli
“Ter kokusunun deodorantla birleştirilmesi sendromu” da diyebiliriz buna. Hepimizin bildiği gibi felaket bir koku çıkar ortaya. Harika bir dengesiz karışım örneğidir. Öyle ki kokusunu algılamadığımız ama karışım içinde mevcut olan molekülleri de algılanabilir hale getirerek, toplam olumsuz etkiyi büyültür.

Sf: 203
Temiz havayla karşılaştırıldığında, kötü kokunun verildiği dönemlerde kadınlar, erkeklerin fotoğraflarını yüzde 9 oranında daha az hoş buluyor.
Ancak kötü kokunun görme duyumuzu da etkileyecek kötü bir intiba bıraktığı da bir gerçek. Aynı noktadan gün batımında denize baktığınızı düşünün ve bir bakışınıza temiz deniz kokusu, diğerine ise çöp ve çürümekte olan balık kokusu eşlik etsin. Aradaki algı farkı, size az önce anlattığımın kısa bir özetidir.
Sf: 204
İyi Koku Yoktur!
Bu fikir, Romalı oyun yazarı Plautus’un “Kadınların en iyi koktukları zaman, kokusuz oldukları zamandır” cevabı en iyi gene Montaigne’nin kendisi veriyor; “Kesin olan bir şey vardır ki, o da hiçbir şeyin kesin olmadığıdır.”

Sf: 206

Burnumuz Ayrımcılık mı Yapıyor?

Trigeminal sinirle gelen uyarıya ait yön bilgisi, beyindeki işlenme sürecinde kaybolmaz. Nane ve karbondioksit, bu trigeminal uyarı sayesinde doğru burun deliği tespitine olanak tanımıştır. Trigeminal uyarının yön bilgisi taşıması, yaşamsal olarak da gereklidir, çünkü esas olarak saldırgan uyarılara tepki gösterir bu sinir.

Sf: 210

Köpekler ve Kanser

Avustralya’nın yerlileri, çok soğuk havalarda bir çukur kazar, bir köpekle beraber içine girip hayvana sarılarak ısınmaya ve uyumaya çalışırlarmış. Daha soğuk havalarda bu çukurda beraber yatılan köpek sayısı ikiye, en soğuk gecelerdeyse üçe çıkarmış. Bunun sonucunda da Aborijinler en şiddetli soğuk havaları belirtmek için “Üç Köpeklik Gece” terimini, yani “Three Dog Night”ı kullanır olmuşlar. Bizim rockçı pampişler de isimlerini bu deyimden almışlar.

Sf: 211
Yani Avustralya’nın karakteristik bir köpeği dingolar ve ataları olan kurtlara en yakın vahşi cinslerden biri olarak hala mevcutlar. Tam isimleri Canis lupus dingo olarak geçiyor.

Sf: 212
Paleolitik dönem (ck*: yontma taş devri), insanların hayatında henüz köy gibi yerleşik birimlerin olmadığı bir zaman. Bu dönemde insan gruplarının geçici kamp yerlerindeki yiyecek atıklarının köpeklere cazip geldiğini düşünmek çok zor değil. Bu olasılıkla insanlar bu garip yaratıktan önce korkmuş ve uzaklaştırmaya çalışmıştır. Ancak zaman içinde köpeklerin insanla arası barışık olmayan fareleri yemesi, sinek ve hastalık sebebi olan çöpleri yalayıp yutarak temizlemesi, falan, köpekli kamplar ile köpeksiz kamplar arasında bariz bir sağlık durumu farkını ortaya çıkarmıştır, deniliyor. Bunun sonucunda da çevresinde köpek olan topluluklarda yaşayanlar daha az hasta olup, dolayısıyla daha fazla güçlenip, hakim grup oluyorlar. 
Bundan alâ karşılıklı menfaat mi olur? Zaman içinde sadece yiyecek artıklarını temizleyerek sağlık koşullarını iyileştirmenin yanısıra, yabancı bir hayvanın, yani tehlikenin gelişinden havlayarak haberdar etme gibi erken uyarı sistemleri sayesinde, insanların gözdeleri arasına girip, bakım ve himaye görüyorlar. Eh, bu himaye esnasında da bazı başka yetilerin onlara öğretilebileceğini de insanlar fark edip ava çıkarken onlardan faydalanmak veya kızak çekerken onları motor gücü olarak kullanmak gibi ek yararlar sağlıyorlar. Zaten bilindiği kadarıyla ilk evcilleştirilen veya daha doğrusu terbiye edilen hayvan, köpek. Koyun ve keçileri terbiye etmeyi, onları sürüler halinde barındırıp çoğaltmayı ve et-süt vesaireden gerektiği zaman yararlanmayı, yani kısaca hayvancılığı insana ilham veren de onlar.

Sf: 214

Ama Gdo Hep Vardı

Eğitilebilir olmak, oyun severlik ve insan yaşamına uyum sağlama konusundaki yetenekleriyle, yeryüzü tarihinde insanla yakın ilişki içerisinde kalıp, soyun devamı açısından en başarılı olmuş türlerden biridir, diyebiliriz.

Sadece genelleme ve kategorizasyon yaparak muhalefet etmenin bizleri haklı olma konumundan haksız olma konumuna çok kolay düşürebileceğinin altını çizmek istedim. 
Bir ilginçlik; köpekten korkan çok vardır da kediden korkan o kadar yoktur. Oysa kediler, tam olarak evcil hayvan sayılmazlar ve daha çok onlara sunulan yiyecek avantajından istifade için, yani konformist bir anlayışla, insanların yanında barınırlar. Neyse, bana sorarsanız ikisinden de korkmaya gerek yok, zira asıl korkulacak olan bizleriz.

Sf: 215
Vergi toplayan Dobermann
Dobermannlar, yırtıcı diye bilinen ve çekinilen bir köpek türüdür. Bu türün ortaya çıkış hikayesi ilginç; zira safkan değil, melezlenerek üretilmiş bir tür. En savaşkan, en yırtıcı, dolayısıyla sahibini en iyi koruyabileceğine inanılan Alman Kurdu, Rotwailer, Pinscher falan gibi türlerin eleştirilmesi sonucu ortaya çıkmış. Ortaya çıkaran da Karl Friedrich Louis Dobermann isminde bir Alman muhterem.
Neden ihtiyaç duymuş böylesine bir korumaya ki köpeklerin türleri arasında geçiş yaparak en savaşkan türü elde etmeye çalışmış, dersiniz? Türe ismini veren Herr Dobermann, bir vergi toplama memuru ve vergi vermek istemeyen, talep ettiğinde kendine saldıran köylülerden korunabilmek için böyle bir genetik sentez yaratmaya soyunmuş.

Nihayet Konuya Gİriyoruz! 
Türbinat üzerindeki süngersi doku içinde hem bir kısım koku alıcılarımız, yani reseptörlerimiz, hem de beynimize koku sinyallerini gönderen sinirler yer alıyor. İnsanlarda bu oran bir posta pulu büyüklüğündeyken, köpeğinkini alıp fileto etseniz, yani kesitini açsanız, bu alan yaklaşık bir A4 kağıdı ebadına ulaşıyor.
Hep söylediğimi tekrar edeyim: Köpek bizden daha fazla ve daha farklı koku saptamıyor. Onun yaptığı; bizim algılayamadığımız kadar düşük koku yoğunluklarını saptayabilmek …

Sf: 221
Bazı Hayvanat ve Mayınlar
Bir korku ve endişe çağında yaşadığımız şüphesiz. Hiçbir ülkede kimse, nereden gelecek bir saldırıyla karşılaşacağını bilemiyor. Korkan bir toplumu idare etmek ise korkusuz bir toplumu idare etmekten çok daha kolay …

Sf: 223
Biliyoruz ki tek yumurta ikizleri hariç herkesin vücut kokusu farklıdır, o zaman gelin biz topluma tehdit oluşturabilecek kişilerin, yani olası teröristlerin kokularından bir veri bankası oluşturalım, deniyor. Böylece olağan şüphelileri kokularından fişledikten sonra, havaalanı gibi yerlerde elektronik burunları kullanarak onları saptamaya çalışalım ki parmak izinden daha uzak mesafede çalışabilen bir terörist saptama aygıtımız olsun.

Sf: 224
Mayınların gayya kuyusu 
Sadece insanı hedefleyenlere “insan mayını” denmiyor, onun yerine “anti-personel mayını” ismi daha uygun görülüyor. Bunlarda amaç; aslında üzerine basanı öldürmek değil, bilakis sakatlamak. Basan asker sakatlanacak ki sıhhiyeci işini bırakıp gelsin, adamın bağırışı arkadaşlarının moralini bozsun, vs… Yani bir adamı öldürmektense onu feci şekilde yaralamak, düşmanı daha derin ve çok yönlü etkiliyor, mayın teorisyenlerine göre.

Sf: 225
Hayal Gücünün Sınırları
Ne dedik biz az önce, “hayal gücünü pek az şey sınırlayabilir.”

Sf: 226

Diğer Bazı Hayvanat ve Koku

Bu pigment noktalarının sayısı üç, dört veya beşe kadar çıkabiliyor. Aralarında güvercinin de bulunduğu bu şanslı hayvan grubu, renk ve tonları, bizim algılayamayacağımız bir derinlik ve zenginlikte algılayabiliyor. Bu şanslı canlılara, retinalarındaki beş pigment noktasından mülhem, pentachromate’lar deniyor. Biz insanlar ise trichromate’larız, yani üç renk süzgecinden geçirip, o renklerin birbirleriyle karışımlarını da dahil ederek anlamlandırıyoruz çevremizdeki renkli dünyayı.

Sf: 233
Karasineklerin denge çubukları var mesela; kanatlarının hemen altında üzerine bir topçuk iliştirilmiş iplik gibi bir dokudan müteşekkil bir çubuk. Bu ipliksi dokuyu hayvandan çıkardığınızda (tabii bu çıkarmayı “bilim” adına yapıyorsunuz) saçma sapan uçmaya başlıyor, sağ ile solu, aşağı ile yukarıyı ayıramıyor. Çünkü denge organı yok edilmiş oluyor.
Öte yandan kedilerin tat bezeleri öylesine gelişkin ki bir suyun tadını diğer suyun tadından bile ayırabiliyorlar. Bizler de bundan çok uzak değiliz aslında; örneğin ben her suyu keyifle içemem ve su ayırırım.

Sf: 238

Ses Varken Kokuya Ne Hacet

Ayrıca kokular genelde yatay seyrederler ve bu nedenle de yatay düzlemdeki nesnelere takılırlar. Böylece kediler alan sınırlarını işaretleyebiliyorlar ama bu durum kuşların hiçbir işine yaramıyor. Buna karşın nesneler dünyasından uzaklaşıp yükseldikçe ses dalgaları, yani titreşim, havada çok daha rahat hareket eder. Böylece neyi anlıyoruz? Kuşların rakiplerini uzak tutmak veya dişisinin dikkatini çekmek için şakımalarının, dalların üzerine kokularını bırakmaktan çok daha hayırlı bir iş olduğunu, bu bilgilere sahip olmadan da farkında olduğunu anlıyoruz …



Sf: 240

O Günler Çok Eskilerde Kaldı

Sevgili koku alma sinirimiz (yani “olfactory nerve”), evrimsel sürecin bütününe bakıldığında en eski beyin bölgelerinden biri olan limbik sistemimizle doğrudan bağlantılı. Beynimizin sağ tarafının desteğiyle limbik sistem; duygu ve duygu durumlarını (emotion) düzenleyen sistem. Beynimizin sol yarısında yer alan lisan işleme merkezlerimize kısıtlı veya dolaylı bir erişimi var. Zaten çoğu kez duygularımızı dile getirmekte zorlanmamız veya bir koku duyunca bilinçli bir farkındalık yaşamadan, anlamsız fakat duygusal davranış biçimleri geliştirmemizin sebebi de bu.



Sf: 244

Koku ve Hafıza

Bir anlamda, sürekli yaşadığımız için yok saydığımız, ancak kapatıldığı zaman fark ettiğimiz “dip ses” in yokluğu olarak tanımlayabiliriz bu durumu. Mesela bu durumu bilgisayar başındayken çokça yaşarız. Makine açık ve biz boş ekrana bakarken, sessizlik içinde olduğumuzu varsayarız ama o sessiz olduğunu varsaydığımız ortamda bilgisayarı “Pat!” diye birden kapatınca, asıl sessizliğin başka bir şey olduğunun farkına varıveririz.

Sf: 245
Gül kokusunun verilmesi de, bu nöronların yeniden harekete geçmesini hızlandırıyor, yoğunlaştırıyor ve geliştiriyor. Koku duyumuzun kestirme patikaları, görsel veya işitsel duyularımızın dolambaçlı çevre yollarından daha dolaysız olarak hipokampusumuza ulaştığı için, sonuç da daha kesintisiz, kayıpsız ve belirgin oluyor. Bir koku kaynağının, geçmişimize ilişkin neşe veya keder gibi duygusal dönemlerimizi oldukça canlı olarak yaşatmasının sebeplerinden biri de bu.

Sf: 248

Hafıza Var, Hafıza Var

“Proust Fenomeni”

Kokuyla geri çağırılan anıların duygu yoğunluğunun en önemli örneklerinden biri olan bu olaya koku dünyasında “Proust Fenomeni” deniliyor. 
Peki, o anılar Proust’un belleğinde hep mevcut değil miydi? Elbette mevcuttu ama bilinç düzeyine çıkmak için ıhlamur ve madeleine ile tetiklenmeyi bekliyordu. Freudyen yaklaşım da bunu söylüyor: Bizim içeriğinin genişliğinin farkında olmadığımız geniş bir belleğimiz var; bu depolanmış “gizli” anılar aslen hep mevcut olmalarına rağmen, bilinç denilen salonumuzun dışında, bodrum kattaki depodalar ve orada bile rahat durmayıp faaliyet göstermeye, bireysel varlığımızın belirleyicisi olmaya devam ediyorlar. Bir başka deyişle, bilinç düzeyine çıkmayıp araziye uyan anılar, aslında bizim bilinçdışımızın en önemli hammaddelerinden.

Sf: 250
“Duruma bağlı geri-çağırım” diyebiliriz. Yani belli bir fiziksel koşul, bir ruh hali veya bir yerle ilgili uyaranların varlığıyla beraber öğrendiğimiz şeyleri, aynı koşullar tekrar yaratılıp aynı uyaranlar bize tekrar verildiğinde mükemmelen hatırlayabiliyoruz. Polisiye bir olay sonrasında görgü tanıklarının olay yerine götürülmesi ve tanıklıklarının burada tekrar dinlenilmesi bu prensip doğrultusunda yapılan bir uygulama.

Sf: 251

Kokuyla Canlanan Hatıralar

Eğer yabancı dilde bir kelime grubunu, mesela yasemin kokan bir ortamda ezberlediyseniz, bu kelimeleri gene yasemin kokan bir ortamda çok daha iyi hatırlayabilirsiniz. Çünkü koku, bu kelimelere ilişkin semantik hafızanızın harekete geçmesine yardımcı olacaktır.

Sf: 252
Bazı biliminsanları daha keskin ve genel tanımlar koyup, bütün kokuların başlangıçta nötr olduğunu ve bizim bunları olumlu veya olumsuz diye sınıflamamızın, o kokuları ilk duyduğumuzdaki ruh halimize bağlı geliştiğini söylüyorlar. 
Ferahlamak ve ayılmak için yüzümüze, başımıza sürdüğümüz kolonya kokusunun içindeki limon notalarının canlandırıcı özelliği nedeniyle bazı şirketler, bilgi işlem departmanlarının kokulandırılmasında yararlanıyorlar ve bu sayede çalışanların bilgisayarlara veri girişinin dinamik bir ruh hali içinde, daha çabuk veya hatasız olmasını sağlıyorlar.
İkinci el araba alırken her ne kadar “Ben bu tuzaklara düşmem,” deseniz de, içi yeni araba gibi deri kokan bir arabayı daha olumlu değerlendirebiliyorsunuz. Oysa arabalarda deri döşeme uzun yıllardır yok; çoğunda yapay kaplama malzemesi kullanılıyor.


Sf: 259

Sadece Parfümünüzde mi Parfüm var?


O Sırada Gerçek Dünyada
Daha fazla marka ismi saymadan, demem o ki; gerçekten de her ülke pazarında, benchmark tabir edilen, eşik oluşturmuş markalar vardır ve çoğu firma da Amerika’yı yeniden keşfetmektense risk almayıp, zaten başarısını kanıtlamış pazar lideri rakiplerin benzer koku modellerini kullanmak ister.
Sf: 261
Rakipleri arasından elinizi uzatıp kapağını araladığınız şampuan şişesi, kendini seçtirip kapağını açtırttığı için görsel olarak başarılı bir şekilde vazifesini ifa etmiştir. Ardından, ürünün kapağını açıp kokladığınızda kokusunu beğenmediyseniz, kapak kapanır ve şişe yerine geri konur. Oysa nasıl kokarsa koksun, o şampuan saçınızı temizleme görevini yerine getirecektir ve sizi satın almaya iten kokusu da daha saçlarınız kurumaya başladığında kaybolup gidecektir. Ama böyle düşünmeyiz. Çünkü zaman içinde, kokulandırılmış ürünlerin kokularını, o ürünün bütün yapısının bir parçası olarak düşünmeye evrilmişizdir. Yani sanki koku o ürüne sonradan iliştirilmemiştir de, aktif maddesinin bir parçası gibi algılarız.

Temizlik Deyip Geçmemeli
İlkel zamanlarda yiyecek veya içeceklerin kokusundan onun yararlı mı zararlı mı olduğuna dair işaretler çıkaran atalarımızdan bize miras kalan bir duyguyla bizler, bu tip ürünleri kokularıyla performans değerlendirmesine tabi tutabiliyoruz. 
Bu varsayım, o ürünün organik ve entegral bir parçası olduğu, ürünün bütününden ayrışamadığı yönünde bir varsayımdır. Bu tıpkı, elmanın lezzetinin elmanın ayrılmaz bir parçası olması gibidir. O lezzet bize elmayla ilgili bilgiler verir; yani elma ham mıdır, olgun mudur, toplanalı çok zaman mı olmuştur, buzhanede mi beklemiştir vs. gibi.
Sf: 264
Şampuan üreticileri her yeni şampuan çıkardıklarında, en fazla altı ay içinde müşterilerinin büyük bölümünün bıkkınlık göstermeye başlayacağını biliyor. Sonuçta da her altı ayda bir, benzer aktif özellikleri olan ama kokusu farklılaşmış şampuanlar market raflarını veya kuaför tezgahlarını dolduruyor.

Sf: 265
Örneğin mandalina ve vanilya kokularının ikisi de hoş kokular olarak algılanmalarına rağmen, uyandırdıkları duygular farklılık gösteriyor. Mandalina mutlu ve coşkulu bir ruh haline yol açarken, vanilya gene mutlu ama daha da fazla, gevşemiş ve rahatlamış bir ruh hali algısı yaratabiliyor.

Sf: 270
Demek ki Neymiş?
Vücudumuz hiçbir zaman beklenildiği kadar iyi değildir ve bu nedenle biz onu arzu edilen forma getirmek için harcamalar yapmak zorundayız. Yani eğer vücut kötüyse, kokusu da kötüdür. Deliler gibi deodorant kullanırız, ağız gargarası, ayak kokusu önleyici, mahrem bölge kokusu giderici, falan gibi yüzlerce ürünü satın alır.

Sf: 276

Kokuyla İlgili Algılarımıza Dair

Örneğin renklendirilmiş bir sıvı ile renksiz bir sıvı arasında aslında olmayan koku farkını, var gibi algıladığımızı anlamamız, Engen’in çalışmaları sonucu ortaya çıkmış bir gerçek. Zaten bu sebeple piyasada rastladığınız pek çok parfüm, içindeki kokulu maddelerden ayrı olarak renklendiriliyor; çünkü koku algımız o renge bağlı olarak yanılabiliyor ve yönlendirebiliyor.

Sf: 277
Mantığın Başlayamadığı Yerdeyiz
Kendimize ait kokuları bastırmak gerektiğine inandığımızdan, bunu da hayvanlardan ödünç alınan veya taklit edilen bazı moleküllerin kullanıldığı parfümleri yaparak sağlamaya çalışıyoruz. Yani kaba bir tanımla; insanın kokusunu bastırmak için hayvanın kokusunu kullanıyoruz.

Sf: 279
Mesela ilkokuldayken tuvalette kullanılan sabunun kokusunu yıllar sonra duyduğunuzda, hemen okul yıllarınıza doğru bir bellek yolculuğu başlatabiliyorsunuz. Okul yılları, varolunan zamandan önceye ait olduğundan ve bizi ölüme yaklaştıran yaşlılıktan korktuğumuz için, geçmiş duygularımıza taşıyan her öğe, sehven “nostalji” dediğimiz olgunun ortaya çıkmasına yol açıyor. Sadece okuldaki sabun değil, elbette bu duygu durum tetikleyicisi kokular ve kişiye bağlı herhangi bir nesnenin kokusu olabiliyor. Bir çiçek buketinin çok özel kokusu sizi unutamadığınız bir aşkınızla ilgili hülyalara sevk edebiliyor veya kokladığınız bir baharat karışımı, uzak diyarlara yaptığınız ve sisteme ayak uydurmaya çalışmaktan geçici olarak uzaklaştığınız keyifli bir tatil dönemini hatırlatabiliyor.

Sf: 280
Sürdüğümüz parfümün kokusu bize yokmuş gibi gelmesine rağmen, çevremizdekiler o parfümü bizim tenimizde algılamaya devam eder. Parfümü sıktıktan kısa bir süre sonra “Aa, bunun kokusu hiç de kalıcı değilmiş,” diye düşünüp aynı parfümü tekrar tekrar uygulamamız olur  -böylece çevremizdekileri bizden yayılan yoğun bir parfüm saldırısına maruz bırakırız.

Sf: 281
Yeryüzünde tanımlayabildiğimiz 400.000 civarında  -tekil molekül değil- koku bileşimi olduğundan daha önce bahsetmiştim. Bu koku bileşimlerinin yaklaşık sadece yüzde 20’si insanlar tarafından hoş koku olarak tanımlanıyor. Tabii genel eğilimimizin tanımadığımız kokuları hoş olmayan şeklinde yorumlamak yönünde olduğunu unutmayalım.

Sf: 282

Endüstrileşelim Ama Kokmasın

Bir büyük için ter ve dışkı kokusuyla beraber yaşamak düşünülemez bir durum olsa bile, bir bebek kendi dışkısının içinde yuvarlanıp şirin kahkahalar atabiliyor. Trygg Engen bunu koku tercihlerinin pek azının doğuştan geldiğini, kalanlarınsa sosyal hayat içinde öğrenildiği şeklinde yorumluyor. Yani çocuğunuza tuvalet eğitimi vermezseniz ve dışkısı ile kendisi arasına (veya dışkısı ile toplumsal yaşam arasına) bir mesafe koymazsanız, büyüdüğünde de dışkısında boncuk aramaya devam edebilir.

Sf: 283
Tıpkı Müzik Gibi
Bir odaya girip o odanın duvarındaki bir resmi veya bir nesneyi görememiş olabiliriz ama eğer duyusal algılarımız olağan işlevlerini sürdürebiliyorsa, aynı odadaki ses ve kokuyu es geçmemiz, atlamamız imkansız. Bu ne demek? Bu kaçınılmaz bir uyaranla karşı karşıyayız, demek.

Sf: 285
Hastalıklar Kokuyu Nasıl Nasıl Etikler (veya Tam Tersi) ?
Mesela bir migren atağı geçirdiniz diyelim, bu durum görme duyunuz üzerinde birtakım manipülasyonlar yaratıp patlayan ışıklar görmenize sebep olabilir. Bu, beyninizde görme duyunuzun işlendiği merkezde kan tedarikinde bir azalma olmasını gösteriyor.
Sf: 287
Hastalıklar ve Kokular
Bazı antidepresanlar ephitelium’daki kokuya duyarlı hücrelerin kendilerini yenilemelerinin önüne geçebiliyor. Uzun süreli kullanımda, bırakın sadece hücrenin kendisini yenilemesinin önüne geçmeyi, koku alıcı hücrelerin toplam sayısında hissedilir bir azalmaya bile neden olabiliyorlar. Eh, koku alıcı hücre sayınız azalırsa ne olur? Yeterince koku alamazsınız, elbette.
Sadece antidepresanlar değil, yüksek tansiyon ilaçlarının bir kısmı, antihistaminikler, romatizma ilaçları veya methorexate gibi kemoterapide kullanılan ilaçlar da hem koku alma hem de tat alma duyunuzda düşüklüklere neden olabiliyor.

Sf: 288
 Kadınların koku alma yetilerinin azaldığı biliniyor. Bunun evrimsel açıklaması da, malum, adet döneminde “üretim” yapılamayacağından koku duyusu aracılığıyla verilecek çiftleşme kararına gerek kalmaması.
Bazı durumlarda, mesela epilepside, tam tersine hiperozmik bir durum, yani aşırı hassas bir koku alma yetisiyle karşı karşıya kalınabiliyor. Kaldı ki epilepsi krizlerinin öncesinde kokusal birtakım halüsinasyonların, yani sanrıların gelmekte olan krizin habercisi olduğu biliniyor. Dostoyevski mesela, nöbet geleceği zaman yanık lastik kokusu alırmış. Bilirsiniz, muhteremin hem kendisi epileptikti, hem de Budala isimli romanının kahramanı Prens Mişkin.

Sf: 290
Tababet İlminde Kokular  
Şeker hastalığı söz konusu olduğunda, rahatsız edecek derecede tatlı veya aseton gibi bir koku oluşabiliyor hastanın nefesinde.

Sf: 291
Nitekim çok eskiden idrarın bile tadına bakıp teşhiste bulunmuyor muydu hekimler?

Sf: 294

Değişen Vücut Kokuları

Ayrıca bu bahsettiğim şeker kokusu, normal seviyede bir koku, yani asla içine ethyl maltol basılmış ve şekerli hale getirilmiş bir parfümün, mesela Thierry Mugler’in Angel’ının içindeki kadar yüksek konsantrasyonda değil.


Sf: 300

Ne Güzel “Yardım” Kokuyor Ortalık…

Bazen sadece o teşekkürü duymaya ihtiyacımız olduğundan yardımsever oluveriyoruz.

Sf: 301
Ruh halimizin iyi veya kötü olması, bizim yardım etmeye meyilli olup olmama halimizi hayli derinden etkiliyor.

Sf: 302

Yardımsever Alışverişçiler

Tabii, tahmin edebileceğiniz gibi, hoş koktuğu kabul edilen ortamlardaki denemelerde insanlar, tanımadıkları birilerine çok daha fazla yardım ediyor. 

Hatta kahve dükkanından gelen kahve veya pastaneden gelen vanilya kokusunun falan farkında oldukları ortaya çıkıyor. Kokunun ne olduğu önemli değil; zira görülüyor ki tarçınlı kurabiye satan dükkanın önünde de, kahvehanenin önünde de, aynı oranda yardım etme işlemi gerçekleşiyor. 
Hollanda’daki bir cezaevinde gene ortam kokulandırılarak yapılmış bir deney var: Çok sık kavga ve itiş kakış yaşanan cezaevi bölümlerinden birine salınan hoş kokunun, çok kısa sürede bu saldırgan tutumu yumuşattığı ve daha önce zor kullanarak sorunlarını çözen tutukluların, konuşarak sorunlarını çözme eğilimine girdikleri gözlenmiş …

Sf: 303
Ayrıca eğer ruh haliniz olumluysa, çok daha fazla bilgi, hafıza bankanızdan geriye çağırılıyor.

Evet, Ne Kadar Mutluluk? 
Bunun en çarpıcı örneklerini alışveriş sırasında yaşıyoruz. Eğer hoş kokulu bir ortamdaysak, duygu durumumuz da olumlu bir irtifada seyrediyorsa, bir ürünün onu satın almamızı engelleyecek bazı olumsuz yanlarını görmezden gelebiliyoruz.

Sf: 305
Mutlusunuz, fazla çerine-çöpüne bakmadan da ürünü aldınız ve mağazadan çıktınız. Ama zaman geçtikçe “Yahu ben bunu niye aldım?” diye bir vicdan azabı hafiften sarmaya başladı içinizi. Korkmayın, bu sadece sizin başınıza gelmiyor. Aslında ciddi bir başlık ve gerek pazarlama gerekse psikoloji kürsülerinde ders olarak okutulan bir olgu bu. “Tüketim pişmanlığı” da diyebiliriz buna.

Nedir Bilişsel Uyumsuzluk? 
Sigara içiyorsunuz, ancak sigaranın zararlı olduğunun bilincindesiniz. Uzun ve sağlıklı yaşama isteğinizle sigara içme arzunuz çelişiyor. Bu durumda iki olası davranışınız olabilir: ya sigarayı bırakırsınız, ya da içmeye devam edip “Dünyaya kazık mı çakacağız, Allah aşkına? Sigara olmasa başka bir şey öldürecek nasıl olsa beni,” veya “O sadece filtresiz sigara içenlere oluyor,” gibi inançlar üretebiliyorsunuz kendi kendinize. Yoksa bu inançları üretmeseniz, bilgisayarınız sıkıştığında nasıl mavi ekran veriyorsa, ona benzer bir gerilim ve arıza hali yaşayacaksınız.
Sf: 309
Yaşlılar ve Koku
Lezzet algımız içinde yüzde 80 rolü tek başına oynayan koku duyumuzun rolünün büyüklüğünü düşünürsek, az önceki “yediğimden tat alamıyorum” cümlesini, neredeyse “yediğimin kokusunu alamıyorum” şeklinde çevirmemiz mümkün.

Sf: 316

Doku, Tat ve Koku

Tabii yaşlandıkça daha az tükürük üretebildiğimizi ve daha kuru bir ağzın da toplam tat duygusundaki olumsuz etkisini unutmamamız gerekiyor. 

Doku, tat ve koku, yani lezzeti oluşturan ana öğelerdeki kayıpların sonucu ne oluyor peki? Yediklerimiz, cazibesini kaybediyor. Daha yağlı ve daha tuzlu veya daha tatlı yemek istiyoruz ki o gençlikten kalan, beynimize kazılmış standart lezzet duygusuna ulaşabilelim. Oysa bir yandan da, az önce dediğim gibi, makine eskimekte ve dişliler eskisi kadar yoğun ve etkin çalışmamakta. Eğer fazla yağlı, tuzlu veya şekerli yersek, bunları yeterince yakamıyoruz ve başta kilo almak üzere bu saydıklarımın fazlalığından doğan başka sağlık sorunları baş gösteriyor.

Sf: 329

Kaç Metre? Olfaktometre!

Profesyonel Burun Ne Kadar Profesyonel? 
İşin aslı şu ki tanınmadık bir koku maddesi söz konusu olduğunda meşhur profesyonel burunların bile sokaktaki adamın burnundan pek de farklı ve üstün tepki gösterdiği söylenemez.

Sf: 330
Metre, kaç metre peki? 
Son kabul edilen standart, 1983 yılına ait ve şimdi artık ışığın boşlukta 1/299.792.458 saniyede aldığı mesafe, bir metre olarak kabul ediliyor.

Sf: 335
Asansörde Poposunu Hemen Duvara Yaslayanlar
Çünkü endişe, doğal yapısı içinde yükselen eğri çizen bir duygu durumu; dağdan yuvarlanan çığ gibi, büyüyerek gelişiyor. Endişe belirtileri göstermeye başladığınızda, kaçınılmaz olarak daha da, daha da, daha da endişeli olmaya doğru ilerleyen bir yola girmiş oluyorsunuz.

Sf: 336
Hatta okul bittikten sonra iş başvurunuzda bile artık, bir anlamda sınav olan testler uygulanıyor. Her ne kadar işe kabul testlerinin uzun dönem istihdamdaki başarısı tartışılsa bile, halen bunun da alternatifi üretilmemiş durumda.

Yemeği Unutmayalım
Sf: 338
Kol boyu mesafe içinde kalan birincil güvenli bölgemiz ihlal ediliyor, çıkacak yerimiz yok, kısıtlı kalmışız, sağlam olduğuna inandığımız zemin hareket ediyor ve bütün bunları topladığımızda isimlendiremeden hafif bir huzursuzluk durumu yaşıyoruz.
Sf: 339
Asansör kata vardığında ve kapılar açıldığında nefes alışımız bile değişiyor ve rahatlıyoruz. İleri örneklerde havasızlık veya kısıt nedeniyle oluştuğu varsayılan klostrofobinin hafif bir örneğini yaşadık bile ve farkında değiliz ama bizi de hayli gerdi. 
Peki, o kabinin içini kokulandırsaydık, hoparlörden yayılan “asansör müziği” de tabir edilen ucubeden kurtulmamızın sebebi olabilir miydi?

Sf: 344
Vanilya Kokulu Doku Tarama
MR cihazından duyulan rahatsızlıkların artması üzerine, Sloan-Kettering Kanser Araştırmaları Merkezi’nde 53 kişilik bir örnek grup üzerinde araştırma yapılıyor. Heliotropin’le (ck*: vanilya) kokulandırılmış kabinden çıkan hastaların duygu durumları, kokusuz kabinle mukayese edildiğinde, yüzde 63 daha az rahatsızlık rapor ediliyor.

Sf: 348

Şekil mi Yapıyorsun, Maytap mı Geçiyorsun?

Luca Turin, özellikle parfüm meraklıları arasında Perfumes; The Guide isimli kitabı ve kitapta yer alan esprili, kinayeli yorumları ve oldukça akıcı, anlaşılabilir dili ile tanınan bir isim. Aynı zamanda biofizikçi olan Turin, koku ve moleküllerin algısı üzerine oldukça fazla kafa yoruyor. Bu konuda yaptığı çalışmayı konu alan makalesini bilim dünyasının saygın hakemli dergilerinden Nature’a yolladığında ise reddediliyor. Sonuçta makale, Nature yerine bir başka bilimsel dergi olan Chemical Senses’da yayımlanıyor. Çok fırtınalar kopuyor bu arada ve hatta Turin bu çalışma süresince karşılaştığı olayları ve zorlukları The Secret of Scent: Adventures in Parfume and the Science of Smell isimli bir kitapta uzun uzun anlatıyor. Yetmiyor, gene parfümseverlerin favorisi olan bir başka yazar, Chandler Burr, onun bu macerasını The Emperor of Scent isimli bir kitapta kaleme alıyor. Yani bir yeni teori yüzünden hem dergiler, hem de dergilerdeki hakemlik müessesesinin sorgulandığı, yazın dünyasının da ucundan konuya dahil olduğu çalkantılı bir süreç yaşanıyor.

Sf: 349
Şekle veya titreşim frekansına bağlı olarak kokuları algılıyoruz da, bunları nasıl oluyor da ben, sen, o farklı algılıyor? Benim gül kokladığımda yaşadığım duygusal süreç ile sizin gül kokladığınızda yaşadığınız duygusal süreç aynı mı?

Sf: 350
Ama Daha Bebek, Ne Anlar? 
Bebekliğin ötesine geçtiğimizde; oyun çağındaki çocuklara biri alkol, biri vanilya kokulu, biri de hiç kokusuz üç grup oyuncak verildiğinde, ebeveynlerinden en az biri düzenli alkol tüketicisi olan bebeklerin vanilyalı veya kokusuz olanı değil, alkollü oyuncakları ağızlarına götürdüklerini görüyoruz. Bu ne demek? Geçmiş veya ilk dönem kokusal deneyimlerimiz, bizim ilerideki koku tercihlerimiz üzerinde belirleyici.

Sf: 351
Aynı şekilde, bu kez yeni doğanlara değil de dört yaşındaki çocuklara keskin yağlı peynir kokusu diyebileceğimiz butyric asit ve muz kokusu diyebileceğimiz amyl acetate koklatıldığında, her ikisinde de aynı tepkiyi gösteriyor, kaçıyorlar. Yapay ter veya yapay dışkı kokusundan mesela, hiç kaçınmıyorlar ve bilakis bu koku kaynaklarına yaklaşıyorlar.

Sf: 353

Kekliğin Üzümü, Buruşturdum Yüzümü

Sf: 358
Giderayak Ciddileşelim: Koku Duyusu Bozuklukları 
Ben Doktor Değilim Ama Bu Soğancık…

Epilepsi ve domuzcuklar 

Epilepsi, yani sara, sinir sistemindeki kontrol edilemeyen yankılar olarak özetlenebilir. Sinir sistemi, uyarı aldığında tepki gösterir. Sonrasında da bu tepkiyi dibe iterek siler ki sonsuza dek bu tepki sürmesin. Yani sinyal beyinden silinir ve boş bir sayfa daha açılarak sonrasında gelecek yeni ve başka bir sinyal beklenmeye başlanır.

Sf: 359

Gelelim İkinci Bozukluğa

Michael’ın kazadan sonra bu olgular gittikçe artan bir şekilde göze batmaya başlıyor ve merhum bu dönemde şeker yer gibi Prozac yutuyor. Bir Melbourne gecesinde, beraber içki içip sohbet ederlerken, omuzlarını düşürüp “Artık kız arkadaşımın bile tadını, kokusunu bile alamıyorum,” diye ağlıyor.

Sf: 361Hayalet Bonus
Bazıları sadece belli kokulara karşı anosmiktir. Belki farkında değiliz ama mesela misk diye bilinen ve neredeyse tüm parfümlerde (kadın-erkek ayırmadan) kullanılan güçlü baz notasına karşı çoğumuzda böyle bir anosmi var; her beş kişiden biri misk kokusunu algılamakta zorlanıyor. Bu nedenle zaten, bugün artık doğalı elbette kullanılmayan misk notaları yerine laboratuvar ortamında üretilen misklerden bir karma paket yapılarak formüllere dahil ediliyor. Karma yapılıyor ve her parfüm içinde birden farklı versiyon kullanılıyor ki anosmi nedeniyle burnumuzun, daha doğrusu beynimizin bir yerden kaçırdığı koku, başka bir versiyonun içinden yakalanabilsin.

Sf: 362
Burnunuzu tıkayın ve kahvenizi yudumlayın. İçtiğiniz size sıcak ve acı su gibi gelecek. Burnunuzu serbest bıraktığınızdaysa bu acı suyun tadına, hafızamızda kahveye referans veren koku eklenecek ve içtiğinizi “kahve” olarak tanımlayacaksınız. Anosmi de, tat alma duygusunun yok olması (ageusia) durumu söz konusu değil; ancak lezzetin en önemli ögesi olan kokunun yokluğu nedeniyle, acı-ekşi-tatlı-tuzlu kulvarına sıkışan lezzet algısı, yenilen ve içilenden alınan haz anlamında en ufak bir şey ifade etmiyor. 
Anosmi nasıl oluyor? Ya burnumuzun üst kısmındaki alıcı nöronların, veya darbeyle koku sinirinin (olfactory nevre), yahut limbik sistemimiz içindeki koku işleme alanların tahribata uğramasıyla oluyor. Ayrıca beyne kadar gitmeden de anosmi oluşabiliyor; mesela burnunuz bir nedenle (deviasyon, polip, mukoza tahribatı, vs.) tıkanırsa, kanallardan hava geçemiyor. Hava geçemeyince içinde taşınan koku molekülleri de yerlerine ulaşamıyor ve koku alma işlemi gerçekleşemiyor…

Doktrin: “Artık gönül rahatlığıyla “burnunuzun dikine” gidebilirsiniz. Ama sanmayın ki kokular sadece doğruları söyler. Kandığımız yalanlar için de bir kılavuz aynı zamanda Kokular Kitabı.” – Vedat Ozan