.
Anneannemin Son Ölümü
Misafirliği uzatan komşulardan ve soğuk kış gecelerinde pencerelerin önünde usulca mırıldanan kedilerden bile rahatsız oluyor. Yanında benden başka hiçbir canlının varlığına tahammülü yok. Çoğu ihtiyar böyle değildir, kendilerini terk edilmiş hissederler. Arka balkonlarda unutulmuş paslı su varilleri gibi…

Daha ziyade geceleri ortaya çıkan öfkeyle sıvanmış bir özlem.

Anneannemin en önemli özelliği ölmemesi.

Moralim o kadar bozuktu ki bakkala gittim, cin tonik istedim, sadece cin verdi. Tonik ayrı bir şeymiş ve yokmuş. Parka oturdum, birazını içtim.

O şehirde yaşayan herkesin yolunun bir gün mutlaka düşeceği o caddede, gelip geçen bütün insanlara bakacaktım.

– Peki o zaman bu şehrin en işlek caddesi hangisi acaba?
– İstiklal caddesi herhalde. Sen de kimsin?
– Bu hayatta, rastgele çevirdiği telefon numaralarında karşısına çıkan seslerden başka kimsesi kalmamış biriyim.

Muhabbet ilerledikçe milimetrik manevralarla yanına yaklaştım.

“Teşekkür ederim,” deyip dudaklarından öptüm. Alt ve üst olmak üzere ikiye ayrılmış bir lav silahı. Tadı da yabancı değildi.

Nilüfer’in iradesi kumdan bir kaleydi artık ellerimde.

Bu gezegende benim masamda oturup da hesap ödeyen kadın yaşamıyor.
Git, ama sakın hesabı ödeyip beni küçük düşürmeye kalkma. Ben eski model bir adamım ve bu tür şeylere de önem veririm.

Ensesinden öpülünce içinden bir yay kopmuş gibi titredi.

Bana b*ka bakar gibi baktı.

Elimi tuttu. Bir kızın eli ancak bu kadar güzel olabilirdi.
Kemikleri belirgin, ince uzun parmaklar…

“O kız sana göre değil ağbi.”
Serhat’a kırk yılda bir ağbi dediğim olur, önemli bir şey söyleyeceğimi anlaması için.

Bir kadının göğsünü avuçladığın zaman o göğsün bir kısmı elinden taşmalıdır.

Seni de kimse çiğ çiğ yiyemez zaten. Adamın midesine oturursun.

Benim hakkımda en ufak bir şey bile söylemeye kalkarsa…
Ki bunu, senin en zayıf anını kollayıp, seviştikten sonra koyun koyuna çırılçıplak yatarken ince sigarasını yakıp mavi dumanını havaya üfledikten sonra yapacağına eminim.

*

Korhan Ağbi’nin Kardeşi
Korhan Ağbi’nin kardeşi olduğu için Aycan’ı sevemiyordum, o sene onun yerine Esra’yı seviyordum. Okulun ilk günü Esra’dan silgi istemiştim. Silgisini ısırıp ikiye bölmüş, yarısını bana vermişti. Ben de ona aşık olmaya karar vermiştim.

Babam çoğunlukla gece vardiyasında çalışır, gündüzleri uyurdu. Kendimi bildim bileli vaziyet buydu, evin içinde ses çıkarmamaya çalışarak büyümüştüm. Belki de bu yüzden bu kadar sessiz biriydim.

Aycan’ın yanına gittim. Takdir almıştı.
“Seninki nasıl?” diye cıvıldayıp karneme baktı.

Yüzünde pis bir tebessüm vardı.
“Korhan Ağbi bırak lütfen,” dedim.
“Elimi kıracaksın, kalecilik hayatımı bitireceksin.”
Gözümden yaş gelene kadar bırakmadı. Elimi hissetmiyordum, hızla ovuşturdum. Yine de t*şaklarımı sıkıp İstiklal Marşı’nı söyletmesinden iyiydi.

Saçlarını atkuyruğu yapmıştı.
İki yana örülmüş halinden çok daha güzeldi böyle.

Ağbisinin dağ bisikleti varmış ama ona vermiyormuş.
“Üzülme Aycan,” dedim. “Dağlık bir bölgede yaşamıyoruz zaten.”

Lojman duvarına oturduk. Elimi tuttu, avucumu açıp avucundaki çekirdeğin yarısını döktü.

“Artık her şeyi konuşmanın zamanı geldi,” diyerek karşıma oturdu.
Yüzü birden ciddileşince sırtımdan soğuk bir ürperti geçti.
Keskin el hareketleriyle öfkeli bir şekilde konuşmaya başlayınca iyice korktum.
Arada bir soluklanıp, “Anlıyorsun değil mi koçum?” diye sorduğunda başımı sallıyordum ama hiçbir şey anlamıyordum.

“Çekil şuradan *mına koyayım.”
“Çekilmiyorum *mına koyayım.”
Babamla beraber büyülenmiş gibi durup anneme baktık.
İlk defa küfrediyordu ve her şeyin ilki bir parça büyülüdür.

“Cesaretini topla,” dedi. “Bu işi başka türlü çözemeyiz. Uyuyamıyorum, sokağa çıkamıyorum, gol atamıyorum.”

“Senin yüzünden dört dersten zayıf aldım,” dedi.
“Senin zaten dört zayıfın vardı,” dedim.
“Düzeltecektim!” diye bağırdı.

Bakkal Rasim Amca, “Hayrola, baban niye rakı aldırıyor?” dedi.
“Kazanmışlar galiba,” dedim.
Rasim Amca kendisi kazanmış gibi sevindi. Grev yüzünden çok veresiye birikmişti. Rakının yanına ikram salatalık turşusu bile koydu.

Şimdi, sonbahar. Sağda solda rengarenk yapraklar var.

Denizin Çağrısı
Bizim burada da deniz var ama pis. Anahtarlık, sigara paketi, kibrit, kutu kola, terlik teki, bilumum ıvır zıvır işte, bit pazarı gibi, ne ararsan var.

Ama kamyon da yeniydi yani, henüz tadı kaçmamış sakızlar gibiydi. Zaten yeni oyuncaklar her zaman eskilerin pabucunu dama atar. Bu duyguyu çok iyi bilirim. Hatta en iyi bildiğim duygudur diyebilirim. İkinci sınıfa geçtiğimde birinci sınıf olayının bizim sınıfla beraber bittiğini düşünüyordum çünkü. Okulun ilk günü yeni birinci sınıfları görünce dehşete kapılmıştım. Ne safmışım.

Müthiş canım sıkılmış, tadım tuzum kaçmış, yaşama sevincim bir anda dibe vurmuştu.

Benim yaşlarımdaydı. Kumraldı ama denize girmekten mi nedir, sararmıştı. Sarışınlara bayılırım. Zaten babam da, kendisi gibi müthiş bir çapkın olduğumu söyler sık sık.

Ufaklık kamyonu istedi, gözüm tutmadığı için vermedim. Bir kere eleman o kadar ufaktı ki, ayakta zor duruyordu.

– Sen değilsin belki ama şimdiki çocukların çoğu tek çocuk. İleride bir savaş çıksa kesin biz yeniliriz.
– Neden?
– Çünkü savaşacak fazla çocuk yok. Herkesin çocuğu çok değerli, kimse göndermez savaşa.

Sanki Sedef ancak ismi geçtiği zaman hatırlanan hayalet arkadaşlardan biriymiş gibi.

*

Cahide
Yine şanslıydım, benim yerimde başkası olsa çoktan ölmüştü. Babam fren sesini duyunca koştu geldi, bana çarpan adamı arabadan indirdi, yere yatırdı, kafasını tekmelemeye başladı. Adamı zor aldılar elinden. Babam yanıma gelip,
“İyi misin?” diye sordu.
Kolumu inceledi, ilk anda fark etmemiştim ama sağ kolum yamulmuş, dilenci koluna dönmüştü.

Tabii bu arada Cahide’nin oro*pu olduğu kesinleştiğinden bizim bütün elemanları bir sevinç kaplamıştı.
“Bize de verir mi acaba?”

*

Üst Kattaki Terörist
Cevap veremedi. Babamla ipleri attım. Anneme gittim. Babamın silahını istedim, vermedi. Ocağa gittim, il başkanıyla görüşmek istediğimi söyledim. Başkan ayakta karşıladı, çok sever beni, her sene yenilerdi ilk hediye ettiği komando üniformasını zaten. Hemen bir oralet söyledi. Durumu anlattım.

Başkan sağ olsun hemen dövdürdü teröristi. Apartmana girerken pencereden gördüm, zor yürüyordu, ağzını burnunu eline vermişler. Bir hafta evden çıkamadı. Ama yetmez. Sadece dövmekle olmaz ki. İki hafta bekledim, başka icraat yok, terörist iyileşti, sokaklarda elini kolunu sallayarak gezmeye başladı.

Daha önce bira içtiğim yalandı tabii, şüphe çekmemek için onlar gibi takılmaya karar vermiştim. Film on beş dakika sonra bitti. Bu arada kız Semih’e sarılmıştı iyice, keyifleri yerindeydi. Teröristlik çok rahat işmiş valla, bir elinde bira, bir elinde hatun, VCD’de film, gününü gün ediyordu şerefsiz. Film bitince terörist keki yedi. Doymadı, kebapçıdan pide söyledi hepimize. Paraları örgüt veriyordu tabii, ondan bonkördü böyle. Bizim komandolar dağda yılan yesin, bunlar her gün pide kebap, bir elleri yağda bir elleri balda.

İki tanesi tam teröristti, resmen Kürt’tüler. Bir de övünüyorlardı bununla. İnsan en azından saklamaya çalışır, ben Kürt olsam kimseye söylemem mesela, kendi içimde halletmeye çalışırım o problemi.

*

Alçak Gönüllü Arzular
Bir seferinde de bizim kuruyemişçinin oralarda takılan tanıdık bir deliye,
“Niye kendi kendine konuşuyorsun lan dingil?” diye bağırınca dövmüştü.
Gerçi o zaman on yaşındaydım ama birdenbire öfkelenmiştim deliye, deli numarası yapıyor zannetmiştim.

İkinci dönem başladı. Ben Gizem’e sinir olmaya başladım, başlarda sıkı çalışıyordum gözüne girmek için. Zaten kadınların gözüne girme tutkusu kimde yok ki? Erkek zekası bu tip konulara kafa yormalar yüzünden gelişmiştir.

Sonuçta Gizem hayatımı mahvetti. Haftada bir saat ders anlattı gitti, ben altı gün yirmi üç saat onu bekledim.

Ertesi gün dükkanda leblebi kavururken babam geldi, mastürbasyonun zeka geriliğine neden olduğuna yönelik en son bilimsel gelişmeleri aktardı. İnanmış gibi yaptım.

Baktım içindeki Sibirya Kaplanı uyanmak üzere, gardımı aldım.

Özel hoca tutayım sen oku adam ol diye. Sen de çaba sarf etsene biraz. Serseri puşt! Hıyarağası pe*evenk! İt!
Babama kızdığı anlarda tek küfür yetmez, illaki yanına alakalı alakasız çeşit yapacak, kuruyemişçi ya, karışık vereyim tutkusu.

Gizem,
“Paranızı iade edeyim o zaman,” demiş. Suçu üstlenmiş. Bu da başka türlü bir bencillik belirtisi. Masumken bile suçu kendi üzerine almak. Bu tipleri iyi bilirim, Hiroşima!ya atom bombası atıldığında bile en çok vicdan azabını bunlar çekmiştir.

Babam, ara sıra nükseden şiddet gösterilerini bir yana bırakırsak, aramızdaki en makul insandır.
“Saat ücretini yetmiş beş liraya çıkaralım,” dedi. “Para her kapıyı açar.”
Gizem’i aramadan önce bana döndü.
“Hoca’ya yetmiş beşi veririm, ama zayıf alırsan da belanı ızdırabını s*kerim!”

Sanki büyük bir haksızlığa uğramış gibi odama gittim. Biraz müzik dinledim, gökyüzüne baktım. Ne yapıyoruz bu gezegende diye düşündüm, bütün bu saçmalıklar ve acılar neden?

Annem sınav sabahı okunmuş pirinç yutturdu. 72 aldım, eve geldim, 80 aldım dedim. Annem sevindi, babam sevincini gizledi.

– Kendin ara konuş o zaman, gelirse saatine altmış veririm.
– Hani yetmiş beş veriyordun?
– O eskidendi, artık temelin var, oduna ders anlatmayacak.

Okulda, Gizem’in bölümüne gittim. Bir iki kişiye sordum, kantine bak dediler. Kantinde arkadaşlarıyla oturuyordu. uzaktan baktım. Öz güvenim bir anda çöktü, bir çekingenlik geldi üstüme. Lüzumsuz yete yaratılmış heyecanların sıkıntısı, birdenbire utanca dönüşen arzular. Benim hayatımın özeti bu zaten. Hatırladıkça tüylerimi diken diken eden utançlar silsilesi.

Herkeste aynı tutku var, birbirinin zihninde en karizmatik haliyle yer etmek.

Kimi Sevsem Çıkmazı
Babam tüpçülüğe başladıktan sonra bütün tüpçüler gibi mutfak tüpüne benzemeye başladı. Beli kalınlaştı, saçı kelleşti ve bıyık bıraktı.

Babam annemi çok sever, zaten kimseyle bu kadar uzun süre evli kalmamış. On sekiz sene, babam gibi daldan dala atlayan bir adam için hayatının en istikrarlı süreci. Annem, diğer evliliklerden olma çocuklara düzenli para yattığını duyunca anında valizleri toplamış, beni koluna takıp çıkmıştı evden, bir hafta teyzemlerde kalmıştık. Sekiz yaşındaydım o zaman. Babam bizi geri döndürmek için bütün beyaz eşyayı yenilemek zorunda kalmıştı. Hiç görmediğim kardeşlerime gönderdiği paraları da azaltmıştı.

Özetle, harikulade bir kadındı. Ben buradayım diye bağırmayan kahverengi gözleri vardı. Gözde mühim olan budur zaten: irilik; parlaklık değil, yalınlık…

Dizi dizime değmişti. Dizinin dizime değişi, Handan’ın annesi için bir kelebeğin kanat çırpışıysa benim için kasırgaydı. Kaç sene geçti, hala unutmam, günde en az beş sefer aklıma gelir. Biliyorum ki bu durumun kökeni, memeden kesildiğim güne kadar uzanan psikolojik nedenleri vardır. Ama bir kadını unutulmaz yapan şey, bir vakitler ona duyulan arzunun şiddetiyle doğru orantılı değil midir?

Kamyonete dönünce Dursun Amca telsizle irtibat kurdu, tütün yorgunu sesiyle bir adres yazdırdı.

– Türlü yaparken tüp bitti.
– Anlıyorum hocam, türlü en çok tüp bitiren yemeklerimizdendir.
Hafif gülümsedi. Artı puan. Dolu tüpü boş tüpün yanına koydum.

Handan’ın annesi 36 yaşında, okulun internet sitesinden öz geçmişine bakmıştım. Belki de hiçbir zaman o yaz olduğu kadar güzel olmamıştır. Üstündeki o genç kız şaşkınlığını, büyüdüm ama çocuksu ruhumu koruyorum saçmalamalarını atalı hayli zaman olmuş, her santimetreküpüyle bir kadın. Çiçekli de bir elbise giymiş.

Sandalyeye uzattığı bacakları, bir heykelin açılış töreninde ipin çekilip de örtünün kalktığı anlarda olduğu gibi ansızın ortaya çıktı, yüreğim ağzıma geldi. Ayak tabanlarından kalçasına kadar, her şey oradaydı. Hafif buğday rengi, pürüzsüz. Bir an külotuna da kaydı gözüm, siyah, önü dantelli. Külotun ince kıvrımlarına, o ince kıvrımların kalçanın başladığı yerde bıraktığı izlere de bakıverdim o telaşla.

– Berke Ağbi bana bir şey mi söylemeye çalışıyorsun?
– Evet canım, evet. Bir şey söylemeye çalışıyorum. Bir kartopuydun seni ilk gördüğümde, günler geçtikçe zihnimin en ücra yamaçlarında yuvarlana yuvarlana büyüdün ve şimdi bu akşam, bir çığ halinde indin üstüme. Seviyorum seni, hastayım sana!

Bir şey mi demek istiyormuşum. Lafa bak. Daha on üç yaşındasın, bir şeyi de anlama, bir parça saftirik ol, bir parça lolita atmosferi yaşat.

Nefsime hakim olamadım. Handan’a telefon ettim, açmadı.
“Slm meraba cok acil ve hayati bir konuyu görüsmk istiyorm senle bulusabilir miyiz acaba sana da uygunsa sevgiler berke,” diye mesaj çektim, cevaplamadı.
Telefonu tedirgin olduğu için açamamıştı diyelim ama mesajıma soğukkanlılıkla “Hayır,” yazabilirdi. Cevap vermediğine göre onun gözünde benim gibi biri yoktu. Eğer onun gözünde yoksam ne kadar yokum diye düşündüm. Bunun derecesini tayin etmeye çalıştım. Bütünüyle mi yoktum acaba, yoksa kısmi bir yokluk muydu benimki? Dünyada iki kişi kalsak mesela, arar mıydı? Aramazsa herhalde kati surette yok sayılırdım onun gözünde. Ya da yolda yürürken ben görmeden önce o görse beni, yolunu değiştirir miydi? O zaman yine kati surette yok sayılır mıydım? Ya da ikimiz aynı anda göz göze gelsek, yol değiştirmeye imkan olmasa, o zaman selam verir miydi?

– Ben Nurullah hocam, tanıdınız mı? Nurullah Bülent Berke Kamiloğlu. Hepsi benim. Kamiloğlu Ticaret Tüpgaz ve Damacana Su Bayisi’nin veliahtıyım. Kocanı terk et! Bana gel!
– Nurullah ne diyorsun sen? Delirdin mi?

Handan’ın kardeşi bana döndü, dizlerime sarıldı,
“Vurma,” dedi. “Vurma lütfen Berke ağbi. Ecevit’in de durumu kötü, bundan sonra genel af çıkmaz, ömür boyu yatarsın.”

*

Teşekkür
Beni erkek çocuk hikayeleri yazmaya teşvik eden
Levent Cantek’e teşekkür ederim.
O olmasaydı bu hikayeler olmazdı.
Olsa bile bu biçimde olmazdı.

*

farzımuhal: varsayalım ki

esbabı mucibe: gerekçe

iktifa: yetinme

ücra: çok uçta, kıyıda köşede olan

menfaatperest: çıkarcı

kifayet: kafi, yeterlik, liyakat

muhteris: hırslı

hatta o an, onunla bir sırrı paylaşmanın sevincini yaşadım.

tıynet: yaradılış, huy, maya

fiske: parmak uçlarıyla yapılan hafif vuruş

fiskelemek: iki parmak ucuyla yapılan eylem

dikiz: bakma, gözetleme

metanet: metin olma, dayanıklılık, sağlamlık

şuur: bilinç

börteçine: dişi kurt, bir efsane

desibel: ses şiddetini gösteren birimin onda biri

müteaddit: çok, birçok

üniter: merkeziyetçi, birlikten yana olan

durgun zeka: iq seviyesi düşük olan

farz: Tanrı’nın emirleri

sünnet: Hazreti Muhammed’in emirleri

gusletmek: ağzını ve burnunu suyla yıkayıp, denize veya göle girip çıkan yahut duş altında bütün vücudunu ıslatan gusletmiş olur. önce abdest alıp, sonra bütün vücut yıkanırsa sünnete uygun olur.

mürebbiye: çocuk bakıcısı kadın

telepati: birinin düşüncelerini uzaktan algılama

bakiye: artan, kalan, geriye kalan şey.

nüksetmek: hastalık veya başka bir durumun geri dönüp, yeniden başlaması

uzam: algılanan nesnelerin uzayda kapladığı alan

nevi şahsına münhasır: kendine özgü karakteri olan, eşi bulunmaz olan

tasvip: bir şeyi onaylama

tasnif: sıralama

homeopatik: bitki ve mineral ile yapılan organik ilaç

bilumum: bütün

Doktrin: “31 çekmek zeka geriliğine sebep olur.” – Emrah Serbes