San
Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının
Seni kucağıma alıyorum
Tarifsiz uzuyor bacakların
Kırmızı bir at oluyor soluğum
Yüzümün yanmasından anlıyorum
Yoksuluz gecelerimiz çok kısa
Dört nala sevişmek lazım.
Önceleyin
(1954)
Adam
(1953)
Güzelleme
Aşk
Kanto
Ben nereye gittimse bütün zulumlardı
Sen belki de bir resimsin ne haber
Elma
Sizin Hiç Babanız Öldü Mü?
Şu Da Var
Üvercinka
Balzamin
Ülke
Kars
Öyle güzel ki ölürüm artık
Beyaz uykusuz uzakta
Kars çocuklarında Kars’ı
Ölüleri yağan karda
Donmuş gözlerimin arasına
Sen küçüğüm sımsıcak
Ne derler ona – buna kızakta
Boyuna türküler yakıyorsun ya
Sanki her türküden sonra
Hohlasan gök buğulanacak
Anla ki her durakta
Yok sınırları aşkın
O iyi yüzlü Tanrı
Beklesin durdun bizi
Kurduğumuz rahat tuzakta
Nasıl olsa yine bir gün
Döneriz bu yollardan geri
Senin bir elinde bir mendil
Öbüründe kuş sesleri
Sf: 53
Tabanca
Sigara içenlere ateş etmeyiniz
Evli bir kadınla rakı içerken
Rozet gibi göğüsüne takmış cesaretini
Ben Mitridat’tan sözettim siz etmeyiniz
Eski bir Osmanlı paşası gibi
Feodaliteyi süpüren bıyıklarıyla
İstanbul İstanbul uzakta
İstanbul’a ateş etmeyiniz
Tutalım yanılıp ateş ettiniz
Şeker Ahmet Paşa’nın resimlerini
Eski hececilerin şiirlerini bir de
Ben çok seviyorum siz de seviniz
Sf: 56
Cellat Havası
Burjuva ihtilalinden sonra
Mösyö Giyotin yüz elli yıldır
Parisli bir avukat
Ve gözleri yaşarır sabahları
Okuduğu intiharlara
Sinyor Kurşun. İspanya.
Asılıp gidebilir bakışlarınız
Bir bulutun yedeğinde
Tabii lorca gibi sizin de
Gözlerinizi bağlamazlarsa
Ya ne buyrulur Mister
Elektrik Sandalyasına
Kredi yatırım bir yana
İyi özetler Amerika’yı
William James’ten daha
Sıçrayan kan selamlarıdır
Kaabil’e Ezra Pound’a
Parantez içinde Raskolnikov’a
Kelle bir şey alamadan
Emirler veredursun ayaklara
İşini bitirmiştir Herr Balta
Ey idama hükümlü yurttaş
Altından çekilince iskemle
İdare edebilirsen soluğunu
Yaşarsın kısa da olsa bir süre
Çünkü ip Efendinin sunduğu
Ölümler kibarca sürüncemede
Göçebe
Sen sık sık gülen gülerken de
Sevecen bir Akdeniz çizgisini
Sol yanına ağzının
İliştiren çocuk özenle
Yabana mı atıyorum yani seni
Yabana mı atıyorum saat altı buçukları
Çocuk ve Allah‘ın en eski baskısını
Değil, değil bunların biri
Gözlerimin gemileri kuş istiyor
Açılıp kapandıkça sevdam
Kapanıp açılıyor bir mavi
Şahmaran süt istiyor kefeninden
Üç aylık ölmüş çocukların
Kerem ile Aslı geliyor Aslı ile Kanber
Ay kana kana batıyor
Ay kana kana batıyor
Eşkiyalar gecenin yangınını izliyorlar uzakta
Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir otobüsteyim
Jandarma daima nesirde kalacaktır
Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça
Patronunun karısını zimmetine geçirip
Amasya’dan Kars’a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla
Alevilikten konuşuyoruz uzun süre
Yanımdaki hep bir gazetede Marilyn Monreo’nun resimlerine bakıyor
Marilyn Monreo öldü diyorum ona
Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
Şimdiyse Cennette Nietzsche’nin metresi olması gerekir
Bunları diyorum daha ne varsa diyorum
İşte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
İşte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
Belki de bir günler bunun için Aydın’da bulunduğumu
Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu olduğumu
İşte eflatun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya’da
Ankara’da dokunak Yozgat’ta becerik olduğunu
Van’da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
İstanbul’da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse dialektik
Acemi bir bulut bozuyor görüntüyü eski bir şarkı gibi
Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
Sinirli bir elin uysal bir bardağa
Çok yukardan döktüğü bir içki gelir
Sonsuz ve olağanüstü bir bira
Köpüklene köpüklene biçimlendirir
Soyunarak ağalayan bir kadını
Acı bilincinde sonrasızlığın
Ama bırakalım bırakalım bunları
Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve büyük yakalarıyla
Ve faytoncular görüyorum
Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
Tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren
Kars’taydım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekâlâ yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha elverişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N’olcak bakalım hırpalayan bu kalede olmasa
Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası
Bir de yine sevgili çocuk
Biliyorsun kişi tutkularıyla
Yalnızlığını adlandırıyor o kadar
Arkada bir su devrile devrile akıyor
Rastgele bir ağaca soruyorum
Bir şey var sanki onu soruyorum
Değil orda diyor belki biraz daha ilerde
Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
Ataerkil bir aile gözümü alıyor
Dedelerin yüzlerinde erozyon
Silip götürmüş bütün evetleri
Annelerinse ağızlarında hiyeroglif
Babalarınsa ağustoslar atasözleri
Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
Teyzelerinse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini
Ablalarınsa boyunları soru işareti
Ağabeylerse utançlarından emrah
Sıralanmışlar su boylarına
Bıçakla soyuyorlar kelimeleri
Ya suya giden küçük kızlar
Onlar
Tıpkı o kuşlar gibi
Uçan daha bir süre
Sonra da vurulduktan
Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuk Anadolu şiiri
Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
Tutsaksan ellerin sıvışır gider zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Ellerim gece yatısına çağrılmış
Ve
Telaşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi
Yüzüm giyotine abone
Sf: 68
İşte Tam Bu saatlerde
Minibüslerle morarmış sokaklar
Buğdayın parayla değişildiği
Paranın ekmekle değişildiği
Ekmeğin tütünle değişildiği
Tütünün acıyla değişildiği
Ve artık hiç birşeyle değişemediği acının.
O sokaklarda.
Saatler yağmuru gösteriyor,
Bugün bu küçük salı günü
Her şeyi eksik İstanbul’un, tepelerinden başka,
Yalnız Galata
Galata
Gecenin bodrumlarında beslendiği
O tükenmez paslanma tutkusunu
Bir ağız mızıkası halinde
Denize yediriyor yavaş yavaş
Sf: 75
Bir Kentin Dışardan Görünüşü
Sen ki
Ayı Hugo’dan zararsız Mallermê’ye, kaçık Artaud’ya kadar
Bir şeyler okudun biraz. İyi.
İngilizlerden de saymayı öğrendin biraz. O da iyi.
Ağzında bir tatil gevezeliği
Alnında bir ayazma serinliği taşıyan
Bir kadını sevdin çok. O belki daha da iyi.
Ama ne yap biliyor musun?
Şu eski adresini değiştir artık
On yıldır bilgeliğini tüketti.
Saatler uzun, günler…
Sf: 84
Beni Öp Sonra Doğur Beni
Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.
Ovadan
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.
Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.
Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.
Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgârın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.
Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.
Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
-uykusuzluğun sütlü inciri-
kovanlara sızmıyor.
Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.
Sf: 85
Sımsıcak, Çok Yakın, Kirli
Bacaklarının daraçısında
Bir yumak
Bir kırlangıç yuvası
Bir söğüt yaprağı susuz ve erkenci
Bir mermi yatağı derin ve pusuda
Bir saat kapağı tık diye açılır
Bir tünek dalgın güvercinler için
Yabancım diyorum ona
Geriye kalan bütün kelimeleri de
Kamulaştırıyorum böylece
Sf: 88
Yırtılan İpek Sesiyle
Bir süstür abanoz, kakılır fildişiyle. Odu ocağı harlı tutar, evi barkı şenlendirir. Ve bir ilaçtır, taşla demir arasında günlerce dövülmüş. Balkıyıp duran bir dermandır yaranla birlikte
Yırtılan ipek sesiyle;
Serin ve rahat ateşini düşün İbrahim’in. Niçin serin? Niçin rahat? Onu düşün. İşte İbrahim’in ateşi gibidir. Cilası gitmiş gümüşü parlatır. İyi gelir sayrılıklara: inme, hummalar, bayılma, gasyan, hatta ölüme
Yırtılan ipek sesiyle;
Güneşle birlikte bahçelerde mavi gözlü bir aslan dolaşır
Yırtılan ipek sesiyle;
Mavi gözlü bir aslan, esrik bir aslan. Zurayk dediler adına. Mısır’da. Tolonoğlulları zamanında. Sevgili yabancı, aslanları düşünerek bir şeyin yeni arkına varmalısın; insan sevişirken bütün çağlarda birden oluyor, geçmiş çağların hepsini yeniden yaşıyor bugünle birlikte. Ve bu gerçekten böyle oluyor. Bu bakımdan bir erginliktir sevişmek
Yırtılan ipek sesiyle;
Ya gelecek zamanlar? diyorsun. Sevgili yabancı, bir erginliktir aşk. Ne var ki mutluluğun kendisi değildir. Yine de en büyük kanıtıdır onun. İnsanın aslan kanıtıdır, güneş kanıtıdır aşk
Yırtılan ipek sesiyle;
Çin’de aslan yoktu eskiden. Marcopolo Seyahatnamesi’ndeki aslanların hepsini kaplan olarak düzeltmen gerekir. Bu yüzden aslan kelimesi bir kere geçer Çince’de. Ejderha kelimesi geçer onun yerine, sayısız geçer
Yırtılan ipek sesiyle;
Dilimizde sekiz kere geçer aslan: arslan, arıslan, arsılan, asılan, arstan, arıstan, arsıl, aslan. Güneş de geçer bir o kadar
Yırtılan ipek sesiyle;
Sevgilim, Hacer’in bedeninden kesilen et parçası bütün göksuyunu dolaşır. Senin bedeninden et kesilmez. Ama kesilse, mevsimin bir parçası olur
Yırtılan ipek sesiyle;
Ekinim kalın yerdedir
Ekinim yufka yerde
Yırtılan ipek sesiyle;
Çarşılardan
erkek bakır
dişi bakır
Yırtılan ipek sesiyle.
Yüreğin Yaban Argosu
Biri bir ilkokul öğretmeninin köşeye atılmış geceliğinden
Birbirine yapışık iki kuş çılgın bir sevinçle
Birdenbire bir çığlık
Sf: 98
Kan Var Bütün Kelimelerin Altında
Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde
Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde
Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde
Sf: 100
Vakit Var Daha
Hafif kanlı Chevrolet’ler, hırslı Pontiac’lar, kıranta Buick’ler
Gürültüyle akıp gidiyor General Motors’un enikleri;
Ve ağır kıçlı, geniş çeneli, soluklu arabaları Ford’un;
Ve ağaçlar görüyor, gözlüklü, iri kıyım Chrysler ailesini
Diyor ki değil daha
Vakit var daha
Sokak lambaları yerebatanlar yük kamyonları
Almadan edemeyeceğimiz bir selam gibi
Sırtlar arkalar talvekler duldalar öte yüzler
Ve kuyuya sarkıtılmış bir testinin dibi
Diyor ki vakit var daha
Vakit var daha
Ortadoğu
Bak yağmur yağıyor ana unsura
Kuşlar iyice alçaktan içiyor,
Bir şey vardı hani
Yitirdim ya da hiç olmadı sanıyordun
Oysa karışık bir anı gibi
Seni uyurken öpmesi gibi babanın
Bir ilkkar tomurcuğu gibi
Geveze dualardan sıyrılmış
Sürekli ve silik duruyor
Bak o şey sinmiş şurana.
Kuveyt’te
Sağ eliyle duaya dururken
Sol eliyle kıçını kaşımaktadır.
Telaviv’de
Ona büyük bir türkü lazımdır
Büyük bir felaket lazımdır ona
Ve her yerde
Güneş gizlice onun için parlıyor
Gece gizlice onun gecesidir
Her yerde
Morarıyor
Faltaşı.
Sf: 112
Yarımada
Biz kırıldık daha da kırılmayız
Ama katilde bilmiyor öldürdüğünü
Hırsız da bilmiyor çaldığını
Biz yeni bir hayatın acemileriyiz
Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor
Şiirimiz, aşkımız yeniden
Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında
Sf: 118
Çay Bahçesi
24 Mayıs cumartesi
Burda bu çay bahçesinde
Duvarlar kuşlarla dolu,
bilsen öyle yorgunum ki
Yalnız alnımı örtüyor uyku
İki çocuğuyla oturmuş
Karşı masada bir anne,
Beklediği tiren saati
Bir olanak arıyor kendine
Gözlerine dolan beyaz çiçekte
24 Mayıs cumartesi
Şehir adları sayıyor küçük kız,
Kendiyse belli
Yalnız adıyla besleniyor
Öyle solgun ki
Rüzgâr pıhtısı bir imbat
Kurşun akıtır gibi
Geçiriyor şehrin sokaklarından
Cüzamlı bir kıyının gözlerini.
Sf: 119
Sayım
Ayışığında oturuyorduk
Bileğinden öptüm seni
Sonra durakta öptüm
Dudağından öptüm seni
Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni
Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni
Evime götürdüm yatağımda
Kasığından öptüm seni
Başka evlerde karşılaştık
İliğinden öptüm seni
En sonunda caddelere çıkardım
Kaynağından öptüm seni
Sf: 121
Kurt
Köpek, diliyle içer suyu
Kurt, soluğuyla
Yüreğinin kokusunu taşır
Boynundaki kutup çiçeği
Öfkeli değil lacivert
Yırtıcı değil sıcak.
Kurt: büyük karbonun sesi
Karanlıktan çağlayarak
Atardamarıyla koşar,
Ulur gözlerinin aryasıyla.
Kıt karınlı, iki mevsimli
Yazları kızıl kışları ak
Bir şimdiki zaman içinde
Belleğini örttükçe tipi
Unutuşun gri tipisi
Yorgun atların tarazlı tipisi
Ay tutulur gözlerinde
Kaçar ufuk
Bulanır gezegen.
Erozurum’da Horosan’da
Bütün kuzey yarım kürede
Çağlar boyunca kurt
Yekpare bir kemik halinde
Tek bir kurtta yaşadı
Sonra papağanlar geldi
Gözlüklü yılan Hint’ten geldi
Maymunlar Madagaskar’dan
Ornitorenk Avusturalya’dan
Denizler büyüdü
Gece azaldı.
Kurt, soluğuyla içer suyu
Köpek, diliyle
Köpek: ılık profesyoneli
İpeğin, camın, korunun
Eti havayla dolu
Burnunda sinir, kıçında peri
Bakkal, Tefeci, orospu
Hayvan hikâyesi düzenlerin
Ve tanrının koyunlarını
Güden çobanın dostu
Ödleriyle öten kuşlar gibi
Havlaya havlaya kirlenir
Düşen kulaklarıyla birlikte
Buruşur sevinci
Ama diktiler mi kurdun karşısına
Ağzı cehennemleşir.
Kurt altı yavru doğurur
Köpek olur bunlardan biri
Sf: 125
Yeraltı
Baba Mayakovski demişti ya
Hani genç şairler için,
İşte benim de o yıllarda
Bitmemiş hiçbir şiirim yoktu hemen hemen;
Soluk soluğa yaklaşır rastlantı
Yumurtalayıp giderdi avucuma.
İstanbul’daydım, kimi zaman da Ankara’da
Evli kadınlardan açılmıştı bahtım
Yani dalında sevmeye alışmıştım kadını;
Bir süre de tatlı çişi gelmeye başlamış
Öğrenci kızlar ardında sürttüm biraz, orda burda,
Bugün bu huylarımın çoğunu bıraktım
Tabii hepsini değil.
Bir de arkadaşım vardı: Hasan Basri
Kimbilir nerde şimdi
Bu Hasan Basri bir gün bir laf etmişti.
Niçin olduğunu unuttum, Önemli de değil.
Bir küfür ki
Paslı bir kilidin içinde
Yeşil bir kilidin
Kirli bir kilidin
Koç başlı bir kilidin
Kuma batmış bir kilidin
Yapışkan bir kilidin
Nasıl söken bir kilidin
Pelte bir kilidin
Sarkaçlı bir kilidin
Karmaşık bir kilidin
Direği kurgan sorguçlu
Gömü kakmalı
Hınçla perçinli
Dilinde gümüş yeğniliği
Horozda tilki gülücüğü
Duyarsız bir öreke
İşbirlikçi bir kampanya
Lekeli bir gezinti
Altındiş bir miğfer
Bozuk bir kildin
Hakiki bir kilidin
Kupon kesen bir kilidin
Seçilen bir kilidin
Bulanık bir kilidin
Cevapsız bir kilidin
Bilirkişi bir kilidin
Bekâret kemeri bir kilidin
Morarmış bir kilidin
Ayaklı bir kilidin
Tepeden tırnağa pusatlanmış
Balyemez bir kildin
İpek filtreli
Beyaz eldivenleriyle uyuşturucu
Bülbüliye sayaçlı
Kölelik terleyen
Anız terleyen
Yeminli bir kilidin
Salt bir kilidin
Göksel bir kilidin
İşte o küfür birden bire,
Anahtar yerine,
Bir yaz gününü döndürdü
Bir kilidin içinde;
Gelip tıkandı boğazıma
Arkadaşımın da boğazına
O yaz günü
Sonra nasıl oldu bıraktık işi
Yahu dedik var mı bunun ötesi
Ne yaptık ki bozulmasından korkuyoruz!
Hemen dışarı attık kendimizi
İki alev gibi yürüdük sokaklarda
Ben mavi-kırmızı o kırmızı-mavi
Adım başında sağımızda solumuzda
Binalar yükseliyordu duman gibi
Sf: 145
Dikkat, Okul Var!
Bende tarçın sende ıhlamur kokusu
Az mı dolandık Başkentin sokaklarında
Ama işte şölenin kaçınılmaz acısı
Bizim payımıza düştü sonunda
Şanssızım diyemem ben kendi payıma
Oluyor böyle şeyler ara sıra
Sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim
Bütün çocuklar anlar da
Sf: 148
Banko
Biber ki yasa dışı önderidir sebzelerin:
Şu sofrada ikimiz içinde vur emri!
Sözcükler alevler içinde nasıl da serin!
Orta yerde durmuyor bir türlü yumru.
Bu akşamüstü üç şey doğruladı beni:
Kulüp rakısının üstündeki resim, bir;
Ortak arkadaşımız Prens Hayati, iki;
Üçüncüsünü sorma, bizimle ilgilidir.
Bekarlara ev vermiyorlar, doğru;
Evlilere kız vermedikleri de doğru,
Bu yüzden bir gün seni bırakırım ya,
Tütünü bırakmak gibi bir şey olur bu.
Evet, gün geliyor bıkıyorum senden
Ama İstanbul’dan bıkmak gibi bir şey bu,
Git, istersen, cüzam kap bir yerlerden,
Görmek istersen, nicedir, tutkunluğumu.
Sf: 149
Uçurumda Uçan
Aşktın sen kokundan bildim seni
Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu
Taşıttan indin sonra da karşıya geçtin
Elinde tuhaf bir çanta saçında soku
Akıl almaz işleri şu zambakgillerin
Sokakta bir sövgü gibi akıp gittin
Gözlerin sonsuz uzun sonsuz çekikti
Baksan uçtan uca Çin Seddi’ni görebilirdin
Yanındaki adam mutlaka kardeşindir
İstanbul öyle ağırbaşlı bir kent değildir
Aşktın sen gidişinden bildim seni
Neye yarar sağ duyuyu açmazsa şiir
Birbirimizi kucaklarken neye yarar
Kucaklamıyorsak eski yeni sevgilileri
Diyorum çoğunca evli kadınlar
Bu yüzden ölü yıkayıcısıdırlar
Bilir misin acaba ne demiş tilki
Kişi bir anda nasıl çarpılıverir
Kuliste yarasını saran bir soytarı gibi
Giderek nasıl anlaşılmaz olur sözler
Ömer ki bir gölü balığı için değil
Kamışı için vergilendirdiydi
Ama değnek vurulurken zavallı uğruya
Yüzüne ve neresine gelmesin derdi
Selam size büyük durumlar doruk anlar
Dağ görgüsü kazanır Ağrı’yı bir kez görse de kişi
Marmara’dan yirmi yılda çıkaramayacağı gerçeği
Okyanusu beş dakikada seyretmekle kavrar
Belki biraz geç rastladım sana
Ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza
1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi
Eksikliğe mi alışmışız mutsuzluğa mı yoksa
Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu
Ağır uykusu aldatılmış olanın
Ve aldatanın delik-deşik uykusu
Taşıttan indan sonra da karşıya geçtin
Divan Nazım Hikmet İkinci Yeni
Kaç gündür adını düşünüyorum
Ne demiş uçurumda açan çiçek
Yurdumsun ey uçurum
Sf: 151
Üzerinden Sevişmek
Başkaları da var masada
İleri geri konuşuluyor
Ötedesin o adamın duldasında
Gözkapaklarına bürünmüş adam
Eli her an omuzundan
Eğiliyor sigaranı yakıyor
Teşekkürler sigara dumanı,
Sağolasın o adam!
Onunla gelmiştin buraya
Yüzün yandan ve uzaklarda
Niçin sevmiyorsun duvar kağıtlarını
Hoş belki de seviyorsun
Herkes az buçuk sarhoş
Herkes bir şeyler söylüyor
Ama yalnız ikimizin sözcükleri
Sarmaşdolaş
Üzerinden sevişmek, kadınım,
Sigaranın, Asya’nın, omuzların,
Üzerinde aile fotoğraflarının
Eller nasıl duygandır nasıl yalın
İki ses, iki bakış, gelişir nasıl
Tek bir cümle gibi, sözlere karşın
Sivri topukları nasıl ortasına
Gömülmüştür belleksiz halıların.
Sf: 154
Yakın
Güzelsin sevgilim,
Ama çok yakından!
Sf: 155
Özür
Sen akışkan ayna dertli böcek
Çamaşırımda besleyici leke
Alınyazımın tek dokunaklı yeri
Bıçkın sevinç kunt öfke
Küçük dilini yutmuş kırmızı soğan
Yücegönüllü akasya
Havı çıkmış eteklik
Hafifçe karnı olan
Sen elisürencil
Öyle bir laf varsa işte o
Dün için özür dilerim
Şimdi işten çıktın Beşiktaş’tasın
Kim istemez mutlu olmayı
Mutsuzluğa da var mısın?
Sf: 160
Ama Senin
Daha nen olayım isterdin,
Onursuzunum senin!
Sf: 163
Oteller Hanlar Hamamlar
Şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem,
Daha çok seviyorum Cansever’i, Uygar’ı, Can Yücel’i
Bir de Fethi Naci’yi, ve elbet Mustafa Kemal’i.
Ankara Ankara
Bir kent değil burası, bir acenta dizisi,
Bir işhanı, bir umumi mümessillik belki,
Büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler
Tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi.
Sahi kaçıncı sanat oluyordu şu mimari?
Birer önyargı gibi uzanıyor çağdaş caminin minareleri.
Opera: içine dikiş gereçleri doldurulmuş ağırlıksız bir keman kutusu,
Ek yapıların ana yapıları böyle ezip geçmesinde
Yoksa ölümcül bir beğeni de mi gizli?
Ne derdi buna Saadettin Köpek, Necmettin Pervane ne derdi?
Tiren kuşları daha Eskişehir’den başlayarak
Çarpa çarpa bedenlerini kara vagonlara
Can boyasıyla çizerdi portresinin ilk çizgilerini.
Evliya Çelebi’ye kenti gezdiren rehberin de
Sesi yeraltından geliyordu ve kemiktendi elleri.
Bir kadın torbaya doldurmuş gibi yürüyor
Yine de, belli, içi içine sığmıyor.
İş Bankası da kendine özgü bir humour’la süzüyor
Şimdi biraz daha aşağıda kalmış Anıt-Kabir’i.
İşte bak, dün humour sözcüğü için Fransevi’yi açtıydım,
”Şetaret” diyordu yanlış okumadımsa Şemsettin Sami:
Ey şetaret bankası, artık gelmemiş sayılırsın Çankaya’ya!
Adını titizce saklayan bir sokak buldum
Şimdi söyleyemem hangi alanın arkasında,
Oradan geçerken hep seni düşünüyorum,
Belki de oralarda bir yerdesin,
Sen tavşan aralığı,
Sen ağzımın tadı,
Bir buluş gibisin!
– Ağır ol bay Düzyazı,
Sen ancak uçağa binebilirsin!
Kooperatif evlerinin sözleri boğazlarında: Çimento!
Alüminyum mırıldanıyor zorluyor güçsüz belleğini,
Adakale Sokak’ta İlhan Berk’i görür gibi oluyorum
Bir kentin tarihinde şairlerin ayak izleri.
Şöyle mi derdi İlhan Berk:
”Sevdiğim kadınlar yaşlandınız hepiniz
Ama, inanın, yine de özlediğim sizlersiniz.”
Salâh Birsel bu dizeleri şöyle geliştirirdi:
”İsterseniz İlkyazın gazinosuna
Hep birlikte garson girebiliriz.”
Aldı Cahit Sıtkı:
”Özgürlüğümün bir parçası oldun artık
Hangi kuytuya düşsen hemen yapraklanırsın orda.”
Cahit Külebi:
”O ozanlar var ya büyük ozanlar
Biz yanarken çıkardığımız dumanlar.”
Evet, Mehmed Kemal, Yılmaz Gruda, Orhan Veli,
Şimdi hepsi dipte, hepsi birer yeraltısuyu gibi.
Sevgilim bilemem sesimi duyuyor musun
Bir gökkuşağıyla doldurmak istiyorum içini.
Ve Hasan Şimşek, Cahit Sıtkı’nın kasabalısı,
Ve içtiği rakı kadar bembeyaz Şahap Sıtkı ki
Metin Altıok’a devredip masadaki yerini
İnanılmaz biçimde bu kentten gittiydi.
Tam Ataç Sokak’tan Pazaryeri’ne dönüyorum ki
Bir sürü giysiyi üst üste atmış omuzlarına
Terzi çırakları pat pat düşüyorlar ortaya
Rengârenk kır çiçekleri gibi.
– Şair arkadaş,
Bir derdin mi var
Bir şeyler çıkarmak mı istiyorsun elinden
Ankara’ya gelmelisin.
Arı mısın türkü boku musun ne
Seviyorum seni taşıran damla
Adın yazılı gün sonlarına
Kaldırdığın toz anayol tozu
Arı mısın türkü boku musun ne
Harara tıkılmış pamuk
Dipten oynayan dalga
Gül ki bardakta durmaz
Kamış ki kamaşmakta
Kamış ki kamaşmakta
Gelir geçer otomobilleri ki
Ayışığı kaç para,
Sen güneşin her anlık dergisi
Bin yıllık aboneyim sana
Seviyorum seni taşıran damla
Sf: 179
İlhan’in Anısına Türküler
Senli benli buğday çocuk
Nerden başlasam bilemiyorum
Taşıtlar seçenek değil artık
Ayrıca cesaretim de yok
Bir bardak su içsem şimdi
Yaralarımdan dökülür
Gün ki yıkımlar günüdür
Boştur ne söylesem şimdi
Birini görüyorum kalabalıkta
O adam işte sana benziyor
Ama nasıl da benziyor
Binlerce adam kalabalıkta
O’sun sen yürüyüp gidiyorsun
Parmağında küçük bir zincir
Bıyıkların yazgı gibidir
Dolmuştan indin gidiyorsun
Anıştırır yüzleri aşklar
Belirsiz o mu değil mi
Ama orda kalmaz acıların ki
Değiştirir her şeyi, o kılar
Şimdi bir parçasısın artık
Ekmeğin Ankara’nın Türkçenin
Gurbet ezgilerinin her şeyin
Kendisi küçüğü eşisin artık
Sf: 187
Heykel
Gözüm gitti de
Heykelin önündeki ere
Düşündüm:
Neden başkent
Yalnız cenaze törenlerinde
İnsana verilir
Neden ülkemde
Kahramanlar
Hep dargınlar
Neden tarihe değil de
Coğrafyaya geçenler
Önemli
Neden
Kunduracının ağzındaki çivi
Değil Ahi mavisi
Ve neden
Kimse
Pencereden bakmıyor?
Sf: 188
Camdan
İçkievinden çıkınca
Camdan
demin oturduğum yere
baktım.
Sigara paketimi
masada unutmuşum.
Sandalyede
Tıpkı benim gibi
Oturuyor boşluğum.
Bir eli alnında
benim gibi.
Ama
biraz daha mı hüzünlü?
Otururken de
Biraz daha mı çıkarıyor
kamburunu?
Biraz daha mı benziyor
babama?
Bir yaş büyüğüm babamdan
ve rüzgâr
bir törendeki gibi
çekiştirir duru
yağmurluğumu.
Sf: 191
Behçet Necatigil Şiirlerini Nereye Yazardı
Renksemez camgöz
Hep arka pencereden baktı,
Orada, oralarda sabah akşam
Solgun ay altında kasımpatı
-Nereye mi yazardı dizelerini
Bir şey çıkmamış biletlerin kenarına yazardı.
Bir kapı mı açılıyor
Hemen menteşeye kayardı gözleri
Küçük ev aletleri kerpeten mengene
Giderek ondan alışkanlık yarattı
-Nereye mi yazardı dizelerini
İlaç kutularının üstüne yazardı.
Yazısı 1928 yazısı
Atatürk’ün elyazısı
Ama sıkılganlıktan mı neden
Fazlaca bastırılmış bir yazı
-Nereye mi yazardı dizelerini
Kağıt peçetelere yazardı.
Çiğnediği sözcükler, ağzının kenarında
Salya değil köpük halinde toplanırdı
Ve zarif kemerini örtme duygusuyla
Şal gibi aşağı akardı boyunbağı
-Nereye mi yazardı dizelerini
Plastikten oyuncakların üstüne yazardı.
Koca Barbaros’a karşın
Beşiktaş biraz odur artık,
Küçük bir oda versinler
Kehribar yüzü öylece kalsın
-Nereye mi yazardı dizelerini
Tırnaklarının üstüne yazardı.
Sf: 193
Yazgıcı Şiir
Nasıl anımsamazsın Özdemiroğlu’nu,
Hani gün boyu içer içer de sonra
Uyurdu kolları bir gulamın boynunda.
-Bir gün saati doldu
Tam öyle bir uykuda.
Nasıl anımsamazsın Yavuz Sultan Selim’i,
Yabanıl bir beğeni arardı zulumlarda;
Övünürdü şirlerle, pençe-i kahrındaki.
-Ama sonunda parça parça
Şir-pençeden gittiydi.
Nasıl anımsamazsın öbür Selim’i ve Murad’ı
Hani şu ayyaş Selim ve mastor Murad;
Tuhaftır, tütünü, içkiyi de yasaklamışlardı.
-İçki hakladı Selim’i.
Esrarla tükendi Murad.
Nasıl anımsamazsın Abdülmecid’i,
Gülhane hattının kırkyaprak gülü;
Bir bezmde âlem yaparken öldü.
-Hoş, annesinin adı da
Bezmiâlem’di.
Nasıl anımsamazsın Adolf Hitler’i,
Neden hiç evlenmediğini soranlara
Karısının Almanya olduğunu söylerdi.
-Söylentiye göre alev alev
Yanardı onun koynunda.
Nasıl anımsamazsın Mussolini’yi,
Garsoniyerinde mutlaka bulundururdu
Bir dua iskemlesi.
-Ama son duasında
Toprağa doğru açılmıştı elleri.
Nasıl anımsamazsın kabadayı Al Capone’u,
Al Capone, yahu, Chicago’da Belediye Başkanı oldu;
Hani kapının önüne bir şişe süt koydururdu.
-Temizleme-aydınlatma resminden
Oldu onun da sonu.
Ben ki bu şiiri yazdım akşamüzeri,
Aklımda ”Define Adası”nın ilk sözleri;
Başkalarının hayatını da ilerde söylerim.
-Yine görüşelim!
Görüşelim!
Sf: 200
Sıcak Nal
Yakup Cemil’in
Kurşuna dizilmeden hemen önce
üst üste içtiği
Ömründeki ilk üç sigara
Bir şey var
Balkonlar kollarını açmışlar
Ona sarılacaklar.
Sf: 202
8.10 Vapuru
Sesinde ne var biliyor musun
Bir bahçenin ortası var
Mavi ipek kış çiçeği
Sigara içmek için
Üst kata çıkıyorsun
Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Türkçe var
İşinden memnun değilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar
Sesinde ne var biliyor musun
Eski öpüşler var
Banyonun buzlu camı
Bir kaç gün görünmedin
Okul şarkıları var
Sesinde ne var biliyor musun
Ev dağınıklığı var
İkide bir elini başına götürüp
Rüzgâarda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun.
Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki
Ama günün bu saatinde
Anıt gibi durular
Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var.
Sf: 203
Tercan
Mamahatun Türbesi iki katlı
Alt katta yılan parlar
Bir at kişner sümbüli
Kamyonları ala boyar
Rüzgâr
Az ötedeki
Eski kervansarayı
Eleştirir durur
İhtiyar adamla çocuk
Ordadırlar
Hiç konuşmazlar
Çömelmiştir ihtiyar
Bir olanak gibi
Sıkmıştır avucunu
Çocuğunsa
-Göz göze gelebilirseniz-
İpi kopmuş bir uçurtma
Hızla uzaklaşır bakışlarından.
Sf: 204
Edip Cansever
Yeşil ipek gömleğinin yakası
Büyük zamana düşer.
Her şeyin fazlası zararlıdır ya,
Fazla şiirden öldü Edip Cansever.
Sf: 206
Lavanta
Odanız kızkardeşinizdir,
Büyük Ş’lerle iner giysiniz;
Bir kez onarılmış anıt mihrap;
Hemen pencereye geçersiniz.
Bütün şarkıları düşünün,
Sizin yüzünüz çıkar ortaya,
Konsolun üstünde yelpaze,
Yan yana yan yana düşünün ama.
En derin çizgiler, güzelim,
En tatlı anlardan kalma…
Değme acı baş edemez
Hazların lâl oyuklarıyla.
Çıkarken yığılan basamaklar
Kaçı kaçıverirler inerken,
Beyaz sunağıyla gotik tapınak,
Eliniz sanki hep tırabzanda.
Bir şeyiniz olayım sizin,
Hani nasıl isterseniz,
Oğlunuz, kiracınız, sevgiliniz;
Dünyanın bir ucuna
Birlikte gider miyiz?
Bekletilmiş ipeklinizden
Kopmaya can atar bir düğme;
Boş verin, o düğme hayın,
Gider miyiz?
Şimdiye dek düşünmediyseniz
Bakmayın içinde ne var,
Küçük bir kitaptır yaşamak
Elinde tutmaya yarar.
Sf: 207
Karacaoğlan
Kilimin siyahtır bütün renklerden
İçinde kil var milim var
Umut’un içinde mut varsa
Umutsuzluğun ida içinde umut
Bağnazlığın içinde Banaz
Götürüp sonra Sivas’ta astılar
Ülkemin ırmakları dışarı akar
Neden bilmem can havliyle akar
Akarsuların hepsi karasu
Dağ doruklarında denizyıldızı çakıllar
Akıntılar akıntılar ters akıntılar
Üstüne simürg açar
Mahpusta beyaz elli Musa
Balıkçıl yürüyüşlü firavunlar
Kedi adımlı dışişleri bakanları
Onun parmaklarıyla konuşurlar
Ayrılık vezirleri yabancıl yontular
Nâzımdali nâzı okşar gibi dururlar
Babam sayrı düşmüş, döşeğinin altında
Kasım güneşi ve asık yüzlü tanrılar
Yaş otuş beş dantel gibi ortasından
Sessizce yırtılmış temiz yüzlü hacılar
Karacaoğlan der ki göçüm söküldü
Kilimim parça parça acılar al al açar.
Sf: 208
1994 Eliyle, Samanyolu’na
Yaşadım, Tanrım,
Yarım ve uluorta,
Bir daha ki hayatta,
Varsa öyle bir hayat,
Şiir yazar mıydım,
Bilmiyorum.
Ama kadınlar, Tanrım,
Öyle sevdim ki onları,
Gelecek sefer
Dünyaya
Kadın olarak gelirsem,
Eşcinsel olurum.
Sf: 209
Turgut Uyar
Ak odada oturur
Kapısı penceresinden çok
Gözlerinde yıldızlar
Serin yerde durur
Bir elinde kadeh
Öbürünün yarasına bastırır
İnşaattan ses gelir
Bir şeyi okşar gibidir
Uzanıp durmuş mahcup
Işığagöçerin şarkısı
Dönülmez dizeler içinde
Onunkiler gülaçılır
Öldüğü gün
Hepimizi işten attılar.
Sf: 212
Türkü
Bir kitap düştü yanan bakkaldan
Kaptım hemen eve koştum
Sayrılıklar yapıtı ki baştan sona
Bağ bahçe tutkusuyla okudum
Masalın sonunu bekliyorum şimdi
Herkes toplanacak bir odada.
Şimdi sen varsın gidiyoruz
Şu genç kız dizini dayamış
Şoförün ensesine
Aslında o götürüyor bizi
Dolmuşta sekiz kişi
Oyuncaklar gibiyiz
Sanmasınlar inanamıyorum
Elbet inanıyorum tanrıya
Herkesin kendi tanrısı var
Sen ölünce ölüyor o da.
Sf: 213
Sigarayı Bırakanın Şiiri
Eskiden birinci işimdi sigara içmek
Şimdiyse içmemek birinci işim.
Sf: 214
Dostluklar İçin Düzyazı
Erkekler arasındaki dosluklarda
Av anlaşması da var
Kadınlar arasındaki dostluklar…
Siyah ve yer yer yıldız ışınlı
Bir kumaşın arkasında
Usulca dönen bir çiçek düşünürüm.
Biri lambayı avucunun içiyle kapar
Dünyanın ucundan sözcükler düşünürüm,
Berrak burun delikleri havada biri
Savunma ve içdökü koklar.
Savunmanın binbir gizi
Düzgün açılmış sigara paketleri
Ayakta duran pantolonlar,
Anılar ortalıkta dolaşır ve karmaşır.
Kurtarılmış zamanların
Sonsuz çay içilen
Oturma yerlerinde onlar
Dayanıklı ve yaklaşılmazdırlar
Hele çocukluk dönemi dostluklarını
Güncel tutmayı bilen
Yaşlı kadınlar!
Kadınlarla erkeklerin dostluklarında
Kadın payı oldum bittim ağır basar
Dönmektedir yine o savunma çiçeği
Yine kumaş yine içdökü;
İnsan ilişkilerinin doruğunda
Patika erkencisi
Ve çekingen bir tılsım var,
Öğrenilsede hiç bir zaman çözülemez.
Kadınlar uçtadırlar,
Hele evli kadınlar.
Sf: 215
İki Kalp
İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
İki kol.
Merdivenlerin oraya koşuyorum,
Beklemek gövde kazanması zamanın;
Çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
Bir şeyin provası yapılıyor sanki.
Kuşlar toplanmışlar göçüyorlar
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 242
Eşdeğeriyle Yan
Eşdeğeriyle yan yana yürürken
Cehennem sokağında bir şey olmak,
Ve en inceldikten sonra
İlkel sözcüklerle konuşmak seninle.
Saat beş nalburları pencerelerden
Madeni paralar gösteriyorlar,
Yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık,
Bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.
Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 243
Atı’lar Deltalara
Atı’lar deltalara gömülen atı’lar,
Saçı’lar fiyortları öpen saçı’lar,
Kutu’lar, Haliçlerden susamış kutu’lar,
Takı’lar eski aşkları imler Takı’lar.
Bol dökümlü gömleğinin içinde
Sırtını ve karnını dolanan
Ve sonunda sincap olan
O kuş.
Seni o kadar yakından görünce,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 244
Çekirge Bulutu
Çekirge bulutu içinde
Koynuma soktuğum ekin;
Çalgılar ikidurur sürgün ilinde,
Bir gözü mavidir bir gözü bleu.
Gölgede boy atmış top fesleğen,
Bir ilkokul bahçesinde görmüştüm seni,
Marienbad İlkokulu, Nişantaş’ta;
Bir çocuk yeşil örtüyü çekiverdi.
Hızla geçen otobüslerin ardında benzeşmek…
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 245
Sülünün Yüzü
Sülünün yüzü bir atmosfer olayıdır.
Rasgele yazarı avcıdan öğrendim:
Yabnördekleri donmasın diye,
Suya nöbetleşe kanat vururlar.
Ve işte şamandırasıyla Beşiktaş’ınız,
Çarpışarak bir yüzyılı geriye atar;
Tanrım siz şu uzun Anadolu’yu
Çocukluk günlerinizde mi yarattınız?
Senaryocu bayanla bir bankta oturuyoruz
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 246
İlkokulu Bitirdiği
İlkokulu bitirdiği gün Cumhuriyet şairi,
Saçında kurdelesi Lozan gibi;
Sonra her yıl öldürüldü, öldürüldükçe de
Hemeninden göğe hütütler çizildi.
Gelecek zaman oldu, şimdiki zaman;
Irmak aşağı inan güz parçası,
Çok süslü bir halkın arasından,
Benimsin!
İyi anlarından sesin kalınlaşıyor.
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 247
Bilgisayar Olarak
Bilgisayar olarak kullanılmış bir gölü
Selçukluya pragmalar taşıyan Gazali
Bir ilk aptallığı düğüm sayarak
Yadsımış dört yanı hep yukarı bakmış.
Bu yüzden önündeki ayna kırılır kırılmaz
İntihar etti sayılmış tasavvuf ehli,
Yine bu yüzden doğduğu an
Kaymaya başlamış Osmanlı yıldızı,
Baktım yeri toparlıyor ayak izleri
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 248
Afyon Garındaki
Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani,
Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı;
Varto depremini düşün, yardım olarak Batı’dan
Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sutyeni.
Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti,
Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sutyeni,
Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın;
Tanrım, gerçekten çocukluk günlerinizde mi?..
Eşiklere oturmuş bir dolu insan
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 249
Daha Ben
Daha ben ilk kazmayı vurmadan
Elime gelen Karabitki’li testi,
Nefertiti’nin mutfağı sayılan yerde
Koyu sır yeni hicret yollarını kesti.
Terimler, eşekarıları sözcüklerin,
Acımasızdırlar, adsız ve süeldirler,
Önlerine katarak insan ve hayvan listelerini
Sabah akşam kapınızın önünden geçirirler.
Fazıl Hüsnü diyor ki, ne diyor Fazıl Hüsnü?..
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 250
İçtim O
İçtim o bin yıllanmış testiden, içtim, içtim,
Örtüler arasında yeryüzü beğenisiyle
Ayışığını paylaşırdı bacakları,
Öptüm ayak parmaklarını, öptüm, öptüm.
Put’unu cezalandırıyor kır delisi;
Oğlan iki ev ötede, Londra’dan gelmiş;
Yazsınlar felaketlerin hep çift geldiğini,
Garson acıması tutmuş içkievini.
Ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 251
Bir Mineli
Bir mineli altın saat,
Bir altın köstek ve madalyon
Bir roza maşallah,
On iki miskal inci.
Madalyonu ve boncuğunu
İttim içeri,
Gözlerimizin dibi karıştı
Dağyollarının uzak limanı gibi.
Ve konsolun üstünde ufak bir gümüş kutu
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 252
Metinlerde Buluştuk
Metinlerde buluştuk, kopkoyu deyimlerde,
Koşut ve eş zamanlı okuduk kimi kitapları;
O arada iki de defterimiz oldu,
Biri babasına daha çok benziyor.
Bir türlü kotarılamayan uğraş,
Ç harfini daha yeni dönmüşüz;
Gözlerimizde İbni Sina bozukluğu,
Dostumuzsa, Bodrum’da, dönmez geri,
Uzaklardaydın, oracıkta, öbür kıtada,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 253
Küçük Anne
Küçük anne, kelepir kız,
Bir şey söyle bana,
Bana bir laf et ki binlerce,
Onbinlerce görüntü anlatamasın.
Genceli Nizami’nin dediği gibi
Taşı onunla yıkasalar
Üzerinde akik biter,
Bakışların ki…
İkinci bir parıltı var senin bakışlarında
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 254
18 Aralık
18 Aralık 1985’te o salonda
Kişi nasıl kestirebildi ileriyi?
Siz, kazıbilimler, alınyazısıbilimler,
Geçsin yıllar geçsin, seneler gibi.
Olur mu anımsamamak Onaltıncı Louis’yi,
14 Temmuz 1789 akşamı, Louis,
Şöyle yazmamış mıydı defterine:
”Bugün kayda değer bir şey yok…”
”Kehanet” adlı kısacık bir şiir buldum
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 255
Hiçbir Semtte
Hiçbir semtte berberin olmadı,
1954-1980 yılları arasında,
26 yılda 28 ev değiştirdin;
Leke kuşağı nasıl bilmez seni!
Arabesk nedir diye düşünmüştünüz:
Şebboy sesli bir cümbüş, eza içinde;
Eşitlik midir komedya, içtenlik mi,
Erdem diye benimsenmesi mi fırsatsızlığın?
Yürüyoruz bütünlemeye kalmış bir sessizlikte
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 256
Mutsuzluk Gülümseyerek
Mutsuzluk gülümseyerek gelir, adıyla süslenmiştir;
Banliyö treninde rastladığımız
Sınav saatini kaçırmış liseli kız,
Hep kazanırsın ey çözümsüzlük!
Ey otobüs sever ey Troya yolcusu!
Anımsarsın, günlerce konuşup duymuştuk
O İB (ipekböceği) sesli kadını;
Birinin Grönland’ı olmaya hazırlanıyordu.
İki çay söylemiştik orda, biri açık,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 257
Bir Kış
Bir kış böceği gibi o saat alçalır ölüm,
Yalnız işitme duyusu kalır ortada.
Asya kentleri yürür durular,
Höyükler burnumda hızma.
Uzakta dev bir damla: Pırıl pırıl Pencap!
Tabanlarından kayıp duran sütunlar
Yitmiş bir geleceğin işaret parmakları;
Horosan uykusuna havlayan köpekler, Buhara.
Uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 258
Piri Reis
Piri Reis geri çekmiştir haritasını
Azmayı çoktan unutmuştur hayvanlar;
Başlamıştır Sultanahmet sürüncemesi,
Kızlar yatakta yan yana yatmaya başlar.
Ben atımı böyle dört sürüyorum ya,
Yetişmek için mi, bilmem, kaçmak için mi?
Ya sen? Neden sende tehlike anlarına
Bunca hazırlıksız olma özeni?
Bir şey var, ancak makilerin orda söyleyebilirim,
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 259
Bir Çiçek
Bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde
Bir yanlışı düzeltircesine açmış;
Gelmiş ta ağzının kenarında
Konuşur durur.
Bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda,
Güverteleri uçtan uca orman;
Aldım çiçeğimi şurama bastım,
Bastım ki yalnızlığımmış.
Bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 260
Gece Bitkilerinden
Gece bitkilerinden korkuyorum,
Hayır, gece bitkilerinden!
Gizlenirken vurulmuş ulaklara ağıttır
Bana açtığın her telefon.
İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
İki kol
An ki fıskiyesi sonsuzluğun
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Sf: 281
Çıkmaz Sinir
Dün hayatıma bir köpek girdi
Köpek, basbayağı köpek, sokak köpeği
Dün girdi, dün 22 Nisan Salı
Şapkamla beraber oturuyordum,
Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı şehirde
Aklımda yalan yere fiiller
Yapayalnız, ben bana oturuyordum;
Bir köpek geldi, hayatıma girdi
Köpek, basbayağı köpek, sokak köpeği…
Bakışlarımız birden buluşuverdi
Evvelâ gözlerim baktı, sonra ben baktım
Kucağıma aldım sonra, sevdim, okşadım
Simitçi geçseydi simit ısmarlardım
Küçük küçük doğrardım önüne,
Simitçi geçmedi avucumu yalattım.
Köpekti ama anlayışlıydı
Öyle köşede kalmış, öyle korkak
Evvelâ gözlerim baktı, sonra ben baktım…
Gölgemi gördüm yerde sonra, seni hatırladım
Bir tekme yapıştırdım köpoğluna.
Baktım saat kulesi orda, akrep altıda
Baktım insanlar eski yaşamlarında
Baktım bir şarkı almış gidiyor dudaklarımı
Gölgemi gördüm de yerde, seni hatırladım
Belinin ortası budur diyerek
Bir tekme yapıştırdım köpoğluna…
Sf: 285
Piyale
Sıra hep son kadehe geliyordu
Dudakların başkalarının masasında lâle
Ben boynumdaki ipe bir düğüm daha atıyordum
Peşinden başka gidecek yer yoktu
Seni artık hiç sevmediğim halde
Senin o eskisi olmamana imkân yoktu
Ama inadından yapıyordun bunu Cemile
İnattandı hep o içip içip gitmeler
Bense boşalttığın kadehleri satın alıyordum
Enayilik ettiğimi bile bile
Hele o çıkışın yok mu kapıdan
O Allahın belâsı herifle
Başkasının olmayı bir türlü beceremiyordun
Millet arkandan gülüyordu
Düştüğün hale…
Sf: 291
Mezartaşı Çiçekleri
70.000 aşk ve 90.000.000 dize:
Ünlü şair İlhan Berk burda yatıyor!
N’olur yolcu, sevaptır, sakın üşenme,
Yukardaki sayıya bir sıfır da sen ekle.
Adı Çetin’di soyadı Altan,
Dobra söyledi dobra baktı;
Temiz kanla birlikte kirli kan,
Hepimizin kanı onda aktı.
Vaktiyle ordudan ayrılmasa Dağlarca
Belki şimdi yine böyle emekli olacaktı;
Ve şiirleri Resmî Gazete’de çıkmıyor diye
Yine böyle yakınıp duracaktı.
Aralıksız kar toplar kepeneği,
Kıravatındaki kir mevsimin kiri;
Anadolu böyle ilkel kaldıkça
Eskimeyecektir Külebi’nin şiiri.
Kontenjan senatörü bir bayan vardı ya,
Fuzuli’nin cinsel eğitim görmediğini söylemiş;
Söyler miydi şairle çekilmiş olsa tenhaya,
Demek üç yüzyıl önce Leylâ’dan daha işveliymiş.
Sf: 293
Kısa
Hayat kısa,
Kuşlar uçuyor.
Sf: 295
Bent Kapağı
Sen eteklerinden erdemler sarkan
Kırmızı başlıklı pis kız,
Dağ-taş derdinde bahçe toprağı,
Kulplu platin, paçalı tavuk,
Geldin değiştirdin bütün anılarımı.
Ne tuhaf, seninle,
Bir bölüğünü kullanmasak bile,
Gerçekleştiremeyeceğimiz
Hiçbir özgürlük yok.
Dolmabahçe Sarayı’nın altında
Zambak gibi hırsla açılıyor bir kuğu,
Doğru söyle
Beni mi seviyorsun Atatürk’ü mü?
Sessiz bent kapağı Hayrat yazı
Hüsnühat.
Kirli,
Anıtkabir romen rakamlarıyla kaç?
Sf: 301
Şarap
Saat on ikiden sonra,
Bütün içkiler,
Şaraptır.
Sf: 302
Üstü Kalsın
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca aldığın şu hayat
Fena değildir…
Üstü kalsın…
Sf: 303
İlhami Bekir İçin
Çocukluğunu yitirmemişti
Gençliğini de
Orta yaşlılığını da
Yaşlılığını da
Sf: 308
[Sevgilim, Bir Günün…]
Sevgilim, bir günün ortası şimdi
Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık,
Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde
Uzat bana ellerini
İzinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar
İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu,
Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor
Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrediğimi?
Geldiğimi?
Gittiğimi?
Hadi!
Sf: 309
Bugün Ne?
Saat gecenin bir buçuğu (bugün günlerden ne?)
Gözlerinden uyku akan bir taksinin içindeyim
Geçip gidiyorum bütün hayatımı da seni de
Bende geçmişe çevirdim bütün gelecek zaman kiplerini
Böyle yetişmişim ben, içim götürmez kenarından azıcık kesilmiş ekmeği
Hiç anımsamıyorum tam dolu olmayan bardaktan su içtiğimi
Ve sen üç satır atladın neden atladın
Tek bir kuş tek bir şapka tek bir çorap onaylamayacak bunu
Tek bir çiçek anlamayacak
Şu zambakgillerin akıl almaz işlerini
Sana gelince, ah sen yok musun sen
Bir daha rastlar mıyım sana
Günlerin ne getireceği bilinmez ki
Ben bu şiiri yazdım barok biçimi
Her gün bir şiir yazacağım sana.
Takvim olsun bu: aşkımın takvimi
İşte sana sayfaların ilki
Sf: 312
Korkarak Vinç!
N’olur bir bebek alalım oyuncakçıdan
Karnına bastıkça ”bi dakka” desin,
Şeye gidelim, İçaçan’a, ordan dönünce
İkinci ev çıksın karşımıza, soldan.
Amerikan aile dramlarını işleyen filmler vardır,
Taşra illerinde geçer, falan;
Bir sürü ev vardır seyrek seyrek
Öyle bir evin kapısından girelim:
Kader sokak, 13/2
Adresim oldun benim,
Biliyorsun bunu değil mi?
Alınyazım oldun
(N’olur alalım)
Korka korka çaldım kapını
(Bir bebek alalım)
Ne yapayım sevdim seni
(”Bi dakka’ desin”)
Eline ayağına düştüm
(Karnına basınca desin)
Sensin artık ne varsa:
Aşktı, kavgaydı, uzak yerler özlemiydi
(Alalım, n’olur, bir bebek
gözlerinde bizim bakışımız olsun)
Kan-revan sevişelim
S. Hanım, n’olur, gelmesin
Tutarsızlık deme bir daha
Bizim sigaralarımız birbirini tutmuyor
Bir bebek alalım çarşıdan
Çay kahve içsin
Çay dedim de aklıma geldi
Şeker eksiği giderilsin;
Sigara dedim de aklıma geldi
Sigara bas parmağıma
Yansın parmağım cızz! desin
Benim ceketim askıda
Böyle yıllarca beklesin
Gömleğin eteğinin içinde
Yüzyıllarca…
Çamaşırlarımız tutkuyla çıkarılmış
Aşkla sıyrılmış çamaşırlarımız
Dört kat çimenin üstünde
ve çarpınan bedenlerimizin altında
ve yaşlı, hoşgörülü aynanın karşısında
ve saatimi mutlaka çıkarmalıyım bundan böyle
Ne diyordum, işte çamaşırlarımız
Dalgalanan etimizin altında
Ezilsin böyle binyıllarca.
Bir kokun var senin: iksirdir.
Yaptığın çay iksirdir
İçindeyken senin, ne içindeyim?
Birtakım yapraklar içindeyim
(N’olur al bir bebek çarşıdan
Maltepe desin
Kahverengi desin
Yumurta desin
Bir sınır hediyesi desin)
Geldim işte vurdum kapıyı
Birdenbire seni!
Sessizce
Güvenli ama hüzünlü
Bir orman perisi gibi
Bir ağaç gibi, dalını
Nereye uzatacağını bilen.
Sonra iki yudum konyak
Koltuklar sadakat dolu
Sehpanın sarılışı ise
Sanma ki başka şeyden
Sevinçten, yavrum,
Sevinçten sevinçten
Vinç! diye öter sevinç kuşu
N’olur al bir bebek
Karnına basınca vinç! desin
Basmayınca da vinç! desin
Ben böyle düşünüyorum
Senden ne haber?
Sf: 315
Sesin Senin
Fotoğraf çektirmek için yan yana getirilmiş iki nesne değiliz biz
Güvercin curnatasında yan yana akan iki güverciniz
Mesafeler birleştirdi bizi bir de sözler
Razı olma hiç bir sessizliğe
Biliyorsun seni seviyorum
Pencereden bakmayı
Öğreteceğim sana
Sesin
balkona asılı çamaşırcasına
Havalansın, havalansın dursun
Sokakta sen değil balkonda;
dışarı çıktığın zaman
romanını yastığının altına sakla;
Şiirini mutfağa koy
Boş bir deterjan kutusu vardır nasıl olsa,
Öykünü yanına alabilirsin elbet
Müziğini de, resmini de
Niçin güvenemiyorsun bana?
Sf: 317
Düello
Bil ki bir düelloda
Acı bir şey vardır
Ölüm korkusundan da:
Dün en güvendiğin adam
Karşı tarafın şahididir
ve daha acıdır bu
ölümden de korkusundan da
Sf: 318
Gitsin Efendim
Bir kez daha diyeyim: Özenle katlanmış bir mendil gibisin
Sil beni n’olur kırk yıllık kirim pasım gitsin
Sf: 320
Yabancı Dil
Beş dil biliyormuş ünlü kişi
Ünlü ve saygıdeğer
Bir de Türkçe öğrense
Altı eder
Sf: 321
Dikkat Okul Var!
Bütün çocuklar anlar da
Okul kitaplarına girmez benim şiirim
Sf: 323
[Biliyorum Sana Giden…]
Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiçbir zaman sevmedin beni
Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini
Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olamam bu derde düşeli
Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki
Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği
Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki
Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini
Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri
Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay iş değil gerçi…
Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki
Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki
İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:
Bir gece yarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri
Sf: 328
[Bu Yaşta]
Bu yaşta
Orta okul aşkı (Lise değil)
Ege’de
Nüfus 40 bin
Geniş zaman, evet geniş zaman istiyorum
Ama telefon kulübesinden konuşuyorsun
Süre doldu dolacak
Üç dakika
O, dar zamanda
Bir başka açıklamıyor mu
Daha doğrusu hemen özetlemiyor mu kişiyi ve durumu
Bir kişisellik kazanmıyor mu zaman
Üstü başın olmuyor mu zaman
an, diyorum, çocukluktur…
Sf: 329
Övünme
En büyük telif hakkını ilk okuduğun kitaptan aldın, Kan Kalesi.
Ama Doğu Perinçek kimin şiiriyle tavladı Şule’yi
Kim serbest bıraktı yasaklanmış Emmanuel filmini*
Göz kırpma hakkını bile yitirmiş başbakan
Tenis oynayanı getirdi takunyalı
Bizim ilişkimiz ne bileyim belki de hayatı
sürdürme ilişkisi
Sadece bu mu?
1 Mayıs bir de Ramazan’a rastladı iyi mi?
Müslüman işçiler namazdan sonra bağırdılar
*Emmanuel filmin yasaklanma kararı üzerine Danıştay’a başvurulmuş, Danıştay da bilirkişi olarak Cemal Süreya’yı seçmiş ve onun raporu üzerine film üzerindeki yasak kaldırılmıştı (Ed.N.)
Doktrin: “Ne zaman bu şehirden kaçıp gitme isteği gelse, bir köşeye oturup geçmesini bekliyorum. Gidersem dönmem çünkü biliyorum.” – Cemal Süreya
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (76)
- ★★★★★ şaheser (25)
- didaktik (26)
- eylencelik (23)
- hayat kanunları (18)
- hikaye (148)
- kitap (155)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (381)
- röportaj (3)
- tefrika (19)