Sf: 16
Özdemir Asaf “Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, incinirsin yine de sen bilirsin.”
Sf: 27
Gaddarların kalbinde aynı miktarda merhamet de bulunur, merhametin zayıflığını saklamak için gaddar olmuştur zaten.
Sf: 42
Zaten taşra insanının en belirgin özelliklerinden biri yeniye karşı uzun süre gösterdiği dirençtir.
Sf: 43
Bilirsin, çocuklar kendinden büyüklerle takılmayı havalı bulur, büyüklerin kendilerini arkadaş olarak seçmesini minnetle karşılar ve bir dediklerini iki etmezler.
Sf: 44
Bir iki defa tinercilerle karşılaştık, bizi tinerin neden olduğu halüsinasyon sandılar. Biz de onları kırmayıp halüsinasyonmuş gibi davrandık.
Sf: 56
Dedeler masaldır ve masallar torun ister.
Sf: 62
İnsan fobisi olan şeylere karşı bilinçaltında zaaf büyütüyor olabilir. Tamam öpüşme sahnesi görünce utanıp yüzümü çeviriyordum ama hızlı hızlı bir delik arıyor, oradan dikizliyordum da.
Sf: 63
Uzun süre birbirimizle konuşmayıp köşe bucak kaçtık. Mecbur kalıp bir araya geldiğimizde, ufak sebeplerden kavga çıkarıp yaşadığımız olayın utancını azaltmaya çalıştık.
Sf: 65
Annem babamın metreslerini bilir, elini istemez biçimde sallayarak “aman bana gelmesin de kime giderse gitsin aman” derdi. Babamın cinsel aktiviteleri asla konuşmak istediğim şeyler değil. Hiçbir çocuk annesiyle babasının seviştiğini bilmek istemez. Lakin görünen o ki babam annemden başka herkesle sevişiyordu.
Sf: 70
Halkın unutkan, verilen vaatlerin izini süremeyecek kadar meşgul olduğunu biliyorduk.
Sf: 76
Yaşamın gizli anlaşmalarından biri budur: Herkes birbirinin ne bildiğini bilir ama bilmiyormuş gibi davranır.
Sf: 101
Hayat, okula giderken arkandan herhangi yaştaki bir karşı cins “pişt” desin diye saatlerce ayna karşısında kıvırma çalıştırdığın, kıvırtan popondaydı.
Sf: 104
Kızların evleneceği kişiyi kendi başına bulması yüzyıllardır tercih edilen bir şey olmadığından, evlenecek kişilerin gelip kızları bulması beklenir.
Sf: 107
Gider gitmez de kocasının mal varlığının hava cıva olduğu, eniştemin kıskançlıktan ablamı eve kilitlediği, pencerelere battaniye çivilediği haberleri geldi.
Sf: 117
Altına südükleyen.
Sf: 124
Fatih radyoda dinciydi. Her d.j. gibi damağında akide şekeri varmış gibi konuşuyordu.
Sf: 126
Erkeklerle, özellikle yakın olanlarla asla paylaşılamayan ama hemcinslerimize ballandıra ballandıra anlatır, anlatırken ikiyüzlü davranıp “bana ya bana, hem de banaa! Ben kii asker gibi önüne bakarken yürürken, azarlar gibi konuşan, erdemimle, duruşumla göz dolduran beğnn” diye sözde hayıflandığımız, güzelliğimizin medarı iftiharnamesi, bir bahar tazeliğinde, bir anne kurabiyesi lezzetinde taciz.
Sf: 127
Taşın yürüdüğünü de gördüm ya ölsem gam yemem.

Sf: 128
O öldüğünden beri övünecek bir materyal bulmakta zorlanıyor, annemi Samanpazarı’nda köşeye sıkıştırıp küçük dilini öpmeye çalışan 2.30 boyundaki, mavi gözlü Japon zenci hikayeleri ile avunmaya çalışıyoruz işte.
Sf: 130
Ağzı küfürlü, gözü kara, kıldan suratı seçilemeyen, sabıkalı, pasaklı ve ukala olanları da severim.
Sf: 133
Ben biliyordum ki tahsilin ezilmeyi önleyememesine ağlıyordu.
Sf: 135
Elbette birçok kadın için erkeğin çirkini makbuldür. Sittin sene sana kalır, hiçbir kadın onu senden almak istemez. Kendini sana layık bulmadığı için, fedakarlık yapmaya meyillidir.
Sf: 138
Aşk sadece mutsuz sonla bittiği zaman aşktır. Anlamlı, anlamsız dokunmaların, kemikleri çatlatırcasına sarılmaların, geceler boyu doyumsuz sevişmelerin yaşanmadığı, yaşanamadığı özlemekli ortamları sever aşk. Ne zaman ki aşık olduğun insana sahip olursun, boynu bükük canı sıkkın biri geçer gider yanınızdan, nicedir karnını doyurduğu firak ateşi sönmüştür, sizin vuslatınız onun bitişidir, aşk gider… Size iyi sevişmeler.

Sf: 139
Ne zaman ki sevdiğim kişiye onu sevdiğimi söyledim, ya sevdiğim kişiyi ya da bana olan sevgisini kaybettim. Sevgimi sakladığımda daha az üzüldüm.
Sf: 147
İnsan bağlanan bir varlıktır.
Sf: 154
Vardır ya hani böyle erkeğin vicdanını rahatlatmaya yönelik adetlerimiz? İşte gavur kadın alıp Müslüman yapmak, fahişeyi 40 gusülden geçirip koynuna sokmak, kocası ölmüş, yetimi olan kadınları himaye altına almak falan fıstık.
Sf: 155
Ürpertmeyi seven insanlar için anlattıkları şeylerin gerçekliği önemsizdir.
Sf: 160
İnsanlar kötü olaylara görünürde üzüntü sergileseler de, ruh, acıları izlemekten gizli bir zevk alır.
Tüm olay yerine birikmelerde kahırdan çok merak, takdir edilme arzusu ve “bilen kişi” olma kaygısı vardır.
Sf: 170
Büyük ihtimalle böyle güzel kokulu, şıngır mıngır bir kızın üstüne atlayacak cesareti yoktu!
Sf: 173
Bekleme öyle despot bir duygu ki; ancak beklemeye sadık olursan kavuşacağına, başka bir işe bakarsan beklediğini kaçıracağına inandırır seni.
Sf: 174
Zaten belliydi gideceği… Kalsa bu kadar sevmezdim ki…

Sf: 175
Başkaları için medeniyet benim için geride kalmışlık demek olan o köprünün altında yatan kirli bakışlı adam; ölmüş olman beklemeyi bırakacağım anlamına hiç gelmedi. Ben seni beklemeye hep sadık kaldım. Hep esir kaldım. Hatıranı sakladım, günahlarını sevdim. Saçlarımı hiç kesmedim, ara sıra ördüm. Seni çok özledim.
Bekleme öyle despot bir duygu ki; ancak beklemeye sadık olursan kavuşacağına, başka bir işe bakarsan beklediğini kaçıracağına inandırır seni.
Sf: 174
Ondan delicesine korksam da “korkunun üstüne git” derler ya! Karşısına geçip öfke nöbetini izlerim.
Sf: 179
Bu yaşadıklarımız zaman zaman beni içine çekip saatlerce ağlatır. Bir şarkı, bir resim, bir koku veya bir ağaç ağlamaya başlamam için yeter. Bu ıslak merasim bitince kendimi çok güçlü hissederim, hissettiğim güç alacağım intikamlardan gelir. Bana her şey söylense, her eziyet yapılsa; deli dense, orospu dense, it, köpek, şerefsiz dense artık iş işten geçmiş, içime işlemez. Ama bana şefkatle sarılıp, önemsiyormuş gibi bakılsa, azcık saçım okşansa ağlamaya başlarım.
Sf: 180
Tarihin en eski hikayesi olduğu halde her anlatıldığında yeni duyulmuş gibi etkileyen ölüm gibi.
Sf: 181
Herhalde dayak mutluluk hormonu salgılatıyor, çünkü dayak yemeden geçirdikleri 3-5 saat onlar için bir kazanç. İmkansızlıklar nasıl yeni keşiflere kapı açıyorsa, devamlı dayak yiyen, mutsuzluğun göbeğinde yaşayan kadınlar küçük şeylerle daha mutlu, komik, umut dolu insanlar oluyorlar.
Sf: 187
Bebek ağlarken etrafta büyük erkek varsa kucağına alamazsın. Adamın karısı ölürse kırk gün içinde evlenmelidir, yoksa Allah razı olmaz. Kadının kocası ölürse katiyyen evlenmelidir, yoksa Allah razı olmaz. Evin büyükleri uyumadan evin kızları gelinleri yatamaz.
Sf: 189
Kendimi güvende hissetmediğimde para taşıdığını aşırı belli ettiği için soyulmaktan kurtulamayan Kemal Sunal’a benziyorum.
Kirayı ödemeyi geciktirmiş, dış kapıya doğru dönüp ev sahibini bekleyen işsiz insanı oyna deseler aynen şu halimi tekrar etsem yönetmen bayılırdı.

Sf: 190
Hem kabullenmemekte direndim, hem de gece boyunca onunla konuştuğum her şeyin üzerinden defalarca geçtim.
“Gelemem, yine sizin evde buluşalım, olmadı bakkala ekmek almaya gidiyorum diye evden çıkabileceğim bir mesafede olsun,” dedim. Evinden 500 metre uzaklaşsa alarmlar çalan prangalı mahkumiyet Amerikalıların buluşu değil. Uzun saçlı, çaka çaka dövme taşıyan bir herifin bu kafa yapısını anlamayacağını biliyordum. Bu devirde böyle hayatlar olduğuna asla inanmayacak ve bahane yarattığımı düşünecekti. Bülent Ersoy’un Urfa’nın en lüks otelinin camından şehri seyredip, gazetecilere “gözlerimle gördüm, Urfa’daki kızlar hep okuyor” demesi gibi bir şey. Anlatamıyorum ve inandıramıyorsun. Ama arkadaşımın evinde ikinci buluşmamızda hiç düşündüğüm gibi çıkmadı. Beni anladı. Onun hayatının benimkinden daha iyi olmadığını da ben anladım. İzmirliydi. Metal müzik yapan bir grupta çalıyordu. Kısa süreliğine Ankara’da çalışmaya gelmişti. Beni Bob Marley ile tanıştırdı. İflahsız bir eroinman olduğunu, bacağının birini bu nedenle kaybettiğini o gün için sakladı. Gözlerinden biri de görmüyordu. Babasını hiç görmemiş olmayı görmeyen gözünden daha çok önemsiyordu.
Gene ailemin gördüğü yerde döner bıçağıyla dilik dilik edeceği bir adamı sevmiştim. Güvenli, kokusuz, TSE damgalı platonik aşktan, patlama tehlikesi yüksek, kaçak aşka düşmüştüm. Ana rahminden beri nakış nakış işlendiğim, gergef gergef teğellendiğim bütün nasihatlerin tersine olan adamları seviyordum. Neye kara dedilerse koştum sevdim. Bu bir inatlaşma değil. Başka bir şey. Belki de “uzun saçlı satanist herif, tipine bakmadan camiye gelmiş, verdik zopayı” diye gururla anlatılan hikayeler dinlemeseydim, bugün gördüğüm uzun saçlı erkeklerin peşine düşüp trafiği birbirine katmayacaktım. Çocuklarına Devrim ve Evrim adını verdiği için ateist olduğuna inanılan, ev verilmeyen, karısıyla konuşulmayan adamın sakıncalı isimli çocukları ile oynadığımız için dayak yiyorduk. Yemeseydik belki ben bu ateist adama af diler gibi aşık olmayacaktım.
Onunla beklediğim gibi çok tehlikeli, çok acayip bir aşk yaşadım. Eroin komasından kokain çekerek çıkıyordu. Ekmek bulamayınca esrar yiyordu. Bir gün gerçekten o muhabirin dediği olacak, arkada görülen evde kucağımda ölü bir gençle basılacaktım. Daha düne kadar evden ayrılamayan ben, bilmediğim bir sokakta tanımadığım bir adamdan eroin dilenirken buluyordum kendimi. Aşk mıydı, eziyet miydi, neydi bu? Yanında eve her dönüşte yaptıklarımdan pişman oluyor, bir daha asla görüşmeyeceğim diyordum. Ama seviyordum, çok seviyordum. Bir insan daha kaç kez aşkta kaybedebilirdi ki? Erken konuşmuşum. Bir gün telefon etti ve şöyle dedi: “Siminya ben İzmir’deyim, sana yaşattıklarım için özür dilerim, hoşça kal.” Bu kadar. Çatalca cinayetini benim işlediğim ortaya çıkmış gibi sustum. Susuş o susuş.
Dediğim gibi; platonik aşk güvenli aşktır. Boş ver.
Sf: 193
Kirpiklerimi öpeceğin için katran sürmemi sevmezdin ya… Bana sormadan gittin diye bütün kirpiklerimi yolup attım. Ve o günden sonra sana sormadan hep ama hep katranlara baktım.
Sf: 195
Maalesef artık birisinin beni sevdiğini fark edince ondan kaçıyordum. Sevilmekten çok korkmaya başlamıştım.
Bir kızın temiz adamların peşinden koştuğu nerede görülmüş? Bilse ki üstü başı özensiz olsa, saçını taramasa, tıraş olmasa, ayakkabısı kirli görünse, hatta gelse kapımıza tükürse, üstüne erkek kardeşime sağlam bi dayak çekse ben onun ardına düşeceğim. Ah bir de peşini bırakmam için beni bi güzel kovalasa!
Her ne kadar sevilmek ya da sevmek istemesem de evde erkeklerin şarkı yolladığı kız forsunu ablamdan almış olmanın haklı fiyakasını yaşıyordum. Radyoda benim için Mahsun Kırmızıgül çalıyordu.
Sf: 196
Ablamın neden bu kadar çok sevgilisi olduğunu bu günlerde daha net anladım. O kendisinden hoşlananlarla arasını iyi tutar. Oğlanların kafalarına kelle atmaz. Hiçbirine tam anlamıyla git demez. Askıda bekletir. Garanticidir.
Akrep burcu kadını olmak eziyetlidir. Zehirli, yalnız, kin ve öfke dolusun, görüntüsüne rağmen en ufak bir yangında kendini öldürecek kadar da korkaksın. Lütfen kızların akrep burcu olarak doğması durdurulsun.

Sf: 200
Bazen bu kadar hoşlanmayanı olduğu için bile babamı sevmem gerektiğini düşünüyorum. Kimsenin sevmediği birini sevmek istersin ya hani?
Sf: 206
Çok mutlu olduklarını anlarsam bir köşeye oturup ağlıyor, suratı asık ve tek başına dolaşan insanlar görünce yalnız olmadığımı düşünüp rahatlıyordum.
Ama suçlayacak kimse olmadığı için kin dolu değildim. Buraya gelmek benim planımdı. Kendi seçimimin bedelini ağırbaşlılıkla ödemeliydim.
Sf: 208
Hay sikiyim sorularını! Sabaha kadar şakakların uyuşuncaya dek bu saçmalıkları düşününce, tuhaf bir biçimde katilleri anladığını fark ediyorsun. Suikastçileri, kundakçıları, gaspçıları, delieri, kaçıkları, kaçanları… Gerçekten anlıyorsun. Sanki daha başka olmak anormal gibi geliyor. Mesela dizilerde falan adamın biri işlediği bir suçtan dolayı ülkeden kaçmak istiyor. Kaçıp kurtulacak diye çok seviniyorum. Sonra orospu çocuğunun biri gelip artiz artiz laflar ediyor: “Adaletten kaçabilirsin ama kendinden kaçabilir misin?”, “Gitme, kalıp bunlarla yüzleşmelisin” gibi.
“Sinirleniyorum. O bölümden, o sahneden sonra diziyi izlemeyi bırakıyorum. Kaçıp kurtulacakken dümbüğün biri onu bu şahane fikirden caydırıyor. Bok varmış gibi dönüyorlar geriye.

Sf: 214
Taşra insanında paranın eksikliği oranında özgüvende eksiktir. Özgüven eksildikçe para kazanma cesareti de kaybolur. Daha iyi işleri yapabilecek cesareti hemen toplayamaz, cesareti toplasa parayı bulamaz. Bildiği işte devam etmeyi seçer. Kısır döngüdür bu. Gerçekten özgüven parayı, para da parayı çeker. Bende de parasızlığı yoğun yaşamış bir evde büyümenin getirdiği ciddi bir özgüven sorunu vardı.
Onlardan nefret etmek için kolaylıkla bahane yaratabilirdim. Bazen bir sürü renkli kokulu silgilerinin olması, bazen de 404 yapıştırıcılarını tam bitmeden okulun çöpüne atmaları yetiyordu. Yemek saatlerinde biz salça yerken onların salam yemesi savaş sebebiydi. Okul çantalarının ve defter kaplarının üzerinde en sevdiğim çizgi film insanlarının figürlerinin olması kabul edilir gibi değildi. Benim çantam abimden kalan, altı kocaman yamanmış, haki yeşil bir çantaydı, seyahat çantasıydı sanırım. Çantamla dalga geçtikleri için de nefret etmiş olabilirim, hatırlamıyorum.
Onlar bizim mahalleye sadece “çocuk bakıcısı, hasta bakıcısı, ev temizlikçisi, ölü yıkayıcısı” gibi aramalar için gelirlerdi. Ola ki gelip son model arabalarını sokağımıza park ettiler, anında tekerleklerinin havasını alırdık. Her gün bize havamızı aldıran arabadan ancak böyle hırsımızı alırdık.
Sf: 215
Önceden defalarca hayalini kurduğum halde ne yapacağımı, nerde kalacağımı hiç hesaplamamıştım. Zaten hesaplasan da asla kafandaki gibi olmayacaktır.
İnsan hayalperest olunca yarınını hayal ederken telaş içinde canlı renkler kullanıp siyahı palette tutuyor. Oysa siyah ana renktir.
Sf: 216
Evlerin çoğu perdesiz, içerisi şam şam şakıyor. Bizim evlerimizde kalın kalın güneşlikler örtülü olur, çünkü o evdeki tek değerli eşya bedenimizdir. Birilerinin bir yerlerimizi görmesi, görüp almak istemesi endişesini taşırız. Gözüyle bizi yiyecek insanlardan çok korkarız. Kendimize bayılırız. İçerlerde beni tüm ailemle birlikte satın alacak büyüklükte ve çoklukta tablolar, pırıl pırıl yanan lambalar vardı. Balkonlarda yemek yiyip sohbet edenler mutlu mutluydu ne? Önümden sarı bir Ferrari geçti. Şoföründen daha önce kimseden etmediğim kadar nefret ettim. Piç dedim, kim bilir hangi tüyü bitmemiş yetimin hakkını gasp etmiştir dedim. Allahım sen bilirsin yareppim dedim. Sanki biraz ferahladım. İçinde giden ben olsaydım sorun olmazdı herhalde.
Nefretin ılık kollarında zevk içinde inlerken yalılardan birinde kendi halinde, sessizce ve yalnız başına oturan yaşlı bir dede gördüm. Koskoca aydınlık evde karanlık bir uğultunun içinde yaşıyor gibiydi. O kadar zavallıydı ki. Bu da bir yoksul tesellisidir işte. Aslında tüm zenginlerin mutsuz olduğunu düşünüp, motoru bununla soğuturuz. Hem zengin hem mutlu olunmamalıdır. Mutluluk da enteresan bir duygudur. Hiçbir maddi karşılığı olmayan, ne kadar sürdüğüne dair bir zaman biçilemeyen, asıl kimin yaşadığı netleştirilemeyen muallaklı bir his. Yanıltıcıdır. Lüks yatında şarabını yudumlayan zengin insan karşıdan seyredenin gözünde tek kelimeyle “mutlu” dur ama zengin o sırada son şarabını içip kendini denize bırakma planı yapıyor olabilir. Ya da şarap içen zengin insan lüks yatından kıyı şeridindeki yoksul evlere bakıp fakirlerin bulundukları duruma acırken, belki de o fakir adamlardan biri çocuklarına ilk defa çikolatalı pasta getirmiştir de evdekiler tatlı bir mutluluk içindedir. Kim bilir.
Sf: 217
Herhangi bir şeye sahip olmak üzereyken öleceğini sanırsın ama sahip olduğun andan itibaren o his hızla kaybolur. Örneğin çok güzel bir yemeğin kokusunun verdiği mutluluğu o emeği yerken kaybedersin. Az önce kokusuyla seni oralara çekip getirmiş yemek, tadıyla aynı duyguyu yaşatmaz. Bırak yaşatmayı mutsuz bile edebilir.
Sf: 222
Yabancı bir şehre gidince Temel fıkrası olurum. Otobüslere nereden binildiğini, ankesörlü telefonun nasıl kullanıldığını, trafik ışıklarının ne anlama geldiğini, asansörlerin nasıl çalıştığını v.s her şeyi unuturum. Sanki şehir değiştirmiyorum da devir değiştiriyorum.
Sf: 224
Erkekler şapşal sever. Ekmekten ekmeğe görüşmeler yetmiyor, hayatında kimse olmasın diye dualar ediyorum, nereye baksam yüzünü görüyorum, adını sayıklıyorum… Bunun gibi bir düzine Mustafa Yıldızdoğan cümlesi sıraladı.
Bu durumda bir erkeğe gerçekleri, yalnızca gerçekleri söylersen üzülür. Yakışıklı değilsin ama sempatiksin! Biz arkadaş kalalım bence? Benim kalbim dolu! Gitmem gerek evden beklerler! Üstüme abanma hayvan! Cıks tipim değilsin! Ne söylenebilir ki bu yalanlardan başka?
Sf: 226
Saç tellerime kadar işlemiş, bacaklarımı donduran bir endişeyle çaldım kapıyı. Kapının arkasından gelmesini beklediğim tepki sahneleri binlerceydi. Tüm yolculuğum bu sahneleri prova etmekle geçti.
Sf: 228
Başkası, bir otelde kat görevlisi arandığını, bağlantıları sayesinde beni işe aldıracağını söyledi. Kat görevlisi deyince aklıma Jennifer Lopez’in Aşk Masalı filmi geldi. Seksi otel hizmetçisi Marissa otel müşterilerinden milyoner bi herifin kalbini çalıyordu.
Sf: 231
Yalnızım (“yalnızım” diğer bütün kelimelerden daha çok kendini yetiştirmiş, karakter sahibi bir kelimedir, hem işveli, hem arzulu, hem davetkar bir kadına benzer ama burada davetkar anlamında kullanılmadı)
Üzerimde kenarları mandal izi desenli tişörtümle yatağın içine oturdum, bacaklarımı tişörtün içine sokup gelmelerini bekledim.
Annem beni kısmetsizliğimi keşfettiği günden bu yana türbeye çevirmişti. Muska takı töreni düzenleseler.
Sf: 232
Yalan değil, psikolojik bir güven veriyorlar. Tıpkı erkeğin kendi sallananlarından aldığı özgüven gibi.
Sf: 233
O günlerde çiş kokusunu yer yatağının özgün kokusu sanıyordum. Bu yüzden annem temiz çarşaf serdiğinde çarşafların soğuk ve sabunsu kokusundan ürperiyor, bir an önce işeyerek yatağı istediğim kokulu, sıcak kıvamına getiriyordum.
Sf: 235
Ankara çocuğu olup da cümlelerine boksuz başlayıp, siksiz bitiren insan kesinlikle kırmadır.
Amcamın anlattığı masalların hepsi g*tveren üstünedir. Babamınkiler keranelerde geçer.
Annemle babamın komşulara giderken asla yan yana yürümediklerini hatırladım. Asla yalnız yürümeyeceksin’i bizimkiler asla yan yana yürümeyeceksin anlamış.

Sf: 237
İşte kız çocuklarını okula göndermeyip, kendi kendine yetecek bir birey olmasına izin vermemenin kaçınılmaz sonucu dostum.
Sf: 238
(Paris Hilton burada bir simgedir, yoksa bence de neresi güzel be hiç bile)
Ne kadar hoş olursan ol entel tayfa seni hafife almasın diye illa bilgi sahibi olmadığın konuda fikir sahibi olacak, erkeklere yaranmak için ofsayttan anlayacak, kifayetsiz muhteris algısı yaratmamak için anlamadığın her teknik işe parmak atacak, çabalarken pot kırınca uslu uslu aptal kadını oynamasını bileceksin.
Sf: 239
Güzel olmanın okumadan bitirilmiş bir üniversitenin diploması olduğunu bil.
Şunlarda acil tarafından piyasadan siline: Aslında önemli olan insanın iç güzelliği (şu küflü peynirin adı neydi, o koktu)… Güzellik göreceli bişeydir (o halde neden herkes Monica Belluci’yi aynı görüyor?)… Bir insan, bir insan (kiss, muah, helloo, baayy, aylavyu işte bütün mesele bu)… Kız güzel ama burnu büyük (ama güzel?)… Kadın dediğin zeki olacak (prof. bakire kız kurusu hanımabla)… Güzel kadın aptaldır (artık şu peyniri alın burnumun dibinden)… Bu kız sadece güzelliğiyle bir yerlere geldi. (helal olsun be abla)…
Sf: 240
Okuyamamış insanlarda bir tür okuma görgüsüzlüğü vardır. (bkz: okuyom ben ya)
Sf: 241
Tarih öncesi çağları, hatta henüz ilk çağını yaşayan bir sokakla başladım işe. İnsanlar kazanlarda bir şeyler kaynatıyor. (hımm ateş bulunmuş)
Sokak aralarından kirli sular akıyordu. Altları çıplak, üstleri milekli sümüklü veletler bu suyu birbirlerine atıyorlardı. Mutlulardı.
Sf: 246
Seninle konuşurken yerdeki bir soda şişesi kırığından çocukluğuna gidermiş gibi arabesksi duracak. Gizemlerin gizemlerinde kaybolacak. Arada kaşının altından sana bakarken gözünün ortasındaki noktayı hedef alıp imalı imalı ateş edecek. Yüz verirsen senden soğur, başkasına belalı olur. Bu nedenle hep kaçacaksın, o da kovalayacak.
Sf: 248
Alt sınıf yer altına yakınlığından dolayı her zaman üst sınıflara tiksinme ile beraber korku verir.
Sf: 249
Bi adamla bi kadın olay çıkardı söylentilerinin o “bi kadın” ı olmaya yemin edeceksin.
Sf: 250
Kesin beni aldatıyor erkeği (homoparonies fikfiki kontak) Erkekin seni çok arıyorsa bu sadece sesini özlediği için, aşkından divane olduğu için değil, baskın basanındır içgüdüleri taşıdığı için de olabilir. Bütün erkekler beni istiyor kadınının, bütün erkekler kadını mı istiyor versiyonudur. Doğalgaza geçilmesine en çok bunlar sevinmiş olmalı öyle ya, bu sayede çatalı görünen yakışıklı tüpçüler mutfak tezgahına eğilemedi, o cepheden gelen tehlike bertaraf edildi. Allah doğal gazı çıkarandan razı olsun, sütçülerin kökünü kuruttular. Elde var iki. Ama damacanacı gavatlar hala yüksek risk faktörü. Allah suları kirletenlerin belasını versin.
Sf: 252
“Artık ofsaytı anlıyorum ehehe”

Sf: 257
Ona göre başkan, işşş…
Uzunca bir zaman orada takılıp döndüğüm bir akşamüstü İstanbul’daki ablamı evde ağlarken buldum. Zamparalıkları yüzünden kocasını terk etmişti.
Sf: 259
Ben en çok Hasanları severim… Hasan Hasan sen kalk da ben basam.
Sf: 262
Eda’ya göstermeden dokundum, kokladım, esprilerine kimse gülmedi ben güldüm, göbeği çıkmıştı söylemedim, trafikte kaybolursak hemen atlayalım yol tarif edeyim, o da Eda’dan zeki olduğumu düşünsün diye gece yatmadan önce İstanbul haritası çalıştım, cool görünmek için fazla kahkaha atmadım, hep düşünceliymiş gibi durdum ki bir gizem esrar olsun üstümde de merak uyandırayım dedim, tartıştıklarında “Barış haklı” dedim, garson ne yerseniz dediğinde “ben bilmem Barış bilir” dedim, ablam böğrümü dürtene kadar Barış’ı kendi nişanlım sanmaya devam ettim.
Sf: 265
Patron tipli erkek görünce küçük kız sesi çıkarıyordum.
Sf: 266
“Fırsatını verseler pimapen adında işletim sistemi geliştirip Bill Geyts’i kapımda uşak yaparım da işte dış güçler dış…”

Sf: 268
Ağzı Milupa kokulu şehir tavuğu sanıyor. Ona “abi bırak bunları da gel çay içek, olmadı iki satranç çevirek”
Rize ilinin Çamlıhemşin ilçesinin 19 kilometre güneybatısından sabah çiğleriyle toplanan iyi kalite çay filizlerinin ağır ateşte 33,5 dakika pişirilerek yapıldığında ortaya çıktığı dersini verecek. Satranç oyuncularının ukala göz süzmelerini, çene altına dayadıkları yumrukla okudukları zeka düellolarını hiç düşünemiyorum bile. Kendimden biliyorum. Her dediğine “çok ilginç ya, valla de, aaa tüylerim diken diken oldu” falan deyip vakit dolduruyorum.

Sf: 270
Bizim profesör sırtı bize dönük, tahtaya bir şeyler karalarken “hocam anlamadım” cümlesiyle aniden dönüp sandalyeye oturuyor. “Biliyor musun anlaşılmaz olan hayat aslında…”
Sözlerimi Kennedy’nin bir özlü sözüyle bitiriyorum: Usta olan Splinter’dı ama pizzaları hep tosbağalar yiyordu naber?
Sf: 272
Olmadı, daha ilk levelda kesmesi en zor canavar Dread Mare ile burun buruna geldim.
“Adamlar çok iyi, çok düzgün bir aile, apartumanları var, oğlanın iş gücü yerinde, pırlanta pırlanta…” 
Ancak düğünden birkaç yıl sonra cümleler, “adamlar dürzü, çok düzenbaz aile, apartumanları neyi yalan hep, oğlan malın teki, sümsük, avanak” olarak değişir.

Sf: 273
“Köksallar’ın komşusunun köylüsü.amk”

Sf: 277
Annem sık sık yanıma gelip üzerime doğru dürüst bir şey giymemi söylüyor: “Doğru ve dürüst elbise.” Daha önce hiç yalan söylememiş, çevresi tarafından dürüstlüğü ve doğruluğu ile bilinen bir kıyafet.
 En uzun Türkçe kelime;
“muvaffakiyetsizleşticileştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine”

Sf: 281
Hani kaybettiğin bir şeyi en kolay, en aklına gelmeyecek kalabalık felsefelerde de bulursun ya.
Sf: 286
Bir adama tutuldum diyelim. İlk günler ben buna bir abanıyorum bir abanıyorum fellahı şaşıyor adamın. Lan bu kız cidden sevdalandı bana iyi mi, ömrümde bi anamdan böyle ilgi alaka gördüm bide bundan, dur bakalım hayırlısı diye düşündüren bir seviye var, hatunların çoğu bilir. Oraya kadar yükseltiyorum ısıyı. Hani hakim olmak dedik ya, bir nevi adamımın duygularında hakimiyet kuruyorum. Veriyorum odunu, veriyorum küsküyü.
Velhasıl sevdiğimi iddia ettiğim adamı, çözemediği bir bilmecenin ortasına koyup toz oluyorum mevziden. Garibim beni kaçıracak bir hata yaptığını düşünüp, debelenip dursun artık. Benden ölesiye nefret etmeye kadar bekliyor, bekliyor ki belki geri dönerim de aynı şekilde severim diye. Sonra söve söve gidiyor. Sevmiyor muyum? Daha fazla hemi de. Yalnızca sürdürmeyi beceremiyorum.
Kim öğretiyor bana bunları?

Sf: 289
Telefonda “oluyo oluyo az kaldı” diye oyalar. Hava atmanın ceremesini akrabalarıyla köşe kapmaca oynayarak çeker, yine de hiç vazgeçmez.
Sf: 295
Erkek değil mi işte hepsi aynı! Şaka şaka yarınız aynı, öbür yanınız öbür yanının aynısı.
“Anne tabakların hepsi başka, Anne duvarlara baksana bi! Ben gitmek istiyorum buradan…”

Sf: 288
İlkokulda en çok oynadığımız oyun neydi? Deve cüce. Öğretmen sadece “deve-cüce” komutuyla tüm ders boyunca bizi yönetir, cüce dediğinde cüce olmayanı hem öğretmen hem sınıfın ortalama 100 çift alaycı gözü cezalandırırdı. Bu oyunu bu kadar çok oynatmalarından mı böyle robotlaştık, yoksa direktifsiz hareket etmeyen kalabalıklar olduğumuz için mi bu oyun bize layık görüldü bilmem.
Sf: 302
Bir köşkte en az aşçı, uşak, bahçıvan kadar zengin bekar bir züppenin de olması gerekmiyor mu?
Sf: 303
Hani şöyle ki, kimi ablalar vardır; bir edebeli delikanlı gelip “bu binada kiralık ev varmış” diye soracak olsa cümlesinin başına “ben yalnız ve dul bi kadınım, geceleri üşüyorum” alt metni içeren bir cümle ekledikten sonra ancak sorunun cevabı olan “yöneticiye sorun” cevabını verir.
Sf: 307
Artık geçen yıldan kalan nemli çekirdek tanelerinden, buruşuk market fişlerinden ve nereden türediği bir bilinmez olan cep dibi kumundan başka bir şey çıkmayacak ceplerimden.
Sf: 310
Aşkın en büyük yan etkisi zamanı durdurması, ne zaman aşık olduysan o zamanda kalıyorsun.
Sf: 313
Kirli kirli kediler görüyorum, mutlaka onlara taş atan çocuklar ve tiksinerek bakan birileri. Kirli olunca sevenin pek olmuyor. Hayatta hiçbir amacı olmayan insanların kendini ölüme hazır hissettiğini söylemişti bir bilen adam.
Sf: 314
Bazen böyle yapayalnız “aa bak burada fön daha ucuzmuş, oha şuradaki bina nereye gitmiş, kız şeyinde çıban çıkmış gibi yürüyor de mi?” diye yanımda biri varmış gibi konuştuğum halime bakıp kendim için ağlamam gerekiyor.
Sf: 317
Yalnızlık olmasa şairler boku yer, bariton sesli isyankar ağabeyler mesleği bırakır, sinema filmleri yarı yarıya azalırdı.     
Hayranları Can’ı yalnız sever. Can hayran olunmayı sever.
Asıl kim yalnızdır biliyor musun? Şarjı bir haftadır bitmemiş telefonunun mesai kutusunda, geçen yıl semt polikliniğinden gelen kampanya mesajını bile silmemiş insan yalnızdır. Eski mesajları silmediği gibi ara sıra açıp hepsini okur, her okuyuşta yeni detaylar yakalar: Hımm bak o polikliniğin adı artık Şifa Klinik değil, geçen ay değiştirdiler.
Uzun zamandır yapamadığı bir şeyi yapar, rehberden birine mesaj atar. Heyecanı sever aslında.
Sf: 318
Yine İstanbul’a gitsem diye geçti aklımdan. Başı sıkışınca namaza duran münafıklar gibiyim, götüm tutuşunca aklıma hemen İstanbul geliyor.
Sf: 326
Evliliğin, istemeyerek evet diyen bir insan için kapkara zindanlarda sonsuza çürümeye evet demek anlamına geldiğini bilmiyorum sanıyorlar. Birkaç yılda kalmaz kucağıma alacağım bebeğin, bu kutsal esaretin masum prangası olacağını anlamayacak kadar aptal değilim
Bundan sonraki ömrümü, sevdiğim ama sevişemediğim adamlar, bildiğim ama gidemediğim yerler, düşündüğüm ama söyleyemediğim cümleler için üzülerek geçireceğimi tee bu kadar mesafeden bile net görebiliyorum.
Sf: 326
Erkek “her an başka birini sevebilirim, sevişebilirim de, buna hazırlıklı ol, ben mi dedim sana beni sev diye!”

Sf: 328
Çok ilgi göstermeme oyununu oynuyorduk birbirimize. O bu konuda daha iyiydi. Günlerce kıvamını tutturamayıp, en sonunda kabartmayı başardığım çikolata parçalı keki yolladığımda arayıp teşekkür bile etmedi. Belki de yanına iliştirdiğim oyuncak köpekli anahtarlığa kızmıştır. Ben arayıp beğenip beğenmediğini öğrendim. Beğenmiş ama tl’si olmadığı için arayamamıştı. Fakir piç.
Sf: 329
Uyumuş kalmışım. Sesleri duyabiliyorum: “Böyle adam sevilir mi, ben olsam bir daha yüzüne bakmam, Allah cezasını versin öyle erkeğin…” İşte, kazın ayağı öyle değil. Ben, bir zamanlar az ya da çok sevmiş olduğum, beni bir parça bile olsa sevdiğini gördüğüm hiç kimse için kötü dilekte bulunamam.
Dünyanın en zor şeyi böyle uzak mesafeli, gelgit aşklar. İnsanı tersine evrimleştirip şebeğe çeviriyor. Yürümez, yürümeyecek, daha neye zorlatıyorsunuz.
Tamam, aşk var ama aşk bir tarafın öteki tarafı sömürüsüne denmiyor. Asalaklığa aşk dememeliyiz. Vazgeçmek için birçok sebep buldum. Aramadım.
Sf: 332
Olsa aşk’ın a’sı şapkalı olurdu kuzum. Ne kadar süslüyse o kadar güzel değil.
Sf: 333
Hayat özetle bu. Hamsi kamyonu peşinden gelip Ankara halinde mahsur kalmış göçmen martım.
En kötüsü de Ankara martısı olmaktır keza.

Doktrin: Doğduğunuzda nasıl bir dünyaya geldiğinizi bilmezsiniz. Bu sadece başkaları için güzeldir. Ayni şey aşık olduğunuzda da geçerli.” – Bilinmeyen