Berbat bir kitap, edebi bir eser değil. Sert seksten başka bir şey barındırmıyor. Para için hazırlanmış bir proje gibi duruyor. Didaktik değil, alegori zaten aramayın. Parama ve zamanıma çok acıdım. Neden bu kadar popüler olduğunu da anlamadım. En azından özetini okuyabilirsiniz.

Sf: 12
Birebir röportajlar konusunda hiç bir zaman rahat olamamıştım; odanın arka tarafında dikkat çekmeden oturacağım bir grup tartışmasının anonimliğini her zaman tercih ederdim.

Sf: 17
“Ben işi şansa bırakmam, Bayan Steele. Bana ne kadar çok çalışırsam şansım o kadar çok artıyor gibi geliyor. İşin sırrı, takımınızda doğru insanları bulundurmakta ve enerjilerini uygun şekilde yönlendirmekte. Sanırım Harvey Firestone’un sözüdür: “İnsanların büyümesi ve gelişmesi, liderliğin en büyük görevidir.”
“Ayrıca, muazzam güç, gizli hayallerinizde, kendi kendinizi dünyaya her şeyi kontrol etmek üzere geldiğinize inandırmaktan geçer.”

Sf: 19
“Kem kendimi hem etrafımdakileri kontrolü severim.”
“Yani bir şeylere hâkim olmak istiyorsunuz?” Sen bir kontrol manyağısın.

Sf: 20
“İşiniz için, aile hayatınızdan fedakârlık yapmak zorunda kalmışsınız.”
“Bu bir soru değil.” Sesi aksiydi.
“Özür dilerim.” Yüzümü buruşturdum; kendimi beceriksiz bir çocuk gibi hissetmeme neden olmuştu.

Sf: 25
Tamam, çok çekici, kendinden emin, hükmedici, kendiyle barışıktı ama diğer yandan küstahtı ve kusursuz tavırlarına rağmen despot ve soğuktu.

Sf: 26
Hız kadranına göz attım. Arabayı her zamankinden daha temkinli kullanıyordum. Ve bunun, bana dik dik bakan delici gri gözler ve arabayı dikkatli kullanmamı söyleyen sert sesin anısı yüzünden olduğunu biliyordum. Kafamı sallarken, Grey’in olduğundan iki kat yaşlı bir adam gibi davrandığını fark ettim.

Sf: 35
Uzun parmaklı, güzel ve bakımlı eliyle işaret ederek, “Önden buyurun,” diye mırıldandı.

Sf: 36
Peşinden gelirken arkama baktım.
“Burada uzun zamandır mı çalışıyorsunuz?” Sesi alçaktı ve bana bütün dikkatini vererek bakıyordu. Kızardım. Üzerimde niye böyle lanet bir etkisi vardı? Kendimi on dört yaşında gibi beceriksiz hissediyordum ve her zamanki gibi saçmaladığımı düşünüyordum.

Sf: 38
Gözümde istem dışı canlanan kot pantolonsuz görüntüsünü kovmaya çalıştım.
Sf: 39
Dudakları, derin bir nefes alır gibi aralandı ve gözlerini kırpıştırdı. Saniyenin onda birlik bir diliminde bir şekilde kaybolmuş gibi baktı, Dünya ekseninde kaydı.
Sf: 41
Gülümsedi ve ardından, naylon çantayı omzuna atarak beni titreyen, köpüren bir dişilik hormonları kütlesi halinde bırakarak, yenilenmiş bir karanlıkla dükkândan dışarı çıktı.

Sf: 45
“Sabırsızlıkla bekliyorum, Bayan Steele.” Gözlerindeki hınzır pırıltıyı görür gibi gibiydim. Dört küçük kelimeye böylesine heyecan verici bir vaat katmayı nasıl başarıyordu? Telefonu kapattım.
Sf: 47
Kate, Grey’in elini sertçe ve gözünü bile kırpmadan sıktı. Kendime onun Washington’daki en iyi okullara gittiğini hatırlattım. Ailesinin parası vardı; kendinden ve dünyadaki yerinden emin büyümüştü. Kimsenin ona kötü davranmasına izin vermezdi. Ona hayrandım.

Sf: 49
Bay Asker Tıraşı’na, “Seni ararım, Taylor,” diye mırıldandı. Taylor koridorda uzaklaşırken, Grey yakıcı gri bakışlarını bana çevirdi. Lanet olsun… Yanlış bir şey mi yapmıştım?

Sf: 50
“Ana, o adamda bir şeyler var.” Sesi uyarı yüklüydü. “Muhteşem olduğuna katılıyorum, ama tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Özellikle de senin gibi biri için.”
Gücenerek. “Özellikle senin gibi biri için derken ne demeye çalışıyorsun?” diye sordum.
Biraz sinirli bir sesle, “Senin gibi masum biri, Ana. Ne demek istediğimi biliyorsun,” dedi. Kızardım.
Sf: 51
Süitten çıkınca, Christian Grey’i kuşe kâğıda basılmış üst düzey bir dergi için poz veren bir erkek model görüntüsüyle duvara yaslanmış, beni beklerken buldum.
Sf: 52
Hâlâ elimi tutuyordu. Sokaktayım ve Christian Grey elimi tutuyor. Daha önce elimi tutan kimse olmamıştı.
Sf: 53
Onu bütün gün izleyebilirdim. Uzun boylu, geniş omuzlu, inceydi. Hele o pantolonunun kalçalarından düşecek gibi duruşu… Ah, Tanrım… Parmaklarını bir ya da iki kez artık kurumuş, ama hâlâ dağınık olan saçlarının arasından geçirdi. Mmm… Bunu ben de yapmak isterdim.

Sf: 56
“Tek çocuk musun?” diye sordu.
 Vay canına… Sürekli yön değiştiriyordu.
“Evet.”
“Bana annen ve babandan bahset.”
Bunu neden bilmek istiyordu ki? Çok sıkıcıydı.

Sf: 59
“Rica ederim, Anastasia. Benim için zevkti. Gel,” diye emrederek elini uzattı. Şaşkınlık içinde elini tuttum ve peşi sıra kafeden çıktım.

Sf: 60
Her şey o kadar hızlı olup bitmişti ki bir an düşerken bir sonrakinde kollarının arasındaydım ve beni sımsıkı göğsünde tutuyordu. Temiz, sağlıklı kokusunu içime çektim. Yeni yıkanmış çarşaf ve pahalı vücut şampuanı kokuyordu. Baş döndürücüydü. Derin bir nefes aldım.

Sf: 61
“Anastasia, benden uzak durmalısın. Ben sana uygun adam değilim,” diye fısıldadı. Ne? Bu da nereden çıktı şimdi? Bunun kararını ben vermeliydim, değil mi? Kaşlarımı çattım; reddedilmek başımı döndürmüştü.

Sf: 63
 Hiç sahip olmadığım bir şeyi kaybettiğim için ağlıyordum. Ne saçma. Hiç olmamış bir şeyin, altüst olmuş umutlarımın, hayallerimin ve tadı kaçan beklentilerimin yasını tutmak.

Sf: 64
“Ağlamışsın sen.” Bazen lanet olası bariz olanı ifade etmek konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahipti. “O piç sana ne yaptı?” diye kükrerken yüzü… Tanrım, korkutucuydu.

Sf: 68
“Bu kart ne anlama geliyor?”
“Hiçbir fikrim yok. Sanırım bir uyarı. Dürüst olmak gerekirse, beni sürekli uyarıyor. Nedeni konusunda hiçbir fikrim yok.”

Sf: 70
“Anastasia, neredesin? Hemen söyle.” Sesi… her zamanki gibi despot ve kontrol manyağı kıvamındaydı.

Sf: 71
Çekingen bir sesle, “Alo,” dedim. Bunu beklemiyordum.
“Seni almaya geliyorum,” dedi ve telefonu kapattı. Sadece Christian Grey’in sesi aynı anda hem sakin hem tehditkâr çıkabilirdi.

Sf: 77
Gömleğinin üst düğmeleri açıktı ve aradan bir tutam tüy görüyordum. Sarhoş kafayla ağızlara layık görünüyordu.

Sf: 78
Başım dönmeye başlamıştı. Ah, hayır… ve yerin yüzüme doğru yükseldiğini fark ettim. Ya da bana öyle gelmişti. Christian Grey’in kollarında bayılmadan önce duyduğum son şey, sert sövgüsü oldu.
“Siktir!”

Sf: 79
Baş ucu komodinine baktım. Üzerinde bir bardak portakal suyu ve iki tablet duruyordu. Advil. Bir kontrol manyağı olarak her şeyi düşünmüştü. Doğrulup tabletleri yuttum.

Sf: 80
Lanet olsun, spor yapmıştı. Kalçalarından düşecek gibi duran gri bir eşofman altı ve saçları gibi terden rengi koyulaşmış gri, kolsuz bir tişört giymişti. Christian Grey’in teri kavramı bana tuhaf şeyler yapıyordu.
Bana bakarken gri gözleri koyulaşmıştı ve her zaman olduğu gibi, ne düşündüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Düşünce ve duygularını saklamayı çok iyi beceriyordu.

Sf: 82
Gözleri kısıldı ve sonra yüzünde ahlaksız bir sırıtış belirdi. İnsanı etkisiz hale getiren bir gülümsemeydi. Bir an kafam karışık ve öfkeliyken, bir sonrakinde muhteşem gülümsemesine bakakalıyordum. Vay canına. Büyülenmiştim ve nedeni, çok nadir gülümsemesiydi.

Sf: 83
Karmaşıktı ve kafa karıştırıcıydı. Bir an beni geri püskürten, bir sonrakinde on dört bin dolarlık kitaplar gönderiyor ve sonra da sapık gibi izimi sürüyordu. Bütün bunlara rağmen, geceyi oteldeki süitinde geçirmiştim ve kendimi güvende hissediyordum. Korunaklı. Beni yanlış algılanmış bir tehlikeden kurtulmaya gelecek kadar önemsiyordu. Kara şövalye.

Sf: 86
Bana küçük bir çaydanlık dolusu sıcak su uzattı ve tabağında, Twinings İngiliz kahvaltı çayı duruyordu. Tanrım, çayımı nasıl sevdiğimi hatırlıyordu.
“Saçların fazla ıslak,” diye azarladı.
Mahcup mahcup, “ Saç kurutma makinesini bulamadım,” diye mırıldandım.

Sf: 90
Telefonu bıraktı. Lütfen ya da teşekkürler yoktu.

Sf: 91
Hele Grey böyle asık suratlıyken. Hımm, küçük bir oğlan çocuğu gibi. Bu düşünce beni eğlendirmişti.
“Uslu kız,” dedi. “Saçlarını kurutunca seni eve bırakacağım.”
Sf: 93
Hiç kimseyle yatmamış olması? Bâkir miydi yoksa? Nedense bundan şüpheliydim. Ona hayretle bakarak olduğum yerde durdum. Karşılaştığım en gizemli insandı.
Onu uyurken seyredebilecek bilinçte olmak için neler vermezdim? Onu savunması haliyle görmek için.
İşim bitince banyoya gittim. Dişlerimi fırçalamak istiyordum. Gözüm Christian’ın diş fırçasına takıldı. Bu, onun ağzımın içinde olması gibi bir şey olurdu. Hımm… Suçlu bir tavırla omzumun üstünden kapıya bakarak fırçanın tellerine dokundum. Nemliydiler. Biraz önce kullanılmış olmalıydı. Fırçayı hızla kaparak diş macunu sürdüm ve dişlerimi müthiş bir hızla fırçaladım. Kendimi çok yaramaz hissediyordum. Ne heyecandı ama.

Sf: 94
Bana bakarak, “Dişlerini fırçalamışsın,” dedi.
“Senin fırçanı kullandım.”
Dudakları yarım bir gülümsemeyle büküldü. “Ah, Anastasia Steele. Ben seninle ne yapacağım?

Sf: 95
“Ne dinliyoruz?”
“Delibes’in Lakmé operasından Çiçek Düeti. Hoşuna gitti mi?”
“Christian, harika bir şey bu.”

Sf: 96
Direksiyondaki bir düğmeye bastı.
“Grey,” dedi. Çok kabaydı.
“Bay Grey, benim, Welch. İstediğiniz bilgi için arıyorum.” Hoparlörden hışırtılı, bedensiz bir ses yükseliyordu.
“İyi. E-postayla gönder. Başka bir şey?”
 “Hayır, efendim.”
Düğmeye bastı, görüşme sona erdi ve müzik geri geldi. Ne bir hoşça kal ne de bir teşekkür. Onun için çalışma fikrini hiçbir zaman ciddiye almadığıma o kadar seviniyordum ki. Düşüncesi bile ürperticiydi. Çalışanlarına karşı fazla soğuk ve kontrolcüydü.

Sf: 103
Ve işte, mavi harflerle yazılı GREY ŞİRKETLER TOPLULUĞU adını ve logosunu taşıyan beyaz helikopter oradaydı. Bunun şirket malını kötüye kullanımı olduğuna hiç şüphe yoktu.

Sf: 105
Güzel bir profili vardı. Düz bir burun, köşeli bir çene, dilimi çenesinin üstünde gezdirmek isterdim. Tıraş olmamıştı ve kirli sakalı iki kat baştan çıkarıcıydı. Mmm… Sertliğini dilimin, parmaklarımın altında, yüzümde hissetmek isterdim.

Sf: 108
Gittikçe yaklaşıyor, yaklaşıyor, büyüdükçe büyüyordu… kaygılarım gibi. Tanrım, umarım onu hayal kırıklığına uğratmam. Beni bir şekilde noksan bulacaktı.

Sf: 111
“İyi misin?”
“Evet.”
“Elbette öyledir. İyi yapamadığın herhangi bir şey var mı?”
“Evet… çok az şey.”

Sf: 113
“Bu anlaşma, bu akşam benimle sevişeceğin anlamına mı geliyor, Christian?” Lanet olsun. Bunu gerçekten söylemiş miydim? Ağzı hafifçe aralandıysa da hızla toparlandı.
“Hayır, Anastasia, gelmiyor. Öncelikle ben sevişmem. Beceririm… çok sert. İkincisi halledilecek başka evrak işleri var. Ve üçüncü olarak henüz nasıl bir işe bulaştığını bilmiyorsun. Hâlâ arkana bakmadan kaçabilirsin. Gel, sana oyun odamı göstermek istiyorum.”

Sf: 116
Ama tuhaftır ki korkum ona karşı değildi. Canımı yakmayacağını, en azından rızam olmadan yakmayacağını biliyordum.

Sf: 117
Christian sesinde aldatıcı bir yumuşaklıkla, “Bir şey söyle,” diye emretti.
“Bunu sen mi insanlara yapıyorsun, onlar mı sana yapıyorlar?”
“İnsanlar mı?” Cevabını düşünürken gözlerini birkaç kez kırptı. “Bunu, yapmamı isteyen kadınlara yapıyorum.”
Anlamıyordum.
“İstekli gönüllülerin varsa benim burada ne işim var?”
“Çünkü bunu seninle yapmayı çok istiyorum.”
“Ah.” İç geçirdim. Neden?
     
Ağır adımlarla odanın uzak ucuna yürüdüm ve elimle bel hizasındaki minderli sıraya vurup parmaklarımı derinin üzerinde dolaştırdım. Kadınların canını yakmayı seviyor. Bu düşünce canımı sıkmıştı.
“Sen bir sadist misin?”
“Ben Hâkimim,” Gözleri, yoğun, yakıcı bir griydi.
“Bu ne demek?” diye fısıldadım.
“Her şeyde, bana kendi rızanla teslim olmanı istiyorum demek.”
Bu düşünceyi sindirmeye çalışırken kaşlarımı çattım.
“Bunu neden yapayım?”
Kafasını yana eğerek, “Bana zevk vermek için,” diye fısıldadı. Belli belirsiz bir gülümseme görür gibi oldum.
Ona zevk vermek mi? Ona zevk vermemi istiyor! Sanırım ağzım açık kalmıştı. Christian Grey’e zevk ver. Ve o anda, yapmak istediğim şeyin tam olarak bu olduğunu fark ettim. Benden sonuna kadar keyif almasını istiyordum. Bu bir vahiy gibiydi.
Yumuşak bir sesle, “Çok basit bir ifadeyle, beni memnun etmek istemeni istiyorum,” dedi. Sesi hipnotize ediciydi.

Sf: 119
Akıl almayacak kadar büyük odaya döndüğümüzde, derin bir korkuyla doluydum. Bir uçurumun kenarındaydım ve atlayıp atlamamaya karar vermem gerekiyordu.

Sf: 120
“Evrak işlerinden bahsetmiştin.”
“Evet.”
“Ne tür bir evrak işi?”
“Şey, gizlilik sözleşmesinin haricinde, ne yapıp ne yapmayacağımızı söyleyen bir kontrat. Sınırlarını bilmem gerek. Sen de benimkileri bilmelisin. Bu karşılıklı rızaya dayanan bir şey, Anastasia.”
“Ya yapmak istemezsem?”
“Sorun değil,” dedi dikkatle.
“Ama hiçbir ilişkimiz olamayacak?” diye sordum.
“Hayır.”
“Neden?”
Omuz silkti. “Ben böyleyim.”
“Nasıl böyle oldun?”
 “İnsanlar neden oldukları gibidir? Bunu cevaplamak zor. Neden bazı insanlar peyniri severken, diğerleri nefret eder.

Sf: 121
“Uzun süredir mi böylesin?” diye sordum.
“Evet.”
“Bunu yapmak isteyecek kadın bulmak kolay mı?”
Bana tek kaşını kaldırdı.
Kuru bir sesle, “Şaşırırsın,” dedi.
“O zaman neden ben? Gerçekten anlamıyorum.”
“Anastasia, sana söyledim. Sende bir şey var. Seni kendi haline bırakamıyorum.”
“Aleve uçan pervane gibiyim,” dedi. Sesi boğuklaşmıştı. “Seni çok fena istiyorum, özellikle şu anda, yine dudağını ısırırken.”
“Kaç kadın?” Soru ağzımdan kaçıvermişti, ama merak etmemiştim.
“On beş.”
Ah… sandığım kadar çok değildi.
“Uzun süreli mi?”
“Bazıları, evet.”
“Kimsenin canını yaktın mı?”
“Evet.”
Tanrı aşkına.
“Çok mu?”
“Hayır.”
“Benim canımı yakacak mısın?”
“Ne demek istiyorsun?”
“Fiziksel olarak, benim canımı yakacak mısın?”
“İstediğin zaman seni cezalandıracağım ve acı verici olacak.”
Sanırım biraz başım dönmüştü. Şarabımdan bir yudum daha aldım. Alkol, bana cesaret verecekti.
“Hiç dövüldün mü?” diye sordum.
“Evet.”
Ah… işte bu beni şaşırtmıştı.

Sf: 124
“Kıyafetler için para kabul etme konusunda emin değilim. Bana yanlış geliyor.” Kafamın içinde çınlayan “fahişe” kelimesiyle huzursuz bir tavırla kıpırdandım.

Sf: 125
“Hayır, bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum.” Kurallarına baktım. Ağda? Nereye? Her yere mi? Iyyk.

Sf: 129
“Sen çok cesur bir genç kadınsın,” diye fısıldadı. “Sana hayranım.”
Kelimeleri beni kışkırtmıştı; kanım alev alevdi. Eğilip dudaklarımı usulca öptü ve alt dudağımı emdi.
Ağzını ağzımdan ayırmadan, “Bu dudağı ısırmak istiyorum,” diye mırıldandı ve dudağımı dikkatle, dişlerinin arasına alıp çekti. İnledim. Gülümsedi.

Sf: 131
“Ah, Ana,” diye soludu. “O kadar güzel bir tenin var ki, açık renk ve pürüzsüz. Her santimini öpmek istiyorum.”
Kızardım… Ah, Tanrım. Neden sevişmeyeceğini söylemişti? İstediği her şeyi yapardım. Saçımdaki tokayı kavrayıp çekti ve saçlarım omuzlarımdan aşağı dökülürken iç geçirdi.

Sf: 132
Onu önümde, dizlerinin üstünde görmek, ağzını üzerimde hissetmek çok beklenmedik ve seksiydi.Öne eğildi ve burnunu bacaklarımın arasındaki uç noktaya sürttü. Onu hissediyordum. Orada.
“O kadar güzel kokuyorsun ki,” diye mırıldanarak gözlerini yumarken yüzünde saf bir zevk vardı. Neredeyse kıvanıyordum.

Sf: 134
Yavaşça memelerimi kavradı.
“Avuçlarıma tam uyuyorsun, Anastasia,” diye mırıldandı.
Hayranlık dolu bir sesle, “Çok hoş,” diye fısıldayınca, meme uçlarım daha da sertleşti.
Mememe yavaşça üflerken, elini diğer mememe kaydırdı. Başparmağıyla meme ucumu kıvırıp uzattı. Kasıklarıma kadar hissettiğim tatlı bir duyguyla inledim. Fena ıslanmıştım. Parmaklarım çarşafı daha sıkı kavrarken, içimden, Ah lütfen, diye yalvardım. Dudakları diğer mememin üstüne kıvrıldı ve ucunu çekince, neredeyse sarsıldım.
“Bakalım seni bu şekilde boşaltabilecek miyiz?” diye fısıldayarak ağır şehvet saldırısını sürdürdü. Meme uçlarım, bütün sinir uçlarımı bedenimin tamamının tatlı bir ıstırapla şakımasına neden olacak şekilde uyaran ustalıklı parmaklarının ve dudaklarının enfes yükünü taşıyordu. Durmak bilmiyordu.
Bedenim sarsılarak binlerce parçaya bölünürken ellerinde dağıldım. Beni öperken, ağzımın içindeki dili çığlıklarımı yutuyordu.

Sf: 135
“Şimdi sizi becereceğim, Bayan Steele.” Diye mırıldandı. “Çok sert,” diye fısıldadı ve kendini hızla içime itti.

 Sf: 136
Nefes nefese, “Benim için boşal, Ana,” diye fısıldadı. Kelimeleriyle çözüldüm ve doruğa ulaşıp altında milyonlarca parçaya dağılarak erkekliğinin etrafında patladım. Boşalırken adımı haykırdı, sertçe abandı ve sonra içimde boşalırken kıpırdamadan durdu.

Sf: 137
Onca patırtının nedenini artık biliyordum. İki orgazm… Dikiş yerlerinden yırtılmak, çamaşır makinesinin bir anda su alması gibi, bir anda boşalmak… Vay canına. Bedenimin nelere muktedir olduğundan, nerece kasılıp nasıl şiddetle ve hoşnutlukla gevşeyebileceğinden habersizdim.

Sf: 138
“Sana arkadan sahip olacağım, Anastasia,” diye mırıldandı ve diğer eliyle, ensemdeki saçlarımı avuçlayıp yavaşça çekerek beni olduğum yere sabitledi.

Sf: 139
Başparmağını yavaşça içime itti ve olduğu yerde çevirerek vajinamın ön duvarını okşadı. Etkisi çıldırtıcıydı; bütün enerjim bedenimin içindeki tek bir küçük noktaya konsantre olmuştu.
“Ne kadar çabuk, ne kadar çok ıslandın. Çok duyarlısın. Ah, Anastasia. Bu hoşuma gidiyor. Bu çok hoşuma gidiyor,” diye fısıldadı.
Kulağıma, “Tadına bak,” diye soludu. “Em beni, bebeğim.” Parmağını dilime bastırıyordu. Ağzım parmağının etrafına örtüldü ve çılgıncasına emmeye başladım. Başparmağının tuzlu tadını ve kanın cılız metalik kokusunu duyabiliyordum. Lanet olsun. Yanlaştı, ama bir o kadar da erotikti.

Sf: 140
“Ah, lütfen,” diye yalvardım. Daha fazlasını kaldırabileceğimden emin değildim. Bedenim öylesine gerilmişti ki gevşemek için kıvranıyordu.
“Canın yansın istemiyorum, bebeğim,” diye mırıldandı ve tatlı, aheste işkencesini sürdürdü. Arkaya, öne. “Yarın, her kıpırdayışında, orada olduğumu hatırlamanı istiyorum. Sadece benim. Sen benimsin.”
İnledim.
“Lütfen, Christian,” diye fısıldadım.
“Ne istiyorsun, Anastasia. Söyle bana.”
Yine inledim. Geri çekildi ve kalçasıyla daire çizerek, yavaşça içime döndü.
“Söyle bana,” diye mırıldandı.
“Seni, lütfen.”
Ritmi fark edilemeyecek kadar arttırdı, nefesi daha çılgın bir hal almıştı. İçim hareketlenmeye başlarken Christian da ritmi hızlandırdı.
Her girişin arasında, “Sen. Çok. Tatlısın,” diye mırıldanıyordu. “Seni. O. Kadar. Çok. İstiyorum. Ki.”
İnledim.
“Sen. Benimsin. Benim için gel, bebeğim,” diye homurdandı.
Kelimeleri beni çözüyor, uçurumdan aşağı itiyordu, bedenim organlarının etrafında sarsıldı ve adının anlaşılmaz bir halini yatağa doğru haykırarak boşaldım.

Sf: 142
Geniş omuzları, daracık kalçaları vardı ve yürürken karın kasları dalgalanıyordu. Gerçekten göz alıcıydı.
“Yatağa,” diye emretti. “Sabah çok bitkin olacaksın.”
“Uyandığımda orada yoktun.”
“Uyumakta güçlük çekiyorum ve birisiyle birisiyle uyumaya alışık değilim,” diye mırıldandı. Ruh halini kavrayamamıştım. Biraz umutsuz görünüyordu, ama karanlıkta ayırt etmesi güçtü. Belki de çaldığı parçanın tonu yüzündendi. Kolunu bana doladı ve nazik hareketlerle yatak odasına yönlendirdi.
“Ne zamandır çalıyorsun? Çok güzel çalıyorsun.”
“Altı yaşımdan beri.”
“Ah…” Christian’ın altı yaşındaki hali… Zihnimde bakır rengi saçlı, gri gözlü güzel bir oğlan çocuğu imgesi canlandı ve kalbim eridi. İnanılmaz hüzünlü müzikler seven, dağınık saçlı bir oğlan.

Sf: 143
Çıplak göğsünü daha önce görmediğimi fark ettim. Dokunmanın nasıl bir his olacağını görmek için, içgüdüsel olarak parmaklarımı göğsündeki az sayıdaki koyu renk tele uzattım. Derhal uzanamayacağım bir mesafeye geri çekildi.
“Uyu, tatlı Anastasia,” diye mırıldandı. Gözlerimi yumdum, ama ya müzikten ya da Christian’ın tavrından ötürü, bir melankoli tortusu hissetmekten kendimi alamıyordum. Christian Grey’in hüzünlü bir yanı vardı.

Sf: 145
Az önce becerilmiş kadın saçı bana yakışmıyordu.

Sf: 147
Az önce düzüştüm saçı ona gerçekten, gerçekten yakışıyordu. Tıpkı ona özel kirli sakal gibi.

Sf: 148
Ona kızgın kalmak zordu. Özellikle de kendisinden hiç beklenmeyecek bir oyunbazlık sergilediği zamanlarda.

Sf: 149
Otururken, “Ne kadar sızlıyor?” diye sordu. Kızardım. Neden bu kadar özel sorular sormak zorunda?

Sf: 152
“Ne bilmek istiyorsun?” diye sorarken elini kaldırıp parmaklarını yanağımdan çeneme doğru kaydırdı ve dosdoğru gözlerime bakabilmek için başımı arkaya itti. İçin için kıvranıyordum. Bu adama yalan söyleyemezdim.
“Şu anda özel bir şey yok,” diye fısıldadım.

Sf: 154
“Çok güzel kokuyorsun, Anastasia.”
Bütün bedenim titremeyle sarsıldı. Bir küvette, Christian Grey’le birlikte çıplaktım. O da çıplaktı. Dün oteldeki süitinde uyandığımda, biri bana bunu yapacağımı söylese, inanmazdım.

Sf: 155
Gittikçe büyüyen ereksiyonu arkama baskı yapıyordu. Ona böyle hissettiren şeyin benim vücudum olduğunu bilmek, müthiş bir tahrik nedeniydi.
Bu adamın karşısında cinsel bir kölelik altındaydım ve kıpırdamama izin vermiyordu.
“Bence artık yeterince temizlendin,” diye mırıldanarak durdu. Ne? Hayır! Hayır! Hayır! Nefesim kesik kesikti.
“Neden duruyorsun,” diye iç geçirdim.
“Çünkü senin için başka planlarım var, Anastasia.”

Sf: 156
Ne… Ah, Tanrım… ama… ben… bu hiç de adil değil.

Sf: 157
“Tanrı aşkına. Daha ne kadar ileri gidebilirsin?” diye fısıldadı.
Hımm… Onu gırtlağımın gerisinde hissedecek şekilde, ağzımın derinliğine çekip tekrar çıkardım. Dilim ucunun etrafında dolaştı. O benim Christian Grey esanslı lolipopumdu. Daha sert, çok daha sert emerek onu daha derine bastırırken, dilimi etrafında dolaştırmayı sürdürdüm. Hımm… Zevk vermenin, şehvetli bir özlemle kıvranmasını izlemenin bu kadar tahrik edici olabileceğini hiç düşünmemiştim. İçimdeki tanrıça salsa hamleleriyle Latin dansları yapıyordu.
“Anastasia, ağzına boşalacağım.” Boğuk sesi bir uyarıydı. “Bunu yapmamı istemiyorsan hemen şimdi dur.” Kalçalarını bir kez daha öne iterken, gözleri açık, temkinli ve şehvetli bir ihtiyaçla –bana duyduğu ihtiyaçla– doluydu. Ağzıma duyduğu ihtiyaçla… Ah, Tanrım.
Elleri saçlarımı gerçekten sımsıkı kavramıştı. Bunu yapabilirdim. Onu ağzımın daha da derinine ittim ve anlık bir aşırı özgüvenle, dişlerimi açığa çıkardım. Bu onu uçurumdan aşağı itti. Haykırarak hareketsizleşti ve ılık, tuzlu sıvının gırtlağımdan aşağı aktığını hissettim. Hızla yutkundum. Iykk! Bundan emin değildim. Ama ona tek bakışın ardından, umurumda değildi. Banyoda, benim sayemde kendinden geçmişti.

Sf: 159
Aniden, “Bana güveniyor musun?” diye sordu. Bir anda ona güvendiğimi fark ederek iri iri açılmış gözlerle kafamı salladım. Bana şimdi ne yapacaktı? İçimde elektrikli bir heyecan dolaşıyordu.

“Aferin kızıma,” diye solurken başparmağını alt dudağıma sürtüyordu.

Sf: 160
Yumuşacık bir sesle, “Bana cevap ver,” dedi.
“Ellerimi kıpırdatmayacağım.” Nefes nefeseydim.
“Aferin kızıma,” diye mırıldandı ve kasıtlı olarak dilini dudaklarımın üstünde dolaştırdı.

Sf: 162
Cinsel organıma boydan boya üfledi. Ah, siktir…
“Hoşuna gitti.” Kasık tüylerimi çekti. “Belki bunu bırakırız.”
“Ah… lütfen,” diye yalvardım.
“Hımm… Bana yalvarmana bayılıyorum, Anastasia.”
İnledim.
Lanet olası. Haykırdım ve orgazmın gücü her şeyi sıfırlar ve hükümsüz kalırken, dünya bir çukura batarak görüş alanımdan kayboldu.

Sf: 163
Bağlı ellerimi boynuna geçirdim ve ona elimden geldiğince sarıldım. O anda bu adam için her şeyi yapacağımı biliyordum. Beni tanıştırdığı bu harika şey hayal edebileceğim her şeyin çok ötesindeydi. Ve işi, daha ileri, çok daha ileri, benim, masumiyetimle hayal dahi edemeyeceğim bir yere götürmek istiyordu. Ah, ne yapmalı?
Dirseğine abandı ve gri gözlerinde yoğun bir bakışla bana baktı.
“Birlikte ne kadar iyiyiz, değil mi?” diye mırıldandı. “Kendini bana verirsen çok daha iyi olacak. Bana güven, Anastasia. Seni varlığından haberdar dahi olmadığın yerlere götürebilirim.”

Sf: 165
“Christian, hareket edemiyorum.”
Sırıtışı daha da genişledi ve eğilip kravatı çözdü. Kravatın dokuma deseni bileklerime iz bırakmıştı. Bu… seksiydi. Christian bana bakıyordu.

Sf: 170
“Bir telefon açacağım,” diye mırıldandım. Kate’in sesini duymak istiyordum. Kaşlarını çattı.
“Fotoğrafçıya mı?” Çenesi kasılmıştı ve gözlerinden alevler çıkıyordu. Gözlerimi kırpıştırdım. 
“Paylaşmayı sevmem, Bayan Steele. Bunu aklınızdan çıkarmayın.”
Sakin ve ürpertici ses tonu bir uyarıydı ve bana uzun, soğuk bir bakış attıktan sonra yatak odasına yöneldi.
Lanet olsun. Arkasından, Ben sadece Kate’i aramak istemiştim, diye seslenmek istedim, ama ani soğukluğu beni felç etmişti. Yarım saat önce benimle sevişen o cömert, gevşemiş, gülümseyen adama ne olmuştu?
Yoldan çıkmış bir delikanlıya, kötü tavırlı bir rock yıldızına veya bir podyum mankenine benziyordu. Onun soğukkanlılığının onda birine sahip olmayı dileyerek iç geçirdim. O kadar sakin ve kontrollüydü ki.

Sf: 171
“Sorun ne, Anastasia?” diye sordu. Zihnimde bir şeylerle boğuştuğumu nereden biliyordu? Uzanıp çenemi çekti.
“Dudağını ısırmayı bırak yoksa seni asansörde beceririm ve bizden başka kimin bindiği umurumda olmaz.”

Sf: 172
“İtaatini ne kadar çabuk alırsam o kadar iyi olacak; o zaman bütün bunlara bir son verebiliriz,” diye mırıldandı.

Sf: 173
Sokaklarda yol alırken, insanlar bize bakıyordu. Bir an ona baktıklarını düşündüm… ve sonra çok paranoyak bir parçam, insanların, son iki saattir neler yaptığımı bildikleri için bana baktıklarını düşünmeye başladı. Ama sonunda araba yüzünden olduğunu fark ettim. Christian bakışlardan habersiz, düşüncelere dalmış gibiydi.

Sf: 174
Garson içki siparişlerimizi aldı. Christian’ı görünce kızarmıştı. Sarı uzun perçemlerinin arkasına gizlenerek göz temasından kaçınıyordu. Onu beğeniyordu. Yalnız değilim!

Sf: 175
“Kimseyle birlikte uyumamış, kendi yatağımda seks yapmamış ve hiçbir kızı Charlie Tango’yla uçurmamış, hiçbir kadını ailemle tanıştırmamıştım. Bana ne yapıyorsun böyle?” Gözleri yanıyor, yoğunlukları nefesimi kesiyordu.
“On beş yaşındayken, annemin arkadaşlarından biri beni baştan çıkardı.”
“Ah.” Lanet olsun, çok küçük bir yaştı.
“Çok özel zevkleri vardı. Altı yıl boyunca onun itaatkârı oldum.” Omuz silkti.
“Ah.” Bu itirafı karşısında beynim donmuş, işlemez hale gelmişti.
“Yani ne demek olduğunu biliyorum, Anastasia.” Gözleri anlayışla parlıyordu.
Herhangi bir ses çıkarmayı başaramayarak durdum. Bilinçaltım bile sessizleşmişti.
“Yani seksle tanışmam sıradan değildi.”
Merakım beni zorluyordu.
“Yani üniversitede kimseyle çıkmadın?”
“Hayır.” Vurgulamak için kafasını salladı.
Kâselerimizi almaya gelen garson, konuşmamızı kısa bir kesintiye uğrattı.
O uzaklaşınca, “ Neden?” diye sordum.
Küçümseyici bir gülümsemeyle baktı.
“Gerçekten bilmek istiyor musun?”
“Evet.”
“İstemedim. Tek istediğim ve ihtiyaç duyduğum oydu. Hem ayrıca, canıma okurdu.” Sevgiyle gülümsedi.

Ne itiraftı ama. İtaatkâr Christian… Lanet olsun. Pinot Grigio’dan büyük bir yudum aldım. Elbette haklıydı, çok lezzetliydi. Tanrım, bütün bu açıklamalar, düşünecek ne çok şeyim olmuştu. Bunları kafamda işlemek için zaman ihtiyacım vardı; yalnız kalınca, dikkatim varlığıyla dağılmazken. O kadar baskın, öylesine alfa erkeğiydi ki.

Sf: 178
Yakıcı samimiyeti, arzusu gözlerine yansıyordu. Anlamadığım, temel olarak buydu. Neden ben? Neden o on beş kişiden herhangi biri değil? Ah, hayır. Yoksa ben de bu mu olacaktım? Bir sayı? On altı kişiden biri?
“On beşinciye ne oldu?” deyiverdim.

Sf: 179
“Şu anda ne düşündüğünü öğrenmek için her şeyi verirdim,” diye mırıldandı. İyice kızardım.
“Aklını hayır, Anastasia, ama vücudunu dünden beri gayet iyi tanır oldum.” Sesi manidardı. Bir ruh halinden diğerine nasıl böyle hızla geçebiliyordu? O kadar değişkendi ki. Ona ayak uydurması güçtü.
“İçeri gelmek ister misin?” diye sordum. Gitmesini istemiyordum. Birlikte geçireceğimiz zamanı uzatmak istiyordum.
“Hayır, yapamam gereken işler var,” demekle yetindi. Bana bakarken, ifadesini anlamak güçtü.
Ellerime baktım ve parmaklarımı birbirine kenetledim. Birden duygusallaşmıştım. Gidiyordu. Uzanıp ellerimden birini tuttu ve usulca ağzına götürerek elimin üst kısmını öptü. Ne eski moda ve tatlı bir jestti. Yüreğim ağzıma gelmişti.
Neden böyle birden terk edilmiş gibi hissetmiştim kendimi? Gırtlağıma bir yumru oturdu. Beni böyle görmesine izin vermemeliydim.

Sf: 180
“Ah, bu arada, üzerimde senin iç çamaşırın var.” Ona küçük bir gülümseme gönderirken, görebilsin diye, üzerimdeki baksırın lastiğini yukarı çektim. Christian’ın ağzı şokla açılmıştı. Ne harika bir tepkiydi. Ruh halim o anda değişti ve için için, zıplayıp havayı yumruklama isteği duyarak eve girdim. EVET! İçimdeki tanrıça heyecan içindeydi.

Sf: 182
“Ah, Ana,” diye ağzından kaçırdı. “O, o kadar… her şey ki. Ve biz şeyde… ah… gerçekten iyi.” İki kelimeyi bir araya getirmekte zorlanıyordu. Çok kötü çarpılmıştı.

Sf: 185
O benim arkadaşımdı ve onu çok severdim. Ama şu anda buna ihtiyacım yoktu.
“O zaman yarın. Ararsın değil mi?” Sesindeki umut kalbimi burktu.

Sf: 186
Telefon bir kez daha çaldı. Elliot arıyordu. Kate bana göz kırptı ve on dört yaşındaymış gibi yatak odasına kaçtı. Bu Grey erkeklerinde ne vardı? Onları böyle dikkat dağıtıcı, tamamen zapt edici ve dayanılmaz kılan neydi?
Çok karmaşık bir insandı. Ve şimdi nedeni konusunda bir fikre sahiptim. Ergenliğinden mahrum edilmiş, kötü kalpli Bayan Robinson figürünün cinsel tacizine uğramış genç bir adamdı. Vaktinden çok önce büyümesine şaşmamalıydı. Başından geçenleri düşününce kalbim hüzünle doldu.

Sf: 188
BÖLÜM ON BİR
KONTRAT
TEMEL ŞARTLAR
2  Bu kontratın temel amacı İtaatkâr’ın şehvetini ve sınırlarını, ihtiyaçlarına, sınırlarına ve sağlığına saygı duyularak güvenle keşfetmesidir.

Sf: 190
13  Hâkim, İtaatkâr’ı hizmetinden her an her sebeple kovma hakkını saklı tutar. İtaatkâr, salıverilmesini her an talep edebilir ve bu tür talep sadece Hâkim’in bileceği şekilde ve sadece İtaatkâr’ın yukarıdaki 2-5 ve 8 no’lu şartlardaki haklarına tabi olarak sunulabilir.

Sf: 191
Yer
14  İtaatkâr, Tahsis Ediliş Zamanlar ve kabul edilmiş ek zamanlar süresince, Hâkim tarafından belirlenecek yerlerde hazır olacaktır. Hâkim, İtaatkâr’ın bu amaçla yaptığı her tür masrafın kendisi tarafından karşılanmasını sağlayacaktır.
15.2- Hâkim, Dönem boyunca, İtaatkâr’ı, sahiplenmek, hükmetmek ve disipline etmek üzere kendisinin olarak kabul etmektedir. Hâkim, Tahsis Edilen Zamanlar’da ya da herhangi bir ek zamanda İtaatkâr’ın bedenini cinsel olarak ya da sair şekillerde uygun gördüğü biçimde kullanabilir.

Sf: 192
15.5-  Hâkim, disiplin amacıyla, kendi kişisel zevki ya da belirtmek zorunda olmadığı başka herhangi bir nedenden İtaatkâr’ı kamçılayabilir, tokatlayabilir veya bedenen uygun gördüğü şekilde cezalandırabilir.
15.11- Hâkim, Tahsis Edilmiş Zamanlar’da ya da herhangi bir nedenden eklenen zamanda ya da uzatma döneminde, İtaatkâr’ı, sağlık ve güvenliğine gereken saygıyı göstererek kısıtlayabilir, kelepçeleyebilir ya da bağlayabilir.

Sf: 193
15.12-  Hâkim, eğitim ve disiplin amacıyla kullanılan bütün gereçlerin her zaman temiz, hijyenik ve güvenli durumda korunmasını sağlayacaktır.
İTAATKÂR
15.13-  İtaatkâr, Hâkim’i, artık Hâkim’in  genel olarak Dönem boyunca ve özellikle Tahsis Edilmiş Zamanlar ya da kabul edilmiş ek zamanlarda, istediği şekilde muamele edeceği malı olduğu anlayışıyla efendisi olarak kabul eder.
15.21-  İtaatkâr, Hâkim’in uygulamaya karar verdiği her tür kırbaçlama, kamçılama, tokatlama, sopalama, kürekle vurma ya da diğer disiplinleri, tereddütsüz, sorgulamadan ya da yakınmadan kabul edecektir.

Sf: 194
     15.22-  İtaatkâr, Hâkim tarafından özellikle talimat verilmediği sürece, doğrudan Hâkim’in gözlerine bakmayacaktır. Bakışlarını yerde tutacak ve Hâkim’in huzurunda sessiz ve saygılı bir tutum sergileyecektir.

Sf: 197
Kişisel Özellikler
İtaatkâr, Hâkim dışında kimseyle cinsel ilişkiye girmeyecektir. İtaatkâr her zaman saygılı ve mütevazı bir tutum içinde olacaktır. Davranışının Hâkim üzerinde direkt bir yansıması olacağının farkında olmalıdır.

Sf: 198
EK 3
DİĞER SINIRLAR
Taraflar arasında tartışılmak ve üzerinde anlaşılmak suretiyle:
İtaatkâr aşağıdakilere rıza göstermekte midir?
-Mastürbasyon
-Vajinal ilişki
-Kadına oral seks
-Vajinal yumruk sokma
-Erkeğe oral seks
-Anal İlişki
-Meni yutma
-Anal yumruk sokma
İtaatkâr aşağıdakilerin kullanımına rıza göstermekte midir?
-Vibratör
-Kıç tıkacı
-Dildolar
-Diğer vajinal/anal oyuncaklar
İtaatkâr aşağıdakilere rıza göstermekte midir?
-İple bağlanma
-Deri kelepçelerle bağlanma
-Deri kelepçe/prangayla bağlanma
-Bantla bağlanma
-Diğer malzemelerle bağlanma
İtaatkâr aşağıdaki şekillerde kısıtlanmaya razı göstermekte midir?
-Elleri önde bağlı
-Ayak bilekleri bağlı
-Dirsekler bağlı
-Dizler bağlı
-El bilekleri ayak bileklerine bağlı
-Sabit nesnelere (mobilya vs) bağlanma
-Askıya bağlanma
-Hareketli askıya bağlanma
İtaatkâr gözlerinin bağlanmasına razı mıdır?
İtaatkâr ağzının bağlanmasına razı mıdır?
İtaatkâr ne kadar acıyı tecrübe etmeye isteklidir?
1 yoğun olarak hoşlanmak, 5 yoğun olarak hoşlanmamak üzere:
1-2-3-4-5
İtaatkâr aşağıdaki acı, ceza, disiplin biçimlerini kabul etmeye razı mıdır?
-Şaplak
-Kırbaçlama
-Isırma
-Genital kıskaç
-Sıcak balmumu
-Bastonla vurma
-Sopayla vurma
-Meme ucu kıskaçları
-Buz
-Diğer acı türleri ve metotları
Lanet olsun. Kendimi yiyecek listesini gözden geçirmeye ikna edecek durumda bile değildim. Ağzım kupkuru bir halde, güçlükle yutkunarak tekrar okudum.

Sf: 200
Gözünün içine bakamayacakmışım. Daha büyük bir tuhaflık olabilir mi acaba? Ne düşündüğünü anlamamın tek yolu buydu. Aslında, kimi kandırıyordum ki? Ne düşündüğünü hiçbir zaman anlamıyordum, ama gözlerine bakmak hoşuma gidiyordu. Güzel gözleri vardı: büyüleyici, zeki, derin ve baskın sırları olan karanlık gözler. Yakıcı, dumanlı bakışlarını hatırladım ve bacaklarımı birbirine bastırdım.

Sf: 201
Ah, keşke onunla hiç tanışmasaydım. İçimdeki tanrıça kafasını sallıyordu. O da ben de bunun bir yalan olduğunu biliyorduk.

Sf: 207
Bana e-posta göndermişti. Küçük, delifişek bir çocuk gibiydi. Ve bütün endişeler kaybolmuştu. Saçlarımı yıkarken, ona e-postayla neler sorabileceğimi düşündüm. Elbette bu tarz şeyleri enine boyuna konuşmak daha iyiydi. Ya biti hesabını hackleyecek olursa? Bu düşünce kıpkırmızı kesilmeme neden olmuştu.

Sf: 208
Eve dönmek için sabırsızlanıyordum. Christian’a e-posta göndermenin cazibesi büyüktü ve belki de araştırma projeme başlayabilirdim. Kate dışarıda bir yerdeydi; bu yüzden yeni dizüstü bilgisayarı hemen açtım ve e-postama tıkladım. Elbette gelen kutusunda, Christian Grey’den bir e-posta bekliyordu. Sevinçten neredeyse yerimden sıçrayacaktım.

Sf: 213
Aklımdan Heathman Oteli’ne kadar koşmak ve kontrol manyağından seks istemek geçiyordu.
O kadar saçma sapan kontratı satır satır gözden geçirip neyin kabul edilebilir, neyin edilemez olduğuna bakmalıydım. Araştırmam, bunun yasal olarak dayatılamayacak bir şey olduğunu söylemişti. Bunu o da biliyor olmalıydı.

Sf: 217
“Düşünmek için zaman ihtiyacım vardı,” diye fısıldadım. Araba farı/geyik, pervane/alev, kuş/yılan kıvamındaydım ve bana ne yaptığını çok iyi biliyordu.

Sf: 218
At biner gibi üstüme oturarak bileklerimi birbirine bağladı, ama bu kez, kravatın ucunu demir karyola başlığımın çubuklarından birine bağladı. Kravatı çekerek düğümlerin sağlamlığını kontrol etti. Hiçbir yere gitmiyordum. Kelimenin tam anlamıyla yatağıma bağlanmıştım ve fena tahrik olmuştum.

Sf: 219
Ayakkabı ve çoraplarımı usulca çıkardı ve eşofmanımı usulca kaydırdı. Ah, hangi külotumu giymiştim ki? Beni kaldırdı ve yatak örtüsünü ve yorganı altımdan çekerek ben sırt üstü çarşafların üstüne yatırdı.

Sf: 220
Beyaz şaraptı. Çok beklenmedik ve soğutulmuş olmasına, Christian’ın dudaklarının serinliğine rağmen, o kadar ateşliydi ki.
“Daha?” diye fısıldadı.
Başımı onaylamak için salladım. Onun ağzından geldiğini bildiğim için tadı çok daha ilahi geliyordu. Eğildi ve dudaklarından bir yudum daha içtim. Ah Tanrım…

Sf: 221
Beni usulca, “Sen aç gözlü bir kızsın,” diye azarlarken başparmağı klitorisimin etrafında bir daire çizdikten sonra aşağı bastırdı.
Bedenim uzman parmaklarının altında sıçrarken yüksek sesle inledim.

Sf: 223
İki dizimi, popom havada kalacak şekilde yatağa bastırdı ve beni sertçe tokatladı. Bana tepsi verme fırsatı bırakmadan, kendini içime itti. Tokatın ve ani hücumunun etkisiyle haykırdım ve daha o anda, Christian’ın bedeni benimkine çarparken, tekrar tekrar boşaldım. Durmuyordu. Tükenmiştim. Buna daha fazla dayanamayacaktım. İçime girip çıkmaya devam ediyordu… ve sonra yeniden dolmaya başladım… Herhalde olmazdı… hayır…
Sıkılı dişlerinin arasından, “Haydi, Anastasia, yeniden…” diye inledi. Bedenim, inanılmaz bir şekilde tepki verdi ve sıfırdan doruğa tırmanırken adını haykırarak içimde onunla sarsıldım. Bir kez daha tuzla buz oldum.

Sf: 225
“Eski kız arkadaşlarından… kölelerinden… itaatkârlarından… ya da her ne diyorsan, biriyle tanışmak istemiyorum.”
“Anastasia Steele, yoksa kıskandın mı?”
Kıpkırmızı –neredeyse bordo– oldum.

Sf: 226
“Tanrım, sana güzel bir sopa çekmek isterdim. Sana da, bana da iyi gelirdi.”
“Hayal kurmak serbest, Anastasia.” Üzerime eğilip çenemi tuttu. “Çarşamba?” diye mırıldandı ve dudaklarıma hafif bir öpücük kondurdu.

Sf: 227
Gitmesini istemiyordum. İlk kez, on sayfalık bir anlaşma, bir kamçı ve oyun odasının tavanındaki askılara ihtiyaç duymadan normal bir ilişki yaşamak isteyen biri olmasını diliyordum.
Alnını benimkine yaslarken, gözleri kapalı, sesi sıkıntılıydı.
“Anastasia,” diye fısıldadı. “Bana ne yapıyorsun?”
Fısıltıyla karşılık verdim. “Bende aynı şeyi sana sorabilirim.”

Sf: 228
Kate gülümsedi.
“Bu daha iyi. Neden ağlıyorsun? Sen hiç ağlamazsın.” Komodinden fırçamı aldı ve arkama oturup ağır ağır düğümleri fırçalamaya koyuldu.

Sf: 229
“Bence sana tamamen abayı yakmış.”
“Buraya beni becermeye geldi, hepsi bu.”
“Seksi silah olarak kullanıyor.”
“Seni becererek itaate mi zorluyor?” Onaylamadığını gösterir gibi, kafasını salladı.
“Onda bir tuhaflık olduğunu anlamıştım. Bağlanma sorunu var.”

Sf: 230
15:10: Beni bir başkasına ödünç vermeniz gibi bir seçenek söz konusu olamaz zaten. Ama burada net bir şekilde ifade edilmesine sevindim.
15:19: İzniniz olmadan kendime dokunmak. Burada sorun ne ki? Bunu yapmadığımı zaten biliyorsunuz.
15:22: Gözlerinizin içine bakamaz mıyım? Neden?
15:24: Size neden dokunamıyorum?

Sf: 234
Kimden: Christian Grey
Konu: Gece Yarısı İş Başında
Tarih: 24 Mayıs 2011 00:12
Kime: Anastasia Steele
YATAĞA ANASTASIA.
Christian Grey
CEO, Grey Şirketler Topluluğu
Ah, bağıran büyük harfler. Bilgisayarı kapattım. Altı mil uzaktan sinirimi nasıl bozabiliyordu.

Sf: 235
Kontrata cevabımın fazla olumsuz olduğundan endişelendim. Belki de tamamen vazgeçerdi.

Sf: 236
Christian’dan dün geceden ya da bakış açınıza bağlı olarak bu sabahın erken saatlerinden bir e-posta vardı. Kalp atışım derhal hızlandı ve kulaklarımda pompalanan kanı duyar gibi oldum. Lanet olsun… belki de hayır demişti. Buraya kadardı, belki de akşam yemeğini iptal etmişti. Düşüncesi bile o kadar acı vericiydi ki. Bunu hemen zihnimden kovalayıp e-postayı açtım.

Sf: 241
“Kim o zaman?”
“Paul… ah…” İç çekişim öfkeliydi. Bu işin peşini bırakmayacaktı. “Christian Grey’le.” Sesimdeki sıkıntıya mani olamamıştım. Ama işe yaramıştı. Paul’ün ağzı açık kalmıştı; bana şaşkın gözlerle bakıyordu. Hah, adı bile insanların nutkunun tutulması için yeterliydi.

Sf: 248
“Bir sonraki noktadan daha önce bahsettim. İstediğin anda arkanı dönüp gidebilirsin, Anastasia. Seni durdurmayacağım. Ancak, gidersen bu son olur. Bilesin diye söylüyorum.

Sf: 249
“Bana her şeyde itaat etmen. Evet, bunu yapmanı istiyorum. Bunu yapmana ihtiyacım var. Bunu rol yapmak gibi düşün, Anastasia.”

Sf: 250
Bunu kendi rızanla kabul etmelisin. Bana güvenmen bu yüzden şart. Seni istediğim her an, her şekilde, istediğim her yerde düzeceğim. Seni disiplin altına sokacağım, çünkü saçmalayacaksın. Seni bana zevk vereceğin şekilde eğiteceğim.

Sf: 251
“Disiplin. Zevk ile acı arasında çok ince bir çizgi var, Anastasia. Bir madalyonun iki yüzü gibiler, biri olmadan diğeri de olmuyor. Sana acının ne kadar zevkli olduğunu gösterebilirim. Şu anda bana inanmıyorsun, ama güvenle kastettiğim bu. Acı olacak, ama altından kalkamayacağın bir acı değil.

Sf: 252
“Hayır. Ve kendine dokunmanı da istemiyorum.”
Ne? Ah, evet, şu mastürbasyon meselesi.
“Sırf meraktan… Neden?”
“Çünkü bütün hazzını kendime istiyorum.” Sesi boğuk ama kararlıydı.

Sf: 253
En güçlü silahını bir kez daha bana karşı kullanıyordu. Sekste iyiydi; bunu ben bile çözmüştüm.
“Tatlı yemedik.”
“Tatlı mı istiyorsun?” diye homurdandı.
“Evet.”
Manidar bir sesle, “Tatlı sen olabilirsin,” dedi.
“Yeterince tatlı olduğumdan emin değilim.”
“Anastasia, senin enfes bir tadın var. Biliyorum.”

Sf: 254
Ellerime bakarak, “Christian, seksi silah olarak kullanıyorsun. Bu hiç adil değil,” dedim.
“Haklısın. Kullanıyorum. Hayatta bildiklerini kullanırsın, Anastasia.”

Sf: 259
Beni istiyordu, ama işin gerçeği benim daha fazlasına ihtiyaç duymamdı. Onun beni, benim onu istediğim ve ihtiyaç duyduğum gibi istemesini istiyor ve için için bunun mümkün olmadığını biliyordum. Bütün bunlar çok fazla geliyordu.
Onu nasıl kategorize edeceğimi bile bilmiyordum. Bu şeyi yaparsam… erkek arkadaşım mı olacaktı? Onu arkadaşlarımla tanıştırabilecek miydim? Onunla birlikte barlara, sinemaya, hatta bowlinge gidebilecek miydim? İşin aslı, hiç sanmıyordum. Ona dokunmama ve onunla uyumama izin vermeyecekti. Bütün bunlara geçmişte de sahip olmadığımı biliyordum, ama geleceğimde olmalını istiyordum. Ve onun tasarladığı gelecek bu değildi.
Ya evet dersem ve o üç ayın sonunda, beni uymadığım bir kalıba sokmaya çalışmaktan sıkıldığını söylerse ne olacaktı? Kendimi nasıl hissedecektim? Duygusal olarak üç ayımı vermiş, yapmak istediğimden emin olmadığım şeyler yapmış olacaktım. Ve sonra o hayır der ve anlaşma noktalanırsa bu düzeyde bir reddedilmeyle nasıl baş edecektim? Belki de şu anda fazla zarar görmemiş özgüvenimle geri çekilmek en iyisi olacaktı.

Sf: 260
Ama tekrar görememe düşüncesi işkenceden farksızdı. Nasıl olup da bu kadar büyük bir hızla içime işlemişti? Konu sadece seks olamazdı, değil mi?

Sf: 261
Pijamalarımın içine girdim ve ceketine sarınarak yatağa tırmandım.
Anastasia, benden uzak durmalısın. Ben sana uygun adam değilim.
Kız arkadaşlar bana göre değil.
Ben kalpler ve çiçekler tarzı bir adam değilim.
Ben sevişmem.
Tek bildiğim bu.

Sf: 264
Çünkü onu kaybetmek istemiyordum. Ama itaatkâr olabilecek mideye sahip olduğumdan emin değildim. Bütün o bastonlar ve kırbaçlar hevesimi kaçırıyordu. Fiziksel anlamda bir korkaktım ve acıdan kaçınmak için ne gerekiyorsa yapabilirdim. Rüyamı düşündüm… Öyle mi olacaktı acaba? İçimdeki tanrıça, elinde amigo kız ponponlarıyla, evet diye haykırarak zıp zıp zıplıyordu.

Sf: 269
Ağzım bir karış açık kalmıştı. Ne? Christian bir zamanlar açlık çekmişti. Lanet olsun. Gri gözlü aç oğlanı düşününce kalbim sıkışarak yutkundum. Ah, hayır.
Bütün bu iyi şeyleri o yapıyor, kocaman bir şirket yönetiyor ve bir taraftan da benim peşimde dolaşıyordu. Baş döndürücüydü.

Sf: 272
“Üvey baban mı? Onunla tanışmak isterim.”
Ah, hayır… Neden?
“Bunun iyi bir fikir olduğundan emin değilim.”
Kapının kilidini açarken, Christian’ın ağzı düz bir çizgi halini almıştı.
“Benden utanıyor musun?”
“Hayır!” Öfkelenme sırası bana gelmişti.
“Seni babamla ne olarak tanıştıracağım? Bu adam kızlığımı bozan ve benden ona itaat ve hâkimiyete dayalı bir ilişki kurmasını isteyen adam.”

Sf: 275
Aslında kısa süre içinde kendimi yanlarında fazlalık gibi hissetmeye başladım. Christian babamı büyülemekle meşguldü… Bilinçaltım, Tıpkı sana da yaptığı gibi, diye yapıştırdı. Christian’ın gücü sınır tanımıyordu.

Sf: 278
Ray, “Aynı şekilde,” diye yanıtladı. “Küçük kızıma iyi bak.”
“Ah, benim niyetim de bu.”
El sıkıştılar. Midem bulanıyordu. Ray’in Christian’ın ban nasıl bakmak niyetinde olduğu konusunda en ufak bir fikri yoktu.

Sf: 282
“Şartları kabul ediyorum, Angel; çünkü cezamın ne olması gerektiğini sen daha iyi
bilirsin. Sadece, sadece, katlanabileceğimden daha fazlası olmasın, yeter!”

Sf: 285
Bilinçaltım, ses çıkarmadan dudaklarını oynattı: Fahişe.
“Kendimi ucuz hissettiriyor,” diye mırıldandım.

Sf: 286
Christian yavaşça güldü.
“Sadece balık tutmayı bildiğim için.”
“Balık tutmayı sevdiğini nereden anladın?”
“Sen anlatmıştın. Kahve içmeye gittiğimizde.”
“Ah, öyle mi?” Bir yudum daha aldım. Vay canına, detaycı bir hafızası vardı. Hımm…

Sf: 288
Öne eğildi, çenemi tuttu ve dikkatlice gözlerimin içine baktı.
“Gözlerini bir daha çevirirsen, seni dizlerime yatırıp pataklarım.”
Ne?
“Ah,” diye soludum. Gözlerindeki heyecanı görebiliyordum.
Sesimi taklit ederek, “Ah,” dedi. “İşte başlıyor, Anastasia.”
Kalbim göğüs kafesimde deli gibi çırpınıyordu ve midemden havalanan kelebekler sıkışan gırtlağıma takıldı. Neden böyle seksi gelmişti?

Sf: 289
“Dikkatini çekmeyi başardım, değil mi?”
Başımı evet der gibi salladım.
“Bana cevap ver.”
“Evet. Dikkatimi çekmeyi başardın.”
“İyi.” Bilmiş bir gülümseme takındı. “Şimdi cinsel eylemler. Çoğunu yaptık.”
Yumuşak bir sesle, “Yumruk sokma yok demiştin. İtiraz ettiğin başka bir şey?” diye sordu.
Yutkundum.
“Anal ilişkinin de beni heyecanlandırdığını söyleyemem.”
“Yumruk olayı tamam, ama kıçına sahip olmayı gerçekten isterim, Anastasia. Ama bunun için bekleyeceğiz. Ayrıca öylece içine dalacağımız bir şey değil.” Pis pis sırıttı. “Kıçının antrenmana ihtiyacı olacak.”
“Antrenmana mı?” diye fısıldadım.
“Ah, evet. Özenli bir hazırlığa ihtiyacı olacak. Anal ilişki çok haz verici olabilir, bana güven. Ama denersek ve sen hoşlanmazsan tekrar yapmak zorunda değiliz.” Sırıtıyordu.
Ona gözlerimi kırpıştırarak baktım. Bundan zevk alacağımı mı sanıyordu? Haz verici olacağını vereden biliyordu?
“Bunu yaptın mı?” diye fısıldadım.
“Evet.”
Lanet olsun. Nefesim kesildi.
“Bir erkekle mi?”
“Hayır. Hiçbir erkekle seks yapmadım. Bana göre değil.”
“Bayan Robinson?”
“Evet.”
Lanet olsun… Nasıl? Kaşlarım çatılmıştı. Listede ilerlemeyi sürdürdü.
“Ve… meni yutmak. Şey, o konuda A alırsın.”
Kızardım ve içimdeki tanrıça, gururla parlayarak dudaklarını birbirine bastırdı.

Sf: 293
“Sana cesaret veriyor ve acı konusunda ne hissettiğini bilmem gerek.”
“Çocukken fiziksel ceza aldın mı?”
“Hayır.”
“Yani herhangi bir referans noktan yok.”
“Hayır.”
“Sandığın kadar kötü değil. Bu işte en kötü düşmanın hayal gücün,” diye fısıldadı.
“Bunu yapmak zorunda mısın?”
“Evet.”
“Neden?”
“İşin doğasında var, Anastasia. Yaptığım bu.
“Şey, bana söylemene sevindim. Şimdilik sopayla vurmayı liste dışı bırakacağız. Diğerlerinde rahatladıkça, yoğunluğu arttıracağız. İşi ağırdan alacağız.”

Sf: 297
Sessiz ve derin düşünceli hali devam ediyordu. Gözlerimi ona sabitleyerek, nefes nefese, “Kızdığın zaman beni korkutuyorsun,” dedim.

Sf: 298
“Çok güzel kokuyorsun, Anastasia. Çok tatlı.” Burnu kulağımı yalayıp boynuma kadar doğru kaydı, omzumu boydan boya yumuşak ve kuş tüyü hafifliğinde öpücüklere boğdu. Bu işte o kadar iyiydi ki.
Kelimenin her arasında enseme öpücükler kondurarak, “Kıpırdamadan. Durmayı. Öğrenmen. Gerekecek,” dedi.
Boyun bağını çekmesiyle elbisenin yere düşüp ayaklarımın dibine yığılması bir oldu.
“Sutyeniniz yok, Bayan Steele. İşte bunu sevdim.”
Elleri önüme uzanıp memelerimi avuçladı ve dokunuşuyla, meme uçlarım sertleşti.
Boynuma doğru, “Kollarını kaldır ve başımın etrafına yerleştir,” diye mırıldandı.
Derhal itaat ettim ve uçları daha da sertleşen meme uçlarım yükselip avucunun içine doğru basıldılar. Parmaklarım saçlarının arasına kaydı ve yumuşak, seksi saçlarını usulca çekti. Boynuma daha kolay ulaşabilmesi için, başımı yana çevirdim.

Sf: 299
“Bunu seviyorsunuz, değil mi Bayan Steele.”
“Mmmmm.”
“Söyle bana.” Yavaş ve şehvetli işkencesini sürdürerek meme uçlarımı usulca çekiştiriyordu.
“Evet.”
“Evet, ne?”
“Evet, efendim.”
“Aferin kızıma.”

Sf: 300
Lanet olsun. Parmakları aşağı, cinsel organıma kaydı ve arkadan parmağını usulca içime itti.
Beni yüzüm ona bakacak şekilde çevirirken, “Ah, evet. Tatlı kızım hazırmış,” diye soludu. Nefes alıp verişi hızlanmıştı. Parmağını ağzına götürdü. “Tadınız o kadar güzel ki, Bayan Steele.” İç geçirdi.
Lanet olsun. Parmakları tuzluydu. Benim tuzum.
“Üzerimde bıraktığınız etki bu, Bayan Steele.”
İnledim ve parmaklarımı organının etrafına kapattım. Sırıttı.
“İçinde olmak istiyorum. Pantolonumu çıkar. Kontrol sende.”
Lanet olsun… Kontrol bende… Ağzım açık kalmıştı.
Alay eder gibi, “Bana ne yapacaksın?” dedi

Sf: 301
“Tanrım, Ana, sakin,” diye inledi.
Kendimi öyle güçlü hissediyordum ki. Onunla ağzım ve dilimle oynamak ve onu sınamak o kadar coşku verici bir histi ki. Ağzımı bir aşağı bir yukarı hareket ettirerek sıkılı dudaklarımla onu gırtlağımın gerisine tekrar tekrar ağzıma alırken, altımda gerilmişti.
“Dur, Ana, Dur. Boşalmak istemiyorum.”

Sf: 302
Kontrol bende sanıyordum. İçimdeki tanrıça biri elinden dondurmasını kapmış gibi görünüyordu.
Eserimi ve onu hayranlıkla süzdüm. Erkek türünün gerçekten iyi bir örneğiydi. Ona bakmak çok ama çok tahrik ediciydi.

Sf: 303
Onu düzüyordum. Kontrol bendeydi. O benimdi. Ben de onun. Bu düşünce beni, betondan bir ağırlıkla uçurumdan aşağı itti ve Christian’ın üzerinde… tutarsız bakışlarla… doruğa ulaştım. Kalçalarımı kavradı, gözlerini yumarak ve başını arkaya atarak sessizce boşalırken, çenesi kasıldı.

Sf: 305
“Bayan Steele, siz sadece güzel bir yüzden ibaret değilsiniz. Şu ana kadar altı orgazm yaşadınız ve hepsi bana ait,” diye böbürlenirken yine oyuncu haline bürünmüştü.

Sf: 306
Düşüncelerimi yarıda bölerek, “Reglin ne zaman?” diye sordu.
Ne?
“Şu şeyleri takmaktan nefret ediyorum,” diye homurdandı. Prezervatifi havaya kaldırdı, sonra yere bırakıp kot pantolonunu giydi.
Ben cevap vermeyince, “Eee?” diye bastırdı. Hava durumu konusunda görüşümü bekler gibi, heyecanla bakıyordu. Lanet olsun… Bunlar kişisel şeylerdi.
“Haftaya.”

Sf: 307
“Beni bilerek mi sarhoş ettin?”
“Evet.”
“Neden?”
“Çünkü her şeyi gereğinden fazla düşünüyorsun ve üvey baban gibi ketumsun. Bir damla şarap ve konuşmaya başlıyorsun ve benimle dürüstçe konuşmana ihtiyacım var. Aksi takdirde kendini kapatıyorsun ve ne düşündüğün konusunda hiçbir fikrim olmuyor. Vino veritas, Anastasia.”
“Ve sen bana karşı her zaman dürüst olduğunu düşünüyorsun, öyle değil mi?”
“Olmak için özen gösteriyorum.” Bana temkinli bir ifadeyle bakıyordu. “Bu iş ancak birbirimize karşı dürüst olursak yürür.”
“Kalmanı ve şunu kullanmanı isterdim.” İkinci prezervatifi havaya kaldırdım.
Gülümserken gözleri mizah duygusuyla parlıyordu.
“Anastasia, bu akşam burada bir yığın çizgiyi aştım. Gitmem gerek.”

Sf: 312
“Aferin sana, bebek,” diye fısıldarken sesinde nazik bir sevinç saklıydı. Sözleri beni Heathman Oteli’nin yumuşacık, kabarık tüylü havluları gibi sarmıştı ve mutlu olmasına çok seviniyordum.

Sf: 314
Yürüyüş yolunda uzaklaşmasını ve büyük, siyah Audi’ye binmesini izledim. Arkasına bakmadı. Kapıyı kapattım, sadece iki gece daha geçireceğim dairenin oturma odasında çaresizlik içinde durdum. Neredeyse dört yıl boyunca, mutlu mesut yaşadığım bir yer… Ancak bugün, ilk defa, yalnız, huzursuz ve kendi varlığımdan mutsuz hissediyordum.

Sf: 317
“Ana, bu adam bağlanma sorunları olan pisliğin tekiyse bırak. Gerçi bağlanma derdini de anlamıyorum. Bugün çardakta gözünü senden ayıramıyordu; şahin gibi sürekli seni izliyordu. Ben körkütük âşık derdim, ama belki bunu gösterme şekli bir acayiptir.”

Sf: 319
Kimden: Anastasia Steele
Konu: Taylor –Göre için Doğru Adam mı?
Tarih: 26 Mayıs 2011 23:40
Kime: Christian Grey
Efendim,
Zaman zaman becerdiğiniz kadın yerine, sağ kolunuz olan adamınızın arabamı kullanmasına izin verip onu riske atmanız ilgimi çekti. Taylor’ın söz konusu araba için en iyi fiyatı alacak kişi olduğundan emin olabilirim? Geçmişte, büyük olasılıkla sizinle tanışmamdan önce, sıkı bir pazarlıkçı olarak bilinmişliğim vardır.
Ana
     
Kimden: Christian Grey
Konu: Dikkat!
Tarih: 26 Mayıs 2011 23:44
Kime: Anastasia Steele
Sevgili Bayan Steele,
Konuşanın KIRMIZI ŞARAP olduğunu ve çok uzun bir gün geçirdiğinizi varsayıyorum.
Bir akşam yerine, bir hafta boyunca oturmamanızı garantilemek için oraya geri gelmek çok cazip görünüyor.
Taylor eski bir ordu mensubudur ve motosikletten Sherman tankına kadar her şeyi kullanmaya muktedirdir. Arabanız onun için bir tehlike arz etmiyor.
Şimdi lütfen kendinizden ´´zaman zaman becerdiğim kadın´´ olarak bahsetmeyin; çünkü dürüst olmam gerekirse bu beni DELİRTİYOR ve kızgın halimden gerçekten hiç hoşlanmazsınız.
Christian Grey
CEO Grey Şirketler Topluluğu

Sf: 320
Kimden: Anastasia Steele
Konu: Asıl Siz Dikkat Edin
Tarih: 26 Mayıs 2011 23:57
Kime: Christian Grey
Bay Grey,
Sizden hoşlandığımdan bile emin değilim. Hele şu anda.
Bayan Steele.
Kimden: Christian Grey
Konu: Asıl Siz Dikkat Edin
Tarih: 27 Mayıs 2011 00:03
Kime: Anastasia Steele
Benden neden hoşlanmıyorsunuz?
Christian Grey
CEO Grey Şirketler Topluluğu

Sf: 321
Kimden: Anastasia Steele
Konu: Asıl Siz Dikkat Edin
Tarih: 27 Mayıs 2011 00:09
Kime: Christian Grey
Çünkü hiç yanımda kalmıyorsunuz.
     
İşte, ona üzerine düşecek bir şey vermiştim. Makineyi gerçekten hissetmediğim coşkulu bir hareketle kapatıp yatağıma tırmandım. Başucu lambamı kapatıp gözlerimi tavana diktim. Duygusal savruluşların peş peşe geldiği, uzun bir gündü.
Ayrıca bu akşam beni gerçekten dövmüştü. Daha önce hiç dayak yememiştim. Kendimi nasıl bir işe sokmuştum. Duygusal anlamda kendini kapatan bir adama âşık olmuştum.

Sf: 323
Daha fazlasını istiyordum. Zırlayan bir enkaz olduğum için değil, benimle kalmak istediği için yanımda kalsın istiyordum. Ama beni dövmesini istemiyordum.

Sf: 324
Bana şaşkın bir ifadeyle baktı. “Bence sen bu halinle çok hoşsun.”
“O zaman neden beni değiştirmeye çalışıyorsun?”
“Seni değiştirmek istemiyorum. Saygılı olanı ve sana koyduğum kurallara uyup bana kafa tutmamanı istiyorum. Basit,” dedi.
“Ama beni cezalandırmak da istiyorsun.”
“Evet, İstiyorum.”
“İşte anlamadığım bu.”
İç geçirdi ve elini bir kez daha saçlarının arasından kaydırdı.
“Ben böyleyim, Anastasia. Seni kontrol etmeye ihtiyacım var. Belli bir şekilde davranmanı isterim ve eğer davranmazsan da güzel kaymak taşı teninin elimin altında pembeleşip ısınmasını izlemek isterim. Bu beni tahrik ediyor.”
Lanet olsun. İşte şimdi bir yerlere varıyorduk.
“Yani mesele bana çektirdiğin acı değil, öyle mi?”
Yutkundu.
“Belki biraz; kaldırıp kaldıramayacağını görmek, ama nedenin tamamı bu değil. Mesele, benim uygun gördüğüm gibi davranabileceğim şekilde benim olduğun gerçeği ve birinin üstünde tam kontrole sahip olmak. Ve bu beni tahrik ediyor. Çok önemli, Anastasia.”

Sf: 325

“Yazarken bana karşı dürüst olmakta hiç sıkıntı çekmiyorsun. E-postaların bana her zaman tam olarak ne hissettiğini söylüyor. Bunu neden konuşurken de yapamıyorsun? Seni bu kadar mı rahatsız ediyorum.”

Sf: 326
“Aklımı başımdan alıyorsun, Christian. Beni tamamen büyülüyorsun. Kendimi güneşe fazla yakın uçan İkarus gibi hissediyorum,” diye fısıldadım.
İç geçirdi. “Pekâlâ, bence tam tersi,” diye fısıldadı.
“Ne?”
“Ah, Anastasia. Beni büyüledin. Çok açık değil mi?”
Ah, hayır, bu ben değilim. Büyülemek… İçimdeki tanrıça ağzı bir karış açık bakıyordu. O bile buna inanamamıştı.
“Soruma hâlâ cevap vermedin. Bana bir e-posta yaz, lütfen. Ama şu anda gerçekten uyumak istiyorum. Kalabilir miyim?”
“Kalmak mı istiyorsun?” Sesimdeki umudu gizleyememiştim.
“Beni burada istedin.”
“Soruma cevap vermedin.”
Aksi bir tavırla, “Sana bir e-posta yazarım,” diye mırıldandı.
Ayağı kalkıp kot pantolonunun cebinden BlackBerry’sini, anahtarlarını, cüzdanını ve parasını çıkardı. Tanrı aşkına, erkekler ceplerinde bir yığın ıvır zıvır taşıyorlardır. Saatini, ayakkabılarını, çoraplarını, kot pantolonunu çıkardı ve ceketini sandalyemin üstüne yerleştirdi. Yatağın diğer tarafına dolaşıp içine girdi.
“Yat,” diye emretti. Yavaşça örtülerin arasına kayarken, ona yüzümü buruşturarak baktım. Tanrım… Kalıyordu. Sanırım sevinç şokundan uyuşmuştum. Tek dirseğine yaslanıp bana baktı.
“Ağlayacaksan, benim önümde ağla. Bilmem gerek.”
“Ağlamamı mı istiyorsun?”
“Özellikle değil. Sadece nasıl hissettiğini bilmek istiyorum. Parmaklarımın arasından kayıp gitmeni istemiyorum. Işıkları söndür. Geç oldu yarın ikimizin de çalışması gerek.”
Buradaydı ve hâlâ fazlasıyla patronluk taslıyordu, ama şikâyet edemezdim, yatağımdaydı. 
Nedenini tam olarak anlamamıştım; belki de karşısında daha sık ağlamalıydım. Başucu lambamı söndürdüm.
Karanlıkta, “Yanlamasına ve yüzün diğer tarafa dönük yat,” diye mırıldandı.
Beni göremeyeceğinden emin olduğum için gözlerimi devirsem de söylediğini yaptım. Büyük bir dikkatle kaydı, kolunu bana doladı ve beni göğsüne çekti.
“Uyu, bebeğim,” diye mırıldandı ve derin bir nefes alırken, burnunu saçlarımın arasında hissettim.

Lanet olsun. Christian Grey benimle uyuyordu; kollarının konforu ve tesellisinde, derin bir uykuya daldım.

Sf: 329
Gülümsedi. “Geç kaldım. Ben hiç geç kalmam. Bir ilk daha, Bayan Steele.” Ceketini üzerine geçirdi ve ellerini iki yanına yerleştirdiği başımı sıkıca tuttu.

Sf: 330
Kimden: Anastasia Steele
Konu: Saldırı ve Dayak: Sonraki Etkileri
Tarih: 27 Mayıs 2011 08:05
Kime: Christian Grey
Sevgili Bay Grey,
Sizin beni –nasıl demeli bilemem– tokatlamanızdan, cezalandırmanızdan, dövmenizden, bana saldırmanızdan sonra kafamın neden karıştığını bilmek istiyordunuz. Bütün o telaşlandırıcı süreç boyunca kendimi küçülmüş, aşağılanmış ve taciz edilmiş hissettim. Ve utanarak söylüyorum, haklısınız, tahrik oldum ve bu beklenmedik bir şeydi. Farkında olduğunuz gibi, cinsel içerikli her şey benim için çok yeni. Keşke daha tecrübeli ve dolayısıyla daha hazırlıklı olsaydım. Tahrik olmam beni şoke etti.
Beni asıl endişelendiren, sonrasında hissettiklerim oldu. Ve onları dile getirmek çok daha zor. Sizin mutlu olmanızdan mutlu oldum. Sandığım kadar acı verici olmaması beni rahatlattı. Ve kollarınızın arasında yatarken kendimi… doyuma ulaşmış hissettim. Ama böyle hissetmek bile beni rahatsız etti ve kendimi suçlu hissetmeme neden oldu. Bu bana çok uyan bir durum değil ve sonuç olarak kafam karıştı. Bu, sorunuzu yanıtlıyor mu?
Şirket Birleşmesi ve Alımı dünyasının her zamanki kadar uyarıcı olduğunu… ve çok geç kalmadığınızı umarım.
Benimle kaldığınız için teşekkürler.
Ana
Sf: 332
Kimden: Christian Grey
Konu:Zihnini Özgür Bırak
Tarih: 27 Mayıs 2011 08:24
Kime: Anastasia Steele
-Tecrübesizliğinize minnettarım. Kıymet veriyorum ve ne anlama geldiğini yeni yeni anlamaya başlıyorum. Basitçe ifade etmek gerekirse, her açıdan bana ait olduğunuz anlamına geliyor.
-Evet, tahrik oldunuz; bu benim açımdan da tahrik ediciydi ve bunda herhangi bir sorun yok.
-Mutlu kelimesi hissettiklerimi anlatmanın yanından bile geçemez. Coşkun bir sevinç çok daha uygun.
-Ceza şaplaklaması, şehvetsel şaplaklamadan biraz daha fazla acır; yani sizi cezalandırmak için bir donanım kullanacağım; büyük bir ihlalde bulunmadığınız sürece, bundan kötü olmayacaktır. Elim çok sızlıyor. Ama hoşuma gidiyor.
-Ben de kendimi doyuma ulaşmış hissettim. Tahmin edebileceğinizden çok daha fazla.
-Enerjinizi suçluluk ve hata yapma duygularıyla ziyan etmeyin. Bizler kendi rızasıyla hareket eden yetişkinleriz ve kapalı kapılar ardında yaptıklarımız bizim aramızdadır. Zihninizi boşaltmalı, bedeninizi dinlemelisiniz.
-Şirket Birleşmesi ve Alım dünyası sizin kadar uyarıcı değil, Bayan Steele.

Sf: 336
Kimden: Anastasia Steele
Konu: Betimleyici Dil Bilimi
Tarih: 27 Mayıs 2011 08:53
Kime: Christian Grey
Kontrol manyağı ile sapık takipçi arasında bir yerde.
Ve betimleyici dil bilimi benim için dert sınırdır.
Artık beni rahatsız etmeyi bırakır mısınız?
Yeni arabamla işime gitmek istiyorum.
Ana

Sf: 337
Kimden: Christian Grey
Konu: Zorlu Ama Eğlenceli Genç Kadınlar
Tarih: 27 Mayıs 2011 08:56
Kime: Anastasia Steele
Avucum kaşınıyor.
Arabayı dikkatli kullanın, Bayan Steele.
Christian Grey
CEO Grey Şirketler Topluluğu
Audi’yi kullanmak büyük bir keyifti. İnsanda güç duygusu uyandırıyordu. Kaplumbağam Wanda’nın –hiçbir yerinde– güç yoktu.
Evet, ben bir yetişkindim. Bunu hatırlattığınız için çok teşekkürler, Christian Grey; ve tercih benimdi. Sorun şuydu ki ben Christian’ı istiyordum, bütün bu… yükleri değil. Üstelik adamın 747 kargo uçağı dolusu yükü vardı.

Sf: 339
O şeyden şimdiden nefret ederek arka cebime tıktım. Christian’a e-posta göndermek bağımlılık yapıcıydı, ama çalışıyor olmam gerekiyordu.
O anda, son üç haftada yaşanan olaylar zihnimde canlandı: sınavlar, mezuniyet, yoğun ve bombok bir trilyoner, bekâretimi kaybetmek, sert ve yumuşak sınırlar, oyun konsolu olmayan oyun odaları, helikopter yolculukları ve yarın taşınacak olmam. Hayret verici bir biçimde kendime hâkim olmayı başardım.

Sf: 341
Şimdi Seattle’a gitmek üzere yola çıkıyorum.
Umarım taşınma işi yolunda gider.
Christian Grey
CEO Grey Şirketler Topluluğu
Tanrım, hava durumundan bahseder gibiydi. Ona toplanma işini bitirince yazmaya karar verdim. Bir an çok eğlenceliyken bir anda çok fazla resmi ve kasıntı olabiliyordu. Ayak uydurmak güçtü. Dürüst olmam gerekirse, bunun bir çalışana yazılmış e-postadan farkı yoktu.

Sf: 344
Çekinerek mesajı dinledim. Christian’dı.
“Sanırım beklentilerimi karşılamayı öğrenmen gerek. Sabırlı bir adam değilim. İşini bitirince benimle temas kuracağını söylüyorsan bunu yapma inceliğini göstermelisin. Aksi taktide endişelenirim ve bu aşina olduğum bir duygu olmadığından pek iyi kaldıramam. Beni ara.”
Çifte lanet olası. Beni hiç rahat bırakmayacak mıydı? Telefona yüzümü buruşturarak baktım. Beni boğuyordu. Mideme kıvrılan derin bir korkuyla, numarasını buldum ve “ara” tuşuna bastım. Cevap vermesini beklerken yüreğim ağzımdaydı. Büyük olasılıkla canıma okuyacaktı. Düşüncesi bile can sıkıcıydı.
Yumuşacık bir sesle “Merhaba,” diyerek beni iyice afallattı, çünkü öfkelenmesini bekliyordum, ama rahatlamış gibiydi.
“Merhaba,” diye mırıldandım.
“Seni merak ettim.”

Sf: 345
Bir süre sonra derin bir iç çekti.
“Bir bağış toplama yemeğim vardır. Fena halde can sıkıcıydı. Elimden geldiğince erken ayrıldım.”
Çok üzgün ve kaderine boyun eğmiş gibiydi. Kalbim sıkıştı. Onu bütün o geceler boyunca, kocaman oturma odasındaki piyanonun başında, çaldığı müziğin o katlanılmaz buruk melankolisinin ortasında hayal ettim.
“Keşke burada olsaydın,” diye fısıldadım, çünkü ona sarılmak için müthiş bir istekle dolmuştum. Ve onu sakinleştirmek için. Bana izin vermeyecek bile olsa. Yakınlığını istiyordum.
Duygusuz bir sesle, “Öyle mi?” diye mırıldandı. Lanet olsun. Kendi gibi değildi sanki ve bu yeni farkındalıkla kafa derim karıncalanmaya başladı.
“Evet,” diye soludum. Sonsuzluk kadar uzun süren bir sessizliğin ardından iç geçirdi.
“Seni pazar günü görecek miyim?”
“Evet, Pazar,” derken, bedenimden bir heyecan dalgası geçip gitti.
“İyi geceler.”
“İyi geceler, Efendim.”
Hitabımın onu hazırlıksız yakaladığını keskin nefes alışından anladım.
“Yarınki taşınma için bol şans, Anastasia.” Sesi yumuşaktı. Ve ikimiz de, ergenler gibi telefona yapışmıştık sanki, ikimiz de kapatmak istemiyorduk.
“Sen kapat,” diye fısıldadım. Sonunda gülümsediğini hissettim.
“Hayır, sen kapat.” Ve sırıttığını biliyordum.
“Kapatmak istemiyorum.”
“Ben de öyle.”
“Bana çok kızdın mı?”
“Evet.”
“Hâlâ kızgın mısın?”
“Hayır.”
“Yani beni cezalandırmayacak mısın?”
“Hayır, ben anı anına yaşayan bir adamım.”
“Fark ettim.”
“Artık kapatabilirsiniz, Bayan Steele.”
“Beni gerçekten istiyor musunuz, Efendim?”
“Yatağına git, Anastasia.”
“Evet, Efendim.”
İkimiz de hatta kaldık.
“Bir gün sana söyleneni yapabileceğini düşünüyor musun?”
“Belki. Pazardan sonra göreceğiz.” Ve telefondaki kapatma düğmesine bastım.

Sf: 355
El sıkıştık ve aptallara tahammülü olmayan kadınlardan biri olduğunu anladım. Kate gibi. Ondan hemen hoşlanmıştım.

Sf: 356
Christian, “Nasıldı?” diye sordu.
“İyi teşekkürler. Önümüzdeki dört hafta boyunca, her tür cinsel aktiviteden uzak durmam gerektiğini söyledi.”
Christian’ın ağzı şaşkınlıkla açılınca kendimi daha fazla tutamayıp aptal gibi sırıttım.
“Kandırdım!”
Gözlerini kıstı ve gülmeyi hemen kestim. Aslında bayağı haşin görünüyordu.
“Kandırdım!” dedi ve pis pis sırıttı. Beni belimden yakalayıp kendine çekti. Parmaklarını saçlarımın arasından geçirip gözlerimin içine bakarken, “İflah olmazsınız, Bayan Steele,” diye mırıldandı. Beni hararetle öptü; destek almak için kaslı kollarına sıkı sıkı tutundum.
Isınan yüzümü elimle yelpazeledim. Bu adam ayaklı seksti.
Zarif hareketlerle mutfağın içinde dolaşmasını izledim. Bedeniyle bir yandan o kadar barışıkken diğer yandan ona dokunulmasını istemiyordu… Belki de için için barışık değildi.

Sf: 358
Ona kirpiklerimin arasından baktım.
“Evet,” diye fısıldadım.
Nefesi durdu. Ve bana bakarken, aramızdaki hava ağır ağır değişmeye, elektriklenmeye başladı. Koyu gözlerinde ihtiras ateşleri yanarken beni de yanına kattı.

Sf: 359
Gözlerimin içine bakarak, “Bunu istiyor musun?” diye soludu.
“Hiçbir şey imzalamadım.”
“Biliyorum, ama bugünlerde bütün kuralları çiğniyorum.”
“Bana vuracak mısın?”
“Evet, ama canın yanmayacak. Şu anda seni cezalandırmak istemiyorum.”
“Kimsenin seni aksine ikna etmesine izin verme, Anastasia. Benim gibi insanların bunu yapma nedenlerinden biri, acı vermeyi ya da çekmeyi sevmemizdir. Çok basit. Sense sevmiyorsun ve ben günün büyük kısmını buna kafa yorarak geçirdim.

Sf: 360
“Güzel bir vücudun var ve ben ona bakmaya bayılıyorum. Onu izlemek bir keyif. Aslında sana gün boyu bakabilirim ve çıplaklığından utanç ya da mahcubiyet duymamanı istiyorum. Anlıyor musun?”
“Evet.”
“Evet, Efendim.”

Sf: 361
“Senden bu odaya gelmeni istediğimde üzerinde bu kıyafet olacak. Sadece külotun. Anlıyor musun?”
“Evet.”
“Evet, ne?” Bana dik dik bakıyordu.
“Evet, Efendim.”
Ağzının bir köşesi bir gülümsemenin gölgesiyle kıvrıldı.
“Aferin kızıma.” Gözleri gözlerimi delip geçiyordu sanki. “Sana buraya gelmeni söylediğimde, şurada diz çökmeni istiyorum demektir.” Kapının yanındaki bir noktayı işaret ediyordu. “Şimdi dediğimi yap.”
Sözlerini zihnimde işleyerek gözlerimi kırpıştırdım ve sonra dönüp, emrettiği gibi, biraz sarsak hareketlerle diz çöktüm.
“Topuklarının üstüne oturabilirsin.”
Oturdum.
“Ellerini ve kollarının alt kısmını, bacaklarının üstüne yerleştir. İyi. Şimdi bacaklarını arala. Biraz daha. Biraz daha. Mükemmel. Yere bak.”
Yanıma geldi; ayakları ve kaval kemikleri görüş alanımın içindeydi. Çıplak ayakları. Sonradan hatırlamamı istiyorsa, not almam gerekecekti. Elini aşağı uzattı ve saç örgümü bir kere daha kavrayıp arkaya çekerek ona bakmamı sağladı. Canım acımıştı.
“Bu pozisyonu aklında tutacak mısın, Anastasia?”
“Evet, Efendim.”
“İyi. Burada kal. Sakın kıpırdama.” Odadan çıktı.
Dizlerimin üstünde bekledim. Nereye gitmişti. Bana ne yapacaktı. Zaman ilerliyordu. Beni ne kadar uzun bir süre böyle bıraktığı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Birkaç dakika, beş, on? Nefesim sıklaştı. Beklenti içimi kemiriyordu.
Birden geri geldi ve ben kendimi aynı anda hem daha sakin hem daha heyecanlı hissettim. Bundan daha heyecanlı olabilir miydim? Ayaklarını görebiliyordum. Kot pantolonunu değiştirmişti. Üzerindeki daha eski, yıpranmış, yumuşak ve çok yıkanmış bir pantolondu. Tanrım. Bu pantolon cidden seksiydi. Kapıyı kapattı ve arkasına bir şey astı.
“Aferin kızıma. Anastasia, böyle çok hoş görünüyorsun. Aferin. Ayağa kalk.”
Kalktım, ama yüzümü yerden kaldırmadım.
“Bana bakabilirsin.”

Sf: 364
Bir kez daha karşıma dikildi ve parmaklarını külotuma takıp hiç telaşsız bir hızla, bacaklarımdan aşağı kaydırdı. Beni acı verici bir yavaşlıkla soyarak en sonunda önümde dizlerinin üstüne indi. Gözlerini gözlerimden ayırmadan külotumu avucunun içinde buruşturdu ve burnuna götürüp derin derin kokladı. Siktir. Bunu gerçekten yaptı mı? Bana günahkâr bir sırıtışla bakarak, külotumu kot pantolonunun cebine soktu.

Sf: 367
“Aferin sana, bebek,” diye mırıldandı. “Canın yandı mı?”
“Hayır,” diye soludum. Gözlerimi açık tutmakta güçlük çekiyordum. Neden bu kadar yorgundum?
Beni göğsüne bastırıp parmaklarıyla firari saç tutamlarımı yüzümden çekerken, “Yanmasını bekliyor muydun?” diye sordu.
“Evet.”
“Görüyorsun ya, korkunun büyük kısmı senin kafanda, Anastasia.” Duraksadı. “Yine yapar mıydın?”
Yorgunluk zihnimi bulutlandırırken bir an düşündüm… Yine mi?
“Evet.” Sesim o kadar yumuşaktı ki.

Sf: 368
Kendini geri çekip ellerinin dizlerine yerleştirerek beni tamamen serbest bırakırken, “Kapının yanında diz çök,” diye emretti. Sıcaklığını kaybeden sesinin ısısı birkaç derece düşmüştü.

Sf: 370
“Öylesine büyüleyici, seksi bir popon var ki, Anastasia Steele. Ona neler yapmak istiyorum.” Ellerini kalçalarımın iki tarafına kaydırıp popomu avuçladı. Sonra parmakları aşağı kaydı ve Christian iki parmağını içime itti.

 Sf: 372
Ayağa kalkmama yardım etmek için eğildi ve beni arkasında gri, pamuklu bir sabahlığın asılı olduğu kapıya götürdü. Küçük bir çocukmuşum gibi sabırla giydirdi. Kolumu kaldıracak takatim yoktu.

Sf: 376
Interstate 5’te hızlanırken ikimiz de, hiç şüphesiz Taylor’un ön koltuktaki varlığıyla kısıtlandığımız için, sessizdik. Christian’ın ruh hali neredeyse elle tutulur kıvamdaydı ve değişmişti; kuzeye doğru yol aldıkça keyfi kaçar gibiydi. Asık bir suratla pencereden dışarıyı izlerken, benden uzaklaştığını hissediyordum. Ne düşünüyordu acaba? Ona soramazdım. Taylor’un önünde ne söyleyebilirdi ki?

Sf: 384
Grace elinde iki tabakla ve arkasında üzeri tabakla dolu bir tepsi taşıyan, sarı saç örgülü hoş bir genç bayanla içeri girdi. Kızın bakışları derhal Christian’ı buldu ve rimelli kirpiklerinin arasından ona bakarken kızardı. Ne?
Evin içinde bir yerde telefon çalmaya başladı.
Bay Grey, “İzninizle,” diyerek ağaya kalkıp çıktı.
Grace nazik bir sesle, “Teşekkürler, Gretchen,” ve odadan çıkan Bay Grey’i çatık kaşlarla izledi. “Tepsiyi konsolun üstüne bırak.” Gretchen başını eğdi ve Christian’a kaçamak bir bakış daha attıktan sonra çıktı.
Demek Grey’lerin evinde çalışan bir personel vardı ve o çalışanlar, benim müstakbel Hâkimime göz süzüyorlardı. Bu akşamın daha kötüye gitmesi gibi bir olasılık var mıydı acaba. Ellerim kucağımda, yüzümü buruşturdum.

Sf: 388
İç geçirerek, Elli Ton’a baktım. Ona sonsuza dek bakabilirdim. Çenesinde sakallar belirmeye başlamıştı ve parmaklarımla ona dokunmak, sakallarını yüzümde, göğüslerimde… bacaklarımın arasında hissetmek için can atıyordum.

Sf: 390
Gri gözleri öfke, ihtiyaç ve saf, katıksız şehvetle alev alev yanıyordu.
Lanet olsun. Sadece bakışlarıyla bile anında tutuşabilirdim.
Yalvarır gibi, “Lütfen bana vurma,” diye fısıldadım.
Alnı kırıştı, irileşen gözlerini kırpıştırdı.
“Bana vurmanı istemiyorum. Burada ve şimdi değil. Lütfen vurma.

Sf: 391
Dili dilime dolandı; birbirlerini âdeta tüketir gibiydiler. Tadı ilahiydi.
Kafası karışmış gibi, “Bana ne yapıyorsun?” diye fısıldadı.
“Seni öpüyorum.”
“Hayır dedin.”
“Ne?” Neye hayır dedim?
“Yemek masasında. Bacaklarınla.”
“Ama anne ve babanın sofrasındaydık.” Tamamen şaşkın halde, gözlerine baktım.
“Bana daha önce hiç kimse hayır demedi. Ve bu… çok ateşli…”

Sf: 393
Sıkılı dişlerinin arasından, “Çok fazla vaktimiz yok. Çabuk ve sadece benim için olacak. Senin için değil. Anlıyor musun? Sakın boşalma, yoksa sana şaplak atarım,” dedi.
Tanrı aşkına… Nasıl durdurabilirim ki?
Tek bir itişle, tamamen içimdeydi. Gırtlağımdan yükselen bir sesle inledim ve bana sahip oluşunun verdiği doluluk hissinin zevkine vardım. Ellerini, başımın üzerine, benimkilerin üstüne yerleştirdi. Dirsekleriyle kollarımı açık ve aşağıda tamamını sallıyor, bacaklarıyla beni kanepeye çiviliyordu. Tutsak alınmıştım. Her yerdeydi; hâkimiyeti ele geçirmişti, beni neredeyse boğuyordu. Ama bu aynı zamanda muhteşem bir histi. Bu benim gücümdü; ona bunu ben yapıyordum ve bu, haz ve zafer dolu bir histi. İçimde hızla ve hiddetle hareket ediyordu; kulağımın dibinde sertçe soluyordu ve bedenim etrafında âdeta eriyerek tepki verdi. Boşalmamalıydım. Hayır. Ama kusursuz bir eş olarak kendini her itişine karşılık veriyordum.
“Sakın kendine dokunma. Tatmin olmamanı istiyorum. Benimle konuşmayarak, bana ait olanı bana çok görerek yaptığın bu.” Gözleri yeniden öfkeyle yanmaya başlamıştı.

Sf: 395
Mia tiksinmiş gibi yaptı ve bir Christian’a bir bana baktı. “Siz burada ne yapıyordunuz?”
Tanrım, fazla açık sözlüydü. Kıpkırmızı oldum.
Christian hiç sektirmeden, kusursuz bir poker suratıyla, “Anastasia’ya kürek kupalarını gösteriyordum,” dedi.
Kızardım ve Christian gözlerini bir kez daha devirdi. Dudaklarımı büzdüm. Neden ben yapamazken o bunu yapabiliyordu? Ben de ona gözlerimi devirmek istedim, ama buna cüret edemezdim.

Sf: 396
Christian’a baktım. O da bana bakıyordu.
Sakin bir sesle, “Ne?” diye sordu.
Anlık bir tereddüt yaşadım. Hayır, ona söyleyecektim. Sürekli olarak onunla konuşmamamdan yakınıyordu.

Sf: 398
Çünkü sanıyorum seni seviyorum ve sen beni sadece bir oyuncak olarak görüyorsun. Çünkü sana dokunamıyorum ve irkilmenden ya da elimi çekmemi söylemenden ya da daha beteri beni dövmenden korktuğum için sana şefkat gösteremiyorum. Ne diye bilirdim ki?

Sf: 399
Bütün taleplerine, kontrol ihtiyacına, ürkütücü eylemlerine rağmen kendimi hiç şimdiki kadar hayat dolu hissetmemiştim. Burada yanında olmak bile bir heyecandı. Öylesine ne yapacağı belli olmayan, seksi, zeki ve komik bir erkekti ki. Ama o ruh halleri… Ah, bir de canımı yakmak istemesi.
Köprünün ucuna yaklaşıyorduk ve yol bir kez daha sokak lambalarının neon ışığıyla yıkanırken, Christian’ın yüzü bir aydınlıkta, bir karanlıkta kalıyordu. O kadar yerinde bir mecazdı ki bu. Bir zamanlar romantik bir kahraman, cesur, parıldayan beyaz atlı şövalye –ya da kendi ifadesiyle karanlık bir şövalye– sandığım bu adam bir kahraman değildi; ciddi, derin duygusal pürüzleri olan bir adamdı ve beni de karanlığa çekiyordu. Onu ışığa yönlendirebilir miydim?
“Hâlâ fazlasını istiyorum,” diye fısıldadım.
“Biliyorum,” dedi. “Deneyeceğim.”
Gözlerimi kırpıştırdım; elimi bırakıp çenemi kavradı ve tutsak alınmış dudağımı serbest bıraktı.
“Senin için, Anastasia, deneyeceğim.” Samimiyet yayıyordu.
Ve beklediğim işaret buydu. Emniyet kemerimi çözdüm, uzanıp kucağına tırmanarak onu büsbütün şaşırttım. Kollarımı başının etrafında sararak onu uzun uzun, hararetle öptüm ve bir nanosaniye içinde o da karşılık vermeye başladı.
“Bu gece benimle kal,” dedi nefes nefese. “Gidersen, seni bütün hafta göremeyeceğim. Lütfen.”
“Evet,” diyebildim. “Ve ben de deneyeceğim. Kontratını imzalayacağım.” Bu anın coşkusuyla aldığım bir karardı.
Bana baktı.
“Georgia’dan sonra imzala. Düşün. İyice düşün, bebeğim.”
“Düşüneceğim.” Bir ya da iki mil boyunca sessiz oturduk.
Christian onaylamayan bir sesle, saçlarımın arasından, “Kemerini takmalısın,” diye fısıldadı, ama beni kucağından kaldırmak için herhangi bir hamle yapmadı.
Yüzümü ona gömdüm. Başımı boynuna yasladım ve gözlerim kapalı, burnum boynunda, seksi Christian ve baharatlı misk kokulu vücut şampuanı kokusunu içime çektim.

Sf: 404
“Banyoya ihtiyacım var.” Sesim bir fısıltılıydı.
Şaşırarak, kaşlarını çattı.
“Şimdi izin ister mi oldun?”
“Şey… hayır.”

Sf: 411
Hiç bu kadar nazik olmamıştı ve uçurumun kenarından düşmem, enfes, vahşi ve tüketici bir orgazma döne döne yuvarlanmam çok zaman almadı. Orgazmın etrafında kasılmam, boşalmasını tutuşturdu ve çaresiz bir hayretle adımı haykırarak son bir kez içime kayıp taş kesildi.

Sf: 414
Christian yanında neden sadece çekici sarışınları çalıştırıyordu acaba? Ve nahoş bir düşünce davetsizce aklıma süzülüverdi. Hepsi eski itaakârı olabilir miydi?

Sf: 415
“Beyin fırtınası yapabiliriz… Tamam. Beni tekrar Andrea’ya aktar.” Pencereden dışarı bakarak bekledi. Kendi kâinatının efendisi olarak, gökyüzündeki şatosundan aşağıdaki küçük insanlara tepeden bakıyordu. “Andrea…”
Kafasını kaldırınca, kapıda beni gördü. Güzel yüzüne ağır, seksi bir gülümseme yayıldı ve içim erirken, nutkumun tutulduğunu hissettim. Bu gezegendeki en güzel adam olduğuna hiç şüphe yoktu. Aşağıdaki küçük insanlar için de, benim için de fazla güzeldi.

Sf: 416
Ona, onu içime çekerek bakıyordum. Eğildi, beni yavaşça öptü ve kendimi tutamadım.
“Bu işten gerçekten keyif alıyorsunuz, değil mi, Bayan Steele? Doyurulması güç birine dönüşüyorsunuz,” diye mırıldandı.

Sf: 417
Bu sevişmek değil düzüşmekti ve buna bayılıyordum. İnledim.

Sf: 420
Duşta Christian’a ne olduğunu çözmeye çalıştım. Tanıdığım en karmaşık insandı ve sürekli değişen ruh halini anlamıyordum. Çalışma odasına girdiğimde iyi görünüyordu. Seks yapmıştık ve sonra… artık iyi değildi.

Sf: 424
Otuzlarının sonunda ya da kırklarının başında olabilirdi. Yaşı daha ileri olan kadınlarda, tam olarak kestirmesi güçtü.

Sf: 425
Katherine Kavanagh’a Özgü Başarılı Mülakat Teknikleri dersimi hatırlayarak her ikisine de bakıyordum. Göz temasını koru.

Sf: 427
Nedenini bilmesem de, arabama giderken huzursuzdum. Mülakatın iyi gittiğini düşünüyordum, ama emin olmak zordu. Mülakatlar yapay durumlardı; herkes profesyonel bir görüntünün arkasına çaresizce saklanmak için en iyi halini sergilerdi.

Sf: 428
Gözyaşlarımı bastırmak için gözlerimi kırpıştırdım. “Ah, Kate.” Ona sarıldım. “Sanırım ben ona gerçekten âşık oldum.”
“Ana, bunu kim olsa anlar. Ve o da sana âşık oldu. Senin için değil oluyor. Gözlerini senden ayıramıyor.”

Sf: 429
BlackBerry’yi şarjda bıraktığım için bütün öğleden sonra yanımda değildi. Temkinle yaklaştım ama hiç mesaj olmadığını görünce bozuldum. Bilgisayarı açtım, orada da mesaj yoktu. Bilinçaltım bana, ikisi aynı e-posta adresi, Ana, diyerek gözlerini devirdi ve bunu yaptığım zaman Christian’ın beni neden pataklamak istediğini ilk kez anladım.

Sf: 437
Mac’ime ve içimde aynı çocuksu coşkuyla dizüstü bilgisayarımı ve e-postamı açtım.

Sf: 438
Kate haklıydı. Christian’ı kızdırmak çocuk oyuncağıydı. Bilinçaltım bana dudaklarını çirkin bir şekilde çarpıtarak bakıyordu. Onu kızdırmayı gerçekten istiyor musun? Yaptığının çok şeker bir şey olduğunu sen de biliyorsun! Seni önemsiyor ve senin şık bir şekilde seyahat etmeni istiyor. Evet, ama sorabilir ya da söyleyebilirdi. Check-in’de tam bir salak gibi görünmeme neden olmuştu. “Gönder” tuşuna basıp beklerken kendimi çok yaramaz bir kız gibi hissediyordum.

Sf: 439
Kimden: Christian Grey
Konu: Hazır Yapabiliyorken Keyfini Çıkar
Tarih: 30 Mayıs 2011 22:25
Kime: Anastasia Steele
     
Sevgili Bayan Steele,
Ne yapmaya çalıştığınızı biliyorum ve bana güvenin, amacınıza ulaştınız. Bir dahaki sefere elleriniz, ayaklarınız ve ağzınız bağlı halde, bir sandığın içinde, kargo bölümünde olacaksınız. O haldeyken size eşlik etmenin biletinizin sınıfını yükseltmekten daha çok zevk vereceğini söylediğimde bana inanın.
Dönüşünüzü sabırsızlıkla bekliyorum.
Christian Grey
Avucu Karıncalanan CEO,
Grey Şirketler Topluluğu

Sf: 440
Lanet olsun. Christian’ın mizah anlayışının sorunu buydu. Şaka mı yapıyordu, cidden kızgın mıydı asla emin olamıyordum. Bu durumda cidden kızdığından şüphelendim. Hostesin görememesi için gizlice, battaniyenin altından bir cevap yazdım.
Kimden: Anastasia Steele
Konu: Şaka Mı Yapıyorsunuz?
Tarih: 30 Mayıs 2011 22:30
Kime: Christian Grey
Görüyorsunuz ya şaka yapıp yapmadığınız konusunda hiçbir fikrim yok ve eğer yapmıyorsanız, sanırım ben Georgia’da kalacağım. Sandıklar benim için sert sınırdır. Sizi delirttiğim için özür dilerim. Affettiğinizi söyleyin.

Sf: 442
Ama her zamanki gibi, aşırı tepki veriyorsun. Bana bir sandıkta eli, ayağı ve ağzı bağlı gibi şeyler yazamazsın. (Ciddi miydin yoksa şaka mıydı?) Bu beni korkutuyor. Sen beni korkutuyorsun… Sihrine tamamen kapılmış durumdayım. Varlığından geçen haftaya kadar haberdar bile olmadığım bir hayat tarzını kabullenmeyi göze alacak kadar sihrine kapılmış durumdayım, ama sen böyle bir şey yazıyorsun ve ben arkama bile bakmadan kaçmak istiyorum. Elbette, kaçmam, çünkü seni özledim. Gerçekten özledim.
Gözümü öylesine kamaştırıyorsun ki birlikte olduğumuz zamanlarda net düşünmekte zorlanıyorum.

Sf: 443
Seattle’da saat beşti ve umarım, hüzünlü ağıtlar çaldığı piyanosunun başında değil, derin uykudaydı.
Sırt çantalarının en güzel yanı havaalanından çabucak çıkabilmek ve bagaj bandının başında sonsuz bir bekleyişe mecbur olmamaktı. Birinci sınıfta seyahat etmenin güzelliğiyse, uçaktan herkesten önce inmekti.

Sf: 445
“Karmaşık ve değişken, konsantre olmak istediğim iki özellik, Ana.”
Ah, hayır.
“Ah, anne, ruh halinin değişimleri beni sersemletiyor. Zorlu bir çocukluk yaşamış, çok kapalı ve anlaşılması zor biri.”
“Ondan hoşlanıyor musun?”
“Hoşlanmanın ötesine geçtim.”
“Gerçekten mi?” Annem bana bakakalmıştı.
“Evet, anne.”
“Erkekler aslında karmaşık değildirler, Ana tatlım. Çok basit, yalın yaratıklardır. Genelde söylediklerini kastederler. Ve ne söyledikleri barizken bizler analiz etmeye çalışarak saatler geçiririz. Senin yerinde olsam, onu olduğu gibi ele alırdım. Faydası olabilir.”
Anneme bakakaldım. Kulağa iyi bir tavsiye gibi geliyordu. Christian’ı olduğu gibi ele almak.

Sf: 447
Anlamayı beceremediğin şu: Hâkim/İtaatkâr ilişkilerinde bütün güç İtaatkâr’ın elindedir. Bu sensin. Tekrar ediyorum, bütün güç senin elinde. Benim değil. Kayıkhanede hayır dedin. Bana hayır dersen sana elimi bile sürmem; bu yüzden ne yapıp yapamayacağımıza dair bir anlaşmamız var ya zaten. Bazı şeyleri denersek ve senin hoşuna gitmezse anlaşmayı elden geçirebiliriz. Sana kalmış, Ana, bana değil. Ve bağlanıp bir sandığa tıkılmak istemiyorsan öyle bir şey olmayacak.

Sf: 448
Onu görmek istiyordum. Ayrılalı yirmi dört saatten az olmuştu ve onu dört gün daha göremeyeceğimi hatırlayarak onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Ne kadar sevdiğimi.

Sf: 452
Ağzım dümdüz bir çizgi halini almıştı. İğne saplamak için bir bez bebeğe ihtiyacım vardı; belki o zaman bu yabancıya hissettiğim öfkenin bir kısmını boşaltabilirdim.

Sf: 460
Kimden: Christian Grey
Konu: Gümbürdemek
Tarih: 31 Mayıs 2011 19:40
Kime: Anastasia Steele
Beni çok iyi tanıyorsunuz, Bayan Steele.
Eski bir arkadaşla yemek yiyeceğim, bu yüzden araba kullanıyor olacağım.
Hadi kaçtım, bebek.
Christian Grey
CEO, Grey Şirketler Topluluğu

Sf: 461
Hangi eski arkadaş? Christian’ın hiç eski arkadaşı olduğunu sanmıyordum… O kadının dışında. Ekrana kaşlarımı çatarak baktım. Neden onu görmeye devam etmek zorundaydı sanki? İçimde beklenmedik bir şekilde yakıcı, yeşil ve saframsı bir kıskançlık akmaya başladı. Bir şeye vurmak istiyordum; Bayan Robinson öncelikli tercihimdi. Öfkeyle bilgisayarı kapatıp yatağıma tırmandım.

Sf: 462
Kimden: Anastasia Steele
Konu: Uygun Yemek Refakatçileri
Tarih: 31 Mayıs 2011 23:58 Yerel Saat
Kime: Christian Grey
Umarım siz ve arkadaşınız hoş bir yemek yemişsinizdir.
Ana.
Not: Bayan Robinson muydu?
“Gönder”e bastım ve Christian’a o kadınla ilişkisini sormayı kafaya koyarak mutsuzluk içinde yatağa tırmandım. Bir yanım daha fazlasını öğrenmek için can atıyor, diğer yanımsa bana söylediğini bile unutmak istiyordu.

Sf: 468
Adını nereden biliyordu? Anneme o yürek hoplatan, Christian Grey patentli, tam yol, insaf nedir bilmeyen gülümsemesini gönderdi. Annemin hiç şansı yoktu. Alt çenesi neredeyse masaya çarpacaktı. Tanrım, anne, kendine gel. Christian’ın uzattığı eli tuttu, el sıkıştılar. Annem cevap vermemişti. Ah, tamamen afallama, nutku tutulma hali genetikti; bunu bilmiyordum.
Annem en sonunda, nefesi kesilmiş gibi, “Christian,” demeyi başardı.
Christian ona bilmiş bir gülümseme ve gri gözlerinde ışıltıyla bakıyordu. Her ikisine de gözlerimi kıstım.
“Bir cin tonik alayım,” dedi. Christian. “Hendricks varsa ya da Bombay Sapphire. Hendricks ise salatalıkla, Bombay ise limonla.”
Tanrım… Sadece Christian içki ısmarlama işini böyle dallanıp budaklandırabilirdi.

Sf: 477
“Ah, öyle olduğunu umarım.” Bana yukarıdan bakıyordu. “Bana çok kızmışsın,” diye soludu.
“Evet.”
“Ailem dışında kimsenin bana kızdığını hatırlamıyorum. Hoşuma gitti.”

Sf: 479
“Kendine bir bak. O kadar güzelsin ki,” diye mırıldandı. “Ne hissettiğini gör.” Ellerimi ellerinin içine alıp avuçlarını ellerimin üstüne bastırdı ve parmaklarını benimkilerin arasına geçirip iyice aralanmalarını sağladı. Ellerimi karnımın üstüne yerleştirdi. “Teninin ne kadar yumuşak olduğunu gör.”

Sf: 480
Kendime dokunmaya başladım. Hayır, bunu onun yapmasını istiyordum. Aynı değildi. Onsuz kayıptım.

Sf: 481
“Ah, Ana!” Kulağıma kesik kesik vuran nefesi benimkiyle kusursuz bir uyum içindeydi. “Ah, bebek, bir gün sana doyabilecek miyim?” diye fısıldadı.

Sf: 483
Ve Bayan Robinson onu sevmişti. Lanet olsun… hâlâ seviyor muydu? Mideme bir tekme yemiş gibi hissediyordum.
“Seni hâlâ seviyor mu?”
“Sanmıyorum, o şekilde değil.” Bunu hiç düşünmemiş gibi, kaşlarını çattı. “Sana çok eskide kaldığını söyleyip duruyorum. Geçmişte. İstesem bile, ki istemiyorum, değiştiremem.”

Sf: 487
“Beni kontrol etmeye neden ihtiyaç duyuyorsun?”
“Çünkü bu benim içimdeki, hayatımın ilk yıllarında karşılanmamış bir ihtiyacı tatmin ediyor.”
“Yani bir terapi biçimi, öyle mi?”
“Hiç böyle düşünmemiştim, ama sanırım öyle.”

Sf: 490
Sırıttı. “Bugün, Piyano.”
Gülümsemesi bulaşıcıydı.

Sf: 498
İmrenmemenin elimde olmadığı komplocu ama kibirli bir sırıtış eşliğinde, “Biliyorsun, bazen ben olmak harika bir şey oluyor,” dedi. Oyunbaz ve umursamaz olduğu zamanlarda öylesine sevilesiydi ki.

Sf: 499
Şarkı sona erdi ve iPod yas tutan Damien Rice’a geçti. Kim? Kim? Pecereden dışarı bakarken, midem kanıyordu. Kim?

Sf: 515
Kimden: Anastasia Steele
Konu: Sızlama yerine Süzülme
Tarih: 2 Haziran 2011 10:20 Yerel Saat
Kime: Christian Grey
Bazen bir kıza nasıl iyi vakit geçirteceğini çok iyi biliyorsun.
Teşekkürler
Ana x

Sf: 526
“Ah, anne…” Ona sımsıkı sarılırken, sıcak, davetsiz yaşlar gözlerimde parlıyordu.
“Hayatım, ne derler bilirsin. Prensini bulmadan önce, çok kurbağa öpmen gerekir.”
Ona çarpık, buruk bir gülümsemeyle baktım.
“Sanırım ben bir prensi öptüm, anne. Umarım bir kurbağaya dönüşmez.”

Sf: 532
İç geçirdim. O kadar kibardı ki. Hafızamdan silmeyi çok istesem de, bu adamın benim için iç çamaşırı satın aldığını hatırladım. Aslında benim için iç çamaşırı satın alan tek erkek oydu ve bu düşünce beni rahatsız ediyordu. Ray bile böyle bir zorluğa katlanmamıştı.

Sf: 534
Sonra kollarıyla beni sardı ve sertçe kendine çekti, başımı kaldırmak için atkuyruğumu tuttu ve beni hayatı buna bağlıymış gibi öpmeye başladı. Bu da neyin nesiydi! Saç tokasını canımı acıtarak çekip çıkardı, ama umurumda değildi. Öpüşünde umutsuz, ilkel bir yan vardı. Nedeni ne olursa olsun, zamanda bu noktada bana ihtiyacı vardı ve hiç bu kadar arzulanıp istendiğimi hissetmemiştim.

Sf: 544
Ah, acımayacağını söylüyordu.
“Güvenli kelimeler neler, Anastasia?”
“Imm… sarı ve kırmızı, Efendim,” diye fısıldadım.
“Aferin kızıma. Unutma ki acının büyük kısmı zihindedir.”

Sf: 555
“Oyun odası dışında. Oyun odasında kontratın ruhuna uymanı istiyorum, ve evet, Kurallara her zaman uymanı istiyorum. O zaman güvende olduğunu ve sana istediğim zaman sahip olacağımı bilirim.”
“O zaman seni cezalandırırım.”
“Ama iznime ihtiyacın olmayacak mı?”
“Evet, olacak.”
“Ya hayır dersem?”
Bana bir an kafası karışmış gibi baktı.
“Hayır dersen hayır dersin. Seni ikna etmenin bir yolunu bulmam gerekir.”

Sf: 560
“Canını yakmanı istiyorum. Ama kaldırabileceğinin ötesinde değil.”
Siktir.
“Neden?”
Elini saçlarının arasından geçirdi ve omuz silkti.
“İhtiyacım var, o kadar.” Durdu ve bana sıkıntıyla bakarak gözlerini yumup başını salladı. “Sana anlatamam,” diye fısıldadı.
“Anlatamaz mısın, anlatamaz mısın?”
“Anlatamam.”
“Yani nedenini biliyorsun.”
“Evet.”
“Ama bana söylemeyeceksin.”
“Söylersem bu odadan koşarak kaçarsın ve asla dönmek istemezsin.” Bana temkinli bir ifadeyle bakıyordu. “Bu riski alamam, Ana.”
“Kalmamı mı istiyorsun?”
“Tahmin edemeyeceğin kadar. Seni kaybetmeye dayanamam.”

Sf: 561
Dudaklarını dudaklarımdan uzaklaştırmadan, “Beni bırakma. Uykunda beni bırakmayacağını söyledin ve seni bırakmamam için yalvardın,” diye fısıldadı.

Sf: 562
İşin ironisini anlamamış değildim. Bundan kaçınmak için kaçmıştım. Kollarını açsa, ondan uzağa değil, ona koşardım.

Sf: 563
Kemer beni bir kez daha ısırırken, “Dört!” diye haykırdım ve artık yaşlar gözümden oluk oluk akıyordu. Ağlamak istemiyordum. Ağlıyor olamam beni öfkelendiriyordu. Bir kez daha vurdu.
“Beş.” Sesim daha boğuk bir hıçkırığa benziyordu ve o anda ondan nefret ettiğimi düşündüm. Bir tane daha. Bir tane daha kaldırabilirdim. Popom alev almış gibiydi.
Tenimi dağlayan acıyla bir kez daha sarsılırken, “Altı,” diye fısıldadım ve kemeri yere attığını duydum. Nefes nefese ve şefkatle beni kollarına çekti… Oysa ben ona dair hiçbir şey istemiyordum.
“Bırak… Hayır…” Ve kendimi kollarından kurtulmak için debelenirken ve onu iterken buldum. Onunla itişirken.
“Sakın bana dokunma!” diye tısladım.

Sf: 564
Ne düşünmüştüm ki? Bana bunu yapmasına neden izin vermiştim sanki? Karanlığı, ne kadar kötü olacağını keşfetmek istemiştim. Ama benim için fazla karanlıktı. Bunu yapamazdım. Ama onun yaptığı buydu. Onu coşturan, keyif veren buydu.
Onu kaybedecektim. Ona bunu veremezsem benimle olmak istemeyecekti.

Sf: 565
İkimizde asırlar kadar uzun gelen bir süre boyunca, tek söz etmeden böyle yan yana yattık.

Sf: 566
Omuz silktim. “Ben istedim.” Ve artık biliyordum. Yutkundum. Zamanıydı. Sözümü söylemem gerekiyordu. “Benden olmamı istediğin şeyi olabileceğimi sanmıyorum.”

Sf: 567
Bedenimdeki her tüy ayağa dikilirken, kafa derim uyuşuyordu. Ve dünya ayaklarımın altından kayıp beni içine düşeceğim geniş bir boşlukla baş başa bırakıyordu.
“Gitmek istemiyorum,” diye fısıldadım. Siktir. Buydu işte. Oyunu oyna ya da git. Gözlerim yeniden yaşardı.
“Gitmeni ben de istemiyorum,” derken sesi kırıktı. Uzandı, yanağımı okşadı ve başparmağıyla düşen bir damla yaşı sildi. “Seni tanıdığımdan beri hayata döndüm.” Parmağı alt dudağımın çizgisinde dolaşıyordu.
“Ben de,” diye fısıldadım. “Ben sana âşık oldum, Christian.”

Sf: 568
Beni bekleyen saniyeleri tek tek düşünerek, hızla ve sitemli bir şekilde duş aldım. Şimdi biraz vücut şampuanı al. Şişeyi rafa bırak. Bazi yüzüne, omuzlarına sür… vesaire. Basit, mekanik düşünceler gerektiren basit mekanik hareketler.

Sf: 569
Dünyamın ufalanarak steril bir kül yığını halinde üstüme yağdığına, umutlarımın ve hayallerimin acımasızca parçalandığına inanamıyordum.
Taylor’un benim için tuttuğu kapıdan arabanın arka tarafına bindim. Göz kontağından kaçınıyordum. Mahcubiyet ve utanç içindeydim. Kelimenin tam anlamıyla bir başarısızlıktım. Elli Tonum’u ışığa çekmeyi ummuştum, ama sonunda benim vasat becerilerimi aşan bir görev olduğu ortaya çıkmıştı. Çaresizlik içinde, duygularıma set çekmeye çalışıyordum. Dördüncü Cadde’ye çıktığımızda, boş gözlerle etrafımı seyrederken, yaptığım şeyin büyüklüğü üzerime çöktü. Lanet olsun, onu terk etmiştim. Sevdiğim tek erkeği. Birlikte olduğum tek erkeği.

Sf: 567
Bir kemer darbesinin yakıcı ısırığı bu yıkımın yanında hiç kalırdı. Çaresizlik içinde, inik folyo balonuma ve Taylor’ın mendiline sımsıkı sarılıp kıvrıldım ve kaderime teslim oldum.

Doktrin: “Senin bakışlarında yaşlanmak ve hayatımın sonuna kadar senin gecelerini giymek istiyorum.” – Marc Levy