Madde 75
Nisan 1996
16. Yaş
Lise ikinci sınıfta motor meslek lisesinin en çalışkan öğrencisiydim. İlk dönem 4 dersim zayıf gelince hırslandım. Başarısız olmak istemiyordum, ikinci dönem azmettim ve bu sayıyı 5‘e çıkardım. Sınıf öğretmenimiz şaşkınlıktan beynini çay kaşığıyla yedi.
Çok uzun boylu, iri kıyım beden eğitimi öğretmenimize Haytavır derdik. Bir gün beden eğitimi dersinde beni sıkı bi zopalamıştı. Her iki spor ayakkabımın ucuna ayakkabısıyla basarak beni sabitledi; ardından, yerden yaylı, hacıyatmaz modeli kum torbasına yumruk atar gibi beni marizliyor, ben yaylandıkça aparküt ve şamarları hunharca yerleştiriyordu.
En iyi yaptığım şey sınıfın en arkasında saçma şekiller karaladığım deftere, kafamı gömmekti. Üç bin kişilik okulda yalnızca üç kız öğrenci vardı. Kim kızının otomobil tamircisi olmasını isterdi ki? Abazan öğrencilerin en iyi arkadaşı Emanuel’di. Okuldan dönerken otobüs camından bir kızla bakışmak, salıncakta boşluğa düşmek gibiydi….
Kalemtıraş bıçağıyla koluma “KEN” yazısını kazımıştım. Oysa Ken, bir dönemin kült oyunu, Street Fighter’ın yakışıklı kahramanıydı. Münzevi görünen karakter, oyun sonunda evleniyordu.
Okulda iki tip arkadaşlık vardır. Kankardeşiniz ve ve yüzünü zor hatırladıklarımız. Ümit, bu iki tipin ortasındaydı. Kısa boylu, ön iki dişinden birisi diğerinin üstüne girift oturmuş, siyah gözlü, yüzü çil dolu bir çocuktu. Saçları hiç yıkanmamış gibiydi. Eski mahallesinden bir kızdan bahsetti:
Gülay, çok güzel kızdır. Görsen bayılırsın, manken yavrusu gibi.”
Parmaklarını saçlarında gezdirdi. Minik kepekler düştü.
Yürürken, delik cebimden solucanıma uzanıp, sosisimi sucuk ve salam yapmakla meşguldüm. Bir kız arkadaş iyi olabilirdi. İlk sevgilim olacaktı. O yaşta öyle azgındık ki, okulun parmaklıklarına sürtsek kıvılcım okulu yakabilirdi. Sevincimi belli etmeden kabul ettim.
Ümit, kızın ev telefonunu verdi. Akşam olmak bilmedi; sabırsızlanıyordum. Eve vardığımdaysa bir kızla konuşacak cesarete sahip olmadığımı fark ettim. Erkek kardeşimle konuştum:
Kızla ben gibi konuşmasını, numarasını aldığımız arkadaşın adını veremeyeceğimizi söyledim. Kardeşim:
“Tamam.” dedi. Heyecandan öbür odaya kaçıp beklemeye başladım.
Kardeşim beş dakika sonra odaya girerek müjdeyi verdi:
“Kız başta güvenmedi; ama sonra sadece arkadaş olabileceğimizi söyledi.” dedi.
İş olmuştu. Öyle sevindim, öyle mutlu oldum ki… O an dünyadaki tüm insanlara yetecek sevgiye sahiptim. Onunla bir an önce buluşup öpücüklere boğmalıydım.
Macarena’nın patlama yaptığı ve Macarena’nın makarna tarifi olduğunu sandığımız yıllardı. Her yerde Aicha melodisi vardı. Çalan her şarkı ikimize armağandı. Şarkılar gerçekten güzel miydi, bana mı öyle geliyordu? İkinci dubleden sonra karşımıza çıkan kişiyi ilk öptüren şey aşk mıydı? Okula sevinçle gidiyor, derslerde onu düşünüyor bu sayede okul birincisi olma ihtimalini kaçırıyordum.
Bazı akşamlar ona kendim telefon açıyorum. Kardeşimle ses rengimiz yakındı. Artık cesaretliydim. Onun da okulda bütün gün beni düşündüğünü öğrenince sevinçten deliriyordum. Sesi o kadar güzeldi ki; yumuşak, çocuksu, masum ve çılgın… Sonra bilirsiniz, anne-çocuk rolü oynamaya başladık.
“Eve gelince yemek yedin mi sen?” diye sordu.
“Hayır, henüz yemedim.” dediğimde;
“Kıyamam ben sana. Yemek ye sonra bi daha konuşalım.”
Yemek yedikten sonra yeniden aradığımda: “Yemek yedin mi sen?” diye sordu.
“Evet bi tanem.” dediğimde bu sefer;
“Kakanı yaptın mı? Hadi git tuvalete, sıkı bi s*ç, klozeti doldur canım benim,” dedi.
“Tamam yaptım. Hatta klozet tıkandı.” dediğimde,
“G*tüne sağlık bitanem. Temiz ol, g*tünü de ıslak mendillen iyice sil.” dedi.
Benle çok ilgiliydi. Kendimi pişik önleyici bebek bezi gibi hissediyordum.
Buluşma günü geldi çattı. Birbirimizi merak ediyor, arzuluyorduk. Bir arkadaşımla okul çıkışına gittim. Yusuf, düz saçlı, mavi gözlü, sivilce suratlı biriydi. İmam Hatip okulunu sonunculukla bitirmişti. Bir kere okuması için ona verdiğim Aziz Nesin’in “Sizin Memlekette Eşek Yok mu?” kitabını yırtık halde geri verdi. Okuldan yobaz bir arkadaşı elinde görüp parçalamıştı.
Tuhaf okulumuzda öğretmenler de tuhaftı. Ceketsiz ve armasız okula alınmazdınız. Ceketimle çantamı atari salonunda çaldırdıktan sonra günlerce okula girerken zorlanmıştım. Ceket ve armasız okula giremezdiniz. Rengarenk Hawaii gömlekle girebilirdiniz.
Öğleden sonra okulun önünde erketeye yattık. Kısa kollu, kahverengi gömleğim üstümdeydi. Bir çılgınlık yaparken onu giymemem düşünülemezdi. Yusuf ise mavi kumaş üzeri siyah çizgili, seksi bir gömlek seçmişti. Dönemin Nafiz Gürman – Gümüşpala otobüs şoförlerinin tercihiydi. Onu en az 20 yıl yaşlı göstermişti.
Beklemek zordu. Onu ilk kez görecektim. Okulun parmaklıklarına sırtımı dayıyor, sağ dizimi kırarak seksi pozlar veriyordum. Dün akşamki telefonda “Birbirimizi nasıl tanıyacağız?” sorusuna:
“Yakamda kırmızı karanfil yok ama üstümde kahverengi gömlek olacak.” demiştim. Her çift gezen kıza göz kırpıyor, güzelinin benimki olmasını umuyordum. Derken… Bu gelenler de ne böyle?.. Birisi şaka mı yapıyor?.. Zamanda yeteri kadar geriye gidebilseydik, farklı hayatlar yaşar mıydık? Ne olur, diğer kız benim olsun. Bu imkansız. Çünkü kızlardan birisi Leyla! Onu Örnekköy’de elinde salça ekmekle gezmesinden tanıyorum. Ama o olsa bile razıyım. Benden başka kahverengi gömlekli yok. Ele verdim kendimi. İşi batırdım. Keşke olayları uzaktan izleseydim. Başka bir gözle kendime acımaya başladım. İkisi de gülümseyerek yaklaşıyor. Gerçekten hiç sevmemişim gibi sevmiştim. Büyük bir aşkla bağlanmıştım. Neden?..
“Her insan potansiyel bir engelli adayıdır.” Engellilerin tesellisi mi? Yoksa sağlıklı insanlara gözdağı mı? Kızın sol ayağı daha kısa ve topallayarak yürüyor. Sınanıyor muyum? Rol yaptığını dahi düşünecek kadar alçaldım. Onu kabul eder miyim? O kadar cesur muyum? Korkak y*vşağın tekiyim. İkisi de aynı anda “Merhaba!” dedi.
“Evet, merhaba,” ve tanıştığımıza memnun olmadık.
Kız 140 cm boyunda. Hem bacağı hem boyu kısa. Gözleri yeşil boncuklar. Ay gibi parlak yüzü öyle sevimli ki. Minik burnu çiğ mantı bohçası gibi. Düzgün çizilmiş ve ufacık dudaklar. Hangi yaşta olursa olsun on yaş küçük gösterecek. Gülümserken dişleri güneşte parlıyor. Günahlarımın cezası mı bu?
Ama kız sakat, ne yaparım onunla?.. Hayatında kaç insan böyle bir seçime zorlandı? Yürürken arkada kalmaya başladım. Onunla yan yana olmaktan utanıyor muyum? Beyaz boynundaki sarı tüylere gözlerim dalıyor. Dar omuzlarınının her adımda iniş çıkışlarını izliyorum. Her adımında sağ eliyle dizinden destek alıyor. Yaşadığı zorluğu hissetmeye çalışıyorum; ama nafile… Gülerek bana döndü:
“Yürüseneee!”
Kafamı salladım. Her sokakta onlardan kopmak, her apartmanın çatısına tırmanıp, kuş olup uçmak istiyorum!
Bir şeyler içtik ve ayrıldık. İlk ve son son görüşmemizdi. Cesaretim olmadığından zor görev kardeşime kaldı. Bilirsiniz işte… Adi herifin tekiyim!..
Doktrin: “Bağdat’ı almaya çalışmak; Bağdat’ın kendinden daha mı güzeldi ne!” – IV. Murat
Related posts
1 Comment
Bir Cevap YazınCevabı iptal et
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (26)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (148)
- kitap (155)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)
Muhteşem
Tüm detayları ile hiç kıvırmadan samimi ve çuvaldızı kendine batırmaktan korkmadan yalın bir anlatım
Helal olsun