Blendır Aga’nın yanında çalışıyordu. “Askerden gelen abini çağır bakalım bi tanışak hele,” dediğinden mütevellit o gün yanlarındaydım. Havam, esprili yanlarım ve trolmetrem üst seviyedeydi. Aga’yı öyle eylendirdim ki “Yarın gel başla,” dedi.

Henüz işe yeni başlamıştım ki Çiğli’deki bir LPG montaj atölyesinin devir işlemine tanık oldum. Aga beni yeni şubenin başına müdür olarak geçirecekti. Bir yandan seviniyor bir yandan da gülüyordum. Çünkü “müdür” olarak atandığım iş yerinde benim dışımda çalışan insan sayısı ikiydi.

Ertesi gün Aga ziyaretimize geldi ve “Büyük bir açılış planlıyorum,” dedi. İş yerlerini hiç tanımadığımız adamların üzerine açar, bir yıl sonra beş kuruş vergi ödemeden dünya kadar borçla kapatır ve farklı kişilerin adlarına yeniden açardı. Ben de böyle bir değişim zamanına denk gelmiştim.

Ertesi gün 1. Sanayi sitesindeki servisin açılışı vardı. Bir gün süren açılış merasiminde hiçbir masraftan kaçınılmamış, her taraf yiyecek, içecek ve çiçeklerle donatılmıştı. Zamanında İsrail’in kuruluşuna karşı çıkan tüm Arap devletlerinin geçtiğimiz yıllarda Arap Baharı yalanıyla tek tek domino taşı gibi devrilmesine öncülük eden El Kaide ve onun silahları nasıl ki her ülkeye sırayla sokulduysa, çelenkler de üç gün 1. Sanayi sitesinde bekledikten sonra Çiğli’deki servise getirildi. Açılış renkli geçti:

Yiyecek olarak beş kilosu iki lira olan dip kalite kuru pasta. Kanepelerin üstüne yerleştirilmiş zehir tuzlu zeytin. Kutik öldüren sirke şarap. Peti Bereketli püzküğüt pasta ve bir damacana dolusu o zamanlar Tang dedikleri oraletli içecek. Düğün eylenceli geçmekteydi.

Çelenklerde vali, kaymakam, belediye başkanı, il emniyet müdürü, muhtar aday adayı ve azaları yer almaktaydı. Tabii ki bu çelenkleri gönderdiklerinden adamların haberleri yoktu. Çiçekler o kadar solgundu ki bunlar muhtemelen ya çevre illerdeki kasapların koyun ve inek g*tünden söktükleri çiçekler ya da mezarlıklardan çalınan buketlerden oluşuyordu. Zaten açılışa hiç kimse gelmedi. Ama biz kendi kendimize bayağı eylendik.

İşte ben böyle bir Aga’nın yanına işe girmiş ve böyle bir iş yerinin şubesinde göreve başlamıştım. O yıllarda 23. yaşıma yeni girmiştim. Bir çalışan 19 yaşında Fazlı adında bir çocuktu. Hafif kısa boylu, sevimli yüzlü, çok saygılı bir çocuktu. Elektrik gerilimindeki bir evre anlamına gelen “faz” sözcüğüyle alay edercesine eleman elektrikçiydi. Şaka yapmıyorum, ismi Fazlı olan birisi nasıl elektrikçilik mesleğini seçebilirdi? Acaba babası annesiyle temelleri trafoda mı atmışlardı? Fazlı ilerde evlilik programlarına katılsa ona gelen kız: “Esrağ hanımcım yalnız ben elektrik alamadım…” diye asla yakınamazdı.

Asıl bomba diğer elemandı. Bu usta benden 5 yaş büyüktü. Adı Muzaffer’di fakat ben ona kısaca Sansarakis diyordum. Öyle kurnaz ele uyanıktı ki… 1.54 boyunda sırım gibi bir delikanlıydı. Zayıf, mavi gözlü, sinsi bir ustaydı; fakat aynı zamanda nüktedandı da…

Amerika’nın Irak’a haksız yere girdiği yılları geride bırakmıştık. Sansarakis’in savaş çıkacak korkusuyla manipülasyon etmek istediği TL>Altın değişim mantığının ters çalışma zamanı gelmişti. “Tüm altınları bozdum çok param var artık,” dedi. Gömleğinin üst cebindeki bir tomar paraya baktım: Şu an ancak küçük bir motosiklet alabilecek kadardı. Ama Sansarakisi delirtmeye yetmişti. Bu kadar parayı bir arada görmediğinden olsa gerek günde iki, üç defa paraları sayıyor, onları bazen kokluyor sonra özenle yerine yerleştiriyordu.

O gün içeri iki şopar çingene girdi. Şarjlı matkap satıyorlardı. Matkapların görünüşleri gerçekten güzeldi ve elime alıp onları incelemeye koyuldum. Sansarakis ofiste oturduğu koltuktan bir yandan benle çingene kız arasındaki muhabbete kulak kabartıyor, bir yandan da göz ucuyla cebindeki paraları kesiyordu. Birden dayanamadı ve “Kaç lira,” diye sordu. Çingene kız “185 Lira” dedi. Sansarakis “Çüş yaw düş biraz,” dedi ve ardından kızla sıkı bir pazarlığa tutuştu. Sansarakis’in parmakları sürekli 2 rakamını gösteriyordu. Kız şaşırdı ve “İki yüz mü?” dedi.  Sansarakis konuşmuyor ama kibirli burun ve seğiren göz kapaklarıyla boyuna aynı rakamı gösteriyordu. Kız “20 Lira mı?” dedi. Sansarakis “Hayır,” dedi. Kız en son 35’e kadar düşmüştü. Sansarakis’in almaya niyeti yoktu, belli ki trollüyordu. Ben de içimden “Ne de kaliteli matkap!” diyordum. “Üç dakikada 185 Liradan 35 Liraya geriledi.” Sansarakis “En son 2 Lira veririm,” dedi; sırıtarak. Eminim ki kız ‘2 Lira’ dese bile almayacak “1 Lira olsa alırdım,” diyecekti. Çingene kızlardan biri sinirlendi ve “Yürü kız abla bu bir şeyi alamaz, ajlıktan ölüyor, bunda para ne gezer?” dedi. İşte o an Sansarakis gerim gerim gerili yayda yıllarca bekleyen ok çevikliğiyle yerinden fırlayarak ayağa kalktı ve masaya bir tomar parayı hızla vurarak “Ben seni bile satın alırım be, siz ne konuşuyonuz!” dedi. Kız çok şaşırdı ve ağzından tıslar gibi çıkan küfürlerle ofisten çıktı. Onlar uzaklaşırken Sansarakis hışımla paraları sayıyordu…İki gün boyunca serviste paralarla gezdikten sonra üçüncü gün sevinçle ofise geldi ve “Yeni araba aldım!” dedi. “Hayırlı olsun abi,” dedik. “Bi getir bakalım.” “Şu anda galeride satış işlemleri oluyor, tüm paramı verdim ama deydi doğrusu.” dedikten sonra çıkıp gitti…

Üzerinden iki saat geçti ya geçmedi Sansarakis büyük gürültü çıkaran ishal sarısı bir Opel Record’la servise girdi. Şaşırmıştık. Arabanın altından kalın bir hortum sarkıyordu. Bu hortumun neye yaradığını anlamanız için bilgilendirme geçeyim:

Tüm içten yanmalı motorlarda silindir ve piston sistemi vardır. “I” tipi sıralı dört silindirli bir motorda her silindirde dört piston, her pistonun çevresinde genelde üç adet segman bulunur. Segmanlar zamanla aşınır ve yenisiyle değiştirilir. Değiştirilmezse motorda kompresyon kaçağı oluşur ve sıkıştırılan hava-yakıt karışımı motorda bulduğu boşluklardan kendini atmosfere salmak ister. Bu kaçak, en kolay piston alt ölü noktaya inerken kartere, oradan da havalandırma borusuyla külbütör kapağına ulaşır. İşte bu arabada segmanlar çok yorgun ve motor aşıntısı da fazla olduğundan külbütör kapağına ulaşan yağ buharını tahliye için motorun altına kol kalınlığında bir su hortumu sarkıtılmıştı. Bu duruma sanayi jargonunda “üfleme” adı verilir.

Sansarakis konsolos köpeği gibi kurulduğu arabadan yengeçvari hareketlerle indi; kapıyı çarparak kapattı ve “İşte araba bu!” dedi. İlginç bir arabaydı. Ufak tefek(!) çürükleri dışında pek bir kusuru yok gibiydi. Hatta yanından geçtiğimde rüzgarımdan plakası yere düştü. “Az önce galericiden ucuza kapattım, sanırım ona hafif de kazık attım,” dedi. Söylediğine göre galerici buna şöyle demiş: “Her yeri orijinal araba, her parçası yenilendi (yani değişmeyen parçası yok) boyası güzel renk (bişeyi andırıyor), muhayyer bir araba.” “E peki kusuru?” “Izzzzzzzcccık(!) motor üflüyo, hepisi bu!”

“Akşama alışverişe ve gezmeye bu arabayla gidiyoruz,” dedi. Akşam olunca hep beraber işten çıkarak Carrefour AVM’ye yola koyulduk. Biraz gezdikten sonra alışveriş laylonlarıyla arabaya pindik. Yolda giderken arkamızdan sürekli selektör yapan, korna çalanlar eksik olmuyordu. Sansarakis: “Araba yeni ya, tebrik ediyorlar herhal.” dedi. Ben aynı fikirde değildim. Ön ve yan camdan bize korna çalanlara bakıp hareketlerinden söylediklerini anlamaya çalışıyorken Sansarakis trafikteki araçlara el sallıyordu. Hatta bir ara iyice şımarıp zıvanadan çıktı ve kornaya basarak koltuk yaylarında tepinmeye başladı. Fazlı ise arkada Hustler adlı porno dergiyi okuyordu. Harika bir çeteydik. Üç kişi olduğumuza göre çetenin adı üst üste üç sayı anlamına gelen hat-trick olabilirdi; fakat arabamızın safran rengi nedeniyle adımız Hat Tırık olarak tarihe geçiyordu.

Carrefour’dan çıktık, Çiğli’ye doğru giderken yolda çevirmeye yakalandık. Üç polis yolu kesmişti. Bir tanesi sürücü kabinine yaklaştı ve “Bu ne biçim araba yauuw, yolda ihbar aldık. Yanan alevli-malevli bir araba Carrefour’dan çıktı, geliyor, diye” dedi. Sansarakis “Yok abi, motor azcık üflüyo, hepsi bu,” dedi. Araba hala çalışıyordu. Geldiğimiz yola baktım, yere akan yağlar asfalta çizgiler bırakmıştı. Ayrıca etraf aynı film setlerindeki gibi mavi-beyaz dumandan geçilmiyor, göz gözü görmüyordu. Polis arabanın altına eğildi ve “Ne azı yauv, sen bu arabayı belediyeye versen sinek ilaçlama arabası olarak çalışsa seni mayışa bağlarlar, artı sigortanı sodeksonu tikıtını alırsın, dolu kentkartla bir de üstüne yıllık erzak ve yakacak parası ikramiye çıkardırlar,” dedi. Sansarakis “Tamam abi arabayı yaptıralım,” dedi ve oradan ayrıldık. Sansarakis eve gidene kadar hiç konuşmadı.

Sansarakis o günden sonra arabayı jet hızıyla satılığa çıkardı. Fakat ne büyük şanstır ki o aylarda devlet hurda araçlarda büyük bir vergi indirimine girdi. Bu yüzden bizim Sansar aracı aldığının iki katı paraya satarak aynı gömlek cebini bu kez iki tomar parayla doldurdu…Doktrin: “İçimde kanser olacağına g*tümde konser olsun..” – Bilinmeyen