Her şey apaçık ortada… Hani halk arasında bir tabir vardır, arife tarif gerekmez, damda gezer miyav der.
– Senin evde ne var ne yok bunları çıkar tamam mı?
7 Şubat 2012, saat tam 17’de, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın telefonu çaldı. Hattın diğer ucunda, özel yetkili savcı Sadettin Sarıkaya vardı. İfadeye çağırıyordu. Aynı şekilde, MİT eski müsteşarı Emre Taner ve yardımcısı Afet Güneş de aranmıştı, “İfadeye gelmezseniz, kolluk kuvveti göndereceğiz” deniyordu.
MİT Müsteşarı’nın kurtarıldığı gün, Tayyip Erdoğan hastaneye yattı, sindirim sistemi ameliyatı oldu. Aslında üç ay önce ameliyat olmuş, 8 Şubat’ta tamamlayıcı ameliyat planlanmıştı. Tam hastaneye yatacağı akşam, MİT Müsteşarı ifadeye çağrılmıştı. Zamanlama enteresandı. Tayyip Erdoğan mecburen ikinci ameliyatını ertelemiş, krizi bizzat kendisi yönetmişti.
Yeni CHP direksiyonu sağa kırdı. Doğma büyüme MHP’li Mansur Yavaş, Ankara büyükşehir belediye başkan adayı yapıldı. İstanbul büyükşehir belediye başkan adayı ise kafasına sandalye ile vurularak CHP’den kovulan Mustafa Sarıgül olmuştu.
Fethullah Gülen, beddua yağdırdı! Herkul.org’daki son sohbetinde çok sinirliydi. Hep sakin ses tonuyla konuşurdu, ilk defa böyle görülüyordu, adeta ağzından ateşler saçıyordu, ellerini kollarını hiddetle savuruyor, yerinde oturamıyordu, konuştuğu kamerayı kıracak gibiydi.
Ve Türkiye’de, siyasetçi çocuklarının servetiyle alakalı tuhaf bir durum vardı. Siyasetçiler mal varlıklarını düzenli olarak bildiriyor, 25 yaşından büyük çocuklarının servetini, kendi mal varlıkları arasında göstermiyorlardı. Hiç kimse de çıkıp, “yahu bakan çocukları bu parayı nerden buldu?” diye soramıyordu. Niye soramıyordu? Çünkü sorgulamayı engelleyen yasa vardı iyi mi… AKP iktidara gelir gelmez, 1 Ocak 2003’te, Vergi Usul Kanunu’nun 30/7’inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştı. Bu madde, değirmenin suyu nereden geliyor maddesiydi. Yürürlükten kaldırıldığı için, artık hiç kimse, herhangi bir siyasetçinin çocuğuna, “bu villayı nasıl aldın, bu paranın kaynağı ne?” diye soramıyordu.
Medyada seviye sıfırın altına inmişti, küfürün bini bi paraydı. Mini bir özet geçersek… Hükümet gazetecileri cemaatçilere “ahlaksızlar, şerefsizler, alçaklar, kirli ittifak, karanlık odak, çete, hain, ajan, hastalıklı zihniyet” diyordu. Cemaat gazetecileri de hükümetçilere “asimetrik saldırgan, salya atıyorlar, harami, hırsız” diyordu. Zamanında ‘sevişerek’ evlenmişlerdi, şimdi ise boşanınca üçüncü sayfa haberlerine konu olan, birbirini bıçaklayan karı-koca gibiydiler.
Televizyonlar flaş flaş flaş diye istifaları duyururken… Aniden yayını kestiler. Şok şok şok diye bir başka haberi duyurmaya başladılar.
Savcı Muammer Akkaş’ın başlattığı soruşturma, 17 Aralık’tan çok daha kapsamlıydı, 41 şüpheli hakkında gözaltı kararı çıkarılmıştı. Başta hızlı tren, 50 milyar dolarlık, 24 mega ihale söz konusuydu. Bilal Erdoğan’ın, Ulaştırma Bakan’ı Binali Yıldırım’ın, Yasin El Kadı’nın isimleri geçiyordu.
“Cumhuriyet Savcısı olarak, soruşturma yapmam engellenmiştir. Hem Başsavcılık, hem yargılama kararlarını uygulama durumunda olan adli kolluk üzerinden yargıya açıkça baskı yapılmış ve mahkeme kararlarının uygulanması önlenmiştir. Mahkeme kararlarını uygulamayarak, sıralı amirler suç işlemiştir. Şüphelilerin önlem alması, kaçması ve delil karartmasına imkan verilmiştir.” diyordu.
Aynı gün…” Kızlı-erkekli” kalmanın da suç olmadığı ortaya çıktı. Neydi bu hadise? Tayyip Erdoğan 2013’te kafayı öğrenci yurtlarına takmıştı.” Milletin çocukları bize emanet, kızlarla erkeklerin devlet yurtlarında karışık kalmasına müsaade etmeyeceğiz.” demişti. Birincisi, devlet yurtlarında zaten kızlı-erkekli kalınmıyordu. İkincisi, üniversite çağına gelmiş, 18 yaşını geçmiş gençlerin nerede, kiminle kalacağına kimse karışamazdı. Bu hukuki gerçekle yola çıkan, biri kız biri erkek, İzmirli iki üniversite öğrencisi, Tayyip Erdoğan’ı madara etmek için, savcılığa gidip kendilerini ihbar etmişlerdi, “kızlı-erkekli aynı evde kalıyoruz” diyerek, kendileri hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardı. Savcı incelemiş, Anayasa’ya ve TCK’ya göre suç teşkil etmediğini belirterek, “dava açılmasına gerek yok” kararı vermişti. Türkiye’yi tir tir titreten Tayyip Erdoğan, İzmir için eğlence vesilesiydi.
Yıl sonu geldi. Dolar 2.16 liraydı! Sordular, hani 1,92 olacaktı? “Yanılmışım ” dedi, geçti. İşte o kadardı… Pardon deyip gidiyorlardı. Nasıl olsa parayı hükümet değil, millet ödüyordu. E millet de hükümeti alkışladığına göre, sorun yoktu.
Ve “ölümsüzlerimiz” vardı. Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan… Berkin komadaydı.
İşin özü… Gizli saklı iş yapayım derken, ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı. Ortadoğu denilen coğrafya CIA’di, FSB’ydi, MOSSAD’dı, El Muhaberat’tı, Savama’ydı, BND’ydi, MI6’ti. Bizimkiler ise İETT teşkilatındandı! Olacağı buydu.
Topluma örnek olmak için evine metroyla giden belediye başkanı, iş adamıydı, 31 milyon dolarlık servetiyle dünyanın en zengin 13’üncü insanıydı, görev yaptığı 12 sene boyunca belediye başkanı maaşı almamış, 1 dolarlık sembolik maaşa çalışmıştı, hatta bu 12 sene boyunca New York halkı için kendi cebinden 650 milyon dolar harcamıştı.
Pilot Tümgeneral Ayhan Gümüş’ün kızı Selin “annem rahatsızdı, babam aileyi bana emanet etti, evin prensesiyken, evin babası rolüne geçmek kolay değil” diyordu. Geceye damgasını vuran küçük dev adam Atahan’dı. Deniz kurmay albay Erdinç Altıner’in dokuz yaşındaki oğlu Atahan anlatıyor, anlattıkça Türkiye ağlıyordu. “Babamın tutuklandığını öğrendiğimde şeref duyarım dedim, çünkü benim babam burada şerefiyle tutuklanıyor, vatan haini olmadığını herkes biliyor, ben de babam gibi subay olmak istiyorum ama, ben de babam gibi başarılı olursam bana da bu darbeyi yaparlar diye biraz korkuyorum.”
Abdullah Öcalan, basına sızan ve Milliyet gazetesinde yayımlanan İmralı tutanaklarında, Emre Uslu hakkında şunları söylemişti: “MİT’i düşürseydiler, Hakan Fidan tutuklansaydı, sıra Başbakan’a gelecekti. Bu darbeyi önledim, süreci başlattım. Hedeflenen, bizim geliştirdiğimiz diyalogdur. MİT müsteşarı düşürülmek isteniyor. Emre Uslu, Mehmet Baransu, MİT’i hedef aldılar, arkalarında devasa bir güç var. Cemaatin merkezi ABD’dir. Benim buraya alınmamla birlikte, Fethullah da ABD’ye alındı. Fethullah Gülen ABD’de yaşıyor, 120 devlette okul açmış, para nereden? Florida kontrgerillanın merkezidir. Türkeş ve Latin Amerika’daki kontrgerilla orada eğitildi. Yeni merkez ise, Utah’tadır. Emre Uslu vesaire, orada eğitildi.”
“Ekim 2007’de, AKP milletvekili İhsan Arslan’la birlikte İstanbul Mövenpick Oteli’ne gittik, ordudan atılma İskender Pala, Amerikalı bir senatörle birlikte geldi, 2003 senesinde Birinci Ordu Komutanlığı’nda yapılan plan seminerine ait bavul dolusu dökümanı İhsan Arslan’a teslim etti, İhsan Arslan bu dökümanları Ankara’ya götürdü, belgelerin üstünde değişiklikler yapıldı, tertibe hazır hale getirildi. 2010’da Taraf muhabiri Mehmet Baransu’ya verildi.”
Tayyip Erdoğan aslında hiç hazzetmediği, normalde selam bile vermeyeceği Metin Feyzioğlu ile neden toplantı yapıyordu? Çünkü… Kamuoyunda iyice tırmanan vicdani tepkiyi minimize etmek için Balyoz ve Ergenekon’dan yatanları çıkarmak istiyordu, bu sayede “orduya bunlar kumpas kurdu” diyerek, cemaati suçlu ilan edecekti. Kendisinin sanki hiç haberi yokmuş gibi, zeytinyağı gibi üstte kalacaktı. Bunu yapabilmek için, laik kesimden, barolardan destek arıyordu.
Zekeriya Öz manşetlerdeyken… Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Yeni Şafak ‘taki köşesinde “akrep-kurbağa” hikayesi yazdı. “Akreple kurbağa dere kenarında karşılaşmış, akrep kurbağanın kendisini derenin karşısına geçirmesini istemiş, sırtında akrep taşımaktan endişe eden kurbağa, ya beni sokarsan demiş, akrep ikna etmiş, sokarsam, ikimiz de kaybederiz, ikimiz de boğuluruz demiş, kurbağa inanmış, derenin ortasına geldiklerinde, akrep kurbağayı sokmuş, kurbağa şaşkınlıkla neden diye sorunca da bu benim karakterim demiş”ti.
Hukuk devletinin tabutuna son çiviyi çakmak için, yasa hazırlandı. HSYK ‘nın yapısını değiştirip, memleketteki tüm savcı ve hakimleri, adalet bakanının iki dudağının arasına bağlamaya çalışıyorlardı. Adalet bakanı emir verecek, hangi savcıyı nereye isterse oraya sürecek, hangi hakimi nereye isterse oraya gönderecekti. 12 Eylül darbesini yapanlar bile, bu kadarını akıl edememişti!
MİT’i suçlayan faili meçhul ses kaydının hemen peşinden, bavulcu Mehmet Baransu, bir başka mevzuda MİT’i suçladı. Aralık 2011’de, hava kuvvetlerine ait F16’lar, Şırnak Uludere’de PKK’lı grup diye, sınırı geçmeye çalışan kaçakçıları bombalamış, 35 vatandaşımız hayatını kaybetmişti. Mehmet Baransu, Taraf gazetesinde, bazı belgeler yayımladı. Bu belgelerin MİT’e ait raporlar olduğunu öne sürdü. Baransu’nun iddiasına göre, ‘MİT tarafından Genelkurmay’a yazı yazılmıştı, koordinat belirlenerek, PKK yöneticilerinden Fehman Hüseyin’in sınırı geçmek üzere olduğu bildirilmişti, ayrıca, üst düzey bir MİT görevlisi bizzat Genelkurmay’ı telefonla arayarak, Fehman Hüseyin’in Uludere’den sınırı geçmek üzere olduğunu söylemiş, bu telefon üzerine F16’lar havalanmış ve vurmuş’tu.
Aziz Yıldırım ile alakalı her gelişme ‘enteresanlıklar silsilesi’ydi… Deniz Feneri ayyuka çıkmıştı, gemicikler manşetlerdeydi, şak, Aziz Yıldırım hapse atılmıştı. Suriye savaş uçağımızı düşürmüş, AKP fena sıkışmıştı, şak, Aziz Yıldırım serbest bırakılmıştı. Ayakkabı kutusu, yatak odasında para sayma makinesi, şak, Aziz Yıldırım’ı gene hapse atıyorlardı. Futbol dedin mi, Fenerbahçe dedin mi, akan sular duruyordu, herkesin dikkati oraya yöneliyordu. Aziz Yıldırım adeta toplumun dikkatini dağıtmak için, joker gibi kullanılıyordu.
Peki orada neler olmuştu? Yandaş medya pek yakında fotoroman gibi kare kare görüntülerle yayımlayacaktı. İhbar yapılmıştı, Adana savcısı Aziz Takçı’nın talimatıyla jandarma harekete geçmişti. Adana İl Jandarma komutanı kurmay albay Özkan Çokay emir vermiş, TIR’lar durdurulmuş, TIR’lara eskortluk eden MİT’çiler silah zoruyla yere yatırılmış, kelepçe takılmıştı. TIR’lar arama yapmak üzere Seyhan jandarma komutanlığına çekilmişti. Bu sefer Adana valisinin emriyle, Adana emniyet müdürlüğü özel harekat şubesi devreye girmiş, 50 kadar özel harekatçı polis, Seyhan jandarma komutanlığını kuşatmış, “TIR’ları bırakın, aksi takdirde çatışmaya girmek zorunda kalacağız” demişlerdi. Jandarma TIR’ları bırakmıştı.
Yargıtay Deniz Feneri davasında yargılanan İstanbul 10’uncu Noter’i İsmet Büyükkılıç’la ilgili beraat kararını bozdu. Bu noter, Deniz Feneri’nden hapis cezası alan birine, yurtdışındayken sanki İstanbul’daymış gibi vekaletname düzenlenmişti. ‘Resmi belgede sahtecilik’ten yargılanan notere, 15 sene hapis isteniyordu, mahkemede beraat etmişti. Yargıtay ise, beraat edemez diyordu.
BDP Milletvekili Sırrı Sakık, “yolsuzluklar çok da umurumuzda değil, hazinenin bekçisi değiliz, çalınmasın da F16 mı alınsın” dedi. AKP ile BDP arasındaki gizli kapaklı sözleşmenin itirafıydı. Sen bana dokunma, ben de sana dokunmayayımdı.
Abdurrahman Dağdelen isimli vatandaşımız, başağrısı şikayetiyle tomografi çektirdi, kafatasında mermi bulunduğu ortaya çıktı. Meğer… Askerliğini 1993’te Şırnak’ta yapmıştı, çatışmada yaralanmıştı, hastaneye yatırılmış, tedavisi yapılmış, artık iyileştin denilerek, evine gönderilmişti. 20 sene sonra tomografi çektirince, 20 senedir çektiği başağrısının, çatışmada yediği ve 20 senedir kafasında taşıdığı mermiden kaynaklandığı anlaşılmıştı. Burası Türkiye’ydi. Bazı şeylerin kafamıza dank etmesi için, 20 sene geçmesi gerekiyordu!
87 milyar liralık ihaleler, havuza akıtılan 100 milyon dolarlar, asgari ücretle yaşamaya çalışan vatandaşın ‘algılama sınırı’nı aşıyordu. Günde 14 saat didinip, 20 lira yevmiye alabilen insanlarımız, tiko para ödenen 100 milyon doların ebatını kavrayamıyordu. İşte tam bu ortamda, herkesin anlayabileceği bir örnek yaşandı. İzmir’deki İmbat operasyonunun soruşturmasında ortaya çıktı ki… Rüşvet alan kişi, rüşveti dağıtan kişiye “hani 10 bin lira olacaktı, hesaba 9 bin 995 lira gelmiş” diye sitem ediyordu. Rüşveti dağıtan kişi de “beş lirayı herhalde havale ücreti olarak banka kesmiş, sen hiç merak etme, ben şimdi 10 bine tamamlarım diyordu. Rüşveti alan kişi de” Allah razı olsun “diyordu.
‘Ses kayıtları’ gündemine kısa bi mola verildi. Araya ‘görüntü kayıtları’ girdi. İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, Abdullah Öcalan’ın 1999’da yakalanır yakalanmaz yapılan sorgu görüntülerini kamuoyuna açıkladı. İmralı’daki sorguyu beş senedir Ergenekon’dan hapiste tutulan albay Hasan Atilla Uğur yapmıştı. Öcalan, basın toplantısıyla izlettirilen kamera kayıtlarında, “Biz taşeronuz, bana işaret edin, Ortadoğu’da, Avrupa’da şu şu ülke deyin, benim için çocuk oyuncağıdır, bütün güçle Türkiye’nin emrine vereceğiz” diyordu. “Devlet bana hizmet imkanı versin, gel şunu yap desin, benim için emirdir, bunun karşılığında rütbe istemiyorum, devletin akıllı bir eri gibi çalışacağım” diyordu.
İnternete düşen ses kaydı, Fatih Saraç’la, Habertürk genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı arasında geçiyordu. Habertürk gazetesi, Konsensus şirketine anket yaptırmıştı. Fatih Altaylı “ankette BDP oylarını 2 puan yüksek göstersek, ne dersin?” diye soruyordu. Fatih Saraç “MHP’den alın, oraya koyun” diyordu, bunun üzerine Fatih Altaylı “biraz kararsızlardan aktarırım, biraz MHP’den aktarırım, manipülasyon yapayım” diyordu. Hazindi.
O gece… Türkiye bi başka baba – oğula kilitlendi. Muhteşem Yüzyıl dizisinde, Kanuni Sultan Süleyman, oğlu şehzade Mustafa’yı boğdurdu. Twitter adeta yıkıldı. Sayın ahalimiz 461 sene sonra, saygıyla andığı padişahımızın öz evladını öldürdüğünü öğrenmişti! İnanmayanlar vardı, senaryo gereği öldürüldüğünü düşünenler vardı, kimisi Osmanlı Hanedanına küfür ediyor, kimisi senaristlere hakaret ediyordu.
Ayakkabı kutucu genel müdür, serbest bırakıldı. Sadece 57 günde çıkmıştı.
Profesör Fatih Hilmioğlu tahliye edildi. İnönü Üniversitesi eski rektörü Ergenekon’dan beş senedir hapisteydi. Kanser hastasıydı. “Cezaevinde kalması uygun değildir, hastane şartlarında kalmak zorundadır” diye sağlık raporu vardı, buna rağmen hapiste tutuluyordu. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmıştı. Anayasa Mahkemesi, söz konusu sağlık raporunu dikkate alarak “Silivri’nin kapısını açın” kararı verdi.
Hapisteyken oğlunu kaybetmişti. 21 yaşındaki Emir Ankara’da trafik kazasında ölmüştü. Hayatının en zor anını yaşayan babaya, güya dört gün cenaze izni vermişlerdi ama acısını evinde yaşamasına izin vermemişlerdi. Gündüzleri evinde taziyeleri kabul ediyor, akşam Sincan Cezaevi’ne gitmek zorunda kalıyordu. İşkenceden farksızdı. Bu nedenle… Gece geç vakit, tahliye olur olmaz, ilk iş evladının kabrine gitti, karanlıkta ağlaya ağlaya mezar taşına sarıldı.
CHP ‘nin yerel seçim adayları netleşti, hakikaten evlere şenlikti, ne ararsan vardı. MHP’ li Mansur Yavaş, CHP adayı olmuştu. Milli Görüş’ün lideri Necmettin Erbakan’ın yeğeni Sabri Erbakan, CHP adayı olmuştu. Hatay’ın AKP ‘li belediye başkanı CHP adayı olmuştu,hayaldi gerçek olmuştu!
Tayyip Erdoğan yerel seçim mitinglerine Sivas’tan başladı. Neden Sivas diye sordular. “Gazi Mustafa Kemal, Sivas Kongresi’nde kurtuluş savaşımızın yolunu açtı, onun için seçimin startını buradan veriyorum” dedi.
Çocuk sahibi olamayan aileleri rencide ediyor, kahrediyordu, umurunda bile değildi.
Peki bu örgüt neyin nesiydi? Var mıydı böyle bir örgüt? Vardı… 2000 senesinde Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun öldürüldüğü baskında belgeler ele geçirilmiş, bu belgelerden yola çıkarak örgütün yönetici kadrolarına, cephaneliklerine ulaşılmıştı. İran yanlısı örgüt, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı suikastlerinden sorumlu tutulmuştu. Molla rejiminden etkilenen Türk vatandaşlarını İran’da eğitip, Türkiye’de kullanıyorlardı. (Selam Tevhid Örgütü)
Üstelik, dershane kavramı, devlet okullarındaki eğitimin yetersizliği yüzünden ortaya çıkmıştı. Devlet okullarını düzelteceğine, dershaneleri de kapatmaya çalışıyordu.
‘Efkan Ala’ tapesi çıktı. İçişleri Bakanı Efkan Ala’yla İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok arasında geçtiği iddia ediliyordu. 17 Aralık savcısı, gözaltı talimatları vermiş, talimatını yerine getirmeyen istihbarat müdürünü ifadeye çağırmıştı. Selami Altınok bu konuyu anlatıyor, ne yapması gerektiğini Efkan Ala’ya danışıyordu. Efkan Ala da “hiç kimseyi ifadeye gönderme, evrakı çöpe at, gerekirse sen o savcıyı emniyete getir, çete kurdunuz de” diyordu.
Eskişehir mitinginde Tayyip Erdoğan’ın dili sürçtü, “evlatlarıma helal lokma yedirmediğim halde, evlatlarıma haramdan bahsedecek kalitede değilsiniz” dedi. Sosyal medyada günün konusu oldu… “Allah söyletti” deniliyordu.
İlker Başbuğ’un adını saydıkları arasında, Doğu Perinçek de vardı. Ömrünün neredeyse yarısını hapislerde geçiren İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ömrü boyunca TSK ile sorunlu olmuştu. İlker Başbuğ’un Doğu Perinçek’in adını telaffuz etmesi, Türk siyasi ve askeri tarihi açısından ilk’ti. Zıt kutupların birbirini çekmesi gibi, biraraya gelmesi mümkün olmayan insanlar, Ergenekon, Balyoz davalarında birbirine yakınlaşmıştı. Türkiye Gençlik Birliği, Aydınlık gazetesi, Ulusal Kanal, kumpas davaları boyunca sessiz çoğunluğun sesi olmuştu. Meydanlarda, Silivri duvarlarında hukuk ve özgürlük için boğuşmuşlardı. Hapisteki Perinçek, dışarıdaki CHP ve MHP’den daha etkili muhalefet yapıyordu.
Gel zaman git zaman 2010’da Wikileaks belgeleri patlamıştı. Dönemin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın 2004’te Washington’a gönderdiği raporda “iki kaynağımızdan duyduğumuz kadarıyla, Tayyip Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz hesabı var” dediği öne sürülmüştü. Bu iddia ortaya çıkınca Tayyip Erdoğan öfkeden köpürmüş, “benim İsviçre bankalarında bir Allah kuruşu param yok, belediye başkanlığı döneminde Tayyip Erdoğan’ın 1 milyar doları var diyen kişi, bugün Ergenekon’dan içerde” demişti.
Tuncay Özkan’ı kastediyordu. Böylece, Tuncay’ın içerde neden yattığı belli olmuştu.
Zirve Yayınevi’nde katledilen Alman vatandaşı Tilman Geske’nin eşi Susanne, çok sevdiği Türkiye’den ayrılmamıştı. İki çocuğu ile beraber Malatya’da yaşamaya devam ediyordu. Ancak… Kocasını katleden sanıklar Malatya sokaklarına geri dönünce, Susanne bavulunu topladı, Türkiye’den ayrıldı.
Gezi olaylarında 6’ncı çocuğumuzu kaybetmiştik. Ali İsmail Korkmaz polis tekmeleriyle can vermişti, Alevi’ydi. Ethem Sarısülük polis kurşunuyla can vermişti, Alevi’ydi. Abdullah Cömert polisin biber gazı fişeğiyle can vermişti, Alevi’ydi. Ahmet Atakan polis müdahalesi sırasında şüpheli şekilde can vermişti, Alevi’ydi. Trafik kazasında can veren Mehmet Ayvalıtaş da Alevi’ydi. Gezi direnişi mezhepsel bir direniş olmadığına göre, her mezhepten, her etnik kökenden, her yaş grubundan, her sosyal statüden insanımız katıldığına göre… Can kayıplarının tamamının Alevi olması tesadüf müydü? Yoksa, tesadüfün bu kadarı fazla mıydı?
Peki, o bahsettiği ‘mezara atılan demir bilyeler’ neydi? Berkin’in babası Sami Elvan anlattı. “Çocuğum misket oynayacak yaşta vefat etti. Annesi misket oynasın diye renkli cam misketler koydu mezarına… Burak Can’ın babasıyla kol kola girip, bu adamı utandıracağız” dedi.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, cumhurbaşkanlığı seçimine değindi,eskisi gibi TBMM’nin değil, doğrudan halkın seçeceğini belirterek, “Milletin önüne Ahmet Necdet Sezer diye bir saksı koyarız, siz de seçersiniz dediler, yok artık öyle yağma, artık millet var” dedi.
Tayyip Erdoğan miting için Gündoğdu Meydanı’na giderken, seçim otobüsünü zınk diye durdurdu, korumalarına bir balkonu işaret etti, korumalar koşturdu, o balkondaki kadını ‘kol işareti’ yaptığı iddiasıyla gözaltına aldı.
AKP’nin seçim reklamları başladı. Tüm televizyonlarda aynı anda yayınlanıyordu. Karanlık bir tip gizlice yaklaşarak, gönderdeki Türk bayrağının ipini kesiyor, Türk bayrağı yavaş yavaş yere düşmeye başlıyor, o sırada gençler birbirlerinin omuzları üstüne çıkarak bayrağı yakalıyor, yeniden göndere çekiyordu. Bunlar olurken, Tayyip Erdoğan fonda İstiklal Marşı’nı okuyordu.
TC’yi siliyor.
Andımızı kaldırıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı ‘helal hayvanlar’ fetvası verdi. Kanguru etinin sakıncası olmadığını, çekirgenin helal olduğunu, porsuk yemenin ise caiz olmadığını açıkladı. Çünkü… Milletin orasına koymuşlar, orospu bahşişi vermişler, memleketi yiye yiye bitirmişler falan, hikayeydi. Sayın ahalimiz hala ‘porsuk eti helal mi?’ diye merak ediyordu.
Gel gör ki… Yasaklanan twitter’a rekor sayıda giriş oldu. Normalde günde 5 milyon civarında tweet atılırken, 7,5 milyon tweet’e yükseldi. Bağımsız gazeteler internet ayarlarında oynanarak twitter’a giriş yapmanın yollarını anlatıyordu. Hatta, twitter’ın kurucusu Jack Dorsey bile, yasağı delebilmemiz için Türkçe mesaj yazıp, taktik vermişti. Bu tablo… İnternet denilen kavramın ne kadar gerisinde olduklarının, bu çağda sansürün mümkün olmadığının kanıtıydı.
Malezya’dan Çin’e giden, Malezya Hava Yolları’na ait uçak, Güney Çin Denizi üzerindeyken, kaybolmuştu. 12’si mürettebat, 239 kişi taşıyordu. Bu kitabın yayınlandığı tarih itibariyle, bulunamamıştı. Kaçırıldığı iddia edildi. Pilotun kasıtlı olarak uçağı düşürdüğü iddia edildi. İngiliz basını, uçaktaki 20 yolcunun ‘askeri radar uzmanı’ olduğunu, Amerikan savunma teknolojileri şirketi Freescale Semiconductor’de çalıştıklarını, bu şirketin kısa süre önce ‘askeri uçakları radarda tamamen görünmez hale getiren bir cihaz geliştirdiği’ni yazdı.
İstanbul Veliefendi Hipodromu’nda ‘İstanbul Emniyet Müdürlüğü Koşusu’ yapıldı. Yarışan atlar arasında Rıza Sarraf’ın tayı El Ganador da vardı üçüncü oldu. 10 bin 500 lira ödül kazandı. Böylece… Rıza Sarraf’ı tutukladıktan sonra adeta darmadağın edilen, emniyet müdüründen bekçisine kadar alayı harcanan, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün adıyla Rıza Sarraf’a ödül verilmişti. Boşuna dememişlerdi:
İzmir Bornova’nın merkez mahallesinde seçime on gün kala tören düzenlenmiş, alkışlarla kurdele kesilmiş, toplum sağlığı merkezi açılmıştı, doktorlar – hemşireler falan gelmiş, insanları muayene etmişlerdi. AKP, Bornova’yı kazanamadı. 31 Mart sabahı toplum sağlığı merkezi kapatıldı.
Anayasa Mahkemesi, HSYK’yı Adalet Bakanı’nın memuru haline getiren yasayı iptal etti. Doğru ama geç bir karardı. Yasalaşmasıyla iptal edilmesi arasındaki kısa sürede, yaklaşık bin kişinin yeri değiştirilmişti. Her şeye rağmen, Anayasa Mahkemesi, ‘hukukun tutunduğu tek dal’ olarak kalmıştı. Memleketi kafasına göre yönetmeye çalışan AKP’nin önünde, sadece Anayasa Mahkemesi duruyordu.
Nihai kararı, cumhurbaşkanlığı makamına aktardı. Hakan Fidan’ın kaderini bir başkasının eline bırakmak, bir anlamda, Tayyip Erdoğan’ın kaderini bir başkasının eline bırakmak demekti. Dolayısıyla… Bu MİT yasası çıktığı gün aslında, Tayyip Erdoğan’ın köşke aday olacağı kesindi.
AKP yandaşı müteahhitlere, yüzde 100 hazine garantisi verildi. Üçüncü havalimanı, üçüncü köprü, Avrasya tüneli, Kuzey Marmara otoyolu gibi projeler, yasayla ‘hazine garantisi’ kapsamına alındı. Toplam 50 milyar liralık projelerdi. Müteahhitlere “istediğiniz miktarda kredi kullanın, dert etmeyin, hazine arkanızda” denilmişti. Müteahhitlerin üstlendiği risk, halkın sırtına yüklenmişti.
Sf: 172
Köşk’e aday olup olmayacağı sorulan Tayyip Erdoğan, lafı yuvarlıyor, “Mayıs’ta karar veririz, yine ters köşeye yatabilirsiniz” diyordu. Oyalıyor, zaman kazanıyordu. Aday olmayabilirmiş gibi belirsiz bırakarak, CHP ve MHP’nin aday çıkarmasını geciktiriyordu. Öbürleri de Tayyip Erdoğan’ın atacağı adımları bekleyerek, ekmeğine yağ sürüyordu. Halbuki, süre ne kadar daralırsa, CHP ve MHP’ye propaganda için o kadar az süre kalacaktı. Süre ne kadar daralırsa, 7’den 77’ye herkes tarafından tanınan Tayyip Erdoğan o kadar avantajlı olacaktı. CHP ve MHP uyutuluyordu.
DBP bölgesel parti olarak kalacak…
O da olmazsa başka parti kurarlardı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Tayyip Erdoğan’ın yanında oturuyorlardı, ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Tayyip Erdoğan ayakta bağırıyordu, mecburen onlar da ayağa kalktı.Tayyip Erdoğan salondan çıkarken, eliyle ‘yürüyün’ manasında işaret yaptı, cumhurbaşkanıyla genel kurmay başkanı, Tayyip Erdoğan’ın peşinden yürüyerek salonu terk etti.
Cenazelerin bileklerindeki saatler dikkat çekiyordu. Hepsi aynı saati takıyordu. Çin malı, plastik, 30 liralık saatlerdi. Sosyal medyada en çok paylaşılan fotoğraf oldu. Bakanları 700 bin liralık saat takan memleketin, rahmetli işçileriydi.
Tekrar Halk TV ‘ye çıktım. “Korkalım, silelim, yazmayalım istiyorlar, biat kültürüyle yetişmedik, itaat etmeyiz, İzmirliyiz, sadece zeybek oynarken diz çökeriz” dedim. Tayyip Erdoğan derhal cevap verdi, “diz çökmezmiş, insan müsveddesi, sürüngen” dedi. Tekrar Halk TV’ ye çıktım. “Taliban’ın dizinin dibinde mi diz çökseydim? Üstelik, sürüngenler omurgalı hayvanlardır, Allah insanı omurgasız olmaktan korusun” dedim. Sustu. Bu ‘sürüngen’ mevzusu yüzünden, İzmir Bademler Köy’ünde ‘kertenkele sevenler derneği’ kuruldu.
Ulaştırma eski bakanı Binali Yıldırım’ın kardeşi İlhami Yıldırım, Kızılay’ın İstanbul Şube başkanıydı. Uğur Kurt’la Ayhan Yılmaz’ın pisi pisine hayatını kaybettiği gece, twitter’dan “ya bu ülkede eşşek gibi sessizce yaşayacaksınız, ya da defolup gideceksiniz” mesajı attı.
18 yaşından küçük çocukları PKK’ya katılan anneler, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin önünde sessiz protesto eylemine başladı. Çocuklarının zorla veya kandırılarak dağa götürüldüğünü söyleyen anneler, çocuklarının geri gelmesi için hem hükümetten, hem PKK’dan yardım istiyorlardı.
15 gün sonra… Türkiye, El Nusra’yı terör örgütleri listesinden çıkardı.
GATA Yüksek Bilim Komisyonu üyesi Profesör Kemal Irmak, uluslararası dergiye ‘şizofreni ya da cin çarpması’ başlığıyla makale yazdı. İnsan beynine yerleşmiş cinlerin, şizofreni yaratabileceğini anlattı. Tedavi için ‘dini şifacılarla üfürükçülerin faydalı olabileceğini savundu.
Batmanlı Abdurrahman Çiftçi, Muş Hasköy’de askerlik yapıyordu, tezkeresine iki ay kala intihar etmişti. Askeri savcılık soruşturma açtı,ölüme sebep olan merminin, askerin ailesinden tahsil edilmesini istedi. Askeri savcılığın mantığına göre, söz konusu mermi, hazinenin malıydı, 11 liraydı.
Al sana açılım! Askeri üssün Türk bayrağı indirildi.
Musul Konsolosluğumuz basıldı.
Bunlar hep böyleydi… 2003’te kafamıza çuval geçirdikleri gün, Genelkurmay Başkanı Hilmi efendi, İsrail’ de gezideydi. İstanbul’da sinagogları havaya uçurduklarında, İstanbul Emniyet Müdürü Letonya’daydı, maç seyretmeye gitmişti. Mavi Marmara ‘yı bastıkları gün, Tayyip Erdoğan Şili’yi geziyordu, dışişleri bakanımız Venezuela’daydı, milli savunma bakanımız Makedonya’daydı. Fantomumuz vurulduğu gün, Tayyip Erdoğan Brezilya’daydı, şehit pilotlarımızı 13 gün sonra denizin dibinden çıkardıklarında, Bodrum’daydı, tatile gitmişti. Hiçbir krizi öngörememişler, hiçbir krize önlem alamamışlardı.
Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmi Altın Palmiye ödülünü kazandı diye çok sevinmiştik. Başrolde oynayan Haluk Bilginer, sevincimizi kursağımızda bıraktı. Hürriyet’e konuştu, “91 senedir güce tapıyoruz, biz gücü çok severiz, kendini güçlü gösteren herkese tapınırız, baba sendromudur” dedi… Atatürk’e saldırmak modaydı. Haluk Bilginer de entel görünmek için, bu modaya ayak uydurmuştu.
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, Exeter Üniversitesi’ndendi, Cumhurbaşkanı adayımız Ekmeleddin İhsanoğlu da Exeter Üniversitesi’ndendi. Ne hoş tesadüftü di mi? Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek de, Exeter Üniversitesi’ndendi. İngiltere’nin prestijli eğitim kurumlarından biriydi. Petrol zengini Arap ülkelerinden bol sıfırlı bağışlar alırdı. Arap ve İslami Araştırma Enstitüsü vardı. Kürt Araştırmaları Enstitüsü vardı. Bu iki enstitü vesilesiyle, Arabistanlı Lawrence’ın torunları, İngiliz İstihbarat Servisi’nin elemanları, Ortadoğu uzmanı olmak için, burada eğitilirdi. Bu çetrefil durumlar elbette burada okuyan diğer öğrencileri bağlamazdı… Mesela, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterimiz Exeter’dendi. Siirt, Elazığ, Eskişehir, Gümüşhane, Kilis valilerimiz Exeter’dendi. İstanbul’da, İzmir’de, Bolu’da, Erzurum’da vali yardımcılığı yapan onlarca yöneticimiz Exeter’dendi. Polis Akademisi Başkanımız Exeter’dendi. Bayrampaşa, Araklı, İspir, Ardeşen, Bayramiç, Dilovası, Konak, Kula kaymakamlarımız, ben diyeyim 50 kaymakam, siz deyin 100 kaymakam Exeter’dendi. Kamu ihale kurumu başkanımız, göç idaresi başkanımız, toprak mahsulleri ofisi genel müdürümüz, başbakanlık tanıtım ajansı başkanımız, mülkiye teftiş kurulu başkan yardımcımız, şeker kurumu başkanımız Exeter’liydi. Bürokrasimizde yolu Exeter’den geçmeyen neredeyse yok gibiydi. İnsan düşünüyordu tabii… İyi ki vardı şu Exeter yani, yoksa nasıl yönetecektik biz bu devleti!
Yine, Balyoz’la aynı gün… 12 Eylül’e müebbet çıktı.
Yandaş Sabah’ın yazarı Engin Ardıç “1,5 milyar müslümanın elinde Coca Cola bardağıyla ebabil kuşlarını beklemesi soytarılıktır” diye yazdı. Tekirdağ valisi Ali Yerlikaya, önce bu cümleyi twitter hesabından paylaştı. Sonra da Coca Cola boykotu yaptı. Aile bakanlığının iftarında Coca Cola’yı protesto ederek, Fanta içti. Küçük bir pürüz vardı… Fanta da, Coca Cola ürünüydü!
IŞİD, hilafeti ilan etti. Twitter’dan yayınladıkları ses kaydıyla, örgütün lideri Ebubekir Bağdadi “halife ve tüm dünya Müslümanlarının lideri” olarak tanıtıldı. Irak Şam İslam Devleti ismi de, İslam Devleti olarak değiştirildi. Bilahare… Saddam’ı idam cezasına çarptıran hakim, IŞİD tarafından yakalanıp, idam edildi.
Üsküdar Fethipaşa Korusu’ndaki Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nde yangın çıktı. 142 senelik tarihi köşk kül oldu. İstanbul İstanbul olalı böyle usturuplu yangın görmemişti. Korudaki ağaçları boşver, bahçedeki çiçekler bile yanmamıştı, sadece bina kül olmuştu. İyi de niye sadece bina kül olmuştu? Cevabı basitti… Bu köşkü TMSF satmıştı. “Milletin orasına koyacağını” ifade eden müteahhit Mehmet Cengiz almıştı. Satış sözleşmesinde ‘yıkım yasağı’ şartı vardı. Yani, satın alan kişi, asla yıkmayacaktı, yıkıp yerine yenisini yapmayacaktı. Talihsizlik işte, yangın çıktı, köşk kül oldu, yasak ortadan kalktı, yerine yenisini yapmaktan başka çare yoktu!
Anayasa Mahkemesi’nin ambleminde değişiklik yapıldı, TC ibaresi eklendi. AKP’ye nazire yapılıyordu. “Sen valiliklerden, sağlık bakanlığından, ziraat bankasından TC’yi kaldırıyorsun ama, ben o TC’yi gözüne sokuyorum” demek isteniyordu. Haşim Kılıç, zamanında kapatmaya kıyamadığı Akp’yle adeta inatlaşıyordu.
Çatı adayının sloganı açıklandı:
51 polis tutuklandı. Silivri’ ye konuldular.
1995’ten beri Şanlıurfa Göbeklitepe’deki arkeolojik kazıların başkanlığını yürüten Profesör Klaus Schmidt, Almanya’da öldü. Göbeklitepe o güne kadar bilinen tarihi değiştirmiş, insanlığın en eski tapınak merkezi olduğu anlaşılmıştı. 2010’da, milattan önce 9 bin senesine ait ‘insan başı heykeli’ ortaya çıkarılmış, ortaya çıkarıldığı gün çalışmıştı! Kültür bakanlığımız, eşi benzeri olmayan bu heykel çalındığı için, Profesör Klaus Schmidt’e 150 bin lira ceza kesmişti. 11 bin 600 senelik heykele, sadece 150 bin lira… Profesör Schmidt, 150 bin liralık para cezasını ödemiş ve hiçbir şey olmamış gibi kazılara devam etmişti.
Alman Der Spiegel dergisi, tarihinde ikinci defa ‘Türkçe’ ilave hazırladı, Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimini inceledi. 16 sayfalık özel ilavenin baş yazısında “Tayyip Erdoğan padişaha dönüştü” deniyordu. Der Spiegel, Gezi olayları sırasında da, yine Türkçe ‘boyun eğme’ başlığını kullanmıştı.
Balyoz sanıkları tasfiye edildi. Kumpas çökmüştü, Anayasa Mahkemesi tarafından haklarının ihlal edildiği tescil edilmişti, asrın iftirasına uğradıkları kesinleşmişti, nafile… Yüksek Askeri Şûra, zart diye kesti attı, Balyoz sanığı 11 general ve amirali emekliye sevketti. Kurmay albaylar ise, pasif görevlere gönderilmişti,adeta “istifa edin, gidin” demek isteniyordu. Gayet açıktı… Terfi sırasında yarışarak geçilemeyen subaylar, TSK’dan atılarak, tasfiye edilerek geçilmişti. Komuta kademesi onlarsız şekillenecekti. Temize çıkmalarının önemi yoktu, bu Atatürkçü subaylar orduda istenmiyordu.
Siyah hayatımıza, ‘ak troller’ kavramı girmişti. Twitter’a, facebook’a sahte isimlerle kaydolan, sosyal medyayı yalan bilgilerle maniple etmeye çalışan, AKP karşıtlarına hakaret ve iftira yağdıran isimsiz kişiler topluluğuydu. Gazetelerin internet sitelerine giriyorlar, haberlerin altına sanki sıradan vatandaşmış gibi AKP lehine yorumlar yazıyorlardı. Bu iş için havuz oluşturulduğu, ak trollere 800 lirayla 4 bin lira arasında maaş ödendiği öne sürülüyordu.
IŞİD, Erbil sınırına dayandı. Amerikan uçakları ilk defa IŞİD’i bombaladı. Mesaj gayet açıktı… Peşmergeye dokunan yanardı!
Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığına koşarken, başbakanlık dönemine ait bilançolar ortaya saçılıyordu. Açtığı yara çok büyüktü.
Cumhurbaşkanlığına çıkarken bir litre mazot 4.5 liraydı.
Ekmeleddin İhsanoğlu, ertesi sabah Yeniköy’deki evinden çıktı. Gazeteciler mikrofon uzattı. “Bende laf bitti çok mutluyum, Allah hayırlı uğurlu etsin” dedi.
Hürriyet’ten ayrıldım. “Başbakan kim olsun? “başlıklı yazı yazmıştım. ” Bu yazıyı yayımlayamayız, içeriğinde hukuken sorun yok ama, sıkıntı olur” dediler. “Siz bilirsiniz” dedim. İşverenin çalıştırma hakkı olduğu gibi, çalıştırmama hakkı olduğuna da inanırım. Ayrıldım.
Ayrılmama sebep olan yazı, buydu.
Hürriyet’te yedi sene yazdım.
AKP kongresi 27 Ağustos’ta yapılacaktı, cumhurbaşkanlığı devir teslimi 28 Ağustos’ta yapılacaktı. Yani… Abdullah Gül’ün önü tamamen kesilmişti. 27 Ağustos’ta henüz cumhurbaşkanlığı görevini devretmemiş olacağı için, istese bile AKP genel başkanlığına aday olamayacaktı. 24 saat farkla tasfiye edilmişti.
“Alo Fatih ” tapeleriyle gündeme gelen Habertürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı’nın kızını da zorla İmam hatipe yazmışlardı. Fatih Altaylı, iktidara geldiğinde Tayyip Erdoğan’ı yere göğe sığdıramıyor, hatta Nobel Barış Ödülü’ne bile aday gösteriyordu. Bu tür şakşakçılığın bedelini, şimdi çocuklarımız ödüyordu.
Kepazelikti… Türkiye’yi dinlemeyen bi Uganda kalmıştı!
Star gazetesi daha trajikomikti. “Herkes Türkiye ‘yi merak ediyor ” başlığını atmıştı!
Hüseyin Avni Paşa Köşkü de sıfırlandı. Yani, satın alan kişi, asla yıkamayacaktı, yıkıp yerine yenisini yapamayacaktı. Talihsizlik işte, yangın çıkmış, köşk kül olmuş, yasak ortadan kalkmıştı,yerine yenisini yapmaktan başka çare yoktu! Ve, bu yangınla alakalı olarak ‘sadece’ köşkün bekçisi hakkında soruşturma başlatılmıştı. İstanbul İtfaiyesi ‘yangının neden çıktığı belirlenemedi’ diye rapor verince, bekçi hakkında da takipsizlik kararı verildi. Sen sağ ben selamet, hadise kapandı.
CHP kurultay yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu yeniden genel başkan seçildi.
Genelkurmay başkanlığı, resmi internet sitesinden yazılı açıklama yaptı, “Ağrı Taşlıçay ilçesinde bir ilkokuldaki Türk bayrağının indirildiğini ve yırtıldığını” duyurdu. İyi de… Bu bilgiyi öğrenen, mesela İzmir’deki, İstanbul’daki, Kayseri’deki, Trabzon’daki vatandaş ne yapsındı?Ağrı’daki veya yurdun herhangi bir noktasındaki bayrağı korumak, en önce askerin, polisin görevi değil miydi? Genelkurmay kimi kime şikayet ediyordu.
İskoçya’da bağımsızlık referandumu yapıldı. ‘Evet’ çıkarsa, Birleşik Krallık’tan ayrılacaklardı. Bu referandum, neredeyse İngiltere televizyonlarından fazla Türk televizyonlarında haber yapıldı. Liboşlarımız, İskoçya ile bizim güneydoğuyu birbirine benzetiyor, evet çıksın diye adeta dua ediyordu. Yüzde 55 hayır çıktı. Liboşlarımız çok üzüldü.
Rehinelerimiz bırakıldıktan 12 saat sonra… ABD – Arap koalisyonu, IŞİD’i Suriye’de vurdu. ABD uçaklarına, Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Katar uçakları eşlik etmişti. Vuruş gücünden çok, vuruş şekli önemliydi. Çünkü, hava operasyonundan önce Esad’a haber verilmişti, “operasyonun seninle alakası yok, senin savaştığın IŞİD güçlerini vuracağız” denilmişti. IŞİD yüzünden Esad kıymete bitmişti. Rusya haklı çıkmıştı, “Esad giderse, Suriye’yi kimse toparlayamaz” görüşü hakim olmaya başlamıştı. Ahmet Davutoğlu’nun ‘stratejik derinlik ‘ tahminleri, her zaman olduğu gibi, gene ıskalamıştı.
Irak – Suriye tezkeresi çıktı.
AKP’yle beraber MHP evet vermişti. CHP ve HDP hayır demişti.
Memleketin ne hale geldiğinin çarpıcı bir göstergesi, Van’da yaşandı. Gevaş Savcısı Ersin Kuşku, yaşadıklarını Sözcü gazetesi yazarı Saygı Öztürk’e anlattı… “Otomobilimle Diyarbakır istikametinden Gevaş’a doğru seyir halindeydim, dumanları gördüm, barikat kurmuşlardı, lastik yakıyorlardı,araçları durduruyorlardı, yolumu değiştirdim, Muş yönüne döndüm, Muş’a 20 kilometre kala, yüzleri poşulu, kalaşnikoflu dört PKK’lı tarafından durduruldum,kimliğimi istediler, soğukkanlılığımı kaybetmedim, savcı kimliğini vermedim, nüfus cüzdanımı uzattım, kimliğimi kontrol ettiler, ne iş yaptığımı sormadılar, “Kobani’deki kardeşlerimiz ölüyor, bize yardım edeceksiniz, sessiz kalmayacaksınız, Kobani için bize yardım edeceksiniz” dediler,bir süre daha bu şekilde propaganda yapıp gittiler. Batı’da yaşayanlar buralarda neler olduğunu bilmiyor. Basına yansımıyor.Eşkıya bölgeyi kontrol ediyor “diyordu.
Çırak Ahmet Davutoğlu, ustası Tayyip Erdoğan gibi, akilleri Dolmabahçe’de topladı. Milletten gizlenen gerçeği, akillerine açıkladı.”PKK’nın ülke dışına çekilmediğini, çok az unsurun sembolik olarak çekildiğini biliyorduk ama, çözüm süreci zaafa uğramasın diye, topluma deklare etmedik” dedi.
Süper güç ABD çaresizdi, süper istihbarat İngiltere çaresizdi, Fransa, Almanya, İsrail çaresizdi, bütün dünyayı kurtarsa kurtarsa anca Kürtler kurtarabilirdi. Neredeyse, bu şekilde tarif ediyorlardı iyi mi… Yersen’di.
Tayyip Erdoğan derhal rest çekti, “PYD ‘ye silah yardımı yapılmasından bahsediliyor, bizim için PYD terör örgütüdür, PKK ile eştir, ABD’nin PYD’ye silah yardımı yapmasına kesinlikle evet demeyiz, kabul etmeyiz” dedi. Breh breh breh!
Zaten aslına bakarsanız, 29 Ekim 2014 bizim cumhuriyet bayramımızdan çok, Kürdistan bayramına benziyordu. Çünkü Barzani’nin peşmerge birlikleri, takvimde başka gün yokmuş gibi tam 29 Ekim’de, Türkiye’den resmi geçit yaptı.
AKP devamlı “yasakları kaldırdık” diyordu ama… Musul konsolosluğu baskınına yayın yasağı getirmişti. Reyhanlı saldırısına yayın yasağı getirmişti. Uludere faciasına yayın yasağı getirmişti. MİT TIR’larına yayın yasağı getirmişti. 17/25’e yayın yasağı getirmişti. Ucu kendine dokunuyorsa, anında yasaklıyordu.
Tabii AKP’nin yakalama kararı vermesi pek bi anlam ifade etmiyordu. ABD’nin ne karar vereceği önemliydi. Türkiye’ye iade edilir mi, edilmez mi? Bunu zaman gösterecekti. Kesin olan şuydu… 12 Mart muhtırasından sonra tutuklanan, 12 Eylül darbesinden sonra yakalama kararı çıkarılan, 28 Şubat’tan sonra ABD’ye giden Fethullah Gülen, generaller tarafından değil, bizzat destek verdiği AKP tarafından ‘darbeci’ ilan edilerek, ABD’den isteniyordu.
Yandaş televizyon kanalı A’nın ‘Resmi Tarihten Gerçek Tarihe’ isimli programında, Mustafa Kemal Atatürk’e ‘rüşvetçi’ denildi. RTÜK’e şikayet edildi, RTÜK ceza vermedi. AKP demokrasisinde, Atatürk’e rüşvetçi demek serbest, tarihin en büyük rüşvet yolsuzluğundan bahsetmek yasaktı!
Doktrin: “Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir.” (Friedrich Nietzsche)
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (76)
- ★★★★★ şaheser (25)
- didaktik (26)
- eylencelik (23)
- hayat kanunları (18)
- hikaye (148)
- kitap (155)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (381)
- röportaj (3)
- tefrika (19)