Sf: 5    
Zekat hırsızlarını koruma altına alan bir güç var. Ben bu güce “hırsızların imparatoru” diyorum. Hem altında yer alan figüranları koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor. Anayasa’ya göre hukuki zeminde çalışması gereken tüm kurumları kontrol altında tutuyor. Soruşturma savcılarını görevden aldırıyor, delilleri yok ediyor, zekat hırsızlarını da kamuoyuna masum maskesiyle pompalıyor.

Her şey apaçık ortada… Hani halk arasında bir tabir vardır, arife tarif gerekmez, damda gezer miyav der.
Bu ülkede hala vicdanının sesini dinleyen yargıçlar var. Gün gelecek, hırsızlar imparatoru da adil yargılanmaya, hakkaniyete ihtiyaç duyacak. O gün geldiğinde, adalet kavramı hakkında söylediklerimiz çok daha iyi anlaşılacak. –  Deniz Feneri davasında ‘savcıyken sanık’ haline getirilen Cumhuriyet Savcısı Abdulvahap Yaren

Sf: 7
– Senin evde ne var ne yok bunları çıkar tamam mı? 
– Bende ne olabilir babacığım, senin para var kasada.
– Tamamiyle sıfırladınız mı? 
– 30 milyon avro gibi daha var, eritemedik henüz. 
– Telefonlarla konuşmayın. 
– Kim takip ediyor bizi babacığım? 
– Oğlum, dinleniyorsunuz. 
Senelerdir ‘beraber yürüdük biz bu yollarda’yı söyleyen AKP’yle Cemaat’in yolları ayrılmıştı, ‘beraberlik’ buraya kadardı. İktidara yürürken, devleti ‘ortak’laşa paylaşmışlardı, şimdi artık tek başına sahip olmak istiyorlardı.

Sf: 8     
7 Şubat 2012, saat tam 17’de, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın telefonu çaldı. Hattın diğer ucunda, özel yetkili savcı Sadettin Sarıkaya vardı. İfadeye çağırıyordu. Aynı şekilde, MİT eski müsteşarı Emre Taner ve yardımcısı Afet Güneş de aranmıştı, “İfadeye gelmezseniz, kolluk kuvveti göndereceğiz” deniyordu. 
Çünkü… BDP Diyarbakır İl Başkanlığı’na yapılan polis baskınında ‘mutabakat taslağı’ bulunmuştu. Oslo’da masaya oturan MİT ve PKK’nın ‘mutabakat’ıydı. KCK soruşturmasını yürüten ve bu belgeyi gören savcı söz konusu MİT’çileri ‘devlete ve anayasal düzene karşı anlaşma yapmak’tan ifadeye çağırmıştı. 
Hemen birkaç saat sonra… İstanbul Emniyet’inde KCK operasyonlarını yürüten terörle mücadele müdürüyle istihbarat müdürü görevden alındı. Bilek güreşi başlamıştı.

Sf: 9     
MİT Müsteşarı’nın kurtarıldığı gün, Tayyip Erdoğan hastaneye yattı, sindirim sistemi ameliyatı oldu. Aslında üç ay önce ameliyat olmuş, 8 Şubat’ta tamamlayıcı ameliyat planlanmıştı. Tam hastaneye yatacağı akşam, MİT Müsteşarı ifadeye çağrılmıştı. Zamanlama enteresandı. Tayyip Erdoğan mecburen ikinci ameliyatını ertelemiş, krizi bizzat kendisi yönetmişti.
Ve, kuşkulanmıştı. Hastaneye bir gün önce yatmış olsaydı, krize müdahale edebilmesi imkansızdı. Ameliyat olacağını yakın çevresi dışında kimse bilmediğine göre, MİT hamlesi neden şimdi yapılmıştı? Bu şüpheyle ‘böcek’ araması yaptırdı. Çalışma ofisini didik didik arayan polisler “temiz” dedi. Polisler gitti, MİT arama yaptı, portatif prizde iki adet böcek bulundu. Nasıl olurdu? Polisler nasıl bulamazdı? Tayyip Erdoğan ile MİT’çiler durum değerlendirmesi yaptı, polise bilgi verilmemesi kararı alındı. Bir hafta sonra… Polisler gene çağrıldı, ofiste tekrar arama yaptırıldı, gene ‘temiz’ bulundu. Polisler gitti MİT aradı, bu defa dört adet böcek bulundu. Taraflar yüzleştirildi. Polisler kesinlikle böcek olmadığını, MİT’çilerin kendilerini suçlamak için ofise koymuş olabileceğini söyledi. Kırılma anıydı… Tayyip Erdoğan, tarafını seçti, MİT’çilere güvendi. Başbakanlık koruma ekibi değiştirildi.

Sf: 19
Yeni CHP direksiyonu sağa kırdı. Doğma büyüme MHP’li Mansur Yavaş, Ankara büyükşehir belediye başkan adayı yapıldı. İstanbul büyükşehir belediye başkan adayı ise kafasına sandalye ile vurularak CHP’den kovulan Mustafa Sarıgül olmuştu.

Sf: 29
Fethullah Gülen, beddua yağdırdı! Herkul.org’daki son sohbetinde çok sinirliydi. Hep sakin ses tonuyla konuşurdu, ilk defa böyle görülüyordu, adeta ağzından ateşler saçıyordu, ellerini kollarını hiddetle savuruyor, yerinde oturamıyordu, konuştuğu kamerayı kıracak gibiydi.
“Amme hakkı, Allah hakkıdır. Haramiliği Allah biliyor, hırsızlığı Allah biliyor, rüşveti Allah biliyor. Hiçbir zaman demek istemediğim bir şeyi demek geliyor içimden. Bedduaya amin dememek, genel şiarımızdır. Fakat, eğer bu olumsuz şeylerin üzerine giden arkadaşlar… >>Onları tanımıyorum, binde birini bile tanımıyorum.<< Dinin ruhuna aykırı bir şey yapmışlarsa, modern hukuka aykırıysa, Allah bizi de onları da yerlerin dibine batırsın, evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın. Ama öyle değilse, hırsızı görmeden hırsızı yakalayanın üzerine gidenler, cinayeti görmeyip masum insanları karalamaya çalışanlar… Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkan vermesin.”

Sf: 32
Ve Türkiye’de, siyasetçi çocuklarının servetiyle alakalı tuhaf bir durum vardı. Siyasetçiler mal varlıklarını düzenli olarak bildiriyor, 25 yaşından büyük çocuklarının servetini, kendi mal varlıkları arasında göstermiyorlardı. Hiç kimse de çıkıp, “yahu bakan çocukları bu parayı nerden buldu?” diye soramıyordu. Niye soramıyordu? Çünkü sorgulamayı engelleyen yasa vardı iyi mi… AKP iktidara gelir gelmez, 1 Ocak 2003’te, Vergi Usul Kanunu’nun 30/7’inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştı. Bu madde, değirmenin suyu nereden geliyor maddesiydi. Yürürlükten kaldırıldığı için, artık hiç kimse, herhangi bir siyasetçinin çocuğuna, “bu villayı nasıl aldın, bu paranın kaynağı ne?” diye soramıyordu.

Sf: 34
Medyada seviye sıfırın altına inmişti, küfürün bini bi paraydı. Mini bir özet geçersek…  Hükümet gazetecileri cemaatçilere “ahlaksızlar, şerefsizler, alçaklar, kirli ittifak, karanlık odak, çete, hain, ajan, hastalıklı zihniyet” diyordu. Cemaat gazetecileri de hükümetçilere “asimetrik saldırgan, salya atıyorlar, harami, hırsız” diyordu. Zamanında ‘sevişerek’ evlenmişlerdi, şimdi ise boşanınca üçüncü sayfa haberlerine konu olan, birbirini bıçaklayan karı-koca gibiydiler.

Sf: 36
Televizyonlar flaş flaş flaş diye istifaları duyururken… Aniden yayını kestiler. Şok şok şok diye bir başka haberi duyurmaya başladılar.
Erdoğan Bayraktar, NTV’ye telefonla bağlanmış ve “Başbakan’ın da istifa etmesi lazım” demişti! Yıkmıştı perdeyi, eylemişti viran… Asrın canlı yayınıydı…
“Başbakan’ın istediği bakanları görevden alması en tabii hakkıdır. Fakat rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon nedeniyle “istifa ediniz ve beni rahatlatacak bir deklarasyon yayınlayınız” şeklindeki tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum. Soruşturma dosyasında var olan imar planlarının büyük bölümü Başbakan’ın talimatıyla yapıldı. Bu minvalde, bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ettiğimi açıklıyorum. Başbakan’ın da istifa etmesi gerektiğine inanıyorum.”

Sf: 39
Savcı Muammer Akkaş’ın başlattığı soruşturma, 17 Aralık’tan çok daha kapsamlıydı, 41 şüpheli hakkında gözaltı kararı çıkarılmıştı. Başta hızlı tren, 50 milyar dolarlık, 24 mega ihale söz konusuydu. Bilal Erdoğan’ın, Ulaştırma Bakan’ı Binali Yıldırım’ın, Yasin El Kadı’nın isimleri geçiyordu.
Ancak… Türkiye tarihinde görülmemiş bir şey oldu. Polis, savcının talimatını yerine getirmedi, mahkemenin verdiği gözaltı kararını uygulamadı! Savcı “şunları şunları gözaltına al getir” diyordu, polis yapmıyordu. Hukuk,  bitmişti. 
Tayyip Erdoğan’ın uçağıyla İstanbul’a getirilip, makamına oturtulan yeni emniyet müdürü, yasalara-anayasaya aykırı olarak, savcıya direniyordu. O gün… Soruşturmayı yürüten mali şube ve organize suçlar şubesi, komple boşaltıldı, 400 polis, tamamen dağıtıldı. Mali şubenin çaycısı bile gönderildi.
İstanbul Başsavcısı Turan Çolakkadı devreye girdi, soruşturma dosyasını, savcı Muammer Akkaş’ın elinden aldı. Savcı Akkaş teslim olmadı, adliye binasının kapısına çıktı, tek sayfalık yazılı açıklamasını gazetecilere dağıttı.
Zehir zemberekti:
“Cumhuriyet Savcısı olarak, soruşturma yapmam engellenmiştir. Hem Başsavcılık, hem yargılama kararlarını uygulama durumunda olan adli kolluk üzerinden yargıya açıkça baskı yapılmış ve mahkeme kararlarının uygulanması önlenmiştir. Mahkeme kararlarını uygulamayarak, sıralı amirler suç işlemiştir. Şüphelilerin önlem alması, kaçması ve delil karartmasına imkan verilmiştir.” diyordu.

Sf: 44
Aynı gün…” Kızlı-erkekli” kalmanın da suç olmadığı ortaya çıktı. Neydi bu hadise? Tayyip Erdoğan 2013’te kafayı öğrenci yurtlarına takmıştı.” Milletin çocukları bize emanet, kızlarla erkeklerin devlet yurtlarında karışık kalmasına müsaade etmeyeceğiz.” demişti. Birincisi, devlet yurtlarında zaten kızlı-erkekli kalınmıyordu. İkincisi, üniversite çağına gelmiş, 18 yaşını geçmiş gençlerin nerede, kiminle kalacağına kimse karışamazdı. Bu hukuki gerçekle yola çıkan, biri kız biri erkek, İzmirli iki üniversite öğrencisi, Tayyip Erdoğan’ı madara etmek için, savcılığa gidip kendilerini ihbar etmişlerdi, “kızlı-erkekli aynı evde kalıyoruz” diyerek, kendileri hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardı. Savcı incelemiş, Anayasa’ya ve TCK’ya göre suç teşkil etmediğini belirterek, “dava açılmasına gerek yok”  kararı vermişti. Türkiye’yi tir tir titreten Tayyip Erdoğan, İzmir için eğlence vesilesiydi.

Sf: 45
Yıl sonu geldi. Dolar 2.16 liraydı! Sordular, hani 1,92 olacaktı? “Yanılmışım ” dedi, geçti. İşte o kadardı… Pardon deyip gidiyorlardı. Nasıl olsa parayı hükümet değil, millet ödüyordu. E millet de hükümeti alkışladığına göre, sorun yoktu.
Bakanlar Kurulu, Ekim 2013’te askerlik süresini 15 aydan 12 aya indirmişti. Erken terhisler başladı. Seçime günler kalmıştı. Bir oy, bir oydu.

Sf: 46
Ve “ölümsüzlerimiz” vardı. Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan… Berkin komadaydı.

Sf: 51
İşin özü… Gizli saklı iş yapayım derken, ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı. Ortadoğu denilen coğrafya CIA’di, FSB’ydi, MOSSAD’dı, El Muhaberat’tı, Savama’ydı, BND’ydi, MI6’ti. Bizimkiler ise İETT teşkilatındandı! Olacağı buydu.

Sf: 52
Topluma örnek olmak için evine metroyla giden belediye başkanı, iş adamıydı, 31 milyon dolarlık servetiyle dünyanın en zengin 13’üncü insanıydı, görev yaptığı 12 sene boyunca belediye başkanı maaşı almamış, 1 dolarlık sembolik maaşa çalışmıştı, hatta bu 12 sene boyunca New York halkı için kendi cebinden 650 milyon dolar harcamıştı. 
Kızımın mezuniyeti için gittiğim Koç Üniversitesi’nin diploma töreninde dinlemiştim Michael Bloomberg’ü… Rahmi Koç’un onur konuğu olarak davet edilmişti. Gençlere hitaben konuşma yapmış, şu tavsiyelerde bulunmuştu: “Kollarınızı sıvayın, ne kadar alt seviyede olursa olsun, çalışmaya başlayın, tecrübeme dayanarak söylüyorum, başarınızı belirleyecek yegane etken, çok çalışmaktır, işe erken gidin, geç saatlere kadar kalın, herkesten çok çalışın, ne kadar çok çalışırsanız o kadar fazla fırsat yakalarsınız. “
Elalemin siyasetçisi işte buydu. İş yaparken çalmıyordu, çalışın diyordu. Bizim toplumda ise maalesef… ‘Çalsın ama, iş yapsın’ isteniyordu.

Sf: 55
Pilot Tümgeneral Ayhan Gümüş’ün kızı Selin “annem rahatsızdı, babam aileyi bana emanet etti, evin prensesiyken, evin babası rolüne geçmek kolay değil” diyordu. Geceye damgasını vuran küçük dev adam Atahan’dı. Deniz kurmay albay Erdinç Altıner’in dokuz yaşındaki oğlu Atahan anlatıyor, anlattıkça Türkiye ağlıyordu. “Babamın tutuklandığını öğrendiğimde şeref duyarım dedim, çünkü benim babam burada şerefiyle tutuklanıyor, vatan haini olmadığını herkes biliyor, ben de babam gibi subay olmak istiyorum ama, ben de babam gibi başarılı olursam bana da bu darbeyi yaparlar diye biraz korkuyorum.”

Sf: 57
Abdullah Öcalan, basına sızan ve Milliyet gazetesinde yayımlanan İmralı tutanaklarında, Emre Uslu hakkında şunları söylemişti: “MİT’i düşürseydiler, Hakan Fidan tutuklansaydı, sıra Başbakan’a gelecekti. Bu darbeyi önledim, süreci başlattım. Hedeflenen, bizim geliştirdiğimiz diyalogdur. MİT müsteşarı düşürülmek isteniyor. Emre Uslu, Mehmet Baransu, MİT’i hedef aldılar, arkalarında devasa bir güç var. Cemaatin merkezi ABD’dir. Benim buraya alınmamla birlikte, Fethullah da ABD’ye alındı. Fethullah Gülen ABD’de yaşıyor, 120 devlette okul açmış, para nereden? Florida kontrgerillanın merkezidir. Türkeş ve Latin Amerika’daki kontrgerilla orada eğitildi. Yeni merkez ise, Utah’tadır. Emre Uslu vesaire, orada eğitildi.”
Bavul’u kimden aldığını asla açıklamadı. Ancak… Aydınlık gazetesi, Ocak 2013’te “tertibin merkezindeki adam anlatıyor” başlığıyla yazı dizisi yayımladı. Orhan Aykut isimli kişi, bavul’un tanığı olduğunu belirterek, şu iddiaları sıralıyordu:
“Ekim 2007’de, AKP milletvekili İhsan Arslan’la birlikte İstanbul Mövenpick Oteli’ne gittik, ordudan atılma İskender Pala, Amerikalı bir senatörle birlikte geldi, 2003 senesinde Birinci Ordu Komutanlığı’nda yapılan plan seminerine ait bavul dolusu dökümanı İhsan Arslan’a teslim etti, İhsan Arslan bu dökümanları Ankara’ya götürdü, belgelerin üstünde değişiklikler yapıldı, tertibe hazır hale getirildi. 2010’da Taraf muhabiri Mehmet Baransu’ya verildi.”

Sf: 61
Tayyip Erdoğan aslında hiç hazzetmediği, normalde selam bile vermeyeceği Metin Feyzioğlu ile neden toplantı yapıyordu? Çünkü… Kamuoyunda iyice tırmanan vicdani tepkiyi minimize etmek için Balyoz ve Ergenekon’dan yatanları çıkarmak istiyordu, bu sayede “orduya bunlar kumpas kurdu” diyerek, cemaati suçlu ilan edecekti. Kendisinin sanki hiç haberi yokmuş gibi, zeytinyağı gibi üstte kalacaktı. Bunu yapabilmek için, laik kesimden, barolardan destek arıyordu.

Sf: 67
Zekeriya Öz manşetlerdeyken… Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Yeni Şafak ‘taki köşesinde “akrep-kurbağa” hikayesi yazdı. “Akreple kurbağa dere kenarında karşılaşmış, akrep kurbağanın kendisini derenin karşısına geçirmesini istemiş, sırtında akrep taşımaktan endişe eden kurbağa, ya beni sokarsan demiş, akrep ikna etmiş, sokarsam, ikimiz de kaybederiz, ikimiz de boğuluruz demiş, kurbağa inanmış, derenin ortasına geldiklerinde, akrep kurbağayı sokmuş, kurbağa şaşkınlıkla neden diye sorunca da bu benim karakterim demiş”ti.

Sf: 68
Hukuk devletinin tabutuna son çiviyi çakmak için, yasa hazırlandı. HSYK ‘nın yapısını değiştirip, memleketteki tüm savcı ve hakimleri, adalet bakanının iki dudağının arasına bağlamaya çalışıyorlardı. Adalet bakanı emir verecek, hangi savcıyı nereye isterse oraya sürecek, hangi hakimi nereye isterse oraya gönderecekti. 12 Eylül darbesini yapanlar bile, bu kadarını akıl edememişti!

Sf: 72
MİT’i suçlayan faili meçhul ses kaydının hemen peşinden, bavulcu Mehmet Baransu, bir başka mevzuda MİT’i suçladı. Aralık 2011’de, hava kuvvetlerine ait F16’lar, Şırnak Uludere’de PKK’lı grup diye, sınırı geçmeye çalışan kaçakçıları bombalamış, 35 vatandaşımız hayatını kaybetmişti. Mehmet Baransu, Taraf gazetesinde, bazı belgeler yayımladı. Bu belgelerin MİT’e ait raporlar olduğunu öne sürdü. Baransu’nun iddiasına göre, ‘MİT tarafından Genelkurmay’a yazı yazılmıştı, koordinat belirlenerek, PKK yöneticilerinden Fehman Hüseyin’in sınırı geçmek üzere olduğu bildirilmişti, ayrıca, üst düzey bir MİT görevlisi bizzat Genelkurmay’ı telefonla arayarak, Fehman Hüseyin’in Uludere’den sınırı geçmek üzere olduğunu söylemiş, bu telefon üzerine F16’lar havalanmış ve vurmuş’tu.

Sf: 79
Aziz Yıldırım ile alakalı her gelişme ‘enteresanlıklar silsilesi’ydi… Deniz Feneri ayyuka çıkmıştı, gemicikler manşetlerdeydi, şak, Aziz Yıldırım hapse atılmıştı. Suriye savaş uçağımızı düşürmüş, AKP fena sıkışmıştı, şak, Aziz Yıldırım serbest bırakılmıştı. Ayakkabı kutusu, yatak odasında para sayma makinesi, şak, Aziz Yıldırım’ı gene hapse atıyorlardı. Futbol dedin mi, Fenerbahçe dedin mi, akan sular duruyordu, herkesin dikkati oraya yöneliyordu. Aziz Yıldırım adeta toplumun dikkatini dağıtmak için, joker gibi kullanılıyordu.

Sf: 82
Peki orada neler olmuştu? Yandaş medya pek yakında fotoroman gibi kare kare görüntülerle yayımlayacaktı. İhbar yapılmıştı, Adana savcısı Aziz Takçı’nın talimatıyla jandarma harekete geçmişti. Adana İl Jandarma komutanı kurmay albay Özkan Çokay emir vermiş, TIR’lar durdurulmuş, TIR’lara eskortluk eden MİT’çiler silah zoruyla yere yatırılmış, kelepçe takılmıştı. TIR’lar arama yapmak üzere Seyhan jandarma komutanlığına çekilmişti. Bu sefer Adana valisinin emriyle, Adana emniyet müdürlüğü özel harekat şubesi devreye girmiş, 50 kadar özel harekatçı polis, Seyhan jandarma komutanlığını kuşatmış, “TIR’ları bırakın, aksi takdirde çatışmaya girmek zorunda kalacağız” demişlerdi. Jandarma TIR’ları bırakmıştı.
Uluslararası teröre destek veren ülke durumuna düşürüldüğümüz yetmiyormuş gibi, askerimizle – polisimiz namlu namluya gelmişti. Koskoca MİT, kurye şirketi haline getirilmişti.

Sf: 87
Yargıtay Deniz Feneri davasında yargılanan İstanbul 10’uncu Noter’i İsmet Büyükkılıç’la ilgili beraat kararını bozdu. Bu noter, Deniz Feneri’nden hapis cezası alan birine, yurtdışındayken sanki İstanbul’daymış gibi vekaletname düzenlenmişti. ‘Resmi belgede sahtecilik’ten yargılanan notere, 15 sene hapis isteniyordu, mahkemede beraat etmişti. Yargıtay ise, beraat edemez diyordu.
İstediğin kadar örtmeye çalış, istediğin kadar oyala, devlette hukuki işlem başladı mı, illa ki peşinden geliyordu. Kim olursan ol, kurtuluşun yoktu. AKP’nin yüreğini hop oturtup hop kaldıran, geceleri uykularını kaçıran gerçek, buydu.

Sf: 89
BDP Milletvekili Sırrı Sakık, “yolsuzluklar çok da umurumuzda değil, hazinenin bekçisi değiliz, çalınmasın da F16 mı alınsın” dedi. AKP ile BDP arasındaki gizli kapaklı sözleşmenin itirafıydı. Sen bana dokunma, ben de sana dokunmayayımdı.

Sf: 90
Abdurrahman Dağdelen isimli vatandaşımız, başağrısı şikayetiyle tomografi çektirdi, kafatasında mermi bulunduğu ortaya çıktı. Meğer… Askerliğini 1993’te Şırnak’ta yapmıştı, çatışmada yaralanmıştı, hastaneye yatırılmış, tedavisi yapılmış, artık iyileştin denilerek, evine gönderilmişti. 20 sene sonra tomografi çektirince, 20 senedir çektiği başağrısının, çatışmada yediği ve 20 senedir kafasında taşıdığı mermiden kaynaklandığı anlaşılmıştı. Burası Türkiye’ydi. Bazı şeylerin kafamıza dank etmesi için, 20 sene geçmesi gerekiyordu!

Sf: 94
87 milyar liralık ihaleler, havuza akıtılan 100 milyon dolarlar, asgari ücretle yaşamaya çalışan vatandaşın ‘algılama sınırı’nı aşıyordu. Günde 14 saat didinip, 20 lira yevmiye alabilen insanlarımız, tiko para ödenen 100 milyon doların ebatını kavrayamıyordu. İşte tam bu ortamda, herkesin anlayabileceği bir örnek yaşandı. İzmir’deki İmbat operasyonunun soruşturmasında ortaya çıktı ki… Rüşvet alan kişi, rüşveti dağıtan kişiye “hani 10 bin lira olacaktı, hesaba 9 bin 995 lira gelmiş” diye sitem ediyordu. Rüşveti dağıtan kişi de “beş lirayı herhalde havale ücreti olarak banka kesmiş, sen hiç merak etme, ben şimdi 10 bine tamamlarım diyordu. Rüşveti alan kişi de” Allah razı olsun “diyordu.
Rüşvetçi beş liranın bile hesabını soruyor… “Orasına koyulacağı” söylenen ahalimizden çıt çıkmıyordu.

Sf: 96
‘Ses kayıtları’ gündemine kısa bi mola verildi. Araya ‘görüntü kayıtları’ girdi. İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, Abdullah Öcalan’ın 1999’da yakalanır yakalanmaz yapılan sorgu görüntülerini kamuoyuna açıkladı. İmralı’daki sorguyu beş senedir Ergenekon’dan  hapiste tutulan albay Hasan Atilla Uğur yapmıştı. Öcalan, basın toplantısıyla izlettirilen kamera kayıtlarında, “Biz taşeronuz, bana işaret edin, Ortadoğu’da, Avrupa’da şu şu ülke deyin, benim için çocuk oyuncağıdır, bütün güçle Türkiye’nin emrine vereceğiz” diyordu. “Devlet bana hizmet imkanı versin, gel şunu yap desin, benim için emirdir, bunun karşılığında rütbe istemiyorum, devletin akıllı bir eri gibi çalışacağım” diyordu.
Oral Çalışlar gibi AKP borazanı gazeteciler, fotokopi gibi benzer cümlelerle, İşçi Partisi’ni yerden yere vurmaya başladı. Bu görüntüleri yayınlayarak ‘açılımı sekteye uğratmaya çalıştıklarını, Öcalan’ı itibarsızlaştırmaya çalıştıklarını’ yazıyorlardı. Oral Çalışlar gibilerine göre, Öcalan itibarlı bi adamdı.

Sf: 97
İnternete düşen ses kaydı, Fatih Saraç’la, Habertürk genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı arasında geçiyordu. Habertürk gazetesi, Konsensus şirketine anket yaptırmıştı. Fatih Altaylı “ankette BDP oylarını 2 puan yüksek göstersek, ne dersin?” diye soruyordu. Fatih Saraç “MHP’den alın, oraya koyun” diyordu, bunun üzerine Fatih Altaylı “biraz kararsızlardan aktarırım, biraz MHP’den aktarırım, manipülasyon yapayım” diyordu. Hazindi.
Fatih Altaylı televizyona çıktı, “ankette oynamadık, aynen yayınladık, ses kayıtlarını montajlamışlar, kayıtları kesip birleştirmişler” dedi. Bütün Türkiye biliyordu ki, açılıma zarar gelmesin diye BDP’yi yüksek, MHP’yi düşük göstermeye çalışıyorlardı. AKP ‘nin hedefi hiçbir zaman CHP seçmeni olmamıştı, CHP’den asla oy alamayacağını biliyordu, daima MHP oylarına göz dikmişti. AKP’ den kaçan MHP’ye gidiyordu, bunu önlemeye çabalıyorlardı.
Ve sorulmayan soru şuydu:
Ankette bunu yapan, sandıkta ne yapmazdı?

Sf: 99
O gece… Türkiye bi başka baba – oğula kilitlendi. Muhteşem Yüzyıl dizisinde, Kanuni Sultan Süleyman, oğlu şehzade Mustafa’yı boğdurdu. Twitter adeta yıkıldı. Sayın ahalimiz 461 sene sonra, saygıyla andığı padişahımızın öz evladını öldürdüğünü öğrenmişti! İnanmayanlar vardı, senaryo gereği öldürüldüğünü düşünenler vardı, kimisi Osmanlı Hanedanına küfür ediyor, kimisi senaristlere hakaret ediyordu.

Sf: 104
Ayakkabı kutucu genel müdür, serbest bırakıldı. Sadece 57 günde çıkmıştı.
Fazıl Say isyan etti… Çünkü Halkbank genel müdürüne tahliye kararı veren hakim, Fazıl Say’a twitter mesajı yüzünden 10 ay hapis cezası veren hakimdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, noterden farksız olduğunu bir kez daha kanıtladı, internete sansür getiren yasayı onayladı. Hem komik, hem hazin tarafı… İnternete yasak getiren yasayı onayladığını, internetten, twitter’dan duyurdu!

Sf: 109
Profesör Fatih Hilmioğlu tahliye edildi. İnönü Üniversitesi eski rektörü Ergenekon’dan beş senedir hapisteydi. Kanser hastasıydı. “Cezaevinde kalması uygun değildir, hastane şartlarında kalmak zorundadır” diye sağlık raporu vardı, buna rağmen hapiste tutuluyordu. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmıştı. Anayasa Mahkemesi, söz konusu sağlık raporunu dikkate alarak “Silivri’nin kapısını açın” kararı verdi.
Atatürkçü, saygın bilim adamıydı. İnönü Üniversitesi’ni dincilerin, tarikatların, cemaatlerin esiri olmaktan kurtarmıştı, herkes biliyordu ki, suçu buydu!

Sf: 110
Hapisteyken oğlunu kaybetmişti. 21 yaşındaki Emir Ankara’da trafik kazasında ölmüştü. Hayatının en zor anını yaşayan babaya, güya dört gün cenaze izni vermişlerdi ama acısını evinde yaşamasına izin vermemişlerdi. Gündüzleri evinde taziyeleri kabul ediyor, akşam Sincan Cezaevi’ne gitmek zorunda kalıyordu. İşkenceden farksızdı. Bu nedenle… Gece geç vakit, tahliye olur olmaz, ilk iş evladının kabrine gitti, karanlıkta ağlaya ağlaya mezar taşına sarıldı.
Kimi baba – oğul öyleydi. Kimi baba – oğul böyleydi.

Sf: 111
CHP ‘nin yerel seçim adayları netleşti, hakikaten evlere şenlikti, ne ararsan vardı. MHP’ li Mansur Yavaş, CHP adayı olmuştu. Milli Görüş’ün lideri Necmettin Erbakan’ın yeğeni Sabri Erbakan, CHP adayı olmuştu. Hatay’ın AKP ‘li belediye başkanı CHP adayı olmuştu,hayaldi gerçek olmuştu!
AKP’nin seçim şarkısı dombıra’ydı. Nogay Türkleri’nin efsane ozanı Aslanbek Sultanbekov’un eseriydi. Anonim değildi, kendisinden izin alınmamıştı. Sözleri silinmiş, müziğin üstüne yeni sözler yazılmış, Uğur Işılak tarafından seslendirilmişti.

Sf: 112
Tayyip Erdoğan yerel seçim mitinglerine Sivas’tan başladı. Neden Sivas diye sordular. “Gazi Mustafa Kemal, Sivas Kongresi’nde kurtuluş savaşımızın yolunu açtı, onun için seçimin startını buradan veriyorum” dedi.
Aniden Atatürkçü olmuştu… Bir kalpağı eksikti!
Ve, o Sivas mitinginde, Devlet Bahçeli’yi eleştirirken “aile nedir, çoluk çocuk nedir bilmez, onun böyle bir derdi yok, çocuk nedir biz biliriz” dedi.

Sf: 113 
Çocuk sahibi olamayan aileleri rencide ediyor, kahrediyordu, umurunda bile değildi.

Sf: 115
Peki bu örgüt neyin nesiydi? Var mıydı böyle bir örgüt? Vardı… 2000 senesinde Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun öldürüldüğü baskında belgeler ele geçirilmiş, bu belgelerden yola çıkarak örgütün yönetici kadrolarına, cephaneliklerine ulaşılmıştı. İran yanlısı örgüt, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı suikastlerinden sorumlu tutulmuştu. Molla rejiminden etkilenen Türk vatandaşlarını İran’da eğitip, Türkiye’de kullanıyorlardı. (Selam Tevhid Örgütü)

Sf: 116
Üstelik, dershane kavramı, devlet okullarındaki eğitimin yetersizliği yüzünden ortaya çıkmıştı. Devlet okullarını düzelteceğine, dershaneleri de kapatmaya çalışıyordu.

Sf: 126
‘Efkan Ala’ tapesi çıktı. İçişleri Bakanı Efkan Ala’yla İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok arasında geçtiği iddia ediliyordu. 17 Aralık savcısı, gözaltı talimatları vermiş, talimatını yerine getirmeyen istihbarat müdürünü ifadeye çağırmıştı. Selami Altınok bu konuyu anlatıyor, ne yapması gerektiğini Efkan Ala’ya danışıyordu. Efkan Ala da “hiç kimseyi ifadeye gönderme, evrakı çöpe at, gerekirse sen o savcıyı emniyete getir, çete kurdunuz de” diyordu.

Sf: 127
Eskişehir mitinginde Tayyip Erdoğan’ın dili sürçtü, “evlatlarıma helal lokma yedirmediğim halde, evlatlarıma haramdan bahsedecek kalitede değilsiniz” dedi. Sosyal medyada günün konusu oldu… “Allah söyletti” deniliyordu.

Sf: 129
İlker Başbuğ’un adını saydıkları arasında, Doğu Perinçek de vardı. Ömrünün neredeyse yarısını hapislerde geçiren İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ömrü boyunca TSK ile sorunlu olmuştu. İlker Başbuğ’un Doğu Perinçek’in adını telaffuz etmesi, Türk siyasi ve askeri tarihi açısından ilk’ti. Zıt kutupların birbirini çekmesi gibi, biraraya gelmesi mümkün olmayan insanlar, Ergenekon, Balyoz davalarında birbirine yakınlaşmıştı. Türkiye Gençlik Birliği, Aydınlık gazetesi, Ulusal Kanal, kumpas davaları boyunca sessiz çoğunluğun sesi olmuştu. Meydanlarda, Silivri duvarlarında hukuk ve özgürlük için boğuşmuşlardı. Hapisteki Perinçek, dışarıdaki CHP ve MHP’den daha etkili muhalefet yapıyordu.
İlker Başbuğ’a müebbet verildiğinde, Sabah, Star, Yeni Şafak gibi yandaş gazeteler alkışlamıştı, “darbecilere müebbet, derin devlete müebbet, cuntaya ceza yağdı” gibi manşetler atmışlardı. İlker Başbuğ serbest bırakıldığında, aynı gazeteler yine alkışladı, “orduya kumpas kuranlar yargılanacak” manşetleri attı.

Sf: 131
Gel zaman git zaman 2010’da Wikileaks belgeleri patlamıştı. Dönemin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın 2004’te Washington’a gönderdiği raporda “iki kaynağımızdan duyduğumuz kadarıyla, Tayyip Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz hesabı var”  dediği öne sürülmüştü. Bu iddia ortaya çıkınca Tayyip Erdoğan öfkeden köpürmüş, “benim İsviçre bankalarında bir Allah kuruşu param yok, belediye başkanlığı döneminde Tayyip Erdoğan’ın 1 milyar doları var diyen kişi, bugün Ergenekon’dan içerde” demişti.
Tuncay Özkan’ı kastediyordu. Böylece, Tuncay’ın içerde neden yattığı belli olmuştu.

Sf: 132
Zirve Yayınevi’nde katledilen Alman vatandaşı Tilman Geske’nin eşi Susanne, çok sevdiği Türkiye’den ayrılmamıştı. İki çocuğu ile beraber Malatya’da yaşamaya devam ediyordu. Ancak… Kocasını katleden sanıklar Malatya sokaklarına geri dönünce, Susanne bavulunu topladı, Türkiye’den ayrıldı.
Oro*pu bahşişi tapesi çıktı. İnternete düşen telefon kaydının, Rıza Sarraf’la yardımcısı Rüçhan Bayar arasında geçtiği iddia ediliyordu. Rüçhan Bayar “işlerini halledecek birine, iş hallolduktan sonra 30 – 40 bin dolarlık Rolex saat alalım mı?” diye akıl danışıyor,  Rıza Sarraf da hemen alınmasını tavsiye ediyordu: “Benim rahmetli annemin babası derdi ki, orospu ile memurun bahşişini başında verin derdi.”
Tam o günlerde… Türkiye’nin halini özetleyen bi video kaydı, internete düştü. İstanbul metrosunda cep telefonu ile çekilmişti. Üniversite öğrencileri Tayyip Erdoğan’ın ‘sağlam irade’ yazılı seçim afişlerinin üstüne ‘sağlam ayakkabı kutusu’ yazısını yapıştırıyor, bir vatandaş da canhıraş şekilde engellemeye çalışıyordu. Üniversiteliler yolsuzluk yapılıyor deyince, “soyuyorsa beni soyuyor, sana ne” diye bağırıyordu!

Sf: 136
Gezi olaylarında 6’ncı çocuğumuzu kaybetmiştik. Ali İsmail Korkmaz polis tekmeleriyle can vermişti, Alevi’ydi. Ethem Sarısülük polis kurşunuyla can vermişti, Alevi’ydi. Abdullah Cömert polisin biber gazı fişeğiyle can vermişti, Alevi’ydi. Ahmet Atakan polis müdahalesi sırasında şüpheli şekilde can vermişti, Alevi’ydi. Trafik kazasında can veren Mehmet Ayvalıtaş da Alevi’ydi. Gezi direnişi mezhepsel bir direniş olmadığına göre, her mezhepten, her etnik kökenden, her yaş grubundan, her sosyal statüden insanımız katıldığına göre… Can kayıplarının tamamının Alevi olması tesadüf müydü? Yoksa, tesadüfün bu kadarı fazla mıydı?
AKP ‘liler hep ne derdi? “Elit semtlerde oturanlar bizi sevmez, seçkinci sınıflar, belli zümreler, imtiyazlı çevreler bize karşıdır.” derdi. Gezi direnişi için ne demişlerdi? “Bir avuç kaymak tabaka” demişlerdi. Ethem’ i öldürdüler, kaynak işçisiydi. Abdocan’ı öldürdüler, narenciye paketleme tesisinde asgari ücretle çalışıyordu. Ali İsmail’i öldürdüler, babası inşaat işçisiydi, ben oğlumu tuğla taşıyarak okuttum diyordu. Mehmet Ayvalıtaş öldü, garsondu, babası pazarcıydı. Ahmet’i öldürdüler, üniversite mezunu işsizdi, inşaatlarda çalışıyordu. Berkin’i öldürdüler, babası işsizdi. Kendi çocuklarının gemicik filoları vardı, yatak odalarından para kasaları çıkıyordu, Gezi Şehitleri’ne ‘kaymak tabaka’ diyorlardı.

Sf: 139
Peki, o bahsettiği ‘mezara atılan demir bilyeler’ neydi? Berkin’in babası Sami Elvan anlattı. “Çocuğum misket oynayacak yaşta vefat etti. Annesi misket oynasın diye renkli cam misketler koydu mezarına… Burak Can’ın babasıyla kol kola girip, bu adamı utandıracağız” dedi.

Sf: 140
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, cumhurbaşkanlığı seçimine değindi,eskisi gibi TBMM’nin değil, doğrudan halkın seçeceğini belirterek, “Milletin önüne Ahmet Necdet Sezer diye bir saksı koyarız, siz de seçersiniz dediler, yok artık öyle yağma, artık millet var” dedi.
Mehmet Müezzinoğlu, Gümülcine’liydi. Mehmet Alioğlu adıyla Türkiye’de okumuştu, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştu, Yunanistan’da hekimlik yapmasına izin vermemişlerdi, Meriç nehrini kaçak olarak geçip, Türkiye’ye iltica etmişti, Yunan vatandaşlığından çıkarılmış, Türk vatandaşlığına geçmişti, Müezzinoğlu soyadını almıştı, Türkiye Cumhuriyeti’nin imkanlarıyla hekim olmuştu, milletvekili olmuştu, bakan olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti’nin TBMM tarafından seçilmiş cumhurbaşkanlarına ‘saksı’ diyordu.

Sf: 142
Tayyip Erdoğan miting için Gündoğdu Meydanı’na giderken, seçim otobüsünü zınk diye durdurdu, korumalarına bir balkonu işaret etti, korumalar koşturdu, o balkondaki kadını ‘kol işareti’ yaptığı iddiasıyla gözaltına aldı.
AKP konvoyu biraz ilerledi, gene zınk diye durdu, Tayyip Erdoğan bu defa bir kafede oturan kadını işaret etti, korumalar koştu, kafede oturan kadını ‘kol işareti’ yaptığı iddiasıyla gözaltına aldı.
2002’den beri hep aynı manzaraydı. İzmir Tayyip Erdoğan’ı asla sevmedi. Kol işareti yapanları tek tek toplamaya devam etseydi, mitinge yetişebilmesi mümkün değildi!
İzmir emniyeti devreye girdi. 
Alsancak’ta yol boyunca balkonlara tazyikli su sıkıldı. 6’ıncı 7’inci katlara bile TOMA’lardan su sıktılar.

Sf: 143
AKP’nin seçim reklamları başladı. Tüm televizyonlarda aynı anda yayınlanıyordu. Karanlık bir tip gizlice yaklaşarak, gönderdeki Türk bayrağının ipini kesiyor, Türk bayrağı yavaş yavaş yere düşmeye başlıyor, o sırada gençler birbirlerinin omuzları üstüne çıkarak bayrağı yakalıyor, yeniden göndere çekiyordu. Bunlar olurken, Tayyip Erdoğan fonda İstiklal Marşı’nı okuyordu.
PKK ile masaya oturuyor.
TC’yi siliyor.
Andımızı kaldırıyor.
Atatürk heykellerine çelenk bırakmayı yasaklıyor.
Seçim vakti gelince bayrağa, marşa sarılıyordu.

Sf: 144
Diyanet İşleri Başkanlığı ‘helal hayvanlar’ fetvası verdi. Kanguru etinin sakıncası olmadığını, çekirgenin helal olduğunu, porsuk yemenin ise caiz olmadığını açıkladı. Çünkü… Milletin orasına koymuşlar, orospu bahşişi vermişler, memleketi yiye yiye bitirmişler falan, hikayeydi. Sayın ahalimiz hala ‘porsuk eti helal mi?’ diye merak ediyordu.

Sf: 148
Gel gör ki… Yasaklanan twitter’a rekor sayıda giriş oldu. Normalde günde 5 milyon civarında tweet atılırken, 7,5 milyon tweet’e yükseldi. Bağımsız gazeteler internet ayarlarında oynanarak twitter’a giriş yapmanın yollarını anlatıyordu. Hatta, twitter’ın kurucusu Jack Dorsey bile, yasağı delebilmemiz için Türkçe mesaj yazıp, taktik vermişti. Bu tablo… İnternet denilen kavramın ne kadar gerisinde olduklarının, bu çağda sansürün mümkün olmadığının kanıtıydı.

Sf: 154     Cemaat kaybetmişti. Seçmen gücü olmadığı anlaşılmıştı. (Ancak bürokrasi kademelerinde güçlüydüler – an.)
Sayım sırasında bir çok ilde elektrikler kesilmişti. Enerji Bakanı Taner Yıldız “trafoya kedi girdi, o yüzden elektrikler kesildi” dedi. Halbuki Keban Barajı’na bile kedi girse, bu kadar çok sayıda şehirde aynı anda elektrik kesilmezdi!

Sf: 157
Malezya’dan Çin’e giden, Malezya Hava Yolları’na ait uçak, Güney Çin Denizi üzerindeyken, kaybolmuştu. 12’si mürettebat, 239 kişi taşıyordu. Bu kitabın yayınlandığı tarih itibariyle, bulunamamıştı. Kaçırıldığı iddia edildi. Pilotun kasıtlı olarak uçağı düşürdüğü iddia edildi. İngiliz basını, uçaktaki 20 yolcunun ‘askeri radar uzmanı’ olduğunu, Amerikan savunma teknolojileri şirketi Freescale Semiconductor’de çalıştıklarını, bu şirketin kısa süre önce ‘askeri uçakları radarda tamamen görünmez hale getiren bir cihaz geliştirdiği’ni yazdı.

Sf: 159
İstanbul Veliefendi Hipodromu’nda ‘İstanbul Emniyet Müdürlüğü Koşusu’ yapıldı. Yarışan atlar arasında Rıza Sarraf’ın tayı El Ganador da vardı üçüncü oldu. 10 bin 500 lira ödül kazandı. Böylece…  Rıza Sarraf’ı tutukladıktan sonra adeta darmadağın edilen, emniyet müdüründen bekçisine kadar alayı harcanan, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün adıyla Rıza Sarraf’a ödül verilmişti. Boşuna dememişlerdi:
At koşar, baht kazanır.
Adalet bekleyen, nah kazanır!

Sf: 161
İzmir Bornova’nın merkez mahallesinde seçime on gün kala tören düzenlenmiş, alkışlarla kurdele kesilmiş, toplum sağlığı merkezi açılmıştı, doktorlar – hemşireler falan gelmiş, insanları muayene etmişlerdi. AKP, Bornova’yı kazanamadı. 31 Mart sabahı toplum sağlığı merkezi kapatıldı.

Sf: 163
Anayasa Mahkemesi, HSYK’yı Adalet Bakanı’nın memuru haline getiren yasayı iptal etti. Doğru ama geç bir karardı. Yasalaşmasıyla iptal edilmesi arasındaki kısa sürede, yaklaşık bin kişinin yeri değiştirilmişti. Her şeye rağmen, Anayasa Mahkemesi, ‘hukukun tutunduğu tek dal’ olarak kalmıştı. Memleketi kafasına göre yönetmeye çalışan AKP’nin önünde, sadece Anayasa Mahkemesi duruyordu.

Sf: 166
Nihai kararı, cumhurbaşkanlığı makamına aktardı. Hakan Fidan’ın kaderini bir başkasının eline bırakmak, bir anlamda, Tayyip Erdoğan’ın kaderini bir başkasının eline bırakmak demekti. Dolayısıyla… Bu MİT yasası çıktığı gün aslında, Tayyip Erdoğan’ın köşke aday olacağı kesindi.
Türk vatandaşları hariç, tutuklu veya hükümlüleri, başka bir ülkeye iade edebilecek veya takas edebilecekti, yani, istediği IŞİD militanını serbest bırakabilecekti!
Bu yasa çıktığında, henüz Musul konsolosluğumuz basılmamış, insanlarımız rehin alınmamış, rehineler karşılığında IŞİD militanlarını serbest bırakacağımız ortaya çıkmamıştı. Müthiş öngörüyle(!) bu maddeyi eklemişlerdi.

Sf: 169
AKP yandaşı müteahhitlere, yüzde 100 hazine garantisi verildi. Üçüncü havalimanı, üçüncü köprü, Avrasya tüneli, Kuzey Marmara otoyolu gibi projeler, yasayla ‘hazine garantisi’ kapsamına alındı.  Toplam 50 milyar liralık projelerdi. Müteahhitlere “istediğiniz miktarda kredi kullanın, dert etmeyin, hazine arkanızda” denilmişti. Müteahhitlerin üstlendiği risk, halkın sırtına yüklenmişti.

Sf: 172
Köşk’e aday olup olmayacağı sorulan Tayyip Erdoğan, lafı yuvarlıyor, “Mayıs’ta karar veririz, yine ters köşeye yatabilirsiniz” diyordu. Oyalıyor, zaman kazanıyordu. Aday olmayabilirmiş gibi belirsiz bırakarak, CHP ve MHP’nin aday çıkarmasını geciktiriyordu. Öbürleri de Tayyip Erdoğan’ın atacağı adımları bekleyerek, ekmeğine yağ sürüyordu. Halbuki, süre ne kadar daralırsa, CHP ve MHP’ye propaganda için o kadar az süre kalacaktı. Süre ne kadar daralırsa, 7’den 77’ye herkes tarafından tanınan Tayyip Erdoğan o kadar avantajlı olacaktı. CHP ve MHP uyutuluyordu.

HDP kuruldu.
BDP milletvekilleri HDP’ye katıldı.
BDP’nin adı DBP yapıldı.
DBP bölgesel parti olarak kalacak…
HDP ülke genelinde kafası karışık sol oyları tavlayacaktı.
O da olmazsa başka parti kurarlardı.
Nasıl olsa alfabede harf çoktu.

Sf: 186
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Tayyip Erdoğan’ın yanında oturuyorlardı, ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Tayyip Erdoğan ayakta bağırıyordu, mecburen onlar da ayağa kalktı.Tayyip Erdoğan salondan çıkarken, eliyle ‘yürüyün’ manasında işaret yaptı, cumhurbaşkanıyla genel kurmay başkanı, Tayyip Erdoğan’ın peşinden yürüyerek salonu terk etti.
En üst makam kim… Gayet belliydi!

Sf: 187
Cenazelerin bileklerindeki saatler dikkat çekiyordu. Hepsi aynı saati takıyordu. Çin malı, plastik, 30 liralık saatlerdi. Sosyal medyada en çok paylaşılan fotoğraf oldu. Bakanları 700 bin liralık saat takan memleketin, rahmetli işçileriydi.
Üç sene önce Zonguldak Kozlu’daki faciadan sonra zorunlu hale getirilmesi istenen ‘yaşam odaları’ yeniden gündeme geldi. 40 kişi kapasiteli odaların maliyeti 250 bin dolardı. Maalesef, dünyada sadece Pakistan, Afganistan ve Türkiye’de zorunlu değildi.
Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün, Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi’ni imzalamamıştı. Lübnan, Ermenistan, Zimbabve bile imzalamıştı, biz imzalamamıştık. Çünkü bu sözleşme maden sahiplerine ve hükümetlere maddi sorumluluklar yüklüyordu. İmzalamıyordun, oluyor bitiyordu!

Sf: 192
Tekrar Halk TV ‘ye çıktım. “Korkalım, silelim, yazmayalım istiyorlar, biat kültürüyle yetişmedik, itaat etmeyiz, İzmirliyiz, sadece zeybek oynarken diz çökeriz” dedim. Tayyip Erdoğan derhal cevap verdi, “diz çökmezmiş, insan müsveddesi, sürüngen” dedi. Tekrar Halk TV’ ye çıktım. “Taliban’ın dizinin dibinde mi diz çökseydim? Üstelik, sürüngenler omurgalı hayvanlardır, Allah insanı omurgasız olmaktan korusun” dedim. Sustu. Bu ‘sürüngen’ mevzusu yüzünden, İzmir Bademler Köy’ünde ‘kertenkele sevenler derneği’ kuruldu.

Sf: 196
Ulaştırma eski bakanı Binali Yıldırım’ın kardeşi İlhami Yıldırım, Kızılay’ın İstanbul Şube başkanıydı. Uğur Kurt’la Ayhan Yılmaz’ın pisi pisine hayatını kaybettiği gece, twitter’dan “ya bu ülkede eşşek gibi sessizce yaşayacaksınız, ya da defolup gideceksiniz” mesajı attı.
‘Kızılay’ dediğin böyle olurdu!

Sf: 201
18 yaşından küçük çocukları PKK’ya katılan anneler, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin önünde sessiz protesto eylemine başladı. Çocuklarının zorla veya kandırılarak dağa götürüldüğünü söyleyen anneler, çocuklarının geri gelmesi için hem hükümetten, hem PKK’dan yardım istiyorlardı.
Tuhaf bir eylemdi. Anneler gerçekti, dağa götürülen çocuklar gerçekti ama, bu gerçek bu memlekette 30 senedir yaşanıyordu. Neden bugüne kadar böyle bir eylem olmamıştı da, tam ‘açılım’ denilen proje tıkandığında ortaya çıkmıştı? Ve neden, çocuklar geri gelmediği halde, sessiz sedasız sona erdi? Ve yine, neden anneler eylemdeyken canlı yayın araçlarını oraya gönderen, saatlerce yayın yapan CNN Türk ve NTV gibi televizyonlar eylem sona erdiğinde hiç haber yapmadı?

Sf: 207
15 gün sonra… Türkiye, El Nusra’yı terör örgütleri listesinden çıkardı.
‘Neden çıkarıldı?’ diye haber olunca, dışişleri bakanlığından açıklama yapıldı, “çıkarmadık, El Nusra terör örgütleri listesinde” denildi. Ancak, Resmi Gazete kabak gibi ortadaydı. Güncellenen ve Resmi gazetede yayımlanan terör örgütleri listesinde, El Nusra yoktu. Özetle… AKP’nin El Nusra ile ilişkisi daima karanlıktı.

Sf: 210
GATA Yüksek Bilim Komisyonu üyesi Profesör Kemal Irmak, uluslararası dergiye ‘şizofreni ya da cin çarpması’ başlığıyla makale yazdı. İnsan beynine yerleşmiş cinlerin, şizofreni yaratabileceğini anlattı. Tedavi için ‘dini şifacılarla üfürükçülerin faydalı olabileceğini savundu.
Aynı GATA’da… Şizofreni tedavisinde çığır açan, geliştirdiği ilaca patent alan, formülü milli kalsın diye, yabancı şirketlerin astronomik tekliflerini reddeden, parayı Türkiye kazansın diye TÜBİTAK’la sözleşme imzalayan Profesör Albay Tayfun Uzbay… Asrın iftirasıyla ‘casus’ diye içeri tıkılmıştı!
Profesör Tayfun Uzbay’la Şirinyer askeri cezaevinde, demir parmaklıkların arkasındayken tanışmıştım. Yüz yüze geldiğimiz o an… Bu memleketin yurttaşı olarak ne kadar utandığımı tarif edemem.

Sf: 211
Batmanlı Abdurrahman Çiftçi, Muş Hasköy’de askerlik yapıyordu, tezkeresine iki ay kala intihar etmişti. Askeri savcılık soruşturma açtı,ölüme sebep olan merminin, askerin ailesinden tahsil edilmesini istedi. Askeri savcılığın mantığına göre, söz konusu mermi, hazinenin malıydı, 11 liraydı.

Sf: 212
Al sana açılım! Askeri üssün Türk bayrağı indirildi.
Lice’de karakol inşaatı vardı, protesto gösterileri yapılıyordu, çatışma çıktı, bir kişi öldü. Bu olay üzerine Diyarbakır’da PKK bayrakları ile sokağa döküldüler. Yüzü maskeli biri tel örgüleri atladı, 2’inci Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na girdi, bayrak direğine tırmandı, ipini keserek Türk bayrağını indirdi, fırlatıp attı.
Milletin onuruyla hiç bu kadar oynanmamıştı.
Kendi topraklarımızda, askeri üssümüzde bayrağımız indirilmiş, asker – polis armut gibi seyretmişti, müdahale edilmemişti.
Tayyip Erdoğan, sanki bu olan bitenin sorumlusu kendisi değilmiş gibi, Pkk’yla müzakere masasına oturan kendisi değilmiş gibi, bölücü örgütü bayrak indirecek kadar şımartan kendisi değilmiş gibi, askerin elini kolunu bağlayan kendi değilmiş gibi, çıktı, “bayrağı indireni indireceksin, yapmıyorsan sorumlusun, herhalde gelip ben indirmeyeceğim” dedi. İşin içinden sıyrıldı.
Yunanistan’da kabine değişikliği yapıldı. Argiris Dinopulos, içişleri bakanı oldu.
Kimdi bu? 1996’da Kardak’a bayrak diken gazeteciydi. Bizim Kardak kahramanlarımız, hapisteydi.

Sf: 213
Musul Konsolosluğumuz basıldı.
Konsolos Öztürk Yılmaz, konsolosluk görevlileri, aileleri, özel harekat polisleri, 46’sı Türk vatandaşı, 3’ü Iraklı, 49 kişi rehin alındı, kaçırıldı, Türk bayrağı indirildi, IŞİD bayrağı dikildi.
Aynı gün, gene Musul’da 28 Türk şoför kaçırıldı.
Sadece 24 saat önce… MHP Milletvekili Sinan Oğan, TBMM’de alarm zilleri çalmış, “besleyip büyüttüğünüz IŞİD terör örgütü, Musul başkonsolosluğumuzun etrafını sardı” diye haykırmış, AKP milletvekilleri ise “hadi ordan be atma atma” diye alay etmişti.
MHP milletvekili TBMM’de çırpınırken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu New York’taydı, dünyadan haberi yoktu. Baskından sadece 24 saat önce attığı tweet’te “Musul konsolosluğumuzda sorun yok, güvenliği için her türlü önlemi aldık” demişti.

Sf: 214
Bunlar hep böyleydi… 2003’te kafamıza çuval geçirdikleri gün, Genelkurmay Başkanı Hilmi efendi, İsrail’ de gezideydi. İstanbul’da sinagogları havaya uçurduklarında, İstanbul Emniyet Müdürü Letonya’daydı, maç seyretmeye gitmişti. Mavi Marmara ‘yı bastıkları gün, Tayyip Erdoğan Şili’yi geziyordu, dışişleri bakanımız Venezuela’daydı, milli savunma bakanımız Makedonya’daydı. Fantomumuz vurulduğu gün, Tayyip Erdoğan Brezilya’daydı, şehit pilotlarımızı 13 gün sonra denizin dibinden çıkardıklarında, Bodrum’daydı, tatile gitmişti. Hiçbir krizi öngörememişler, hiçbir krize önlem alamamışlardı.

Sf: 216
Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmi Altın Palmiye ödülünü kazandı diye çok sevinmiştik. Başrolde oynayan Haluk Bilginer, sevincimizi kursağımızda bıraktı. Hürriyet’e konuştu, “91 senedir güce tapıyoruz, biz gücü çok severiz, kendini güçlü gösteren herkese tapınırız, baba sendromudur” dedi… Atatürk’e saldırmak modaydı. Haluk Bilginer de entel görünmek için, bu modaya ayak uydurmuştu.

Sf: 218
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, Exeter Üniversitesi’ndendi, Cumhurbaşkanı adayımız Ekmeleddin İhsanoğlu da Exeter Üniversitesi’ndendi. Ne hoş tesadüftü di mi? Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek de, Exeter Üniversitesi’ndendi. İngiltere’nin prestijli eğitim kurumlarından biriydi. Petrol zengini Arap ülkelerinden bol sıfırlı bağışlar alırdı. Arap ve İslami Araştırma Enstitüsü vardı. Kürt Araştırmaları Enstitüsü vardı. Bu iki enstitü vesilesiyle, Arabistanlı Lawrence’ın torunları, İngiliz İstihbarat Servisi’nin elemanları, Ortadoğu uzmanı olmak için, burada eğitilirdi. Bu çetrefil durumlar elbette burada okuyan diğer öğrencileri bağlamazdı… Mesela, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterimiz Exeter’dendi. Siirt, Elazığ, Eskişehir, Gümüşhane, Kilis valilerimiz Exeter’dendi. İstanbul’da, İzmir’de, Bolu’da, Erzurum’da vali yardımcılığı yapan onlarca yöneticimiz Exeter’dendi. Polis Akademisi Başkanımız Exeter’dendi. Bayrampaşa, Araklı, İspir, Ardeşen, Bayramiç, Dilovası, Konak, Kula kaymakamlarımız, ben diyeyim 50 kaymakam, siz deyin 100 kaymakam Exeter’dendi. Kamu ihale kurumu başkanımız, göç idaresi başkanımız, toprak mahsulleri ofisi genel müdürümüz, başbakanlık tanıtım ajansı başkanımız, mülkiye teftiş kurulu başkan yardımcımız, şeker kurumu başkanımız Exeter’liydi. Bürokrasimizde yolu Exeter’den geçmeyen neredeyse yok gibiydi. İnsan düşünüyordu tabii…  İyi ki vardı şu Exeter yani, yoksa nasıl yönetecektik biz bu devleti!

Sf: 224
Yine, Balyoz’la aynı gün… 12 Eylül’e müebbet çıktı.
Ankara Adliyesi 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi, 97 yaşındaki Kenan Evren ile 89 yaşındaki Tahsin Şahinkaya’ya müebbet hapis cezası verdi. Güya darbeyi yargılamışlar, tuvalete bile gitmeye mecali olmayan iki kişiyi suçlu bulmuşlardı.

Sf: 226
Yandaş Sabah’ın yazarı Engin Ardıç “1,5 milyar müslümanın elinde Coca Cola bardağıyla ebabil kuşlarını beklemesi soytarılıktır” diye yazdı. Tekirdağ valisi Ali Yerlikaya, önce bu cümleyi twitter hesabından paylaştı. Sonra da Coca Cola boykotu yaptı. Aile bakanlığının iftarında Coca Cola’yı protesto ederek, Fanta içti. Küçük bir pürüz vardı… Fanta da, Coca Cola ürünüydü!

Sf: 227
IŞİD, hilafeti ilan etti. Twitter’dan yayınladıkları ses kaydıyla, örgütün lideri Ebubekir Bağdadi “halife ve tüm dünya Müslümanlarının lideri” olarak tanıtıldı. Irak Şam İslam Devleti ismi de, İslam Devleti olarak değiştirildi. Bilahare… Saddam’ı idam cezasına çarptıran hakim, IŞİD tarafından yakalanıp, idam edildi.

Sf: 232
Üsküdar Fethipaşa Korusu’ndaki Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nde yangın çıktı. 142 senelik tarihi köşk kül oldu. İstanbul İstanbul olalı böyle usturuplu yangın görmemişti. Korudaki ağaçları boşver, bahçedeki çiçekler bile yanmamıştı, sadece bina kül olmuştu. İyi de niye sadece bina kül olmuştu? Cevabı basitti…  Bu köşkü TMSF satmıştı. “Milletin orasına koyacağını” ifade eden müteahhit Mehmet Cengiz almıştı. Satış sözleşmesinde ‘yıkım yasağı’ şartı vardı. Yani, satın alan kişi, asla yıkmayacaktı, yıkıp yerine yenisini yapmayacaktı. Talihsizlik işte, yangın çıktı, köşk kül oldu, yasak ortadan kalktı, yerine yenisini yapmaktan başka çare yoktu!

Sf: 237
Anayasa Mahkemesi’nin ambleminde değişiklik yapıldı, TC ibaresi eklendi. AKP’ye nazire yapılıyordu. “Sen valiliklerden, sağlık bakanlığından, ziraat bankasından TC’yi kaldırıyorsun ama, ben o TC’yi gözüne sokuyorum” demek isteniyordu. Haşim Kılıç, zamanında kapatmaya kıyamadığı Akp’yle adeta inatlaşıyordu.

Sf: 240
Çatı adayının sloganı açıklandı:
“Ekmek için Ekmeleddin.”
Amblemi bir ‘somun ekmek’ti.
Sanırsın, fırıncılar odası başkanlığına adaydı.
Oğullarının yerine babaları konuştu.”Ekmek için Ekmeleddin” sloganını ‘beyin fırtınası’yla uzun müzakereler sonucunda bulduklarını söyledi. “Küçükken bana ekmek derlerdi” dedi! Belki, hiç konuşmasaydı daha iyiydi.

Sf: 250
51 polis tutuklandı. Silivri’ ye konuldular.
‘Milli ordu’yu hapse tıkmışlardı.
Şimdi… 
‘İmamın ordusu’nu hapse tıkmışlardı.
Herkes Fethullah Gülen’den tırsıyordu ama…
Aslında, Tayyip Erdoğan’a dokunan yanıyordu.

Sf: 254
1995’ten beri Şanlıurfa Göbeklitepe’deki arkeolojik kazıların başkanlığını yürüten Profesör Klaus Schmidt, Almanya’da öldü. Göbeklitepe o güne kadar bilinen tarihi değiştirmiş, insanlığın en eski tapınak merkezi olduğu anlaşılmıştı. 2010’da, milattan önce 9 bin senesine ait ‘insan başı heykeli’ ortaya çıkarılmış, ortaya çıkarıldığı gün çalışmıştı! Kültür bakanlığımız, eşi benzeri olmayan bu heykel çalındığı için, Profesör Klaus Schmidt’e 150 bin lira ceza kesmişti. 11 bin 600 senelik heykele, sadece 150 bin lira… Profesör Schmidt, 150 bin liralık para cezasını ödemiş ve hiçbir şey olmamış gibi kazılara devam etmişti.

Sf: 257
Alman Der Spiegel dergisi, tarihinde ikinci defa ‘Türkçe’ ilave hazırladı, Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimini inceledi. 16 sayfalık özel ilavenin baş yazısında “Tayyip Erdoğan padişaha dönüştü” deniyordu. Der Spiegel, Gezi olayları sırasında da, yine Türkçe ‘boyun eğme’ başlığını kullanmıştı.
Ekmeleddin İhsanoğlu jest yaptı, rakiplerine biner lira bağışta bulundu. Tayyip Erdoğan kabul etmedi, iade etti. Selahattin Demirtaş ise “hocam zahmet etmişsiniz, teşekkür ederim, öbüründe zaten çok var, hepsini bana yatırabilirsiniz” dedi.
MHP milletvekili Sinan Oğan TBMM’de konuştu “hükümet Türkmenlere niye sahip çıkmıyor?” diye sordu.  Vay sen misin soran… AKP milletvekilleri saldırdı. İki değil,  beş değil, altmış milletvekili birden saldırdı, yumrukladılar, tekme attılar. Sinan Oğan twitter’dan “60 AK it saldırdı, ağızlarının payını aldılar, bunlar ülkücülere ancak 60’a tek saldırır” diye yazdı.

Sf: 258
Balyoz sanıkları tasfiye edildi. Kumpas çökmüştü, Anayasa Mahkemesi tarafından haklarının ihlal edildiği tescil edilmişti, asrın iftirasına uğradıkları kesinleşmişti, nafile… Yüksek Askeri Şûra, zart diye kesti attı, Balyoz sanığı 11 general ve amirali emekliye sevketti. Kurmay albaylar ise, pasif görevlere gönderilmişti,adeta “istifa edin, gidin” demek isteniyordu. Gayet açıktı… Terfi sırasında yarışarak geçilemeyen subaylar, TSK’dan atılarak, tasfiye edilerek geçilmişti. Komuta kademesi onlarsız şekillenecekti. Temize çıkmalarının önemi yoktu, bu Atatürkçü subaylar orduda istenmiyordu.

Sf: 260
Siyah hayatımıza, ‘ak troller’ kavramı girmişti. Twitter’a, facebook’a sahte isimlerle kaydolan, sosyal medyayı yalan bilgilerle maniple etmeye çalışan, AKP karşıtlarına hakaret ve iftira yağdıran isimsiz kişiler topluluğuydu. Gazetelerin internet sitelerine giriyorlar, haberlerin altına sanki sıradan vatandaşmış gibi AKP lehine yorumlar yazıyorlardı. Bu iş için havuz oluşturulduğu, ak trollere 800 lirayla 4 bin lira arasında maaş ödendiği öne sürülüyordu.

Sf: 261
IŞİD, Erbil sınırına dayandı. Amerikan uçakları ilk defa IŞİD’i bombaladı. Mesaj gayet açıktı… Peşmergeye dokunan yanardı!
Aslında, hangi Sünni hangi Şii’nin kafasını kesiyor, hangi mezhep hangi etnik kökeni havaya uçuruyor, hikayeydi… Para kimin cebine giriyor ona bakmak lazımdı. Irak’ın Şii bölgelerindeki petrol yataklarında 115 milyar varillik rezerv vardı. Kuzey Irak’ta 45 milyar varillik rezerv vardı. Doğalgaz rezervlerini saymıyorum, varın siz hesap edin. Şii Bağdat yönetimi, Irak’ın günlük üretimini 10 milyon varile çıkarmak istiyordu. Bunu başarırsa petrol gelirlerinde Rusya’yı geçecek, Suudi Arabistan’la kafa kafaya gelecek, Suudilerin borusu eskisi gibi ötmeyecekti. Şırrak… IŞİD denilen örgüt, işte tam bu noktada ortaya çıkmıştı.

Sf: 262
Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığına koşarken, başbakanlık dönemine ait bilançolar ortaya saçılıyordu. Açtığı yara çok büyüktü.
Gelmiş geçmiş tüm başbakanlardan fazla borç yapmıştı.
58 başbakan 80 senede 260 milyar lira borç almıştı.
Tayyip Erdoğan’ın tek başına aldığı borç 333 milyar liraydı.
Göreve geldiğinde dış borcumuz 130 milyar dolardı.
Üçe katladı. 
Türkiye’nin dış borcunu 387 milyar dolara çıkardı.
12 senede örtülü ödenekten 25 milyar lira harcamıştı.
O günkü kur itibariyle 11 milyar dolardan fazlaydı.
Habire faiz lobisini hedef gösteriyordu ama…
Faiz rekoru kırmış, 12 sene 600 milyar lira faiz ödemişti.
Devletin 52 milyar dolarlık malını – mülkünü satmıştı.
Vatandaşın bankalara olan borcu 4 milyar dolardı.
160 milyar dolara çıkmıştı.
42 milyon kişinin borcu vardı.
Cari açık 626 milyon dolardı.
83 kat artırdı.
Cari açık 52 milyar dolara çıktı.
Ülkenin döviz bilançosu 85 milyar dolar açık veriyordu.
Beşe katladı, 423 milyar dolara çıktı.
İktidara geldiğinde, bir litre mazot 1.1 liraydı.
Cumhurbaşkanlığına çıkarken bir litre mazot 4.5 liraydı.
İşlenen tarım alanı 239 milyon dönümdü.
206 milyon dönüme inmişti.
Tarihte ilk defa, saman ithal etmiştik.
2003’te icralık dosya sayısı 9 milyondu.
2014’te 21 milyonu geçmişti.

Sf: 265
Ekmeleddin İhsanoğlu, ertesi sabah Yeniköy’deki evinden çıktı. Gazeteciler mikrofon uzattı. “Bende laf bitti çok mutluyum, Allah hayırlı uğurlu etsin” dedi.
CHP seçmeninin ağlamaktan gözleri şişmişti. CHP adayı “çok mutluyum” diyordu!

Sf: 268
Hürriyet’ten ayrıldım. “Başbakan kim olsun? “başlıklı yazı yazmıştım. ” Bu yazıyı yayımlayamayız, içeriğinde hukuken sorun yok ama, sıkıntı olur” dediler. “Siz bilirsiniz” dedim. İşverenin çalıştırma hakkı olduğu gibi, çalıştırmama hakkı olduğuna da inanırım. Ayrıldım.

Sf: 270
Ayrılmama sebep olan yazı, buydu.
Hürriyet’te yedi sene yazdım.
Tek dava bile kaybetmedim.
Tek tekzip bile yemedim.

Sf: 276
AKP kongresi 27 Ağustos’ta yapılacaktı, cumhurbaşkanlığı devir teslimi 28 Ağustos’ta yapılacaktı. Yani… Abdullah Gül’ün önü tamamen kesilmişti. 27 Ağustos’ta henüz cumhurbaşkanlığı görevini devretmemiş olacağı için, istese bile AKP genel başkanlığına aday olamayacaktı. 24 saat farkla tasfiye edilmişti.
Cumhurbaşkanı seçilince “herkesi kucaklayacağını” söyleyen Tayyip Erdoğan, aslında hiçbir şeyin değişmediğini kanıtladı. Yargıtay’daki adli yıl açılış törenine ‘şart’ koydu. “Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu katılırsa, ben katılmam” dedi. Herkes, yargıtayın ne karar vereceğini merak ediyordu. Yargıtay Başkanlar Kurulu “Metin Feyzioğlu açılışta konuşacak” kararı verdi. Tayyip Erdoğan açısından ‘soğuk duş’ gibiydi. Hukuk, teslim olmuyordu, biat etmiyordu.

Sf: 277
“Alo Fatih ” tapeleriyle gündeme gelen Habertürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı’nın kızını da zorla İmam hatipe yazmışlardı. Fatih Altaylı, iktidara geldiğinde Tayyip Erdoğan’ı yere göğe sığdıramıyor, hatta Nobel Barış Ödülü’ne bile aday gösteriyordu. Bu tür şakşakçılığın bedelini, şimdi çocuklarımız ödüyordu.

Sf: 286
Kepazelikti… Türkiye’yi dinlemeyen bi Uganda kalmıştı!
Kendini ‘ortak’ zanneden Türkiye, aslında ‘hedef’ti.
Yandaş medyanın hali içler acısıydı. Sabah gazetesi, bu uluslararası rezaleti “ABD Türkiye’yi dinliyor ama, bilgilerini Türkiye’yle paylaşıyor” diye duyurdu.’ Çalıyor ama çalışıyor’un istihbarat versiyonuydu yani… “Dinliyor ama paylaşıyor” du.
Star gazetesi daha trajikomikti. “Herkes Türkiye ‘yi merak ediyor ” başlığını atmıştı!

Sf: 289
Hüseyin Avni Paşa Köşkü de sıfırlandı. Yani, satın alan kişi, asla yıkamayacaktı, yıkıp yerine yenisini yapamayacaktı. Talihsizlik işte, yangın çıkmış, köşk kül olmuş, yasak ortadan kalkmıştı,yerine yenisini yapmaktan başka çare yoktu! Ve, bu yangınla alakalı olarak ‘sadece’ köşkün bekçisi hakkında soruşturma başlatılmıştı. İstanbul İtfaiyesi ‘yangının neden çıktığı belirlenemedi’ diye rapor verince, bekçi hakkında da takipsizlik kararı verildi. Sen sağ ben selamet, hadise kapandı.
Sefer Çalınak diye biri, imam nikahlı eşini öldürmüş, afla hapisten çıkmış, bir başka kadınla imam nikahıyla yaşamaya başlamış, onu da öldürmüş, alt tarafı altı sene yatıp çıkmış, Flash TV’deki izdivaç programına katılmış, “kader kurbanıyım, yuva kurmak istiyorum” demiş, programın sunucusu tarafından stüdyodan kovulmuştu. İki ay sonra… Seda Sayan’ın Show TV’deki programına konuk edildi. Seda Sayan gayet güzel sohbet etti, sonra da izleyicilere dönüp, “bu kadar güler yüzlü bir katil gördünüz mü?” dedi. Sefer Çalınak’ın öldürdüğü kadınlardan birinin oğlu canlı yayına telefonla bağlandı, “bu adamın televizyona çıkarılmasından rahatsız oluyorum”  diye tepki gösterdi, Seda Sayan “neden rahatsız oluyorsun?” diye sorunca da, “neden olacak yahu, oradaki adam annemi öldürdü, normalde hapiste olması lazım, televizyon televizyon geziyor” dedi.

Sf: 290
CHP kurultay yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu yeniden genel başkan seçildi. 
Ekmeleddin İhsanoğlu fiyaskosuna rağmen, koltuğunu korumayı başarmıştı. Bütün seçimleri kaybediyor, buna rağmen bütün kurultayları kazanıyordu. Bu iş kurultayla olsaydı, Kılıçdaroğlu’nun şimdiye kadar ABD Başkanı olması gerekiyordu!

Sf: 294
Genelkurmay başkanlığı, resmi internet sitesinden yazılı açıklama yaptı, “Ağrı Taşlıçay ilçesinde bir ilkokuldaki Türk bayrağının indirildiğini ve yırtıldığını” duyurdu. İyi de… Bu bilgiyi öğrenen, mesela İzmir’deki, İstanbul’daki, Kayseri’deki, Trabzon’daki vatandaş ne yapsındı?Ağrı’daki veya yurdun herhangi bir noktasındaki bayrağı korumak, en önce askerin, polisin görevi değil miydi? Genelkurmay kimi kime şikayet ediyordu.

Sf:295 
İskoçya’da bağımsızlık referandumu yapıldı. ‘Evet’ çıkarsa, Birleşik Krallık’tan ayrılacaklardı. Bu referandum, neredeyse İngiltere televizyonlarından fazla Türk televizyonlarında haber yapıldı. Liboşlarımız, İskoçya ile bizim güneydoğuyu birbirine benzetiyor, evet çıksın diye adeta dua ediyordu. Yüzde 55 hayır çıktı. Liboşlarımız çok üzüldü. 
Hakkari Yüksekova’da açılan okula, Abdullah Öcalan’ın annesinin ismi verilmişti. ‘Dıbıstına Seretayi Ya Dayıka Uveyş’  tabelası asılmıştı. Yani ‘Uveyş Ana İlkokulu’ ydu.
     Elbette yasal değildi. Valilikler, bu binaları kapattı, mühürledi. Ertesi sabah mühürleri kırıp, eğitime devam ettiler. Tekrar mühürlendi. Bunun üzerine PKK devlet okullarını yakmaya başladı. Diyarbakır, Hakkari, Şırnak ve Muş’ta bir gecede 23 devlet okulu molotof kokteyli atılarak, kullanılamaz hale getirildi.

Sf: 302
Rehinelerimiz bırakıldıktan 12 saat sonra… ABD – Arap koalisyonu, IŞİD’i Suriye’de vurdu. ABD uçaklarına, Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Katar uçakları eşlik etmişti. Vuruş gücünden çok, vuruş şekli önemliydi. Çünkü, hava operasyonundan önce Esad’a haber verilmişti, “operasyonun seninle alakası yok, senin savaştığın IŞİD güçlerini vuracağız” denilmişti. IŞİD yüzünden Esad kıymete bitmişti. Rusya haklı çıkmıştı, “Esad giderse, Suriye’yi kimse toparlayamaz” görüşü hakim olmaya başlamıştı. Ahmet Davutoğlu’nun ‘stratejik derinlik ‘ tahminleri, her zaman olduğu gibi, gene ıskalamıştı.
Milli Eğitim Bakanlığı kılık kıyafet yönetmeliğinde değişiklik yapıldı. ‘Başı açık’ ibaresi kaldırıldı. ‘Başı açık’ ibaresi kaldırılınca ne olmuş oldu? İlkokul öğrencilerinin türban takması serbest bırakılmış oldu. Hatta isteyen anaokuluna bile türbanla gelebilecekti. Artık yasal engel yoktu.
Düpedüz ‘mecelle’ ye dönülmüştü.
Özetlemek gerekirse 19. yüzyılda dini esaslara göre hazırlanan ‘Osmanlı Medeni Kanunu’ ydu. 1851 maddeden oluşuyordu, 986’ncı maddesi ‘kızların dokuz yaşında buluğa erdiğini’ kabul ediyordu. Yani, bu mecelle’ye göre aileler kızlarını dokuz yaşında evlendirebilirdi. Dolayısıyla bunların kafasına göre, dokuz yaşındaki kız çocukları türban takmalıydı!

Sf: 305
Irak – Suriye tezkeresi çıktı.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne Suriye ve Irak’ta sınırötesi operasyon yapma yetkisi veren başbakanlık tezkeresi, TBMM’de oylandı. 298 evet, 98 red’le kabul edildi.  Bu tezkere, yabancı askerlerin de Türkiye’de bulunmasına imkan sağlıyordu.

Sf: 306
AKP’yle beraber MHP evet vermişti. CHP ve HDP hayır demişti.
Kısa süre sonra Barzani’nin peşmerge güçleri, bu tezkere sayesinde, silahlarıyla birlikte Türk topraklarından geçecekti. Tezkereye evet diyen MHP bu geçişe karşı çıkacak, tezkereye hayır diyen HDP bu geçişi destekleyecekti. 
Siyasi partilerimizin tel tel döküldüğünün kanıtıydı. Evet diyorsan, niye karşı çıkıyordun? 
Hayır diyorsan, niye destekliyordun?

Sf: 314
Memleketin ne hale geldiğinin çarpıcı bir göstergesi, Van’da yaşandı.  Gevaş Savcısı Ersin Kuşku, yaşadıklarını Sözcü gazetesi yazarı Saygı Öztürk’e anlattı… “Otomobilimle Diyarbakır istikametinden Gevaş’a doğru seyir halindeydim, dumanları gördüm, barikat kurmuşlardı, lastik yakıyorlardı,araçları durduruyorlardı, yolumu değiştirdim, Muş yönüne döndüm, Muş’a 20 kilometre kala, yüzleri poşulu, kalaşnikoflu dört PKK’lı tarafından durduruldum,kimliğimi istediler, soğukkanlılığımı kaybetmedim, savcı kimliğini vermedim, nüfus cüzdanımı uzattım, kimliğimi kontrol ettiler, ne iş yaptığımı sormadılar, “Kobani’deki kardeşlerimiz ölüyor, bize yardım edeceksiniz, sessiz kalmayacaksınız, Kobani için bize yardım edeceksiniz” dediler,bir süre daha bu şekilde propaganda yapıp gittiler. Batı’da yaşayanlar buralarda neler olduğunu bilmiyor. Basına yansımıyor.Eşkıya bölgeyi kontrol ediyor “diyordu.

Sf: 315
Çırak Ahmet Davutoğlu, ustası Tayyip Erdoğan gibi, akilleri Dolmabahçe’de topladı. Milletten gizlenen gerçeği, akillerine açıkladı.”PKK’nın ülke dışına çekilmediğini, çok az unsurun sembolik olarak çekildiğini biliyorduk ama, çözüm süreci zaafa uğramasın diye, topluma deklare etmedik” dedi.

Sf: 316
Süper güç ABD çaresizdi, süper istihbarat İngiltere çaresizdi, Fransa, Almanya, İsrail çaresizdi, bütün dünyayı kurtarsa kurtarsa anca Kürtler kurtarabilirdi. Neredeyse, bu şekilde tarif ediyorlardı iyi mi… Yersen’di.
Kobani’de yaşayan insanların ölümle burun buruna olduğu anlatılıyordu. Halbuki, Kobani’de sivil nüfus kalmamıştı. Köyler dahil, bölgedeki insanların tamamı Türkiye’ye geçmişti. Bomboştu.

Sf: 318
Tayyip Erdoğan derhal rest çekti,  “PYD ‘ye silah yardımı yapılmasından bahsediliyor, bizim için PYD terör örgütüdür, PKK ile eştir, ABD’nin PYD’ye silah yardımı yapmasına kesinlikle evet demeyiz, kabul etmeyiz” dedi.  Breh breh breh!
Tayyip Erdoğan’ın bu şekilde atıp tuttuğu gün, Amerikan nakliye uçaklarından PYD’ye paraşütle silah ve mühimmat indirildi.
Evet desen ne olur?
Hayır desen ne olur?
Sana soran mı vardı?

Sf: 323
Zaten aslına bakarsanız, 29 Ekim 2014 bizim cumhuriyet bayramımızdan çok, Kürdistan bayramına benziyordu. Çünkü Barzani’nin peşmerge birlikleri, takvimde başka gün yokmuş gibi tam 29 Ekim’de, Türkiye’den resmi geçit yaptı.
Tarihimizin dönüm noktalarından biriydi.
Bir zamanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği pasaportla seyahat edebilen Barzani… Şimdi topuyla tüfeğiyle Türk topraklarındaydı.

Sf: 325
AKP devamlı “yasakları kaldırdık” diyordu ama… Musul konsolosluğu baskınına yayın yasağı getirmişti. Reyhanlı saldırısına yayın yasağı getirmişti. Uludere faciasına yayın yasağı getirmişti. MİT TIR’larına yayın yasağı getirmişti. 17/25’e yayın yasağı getirmişti. Ucu kendine dokunuyorsa, anında yasaklıyordu.
En açık sözlüleri Erdoğan Bayraktar’dı. Müteahhit Ali Ağaoğlu’yla görüşmemesi için oğlu Abdullah’ı defalarca uyardığını belirterek, “En az 20 defa görüşme şununla dedim, dinletemedim, neticede oğlum buldu belasını, gözaltına alındı, iyi oldu” dedi.

Sf: 329
Tabii AKP’nin yakalama kararı vermesi pek bi anlam ifade etmiyordu. ABD’nin ne karar vereceği önemliydi.  Türkiye’ye iade edilir mi, edilmez mi? Bunu zaman gösterecekti. Kesin olan şuydu… 12 Mart muhtırasından sonra tutuklanan, 12 Eylül darbesinden sonra yakalama kararı çıkarılan, 28 Şubat’tan sonra ABD’ye giden Fethullah Gülen, generaller tarafından değil, bizzat destek verdiği AKP tarafından ‘darbeci’ ilan edilerek, ABD’den isteniyordu.

Sf: 330
Yandaş televizyon kanalı A’nın ‘Resmi Tarihten Gerçek Tarihe’ isimli programında, Mustafa Kemal Atatürk’e ‘rüşvetçi’ denildi. RTÜK’e şikayet edildi, RTÜK ceza vermedi. AKP demokrasisinde, Atatürk’e rüşvetçi demek serbest, tarihin en büyük rüşvet yolsuzluğundan bahsetmek yasaktı!

Doktrin: “Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir.” (Friedrich Nietzsche)