Sf: 11
Sunuş
Sade, Justine adlı kitabında bir başlangıcı Juliette ile sürdürdü. Gerek bu iki kitap ve önemli bir eser olan elinizdeki kitabında kişiler arası ilişkilerde insanın insansal yanı bir kez yitirildiğinde neler olabileceğinin bilgisini veriyor.Tüm çirkinliklerin asıl kaynağının yine de insan olduğunu işaret ediyor. İnsanı bir erk ile birlikte, bir sistemle birlikte, bir iktidarla birlikte ele aldığımızda ve elindeki gücü kullanmaya başladığında neler yapabileceğini ne kadar acımasız olabileceğini anlatıyor.
Sf: 12
Kişiler arası ilişkilerde insanın sahip olduğu onur bir yana bırakıldığında ortaya çıkan yeni ilke, kendi yararını korumayı sonuna kadar götürecek olursa; zorunlu olarak “sadizm” e varılır. Her erk’in yanı başka bir deyimle iktidarın doğal yanı bu korumayı gerektirecek kadar ilkesiz ve acımasız olabiliyor . Yani insandaki insansal olan tek şey doğaysa, doğrudan doğa nedenselliği insan türünün yapıp etmelerini belirliyorsa, insan olmak cani olmayı beraberinde doğal olarak taşır.
Sf: 14
Giriş
“Bilinmesi gereken her şeyi biliyorum” diye devam etti Dük, “Bu tür olaylar bizim çağımızda ve bizim düşünce biçimimizle mi son bulacak? Bir kadını metresim olsun diye isteyebileceğimi düşünebiliyor musunuz? Onu, kaprislerimi gerçekleştirmek için kullanmak, tecavüz etmek, evlilik adı altında mükemmel bir şekilde gizlenen bitmek tükenmek bilmez küçük şehvet oyunlarıyla çevrelemek için istiyorum. Kısacası, sizin benim kızımı istediğiniz biçimde istiyorum. Amacınızı ve arzularınızı bilmediğimi mi sanıyorsunuz? Şehvet düşkünleri olan bizler, kadınları köle olarak alırız. Karılık vasıfları daha da tabi kılar onları bize. Tadına vardığımız bu zevklerin despotizminin bedelini biliyorsunuz.”
Sf: 16
Olayları şiddet sırasıyla anlatma zorunluluğum beni, bunları tasvir etme keyfinden men ediyor.
Sf: 20
Sık sık, bir erkeğin bu dünyada gerçekten mutlu olabilmesi için yalnızca her türlü kötülüğe tamamen teslim olması değil , aynı zamanda da asla iyilik yapmaması gerektiğini söylediği duyulurdu.
Sf: 21
Bir yaratıcının varlığının, çocukların bile inanmayacağına, isyan ettirici bir saçmalık olduğuna tamamen inanıp çok erken yaşta aştım din safsatasını. Eğilimlerimi bu yaratıcının hoşuna gitmek üzere düzenlemek zorunda değildim artık. Bunları doğadan almışım ve karşı koyarak rahatsız etmeyeceğim onu, bana kötü eğilimler verdiyse , bunlar gereklidir bana. Onun için kendi tohumundan yarattığı bir araçtan başka bir şey değilim ve tüm suçlarım da sonuç olarak ona hizmet edecektir. Bana ne kadar suç esinlerse, o kadarına ihtiyacı var demektir. Ona direnme aptallığını göstermeyeceğim asla . Bu yolda karşımda kanunlardan başka bir şey yok, onları da hiçe sayıyorum zaten.
Sf: 22
Ceza görmemiş ilk suçtan daha cesaret verici bir şey yoktur.
Sf: 23
Dük; beş ayak, on iki karış uzunluğundaydı; kolları, bacakları çok güçlü ve enerjik, eklemleri sağlam, sinirleri esnekti. Buna bir de eril ve gurur dolu bir yüz ifadesi, çok büyük kara gözler, güzel esmer kirpikler, kartal biçimli burun, güzel dişler, sağlıklı ve genç bir hava, geniş omuzlar, mükemmel hatlı bir yapı, güzel kalçalar, mükemmel uyluklar, dünyanın en güzel bacakları, demir sağlamlığı, at gücünü ekleyin. Şaşırtıcı bir şekilde kıllı ve gerçek bir katırınki kadar büyük olan organı, ulaştığı elli yaşında bile, gün içinde istediği zaman, istediği sıklıkta meni boşaltma yeteneğine sahipti.
Sf: 24
Haz alma yolu ne olursa olsun, ellerini kullanması gerekiyordu ve iğrenç boşalma anında bir kadını boğazladığı birden çok olmuştu.
Sf: 27
Bunun için cinayetten daha güvenli bir sır yoktu ve kötülüğe biraz bulaşıp da cinayetin duygular üzerindeki imparatorluğunu ve boşalmayı nasıl şehvetli hale getirdiğini bilmeyen hovarda yoktur. Okuyucunun bu sistemin oldukça geliştirilmiş olduğu bir eseri okumadan önce önlem alması gerekeceği bir gerçekliktir.
Sf: 39
Ama şehvet düşkünlüğünün garip bir etkisi olarak bazen bizim kusurlarımıza sahip bir kadın, zevklerimize, erdemden başka bir şeyi olmayan bir kadından daha çok hitap eder. Bize benzer onu incitemeyiz. Bizi korkutur, bu onu daha da çekici kılar.
Sf: 55
Şehvet eyleminde hoşa gidenin kirli nesne olduğundan, bu nesne ne kadar kirli olursa o kadar hoşa gidecektir ve el değmemiş ya da mükemmel bir nesnenin de daha önce kirlenmiş bir nesneye göre çok daha az kirli olduğu kesindir. Buna en küçük bir şüphe yoktur. Zaten güzellik basit bir şeydir, olağan dışı olan çirkinliktir ve tüm ateşli hayal güçleri, şehvet oyunlarında, şüphesiz olağan dışı olanı seçerler. Güzellik, tazelik basit anlamıyla asla çarpıcı olmaz. Çirkinlik çürümüşlük çok daha sert bir darbe yaratır, çok daha güçlü sarsar; buna göre tahrik de çok daha canlı olur. Bunlardan hareketle, birçok insanın haz almak için yaşlı, çirkin ve hatta pis kokan bir kadını, körpe ve güzel bir kıza tercih etmesine hiç şaşırmamak gerekir. Ayrıca yürüyüşe çıkmak için dağların kurak ve inişli çıkışlı topraklarını, ovaların monoton patikalarına tercih eden bir adam olmamıza şaşırmamak gerekir. Bütün bunlar yapımıza, organlarımıza, etkilenme şekillerine bağlıdır ve nasıl bedenimizin biçimini değiştiremezsek, zevklerimizi de değiştirme gücüne sahip değilizdir.
Sf: 56
İlkinin adı Marie idi.Yakın zamanlarda ölmüş ünlü bir dalaverecinin hizmetçisiydi. Efendisi tarafından kırbaçlanmış ve damgalanmıştı. Elli sekiz yaşındaydı, neredeyse hiç saçı kalmamıştı. Burnu kemerliydi. Gözleri donuk ve çapaklıydı. Ağzı genişti ve değişik tiplerde; ama hepsi kükürt kadar sarı, otuz iki dişle doluydu. Uzun boyluydu, bir deri bir kemikti. On dört çocuğu vardı, söylediğine göre on dördünü de kötü insanlar olmaları korkusuyla boğmuştu. Karnı, denizdeki dalgalar gibiydi. Kalçaları apseler yüzünden oyulmuştu.
Thérése altmış iki yaşındaydı. Uzun boyluydu ve zayıftı. İskelete benziyordu. Başında tek tel saçı , ağzında tek dişi yoktu. Soyunduğunda gövdesinden mideyi alt üst eden bir koku yayıyordu. Kalçası yaralardan sertleşmiş ve öylesine pörsümüştü ki bir bastonun çevresine sarılabilirdi. Bu güzel kıçın deliği, genişliğiyle bir volkan ağzına benziyordu ve kokusu gerçek bir tuvalet kokusuydu. Söylediğine göre Thérése hayatı boyunca kıçını hiç silmemişti. Çocukluğundan kalma boklar bulunduğu görülüyordu. Vajinasına gelince , tüm pislikleri ve tüm iğrençlikleri alabilecek, mide bulandıracak bir mezar gibiydi. Bir kolu çarpıktı ve bir bacağı aksıyordu.
Dördüncünün adı Fanchon idi.Altı kez idama mahkum edilmişti. Yeryüzünde işlemediği suç yoktu.Altmış dokuz yaşındaydı. Kısa boylu, tıknaz ve şişmandı. Şaşıydı. Neredeyse hiç alnı yoktu.Pis kokan ağzında düşmek üzere olan iki yaşlı dişten başka bir şey görünmüyordu. Arkasını yılancık kaplıyor, anüsünde yumruk kadar büyük hemoroitler asılı duruyordu. Vajinasında iğrenç bir kara çıban vardı. Uyluklarından biri tamamen yanıktı. Yılın dörtte üçünü sarhoş geçiriyordu ve sarhoşken midesi zayıf olduğundan her yere kusardı. Kıç deliği, onu süsleyen hemoroitler paketine rağmen öylesine genişti ki, kadın gaz kaçırdığında fark etmiyordu bile.
Sf: 57
Bu dört kadın, onlara önerilen yatılı hizmetçilik görevinden bağımsız olarak istenebilecek şehvet oyunlarına ilişkin değişik işler ve hizmetleri de yerine getirmek zorundaydı.
Sf: 63
Düzenlemeler
Bu kızlar arkadaşlarla her karşılaşmalarında diz çökecek, onlara kalkmaları söylenene kadar öylece bekleyeceklerdi.
Sf: 68
Ses tonları kadınlara ve küçük çocuklara karşı her zaman çok kaba, çok sert ve çok buyurgan; ama arkadaşların kadın rolü üstlendiği, kocaları gibi gördüğü erkeklere karşı yumuşak, kaltakça ve baştan çıkarıcı olacaktı. Tüm bunları yerine getirmeyen ya da en ufak bir mantıksız davranışta bulunan özellikle de sarhoş olmadan yatmaya giden her erkek, on bin frank ceza ödeyecekti.
Sf: 70
Böyle davranarak çok şey kazanacağınızdan değil, sadece göz önünde bulundurmamanız halinde kaybedeceğiniz çok şey olduğundan…
Sf: 71
Bir sineğin ölümünü kimse fark etmez yeryüzünde.
Sf: 72
Zira örneğin, bu istek vücudunuzun bir bölümünü görmek olduğunda ve siz yanlışlıkla başka bir yerinizi sunduğunuzda… Bu tür bir aşağılamanın hayal gücümüzü ne kadar rahatsız edeceğini ve rahatlaması için arkası gerekirken aptalca önü sunmanın bir şehvet düşkününün isteğini köreltme riski doğuracağını tahmin edersiniz. Genel olarak kendinizi nadiren önden sunun. Doğanın bu bölgeyi oluştururken bizi en çok iğrendireni örnek aldığını unutmayın. Kalçalarınızla ilgili olarak da hâlâ almanız gereken önlemler var: Kalçalarınızı sunarken yanındaki iğrenç tapınağı, bazı durumlarda diğerlerinin de isteyeceği bir şekilde göstermekten kaçınmanız gerekiyor. Beni dinlemek zorundasınız, zaten daha sonra dört ihtiyardan her şeyi ayrıntılarıyla açıklayacak öğütler alacaksınız.Tek kelimeyle, uyanık olun, tatmin edin, itaat edin, öngörün ve bunlardan hareketle, en azından çok şanssız değilseniz çok mutsuz olmazsınız. Zaten aramızda entrikalara yer yok. Bağlarımız yok, kalbimizi yumuşatarak kendine katan kadınlara özgü aptal dostluklar yok, huysuzluklar yok, size uygun gördüğümüz tek tip ve basit davranışlardan başka bir şey yok.Artık sizi bir insan olarak görmediğimizi, faydalanmak üzere beslediğimiz ve faydayı sağlamayı reddettikleri anda öldüreceğimiz hayvanlar olarak algıladığımızı anlayın. Herhangi bir dini eylemde bulunmaya kalkanın bizden neden kaçınması gerektiğini gördünüz. Bundan daha sert cezalandırılacak bir suç olmadığı konusunda sizi uyarırım. Aranızda bu iğrenç tanrı düşüncesini yadsıyamayacak ve bu dinden nefret edemeyecek birkaç aptal olabilir. Bunların itinayla araştırılacağını sizden saklamıyorum. Onları yakalamamız halinde, üzerinde uygulamayacağımız aşırılık kalmayacak. Bu salak yaratıklar, Tanrı’nın varlığı düşüncesinin, bugün yeryüzünde yirmiden fazla inananı olmayan bir delilik olduğuna bunu iddia eden dinin, amaçları bizi kandırmak olduğu bugün çok açık olan düzenbazlar tarafından uydurulmuş komik bir oyun olduğuna inansınlar. Kısacası karar sizin: Eğer bir Tanrı olsaydı ve bu Tanrı iktidar sahibi olsaydı, onu yücelten ve açıkça övündüğümüz erdemin kötülüğe ve şehvet oyunlarına kurban edilmesine izin verir miydi? Bu her şeye muktedir Tanrı, benim gibi zayıf bir yaratığın, onun karşısında, bir solucanın fil karşısında olması gereken benim, dediğim gibi, bu zayıf yaratığın, günün her saatinde zevkle yaptığım gibi ona sövmesine , alaya almasına, meydan okumasına ve saldırmasına izin verir miydi?”
Sf: 73
Artık sevgili okuyucum, kalbini ve ruhunu, dünya var olduğundan beri yazılmamış ölçüde pis bir öyküye, ne eki ne de modern çağda rastlanmamış tarzda bir kitaba hazırlaman gerekiyor.
Sf: 74
Bu altı yüz değişik lezzetin beğenine sunulduğu muhteşem bir yemeğin öyküsüdür. Hepsini yer misin? Şüphesiz hayır; ama bu büyüleyici sayı seçim olasılıklarını genişletir. Bu bolluktan memnun olacağından, sana ziyafet çeken ev sahibini çekiştirmeye kalkışmazsın. Burada da olay aynı: Seç ve gerisini boş ver, geri kalanı yalnızca senin hoşuna gitmediği için karalama. Başkalarının hoşuna gidebileceğini düşün.
Sf: 78
Desgrandes, elli altı yaşında. Bugüne kadar var olmuş en büyük kadın şehvet düşkünü.Uzun boylu, zayıf, solgun, eskiden esmermiş. Günahın canlı timsali gibi. Yıpranmış kalçası ebrulu kağıda benziyor ve deliği inanılmaz büyük. Hoş bir jargonu var. Akıllı ve sosyetenin şu anki ünlü mamalarından biri.
Marie, ihtiyarlardan ilki, elli sekiz yaşında. Kırbaçlanmış ve damgalanmış; hırsızlara hizmet etmiş. Gözleri donuk ve çapaklı, burnu kemerli, dişleri sarı, kalçaları bir apse sonrasında oyuk kalmış.On dört çocuk yapmış ve hepsini öldürmüş.
Louison, ikinci ihtiyar. Altmış yaşında. Kısa boylu, kambur, tek gözlü ve topal, yine de çok güzel bir kalçası var. Günaha her an hazır ve son derece kötücül. Bu ikisi kızlara ve aşağıdaki ikisi erkeklere bakıyor.
Thérése, altmış iki yaşında. İskelete benziyor, ne saçları ne de dişleri var, ağzı pis kokuyor, kalçası yara izleriyle dolu, deliği aşırı geniş. Dayanılmaz pis ve kötü kokuyor.. Bir kolu çolak ve topallıyor.
Fanchon, altmış dokuz yaşında. Altı kez darağacından dönmüş. Akla gelebilecek her türlü suçu işlemiş. Kısa boylu, tıknaz, şişman. Neredeyse alınsız bir surat ve en çok iki dişi var. Arka tarafı yılancıkla kaplı. Anüsünden yumruk kadar hemoroitler taşıyor. Vajinasını iğrenç bir kara çıban kaplamış.Bir uyluğu yanık ve bir göğsü kanserle oyulmuş. Her zaman sarhoş ve her an her yere kusuyor, gaz çıkarıyor ve sıçıyor.
Sf: 89
BİRİNCİ GÜN
Yazarların zarif ve büyüleyici etkilerine alışkın olan sizler , şehvet düşkünlüğünden edindikleri dışında herhangi bir eğitim almamış olan benim gibi zavallı bir yaratığın özelliksiz ve amiyane öyküsüne nasıl tahammül edeceksiniz? Ama hoşgörünüz beni rahatlatıyor. Yalnızca doğalı ve gerçeği istiyorsunuz ve bu anlamda şüphesiz övgü bekleme cesaretini bile gösterebilirim.
Sf: 97
Şehvet düşkünlüğümüz dışında hiçbir değeri olmayan nesne, şehvet duygusu söndüğünde tamamen değersiz görünür.
Sf: 100
En şefkatli anlarda söylenen sözler oldukça uzun süren bu anların coşkusunu belirtiyor.
Sf: 111
İKİNCİ GÜN
Ruhunun da kalbinin de fahişe olması lazım.’Bana gelince …’ diye devam etti.’Ben fazlasıyla fahişeyim gördüğün gibi, beni kötülükten döndürebilecek ne bir din ne bir papaz ne de bir nasihat söz konusu olabilir. Ben yoluma böylece devam edeceğim, lanet olsun! Kıçımı bir bardak şarap içermişçesine sakin göstereceğim herkese. Beni dinle Françon, erkeklerin gönlünü alarak çok şey kazanabiliriz. Bu iş başlarda zordur; ama alışılır. Bir dolu adam, bir dolu zevk…Önce beklemek gerek. Biri bir şey ister diğeri başka bir şey; ama ne fark eder. İtaat etmek için oradayızdır, boyun eğeriz. Az sonra her şey bitmiştir ve geriye yalnızca para kalır.’Allak bullak olmuştum. Bu kadar genç ve bana her zaman namuslu görünmüş bir kızın ağzından bu kadar edepsiz sözler duyduğuma inanamamıştım. Ama kalbim onunla olduğundan, yalnızca onu taklit etmekle kalmayacağımı, hatta gerekenden de fazlasını yapacağımı söyledim. Memnun oldu, beni yeniden öptü ve geç olmaya başladığından, keklik ve güzel şarap aramaya çıktık. Gece yemeğimizi yedik ve beraber yattık. Ertesi sabah kalkıp Guérin ile tanışmaya ve bizi kızlarına katması için yalvarmaya karar vermiştik.
Sf: 133
ÜÇÜNCÜ GÜN
“Bir ay sonra ,” dedi devam etmesi emredilen Duclos, “tanımadığım bir adamla tamamen farklı bir yolla ilişkim oldu. Adam bir papazdı. Öncelikle bir yarım saat kadar beni öptükten ve okşadıktan sonra dilini anüsüme, deliğime soktu, iyice itti, çevirdi, öylesine beceriyle döndürüyordu ki dilini bağırsaklarımda hissettiğimi sandım. Artık soğukkanlılığını koruyamayan adam bir eliyle bacaklarımı ayırıyor, diğeriyle şehvetle kendini okşuyordu. Anüsümü öylesine şiddetle kendisine çekerek boşaldı, öylesine şehvetle okşadı ki hazzını paylaştım. Bunu yaptıktan sonra, bir an için kalçalarımı inceledi ve genişletmiş olduğu deliğe dudaklarını yapıştırma isteğini engelleyemedi. Sık sık gelip beni isteyeceğini; zira kalçamdan çok memnun kaldığını söyleyerek gitti. Bana verdiği sözü tuttu ve yaklaşık altı ay boyunca, bana zevk vermeden sonlandırmadığı, çok alışmış olduğum oyunları tekrarlamak üzere haftada iki ya da üç kez geliyordu. Sonunda benimle pek ilgilenmemeye başladı; zira bir daha ne göründü ne de haber gönderdi. Erkekler o kadar garip ki, kim bilir neden rahatsız olmuştu.”
Sf: 135
DÖRDÜNCÜ GÜN
Arkadaşlar, bir günlerini bekaretleri bozulacak kızları ve erkekleri seçmeye ayırdılar. Kendilerine ait olanları belirtmek üzere saçlarına değişik renklerde kurdele takma zorunluluğu koydular. Sonuç olarak Dük kızıl ve yeşili benimsedi. Kızıl kurdele taşıyanlar önden ve yeşil kurdele taşıyanlar arkadan ona ait olacaktı. Böylece Fanny, Zelmire, Sophie ve Augustine saçlarının bir kenarına kızıl tokalar takarken ve Rosette, Hébé, Michette, Giton ve Zéphire ise kalçalarına ilişkin hakların Dük’e ait olduğunu kanıtlamak üzere saçlarının arkasına yeşil kurdele yerleştirdiler. Curval ön için siyah ve arka için sarıyı benimsediğinden, Michette, Hébé, Colombe ve Rosette artık ön taraflarında bir siyah fiyonk taşıyacak; Sophie, Zelmire, Augustine, Zélamir ve Adonis ise topuzlarına sarı bir tane yerleştireceklerdi. Durcet yalnızca Hyacinthe’nin arkasına leylak rengi bir kurdele taktı ve beş sodomist bekâret bozması dışında kimseyi almayan Piskopos, Cupidon, Narsis, Céladon, Colombe ve Fanny’ye arkalarına bir mor kurdele takmalarını emretti. Bu kurdeleler hiçbir koşulda çıkarılmayacaktı. Bu genç insanları önden ya da arkadan görenler , renkleri sayesinde ön ve arka tarafları üzerinde kimlerin hak sahibi olduğunu ilk bakışta anlayacaktı. Geceyi Constance ile geçirmiş olan Curval sabah fazlasıyla keyifsizdi. Hoşnutsuzluğunun nedeni tam olarak bilinmiyordu. Küçücük bir şey hovardaların keyfini kaçırmaya yetebilirdi.
Sf: 150
BEŞİNCİ GÜN
Genç kız sırılsıklam olduğunda hovardaya yaklaştı, bir kolunu kaldırdı ve tüm kıllarından terler damlayan koltuk altını koklattı. ‘Ah! İşte bu, İşte bu!’ dedi adamımız yapış yapış kolu ateşli bir şekilde burnuna yapıştırarak. ‘Bu ne güzel koku, nasıl da keyiflendiriyor beni!’ Daha sonra kızın önünde diz çöktü, vajinasının içini ve kıç deliğini de kokladı, içine çekti; ama sürekli olarak en çok sevdiği, en çok koku bulduğu koltuk altına geri dönüyordu. Ağzı ve burnu aceleyle hep buraya gidiyordu. Sonunda pek kalın olmasa da, oldukça uzun olan organı, bir saatten fazla tahrik edilmesine rağmen başarı görülmeyen organı burnunu kaldırmaya yeltendi. Kız oturdu. Para babası arkasından yaklaşarak balığını koltuğunun altına soktu. Kız kolunu sıkıştırdı ve bölgeyi son derece daralttı. Bu esnada adam gördüklerinin ve diğer koltuk altının kokularının keyfini çıkarıyordu. Organını itti ve ona bunca zevk veren bu bölgeyi ısırarak boşaldı.”
Sf: 151
“Bu yaratığın mutlaka kızıl mı olması gerekiyordu?” dedi Piskopos. “Mutlaka!” dedi Duclos. “Unutmayın ki monsenyör bu kadınların bu bölgelerinde çok şiddetli bir koku vardır ve bu koku güçlü koku salan yerlerden geldiğinde daha çok zevk verir.” “Olabilir;” diye yeniden söze girdi Piskopos, “ama bana sorarsanız, bu kadının koltuk altındansa kalçasını koklamayı tercih ederdim.” “Ah, ah!”dedi Curval, “Her ikisinin de çekiciliği ayrıdır. Sizi temin ederim deneseydiniz siz de severdiniz.” “Yani Bay Başkan,” dedi Piskopos, “bu durum sizi de eğlendiriyor mu?” “Evet, ben de denedim” dedi Curval, “ve emin olun ki her seferinde boşalmadan edemedim.” “Eh peki! Hayal edebiliyorum. Kalçasını kokluyordunuz değil mi?” diye yeniden başladı Piskopos. “Eh! Tamam, tamam,” diye kesti Dük. “Her şeyi ortaya döktürmeyin monsenyör, yakında duymamamız gereken şeyler söyleyecek. Devam edin Duclos ve bunların sözünüzü kesmesine izin vermeyin.”
“Altı haftadan fazla zamandır” diye yeniden başladı öykücü, “la Guérin kız kardeşimin yıkanmasını engelliyor ve aksine ondan, mümkün olan en kirli halde kalmasını istiyordu. Nedenini tahmin edemiyorduk elbette. Sonunda bir gün, yarı sarhoş görünümlü sivilceli bir çapkın geldi ve madama yeterince pis bir fahişe olup olmadığını sordu. ‘Oh ! Size cevap bile vermeyeceğim.’dedi la Guérin. İkisini bir araya getirdi, bir odaya kapattı. Deliğe koştum hemen. Yeni ulaşmıştım ki kız kardeşimin şampanya dolu büyük bir bide üzerine çırılçıplak, ata biner gibi oturduğunu ve adamımızın da büyük bir süngerle onu yıkadığını gördüm. Her yerini ıslatıyor, bedeninden ve süngerden damlayan en küçük bir damlayı bile itinayla topluyordu. Kız kardeşim uzun zamandan beri hiçbir yerini yıkamamıştı. Arka tarafına dokunmasına bile izin verilmediğinden, şarap kısa sürede kahverengi pis bir görünüm aldı. Kokusu pek hoş gibi görünmüyordu. Ama bu likör onun kiriyle ne kadar yüklenirse, şehvet düşkünümüzün de o kadar hoşuna gidiyordu. Adam sıvıyı tattı, muhteşem buldu, bir bardak aldı ve kötü kokulu şaraptan en az yarım düzine bardak içti. İçtikten sonra da kız kardeşimi yakaladı, yatağın üzerine karın üstü yatırdı, kalçaları ve iyice aralanmış deliğin üzerine, iğrenç tutkusunun kirli detaylarında köpürmüş meni akıttı.”
“Ama bundan çok daha pis şeyler görecektim.Evde , kerhane ağzıyla ‘arakçı’ olarak çağırdığımız ve asıl işi gece gündüz yeni bir av peşinde koşmak olan bir kadın vardı. Hiçbir zaman çekici olmamış bu yaratık, kırk yaşın üzerinde iyice çökmüş, ayakları da kokmaya başlamıştı. Marki de… için asıl uygun özelliği de buydu. Marki eve geldiğinde Louise (kahramanımızın adı buydu) ile tanıştırıldı, onu muhteşem buldu ve haz tapınağına gider gitmez ayakkabılarını çıkarttırdı. Bir aydan uzun bir süre çoraplarını ve ayakkabılarını değiştirmemesi söylenen Louise, Marki’ye ondan başka herkes kusturacak kadar pis bir ayak sundu. Ama bunun olabilecek en pis ve en iğrenç ayak olmasıydı zaten adamımızı iyiden iyiye tahrik eden. Kadını yakaladı, tutkuyla öptü. Ağzı bazı bazı uzaklaşıyor ve dili ayağına dolaşıyordu.”
Sf: 154
“Oh! işte bunu anlayamıyorum” dedi Piskopos. ” Sanırım bunu anlamanız için uğraşmam gerekecek!” dedi Curval. “Ne! Sizin de böyle bir zevkiniz mi var yoksa?” dedi Piskopos. “Beni izleyin” dedi Curval. Ayağa kalktılar, çevresini sardılar ve en iğrenç tutkuları kendinde toplayan bu inanılmaz şehvet düşkününün daha önce anlattığımız pis ve yaşlı hizmetçi Fanchon’un iğrenç ayağını öperken zevkten kendinden geçtiğini gördüler. “Ben, bütün bunları anlıyorum” dedi Durcet. ” Bu iğrençlikleri anlamamak için hayattan bezmiş olmak gerek. Pislik şehvet uyandırır, o da hemen oracıkta giderilir.
“Guérin’in en iyi adamlarından biri olan yaşlı diplomatın öyküsü de böyleydi sanırım,” diye yeniden sözü aldı Duclos. “Yalnızca şehvet oyunlarından, doğuştan ya da adaletin eliyle bozulmuş kadınlar istiyordu. Tek kelimeyle tek gözlü, kör, topal, kambur, tek bacaklı, kolsuz, dişleri dökülmüş, bazı organları sakat ya da kamçılanmış, damgalanmış ya da bazı suçlardan dolayı cezalandırılmış ve tabii hepsi oldukça olgun çağda kadınları alıyordu. Ona elli yaşlarında, hırsız damgası yemiş ve üstelik tek gözlü bir kadın verdiklerini görünce şaşırdım. Oysa bu çifte kusur adama hazine gibi geliyordu. Onunla birlikte odaya kapandı, çırılçıplak soydu, omuzları üzerindeki aşağılanmasına neden olan damgaları öptü, onur verici olduğunu söylediği yara izlerini emdi. Bundan sonra, tüm ateşini arka deliğine yöneltti, kalçaları hafif araladı, uzun süre emdi ve kızın sırtına ata biner gibi oturarak organını adaletin vurduğu damgaların üzerine sürttü. Arkaya doğru eğilerek ona böyle bir haz veren tapınağı yeniden öptü ve onu böylesine baştan çıkaran iğrenç izlerin üzerine boşaldı.”
Sf: 155
Boşalmış olmaktan dolayı umutsuzluğa düşen ve bu durumlarda ancak yiyecek ve içeceklerle yeniden güç kazanabilen Başkan, gerçek bir sefih gibi homurdandı. Küçük Adonis’in Bande-au-ciel’i düzmesini istedi ve fışkıran spermleri yutturdu. Oracıkta yaşanan bu son iğrençlikten pek memnun kalmayarak ayağa kalktı, hayal gücünün ona bundan çok daha güzel şeyler yaşatacağını söyleyerek hiçbir açıklamada bulunmadan Fanchon, Adonis ve Herkül’ü de yanına aldı, dipteki odaya kapandı ve şölene kadar ortada görünmedi. Her biri birbirinden özel binlerce iğrençlik için hazır halde, pırıl pırıl geri döndü; ama kendime koyduğum temel kurallar bu iğrençlikleri okuyucularıma anlatmama olanak sağlamıyor.
Sf: 160
ALTINCI GÜN
Çıplaktı, soluk soluğaydı,en küçük bir soluğu kaçırsa düş kırıklığına uğrayacak gibi görünüyordu.
“Kısa bir süre sonra, çok daha sıra dışı bir adam benden anlatmadan geçemeyeceğim bir özel muamele istedi. O gün La Guérin beni, birkaç gün önce arkadaşıma yaptığından daha da sıkı yedirmişti. Hayatta sevdiğimi bildiği ne varsa getirtmiş, masadan kalkarken yanına göndereceği yaşlı hovarda ile yapmam gereken tek şey konusunda beni uyarmış, sıcak su içinde üç kusturucu ilaç içirmişti. Sonunda çapkın adam geldi. Ne için geldiğine dikkat etmesem de bizim evde defalarca gördüğüm bir kerhane kuşuydu. Beni öptü, pis ve iğrenç dilini ağzıma soktu, pis kokusu ile beni kusturmaya çalışıyordu. Midemin ağzıma geldiğini görünce, coşkusu taşkınlığa dönüştü: ‘Cesaret küçüğüm!’ diye bağırdı, ‘Cesaret!’ İstekleri konusunda önceden uyarıldığımdan, bir kanepenin üzerine oturttum onu. Bacaklarını iyice ayırmıştı, külodunun düğmelerini çözdüm, herhangi bir ereksiyon belirtisi göstermeyen yumuşak ve küçük organını yakaladım, okşamaya başladım. Bir yandan tahrik ederken kalçalarımda dolaşan edepsiz ellerinin dokunuşları altında kusturucunun çıkarmama neden olduğu sindirilmiş akşam yemeği kalıntılarını üzerine boşalttım. Adamımız çıplaktı. Kendi krizimle meşgul olduğumdan güçlükle dokunduğum organı, şüphesiz yalnızca bu tür iğrençliklerle tahrik olan organı büyüdü, kendi kendine dikildi ve bu pisliğin yarattığı etkilerin kanıtlarını parmaklarımın arasına bıraktı.”
Sf: 161
“Ah! Kahretsin,” dedi Curval, “İşte muhteşem bir tutku; ama daha da rafine hale getirilebilir.” “Ama nasıl?” dedi Durcet şehvet dolu soluklar arasında tıslayan bir sesle. “Nasıl?” dedi Curval, “Ah! Tabii ki kızı ve yemekleri özel seçerek.”
Sf: 164
Çok iyi para veren şişman bir keşiş, karnının üzerine ata bine gibi bindi. Arkadaşımın bacakları mümkün olduğu kadar ayrılmış ve hareket ettirememesi için ağır mobilyalara bağlanmıştı. Bu pozisyondayken kızın kasıkları üzerine birçok yiyecek koydular. Adam yemek parçalarını eline aldı, sevgilisinin açık cinsel organından içeri soktu ve geri aldı. Vajinanın salgılarına tamamen bulamadan yemiyordu hiç birini.”
Sf: 166
O zaman bana yalnızca eteğimi çıkarmamı söyledi ve itaat ettiğim anda, korsemin arka tarafını mümkün olduğu kadar kaldırarak beni soydu. Kolalı mendilim düştü ve tüm boynum ortaya çıktı. Adam kızdı. ‘Şeytan görsün memelerini!’ diye haykırdı. ‘Eh! Sizden meme isteyen oldu mu? İşte bu yüzden bu yaratıklar sabrımı taşırıyor: Hep bu meme gösterme ahlaksızlığı.’ Beni memelerimi saklamak konusunda acele ettirdi, özür dilemek için yaklaşacak oldum, bu şekilde ona ön tarafımı göstereceğimi fark ederek bir kez daha iteledi: ‘Ah! Kahretsin sizi çevirdiğim gibi durun’ dedi omuzlarımdan yakalayarak ve yalnızca arkamı görebileceği şekilde tutarak. ‘ Allah kahretsin öyle kalın! Ne organınızı ne de gerdanınızı istiyorum: Burada yalnızca kıçınıza ihtiyacımız var.’
Sf: 174
YEDİNCİ GÜN
“Bu fantezi, sizin de kabul edeceğiniz gibi baylar, bir zamanlar Guérin’in arkadaşı olan adamınki kadar özel değildi. Guérin uzun süre birlikte olduğu bu adamın tüm şehveti, hatalı tohumları ya da yumurtaları yemeye yönelmişti. Bir kız ne zaman istemeden hamile kalsa adama haber veriliyordu. Adam koşarak geliyor ve embriyoyu şehvet içinde yutuyordu.”
Sf: 183
SEKİZİNCİ GÜN
“Az önce sözünü etiğim, yaşlı olduğu kadar iğrenç görünen bir başka şehvet düşkünü adam bana bu tutkunun bir başka türünü yaşattı. Beni yatağın üzerine çıplak bir şekilde yatırdı, ters yönde üzerime uzandı ve bu şekilde, dilimle şehvet dokunuşları yaratmamı istedi. Bunu ilk kez onunla yapıyordum. Beni yalıyor, tükürüğe buluyor ve tüm hareketleriyle kendisinden çok benim için çabalıyordu. İğrenç bir şekilde hırpalanmadığım için ne yaparsa yapsın hareketsiz kalıyordum ve şehvet düşkünü adam beni iyice ateşlendirdikten sonra iyice sertleşmiş olan mütevazı organını ağzıma soktu, inleyerek boşaldı. Bana her şeyi önceden anlatmış olan Fournier’in talimatları nedeniyle işimi mümkün olduğunca şehvetle yaptım, dudaklarımı sıkıştırdım, organını tüm gücümle emdim. Bir yandan da elimi kalçalarının üzerinden uzatarak bana anlattığı şekilde anüsünü okşuyordum. Böyle bir talimat almamama rağmen hoşlanacağını hissederek parmağımı içine soktum. Bu onu çılgına çevirdi ve patladı. Salgıladığı sıvıyı ağzımda olabildiğince biriktirdim. İş bittiğinde adam, Fournier’e bu güne kadar onu bu kadar memnun eden bir kız daha görmediğini söyleyerek gitti.”
Sf: 186
“Birkaç gün sonra, bana bu sahneyi sunan arkadaşa gelmişti sıra. Bu yaklaşık on altı yaşında, sarışın ve çok ilginç bir vücut yapısı olan bi kızdı. Onu iş üzerindeki halini kaçırmadım. Birlikte olduğu adam rantiye olan kadar yaşlıydı. Kızı bacakları arasında diz çöktürdü, başını kulaklarından tutarak sabitledi ve bana çamura bulanmış bir bezden daha pis ve iğrenç görünen organını ağzına yerleştirdi. Zavallı arkadaşım, körpe dudaklarına yaklaşan bu iğrenç parçayı görünce geri çekilmek istedi; ama adamımızın onu kulaklarından bir köpek gibi tutması boşuna değildi. ‘Hadi kızım!’ dedi ona, ‘Bunu yapmak çok mu zor?’ Şüphesiz, ona itaat etmesini istemiş olan La Fournier’i çağırmakla tehdit ederek direncini kırmayı başardı. Kız dudaklarını araladı, geri çekildi, biraz daha araladı ve sonunda, hıçkırıklara boğularak bu iğrenç organı ağızların en naziğine aldı. ‘Ah, Kaltak!’ dedi adam öfkeyle, ‘Fransa’nın en güzel organını emmek için bir de naz mı yapıyorsun! İnsanların senin için temizleneceğini düşünmüyorsun herhalde? Hadi em kaltak! Badem şekerini ye! ‘ Bu saçma sapan laflarla ve karşısındakine verdiği mide bulantısından tahrik olan (gerçekten de baylar, bizde yarattığınız iğrenme duygusu hazzınızı kamçılıyor) şehvet düşkünü adam hazdan kendini kaybetti ve zavallı kızın ağzına erkekliğinden kuşku duyulmamasını engelleyecek kanıtları bıraktı. Yaşlı kadından daha az itaatkar olan kız hiçbir şeyi yutmadı ve ondan çok daha fazla iğrendiğinden, midesindeki her şeyi anında kustu ve ona pek dikkat etmeden üstünü başını düzelten hovardamız hızla odayı terk etti.”
Sf: 189
Organım kötülük yaptığımda sertleşiyor.
Şehvet oyunlarına en uzak görünen zulümlerin bile insanda cinsel istek doğurduğunu benden daha iyi bilen yoktur emin olun. Hırsızlık yaparken, adam öldürürken, bir yeri kundaklarken organımın sertleştiğini çok gördüm. Bizi harekete geçirenin şehvet nesnesi değil, kötülük olduğundan eminim.
Sf: 190
“Dünyada işlenecek iki ya da üç suç var !” dedi Curval ve “bunları da yaptığınızda her şey bitmiş oluyor , artık her şey geride kalıyor ve hiçbir şey hissetmiyorsunuz.
Sf: 192
DOKUZUNCU GÜN
Kızı çağırttılar, sorguya çektiler, duasının konusunun ne olduğunu sordular. Önce söylemeyi reddetti, sonra tehdit edildiğini görünce ağlayarak Tanrı’ya içinde bulunduğu namusuna saygı gösterilmeyen bu sürgün hayatından kurtarması için yalvardığını itiraf etti. Bunun üzerine Dük, ölümü hak ettiğini bildirdi ve talimatnamenin bu konuyla ilgili maddesini okuttu. “Eh peki,” dedi kız, “öldürün beni! O zaman yakardığım Tanrı merhamet eder belki. Şerefimi lekelemeden önce öldürün beni ve ona adadığım bu ruh en azından temiz uçar bağrına. Her gün bunca zulmü görmek ve hissetmekten kurtulmuş olurum.” Erdem, saflık ve sıcaklığın hâkimiyetindeki bu yanıt hovardalarımızın fazlasıyla tahrik olmasına neden oldu. Hemen oracıkta bekaretini bozmayı teklif edenler oldu; ama Dük daha önce belirledikleri çiğnenemez kuralları hatırlatarak kızı arkadaşları ile birlikte gelecek cumartesi verecekleri ciddi bir cezaya mahkum etmekle yetindi ve bu cezayı beklerken, dileri üstünde gelerek her birinin organını yarımşar saat emecek, suçunu tekrarlaması halindeyse hayatını kaybedecek ve kurallar tüm sertliğiyle uygulanacaktı. Zavallı çocuk cezasının ilk bölümünü uygulamaya başladı; ama bu seremoniyle baştan çıkan Dük, karar bildirildikten hemen sonra, kıçını uzun uzun okşadı, iğrenç bir canavar gibi tüm salgılarını bu küçük güzel ağzına boşalttı ve zavallı küçük, en küçük bir şikayette bulunmadan hepsini yuttu.
Sf: 194
Madam Fournier’in evinde, şövalye diye çağırdığımız bir uşağımız vardı; nedenini niçinini bilmem; ama her akşam düzenli olarak bize garip gelen bir tören için evimize gelirdi: Külodunun düğmelerini çözer her gün sırasıyla içimizden biri dışkısını içeri doğru iterdi. Hemen külotunu toparlar ve bu paketle birlikte hızla çekip giderdi. Bu işlem sırasında kısa bir süre organını okşardı; ama boşaldığını hiç görmedik ve bu şekilde külodunun içine soktuğu dışkı ile nereye gittiğini de bilmezdik.”
“Aman Tanrım!” dedi duyduğu her şeyi yapmak isteyen Curval, “Külotumun içine sıçılmasını ve bütün gece böyle kalmak istiyorum.” Ve Louıson’u bu işi yapmak üzere çağıran yaşlı hovarda, öyküde anlatılan zevki herkese göstereceğini bildirdi. ” Hadi devam et,” dedi Duclos’a ağır ağır kanepenin üzerine yerleşirken. “Gördüğüm kadarıyla bu gece bana eşlik edecek olan sevimli arkadaşımız Aline bu olayı pek uygun bulmuyor. Oysa ben fazlasıyla hoşlanmış bulunuyorum.” Duclos öyküsüne şu sözlerle devam etti:
“Beni gönderdikleri şehvet düşkünü adamın evinde neler olacağı konusunda uyarılmıştım; bir oğlan çocuğu gibi giyindim. Yirmi yaşında uzun güzel saçlı ve güzel yüzlü bir kız olduğumdan bu giysi bana fazlasıyla yakışıyordu. Çıkmadan önce külotumun içine Başkan’ın kendi külotuna yaptığını koymak konusunda ihtiyatlı davrandım. Adamım ayakta bekliyordu. Yaklaştım. Beni ağzımın üzerinden iki üç kez şehvetle öptü. Gördüğü en güzel oğlan çocuğu olduğumu söyledi ve beni yalayarak külotumun düğmelerini çözmeye çalıştı. Biraz direnmeye çabaladım. Asıl amacım isteklerini kamçılamaktı, beni kendine bastırdığında başardı; ama taşıdığım paketi fark ederek kapıldığı coşkuyu ve kalçalarımı nasıl kızarttığını nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. ‘Nasıl, küçük kaltak,’ dedi bana, ‘Külotunuza mı yaptınız! Ama bunu nasıl yaparsınız?’ O anda, hâlâ arkam dönük ve kollarım aşağı doğru inik halde yakalayarak kendini tahrik ettirdi, sırtıma yapıştı ve dilini ağzıma zorla sokarak paketin üzerine fışkırttı menisini.”
Sf: 196
“Bir diğeri benimle baş başa yemek yedi ve masaya aynı yemeklerle dolu on iki tabak konulmasını istedi. Sırasıyla hepsini kokladı, içine çekti ve sonra bana tahrik etmemi emretti.”
Sf: 200
ONUNCU GÜN
‘Yaklaşın ve bana kalçalarınızı gösterin.’ ‘Mösyö…’ dedi konuşması yasak olan çocuk. ‘Hadi, hadi dedim!’ dedi yaşlı hovarda. ‘Bu küçük bakireler en beteridir zaten; kıç görmek isteyeceğimizi anlamazlar. Hadi soyunun, soyunun!’ Sonunda küçük kız, son derece itaatkar olacağı konusunda söz verdiği Madam Fournier’in hoşuna gitmeme kaygısıyla ilerleyerek arka tarafını yarı yarıya açtı. ‘Daha yukarı, hadi daha yukarı!’ dedi yaşlı hovarda. ‘Bunu benim yapacağımı mı sanıyorsunuz?’ Sonunda, güzel kıç tamamen ortaya çıktı. Keşiş göz ucuyla bakarak kımıldamadan durmasını emretti. Çocuğu eğdi, bacaklarını gerdirerek aralamasını sağladı ve yatağa doğru bastırarak ön tarafında tamamen havaya dikilmiş kocaman organını Eugenie’nin güzel kıçına sürterek elektriklenmek, bu güzel çocuğun sıcaklığından biraz olsun faydalanmak istedi. Sonra öpücüklere geçti. Daha kolay öpebilmek için diz çöktü ve iki eliyle bu güzel kalçaları mümkün olduğu kadar açık tutarak dilini ve ağzını bu hazinelere daldırdı. ‘Beni aldatmamışlar, oldukça güzel bir kıçınız var. Kakanızı yapalı çok oldu mu?’ ‘Az önce mösyö…’ dedi küçük kız. ‘Madam gelmeden önce
bu konuda ihtiyatlı olmamı istemişti.’ ‘Ah, ah! Demek bağırsaklarınızda hiçbir şey yok.’ dedi hovarda. ‘Eh peki, göreceğiz.’ ‘Bir şırınga alarak sütle doldurdu, oyuncağının yanına geldi, çevirdi ve batırdı. Eugenie, adamın üzerine ata biner gibi oturması ve varını yoğunu üstüne boşaltması konusunda konusunda önceden uyarılmıştı. Zavallı çekingen yaratık ona söylendiği gibi oturdu, kendini zorladı, şehvet düşkünü adam kendini tahrik ediyor , ağzını deliğin üzerine tamamen yapıştırmış, buradan boşalan değerli likörün bir damlasını bile kaçırmıyordu. Her şeyi büyük bir dikkatle yalayıp yuttu ve tam son yudumunda boşalmaya başladı. Kendini kaybetmişti. Ama neredeyse tüm gerçek hovardaların illüzyonlarının yıkılışını izleyen bu ruh halleri bu keyifsizlikleri nedendir? Keşiş işi biter bitmez küçük kızı sert bir hareketle uzağa fırlattı. Burada sayın keşişin sütten başka bir şey istemediğinin altını çizmek gerekir. Adam homurdandı, yeminler etti, sövgüler savurdu, para ödemeyeceğini, bir daha asla gelmeyeceğini, bu tür küçük veletler yüzünden zor hareket ettiğini söyledi ve bunlara, burada küçük bir aksesuar olacak şekilde , bir başka tutku anlatma fırsatıyla, binlerce başka sövgü ekledi.”
“Aman Tanrım!” dedi Curval, ” Bu ne kadar da nazik bir adam: Azıcık bok geldi diye birine kızmak? Bunu yiyenlerde var!” “Sabredin, sabredin monsenyör,” dedi Duclos, “Öykümüzün, sizin de istediğiniz düzen içinde sürmesine izin verin. Sözünü ettiğiniz özel şehvet düşkünlerini de göreceksiniz.”
Sf: 201
“İki gün sonra , sıra bana gelmişti. Önceden haberdar edildim; otuz altı saattir tutuyordum kendimi. Kahramanımız, Kral’ın önceki gibi gut hastalığı her yerine dağılmış yaşlı papazlarından biriydi. Onun yanına çıplak; ama cinsel organ ve göğsü büyük bir özenle kapatmış halde gitmek gerekiyordu. Bu koşula çok dikkat etmem gerektiği, bu bölümlerde en küçük bi açıklık görmesi şanssızlığına düşmem halinde, onu boşaltma noktasına asla getiremeyeceğim söylenmişti. Yaklaştım. Arka tarafımı dikkatle inceledi. Bana yaşımı, gerçekten fena halde sıçma ihtiyacı içinde olup olmadığımı, dışkımın türünü, yumuşak mı sert mi olduğunu ve onu heyecanlandırdığını fark ettiğim başka onlarca soru sordu. Çünkü yavaş yavaş organı dikiliyor ve o da bunu görmemi sağlıyordu. Yaklaşık dört parmak uzunluğunda ve iki ya da üç parmak kalınlığında olan bu organ, parlaklığına rağmen, varlığından şüphe etmemek için gözlük takmak gerekecek kadar küçük ve acınasıydı. Yine de adamımın isteği üzerine tuttum ve dokunuşlarımın arzularını fazlasıyla tahrik ettiğini gördüm. Hemen kurbanını harcamaya koyuldu. ‘Bana sözünü ettiğiniz şu sıçma isteği çocuğum,’ dedi bana , ‘ne kadar gerçek ? Çünkü aldatılmayı sevmem. Göreceğiz , arkanızda gerçekten pislik olup olmadığını göreceğiz.’ Bunları söyledikten sonra, sağ elinin orta parmağını tamamen içime sokarken sol eliyle organında yarattığım ereksiyonu destekliyordu. Sondaj yapan parmağı onu temin ettiğim ihtiyacın gerçekliğine ikna etmek için fazla öteye gitmek zorunda kalmadı. Dokunur dokunmaz coşkuya kapıldı. ‘Aman Tanrım!’ dedi, ‘Beni aldatmıyor. Tavuk yumurtlayacak. Yumurtanın kokusunu alıyorum!’ Keyiflenen yaşlı hovarda beni arkamdan öptü. Yaptığı baskıyla kendimi tutmam iyice imkansız hale gelmişti; beni burada, şapelinizde bulunan makineye oldukça benzer bir makinenin üzerine çıkarttı. Arka tarafım tam gözünün önündeydi. Burnuna iki üç parmak uzaklıktaki bir vazonun içine pislemem gerekiyordu. Bu mekanizma bu adam için hazırlanmıştı ve sık sık kullanılıyordu; zira yabancılarla ya da evin kızlarıyla bu tarz bir macera yaşamak üzerek Fournier’in evine uğramadığı gün yoktu. Kıçımın yerleştirileceği dairenin hemen altına konulmuş bir koltuk bu adamın tahtıydı. Beni doğru pozisyonda görür görmez yerine yerleşti ve başlamamı emretti. Önce birkaç osuruk duyuldu. Adam derin derin soludu. Sonunda dışkı göründü; kendinden geçti: ‘Pisle küçüğüm, çıkar meleğim!’ diye haykırdı ateşlenerek. ‘Dışkının o güzel popondan nasıl çıktığını göster bana.’ Ve yardım ediyordu… Parmaklarıyla anüsüme bastırarak fırlamayı kolaylaştırıyordu. Kendini tahrik ediyor, inliyor, şehvetten sarhoş oluyordu ve onu kendinden geçiren hazzın aşırılığı, çığlıkları, soluk alış verişleri, dokunuşları, her şey beni hazzının doruğunda olduğuna inandırdı ve başımı çevirdiğimde minyatür organının az önce doldurduğum vazoya birkaç damla sperm boşalttığını gördüm. Bu seferki öfkeye kapılmadan gitti. Onu yeniden görme şerefine kavuşacağımı söylediyse de aynı kızı iki kere görmediğini bildiğimden bunun gerçekleşmeyeceğinden emindim.”
Sf: 204
“Bir ay sonra , az önce anlattığıma oldukça benzer bir iş isteyen bir adamla beraber oldum. Bir tabağın içine pisledim. Adam tabağı burnuna götürdü, bana hiç dikkat etmeden kitap okurmuş gibi göründüğü bir koltukta oturuyordu. Sövdü saydı, onun önünde böyle şeyler yapmak için son derece küstah olmam gerektiğini söyledi; ama bir yandan da dışkıyı kokluyordu, dışkım burnunun dibinde dururken saçma sapan laflar eşliğinde boşaldı. Beni yeniden görmeye geleceğini ve benimle bir işi daha olduğunu söyledi.”
“Bir dördüncüsü yetmiş yaşındaki kadınlarla benzer bir şölen düzenliyordu. En az doksan yaşındaki bir kadınla iş tuttuğunu da gördüm. Bir kanepenin üzerine yatmıştı; üzerine ata biner gibi binmiş olan yaşlı kadın, yaşlı dışkısını karnının üzerine bırakırken neredeyse hiç boşalamayan yaşlı kırışık bir organı tahrik ediyordu.”
“La Fornier’in evinde oldukça özel bir başka eşya daha vardı: Bu, başka bir odada yatan bir adamın oturak yerinin tam altında olacak şekilde yerleştirilmiş bir tür sandalye idi. Ben adamın bedeninin bulunduğu odadaydım ve bacakları arasına diz çökmüş elimden geldiğince organını uyarıyordum. Bu seremoni, yaptıklarının ne işe yarayacağını bilmeyen halktan bir adamın sandalyenin bulunduğu odaya girmesi, üstüne yerleşmesi ve doğrudan adamımın yüzüne düşecek boklarını bırakmasından ibaretti. Ama bu adamın, bu rezil eğlenceye çok daha fazlasını katabilecek bir köylü olması gerekmekteydi; ayrıca yaşlı ve çirkin olmalıydı. Adamı önden gösteriyorlardı ve bu özelliklere sahip değilse istenmiyordu. Hiçbir şey görmediysem de her şeyi duydum. Şok anında adamım boşaldı, dışkılar yüzünü kaplarken menisi de benim gırtlağımı dolduruyordu ve oradan çok iyi hizmet görmüş edasıyla çıktığını gördüm. Tesadüf sonucu burada kullanılan genç adamla karşılaştım: Duvar ustası olarak hizmet veren Auvergnat’lı iyi ve dürüst bir adamdı; yalnızca bağırsaklarındaki artıkları boşaltarak kuş kadar hafif ve keyifli hale gelerek birkaç ekü kazanmış olmaktan çok mutluydu. Çirkinliği korkutucu boyuttaydı ve kırk yaşın üzerinde görünüyordu.”
Sf: 208
ON BİRİNCİ GÜN
Bunu söyledikten sonra, bana küçük kıç deliğini kapatan bir parmak kalınlığında bir bok tabakası gösterdi. ‘Bununla ne yapmanı istiyor?’ diye sordum ona. ‘Bu akşama gelecek yaşlı bir ihtiyar için!’ dedi, ‘Adam kıçıma bok görmek istiyormuş.’ ‘Eh iyi o zaman ,’ dedim, ‘mutlu olacak demektir; çünkü bundan iyisi can sağlığı.’ Madam Fournier’İn dışkılarını bu amaçla kalçasına buladığını anlattı. Yaşanacak sahneyi merak ettiğimden , bu güzel küçük yaratığı çağırdıkları an da deliğe uçtum. Gelen bir keşişti; ama kodaman dediklerimizden . Citeaux’nun emrindeydi. Yaklaşık altmış yaşlarında, şişman, iri yarı, sert bir adamdı. Çocuğu okşadı, ağzından öptü ve ona yeterince temiz olup olmadığını sorarak durumunu anlamak etmek için kızı soydu. Söylediklerinin tersiyle karşılaştı, ona böyle konuşmasını söylemişlerdi. ‘Küçük kaltak bu ne!’ dedi keşiş durumunu görünce, ‘Bu kadar pis bir kalçayla bana temiz olduğunuzu söylemeye nasıl cesaret edersiniz? Kıçınızı yıkayalı en az on beş gün olmuş gibi . Bunun bana yaratacağı güçlüğün farkında mısınız? Zira sizi temiz istediğimden , bununla ilgilenmek bana düşecek.’ Bu sözleri söylerken genç kızı yatağa itti ve iki eliyle araladığı kalçalarının hizasına diz çöktü. Önce durumu iyice incelemek ister gibiydi. Git gide heyecanlanıyor, organı sertleşiyordu. Burnu, ağzı, dili, her yeri aynı anda çalışıyordu. O kadar coşkuya kapılmıştı ki, güçlükle konuşabiliyordu. Sonunda meni fışkırdı. Organını yakaladı, tahrik etti ve boşaldı. Ama şehvet düşkünü adam bununla yetinmedi. Bu şehvetli aşırılık onun için yalnızca bir başlangıçtı. Yeniden ayağa kalktı, küçük kızı yeniden öptü, kocaman pis bir cinsel organ göstererek onu tahrik etmesini istedi. Bu iş onu yeniden isteklendirdi. Arkadaşımın kalçasına yapıştı, yeni öpücükler kondurdu ve bundan sonra yaptıkları beni de alt üst ettiğinden ve benim giriş niteliğindeki alanıma girmediğini düşündüğünden bunları, pek tanımadığı bir şehvet düşkününün aşırılıklarından söz edecek Madam Martaine’ye bırakıyorum.
Sf: 209
“Bir dakika Duclos,” dedi Dük. “Üstü kapalı sözlerle konuşacağım. Böylece cevapların kurallarımıza aykırı olmayacak. Keşişinki büyük müydü ve bu, Eugenie için ilk miydi?” “Evet monsenyör, bu ilkti ve üstelik Keşişinki neredeyse sizin ki kadar büyüktü.” “Ah! Ne güzel,” dedi Durcet, “ne güzel bir sahne, görmek isterdim doğrusu.”
“Bir başkası ise akla gelebilecek en garip fanteziye sahipti. Delikli sandalyenin oturağında tek bir damla idrar olmayacak şekilde dört parça bok bulmak istiyordu. Onu bu hazinenin bulunduğu odaya tek başına kapatıyorlardı. Asla yanına bir kız almıyordu ve her tarafın hiçbir yerden görülmeyecek ya da fark edilmeyecek kadar sıkı sıkı kapatılmış olmasına büyük özen gösteriyordu. Daha sonra harekete. geçiyordu. Ama olanları size anlatmam olanaksızdı. Çünkü onu gören olmamıştı. Bildiğimiz tek şey ondan sonra odaya girenlerin oturağı boş ve son derece temiz bulduğuydu. Bu dört boku ne yaptığını şeytanın bile anlatmakta güçlük çekeceğini tahmin ediyorum. Belki yalnızca bir yerlere atıyor, belki de başka bir şey yapıyordu. Ama bildiğim bir şey varsa, bu yaptığı şeyi kimsenin tahmin edemediğiydi. Fournier’dan tek istediği, bunları ne yapacağını sormadan ve en küçük bir açıklama istemeden dört bok parçası bulmasıydı.Bir gün, ona söyleyeceklerimizden ne kadar etkileneceğini görmek, bu etki sonucunda bokların kaderi konusunda bir bilgi edinmek için ona verdiğimiz bokların son derece sağlıksız ve frengiye yakalanmış birinin olduğunu söyledik. Bize hiç kızmadan güldü. Ama yine de bu bokları atmaktan başka bir şey yaptığı anlaşılıyordu. Sorularımızda daha ileri gitmek istediğimiz zaman, bizi susturdu ve daha fazlasını öğrenmemiz mümkün olmadı.”
Sf: 210
Az önce sözü edilen adamın bokları ne yaptığı konusunda fikir yürüttüler ve birkaç tez ileri sürdüler.
Sf: 211
ON İKİNCİ GÜN
Hazlar bazen onu yaratan kişi tanındığında daha iyi anlatılabilir.Sf: 213
“Merhamet budalalara özgü bir erdemdir.
Sf: 214
Bu olayı ayrıntılarıyla öğreneceksiniz. D’Aucourt geldi ve beni şöyle bir süzdükten sonra, Madam Fournier’i ona daha önce bu kadar güzel bir yaratık sunmadığı için azarladı. Ona nezaketinden dolayı teşekkür ettim ve yukarı çıktık. D’Aucourt yaklaşık elli yaşlarında, şişman yağlı; ama güzel yüzlü, zeki bir adamdı ve onda en çok hoşuma giden, beni ilk andan beri etkileyen nazik karakterinin yumuşaklığıydı. D’Aucourt, ‘Dünyanın en güzel kıçına sahip olmalısınız.’ diyerek beni kendine doğru çekti ve elini eteklerimin altından arka tarafıma götürerek ‘Ben bu işin erbabıyım. Sizin görünümünüzdeki kızlar her zaman güzel bir kıça sahip olurlar. Eh peki! Bakalım haklı mıyım?’ diye devam etti bir an yoklayarak. ‘Nasıl da körpe nasıl da yuvarlak!’ Ustalıkla arkamı döndürerek bir eliyle eteğimi belime kadar sıvadı. Diğeriyle kalçalarımı yokluyordu. İstediği tapınağı incelemeye koyuldu. ‘Aman tanrım!’ diye haykırdı, ‘Hayatta gerçekten çok kıç gördüm; ama bu gerçekten en güzellerinden biri. Şunu yesem… Yalayıp yutsam… Bu gerçekten ama gerçekten çok güzel bir kalça. Eh! Söyle bana küçüğüm, bunu daha önce söyleyen oldu mu sana ?’ ‘Evet, mösyö.’ ‘Size dışkınızı çıkarmanızı isteyeceğim söylendi mi?’ ‘Oh! Mösyö, söylendiğine emin olabilirsiniz.’ ‘İşi biraz daha ileri götüreceğim.’ diye devam etti, ‘Tamamen sağlıklı değilseniz tehlikeli olabilir.’ ‘Mösyö’ dedim ona, ‘İstediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Yeni doğmuş bir bebek gibiyim, güven içinde hareket edebilirsiniz.’ D’Aucourt bu giriş konuşmasından sonra beni kendisine doğru eğdi. Hâlâ kalçalarımı ayrık tutuyordu. Ağzını ağzıma yapıştırdı ve on beş dakika boyunca tükürüğümü yuttu. Biraz meni fışkırtmak için yeniden başlıyor ve az sonra aşk içinde pompalıyordu. ‘Tükürün , ağzıma tükürün.’ diyordu aralıklı olarak. ‘Tükürükle doldurun onu.’ Ve dilinin diş etlerimin üzerinde dolaştığını, mümkün olduğunda derinlere gittiğini ve bulduğu her şeyi çekmek ister gibi davrandığını hissediyordum. ‘Hadi! dedi, ‘Organım sertleşiyor, asıl işimize bakalım.’ Böylece bana organıyla ilgilenmemi emrederken kalçalarımı incelemeye koyuldu. Yaklaşık üç parmak kalınlığında , beş parmak uzunluğunda, oldukça sert ve yerinde duramayan bir organ çıkardım. ‘Elbisenizi çıkarın.’ dedi bana D’Aucourt. ‘Ben de külotumu çıkaracağım. yapacağımız tören için kalçalarınızın serbest olması gerekiyor.’ İtaat edildiğini görür görmez ‘Korsenizin altında kalan bluzunuzu ‘ diye devam etti, ‘iyice kaldırın ve korsenizi çıkarın. Yatağın üzerine karın üzeri yatın.’ Daha sonra bir sandalyenin üzerine oturdu ve yine görüntüsünden sarhoşa döndüğü kalçalarımı okşamaya koyuldu. Bir an araladı onları ve dilinin, tavuğun gerçekten yumurtlamak isteyip istemediğini anlamak üzere mümkün olan en derinlere kaydığını hissettim. Size onun sözlerini aktarıyorum. Bu arada ben de ona dokunmuyordum. Ortaya çıkardığım küçük kuru organını yavaş hareketlerle kendisi tahrik ediyordu. ‘Hadi çocuğum,’ dedi, ‘işimize bakalım.Dışkı hazır, onu hissettim, dışarı yavaş yavaş çıkaracağınızı unutmayın. Benim işim uzun sürer fazla acele etmeyin. Kalçalarınıza vuracağım. Küçük bir şaplak sizi ıkınmanız konusunda uyaracaktır.’ Kült nesnesine mümkün olan en uygun pozisyonda yerleşti. ‘Bu kadar mösyö.’ dedim ona sonunda, ‘Artık boşuna ıkınıyorum.’ ‘Gerçekten bitti mi küçüğüm? O halde, artık boşalmam gerek. Evet küçüğüm, bu güzel kıçı döverek boşalacağım. Oh Tanrım! Bana nasıl da haz veriyor! Bundan daha muhteşem bir zevk yaşamamıştım hayatımda, bunu her yerde söyleyeceğim. Ver meleğim ver de şu güzel kıçı biraz daha emeyim, biraz daha yiyeyim.’ Parmağını yeniden içime soktu. Bu sırada kendisini tahrik ediyordu. Hovarda coşkusunu tamamladığını sandığım binlerce pis laf ve yeminle menisini bacaklarımın üzerine boşalttı. Sonra oturdu, beni yanına aldı, ilgiyle seyrederek kerhane hayatından sıkılıp sıkılmadığımı ve beni bu hayattan çekip almak isteyecek birini bulmaktan memnun olup olmayacağımı sordu. Güç olanı yaptım ve hiç de ilginç olmayan bir detayla sizi oyalamadan bir saatlik bir görüşmenin sonunda , onu ikna etmeyi başardım. Ertesi günden itibaren, ayda yirmi luilik bir maaş ve yemekle onun evinde yaşamaya başlamama karar verdi. Dul olduğundan, evinin tavan arasında kalmamda herhangi bir sakınca yoktu. Burada, bana hizmet edecek bir kız ve üç arkadaştan oluşan bir grup ve haftada dört kez, bazen birinin bazen bir başkasının evinde gece yarısı şölenleri için bir araya geldiği metresleri vardı. Tek işim fazlasıyla yemek yemek olacaktı. Bana sürekli ikramda bulunulacaktı. Çünkü dediğim gibi benim fazlasıyla yemem, sindirimi kolay olsun diye iyi uyumam, her gün düzenli olarak içimi boşaltmam ve günde iki kez üstüne sıçmam esastı. Bu sayı beni korkutmamalıydı. Çünkü beni yemekten patlayacak hale getirecekleri için bazen iki yerine üç kez dışarı çıkma ,ihtiyacı bile duyacaktım. Para babası, pazarlığımıza güvence olarak bana çok güzel bir elmas verdi, öptü, Fournier ile ilgili ayarlamaları halledeceğini ve ertesi sabah hazır olmamı söyledi. Beni almaya bizzat kendisi gelecekti. Az sonra herkese veda etmiştim. Kalbimde hiç pişmanlık yoktu; zira bağlılığı reddediyordum. Yalnızca altı aydan beri çok özel bir ilişkim olan Eugenie için üzülüyordum. Yine de orayı terk ettim. D’Aucourt beni çok iyi karşıladı. Artık benim evim olacak çok güzel bir daireye bizzat yerleştirdi. Kısa sürede tamamen benimsedim burayı. Her gün, balıklar, istiridyeler, salamuralar, yumurtalar ve her türlü süt ürünlerinden oluşan çok sevdiğim sayısız yemeğin bulunduğu dört öğün yemeğe mahkumdum. Ama aslında o kadar zarar görüyordum ki öfkeyle söylenmeye başladım. Sıradan bir öğünüm inanılmaz miktarda beyaz tavuk eti ve değişik şekillerde pişirilmiş kemikleri çıkarılmış av eti, az miktarda yağsız kasap eti, biraz ekmek ve meyveden oluşuyordu. Sabah kahvaltısında ve gece yatmadan önce bile bu et türlerinden yemem gerekiyordu. Bu saatlerde bana ekmek verilmiyordu ve D’Aucourt, son zamanlarda çorba dışında her şeyi yemekten vazgeçtiğimden yakınmaya başlamıştı. Öngörüldüğü üzere, bu rejim sonucu her gün iki kez son derece yumuşak ve normal bir yemekle olamayacak derece de lezzetli boklar çıkarıyordum. Buna inanılabilirdi; çünkü adam uzmandı. Bu işi sabah uyandığında ve gece yatmadan önce yapıyorduk. Ayrıntılar az önce anlattıklarımla aşağı yukarı aynıydı: Önce uzun süre ağzımın emilmesine izin veriyordum. Ona her zaman doğal halde ve hiç yıkanmadan sunulmam gerekiyordu.Daha sonra ağzımı çalkalamama izin vardı. Zaten her seferinde de boşalmıyordu. Yaptığımız düzenleme onun tarafından herhangi bir sadakat gerektirmiyordu. D’Aucourt beni evinde dayanıklı bir yiyecek, bir dana eti parçası gibi bulunduruyor, her sabah değişiklik yapmayı yeterli görüyordu. Gelişimden iki gün kadar sonra, bazı şehvet düşkünü arkadaşları akşam yemeğine geldiler ve temelde aynı olsa da farklı tutku türleri olarak analiz ettiğimiz bir zevke sahip olduklarından, bu adamların fantezileri üzerinde de duracağım. Davetliler geldiler. Bunlardan ilki, yaklaşık altmış yaşlarında, D’Erville adlı bir Parlamento Müsteşarıydı. Kırk yaşlarında, inanılmaz güzel ve biraz fazla dolgun olması dışında hiçbir kusuru olmayan bir metresi vardı. Onu Madam du Cange diye çağırıyorlardı. İkincisi kırk beş elli yaşlarında, Desprës adında bir emekli askerdi. Metresi yirmi altı yaşında, sarışın ve görebileceğiniz en güzel vücuda sahip çok güzel bir kızdı. Adı Marianne’ydi. Üçüncüsü altmış yaşlarında, Coudrais adında bir keşişti ve metresiyse, yeğeni olarak tanıştırdığı, on altı yaşında, gün kadar güzel bir oğlandı. Yemek servisi, bir parti ile meşgul olduğum asma katta yapıldı. Yemek lezzetli olduğu kadar neşeli de geçti ve matmazel ve oğlanın benimkine benzer bir rejimde olduklarını fark ettim. Yemek sırasında karakterler ortaya döküldü. Kimsenin D’Erville kadar hovarda olması mümkün olamazdı. Gözleri, sözleri, davranışları, her şey şehveti hatırlatıyor, hovardalığı çağrıştırıyordu. Després çok soğukkanlı görünüyordu; ama şehvetperestlik, hayatı boyunca ruhunu ele geçirmişti. Keşiş ise rastlayabileceğiniz en gururlu ateistti. Neredeyse her cümlesinde küfürler savuruyordu. Matmazellere gelince, onlar da sevgililerini taklit etmekteydi. Gevezeydiler; ama yine de oldukça hoştular. Genç adam bana güzel olduğu kadar salak göründü ve ona tutkun görünen du Cange arada bir şefkatli bakışlar fırlatıyordu. Kendinden pek emin değil gibi görünüyordu. Tüm bu edep hali tatlı sırasında kayboldu ve sözler de eylemler kadar edepsizleşti. D’Erville, D’Aucourt’u yeni keşfinden dolayı tebrik etti ve gerçekten güzel bir kıçım olup olamadığını, gerçekten güzel sıçıp sıçmadığımı sordu. ‘Tanrım!’ dedi para babası, ‘Niye soruyorsun ki? Aramızda ayrı gayrı olmadığını ve paramız gibi metreslerimizi de içtenlikle paylaşacağımızı biliyorsun.’ ‘Ah, Tanrım! Tamam o halde.’ dedi D’Erville ve derhal bana dönerek başka bir odaya geçmemizi önerdi. Tereddüt ettiğimi gören Cange küstahça şöyle dedi: ‘Hadi, hadi matmazel; burada naz yapılmaz. Bu arada ben de sizin sevgilinizle ilgileneceğim.’ Gözlerimle sorguladığım d’Aucourt bana onaylama işareti yaptığından, yaşlı müsteşarın peşinden gittim. İşte bu adam ve sonraki iki olay, bu akşam anlattıklarım arasında en güzel öyküleri oluşturacak ve sizin zevklerinizi yansıtacak üç bölüm olacak.”
Sf: 218
“Baküs dumanlarıyla bir hayli baştan çıkmış haldeki D’Erville, odaya çekilir çekilmez beni büyük bir istekle ağzımdan öptü ve fazlasıyla geri çıkartma ihtiyacı duyacağım üç dört Aï şarabı yudumu aktardı. Soydu ve baştan çıkmış bir hovardanın bütün şehvetiyle arka tarafımı inceledi. Daha sonra bana D’Aucourt’un seçimine şaşırmadığını; çünkü Paris’İn en güzel kıçlarından birine sahip olduğumu söyledi. Birkaç osurukla başlamamız için yalvardı ve yaklaşık yarım düzineye kavuştuktan sonra kalçalarıma dokunup, sert bir hareketle aralarken ağzımdan öpmeye başladı. ‘İstiyor musun?’ diye sordu aban. ‘Fazlasıyla istiyorum.’ dedim. ‘Eh peki, güzel çocuğum,’ dedi bana, ‘bu tabağa dışkınızı bırakın bakalım.’ Bu iş için beyaz porselen bir tabak getirmişti. Ben ıkınırken o da tabağı tutuyor ve bokun kıçımdan çıkışını dikkatle izliyordu. Dediğim gibi, bu gösteri onu hazdan sarhoş ediyordu. Ben bitirir bitirmez tabağı aldı, içindeki şehevi yemekleri keyifle kokladı, dokundu, öptü, tekrar kokladı, daha sonra bana bir dışkı gördüğünde duyduğu şehvetin onu hayatta olmadığı kadar sarhoş ettiğini söyleyerek organını ağzıma almam için yalvardı. Bu işin hoş bir yanı olmamasına rağmen, arkadaşını memnun etmediğim için D’Aucourt’u kızdırma kaygısıyla her istediğini kabul ettim. Bir koltuğa yerleşti, tabağı hemen yanındaki, burnu dışkının üzerinde kalacak şekilde yarı uzandığı masanın üzerine koydu. Bacaklarını uzattı, beni yanındaki daha alçak bir sandalyeye oturttu ve pantolonunun içinden gerçek bir organ yerine şüphe uyandıracak kadar yumuşak bir organ çıkardı. İğrenmeme rağmen, en azından ağzımda biraz canlanacağı umuduyla emmeye başladım. Yanılıyordum. Organını ağzıma alır almaz hareketleri, kasılmaları son derece ateşli ve son derece yoğun bir şehvete işaret ediyordu. Ama ne olursa olsun organı sertleşmedi ve bu çirkin küçük organ , ağzımın içinde acıyla boşaldıktan sonra, büyük bir utançla geri çekildi ve sahibini büyük şehvet anlarını izleyen o çırpınış, o terk edilmişlik, o tükenmişlik duygusu içinde bıraktı.’Ah!Tanrıya lanet olsun’ dedi müsteşar, ‘bunun gibi sıçanını görmemiştim.”
Sf: 220
“Geri döndüğümüzde keşiş ve yeğeninden başka kimse yoktu ve onların da işleri vardı. Ayrıntıları hemen anlatacağım. Topluluk içinde metres değişiklikleri yapılıyorsa da kendininkinden her zaman memnun olan du Coudrais hiçbir zaman başkasını istemiyor ve kendininkini de vermeyi kabul etmiyordu. Bana söylendiğine göre, bir kadından haz alması asla mümkün değildi. İşte D’Aucourt ile arasındaki tek fark buydu. Aslında o da aynı seremoniyi uyguluyordu. Biz girdiğimizde , genç adam bir yatağın kenarına dayanmış, kıçını önünde diz çöküp zevkle âşığının ağzına dayarken, bir yandan da bacakları arasında sarktığı görülen son derece küçük organını okşayan amcasına uzatmıştı. Keşiş bu çocuğun günden güne daha iyi sıçramaya başladığına yeminler ederek orada olmamıza aldırmadan boşaldı.”
“Az sonra, birlikte eğlenen Marianne ve D’Aucourt göründüler ve onları, beni beklerken birbirlerini mıncıklamakla oyalandıklarını söyleyen Desprës ve du Cage izledi. ‘Çünkü’ dedi Desprës, ‘o ve ben birbirimizi sizden öncesinden , eskiden beri tanırız. Güzel kraliçem, bana ilk kez sizinle oynaşmak için inanılmaz bir istek veriyorsunuz.’ ‘Ama mösyö,’ dedim ona, ‘sayın müsteşar hepsini aldı. Size sunacak hiçbir şeyim kalmadı.’ ‘Eh peki ‘dedi gülerek ‘sizden bir şey istemiyorum, her şeyi ben yapacağım. Yalnızca sizin parmaklarınıza ihtiyacım var.’ Bu gizemin ne anlama geldiğini görme merakıyla onu takip ettim ve odaya girer girmez yalnızca bir dakikalığına kıçımı öpmek istediğini söyledi. Açtım ve deliğimin üzerine kondurduğu iki üç öpücükten sonra, külotunu çıkarttı ve bana az önce yaptıklarını onun üzerinde tekrarlamam için yalvardı. Davranışları beni biraz şüphelendiriyordu. Bir sandalyenin üzerine ata biner gibi çıkmış, altına bir vazo koymuştu. Onu işi yapmaya hazır gördüğümde, kıçını öpmemin neden gerekli olduğunu sordum. ‘Son derece gerekli canım;’ diye cevap verdi bana , ‘çünkü kıçım görebileceğin en kaprisli popodur. Ancak öpüldüğü zaman çıkarır.’ İtaat ettim ama işimi şansa bırakmadım ve bunu gören adam: ‘Daha yakından matmazel, daha yakından lanet olası!’ dedi bana emrederek. ‘Birazcık dışkıdan mı korkuyorsunuz?’ Sonunda, alçak gönüllülükle dudaklarımı deliğin yakınlarına kadar uzattım. İçindekileri fışkırtmaya başladığını hisseder hissetmez duyduğum iğrenme o kadar şiddetliydi ki yanaklarım al al oldu. Tabağı doldurması için tek bir hamle yetmişti. Hayatımda hiç böyle bir bok görmemiştim. Çok derin bir salata tabağını tek başına dolduruyordu. Adamımız bunu aldı, yatağın kenarına uzandı, bana tamamen boka bulanmış kıçını gösterdi ve çıkarmış olduklarını yeniden bağırsaklarına gönderirken organını sert hareketlerle okşamamı emretti. Burası da ne kadar pis olursa olsun itaat etmek gerekiyordu. Şüphesiz metresi de bunu yapıyordu. Bu onun için güç olmamalıydı. Üç parmağımı bana uzattığı bulaşık deliğe batırdım. Adamımız tamamen çıplaktı. Bir eliyle kendi bokuyla oynuyor, diğeriyle bacakları arasında tüm ihtişamıyla beliren organını okşuyordu. Bu arada gösterdiğim özeni iki katına çıkarttım. Başarıya ulaşmıştım. Anüsünün kasılmalarından ereksiyon sağlayan kasların meni fışkırtmaya hazır olduğunu fark ettim. Hiç şaşırmadım. Tabak boşaldığında adamım da boşalmıştı.
Sf: 226
ON ÜÇÜNCÜ GÜN
Kızı saçlarından yakaladı ve sövgüler yağdırarak odasına kadar götürdü, yatağa bağladı ve hatasını anlaması için akşama kadar burada bıraktı. arkadaşlardan her biri bu sahneye bayılmıştı.
Ertesi gün tüm piliçler öylesine korkuştu ki hepsi de hatasızdı. Yalnızca oğlanların dairesinde, Curval’in o gün kahve servisi sırasında kıçının boklu olmasını istediğinden yıkanma yasağı getirdiği küçük Narris bu emri unutmuş, anüsünü pırıl pırıl etmişti. Tuvalete gitme ihtiyacı olduğundan hatasını onarabileceğini söylediyse de ona kendisini tutmasını ve en azından bu sayede meşhur deftere yazılmayabileceğini söylediler.
Sf: 230
Sekiz gün önce, o günden beri özenle saklanan bir vazoya hem pislemiş hem çişimi yapmıştım. Dışkının şehvet düşkünümüzün istediği halde olması için bu süre mutlaka gerekliydi. Bu yaklaşık 35 yaşlarında muhtemelen ticaretle uğraşan bir adamdı. içeri girerken bana vazonun nerede olduğunu sordu. gösterdim, alıp kokladı.’ Bunun sekiz gün önce yapıldığı doğru mu?’ diye sordu bana. ‘Kesin olduğunu söyleyebilirim bayım!’ diye cevap verdim. ‘Gördüğünüz gibi neredeyse kurumuş halde.’ ‘Oh! İşte bana da böylesi gerek’ dedi. ‘Bana göre pek kuru sayılmaz. Gösterin lütfen, bunu sıçan kıçı gösterin bana.’ Gösterdim. ‘Hadi,’ dedi, ‘tam karşıma yerleşin.’ İstediği gibi yerleştim. Kalçalarım onu kendinden geçirmişti. Ama külotundan organını bile çıkartmadı. İzlemek onu doyuruyordu.”
“Bir ay sonra gelen hovarda, La Fournier’yi istedi. Yüce Tanrım, seçtiği nesne inanılmazdı! Kadın yetmiş yaşındaydı. Yılancık hastalığı tüm cildini kemiriyordu ve sekiz çürük dişin süslediği ağzı, onunla yakından konuşmayı imkansız kılacak denli iğrenç bir koku yayıyordu. Ama onu isteyen adamın hoşlandığı da zaten bu kusurlarıydı. Bu sahneyi merak ederek deliğe koştum. Adam yaşlı bir doktordu; ama yine de kadının yanında genç kalıyordu. Onu yakalar yakalamaz bir on beş dakika kadar ağzından öptükten sonra, yaşlı bir ineğin arkasına benzeyen yaşlı, kırış kırış kalçasını gösterdi. Adam onu da öptü ve şehvetle emdi. Üç buçuk şişe likör getirdiler. Esculape’nin bu müridi, taptığı içeceğin Iris’inin üzerine boşalttı ve her yanını yaladı. Kadının tüm bedenini tükürük içinde bırakmıştı. ‘Ah dostum!’ dedi sonunda yaşlı mama. ‘Artık bittim, artık tükendim! Hazırlan dostum, aldıklarımı iade etmeliyim.’ Salerne’nin öğrencisi diz çöktü, külotundan kara kırışık organını çıkardı ve heyecanla okşamaya başladı. La Fournier iğrenç, tombul kalçalarını adamın ağzının üzerine yerleştirerek organını emmeye başladı. Şehvet düşkünümüz daha fazla dayanamayarak boşaldı ve şehvetten yığıldı kaldı. Hovardamız bu sayede iki tutkusunu birden tatmin etmişti. Ayyaşlığını ve şehvet merakını.”
Sf: 231
Bu maceranın kahramanı kraliyet ordusundan bir onbaşıydı. Onu çırılçıplak soymak ve bir bebek gibi kundaklamam gerekiyordu. Bu durumdayken önünde duran tabağın içine dışkımı bırakacaktım. Her şey bittiğinde hovardamız çocuksu çığlıklar atıyordu.”
Sf: 235
ON DÖRDÜNCÜ GÜN
Her sabah güzeller güzeli manastır kızlarının dışkılarıyla dolu vazolar gönderiyordu. Adam bunları sıraya koyuyordu. Oraya gittiğimde benden en eskilerden birini, söylediği numaralı vazoyu alıp getirmemi emretti. Götürdüm. ‘Ah!’ dedi, Bu, gün ışığı kadar güzel, daha on altısında bir kıza ait. Ben onunla uğraşırken sende benimle ilgilen!’ Bütün seremoni onu tahrik etmekten, sonra da aynı kap içine kendi dışkımı bırakmaktan ibaretti. Yaparken beni seyrediyor
“Bence daha ilginç olan ( bu yaşlı bir keşişti) bir başkası geldi. Kız ya da erkek onun için fark etmiyordu. Gelenlerden sekiz on dışkı parçası istedi. Bunları birbirine karıştırdı, ezdi, tam ortasını araladı ve ben buradan uzattığı organını emerken asıl ilgisini bu karışıma yönelterek boşaldı.”
Sf: 236
“Hoşunuza gittiğini gördüğüm adam,” dedi Duclos, “ona sunulan kadının midesinin mutlaka bozuk olmasını istiyordu. Beni önceden herhangi bir şekilde uyarmamış olan la Fournier, akşam yemeğinde dışkımı yumuşatan ve hatta bir süre sonra tamamen sıvılaştıran bir ilaç yutturdu. Adamımız geldi. Kült nesnesine kondurduğu ve içimi alt üst eden kramplar nedeniyle zor katlandığım birkaç hazırlık öpücüğünden sonra kendimi serbest bıraktım. İçimdekiler boşaldı. Cinsel organını tutuyordum. Kendinden geçti. Her şeyi yuttuktan sonra benden dahasını istedi. İkinci bir çıkartmayı bir üçüncüsü izledi ve şehvet düşkününün küçük organı, parmaklarımın arasına aldığı hazzın kanıtlarını bıraktı en sonunda.”
Sf: 241
ON BEŞİNCİ GÜN
‘Dışkı isteğiniz var mı?’ diye devam etti adam. ‘Hayır, mösyö.’ ‘Eh peki! Ama benim var. Bana bakın ve taklit edin. Bu arada beni tatmin etmeye hazırlanın. Şu elbiseleri de çıkarın artık.’ Çıkarıldılar. ‘Şu sofanın üzerine bacaklarınız yukarıda ve başınız aşağıda yerleşin.’ Lucile yerini aldıktan sonra yaşlı adam pozisyonunu düzeltti. İyice ayırdığı bacakların küçük güzel organı mümkün olduğunca aralık bırakmasını sağlayarak kalçaları bir oturak olarak kullanılabilecek şekilde üzerine yerleşti. Nihai hedefi buydu ve oturağını daha da rahatlaştırmak üzere, iki elinin bütün gücüyle iki yana çekmeye başladı.Yerine yerleşti, ıkındı, bir bok parçası Aşk’ın bile tapınak olarak küçümsediği sunağa yerleşti. Adam arkasını döndü ve parmaklarıyla, az önce çıkardığı pisliği araladığı vajinanın içine olabildiğince itti. Yeniden oturdu.Bir ikinci ve sonra da bir üçüncü parçayı çıkardı ve her seferinde aynı itme seremonisini tekrarladı. Nihayet sonuncusu gelmişti. Bu kez öylesine kabaydı ki, küçük kız bir çığlık attı ve belki de bu iğrenç iş sırasında doğanın kızlık zarı ile süslediği değerli çiçeğini kaybetti. İşte şehvet düşkünü adamımızın haz anı da bu andı. Genç ve güzel küçük organı bokla doldurmak, bastırmak ve yeniden bastırmak. İşte en büyük zevki buydu. Cinsel organıyla oynamaya devam ederek dışarı çıktı.Yumuşak olmasına rağmen oynamaya devam ediyordu. Mide bulandırıcı organı ile uğraşarak az miktardaki sperminden birkaç damlayı yere akıtmayı başardı. Bunca iğrençliğe mal olduğu için yitirmekten pişman oluyor gibiydi.”
Sf: 242
Bu seferki yaşlı bir meclis üyesiydi. Dışkısını seyretmekle kalmam yetmiyor, aynı zamanda yardım etmem, parmaklarımla anüsüne bastırarak açmam, genişleterek maddenin çıkmasını kolaylaştırmam ve iş bittikten sonra, kirlenen her yeri dilimle büyük bir özenle temizlemem gerekiyordu.”
Sf: 245
Ünlü hekime olabildiğince dikkatli olacağıma söz verdim ve sırtını döner dönmez zayıf bir ruhu engelleyebilecek tüm saçma minnet duygularını kalbimden atarak ve yalnızca altınımı, ona sahip olmanın huzur verici çekiciliğini düşünerek, her kötülük yapışımızda içimizde doğan o muhteşem heyecanı vereceği hazzın büyüyüşünü hissederek, dediğim gibi yalnız ve yalnız bu duygulara teslim olarak iki tableti birden bir su bardağına attım ve ilacı güven içinde yutarak onun için seçtiğim ölüme kısa sürede kavuşacak tatlı arkadaşıma sundum. Yaptıklarımın başarılı sonuçlarını görünce hissettiklerimi size anlatamam.Can verirken yaşadığı öğürmenin her biri planımın gerçekten mükemmel olduğu duygusu yaratıyordu bende . Onu dinliyor, seyrediyordum. Gerçek bir sarhoşluk içindeydim. Bana kollarını uzatıyor, son bir kez daha veda ediyordu. Ben bundan haz alıyor, daha o anca sahip olacağım altınla gerçekleştireceğim binlerce proje tasarlıyordum. Uzun sürmedi. La Fournier aynı akşam vefat etti ve ben gizli paranın sahibi oldum.”
“Duclos,” dedi Dük,” dürüst ol: O sırada mastürbasyon yapıyor muydun? Suçun o ince ve şehevi duygulanımı şehvet organına dek ulaşmış mıydı?” “Evet monsenyör, size itiraf edebilirim: Aynı akşam art arda beş kez boşaldım.” “Demek doğru'” dedi Dük haykırarak. “Suçun her türlü şehvet oyunundan bağımsız, kendine ait bir tahrik ediciliği olduğu doğru.
Sf: 246
Sefalete duyulan her türlü merhamet doğanın düzenine karşı işlenmiş hakiki bir suçtur. Biz bireyler arasında yarattığı dengesizlik, eşitsizliğin hoşuna gittiğini kanıtlamaktadır. Çünkü bunu yaratan da odur ve bünyesinde bunu istemektedir. Zayıflara hırsızlık yaparak durumu düzeltme olanağı verdiğine göre, güçlülere de yardımı reddederek eski duruma dönme olanağı sağlamıştır. Evren, tüm varlıklar birbirine benzeseydi bir an olsun varlığını sürdüremezdi. Her şeyi koruyan ve idare eden düzen, bu benzersizlikten doğmaktadır.
Sf:248
“İlk düşen La Fournier’in eski dostu, Fransa’nın yaşlı maliye bakanlarından biri oldu. Ona genç Lucile’yi verdiğimde çok heyecanlanmış göründü. Alıştığı aşırılık, bir kız için hem pis hem de iğrenç olduğu üzere yüzünün üzerine pislemek, dışkılarını tüm yüzüne sıvamak ve onu bu haldeyken öpmek ve okşamaktı. Lucile bana duyduğu dostluk nedeniyle bu yaşlı iblisin tüm istediklerini yapmasına izin vermiş ve mide bulandırıcı esrini tekrar tekrar öperek karnının üzerine boşalmasını sağlamıştı.”
“Kısa zaman sonra , Eugénie’nin ilgileneceği bir başkası geldi. Dışkı dolu bir fıçı getirtti, çıplak bir kızı içine sokup çıkardı ve ilk haline dönene kadar her yanını diliyle yalayarak temizledi. Bu ünlü bir avukat, zengin ve çok tanınmış bir adamdı. Kadınlardan en ufak bir haz almıyor, hayatı boyunca sürdüreceği bu şehvet yolunu yüceltiyordu.”
Sf: 255
ON ALTINCI GÜN
Her şeyden önce karı kocadan kurtulmalıydım. Her ikisini de hapse attırmaya karar verdim. Böylelikle küçük kız korumasız kalacak ya da arkadaşlarının evine sığınacak ve onu tuzağıma çekmem kolaylaşmış olacaktı. Onlara tamamen avucumun içinde olan ve bu tür olaylardaki becerisinden emin olduğum bir dostumu gönderdim. Bilgi topladı, alacaklıları buldu, kışkırttı, destekledi. Sekiz günün sonunda hem kadın hem de adam hapisteydi. Bu andan itibaren işler benim için kolaylaşmıştı. Yoldan çıkış bir satıcı kadın, kısa süre sonra küçük kızı fakir komşularından birinin evine terk edilmiş buldu. Kız bana getirildi. İçi de tamamen dış görünüşü gibiydi: Dünyanın en yumuşak, en beyaz tenine ve en yuvarlak, en biçimli hatlarına sahipti. Kısacası, bundan daha güzel bir çocuk bulmak olanaksızdı. Tüm masraflar eklendiğinde bana yaklaşık yirmi luiye mal olmuştu ve Marki, söz konusu olacak tutarı ödemeye gönüllüydü. Ödemeyi yapacak; ama bu konuda bir daha tek kelime bile konuşmayacak, kimseyle de uğraşmak zorunda kalmayacaktı. Ondan yüz lui istemiştim; ama bu olayda esas olan harcamalarımı karşılamak olduğundan altmış luiye fit oldum. Bunun da yirmi luisini , bu küçük kızın anne ve babasının uzun süre kızlarından haber almamasını sağlayacak ayarlamaları yaptığı için savcıya gönderdim. Buna rağmen haber almayı başardılar. Kızın kaçırıldığını saklamak olanaksızdı. İhanetle suçlanan komşular yargılandılar. Sevgili kunduracı ve karısına gelince… Savcım öyle şeyler yaptı ki bu olay konusunda asla şikayetçi olamadılar. Yakalandıklarının yaklaşık on birinci yılı sonu hapiste öldüler. Bu küçük felaketten iki kat kazançlı çıkmıştım. Çünkü hem satabileceğim bir çocuk elde etmiş hem de kunduracıya vermek üzere emanet aldığım altmış bin franka kavuşmuştum.
Sf: 257
“Temel konumuz olan ve daha sonra da sık sık aksesuar olarak görebileceğimiz bu pisliklere son örnek yaşlı bir banker oldu. Ona güzel olmasına güzel; ama kırk kırk beş yaşlarında ve gırtlağı son derece geniş bir kadın gerekiyordu. Kadınla yalnız kalır kalmaz tepeden tırnağa soydu ve memelerini kabaca yokladı. ‘Ne güzel inek memeleri!’ diye haykırdı. ‘Benim kalçamı kalçamı silemeyeceklerse ne işe yarayabilirler ki?’
Sf: 258
Tüm bu tuhaf sözlerden sonra, kendi de çırılçıplak soyundu. Aman Tanrım! O ne vücuttu öyle! Baylar nasıl anlatsam size? Tepeden tırnağa tamamen irinle kaplı, tiksindirici bir yarayı andırıyordu ve iğrenç kokusu bulunduğum yan odadan bile duyuluyordu. Emilecek varlık bundan ibaretti.”
“Dilin dokunmadığı küçücük bir nokta bile bırakmadan baştan ayağa emilecekti. Ona verdiğim kadın öngörüldüğü üzere güzeldi.Bu mide bulandırıcı kadavrayı görür görmez dehşet içinde geri çekildi ‘Nasıl yani kaltak?’ dedi adam, ‘Senin mideni mi bulandırıyorum? Aman yine de bana dokunman, dilini bedenimin her noktasında gezdirmen gerekiyor. Ah! bu kadar müşkülpesent olma! Diğerleri yaptı. Hadi hadi, naz yapma!”
“Paranın her şeyi kadir olduğunu söyleyenler yanılmamıştı. Ona sunduğum zavallı inanılmaz br sefalet içindeydi ve bu işin ucunda iki lui vardı. Ondan istenilen her şeyi yaptı. Yaşlı hasta son derece iğrenç bedeni üzerinde bir dokunuş hissetmekten ve onu yiyip bitiren yanma hissini azaltmaktan memnun, şehvetle mastürbasyon yapıyordu. İş bittiğinde, sizin de tahmin edebileceğiniz üzere bu bahtsız kız korkunç bulantılar içindeydi. Adam kızı sırt üstü yatırdı, ata biner gibi üzerine yerleşti, memelerinin arasına sıçtı ve birbirlerine bastırarak geriye doğru büküldü. Ama boşaldığını görmedim. Bir süre sonra, bir tek boşalma için birçok benzeri işlem gerektiğini anladım. Bu da aynı yere iki kez gelmeyen adamlardan olduğundan, onu bir daha hiç görmedim. Aslında buna pek de üzülmedim.”
Sf: 262
ON YEDİNCİ GÜN
Bu sırada öte taraftaki Curval, Augustine’yi menisini Dük’ün zavallı karısının ağzına akıtıyor, sevimli Augustine’nin taze ve leziz küçük bokunu yutuyordu. Ziyaretler tamamlandı. Durcet , Sophie’nin kabında bok buldu. Genç kız hasta olduğunu söyleyerek özür diledi. “Hayır,” dedi Durcet dışkıya dokunarak “bu doğru değil: Sindirim sorunu olan biri ishaldir. Bu son derece sağlıklı bir dışkı.” Az sonra o ölümcül defteri alarak göz yaşlarını saklamaya ve durumuna acınmasını sağlamaya çalışan bu sevimli yaratığın adını en üste yazdı. Bunun dışında her şey yolundaydı. Oğlanların odasında, bir gün önce şölenlerde sıçmış ve kıçını yıkamaması emredilmiş olan Zélamir’in izin almadan temizlendiği fark edildi. Bu en büyük suçlardan biriydi. Zélamir de deftere kaydedildi.
Sf: 263
Yarı sarhoş olan Dük kendini Zéphire’nin kollarına bıraktı. Bir saat boyunca bu güzel çocuğun ağzını emerken durumdan yararlanan Herkül inanılmaz büyüklükteki organını Dük’ün anüsüne sokmaktaydı.
Sf: 264
“Bir üçüncüsü yine o yakınlarda beni istedi. Her aşamaya daha çok törensellik katıyordu. Sekiz gün önceden haberdar edilmiştim.Tüm bu zamanı vücudumun hiçbir yerini, özellikle de cinsel organımı, kalçamı ve ağzımı yıkamadan geçirmem gerekiyordu. Uyarıyı aldığım andan itibaren en az üç karış derinliğinde bir kabı idrar ve bokla doldurmaya başladım. Sonunda geldi.Yaşlı bir vergi memuruydu. Hali vakti yerinde güçlü bir adamdı. Çocuksuz bir duldu ve sık sık böyle partiler veriyordu. Öğrenmek istediği ilk şey, bana bildirilen ön koşulları tam olarak yerine getirip getirmediğimdi. Onu bu konuda temin ettim. İkna olmak üzere işe ağzımın üzerine , dudaklarımın üzerine bir öpücük kondurmakla başladı. Şüphesiz tatmin olmuştu; zira yukarı çıktık. Kutunun içine yerleştirdiğim değneklere baktıktan sonra bana soyunmamı emrederek yıkamam kesinlikle yasaklanmış tüm bölgelerimi koklamaya başladı. Yasağı tam olarak yerine getirmiş olduğumdan, istediği kokuyu bulmuştu şüphesiz. Çünkü cinsel organının hareketlendiğini görmüştüm ve haykırdı: ‘Ah! Kahretsin! Çok güzel! Tam istediğim gibi!’ Devamında,bu kez ben onun arkasına dokundum. Derisi hem rengiyle hem de sertliğiyle hakiki bir meşin gibiydi. Bir an dokunduktan, okşadıktan sonra biçimsiz kalçalarını araladım, sopaları içine batırıp çıkardım ve silmeden tüm gücümle on kez vurdum. Ama darbelerim bu inanılmaz kaleyi hiç etkilememiş gibiydi, herhangi bir harekette bulunmadı. Bu ilk ataktan sonra üç parmağımı birden anüsüne soktum ve tüm gücümle hareket ettirmeye başladım. Adamımızın burası da hissizdi: Kımıldamadı bile. Bu ilk iki hafif seremoniden sonra harekete geçen bu kez o oldu: Karnımı yatağa yapıştırdı, çömeldi, kalçalarımı araladı ve diliyle istediği gibi şüphesiz inanılmaz derecede koku yayan her iki deliğimde de dolaşmaya başladı. İyice içine çektikten sonra, onu yeniden kırbaçladım. Yeniden diz çöktü ve diliyle dokundu. Bu böyle en az o beş kere tekrarlandı. Sonunda rolümü öğrenmiştim.Dokunmadan izlediğim organının durumuna göre davranıyordum. Diz çöküşlerinden birinde tam burnunun ortasına dışkımı bıraktım. Geri düştü, bana küstah olduğumu söyledi ve kendi kendini tahrik ederek, yoldan geçenlerin bile duyabileceği çığlıklar atarak boşaldı. Dışkılar yere düşmüştü. Bakmak ve koklamakla yetindi. Dokunmadı. En az iki yüz kırbaç darbesi yemişti. Kaba etleri uzun süredir alışkın göründüğünden, çok hafif bir izden başka bir şey kalmadığını söyleyebilirim.”
Sf: 266
Evet, bide kullanmıyorum; ama yıkanmama süresinin daha uzun olmasını isterdim: En az üç ay suya dokunulmamalı bence.” “Başkan organın sertleşiyor!” dedi ona Dük. “İnanabiliyor musunuz?” dedi Curval. “Beni Aline’ye sorabilirsiniz o size söyleyecektir. Çünkü ben başlangıcını da bitişini de fark edemeyecek kadar alıştım bu duruma. Sizi temin edebileceğim tek konu, konuşmakta olduğumuz şu anda pis bir fahişe istediğimdir. Benim için her türlü rahatlığı sonuna kadar göstermesi, poposunun dışkı ve organının balık gibi kokmasıdır. Hey Thérése! Pislikte zıvanadan çıkmış olmalısın. Vaftizden beri yıkanmamış mide bulandırıcı organının kokusu üç metre öteden duyuluyor. Lütfen gel burnuma daya ve hatta bunlara bir parça da dışkı ekle.” Thérése yaklaştı. Bu pis, mide bulandırıcı ve iğrenç sözler üzerine Başkan’ın burnuna sürtündü ve istenilen bok parçasını bıraktı.
Sf: 272
ON SEKİZİNCİ GÜN
“Ondan faydalanmak istediğim durumu göstermek için kısa bir süre sonra, vücudunun her yerine kamçı darbeleri vurduran bir yaşlı Cythére karakteri ile bir araya getirdim. Adam kanlar içindeydi, içindeyken kızın kendi ellerine işemesi ve adamın vücudunun en çok parçalanmış yerlerinin üzerine sürmesi gerekiyordu. Bu losyon sürüldükten sonra , işkenceye yeniden başlanıyordu. Sonunda boşaldı ve bu yeni merhemi tekrar adamın vücuduna sürdü.”
Sf: 274
Örneğin Martaine ve Desgrandes’in anlatacağı türden hazlar için de bir kız bir oğlandan daha iyidir.” “Kabul etmiyorum” dedi Piskopos. “Sizin kastettikleriniz için bile bir oğlan bir kızdan daha iyidir. Hazzı asıl yaşayanın neredeyse her zaman kötü taraf olduğunu unutmayın. Günah sizin cinsinizden olan biriyle olmayacana göre daha büyük görünecektir.ve o anda, şehvet de iki kat olacaktır.”
Sf: 275
Söz konusu olan, cinsel organı ile oynarken git gide artan şiddette dayak yemekti. Yani önce yavaş yavaş, daha sonra organın aldığı duruma göre biraz daha güçlü ve sonunda boşalırken tüm gücümle dövmem gerekiyordu. Bu adamın çılgınlığını öyle iyi anlamıştım ki, yirminci tokatla menisini fışkırttım.”
“Yirminci! dedi piskopos, “Vay canına! Benim isteğimi kaçırmak için bu kadarı bile gerekmez.”
İki yıldan beri, kulaklarından kan gelene kadar, burnunun tam üzerine yirmi yumruk vurulduğundan , kalçaları, organı ve testisleri ısırıldığından iktidarsız kalmış bir adamla yaşıyordu. Oldukça zahmetli hazırlıklardan sonra, damızlık atlar gibi oluyor ve neredeyse her seferinde bu özel muameleyi yapan kişinin yüzüne, şeytana yeminler ederek boşalıyordu.”
Dük; Herkül, Durcet Bande-au-ciel, Piskopos; Antonioüs ve Curval Brise-cul tarafından kan gelene kadar kamçılandı. Gündüz hiçbir şey yapmamış olan Piskopos şölenler sırasında, Zélamir’in iki günden beri tutturduğu bokunu yiyerek boşaldı. Ve yattılar.
Sf: 277
ON DOKUZUNCU GÜN
Daha sabahtan, o günün şehvet oyunları için seçilmiş kişilerin bokları üzerinde birkaç incelemeden sonra Duclos’un öykülerinde sözünü ettiği bir şeyi denemek gerektiğine karar verildi. Baylarınki dışındaki tüm masalardan ekmek ve çorbanın kaldırılmasından söz ediyorum. Bu iki nesne kaldırılarak kümes ve av hayvanı etleri iki katına çıkarıldı. Sekiz gün sonunda dışkılarda belirgin bir fark görüldü: Daha yumuşak, daha yapışkan, çok daha tatlıydılar. Aucourt’un Duclos’a verdiği tavsiyelerin bu konularda gerçekten uzman bir hovardanın tavsiyesi olduğuna karar verildi. Nefes kokularında da bir miktar değişiklik oluşabileceğini düşündüler.
Sf: 278
Ama emin olun hiç kokusuz bir ağız da öperken hiç haz vermeyecektir: Bu tür hazlar için her zaman biraz keskince bir tuz gereklidir ve bu keskinlik ancak biraz pislikle sağlanır. Ağız ne kadar temiz olursa olsun en azından onu emen sevgiliyle biraz kirlenir ve onun hoşuna gidenin de bu pislik olduğuna şüphe yoktur. Bu konuda bir adım daha ileri gidersek, bu ğzın pis olmasını isteyebilirsiniz: Çürümüşlük ya da kadavra kokmazsa, süt ya da çocuk kokar.
Dük, Sophie’yi eline sıçtırıp yüzüne sürerek bacaklarının arasından becerdi. Piskopos aynısını Giton’a ve Curval de Michette’ye yaptı. Durcet ise Cupidon’u pisletti. Başka hiç kimse boşalmadı.
Sf: 289
YİRMİNCİ GÜN
Şölenlerde, bayların yukarıda çok daha bol ve çok daha kokulu dışkılar söz konusu edildiği yeni bir sistemden söz edildiğini duyan Duclos, onlar gibi amatörlerin daha çok ve daha hoş kokulu boklar elde etmenin sırrını bilmediklerini görünce şaşırdığını söyledi. Nasıl olacağı konusunda sorguya çekilince , tek yolun kişiye hemen oracıkta yaptırmak, ona karışık ya da sağlıksız şeyler yedirmek yerine, yemek saati dışında atıştırmasını sağlamak olduğunu söyledi. Deney o gece gerçekleşti. O akşam yemeğe katılmayan ve yemekten hemen sonra yatan Fanny’yi uyandırdılar. Hemen oracıkta dört büyük bisküvi yemeye zorladılar. Ertesi sabah kız o güne kadar elde ettikleri en büyük ve en güzel boku çıkarttı. Böylece, asla ekmek vermemek koşuluyla bu sistemi benimsediler. Duclos, diğer sırrın meyvelerle güzelleştirme olabileceğini onaylamıştı.
Sf: 293
YİRMİ BİRİNCİ GÜN
Bir annenin bizi karnında taşımasından dolayı saygımızı değil nefretimizi hakettiğini; çünkü sadece kendi zevki için ve dünyada yaşanabilecek felaketlere maruz bırakma riskine rağmen bizi yalnızca ve yalnızca kaba şehvet duygusunu tatmin etmek için dünyaya getirdiğini gösterdim.
Sf: 294
İşte ona yapmanı istediklerimden iki haz alma nedeni daha: İntikamın verdiği büyük mutluluk ve kötülük yapmaktan alınan haz.
Sf: 300
‘Ne ücreti alçak?’ dedim ona, ‘İşte sana ücret!’ Ona oracıkta en azından bir düzine darbe indirdim. Kaçmak istedi. Takip ettim ve işte, o sırada hovardamız sanki onu gırtlaklıyorlar, öldürüyorlarmış, sandığı gibi dürüst bir kadının değil bir orospunun evindeymiş gibi avazı çıktığı kadar bağırarak tüm merdiven boyunca boşalmaya devam etti.”
“Altı ay sonra birlikte olduğum bir keşiş, organı ve testisleri üzerine kaynamış balmumu dökmemi istiyordu. Ona dokunulmasına gerek kalmadan yalnızca bu hisle boşalıyordu. Organı hiç sertleşmiyor ve menisinin fışkırması için her yerinin balmumuyla kaplanması ve insana benzer halden çıkması gerekiyordu.”
“Bu sonuncusunun bir arkadaşı kalçasını altın iğnelerle delik deşik ettiriyordu. Bu şekilde deliklerle bezenen arka tarafı bir kalçadan çok kevgire benziyordu. İğnelerin batışlarını daha iyi hissetmek için üzerine oturuyordu. Ona bütünüyle aralanmış kalçalar gösteriliyor, o da kendi organı ile oynayarak bir anüs deliği üzerine boşalıyordu.”
Sf: 303
YİRMİ İKİNCİ GÜN
Bunlardan ilki, sıcak su ile doldurulan ve boşalma anında içindeki suyu, kimse dokunmadan sonuna kadar boşaltan bir kalaylı yapay erkeklik organını kıçına sokup çıkartıyordu.
Sf: 315
YİRMİ DÖRDÜNCÜ GÜN
Benim dinim, nefret ve nefret içeren her şeydir. Size karşı ayrım gözetmeyişim konusundaysa her zaman aşağıladığım iğrenç ve bayağı safsatalardan söz etmeye devam ederseniz çok şiddetli bir tiksintiye kapılacağım konusunda sizi uyarmak isterim. Bir Tanrı’nın varlığını kabul etmek için aklı yitirmek ve ona tapmak için ise bütünüyle aptal olmak lazım
Sf: 319
Gözlerimi kapar kapamaz beni kefene sararak bu tabutun içine yerleştirin ve tabutu çivileyin. Niyetim bu zevkin koynunda ölmek ve bu son anımda şehvet nesnemden hizmet almaktır. Hadi, ‘ diye devam etti, alçak bir sesle ve kesik kesik soluyarak ‘çabuk olun; zira son anımı yaşıyorum.’ Yaklaştım, arkamı döndüm, ona kalçalarımı gösterdim. ‘Ah! Ne güzel bir kalça!’ dedi. ‘Beni bu güzelin mezara götürmesinden çok hoşnuttum.’ Ve dokunarak araladı, heyecanlı bir şekilde öptü.”
“Ah!’ dedi biraz sonra uzaklaşarak ve öteki tarafa dönerek. ‘Bu hazzı uzun süre yaşayamayacağımı biliyordum! Ölüyorum, size söylediklerimi unutmayın.’ Ve bunları söyledikten sonra derin bir soluk verdi, morardı. Şeytan herif rolünü öyle iyi oynuyordu ki, neredeyse öldüğüne ben bile inanacaktım.
Sf: 320
“Bir başkası için doğanın, her köşesini tüylü yarattığı bedeninin tamamını şarap ispirtosu ile ovuyor, ardından bu ispirtolu likörü tutuşturuyordum. Tüm tüyler aynı anda yok oluyordu. Kendini alevler içinde görünce boşalıyordu. Bu arada bende belimi, kalçamı ve geri kalan bölgelerimi gösteriyordum. Çünkü bu adamın asla ön tarafa bakmamak gibi kötü bir zevki vardı.”
Sf: 322
Bir topluluğun tamamı aynı hatayı yaptığında, yine topluca affedilmektedir.
Sf: 324
YİRMİ BEŞİNCİ GÜN
Bu, küçük güzel çifti cumartesi günü cezada görme fikri öylesine hoştu ki, kimse merhamet etmeyi aklından bile geçirmedi.
Sf: 327
Altmış yaşında ve her şehvet oyununa fazlasıyla düşkün birinin duygularını ancak vücudunun her yerinde ve özellikle de doğanın bu hazları verdiği yerler üzerinde bir mum yaktırarak uyandırabilen bir adam olabileceğine inanır mısınız? Bu mumları kalçalarına, cinsel organına, taşaklarına ve özellikle de kıç deliğine sıkıca bastırarak söndürüyorduk. Bu arada, o da bir kıç deliği öpüyor ve bu acılı işlem on beş yirmi kez tekrarlandıktan sonra , ona hizmet eden yakıcının anüsünü emerek boşalıyordu.”
“Kısa bir süre sonra, beni bir at kaşağısı kullanmaya zorlayan ve tüm vücudunu tam olarak adını andığımız hayvanlarınki gibi kaşağılamamı isteyen bir başkasını gördüm. Vücudu tamamen kana bulandığında onu şarap ispirtosuyla ovalıyordum ve bu acı anı onun, gerdanımın üzerine patlayarak boşalmasını sağlıyordu: Menisiyle sulamak istediği savaş alanı burasıydı. Önünde diz üstü çöküyor, organını memelerimle sıkıştırıyor ve taşaklarındaki fazla sertliği ustalıkla yayıyordum.”
“Bir dördüncüsü, organını ağzıma yerleştiriyor ve tüm gücümle ısırmamı emrediyordu. Bu sırada son derece sivri dişli bir demir tarakla iki kalçasını yırtıyor, daha sonra da organının çok hafif ve çok zayıf bir ereksiyonla boşalmaya hazır olduğunu hissettiğim anda, iki kalçasını olağanüstü miktarda ayırıyor ve bu iş için önceden yere yerleştirmiş olduğum bir mumu anüsüne, deliğine mümkün olduğunca yaklaştırıyordum. Ancak bu mumun anüsünü yaktığını hissettiğinde boşalmaya hazır oluyordu. Böylece ısırıklarımın şiddetini iki katına çıkarıyordum. Çok geçmeden ağzım dolmuş oluyordu.”
Sf: 334
YİRMİ ALTINCI GÜN
Kahveye geçtiler. Sophie, Fanny, Zélamir ve Adonis bu kez özel bir şekilde servis yapıyordu: Kahveyi ağızlarıyla taşıyorlardı. Sophie, Dük’e, Fanny Curval’e, Zélamir Piskopos’a ve Adonis Durcet’e hizmet ediyordu. Ağızlarına bir yudum alıyor, çalkalıyor ve hizmet ettikleri kişinin gırtlağına boşaltıyorlardı. Masadan son derece baştan çıkmış halde kalkan Curval, bu seremonide tekrar isteklendi ve organı sertleşince Fanny’yi yakaladı ve ağzına boşalarak bu zavallı çocuğun kımıldamaya bile cesaret edemeyeceği en ağır işkencelerle yutmasını emretti.
Sf: 336
“İşte, buradayız” dedi kadın. ” Daha çok hoşunuza gideceğini sandığım, çarpıcı olaylar içeren detaylara geldik. Bildiğiniz gibi Paris’te ölüleri, evlerin kapılarında sergileme geleneği vardır. Akşam, onu götüreceğim bu tür yas evlerinin her biri için bana on iki frank ödeyen bir adam vardı. Tüm istediği benimle birlikte mümkün olduğunca ev gezmek, hatta mümkünse tabutun yanına kadar yaklaşmaktı. Menisini tabutun üzerine fışkırtacak şekilde tahrik etmeye zorluyordu beni. Böyle üç dört gece koşturduk durduk. Her gittiğimiz yerde aynı işi yapıyorduk. Ben onun organı ile oynarken arkama dokunmaktan başka bir şey yapmıyordu. Yaklaşık otuz yaşlarında bir adamdı ve neredeyse on yıl müdavimim oldu. Bu süre boyunca iki binden fazla tabutun üzerine boşalmasını sağladığıma eminim.”
“Biraz benzer bir fanteziyi çok daha ötelere götüren bir başkası, herhangi bir mezarlıkta tehlikeli bir hastalıktan ölmemiş ( en çok üzerinde durduğu buydu) bir genç kızı gömecekleri zaman bize haber verecek ispiyoncuların bulunmasını istiyordu. Ona istediğini bulduğumda, her seferinde büyük para ödüyordu. Akşam yola çıkıyorduk, bir şekilde mezarlığa giriyorduk ve ispiyoncunun bildirdiği çukura gidiyorduk. Mezar daha çok yeni örtüldüğünden cesedinin üzerine kaplayan toprağı ellerimizle kazmamız kolay oluyordu. Ona dokunabilir hale gelir gelmez adam cesedi, özellikle de kalçalarını okşarken ben de onun organı ile oynuyordum. Bazen ikinci kez sertleşiyordu organı. O zaman da cesedin üzerinde pisliyor ve beni de dışkımı da bırakmadan bedenin dokunabileceği her yerini okşayarak boşalıyordu.”
Sf: 342
YİRMİ YEDİNCİ GÜN
Beni çırılçıplak halde bir sedirin üzerine yatırdı. Göğsümün üzerine ata biner gibi oturdu, organını iki mememin arasına yerleştirdi, mümkün olduğunca sıkıştırmamı istedi ve kısa süre sonra memelerimi meniye buladı ve bu sırada yüzüme yirmiden fazla yoğun balgam attı.”
Sf: 344
Aldığı haz işkencenin türüne göre değişiyordu: Adamın asılmasından çok az etkilenirken kafasının kesilmesi onu coşkudan delirtiyordu. Adam yakılıyor ya da kolları bacakları kesiliyorsa tamamen kendinden geçiyordu. Erkek ya da kadın olması onun için fark etmiyordu: ‘Hamile bir kadın belki biraz daha etkileyebilirdi; ama maalesef olmadı.’ ‘Ama monsenyör,’dedim ona bir gün, ‘gücünüzü kullanıp zavallı bir hamile kurbanı ölüme götürebilirsiniz.’ ‘Şüphesiz!’ diye cevap verdi bana. ‘Bu beni daha çok eğlendirir. Otuz yıldan beri hakimlik yapıyorum, ölüme başka türlü ses verdiğim olmadı.’ ‘Peki, bu insanların ölümüne neden olarak bir tür katil olduğunuzu düşünmüyor musunuz?’ dedim.’Nasıl?’ dedi bana. ‘Biraz daha açık konuşun!’ ‘Bu yaptıklarınız tüm dünyada dehşetle karşılanır.’ ‘Oh!’ dedi bana. ‘Cinsel isteklerimiz için dehşet içeren eylemlerden yararlanmayı bilmek gerekir. Bu oldukça basittir. Sizin tüyler ürpertici olduğunu düşündüğünüz bu olay boşalmanıza neden olduğunda korkunç olmaktan çıkar . Artık yalnızca diğerlerinin gözünde böyledir. Diğerlerinin nesneler üzerine neredeyse her zaman hatalı olan görüşünün bu konuda da hatalı olmadığını kim garanti edebilir bana? Hey şeyiyle iyi ya da her şeyiyle kötü hiçbir şey yoktur.’ diye devam etti. Bu değerlendirmeler geleneklerimiz, genel bakış açımız ve önyargılarımızla ilişkilidir. Bu noktada, aslında tamamen önemsiz olan bir şey sizin gözünüzde iğrenç olduğu halde benim hoşuma gidebilir. İşte, o andan itibaren doğru yeri saptama güçlüğü doğar. Yalnızca siz aşağılıyorsunuz diye kendimi eğlendiğim bir şeyden mahrum etmem delilik değil midir? Git, git sevgili Duclos! Bir insanın hayatı da bir kedi ya da bir köpeğin ki gibi üzerinde oynayabileceğimiz denli önemsiz bir şeydir. Kendini korumak konusunda en acizi odur. Oysa aşağı yukarı bizimle aynı silahlara sahiptir. Bu kadarına bile endişelendiğine göre’ diye ekledi adamım, ‘bakalım arkadaşlarımdan birinin fantezisine ne diyeceksin? ‘ İsterseniz baylar bu adamın bana anlattığı bu haz, bu akşamın beşincisi ve son öyküsü olsun.”
Sf: 353
“Saraydan, yaklaşık otuz beş yaşlarında bir senyör” dedi Duclos, “bana geldi ve bulabileceğim en güzel kızlardan birini istedi. Bana çılgınlığını önceden söylemişti. Onu tatmin etmek için daha önce hiçbir partiye katılmamış ve şüphesiz bulabileceği en güzel yaratıklardan biri olan bir genç işçimi verdim. İkisini odaya koydum ve neler olup biteceğini görme merakından hemen duvardaki deliğin başına gittim. ‘Madam Duclos sizin gibi çirkin bir orospuyu nereden buldu?’ diye başladı adam. ‘Çirkefin içinden şüphesiz! Sizi bulmaya geldiklerinde birkaç nöbetçi askere asılıyordunuz herhalde.’ Utangaç genç kız olacaklar konusunda haberdar edilmediğinden nasıl davranacağını bilemiyordu. ‘Hadi! Soyunun o halde.’ diye devam etti muhasip.’Ne kadar da çarpıksınız! Sizden daha çirkin ve daha aptal bir fahişe hayatta görmedim. Eh hadi ama bu gidişle işimiz bugün bitmeyecek! Ah! Bu kadar övdükleri vücut bu mu? O ne biçim memeler öyle. Bu kadarı ancak yaşlı bir inekte olur herhalde!’ Ve kabaca dokundu. ‘Ya bu göbek! Ne kadar da kırış kırış… Yirmi çocuk mu doğurdunuz ne?’ ‘Bir tane bile doğurmadım mösyö. Sizi temin ederim.’ ‘Oh! Evet, bir tane bile öyle mi: Tüm kaltaklar böyle der. Onlara kalsa hepsi bakiredir. Hadi arkanızı dönün! O iğrenç poponuzu… O ne pörsümüş, o ne mide bulandırıcı kalçalar öyle. Poponuzu tekmelerle döve döve bu hale getirdiler arkanızı herhalde!’ Burada sözü edilenin hayatta görebileceğiniz en güzel kıç olduğunu unutmayın baylar. Bununla birlikte genç kız alt üst olmaya başlamıştı. Küçük kalbinin çırpınmalarını hissediyor, güzel gözlerinin bulutlandığını görüyordum. Lanet olası hergele, git gide daha da abartıyordu. Kıza söylediği tüm saçmalıkları size aktarmam imkansız. Ona dünyadaki en çirkin ve en iğrenç yaratık olduğunu söyleme cesaretini bile gösterdi. Sonunda kızın kalbi sıkıştı ve gözyaşları döküldü. İşte bu, şehvet düşkünü adamın bıktırıcı sözler paketini sakladığı son andı. Kızın cildine, boyuna, çizgilerine, kızın etkileyici olduğunu düşündüğü kokusunun mide bulandırıcılığına, duruşuna, aklına ilişkin tüm korkunç sözleri size aktarmam olanaksız: Tek kelimeyle, onurunu kırmak için tüm yollara başvurdu. Ancak bir hamalın ağzına alabileceği çirkinlikleri kusarak kızın üzerine boşaldı. Bu sahne son derece keyifli bir olayla sonuçlandı: Bu genç kıza bir yemine mal oldu. Kız hayatta bir daha asla böyle bir maceraya girişmeyeceğine yemin etti ve sekiz gün sonra, hayatının kalanını geçirmek üzere bir manastıra kapandığını öğrendim. Bunu genç adama söyledim. Çok eğlendi ve yapacağı yeni konuşmalar için başkalarını istedi.”
Sf: 356
“Anlat, anlatmaya devam et!” dedi Curval.”Meninin, duygularımı hiçbir zaman etkilemediğini ve kötülüğe duyduğum en büyük aşkın onu yaptıktan hemen sonra doğduğunu bilmez misin?”
“Eh peki”dedi Duclos, “Tutkusu kadınları doğurtmak olan bir adamla tanıştım. Kadını acılar içinde seyrederken mastürbasyon yapıyor ve çıkar çıkmaz çocuğun kafasına boşalıyordu.”
“Bir ikincisi, yedi aylık hamile bir kadını on beş ayak bir kaidenin üzerine bağlıyordu. Kadın dimdik, dengesini kaybetmeden durmak zorundaydı. Çünkü şansızlık eseri düşseydi, hem kendisi hem yavrusu ezilecekti. Sözünü ettiğim şehvet düşkünü adam, bunun için para ödediği halde zavallı kadının durumundan pek fazla etkilenmediğinden kadını boşalana kadar burada tutuyor ve önünde ‘Ah! Güzel heykel, güzel yaratık, güzel imparatoriçe!’ diye haykırarak mastürbasyon yapıyordu.
Sf: 357
“Tutkusu çocuklara tiz çığlıklar attırmak olan bir adam tanıdım” dedi bu güzel kız. “Ona en fazla üç dört yaşlarında çocuğu olan bir anne gerekiyordu. Bu annenin çocuğu kendi gözleri önünde sert bir şekilde ısırmasını istiyordu ve bu muameleden rahatsız olan küçük yaratık tiz çığlıklar atmaya başladığında annenin yaşlı şehvet düşkününün organına yapışması ve çocuğa doğru sert bir şekilde sallaması, çocuk gözyaşları dökmeye başlar başlamaz burnuna boşalmasını sağlaması gerekiyordu.”
Sf: 358
İnsanın duyarlılığı ne işe yarıyordu ve onun mutlu olup olmamasında etkili miydi? Curval bunun yalnızca tuzak oluşturduğunu ve çocuklukta, en acımasız gösterilerle ilk yok edilmesi gereken duygu olduğunu kanıtladı.
Sf: 359
YİRMİ DOKUZUNCU GÜN
Bir atasözü vardır ( ve atasözünden de önemlidir): Buna göre, iştahın yemek yerken açıldığı öne sürülür. Bu atasözü basit olmakla birlikte çok derin bir anlamı vardır: Kötülük yaptıkça yenisini isteriz ve ne kadar çok yaparsak o kadar çok isteriz anlamına gelmektedir.
Sf: 361
Benden çok kıllı bir kız istediğini söyledi. Ona, hem koltukaltlarında hem de cinsel organı üzerinde tutam tutam kılları olan yirmi sekiz yaşında bir yaratık verdim. ‘İşte, ihtiyacım olan buydu,’ dedi. Bana fazlasıyla bağı olduğundan ve sık sık birlikte eğlendiğimizden hiçbir şey sakınmazdı benden. Kızı çıplak iki kolları kalkık halde bir sedirin üzerine yatırdı. Son derece ince uzun bir makasla bu yaratığın iki koltuk altının tüylerini kesmeye başladı. Koltuk altından cinsel organa geçti. Onu da çırılçıplak bıraktı. Her iki tarafta da sanki daha önce hiç kıl olmamış gibi en küçük bir iz kalmayacak şekilde çok büyük bir titizlik gösteriyordu. İşi bittiğinde, tüylerini kestiği yerleri öptü ve eseriyle coşarak bu kırkılmış kıllar yığını üzerine menisini yaydı.”
Sf: 363
“Bir başkası çok daha garip bir tören istiyordu: Bu adam, Florville Dükü idi. Bulabileceğim en güzel kadınlardan birini evine götürmem emrini almıştım. Bir uşak karşıladı bizi; bir döner kapıdan girdik malikaneye. ‘Şu güzel yaratığı hazırlayalım’ dedi bana kahya.’Bay Dük’ün eğlenebileceği hale gelmeli. İzleyin beni.’Oldukça loş dönemeçler ve koridorlardan geçtikten sonra , sonunda siyah satenden bir minderin çevresine yerleştirilmiş altı mumla aydınlatılan loş bir odaya girdik. Tüm oda yas için döşenmiş gibi görünüyordu. İçeri girince korktuk. ‘Sakin olun!’ dedi bize rehberimiz. ‘Başınıza en küçük bir kötülük gelmeyecek. Yine de her şeye hazırlıklı olun ve özellikle de size söyleyeceklerimi tam olarak yerine getirin.’ Kızı çırılçıplak soydu. Muhteşem saçlarını açarak serbest bıraktı. Ardından mumların ortasına yerleştirilmiş bir mindere yatırdı. Ölü süsü vererek tüm sahne boyunca mümkün olduğunca kımıldamamasını ve nefes almamasını söyledi. ‘Çünkü eğer, efendim sizin gerçekten öldüğünüze inanmaz oyun oynadığınızı fark ederse, deliye dönecek ve emin olun paranızı ödemeyecektir.’ Kızı minderin üzerine bir kadavra gibi yerleştirir yerleştirmez ağzına ve bakışlarına acı çektiği duygusu vererek saçlarını çıplak göğsüne döktü. Kızın hemen yanına bir hançer yerleştirdi ve kalbinin bulunduğu tarafa tavuk kanı ile çok büyük bir yara açılmış görüntüsü verdi. ‘Sakın endişelenmeyin,’ yine genç kıza. ‘Hiçbir şey söylemenize , yapmanıza gerek yok: Hareketsiz kalmanız ve sizden uzak olduğunu gördüğünüz anlarda fark ettirmeden nefes almanız gerekiyor. Şimdi biz çekilebiliriz,’ dedi uşak. ‘Gelin madam, matmazelden endişe etmemiz için sizi tüm sahneyi duyabileceğiniz ve görebileceğiniz bir yere yerleştireceğim.’ Kız önceleri çok heyecanlıydı, daha sonra da uşağın sözleriyle biraz sakinleşti. Onu o halde bırakarak çıktık. Beni gizemin kutsanacağı odanın yanındaki bir hücreye götürdü ve siyah bir perdeyle örtülü kötü yapılmış bir kapı aracılığıyla her şeyi duyabiliyordum. Görmek de çok kolaydı; çünkü örtü ince kreptendi. Ardındaki nesneleri odanın içindeymiş gibi ayırt edebiliyordum. Uşak bir çanın ipini çekti. Bu işaretti. Birkaç dakika sonra, yaklaşık altmış yaşlarında uzun boylu, zayıf ve cılız bir adamın içeri girdiğini gördük. Hint işi taftadan uçuşan bir ropdöşambrın içinde tamamen çıplaktı. İçeri girer girmez durdu. Burada gördüklerimizin bir sürpriz olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Çünkü kesinlikle yalnız olduklarına inanan Dük, onu seyrettiğimizi hayal etmekten çok uzaktı. ‘Ah! Ne güzel bir kadavra!’ diye haykırdı az sonra. ‘Ne güzel bir ceset! Oh! Aman Tanrım’ Kan ve hançere bakılırsa daha yeni öldürülmüş…Ah! Bu işi yapan nasıl da coşmuştur kim bilir!’ Cinsel organıyla oynayarak: ‘Bir darbede ben indirmeyi nasıl da isterdim! Kızın karnına dokunarak: ‘Hamile miydi acaba ? Ah ne yazık ki hayır. Dokunmaya devam ederek: ‘Ne güzel bir ten! Hala sıcak. Ve ne kadar güzel bir göğüs!’ Kızın üzerine eğildi ve inanılmaz bir öfkeyle ağzını öptü. ‘Hâlâ tükürükleri duruyor’ dedi. ‘Bu salgıyı nasıl da seviyorum!’ İkinci kez dilini gırtlağına kadar soktu. Rolünü bu kızdan daha iyi oynamak olanaksızdı.Bir kütük kadar hareketsizdi. Dük yaklaştığı zamanlarda, hiç nefes almıyordu. Sonunda kızı yakaladı ve karın üstü döndürdü: ‘Bu güzel kalçaya bir bakmam lazım.’ dedi. Görür görmez: ‘Ah! Kahretsin, ne güzel kalçalar bunlar!’ Onları öptü, araladı ve dilini o küçük deliğe yerleştirişini açıkça gördük. ‘İşte tam istediğim gibi’ diye haykırdı heyecanla. Hayatta gördüğüm en güzel kadavralardan biri! Ah! Kahretsin, kahretsin! Onu bizzat öldürmüş olmayı nasıl da isterdim!’ Operasyonun sonu böyle geldi.
Sf: 366
“Bu maceradan bir süre sonra, yine bir başka hovarda ile yalnızdım,” dedi, Duclos.”Adamın çılgınlığı belki biraz daha aşağılayıcıydı; ama o kadar iç karartıcı sayılmazdı. Beni zemini çok güzel halı kaplı bir salona aldı. Çırılçıplak soyduktan sonra dört ayak üzerine yerleştirdi: ‘Bakalım,’ dedi iki yanındaki iki büyük Danios’dan söz ederek bakalım köpeklerim mi daha çevik sen mi ? Hadi yakalayın onu! Aynı anda büyük et parçaları attı yere ve bana bir hayvan gibi seslenerek: ‘Getir, getir!’ dedi. Fantezisinin içine daha iyi girebilmek niyetiyle dört ayak üzerinde eti getirmek için koştum. Hemen ardımdan koşturan köpekler kısa sürede önüme geçtiler, eti yakaladılar ve efendilerine götürdüler. ‘Siz tam bir beceriksizsiniz;’ dedi bana patron.’köpeklerimin sizi yemesinden mi çekiniyorsunuz? Bu konuda hiç endişelenmeyin, size kötülük etmezler; ama kendilerinden daha beceriksiz olduğunuzu görünce içten içe alay edecekler sizinle. Hadi, rövanş… Yakala! Yeni bir et parçası atıldı ve köpekler yeniden bana karşı zafer kazandılar. Sonuçta oyun iki saat sürdü. Eti yakalama ve ağzımla geri getirme becerisi yalnızca bir kez gösterebildim. Kendilerini oyuna kaptırmış bu hayvanlar kazansam da kaybetsem de bana zarar vermiyordu. Aksine benimle kendi türlerindenmişim gibi oynuyor ve eğleniyor gibi görünüyorlardı. ‘Hadi!’ dedi patron. Yeterince çalıştınız artık yemek zamanı…’ Zili çaldı, güvenilir bi adamı içeri girdi. ‘Hayvanlarıma yiyecek getir.’ dedi. Aynı anda uşak yere abanoz ağacından çok lezzetli et parçaları ile dolu bir yalak bıraktı. ‘Hadi,’ dedi bana, ‘köpeklerimle birlikte birlikte sende ye! Ama yemek konusunda koşuda oldukları kadar nazik olmayacaklarından dikkatli ol.’ Yapabilecek bir şey yoktu, itaat etmek gerekiyordu. Dört ayak üzerinde başımı yalağa soktum ve yiyecekler çok temiz ve çok güzel olduğundan, en küçük bir mücadeleye girişmeden bana da nazikçe yer ayıran köpeklerle birlikte yemeye başladım. İşte, şehvet düşkünümüzün kriz anı da buydu: Bir kadını küçük düşürmek, aşağılamak ruhunu inanılmaz şekilde baştan çıkarıyordu. ‘Salak karı!’ dedi sonra karşımda mastürbasyon yaparken. ‘Şu kaltağa bak! Köpeklerimle birlikte nasıl da tıkınıyor? Tüm kadınlara böyle davranmak gerek. Ancak böyle yaparsak terbiye edebiliriz. Neden köpeklere evcil hayvanlardan farklı muamele edelim ki? Ah kaltak! Ah fahişe!’ diye haykırdı ileri doğru atılıp menisini arkama fışkırtarak. ‘Ah! Salak karı; seni, köpeklerimle birlikte besledim işte!’ Her şey bu kadardı. Adamımız ortadan kayboldu, ben aceleyle giyindim ve cebimde iki lui buldum, bu uygun ve şüphesiz şehvet düşkünümüzün zevkleri için ödemeye alışkın olduğu bir rakamdı.”
Sf: 368
Beni büyük bir gizlilikle bir adamın dairesinin altındaki hücreye yerleştirmişler, yalnızca beklememi, sakin olmamı ve benimle eğlenmeye gelecek senyöre itaat etmemi söylemişlerdi. Ama nedense daha fazla bilgi vermekten kaçınmışlardı. Neler olacağını bilsem bu kadar korkmazdım, şehvet düşkünümüz de bu kadar zevk alamazdı belki. Hücreye gireli yaklaşık bir saat olmuştu ki nihayet kapı açıldı. Gelen efendimin kendisiydi. ‘Ne yapıyorsun burada kaltak?’ diye sordu bana şaşırmış edasıyla. ‘Bu saatte dairemde ne işin var? Ah fahişe!’ diye haykırdı soluğum kesilecek kadar boğazımı sıkarak. ‘Ah! Adi, beni soymaya geldin sen!’ O anda, birini çağırdı. Ortaya hemen güvenilir bir uşak çıktı: ‘La Fleur,’ dedi ona öfke içinde,’ buraya gizlenmiş bir hırsız buldum; onu çırılçıplak soy ve sana emir verdiğimde öldürmeye hazır ol.’ La Fleur başını eğdi, kaşla göz arasında üstümü başımı soyuverdi ve eşyalarımı ulaşamayacağım bir yere attı. ‘Hadi!’ dedi şehvet düşkünümüz uşağına, ‘Git de bir çuval bul, bu orospuyu içine koyup ağzını dik ve götürüp nehre at!’ Uşak çuval bulmak üzere çıkıp giti. Bu süreyi patronumun ayaklarına kapanıp bana merhamet etmesi için yalvarmakla, onu beni buraya yerleştirenin sürekli çalıştığım mamam Madam Guérin olduğunu, bir hırsız olmadığıma ikna etmeye çalışmakla geçirdiğimi tahmin edersiniz. Ama çapkın adam hiçbir şey dinlemeden beni kalçalarımdan yakaladı ve kuvvetle sıktı: ‘Ah! Pislik.’ dedi, ‘ Bu güzel kalçayı balıklara yem edeceğim!’ Görebildiğim tek şehvetli hareket buydu. Bu sahnenin ardından şehvet oyunlarının geleceğini düşündüren başka hiçbir olay olmamıştı. Uşak geri geldi, yanında bir de çuval getirmişti. Elimden geldiğince direnmeme rağmen, beni içine yerleştirdiler, çuvalın ağzını diktiler. La Fleur beni omuzlarının üzerine kaldırdı. O sırada şehvet düşkünümüzde gelişen krizin belirtilerini duydum. Beni çuvala tıkar tıkmaz mastürbasyon yapmaya başlamış olmalıydı. La Fleur beni yüklenir yüklenmez hovardanın menisi fışkırdı. ‘Nehre… Nehre… Duyuyor musun La Fleur?’ diyordu zevkten sayıklayarak.”Evet, nehre ve çuvala bir de taş koy ki fahişe kısa sürede gebersin.’ Bunları söyledikten sonra çıktık, bir yan odaya geçtik. Burada çuvalı diken La Fleur bana giysilerimi iade etti. Ustasının çok farklı zevklerini tatmin ettiğimin kanıtı olarak iki lui verdi. Guérin’in evine dönerek beni önceden uyarmamış olduğu için fena halde azarladım kadını. Barışmak için iki gün sonraki partide beni daha çok bilgilendirmek zorunda kaldı.”
Sf: 379
OTUZUNCU GÜN
“İşte, bir kadın ve kızı kötü yola düşürmenin güzel bir yolu!” dedi Curval. “Bu fahişeler başka şey için mi yaratılmışlar sanki! Bizim zevklerimizi tatmin için doğduklarına göre her şekilde tatmin sağlamak zorunda değiller mi?
Sf: 383
Yaptığım Hatalar:
Başlangıçtaki tuvalet öykülerini fazla uzattım. Bunlardan söz eden öykülerden sonraki ayrıntılara gerek yoktu.
Aktif ve pasif sodomizmden fazla söz ettim. Bunlar öykülerde anlatılanlarla kalmalıydı.
Duclos’u kız kardeşinin ölümü konusunda hassas kılmakla hata ettim. Bu karakterinin diğer yanlarına uymuyor; bunu değiştirelim.
Aline şatoya geldiğinde bakireydi derken hata etmiş olabilirim. Sanırım değildi ve olmamalıydı da…
Piskopos onu her yerinden becermişti.
Yeniden okuyamadığımdan , eminim başka hatalar da vardır. Bunları, yanımda neredeyse sürekli taşıdığım ve yazdığım her olay ve portreyi, kaydettiğim not defterimle açıklığa kavuşturacağım. Zaten bu defter olmasa, kişilerin çokluğu nedeniyle korkunç sıkıntıya düşerim.
Sf: 385
İkinci Bölüm
[İkinci sınıf ya da iki kat şiddette yüz elli tutku. Aralık ayının otuz bir günü Champville’nin öyküleriyle doldu: Ben de bunlara o ay şatoda geçen skandal olayların, eksiksiz günlüğünü ekledim.]
Sf: 387
Plan
Bir 1 Aralık – Chanpville, öykülerine başladı ve aşağıdaki yüz elli öyküyü anlattı.(Sayılar öyküleri tanımlıyor.)
Sf: 388
7. On ya da on iki yaşındaki bir kızın bekaretini uşağına bozdurttu ve bu iş sırasında yalnızca arka taraflarına dokundu. Bir bakirenin bir uşağınkini okşuyordu. Sonunda da uşağın kıçı üzerine boşalıyordu.
8. Bir gün sonra evlenecek bir kızın bekaretini bozmak istedi.
9. Evlenen kadını, kilisede ve gerdek vakti becermek istedi.
10. Son derece becerikli bir adam olan uşağının, ülkenin dört bir yanından evlenme vaadiyle kandırdığı kızları ona getirmesini istedi.Adam, onları becerdikten sonra muhabbet tellallarına teslim edecekti.
Üç
1. İki kız kardeşin bekaretini aynı anda bozmak istedi.
Sf: 389
Bu dördünün akşamıydı ve aynı akşam şölenlerde Dük, dört ihtiyar tarafından tutulan ve la Duclos tarafından sunulan Fanny’nin bekaretini bozdu. Ardından kızı bir kez daha becerdi; kız kendini kaybetti. Bilinci yerinde değilken ikinci kez becerdi.
Beş
21. Annesinin, kızını kendi elleriyle tutarak sunmasını istedi. Önce anneyi becerdi ve ardından da anne tarafından tutulan çocuğun bekaretini bozdu. Bu Desgrandes’in yirmi şubatta anlattığıyla aynı olaydı.
Sf: 390
23. Kocanın, karısını bizzat sunmasını ve becerirken de tutmasını istiyordu (Arkadaşlar bunu derhal taklit edecekti).
Sf: 391
28. Birinin organını yalarken bir ikincisini ağızdan beceriyor, bir üçüncüsünün de kalçasını yalıyordu. Sonra yerler değişiyordu. Tüm kadınlar boşalmalı ve o da özsularını yutmalıydı.
29. Pis bir anüsü emdi, kendi pis poposunu dille temizletti ve pis bir poponun üzerinde kendi organıyla oynadı. Ardından üç kız yer değiştirdi.
30. İki kızı önünde uyarmalarını sağladı ve mastürbasyon yapan kadınlar işlerine devam ederken hepsini sırasıyla ağızlarından becerdi.
Sf: 392
sekiz
36. Her biri iki kızdan oluşan 12 grup oluşturdu. Gruplar yalnızca kıçlarını gösterecek şekilde yerleştirilmişlerdi.Vücutlarının geri kalan kısmı saklıydı. Bu kıçları seyrederek kendi organıyla oynadı.
37. Aynalı bir odada, aynı anda altı çifte mastürbasyon yaptırdı. Her çift değişik şehvetli duruşlarla kendini uyaran iki kızdan oluşuyordu. Salonun ortasındaydı; çiftlere ve aynalardaki yansımalarına bakıyordu. Bütün bunların ortasında, yaşlı bir kadın tarafından tahrik edilerek boşaldı. Bu çiftlerin kalçalarını öptü.
38.Dört kadını, önünde sarhoş etti; dövdürdü ve iyice sarhoş olduklarında üstüne kusmalarını istedi. Mümkün olan en yaşlı ve en çirkin kadınları seçmişti.
39. Bir kızı üstüne pisletti ve dışkıları yedi. Bu sırada küçük bir oğlan onu tahrik ediyordu. Daha sonra adam onu uyardı ve küçük oğlanı pisletti.
Sf: 393
42. Gün içinde otuz kadını elden geçirdi ve her birinin üstüne dışkısını bırakmasını istedi. Bu partiyi haftaya beş kez tekrarladı. Yani bir yılda, yedi bin sekiz yüz kızı elden geçirdi. Champville ile karşılaştıklarında yetmiş yaşındaydı ve elli yıldır bu işi yapıyordu.
43.Her sabah, on iki tane kız alıyor ve on iki dışkı parçası yutuyor, hepsini aynı anda elden geçiriyordu.
44. Otuz kadının işeyerek ve sıçarak doldurduğu bir küvete oturuyordu. Bütün bunlara dokunarak ve içlerinde yüzerek boşalıyordu.
45. Dört kadının karşısında dışkısını çıkarıyor, ona bakmaya ve dışkısını yapmaya yardım etmeye zorluyor; ardından çıkanları paylaşarak yemelerini istiyordu. Her biri, birer parça bok yapıyordu. Adam onları karıştırıyor ve dördünü birden yutuyordu. Ama bu kadınların en az altmışında olması gerekiyordu.
Sf: 394
54. Kızın günah çıkartma odasına gitmesini istedi. Ağzından becermek için buradan çıkmasını bekledi.
55. Bir şapelde ayin sürerken bir fahişeyi becerdi ve göğe yükselme anında boşaldı.
Sf: 397
67. Kızı vaize gönderdi ve dönüşte ağzından becerdi.
68. Evindeki bir vaaz sırasında rahibin sözünü kesti. Vaazı durdurdu ve kızı rahibin kutsal çanağın içine boşalmasını sağlamaya ve daha sonra da çıkanları yutmaya zorladı.
70.Mayasız ekmek dağıtıldığında ayini kesti ve rahibi, fahişeyi ekmekle becermeye zorladı.
Sf: 398
73. Fahişelerin klitorisini mayasız ekmekle uyardı, üzerine boşalmasını sağladı, daha sonra da içine sokarak kadını bununla becerdi. Bu sırada kendisi de üzerine boşaldı.
74. Mayasız ekmeği bıçak darbeleriyle parçaladı ve parçaları anüsüne soktu.
75. Ekmeğin üzerinde tahrik ettirdi kendini, boşaldı ve daha sonra da hepsini bir köpeğe yedirdi.
Sf: 399
80.Kendini, aynı anda iki kıza kırbaçlattı: Biri önden vuruyordu, diğeri arkadan… Canı istediğinde biri kırbaçlarken diğerini beceriyor, daha sonra öteki kırbaçlarken diğerini beceriyordu.
On Yedi
81. Bir oğlanın kalçasını öperken kendini becerttirdi. Bu sırada o da bir kızı ağzından beceriyordu. Daha sonra kızın kalçasını öperek ve bir başka kıza kırbaç darbeleri indirerek oğlanı becerdi. Sonra oğlana kendini kırbaçlattı. Onu kırbaçlayan fahişeyi ağzından becerdi ve kalçasını öptüğü oğlana kendini kırbaçlattı.
Sf: 400
87. Üç kız onunla oynarken dördüncü dört ayak üzerinde kaşağıladı adamı.
88. Altı çıplak kızın ortasına geçti. Özürler diledi, önlerinde yere kapandı. Her kız bir ceza veriyordu ve reddedilen her ceza için yüz kırbaç darbesi söz konusuydu. Kırbaçlayan da isteği reddedilen kız oluyordu. Cezalar oldukça ahlaksızdı: biri üstüne pislemek istiyor diğeri yerdeki tükürükleri yalatarak temizletiyordu. Biri adet dönemindeki cinsel organını yalattı, içlerinden ikisi ayak parmaklarını, biri sümüğünü, vb.
On Dokuz
91. Projesini altı kıza uygulattı. Herkesin bir rolü vardı. Onu idama mahkum ettiler. hemen astılar; ama ip koptu. İşte bu boşalma anıydı.
Sf: 402
101.Kalçalarını okşamakta olduğu mamaya cinsel organını teslim ederken kız parmakları arasında küçücük kalmış bir mum tutuyor, ihtiyar hovarda boşalmadan da bırakmaması gerekiyordu. Adam kızın eli yanana kadar da boşalmamaya özen gösterdi.
102.Altı kızı, yemek masası üzerine karın üstü yatırdı.Adam yemek yerken kızlar, kalçasında bir mum parçasıyla yatmaya devam etti.
103. Yemek yerken bir kızı, sivri çakıl taşları üzerinde diz üstü çöktürdü. Kız, yemek sırasında kımıldarsa parasını alamayacaktı. Kızın üzerine iki mum konmuştu ve eriyen mum tüm sıcaklığıyla sırtının üzerine ve memelerine akıyordu. Küçücük bir kımıldanışta parası ödenmeden geri gönderildi.
104. Kızı dört gün boyunca çok dar demir bir kafeste kalmaya zorladı. Zavallı ne oturabiliyor ne yatabiliyordu. Adam demirlerin arasından besliyordu onu.
Sf: 403
Yirmi iki
105. Çıplak bir kızı bir örtünün altında dans ettirdi. Bu sırada bir kedi kızı ısırıyor, tırmalıyordu. Kız, adam boşalana kadar her seferinde zıplamak zorundaydı.
106: Bir kadına, kendi kendisini kan içinde bırakacak kadar şiddetli kaşıntı veren bir ilaç verdi ve kendi organıyla oynarken izlemeye zorladı.
107. Bir kadının adetini bir ilaçla durdurdu ve böylece ağır hastalıklara yakalanma riskini arttırdı.
109. Tatlı kıza bir sıvı döküldü. Çırılçıplak halde bir sütuna bağladı ve üzerine bir sürü büyük sinek attı.
Yirmi Üç
110. Kızı, inanılmaz bir hızla dönen bir döner tablaya yerleştirdi. Çırılçıplak halde, adam boşalana kadar döndü durdu…
111. Bir kızı, boşalana kadar baş aşağı astı.
112. Yüksek dozda kusturucu yutturdu. Onu zehirlediğine inandırdı ve kusmasını seyrederken kendisini tahrik etti.
113. Mosmor olana kadar kızın boğazını sıktı.
114. Art arda dokuz gün, günde üç saat kalçasını sıktı.
Yirmi Dört
115. Bir kızı, yirmi ayak yükseklikte bir merdivenin üzerine çıkarttı. Basamaklardan biri kırıldı ve kız düştü. Ama aşağıda minderler hazırdı.
Sf: 404
116. Tüm gücüyle tokatlar attı ve bu sırada boşaldı. Bir koltukta oturuyordu ve kız önünde diz çökmüştü.
117. Kızın ellerinin üzerine kemerle vurdu.
118. Arkası ateş gibi olana kadar kalçalarının üzerine güçlü şaplaklar indirdi.
119. Anüsünden demirci körüğü ile şişirdi.
120. Neredeyse kaynar sıcaklıkta suyla lavman yaptı. Neden olduğu yüz mimikleriyle eğlendi ve kızın kalçasına boşaldı.
122. Kızı, buzlu bir kış gecesinde bahçenin ortasında çırılçıplak koşturdu. Düşmesi için aralıklı ipler gerilmişti…
123. Dalgınlıkla yapar gibi kızı çıplak kalır kalmaz neredeyse kaynak sıcaklıkta su dolu küvetin içine attı ve üzerine boşalana kadar çıkmasını engelledi.
Sf: 405
125. Bir tuvalete yapıştırıcı sürdürdü ve kızı buraya sıçmaya gönderdi. Kız oturur oturmaz kalçası yapıştı. Bu arada, arkasına bir mangal yerleştirmişti. Kız kaçmaya çalıştı ve derisi tuvaletin yuvarlağı üzerinde kaldı.
127. Bir bahçede, tehdit ettiği arabacı, kırbacıyla peşinden koştuğu kızı çırılçıplak kovaladı. Kızın yorgunluktan tükenene kadar koşması gerekiyordu. İşte o anda kızın üzerine atladı ve oracıkta becerdi…
128. Kızı, yüze kadar sayarak siyah domuz kılından kırbaçla dövdü. Her on vuruşta bir durup kızın kalçalarını öpüyordu.
Sf: 417
Üçüncü Bölüm
13. Duclos’un on birinci gününde Eugënie ile eğlenen adam, kızı pisletir ve pis poposunu siler. İnanılmaz büyüklükte bir organı vardır ve organının ucu boka bulanmış halde ilişkiye girer.
Sf: 419
27. Anüsünü daha da daraltmak için becerdiği on beş yaşındaki genç bir kızın boğazını şiddetle sıktı. Bu esnada dana sinirinden yapılmış bir kırbaçla kırbaçlanıyordu.
28. Anüsüne cıva dolu bilyeler koydurttu. Bu bilyeler bir yukarı çıkıyor bir aşağı iniyordu. Bilyelerin sağladığı aşırı keyifle organlar emdi, meniler yuttu, kızları sıçtırdı, boklar yedi. Bu taşkınlığı iki saat sürdü.
Yedi
30.Bir kız beceriyormuş gibi karın üzeri yatan bir genç kızın bacakları arasından başını geçirerek bir hindiyi becerdi. Bu zaman zarfında onu da beceriyorlardı ve boşaldığı an kız, hindinin boynunu kesti.
33.Bir köpek tarafından uyarılan bir kadının boşalmasını görmek istedi. Köpeği, kadına zarar vermeden karnı üzerinde tek kurşunla öldürdü.
Sf: 420
34.Anüsüne mayasız ekmek tıkadığı bir kuğuyu becerdi ve boşalırken hayvanı boğarak öldürdü.
Sekiz
35. Tek bir noktası açıkta kalacak şekilde hazırlanmış bir sepete yerleştirdi kendini. Bu deliğe, Kısrak döl suyu sürülmüş kalçasını yerleştirdi. Kısrak bedenine benzeyen sepet, kısrak derisiyle kaplıydı. Bundan etkilenen bir at onu becerdi ve bu zaman zarfında o da sepetin içinde güzel bir beyaz köpeği beceriyordu.
38. Anüsüne giren ve onu sodomize eden eğitilmiş bir yılanı vardı. Bu sırada o da bir sepet içinde duran ve her tarafından bağlı olduğu için ona zarar veremeyecek kediyi beceriyordu.
39. Daha sonra ayrıntılarını anlatacağımız bir düzenek hazırlayarak kendisini bir eşşeğe becertirken o da bir sıpayı becerdi.
Dokuz
40. Bir keçi diliyle yumurtalıklarını yalarken o da keçiyi burnundan becerdi. Daha sonra keçiyi döndürdü ve arkadan da becerdi.
41. Bir köpek kıç deliğini yalarken o da bir koyunu becerdi.
42. Boşalırken kafasını keseceği bir köpeği becerdi.
43. Bir fahişeyi, gözleri önünde bir eşeği tahrik etmeye zorladı ve bu gösteri sırasında onu becerdi.
Sf: 421
44. Bir şebeği kıçından becerdi. Hayvan bir sepete kapatılmıştı. Bu sırada anüsünün kasılmalarını iki katına çıkarmak için sepet sallanıyordu.
46. Yalnızca inceleyeceği bahanesiyle çok güzel saçlı bir kadın buldurttu. Ama bakarken saçlarını kesti ve çok güldüğü bu felakete ağzı açık kalan kadını seyrederek boşaldı.
47. Kız, büyük numaralarla karanlık bir odaya sokuldu. Kimseyi göremiyor; ama daha sonra ayrıntılarını anlatacağımız, kendisiyle ilgili ve onu korkudan öldürebilecek bir konuşmayı dinlemeye başladı. Sonunda, nereden geldiğini bilmediği tokatlar ve yumruklar yağmuruna tutuldu. Ardından bir boşalmanın çığlıklarını duydu ve sonunda serbest bırakıldı.
48. Kız, lambalarla aydınlatılmış bir tür yeraltı mezar odasına sokuldu. Dehşetle çevresine baktı. Bir an sonra tüm ışıklar söndü, dehşet verici çığlıklar ve zincir sesleri duyuldu. Bu sırada kız kendinden geçti. Aksi takdirde bu korkutucu olaylar yeni sahnelerle devam edecekti. Kız bilincini kaybeder kaybetmez bir adam üzerine atıldı ve onu becerdi. Sonunda bıraktı ve yardımına koşan uşaklar oldu. Bu adama çok genç ve çok tecrübesiz kızlar gerekiyordu.
Sf: 422
Dük de Florville siyah saten örtülü bir yatağın üzerine yeni öldürülmüş bir kız cesedi yerleştirilmesini istedi. Kızın her yerini okşadı ve onu becerdi.
Sf: 423
55. Kızı, çıplak halde çok derin bir kuyuya indirdi ve üzerini taşla doldurmakla tehdit etti. Korkutmak için birkaç toprak attı ve kuyunun içine , fahişenin başının üzerine boşaldı.
58. Arkasına havai fişekler soktu, düşen ateşler kalçalarını dağlıyordu.
Sf: 426
68. Desgrandes’in on altı Şubat’ta sözünü edeceği aynı adam, bir kızın kafasını kesmek için tüm hazırlıkları yaptı. Tam darbe ineceği anda bir kordonla kızın bedenini çekiyordu. darbe bir kütüğün üzerine düşüyor ve kılıç üç parmak içeri giriyordu. Kordon kızı zamanında çekmese kız ölecekti. Adam, darbeyi indirdiğinde boşalıyordu. Ama önce boynu kütüğün üzerindeki kızı beceriyordu.
Akşam, Colombe arkadan teslim edildi. Kafasının kesilebileceği ima edildi.
70. Kızı kulaklarından yakaladı ve odanın ortasında, çırılçıplak dolaştırdıktan sonra da boşaldı.
Sf: 427
73.Memelerinin üzerine iğnenin ucuyla rakamlar ve harfler çizdi. İğne ateşte ısıtılmış olduğundan, boğazı şişen kız çok acı çekti.
74. Memelerine iki bine yakın toplu iğne batırdı ve tüm göğsü kapladığında boşaldı.
76. Kızı, içeceklerle şişirdikten sonra cinsel organını ve anüsünü dikti. İşemek ya da pislemek isteyip de yapamamaktan bayılma noktasına gelene ya da ihtiyacının baskısıyla ipleri koparana kadar bekledi.
77. Bir odada dört kişiydiler ve kızlara, yere düşene kadar tekme ya da yumruk yağdırıyorlardı. Dördü de hiç sesini çıkarmadan mastürbasyon yapıyor ve kızlar yere düşünce boşalıyordu.
78. Onu yakaladılar ve bir pnömatik makineyle içine hava bastılar.
Sf: 429
On Yedi
79. Kızı, karın üstü bir masaya bağladı ve kalçalarının üzerine boşalttığı çok sıcak omleti yedi.
85. Dört ağacın çevresinde çırılçıplak dans ettirdi. Ağaçların arasında çıplak ayaklarla izleyebileceği tek patika keskin demir parçaları, çiviler ve cam parçalarıyla kaplıydı ve her ağacın önünde elinde bir sopa ile adam bekliyordu. Kız bunlardan birine yakın geçtiğinde neresi gelirse, önden ya da arkadan vuruyorlardı. Kız gençliğine ve güzelliğine göre belli bir süre koşmaya zorlanıyordu. En çok eziyet görenler her zaman için en güzellere oluyordu.
86. Burnunun üzerine kan boşalana kadar şiddetli yumruklar indirdi ve kız kanlar içinde kalmasına rağmen devam etti. Boşaldı ve menisini, kızın kaybettiği kana karıştırdı.
Sf: 430
On Dokuz
89. Cinsel organının içine kurutulmuş ve kartonla kaplanmış bir barut silindiri soktu, ateşledi ve alevi görünce boşaldı. Ama önce kızın kalçasını öptü.
90. Kızı baştan ayağa şarap ispirtosu ile iyice ıslattı; ateşe verdi ve boşalana kadar bu zavallı kızı alevler içinde seyrederek eğlendi. Bu işi, iki-üç kez tekrarladı.
91. Anüsüne kaynar yağ akıtarak lavman yaptı.
92. Önce güzelce kamçıladıktan sonra anüsüne ve ardından da cinsel organına kızgın demir batırdı.
Sf: 431
96. Her bir gözüne, her bir meme ucuna ve klitorisinin üzerine bir iğne batırdı.
97. Kalçalarının üzerine, cinsel organına ve gerdanının üzerine balmumu damlattı.
98. Kolundan kan akıttı ve ancak kansızlıktan kendini kaybedince durdurdu.
Curval, hamileliği nedeniyle Constance’nin kanını akıtmayı önerdi. Bayılana kadar uyguladılar bu isteği. Kanını akıtan Durcet oldu. O akşam, Sophie’yi arkadan teslim ettiler ve Dük, kötülük yapmamış olmayacaklarını, bunun farklı bir durum olduğunu söyleyerek kanını akıtmayı ve yemeğe sos yapmayı önerdi. Yaptılar, kanı akan Curval oldu. Bu sırada Duclos ona mastürbasyon yapıyordu ve menisi akana kadar kesik atmak istemedi.
Sf: 432
100.Dört uzvundan ve boğazından kan akıttı ve bu beş kan çeşmesini izleyerek mastürbasyon yaptı.
101. Etlerini küçük küçük kesti, özellikle de kalçalarını kesti; ama memelerine dokunmadı.
102. Derin kesikler attı ve özellikle de memelerinin uçlarını ve anüs çevresini kesti. Daha sonra yaraları kızgın demirle dağladı.
Yirmi iki 104. Dişleriyle parçaladı ve iğnelerle dişetlerini kopardı. Bazen yakıyordu.
105. Kızın elinin bir, bazen birkaç parmağını kırıyordu.
Sf: 433
106. Ayaklarından birini çekiç darbeleriyle şiddetle ezdi.
107. Bir bileğini çıkardı.
108. Boşalırken ön dişlerinin üzerine bir çekiç darbesi indirdi. Asıl zevki, önceden ağzını fazlasıyla emmekti.
Yirmi Üç Şölen nedeniyle yalnız dört öykü dinlediler.
109. Bir ayağını çıkardı.
110. Kızı, bir bacak kemiğini, bir demir çubuk darbesiyle kırdıktan sonra becerdi.
Sf: 434
114. Kızın dudaklarını ve burun deliklerini yardı.
115. Dilini emdikten ve ısırdıktan sonra, kızgın demirle deldi.
116. El ve ayaklarından birçok tırnağını söktü.
117. Bir parmağının uç bölümünü kesti.
Yirmi Beş
118. Kızın üstüne on beş yirmi damla kızgın erimiş kurşun damlası damlattı ve diş etlerini tazyikli su ile yaktı.
120. Ete giren ve kesen bir demir kesme makinesi vardı. Girdiği yerden sokulduğu yere kadar yuvarlak bir parça çıkarıyor, geri çekilmedikçe oynamaya devam ediyordu.
121. On -on beş yaşında bir oğlanı hadım etti.
122. Kızın meme uçlarını sıktı ve çekti; ardından makasla kesti.
Sf: 435
Bu güzel kıza mutlaka acı vermesi gerekiyordu, kolunda hafif bir yara açmasına izin verildi: Yarayı ön kol etinde açtı, buradan kan emdi, boşaldı ve yarayı dördüncü gün, iz kalmayacak şekilde temizlediler.
Yirmi Altı
123. Bağlanmış ve savunmasız bir kızın yüzünde, bir beyaz şarap şişesi kırdı; ama önce dilini ve ağzını uzun uzun emdi.
124. İki bacağını bağladı, bir elini sırtında tutturdu, diğer eline kendini savunması için küçük bir sopa verdikten sonra, büyük kılıç darbeleriyle saldırıya geçti, etlerinde yaralar açtı ve üzerlerine boşaldı.
126. Profilini döndürdü ve iki memesine saplanacak saçmalarla dolu bir el silah sıktı. Küçük uçlardan birini koparmayı hedefliyordu.
127. Yirmi adım ötesinde yere çömeltti ve kalçalarına tüfekle bir el ateş etti.
Sf: 436
Yirmi Yedi
128. Desgrandes’in yirmi dört şubata sözünü edeceği adam, hamile bir kadının çocuğunu, kadının karnının üzerini tüm gücüyle kırbaçlayarak düşürttü. Çıkışını izlemek istedi.
129. On altı- on yedi yaşında genç bir oğlanı, kökten hadım etti; ama önce becerdi ve kamçıladı.
130. Bir bakire istedi. Ustura ile klitorisini kestikten sonra çekiç darbeleriyle soktuğu bir demir silindir ile bekaretini bozdu.
131. Kadına, çocuğunu anında düşürten bir ilaç sayesinde sekizinci ayda düşük yaptırdı. Bir başka seferinde, kıç deliğinden doğum yapmasını sağladı; ama çocuk ölü çıktı ve annenin hayatı tehlikeye girdi.
132. Bir kol kesti.
Yirmi Sekiz
133. Kızın, iki işaret parmağını kesti ve kızgın demirle dağladı.
134.Kızın, dilini kökünden kesti ve kızgın demirle dağladı.
135. Bir bacak kesti ve sıklıkla bacağı, becerirken kestiriyordu.
136. Kızın, tüm dişlerini söktü ve yerine bir çekiç yardımıyla batırdığı birer çivi koydu. Bunu ağzından becerdiği kadına yapıyordu.
137. Bir göz çıkardı.
Sf: 437
Yirmi Dokuz
138.İspanyol balmumu akıtarak iki gözü kör etti ve akıttı.
139. Bir memeyi kökünden kesti ve kızgın demirle dağladı. La Desgrandes, bu adamın memeyi kesişini ve kızartarak yiyişini anlatacaktır.
140. Kızı, becerdikten ve kırbaçladıktan sonra iki kalçasını da kesti. Bunları yediği rivayet ediliyordu.
141. Kızın, iki kulağını kökünden kesti.
142. Tüm uzuvları, yirmi parmağı, klitorisi, meme uçlarını, dili kesti.
O akşam Aline, dört arkadaş tarafından acımasızca son bir kez becerildikten sonra her uzvundan bir parmağın bir arkadaş tarafından kesilmesine mahkum edildi.
Otuz
143. Vücudunun üst kesiminden birçok et parçası kestirdi, kızarttırdı ve onunla birlikte yemeğe zorladı. Bu Desgrandes’in sekiz ve on yedi şubatta anlattığı adam…
144. Genç bir oğlanın, dört uzvunu da kesti, gövdeyi becerdi ve öylece ölüme terk etti. Uzuvları köke çok yakından kesilmediğinden, oğlan uzun süre yaşadı. Onu bu halde bir yıl boyunca becerdi.
145. Kızı, bir elinden sıkıca bağladı ve bu şekilde yiyecek vermeden bıraktı. Kızın yanında büyük bir bıçak ve önünde de mükemmel bir ziyafet sofrası duruyordu. Doymak istiyorsa bağlı olan elini kesmeliydi, aksi takdirde böylece ölecekti. Önce, kızı arkadan becerdi. Bir pencereden izlemeye devam etti.
Sf: 438
Otuz bir
147. İki gözünü oydu ve önünde yemek bulunduğunu, tek yapacağının gidip onu bulmak olduğunu söyleyerek bir odaya kapatıp gitti. Ama yemeğe ulaşmak için, görmediği ve sürekli kızgın tutulan bir plaka üzerinden geçmesi gerekiyordu. Adam bir pencereden bu işi nasıl yaptığını seyrederek eğlendi. Kız ya yanacaktı ya da açlıktan ölmeyi tercih edecekti.
Önceden kızı fazlasıyla kamçıladı.
148. Ona, dört uzvundan halatlarla bağlanarak çok yükseğe asılmak anlamına gelen halat cezası verdi. Bu yükseklikten kurşun gibi düşmeye bırakılacaktı. Her düşüş sonrasında paramparça oluyor ve tüm uzuvları kırılıyordu; çünkü havada halatlarla asılı kalıyordu.
149. Etine derin yaralar açarak içine kaynar zift ve eritilmiş kurşun döktürdü.
150. Tam doğurduğu anda, yalnız başına ve çırılçıplak astı. Çığlıklar atmakta olan çocuğu da karşısına, yardımına koşamayacağı mesafeye bağladı. Bu şekilde çocuğunun ölümünü seyretmesi gerekiyordu. Ardından tüm gücüyle annenin cinsel organını kırbaçladı. Darbeleri vajinanın içine yönlendiriyordu. Çocuğun babası da genelde kendisi oluyordu.
151. Suyla şişirdi. Ardından cinsel organını, anüsünü, ağzını dikti ve su engelleri yıkana ya da kız ölene kadar bu şekilde bekledi.
Aynı akşam Zéphire arkadan teslim edidi ve Adélaïde katı bir cezaya mahkum edildi. Vajinasının içi, çevresi, koltuk altları kızgın demirle dağlanacak memelerinin altı biraz kavrulacaktı. Bütün bunlara kahramanca ve Tanrı’ya dua ederek katlandı. Bu, cellatlarını daha da tahrik etti.
Sf: 446
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Plan
10. Kız, altında cam küre bulunan bir direğe zincirleniyor ve küredeki yirmi aç yılan, canlı canlı her yerini kemiriyordu.
12. Bacakları havada olacak şekilde ağzından bir kazığa geçirildi. Yanmakta olan meşaleler yağdırılıyordu üzerine.
13. Vücuttan çıkarılan sinirler uzun iplere bağlanmıştı. Uçları kızgın demirlerle dağlanıyordu.
14. Kız, bir önden bir arkadan çelik uçlu demir kerpetenlerle sıkıştırılıyor ve kırbaçlanıyordu. Zaman zaman kızgın demirle dağlanıyordu.
15. Kız, bağırsaklarını yırtan, acıdan kendini kaybetmesine, tüyler ürperten çığlık atmasına neden olan v son ana kadar işkence çektiren bir ilaçla zehirlendi. Bu işkence en korkunçlarından biriydi.
Sf: 449
Toplam
Bu yeniden düzenleme, aşağıda görüldüğü üzere var olan kırk altı kişinin tamamının kullanılmasını öngörüyordu:
Efendiler 4
İhtiyarlar 4
Mutfaktâr 6
Öykücüler 4
Vurucular 8
Genç oğlanlar 8
Eşler 4
Genç kızlar 8
Toplam 46
Buna göre, otuz kişi öldürülmüş ve on altısı Paris’e geri dönmüş oldu.
1 Mart’tan önce, ilk şölenlerde katledilenler 10
1 Mart’tan itibaren 20
Ve geri dönenler 16
Toplam 46
Son yirmi kişiye uygulanan işkenceler ve başlangıçtan beri sürdürülen hayattan hareketle, ayrıntıları kolaylıkla belirleyebilirsiniz. Ama önce kalan on ikisinin birlikte yemek yediğini söyleceksiniz ve işkenceler keyfinize kalmış.
Sf: 451
Notlar:
Bu plandan hiçbir şekilde uzaklaşmayın: Her şey birçok kez ve büyük bir dikkatle kombine edilmiştir.
Başlangıcı ayrıntılandırın. Genelde, özellikle de gece yemeklerinde ki törenlerin üzerinde durun.
Açıklık sağladığınızda bir defter edinin ve belli başlı kişilikleri ve birçok tutkuda yer alan ve cehennemdekiler gibi birçok kez sözü edileceklerin isimlerini kaydedin. İsimlerin yanında geniş bir sütunu boş bırakın ve bu sütunu onunla ilgili karşılaştıklarınızı aynen kopya ederek doldurun. Bu not çok önemlidir ve eserinizi açıkça görmenizin ve tekrarlamalardan kaçınmanızın tek yolu budur.
İlk bölümü yumuşatın. Fazla aşırıya kaçıyor. Olayların şiddeti ne çok zayıf kalmalı ya da fazla hızlı gelişmeli. Özellikle de dört arkadaşa anlatılmamış bir şey yaptırmamaya dikkat edin. Bu özeni göstermemişsiniz.
İlk bölümde, babası tarafından sunulan küçük kızı, ağzından beceren adam, daha önce sözü edilen, pis bir organla beceren adamın kendisidir.
Aralık ayında küçük kızların gece yemeği sunduğu sahnede, likörlerin arkadaşların bardaklarına kıçlarıyla şırınga edildiğini yerleştirmeyi unutmayın: Daha önce açıklamıştınız; ama planda sözünü etmediniz.
Sf: 452
Diğer işkenceler
Bir boru aracılığıyla cinsel organından içine bir fare bırakıldı. Boru geri çekildi, cinsel organının ağzı dikildi ve geri çıkamayan hayvan, bağırsakları kemirip yedi.
Kızı kemirip bitirecek bir yılan yutturuldu.
Genel olarak şehvet düşkünü Curval ve Dük’ü ateşli ve azgın halde tanımlayın. İlk bölümde ve planda onlar böyle ele alındı. Piskopos’u soğuk, mantıklı ve katı bir hovarda olarak tanımlayın. Durcet ise muzip, sahtekar, hain ve alçak olarak anlatılmalı. Bu karakterlere bunlara uygun olan her şeyi yaptırın.
Tekrarları engellemek üzere, öykücülerin anlattığı kişiliklerin adlarını ve özelliklerini dikkatle gözden geçirin.
Kişiliklerin kaydedildiği defterde, şatonun planının oda oda çizildiği bir sayfa olmalı ve yanında bıraktığınız boş alana odalarda yaşatılan olayların tümünü kaydetmelisiniz
[Bu büyük esere 22 Ekim 1785’te başlandı.]Doktrin: “Kötü düşünen kötüdür.” – Konfüçyüs
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (29)
- english (8)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (149)
- kitap (156)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)