Gri bulutların Ay’ı sakladığı kasvetli bir sonbahar gecesi gelen telefonla dedektif evinde uyandı.
– Hemen gitmemiz lazım Üstat, aşağıdayım. Bir cinayet ihbarı aldık.
– Bizim bölge olduğuna emin misin Çaylak?
– Evet Üstat. Seni aramışlar ama uyanmamışsın; en son bana ulaştılar. Arabadayım ve yarım saattir seni arıyorum.
– Hemen iniyorum.
Evin önünde, gecenin sessizliğinde beklerken, sıcak motordan çıtırtı sesleri geliyordu. Kısa kısa havlayan köpek seslerini, caddeyi egzoza boğan çöp kamyonu gürültüsü bozdu.
Dedektif söze başladı:
– Kişileri oldukları gibi değil, büründükleri kılıkta görürüz. Benim aklım deneyimlerimin süzülmüş halidir. İfade alırken herkese suçlu muamelesi yapmanı istiyorum.
– Tamam Patron!..
*
Olay yerine vardıklarında manzara korkunçtu. Bir plazanın 19. katından atlayan kadın, havuz suyunda kanlar içinde yatıyordu. Boynu kırılmış ve vücudunun bazı noktaları parçalanmıştı. Dedektif, bina görevlilerine sordu:
– Görgü tanıkları var mı? Ya da kamera kayıtlarını plaza yönetiminden alalım.
– Olay sırasında görgü tanığı yok. Atlayış gece 3 sularında gerçekleşmiş. Kamera kaydı yapan disk, olaydan 24 saat önce dolmuş ve kaydı durdurmuş. Ama kaldığı odayı inceleyebilirsiniz, dedi plaza yöneticisi.
– Nasıl biriydi?
– Binada onu tanıyan yok. Erkek arkadaşı bir ay önce burayı kiralamış. Havuza kuş gibi uçacaktı, ama taş gibi yere çakıldı baksanıza…
Dedektif ağırlığını sol ayağına verdi ve büzdüğü dudaklarıyla yöneticiye döndü:
– Odada başka kimse var mıymış?
– Aslında sevgilisi olmalıydı, ama o gün eve gelmemiş. Ünlü bir psikiyatrist doktor…
– Çaylak, Doktor’a ulaşmaya çalışın. Bizim ekip odasını karış karış arasın. Cep telefonu, özel eşyalar, çantası…
– Emredersiniz.
– Doktor’u arıyoruz ama telefonu kapalı, dedi Çaylak. Merkez, ofis adresini de buldu. Şehrin kaymak tabakasının bulunduğu yerde…
– Bu saatte gitmemizin bir anlamı yok!
*
Ertesi gün…
Üstat: 40 yaşlarında, kıvırcık kızıl saçlı, gözlüklü, hafif toplu zehir gibi bir adam.
Çaylak: 25 yaşında, çelimsiz, kirli sakallı, sivri suratlı, yeni yetme polis.
Psikiyatr: 56 yaşında, siyah kuzguni saçlı, davudi sesli, orta boylu, iri yapılı bir adam.
*
Öğleden sonra…
Psikiyatr’ın odası:
Oda, acı turunçgil kolonyası kokuyor…
– Derin, yakın zamanda sizinle kaldığı evin 19. katından atladı. İntihar ettiği söyleniyor. Siz ne dersiniz?
– Psikiyatr sol kaşını kaldırarak şaşkınca, Derin mi? İntihar mı etmiş? Birkaç kez o eve gittik, evet ama sıkı bir ilişkimiz yoktu, dedi.
– Kullandığı bir ilaç var mıydı?
– Evet. Geceleri uyuyamadığından Zyprexa yazmıştım. Sert bir uyku hapıdır.
– Çantasından çıkan hap da buydu, dedi, Dedektif. Size neler anlatırdı Doktor?
– Bana hep anılarından bahsederdi. Sevdiği adamın evli olduğundan hayıflanırdı. Onu öyle çok seviyordu ki, 20 yıllık meslek hayatımda, sevdiğine onun kadar bağlı bir kadın görmedim.
– Ve sizinle de sevgili olan bir kadın…
– Evet. Ama kadınlar düşündüğünüz kadar masum değildirler Dedektif! Sadece iki seans aldı. Benimle çok uzun konuşmaz, genelde dinlerdi. Sevgilisini elde etmek için taktik isterdi. Erkek bakış açısına ihtiyaç duyduğunu söylerdi.
– Peki… Bu arada şehri terk ederken bana haber vermeyi unutmayın, Doktor. İşte kartım…
Yolda…
– Telefon şebekesiyle irtibata geç. Son aramalarının tamamını istiyorum.
– Emredersiniz…
– Dur bitmedi… Sevgilisinden, Doktor’dan, anne ve babasından DNA örnekleri alınsın.
– Baş üstüne…
*
Derin’in ölümünden 3 saat önce psikiyatrını aradığı ortaya çıkıyor. Fakat ölümünden 2 gün önce sevgilisiyle konuştuğunu tespit ediyorlar. Sevgilisi Deniz’in evine geçiyorlar… Evde kimse yok ve arama emriyle kapıyı kırıyorlar. 2 saatlik aramadan sonra meşhur günlük, şofben borularının arasında zulada bulunuyor.
*
GÜNLÜK A
Küçüğüm:
Minik bir kızken annem beni sık sık komşularımıza gönderirdi.
“Bizimkiler sizi, akşama çaya bekliyorlar.”
“Müsaitseniz size geleceğiz.”
“Salça bitmiş, sizde var mı?”
“Geçen gün ödünç aldığımız şekeri getirdim.” gibi bir sürü boş iş…
Köy evinde kalan bir komşumuzun tavuk, kaz ve tavşanları vardı. Tavuklarından biri 7 civciv birden çıkardı. Yeni tüylenmişlerdi ki, birini yakalayıp sevdirdiler. Sevgi, avucundaki kelebek gibidir; sıksan ölecek, bıraksan uçup gidecek… Açık sarı tüyleri, aralara giren siyahlarla kararan, topak bir yavru. Avuçlarımda, göğüs kafesi ince kemiklerle örülü, ezik bir minik.
Anne tavuk yavrularını gezdirirken o sarı-siyah civciv, kardeşlerinden ayrılıp beni ölümüne kovaladı. Bahçeden eve tek nefeste koşup ayakkabılarla içeri dalmıştım. Ben korkarken, annem kirlenen halılara odaklanmıştı…
Kimse ciddiye almadı. Ama o bebek civciv, bana kafayı takmıştı. Her dışarı çıktığımda, annesini, yemeğini bırakıp beni kovalıyordu. Komşularımızın eğlencesi olmuştum. Öylesine korkuyordum ki… Ne komşuluk görevlerim kalmıştı, ne oyun arkadaşlarım. Dışarı adım atmak, artık kabusumdu…
Düşünüyorum da, şimdi olsa onu çok severdim. O kadar küçüktü ki… Tanrı beni cezalandırıp bebek civciv yaptı. 🙂 Tıpkı onun gibi senin peşinden koşuyorum. Onu iyi anlıyorum. Kendinden büyük, erişilemez bir varlığa hayranlık duymak kötü bir şey mi ki? Sadece sevsem neyse, kabusun olmak istiyorum! 🙂
*
Sayfaları çeviriyoruz…
Günlüğü karışık olarak senelerce yazmış. Bazen art arda 3 gün, bazen 3 yılda bir defa yazılmış. Daha çok, yıllık bir jurnal.
Kimse Beni İlgilendirmiyor:
Başkalarıyla ilgilenmiyorum. Senden başkası ilgi alanıma girmiyor. Karşı cinsten hoşlanmam zor. Çünkü gerçek erkek yok! Benim gibi, aşka tamamen teslim olana dek, ne olduğunu asla bilemeyeceksin!
Sürekli losyon gibi kokmayı nasıl başarıyorsun. Parfüm kullanmadan, tuzlu deniz suyu kokman çok hoş. Benim gibi, derinleri seven bir kız için fazla çekici değil misin? Denizlerde ve sende kaybolmak bana huzur veriyor Deniz. Bu gece yine yalnız içiyorum. Birazdan yatacağım ve rüyalarımda benimle buluşacaksın. Rüyaları gerçekleştirebiliriz; ama sadece uyanarak! Aşık olduğum sen değil misin? Yoksa ben geceyi, sen de beni mi uyutuyorsun?
Sana aşırı düşkünüm. Bunu belli etmek çok zor. Çünkü beni bırakmandan korkuyorum.
Zayıf yanlarımı bana karşı kullanır mısın? Böylesi acımasız olabilir misin? Senle ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Çünkü seninle her gün yeniden tanışıyorum! Bu dünyada iki kişi var güvendiğim; biri benim, diğeri sen değilsin. Ama kahretsin ki o kirli suratın ağız dolusu kusmuğu hak etse bile, bu seni sevmeme engel değil!.. Senden nefret etmem için binlerce sebebim varken, tek bir neden bulup sana sıkıca bağlanabilirim. Bir bakmışsın, ‘hayatta oynamam’ dediğin filmin başrolündesin. Peki bu nasıl oluyor? Gün geçtikçe beni kaybediyorsun, sadece farkında değilsin!..
Bir şeye gerçekten sahip olmak istiyorsan, bırak gitsin; dolaşıp sana geri dönüyorsa, artık sonsuza dek senindir, derler. Sen her gittiğinde bana geri dönüyorsun, gerçekten benim misin bebeğim? Fakat her geldiğinde geri gidiyorsun, e şimdi söyle, ellerin misin sevgilim?!.
Sayfaları çeviriyoruz…
Psikiyatri Kliniği I. Seans:
– İnsanlar son zamanlarda neden melankolik olduğumu soruyorlar. Ben bu yaşta nasıl bu kadar karamsar oldum Doktor?
– Dışarıdan seni gören hiç derdin yok sanır. Senin gibi olmak için can atacak çok kız tanıyorum Derin.
– Bu anksiyeteden beni kurtar hocam… Kendimi böyle kötü hissetmemiştim. Onu unutmak için çabalıyorum. Ama bir yandan da bu dünyada beni mutlu edecek tek insanın o olduğunu biliyorum.
– İlaçlarını alıyor musun?
– Antidepresanı bıraktım, ama uyku hapı olmadan dalamıyorum. Uyusam gece bitecek, ama uyuyamadığım için ben bitiyorum. Her gün gözünün önünde eriyorum ve buna “dur” demiyor.
– Gözünün önünde değilsin ki!
– Bir insanı hissetmenin, göz önünde olmak dışında birçok yolu vardır Doktor.
Birbirimizin gözlerine derin derin baktık. Keşke o da bana böyle baksaydı. Bir kere baksa bile yeterdi biliyor musun? Odaya sessizlik hakim… Kahverengi uzanma koltuğunun kenarlarını tırnaklarımla kazıyorum.
Anlatıyorum hocam:
Akşam benimle pahalı bir restoranda buluştu. Pembe balıklar, renkli mezeler, kırmızı mum, masadaki pembe gül yaprakları, beyaz şarap, ah o tatlı sohbeti. En çok yemek istediğim o. Beni başka şey doyuramaz ki… Aslında onu tanıyorum, ama kim olduğunu bilmiyorum. Her insan hayatında böyle çıkmaza düşmüş müdür?
En fazla bir saat kaldık. Ben çok sarhoş olmuştum, oysa kendine hakimdi. Zaten hep kontrolcüdür… Birden cesaret buldum.
– Bugün daha uzun sürmeli.
– Sevgilim, akşam bizimkilerle buluşacağız. Anlarsın aile saadeti. Bugün kısa kessek olur mu, dedi, Deniz.
– O zaman ben de geleyim, ailenle tanışmış olurum.
– Karım ve çocuklarımla mı?
– Evet, ne var bunda. Artık görmek istiyorum.
– Seni ne olarak tanıtacağım, kızım olarak mı?
– Ne istiyorsan onu söyle!
5 dakikalık tartışma sonunda onu ikna ettim, ama bir şartla! Uzaklardan izleyeceğim onları, çoook uzaklardan. Zaten bana öylesine uzaktı ki, ailesine de uzak olmaktan bir şey çıkmazdı.
Saati ve adresi aldım. Bir saat sonra ordaydım. Gölge gibi arkalarındayım işte… Deniz kenarında yürüyorlardı. Zaman zaman arkasını dönüp beni izliyordu. Bana her baktığında ıslanıyordum. Sevgilim, karısı ve iki çocuk. Bu mu aile saadeti? Mutlu görünüyorlardı, hayır gerçekten mutlulardı. Kabul edemediğim bir mutluluktu…
Avam bir kafeye oturdular. Öyle kötü bir yerdi ki, karısı çantasından çıkardığı çekirdeği masaya koydu ve yemeye başladılar. Akp’li ortadirek bir aileyi andırıyorlardı. Oysa biliyordum ki oraya ait değildi. O, şehre inmiş bir kurttu. Ağaçlar arasından bir hışırtı duysa, serin ormana, derinden dalabilirdi… Bana dalsaydı ya p*ç!..
Sahilde, uzak noktada bir taşa oturmuştum. Bir adam kadının belinden, elini zorla kıçına indiriyordu. Uzaklarda mavi Ay, sulara yansırken, lacivert denizde taş sektiriyordum. Parça parça dağılmış bulutlar, gökyüzünü baştan başa kobalt maviye boyamıştı. Bu akşam deniz gökyüzüne çıkmıştı sanki, gökyüzü de denize inmişti. Yüzümü okşayan serin bir nem, sulardan çevreye yayılıyordu.
Uzaklardan gözümü ona odakladım. Heyecanlanıyor muydu… Öyle görünüyordu. Birden öpüşmeye başladılar. Günlerdir hayal ettiğim dudaklar bunlar mıydı? Şimdi onları, başka dudaklar ıslatıyordu.
İnsan, hayatının aşkını görünce zaman dururmuş. Onu ilk gördüğümde de öyle olmuştu. Şimdi de zaman durmuştu, ama bu sefer geri geri sarıyordu. Anılar gözümde canlanırken, kıyaslama yapmam saçmaydı. Öyle üstün bir insandı ki, onunla el ele gezerken, “ben ne yaptım da seni hak ettim sevgilim” dediğim çok olmuştur. İkimizi kıyaslamaksa komik olur: Ben portakalsam, o güneş… Ona bakan her insanı hem aydınlatıyor, hem yakıyor. Beni de yaktı mı acaba?
Siz güneşi nasıl tanımlarsınız? Ben Ikarus’um sevgilim, sen de güneşim…
Ikarus uyarılmıştı:
“Güneşe dikkat et, çok yaklaşırsan balmumu kanatlarını eritir. Ne çok alçaktan uç, ne yüksekten!”
Genç İkarus kanatlarını takar ve uçmaya başlar. Öyle güzel uçar ki… Bunun adı, ‘özgürlüğe uçuş’tur!
Ikarus, uçmanın keyfini aldıkça, kendinden geçer. Öğütleri unutup, dokunmak için güneşe doğru yükselmeye başlar. Yaklaştıkça, balmumundan kanatları eriyip kopar. Ege Denizi’ne düşer ve karanlık sularda kaybolur. Güneşe ulaşma tutkusu hayatına mal olmuştur. Ikarus, güneşe ulaşamamıştır, ama yükselme tutkusu olanların idolü olmuştur!
İşte ben de yetinmeyen, daha fazlasını isteyen biriyim. Benim sonum da böyle mi olacak?..
Birden onu öyle özledim ki. Yanmayı göze alarak, karşılarındaki masaya oturdum. Ve onlar gibi çay söyledim. Bir çiğdemim eksikti. 🙂
Onu seyrettim, kaş göz işareti ile kızgınlığını belli ediyordu. Acaba komşudan kahve ister gibi bir avuç çekirdek dilense miydim? Ona göre bu kafedeki herhangi bir insandım. Herhangi bir insana göreyse kocasını ayartan bir metrestim. Ne de olsa karısı beni kıramazdı. Karısı kırmazdı da… Benimki kafamı kırabilirdi! 🙂 Denemeye değerdi. Tüm muzırlığım üstümdeydi. Masamdan kalktım ve yanlarına yaklaştım.
Düşündüğümden kolay oldu. Sanki karısı biliyormuş gibi yanlarına geldiğimde kese kağıdını uzattı ve yarım avuç aldım. Konuşmama fırsat bile vermediler. Rüyada mıydım? Biliyorlar mıydı?
Seans bitti…
GÜNLÜK B
Psikiyatri Kliniği II. Seans:
– Geçen seans yarım kalmıştı ve tüm hafta aklımdaydınız Doktor. Bunun nedeni nedir?
– Zeigarnik Etkisi: Şöyle ki, Sovyet Psikiyatr Bluma Zeigarnik’e göre, insanlar yarım kalmış aşklarını asla unutamaz ve o anlara geri dönmek isterler. Aslında tüm tatillerde de bir yarım kalmışlık vardır. Çünkü onların da sonunda şehrimize ve işimize dönmek zorundayızdır.
Bu deney bir restoranda yapılıyor. Garsonların siparişleri servis anında hatırladıkları, servisten sonra hafızalarından sildikleri gözleniyor. Böylece, henüz sonlanmamış işler, bilinç üstüne misilleme yaparak zihni meşgul ediyor. Ta ki bu iş sonlandırılıncaya kadar. İş bittiğinde zihin de huzura kavuşuyor.
– İlginç… Tıpkı Deniz’le benim aşkım gibi… Ve bana ne kadar kötü davranırsa o kadar bağlanıyorum Doktor. Bunun nedeni nedir? Hadi bunu da bilin. 🙂
Kapı açıldı ve sarışın asistan iki kahve bırakıp çıktı.
– Evet Doktor. Sizi dinliyorum.
– Sana kötü davranınca bağlanmanın nedeni sonrasında gelen iyilikleridir. İyilikleri küçük de olsa, kötülükler sana uygun zemini hazırlar. En üzgün halinde gelen 50 puanlık iyilik, 100 puanlık mutluluk yaratır.
Gerçekleşmeyen ölümden çok korkarız. Başına gelse pek korkmazdın, çünkü zaten olmazdın. Sevgilinin, seni cezalandıracağını biliyorsan kendini en kötü senaryoya hazırlarsın. Korkunu fırsat bildiğinden, yanına geldiğinde hafifçe sarılsa bile, sana dünyaları vermiş gibi mutlu olacaksın. Bunun nedeni şudur:
Kötülükten başka şey beklenmeyen insanlardan, az da olsa iyilik gördüğümüzde gönülden bağlanırız.
Benzer Örnek, Stockholm Sendromu:
Psikiyatr Nils Bejerot tarafından adlandırılan sendrom, ismini 1973 yılında İsveç’in başkenti Stokholm’de yaşanan bir olaydan almaktadır. Banka soyguncusu tarafından 6 gün rehin tutulan kadın, soyguncuya aşık olur. Serbest kaldığında onu savunmakla kalmaz, nişanlısından ayrılıp celladının hapisten çıkmasını bekler. Bu sendrom, ‘rehineyle celladı arasındaki duygusal yakınlık’ olarak özetlenebilir.
Cenaze…
İki gün sonra yağmurlu bir havada, ıslak toz kokan montların üstünden kara şemsiyeler yükseliyordu. Az kişinin katıldığı sade bir törende Dedektif ve Çaylak, mezar başında insanları süzüyordu.
– Bildiğim, birçok katilin hem olay yerine hem cenazeye geri dönmek istemesidir. Ama bu her zaman olmaz. Aha, Doktor da burada!
– Selam Doktor, nasılsınız?
– Teşekkür ederim Dedektif. Hastamı yalnız bırakmak istemedim.
– Bazı doktorlar sizin kadar düşünceli olmuyor. Geçen arkadaşım bir onkologla görüşmüş ve bana ne dedi biliyor musun?
“Doktorum beni çok rahatlattı.”
“Ne dedi” diye sordum.
“Bu hastalıkta düşündüğün kadar önemli bir şey yok. En fazla ölürsün!”
– İlginç, dedi Doktor ve ekledi, görüyorsunuz bu cenazede kötü olan ne mevta, ne doktor, yani ben. Kötü olan insanlar… O kadar azlar ki, sizce de bir gariplik yok mu?
– İnsanlar iyi ve onurlu olabilirler, ama cenazesine gelen kişi sayısı sonuçta hava durumuna bağlıdır Doktor.
Çamurlu toprakta siyah ayakkabısının burnuyla şekiller çizen Dedektif, Doktor’a döndü ve sordu:
– Olay gecesi nerdeydiniz?
– Evimde maç izliyordum.
– Sizin gibi havas birisi futbolla ilgilenir mi?
– ?
Doktorun hareketlerinde belli belirsiz hızlanmalar, nabızda artma, yüze ateş basması ve yutkunma görüldü.
– Kızın tırnaklarındaki doku örnekleri sizinkilerle birebir örtüşüyor. Merak ediyorum, bunu neden yaptınız?
Doktor, kabanından sıyırdığı ellerini birleştirdi. Tüm parmakları birbirine kenetlenmişti. Dedektifse 5 parmağını eşit açtı ve birbirine paralel olarak kavuşturdu. Ona karşı ‘güç elması’ çizmeyi deniyordu.
– Kız intihar etmediyse, onu sevgilisi atmıştır. Adli tıp raporu henüz çıkmadı Dedektif.
– Arama kayıtlarında 3 saat önce kızla konuştuğunu da biliyoruz, Doktor!
Doktor sözcüğü garip bir vurguyla söylenmişti…
– Ben bir hekimim, elbette hastamla konuşacağım.
*
Bir hafta sonra…
Adli Tıp Raporu:
Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan gelen 9 sayfalık rapora göre olayın intihar olamayacağı belirtildi. Sevgilisi Doktor’un,
– Derin o gece farklı bir insan gibi davranıyordu. Atlama amacıyla pencereden sarktığı gördüm ve koşarak onu tutmaya çabaladım. Öyle güçlüydü ki, kan dolu gözlerle bana karşı geldi ve kendini derin boşluğa bıraktı, şeklindeki ifadesi gerçeği yansıtmamaktadır…
Maktulün havuzla teması kafa üstü şeklindedir. Sol ayakkabısı suya düşmüştür. Sağ ayakkabısı da 155 cm ileride havuz dışında bulunmuştur. Kafa üstü düşen bir insanda tek ayakkabının ceset altında kalma olasılığı sıfırdır. Ayakkabılar atlamadan önce atılmıştır.
Bu durumda, ‘Derin’in ayakkabısının sol tekini atıp, sağ teki ayağındayken atlamak istemektedir.’ gibi dolaylı bir sonuç görünür. Buysa, intihar davranış örüntüsüne ve sürecin olağan akışına aykırıdır. Adli tıp raporu ve ifadeler çelişkilidir…
1 metre yükseklikte olan pencereden atlamak için maktulün sehpaya basıp çıktığı söyleniyor. Odadaki bulgularda cam ile önünde duran sehpa arasındaki mesafe, sehpa üzerinde duran tavla, nesnelerin birbiri ile olan ilişkisi ve düzeni, bu cam ve pencere üzerinde ve kenarlarında kıza ve sanığa ait herhangi bir parmak izi saptanmaması, olayın bu odada gerçekleşmediği ile ilgili şüpheleri doğurmuştur.
Maktulün, sol el tırnak içlerindeki biyolojik doku örneklerinin Doktor’a ait olması, düşmemek için son bir çırpınma olarak açıklanabilir. Üçüncü bir kişinin cinayetten sorumlu olduğu kanısına varılamamıştır.
Raporda, sağ uyluk üst uç arka bölge gluteal sinirin altında, dikey seyirli paralel yerleşimli, 1,5 cm. aralıklı her biri yaklaşık 4 cm. uzunluğunda 0,5 cm. genişlikte olan ekimoz hatlarında birer adet genişleme görülmüştür. ABFO (Amerikan Board of Forensic Odontology) koşullarına göre, insan ısırık izi olmadığı şeklinde değerlendirilmiştir.
Raporda, ailesinin, Derin’in psikolojik tedavi gördüğünü ve bu yüzden intihara meyilli olduğunu söylemesine karşın, yakın arkadaşları kızın, aktif bir depresif tablo içinde olmadığını söylüyorlar. Kurbanda, 1,5 yıl önce görülen depresyon tanısından yola çıkarak majör depresif teşhisi konması yanlıştır.
Çantasında bulunan ‘Zyprexa’ ilacını uyku problemi için kullandığı düşünülebilir. Yoğun bir ümitsizliğe kapılmadığı, sorun çözme becerisine kabil olduğu, arkadaşları tarafından bildirilmiştir. Dolayısıyla, intihara yönelik depresif bir tablo içinde olmadığı, idrarında tespit edilen ilaç etken maddesinin, kişiyi intihar ettirdiğine dair somut bir tıbbi kanıttan yoksun olduğu gözlenmiştir.”
*
Cinayetten 8 gün sonra,
Dedektif ve Çaylak Cinayet Bürodalar:
– Deniz hala ortalarda yok mu, Çaylak!
– Dedektif… Telefon sinyali şehirde sürekli dolaşım halindeydi. Sabaha kadar sabit kalıyor, erkenden yine hareket başlıyordu. İnceledik ve ne bulsak beğenirsiniz?.. Durmadan sefer yapan bir belediye otobüsünün altına mıknatısla tutturulmuştu. Bulduğumuzda telefonun bataryası %1’di, ama bizi bir hafta oyalamayı başarmıştı.
– Ve şimdi onu bulamadığımızı SÖYLEME!
– Maalesef, evet…
GÜNLÜK C
Ölüm Hiç Bu Kadar Yakın Olmamıştı:
O kadar farklısın ki seni çoğu zaman tanıyamadım. Birden fazla kişilik tek bedende yaşayabilir mi? İhtilafa düşerlerse kimin sözü geçecek? Ya çok kötü olan, iyiye baskın gelirse… O zaman beni kim kurtaracak? Ve, en büyük sorun:
Şu an hayalimde, hangi kişiliğinle konuşuyor olduğum!
Senden kurtulmak için kaç bedenle daha yatmam lazım? Sen demiyor muydun, “başkalarından topladığın parçalarla hayalindeki beni yaratamazsın” diye. Neden bunu kendin yaratmıyorsun? O zaman beni yeniden sevemez misin? Beni hep minik hayvanın yapıp üstüme çıkardın. Belki yine beni “tavşanım” diye çağırırsın, ama bu sefer de ben duyamam!..
Su altında benimle konuşabilir misin? Beni sevdiğini neden hiç söylemedin? O zaman beni sevmiyorsun. Bana bir gün, üzülmemem için senden ayrılmam gerektiğini söylemiştin. İnsan sevmediği birisi için üzülür mü? O zaman demek beni seviyorsun…
Titanik’te Okyanusun Kalbi derin sulara gömülüyor ya, işte ben de kendimi ait olduğum yere, derin denizlere, günlüğümü sana, seni de bana emanet ediyorum aşkım!
*
Adli Tıp Raporu’ndan 9 Gün sonra…
Doktorun iş yeri telefonu çalıyor…
– Selam Doktor. Havuzda senin saçlarını bulduk. Olay günü kameraların çalışmamasına ne demeli? Kızı atmadan önce boğuşurken saçlarını koparmış olmalı… Şu anda karşı binadan seni izliyorum. Teslim olacak mısın, yoksa zor kullanalım mı?
Doktor gözlerini kısarak karşı binayı izledi. Namlusu kendine doğrultulmuş dürbünlü tüfeğin parlamasını gördü.
– Dedektif, sen kazandın! Belki de kazandığını sandın! Adli Tıp Raporu’nun daha erken çıktığını biliyorum. Peki neden günlerce beklediniz?
– Bizim işimiz insanları izlemek Doktor, insanların bizi izlemesi değil!..
Doktor bilgisayarını kapattı, ayağa kalktı. Sert hareketlerle gerindi ve geri oturup kahvesini içmeye devam etti. Korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu. Binaya dolan polisler, kapıya dayanmak üzereydi… Sonra ani bir hareketle çekmeceleri kurcalamaya başladı. Belki intihar için bir silah arıyordu. İçinde tek bir mermi olan silah bile onu kurtarmaya yeterdi. Birden göğsünde beliren kırmızı lazer noktayla irkildi…
– Kıpırdama Doktor? Yoksa seni vurmak zorunda kalabilirim.
– Doktor nefes nefese telefonu kapatıp kapatmamak arasında gidip geliyordu. Birden pencereyi açıp pervaza çıktı ve aşağıya baktı. Derin’le aynı kaderi paylaşmak istiyordu. Tüm yaşamı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Sonra vazgeçti ve içeri girdi. Koşarak kapıyı kilitledi ve telefona geri döndü. Kırmızı lazer nokta bu kez kalbinin tam üstündeydi…
– Beni bu hikayede vurmayın Dedektif!
– Neden?
– Çünkü ikinci bölümde de oynamak istiyorum. 🙂
– Olabilir ama hapiste oynamak sıkıcı olabilir. Hem ayrıca 2. bölüm de mi varmış?
– Aramızda kalsın, ama evet. Yazar, şu an inzivaya çekilmiş.
– Bu iyi haber doktor. Çünkü ben de yeni bölümde oynamak istiyorum. Peki, ismini biliyor musunuz?
– Deniz!
– Teşekkür ederim. Yazar, egosu yüksek biri ama iyi bi çocuk. Devamlı takip ediyorum, güzel de yazıyo kerata.
– !
Bu güzel hukukumuza binaen, kapıdaki ekip eşliğinde sizi pistin dışına alalım Doktor. Bizimle geliyorsunuz!..
GÜNLÜK D
Geçen haftayı biliyorsun günlük, onları ayırıp her şeyi berbat edecektim ama yapamadım. Umurlarında değildim ki, benden korkmuyorlardı bile… Sanırım dünyanın en utanılacak şeyi, tehdit ettiğin kişinin senden korkmaması. Benden korkmadıkları an, onlardan korktuğumu fark ettim. İstediğim şey o değil, onun fantezisiydi. Ben hayalini kurarken mutlu oluyordum. Ona sahip olduğum an, artık onu istemeyecektim! İsteğim, devam etmek için, yarım kalmaya muhtaçtı!..
Doktrin: “Bizim aşkımız da sonsuza dek yaşayacak; çünkü yarım kalacak!” – Vicky Cristina Barcelona
Related posts
6 Comments
Bir Cevap YazınCevabı iptal et
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (29)
- english (8)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (149)
- kitap (156)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)
Sizi gerçekten çok başarılı buluyorum ama şimdiye kadar beni en etkileyen hikayeniz -Derin. Her satırında duygular tamamen okuyucuya geçiyor sanki. Muhteşem.
Beklediğimin dışında bir konu çıktı. Çok etkilendim, şaşırdım… Sanırım bazen beklenti her şeyi değiştiriyor. Beğeni yüzdesini bile.. Emeğinize sağlık.
ilk halini o kadar çok okuyup benimsemişim ki, bir an garipsedim, ama devamının gelecek olması sevindirdi :))
Telefon sinyalinden sonra Deniz nerde, doktor Deniz mi (olamaz), Deniz’in gerçeği yansıtmayan ifadesi daha çok düşündürdü. Bazı şeylerin netleşmesi için devamı doğrudan önceyi anlatacak sanırım. Merakla bekliyoruz Yazar Bey 🙂
Eskiden internetten hikaye gibi yazıların okumayı normal okuma ile eş değer düşünmüyordum, şimdi hikayenin konusunun önemli olduğunu düşünüyorum nerden okuduğumuz önemli değil, devamını dört gözle bekliyorum👍🏻
Ağlayarak okudum. Çok güzeldi.