Bir palyaço, depresyona yakalanmış ve hiç gülemiyormuş. Hastanede doktor bir adres vermiş ve demiş ki,
“Şuradaki sirke uğra. Orada bir palyaço var. Seni güldürse güldürse bir tek o güldürür.”
Hastaysa şöyle demiş:
“O palyaço zaten benim!”
– Güzel hikaye, ama komik değil.
– Aslında tarçın gibi bir hikaye. Yani hepimiz gibi… Biraz tatlı, biraz acı!..
Uçsuz bucaksız otların arasında uzanmıştık. Saman balyalarını yalayan güneş, tozlu ağaç yapraklarından sızıp Hallaç’ın yüzünü altın rengine boyuyordu. Bir haftadır burada kalıyordum. Şehirden çok uzakta eski bir dostumun yanındaydım. Ziyaret nedenimi bile sormamıştı.
Sık sık zihnimde geçmişe gidip geliyordum:
Tek başıma şehir dışına çıkıyordum. Manzara harikaydı. Deniz kıyısı uçurumun altında yeni belirmişti. Yandaki araçla aynı hızda seyrettiğimde Derin’i gördüm. Çevremde olup bitenle ilgilenmiyordum. Donup kalmıştım ve onun haricindeki her şey bulanıktı. Direksiyondaki erkeğin anlattıklarına şuh kahkahalar patlatırken mutlu görünüyordu. Benle olduğundan mutluydu. Benimleyken sadece mutsuz değildi o kadar. Ama mutsuz olmamak, mutlu olmak demek değildir.
Önce onları uzun süre takip ettim. Bensiz mutlu olduğu düşüncesi içimi oyuyordu. İki saatlik takipten sonra ilk sapaktan döndüm ve ilk tanıştığımız yere sürdüm. İki saatte kıyıdaki balıkçı barınağına yanaştım. Aynı yollardan yürüyüp o anları yeniden yaşayacaktım. Deniz kıyısına vardığımda birden sahilde koşmaya başladım. Sizin de başınıza gelmiştir; hiçbir şey yokken aniden yağan o karanlık yağmur. Gözyaşlarım yağmuru bastırıyordu. Islandıkça ağladım; ve ağladıkça ıslandım.
Önce, çapkın olduğu için kızdım ona, sonra… Eğer çapkın olmasaydı benimle de çıkmazdı. Ve ondan mahrum kalırdım. Peki hiç kimsenin olmadığı bir yerde, yalnız ikimiz mutlu olamaz mıydık? Deniz kenarında otursak, terk edilmiş bir evde… Sevgimize bu denizler dar, diyordun. Hani geldim ben, daldım işte, dar mıymış? Dünya, bana çok farklı renklere bürünmüş gibi geliyordu. Daha bulanık, kirli, karanlık renkler.
Kalkan açıklarında tanıştığımız yazı hatırladım. Bizim gibi denizin altında tanışmış kaç sevgili vardır? İkimizin, aynı noktadan denize dalmasına ne demeli. Bunalımlı bir salı günüydü. Kirli akvaryumun zavallı balığıydım. Dalış tüpüm bitene kadar bir taşla derinlere dalabilir, pesimist bir halde deniz dibine gömülebilirdim. Sonra birden bir şey oldu… O derin denizde, karanlık sularda elinde yanan meşalesiyle bana doğru yüzen mucizevi bir denizkızıydın. Korkunç ve müphem gelen her şey bir anda anlam kazanmaya başlamıştı. Hatta, anılarına gömülüp öldüğüne inanan bu insanı mezardan çıkarmıştın.
Denizden çıktığımızda ayrılamıyorduk. Henüz yeni tanışmıştık, ama seneler geçmiş gibiydi. Sizin de başınıza gelmiştir:
İlk gördüğünüz biriyle adını açıklayamadığınız o derin bağ! Sanki reenkarne olmadan önce tanışmışsınızdır. Çantasındaki yiyecekleri ikram ederken gülümsedi… Sonra dudak kenarları yanaklarına kadar yükseldi. Ahhh… Gülüşü… Yağmurda açan güneş gibiydi. Aşk duygusunun verdiği haz, tüm vücuduma yayılmıştı.
Bana orda “denizin altında mı, üstünde mi olmayı seversin” demişti. “Üstünde” dediğimde, “bense altında” demişti. Hep üstte(!) olan bendim. Zaten aşk nedir ki?.. Bir kız için dünyadaki tüm kızlardan vazgeçmek değil midir? Ne zamandan beri aşk, iki kişinin yaşlı gözlerinden çıkıp kuru satırlara konu oluyor?
Aklım, olayları çözmek için acına muhtaçtı. Hafızamı zorladım:
Bir ay önce öğlen cep telefonun kapalıydı. Seni ev telefonundan defalarca aradım. 3. aramamın 6. çalışında nefes nefese açtın! Nabzın öyle yüksekti ki, bir sapık gibi ahizeye üflemeden konuşamıyordun. Ben, heyecanla sana ne olduğunu sorduğumda, pazardan geldiğini, asansörün bozuk olduğunu ve ağır poşetlerle merdiven çıktığını söyledin. Bir gün sonra sen işteyken yedek anahtarımla evine girdim. Buzdolabı bomboştu! İşimi asla şansa bırakmadığımı bilirsin…. Makine dairesinin kilidini kırdım ve asansör karakutusunu inceledim. Hiçbir hata mesajı görünmüyordu. Yöneticinin astığı ilan panosunda yakın geçmiş ve gelecekte planlı bir arıza kaydı görünmüyordu. Elektrik kurumuna o tarihte kesinti olup olmadığını sormadım. Çünkü seninle telefonda konuşurken televizyonun açıktı. Hem de arkadan, saçmalıklarla dolu lümpen bir gündüz kuşağı programının sesi geliyordu. O saatte sen televizyon izlemezsin. Ev telefonu ekranında numaramı görünce evdeki sesleri bastırmak için açtığınız belliydi. O kanalları uyduda bulmak için bir sürü zaman harcamıştın. Ayrıca pazardan gelir gelmez telefona koşan birinin televizyonu açmaya pek fırsatı olmazdı. Aslında onunla sevişiyordun! Beni düşünerek onunla sevişiyordun. Belki benim kadar iyi sevişemez, ama insanları benden iyi tanır. Onda ne bulduğunu iyi biliyorum. Bir kız, olgun bir adamda ne ararsa onu! Elbette bir baba profilini. Zaten elektra kompleksin vardı. Ancak bir Doktor, sana iyi gelebilirdi.
Küçükken yaşadığımız çiftlikte komşu çocuklarıyla oynardık. Hiçbir zaman büyümeyeceğimizi sanarak koşuşurduk. Bir kızla tanışmıştım. Ece… İsmi 3 harfliydi ve benimkisi de 5. Kız bana, isimleri ancak aynı harf sayısına sahip kişilerin büyüdüğünde evlenebileceklerini söylemişti. O an yıkılmıştım. Çünkü onu seviyordum. Ama çok sevmiştim… Beni anlıyor musun?.. Sonra sen karşıma çıktın. Belki buna “mukadderat” diyebilirsin. İsmin 5 harfliydi. Hatta bazı harfler aynıydı.
Derin
Deniz
Sanki o iki harf, tüm yazgımızı değiştiriyordu. Doktor Rıza. İsmini nerden mi biliyorum? Ne büyük tesadüftür ki, ikimizin de psikiyatrı aynı kişiydi. Birbirimizden habersiz yıllarca ona kendimizi açmıştık…
*
Binaya girmem zor olmadı. Kameralar kayıttaydı ama önemli değil, güvenlik şefi rüşvete temayül birisiydi. Herkesin bir fiyatı vardır; önemli olan bu fiyatı bulmaktır, der Escobar. Müdür önce ağzına ekşi bir şey almış gibi yüzünü buruşturdu. Ardından anahtarı aldı ve gülümsedi. Her şeyin bir bedeli vardır. Çok sevdiğim arabamı hediye etmek zorunda kaldım.
Havuza düşerken attığım saç parçalarını psikiyatra gittiğimde banyosundan topladım. İşim çok zor olmadı; ama kolay da değildi. Zor olmayan işler belki vardır, ama hiçbir iş kolay değildir. Çünkü sekreterinin saçları platin sarıydı ve doktorunkiyse kapkara. Üstelik bu saçlar boyalıydı. Kafasından boğuşma anında koparacağın kadar saçı toplamam 6 ay sürdü. Sen, birini öldürmek için aylarca bekleyebilir misin? Doğmak için habersiz asırlar bekleyen insan, birini öldürmek için de aylarca bekleyebilmeli…
Kafamdaki şapkanın siperliğini eğip zile bastığımda görevli sanıp kapıyı açtı. Ama beni görünce surat ifadesini görmenizi isterdim. Çok konuşulacak bir şey yoktu. Bir sürü yalan saymaya başladı. Kız arkadaşının evi olduğunu, erkek arkadaşının şehir dışında olduğunu ve tek kalamadığı için onu yanına çağırdığını… Ve buna benzer bir sürü hezeyan… Anlat sen seversin yalanı. Ahhh Derin, en azından güzel yalanlar söyleseydin…
Olay günü kafam dazlaktı. Kıl bırakmak istemiyordum. Ellerimde eldiven ve uzun kollu deri ceket… Önce onunla yattığı yatakta beynini dağıtmayı düşündüm. Ama bu kez daha fazla delil bırakacaktım. Sonra… Belinden kavrayıp onu pencere kenarına kadar taşıdım. O kadar inceydi ki, sertleşmemek için kendimi zor tuttum. Camı açtığımda çırpınıyordu… Sinirlendiğimde seksi olduğumu söylerdin… Sonra beni okşayıp sert sesim puslu bir yumuşamayla durulduğunda,
“Ah işte yine oldu; sesinin üstündeki baskın siyah renk çekildi, gri tonların kaldı. Beni mahveden de hep o senin kül grisi tonların!..”
Ölürken nasıl bu kadar sakin olabilirsin? Yoksa ölüme hazırdın da boşuna mı katil oldum sevgilim?..
Çevresi tarafından çok sevilen biriydin. Ama iyi insan olmakla iyi sevgili olmak ayrı şeyler… Ah benim minik bezelyem, seni sevmenin birden fazla yolu var. Ama hepsi de çıkmaz yol! Seni yüzde yüz anlamak için, senin kafa yapına sahip olmak gerek. O an zihninden geçenleri duymak için her şeyimi verirdim! Boşluğa uçarken ağlayan gözlerle hayata tutunmaya çalışman müthişti. Seni acı çekerek öldürmek istemiyorum. Avcının elinden kurtulmuş bir geyik gibi, tuzaktan kaçmayı başarmış bir kuş gibi kaç kurtar kendini. İşte yine tanrıyım, sense kölem… Kıyıya vurmuş balık gibi havuza çakıldın. Yine de manzaranın kötü olduğunu söyleyemem.
Öldüğünde, seni öldürmeyi düşünmenin, öldürmekten zevkli olduğunu gördüm. Senin hayatın benim ödevimdi. Artık ne eğlencem kaldı ki şu hayatta?
Beni çok sevdiğini biliyorum. Aslında hiç sevmediğini… Sen beni değil, seni seven birini seviyordun. Seans aldığım bir perşembe, sekreterin randevu defterinde benden iki saat sonra senin de seansın olduğunu gördüm. Konuşma koltuğunun içine gömdüğüm dinleme cihazını haftaya aldığımda şoka uğradım:
Doktor soruyor,
– Herkes seni terk etse ve bir sevgilin kalsaydı hangisini seçerdin?
– Aklımdan tuttuğum kişiyi, deyip burada isim vermiyorsun.
– Peki neden?
– Çünkü beni en çok seven o!
– Sana inanmıyorum. Yani sevdiğini değil, seni çok seveni istiyorsun. Senin sevmen değil, sevilmen önemli, diyor, Doktor.
*
Bana eski ilgisi kalmamıştı. Ayrılınca acılarla kıvranıyordum. Gitmesinden öyle korkuyordum ki… Bu korkum yüzünden hep ben onu terk ettim. Her dönüşümde onu bıraktığım yerde bulmak, büyüleyiciydi. Ayrılık acısını çekiyordum ki, tekrar barıştığımızdaki yoğun sevgisini iliklerime kadar hissedebileyim. Her barıştığımızda sanki yeniden doğuyordum. Bu oruç tutarak acıktığınızda ekmeğe, suya koşmak gibiydi. Acı olmasaydı, tatlı bu kadar tatlı olur muydu? Diyetteyken yemediğin şeyleri yiyebildiğinde, tadının hayal ettiğin kadar güzel olmadığını göreceksin.
Kısa boylu, zayıf, parlak sarı lepiska saçlı, minik burunlu bir çocuk kadın. Tam bir azgın fındık kurdu… Bu kişi, elbette uzun boylu, esmer, kemikli yüze sahip ve tabii ki geniş omuzlu bir erkeğe aşık olacaktı. Uyumlu bir çifttik. Güzel kadından herkes korkar, oysa sempatik bir kadından kimse kuşkulanmaz. Aslında en tehlikelisiydin! Evet. Kadınlar gerçekten de düşündüğümüz kadar masum değiller! İkimizi birden idare ediyordun. Belki başkalarını da… Histrionik kişilik bozukluğun olduğunu neden doktoruna itiraf etmedin. Sen ilgi budalasıydın. Hatta ilgi oro*pusu bir budala!.. İçindeki manevi boşluğu doldurmak için kaç erkek daha gerekti. Sen gerçek bir hedonisttin. Hep daha fazlasını isteyen doyumsuz bir kadın… Keşke bu kadarla da kalsa, ben senin işi daha ileri götürüp nemfomani olduğundan şüpheleniyorum.
*
Yağmurlu bir gece, karanlık bir köprü altında buluşma…
– Hallaç kimdi, Deniz? dedi dedektif.
– Bir Hallaç yoktu. Yalnızdım.
Dedektif elini burnuna götürdü ve kaşlarını kaldırdı. Olay örgüsünü tam anlamıyla çizemiyordu. Köprü altında katil olduğunu itiraf eden birisiyle saatlerdir bira içiyordu. Rüyada mıydı?..
– Sana inanmıyorum. Peki neden ortaya çıktın?
– Bana kimse inanmıyorsa, ben de kendimle konuşurum. Katillerin egoları yüksektir Dedektif. Zamanın birinde Amerikalı bir katil, televizyonda yayınlanan fotoğrafını beğenmediği için kanallara yakışıklı bir fotoğrafını yollar. Aptal bir Doktor, benim sayemde harika bir cinayet işlemiş olacaktı. O böylesi bir cinayeti planlayacak kadar zeki değil. Aslında hiç de fena olmazdı. Belki bir sabah onu da yatağında ölü bulurlar… Çünkü onu bütün dünya tanıyor. Oysa benim annem bile bazen adımı unutuyor. Derin görsün bak!.. Bana tercih ettiği adamın benden akıllı olmadığını. Ünlü ama akılsız! Peki bu durumda ben ne olacaktım? Ömür boyu kendi zihnine hapsolmuş bir zavallı…
– Ama bir insanın hayatını aldın ve onu öldürdün.
– Nasıl olsa bir gün ölecekti. Sadece zamanı biraz öne aldım. Hem ne olmuş ki Dedektif? İnsanlar bu cinayeti gördüklerinde “aman tanrım bu korkunç” diyecekler ve akşam yemeklerini yemeye devam edecekler; hepsi bu!
Deniz, elindeki metal zinciri durmadan sallıyordu. Bir çocuk gibi bira şişesini kuma sokup çıkarıyordu. Bu tozlu, kirli, kaçak halinde bile çok temiz ve zeki görünüyordu.
– Karşındakinin bir sonraki hamlesini tahmin edebilirsen, olayların seni üzmesine daha az izin verirsin. Sonraki hamlen ne olacaktı?
– Doktor’u öldürmek, elbette. Ama benden zeki değil. Onu yok etmem anlamsız. Üstelik hayatta olursa ölümden daha çok korkar. Belki bir gün çıktığımda öldüreceğim düşüncesiyle mahvolur. Ayrıca Derin’in öyle çok sevgilisi var ki, hepsini öldürsem seri katil hikayesi yazmamız lazım. Ki bu da hayli zaman alır. Ayrıca bunu yazara danışmak lazım. 🙂
– Neden gülüyorsun Deniz? Hapiste yıllar geçireceğin için böyle mutlu değilsindir herhalde.
– En büyük hücre insan beyninin içindeki örümcek ağlarıyken, etrafıma örülen bunca duvar umurumda olur mu sanıyorsun? Örümcek ağı çelikten bile güçlüdür. Bu durumda çelik yeleklerimiz neden ağdan yapılmıyor dersin?
– Nedenmiş o?..
– Çünkü örümcekler, ipek böcekleri gibi uyumlu hayvanlar değildirler. Bir arada çalışamaz ve birbirlerini yerler. Ben de başka örümcekleri yemeye gidiyorum. Emniyete haber salın Dedektif! Artık kimse emniyette değil. 🙂
– Hiç dua ettin mi Deniz? Tanrının koruyuculuğuna sığınmayı denedin mi?
– Pişman değilsem günah çıkarmamın ne anlamı var Dedektif? Acıyı zamana yayarak şiddetini azaltmak mümkün mü? Zamanın iyileştirme gücü yok sayılabilir mi?
– !?.
– Ted Bundy okur musunuz, Dedektif?
– Duydum, ama hiç okumadım.
– Bundy diyor ki, “Onun gözlerine bakarak bedenindeki soluğu hissediyorsun. Yaşama ve ölüme hükmediyorsun. Bir insanın, ölüm veya yaşamına karar verebilme gücünden daha büyük ne olabilir ki? Bu pozisyondaki herkes tanrıdır!”
– Bu güzel cinayette bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim Deniz bey, yarenliğinizi özleyeceğiz.
– Ben aynı fikirde değilim; malum, sizin kadar polisiye film izlemiyorum.
– Hayatınızın bundan sonrası boyunca tek bir film izleseniz ne olurdu?
– Bilemiyorum Dedektif. Ama bu olmazdı herhalde.
– Peki bir soru daha sorabilir miyim?
– Evet?!..
– İzlediğiniz en iyi korku filmi hangisiydi?
– Hayatım!..
Doktrin: “Bazı kişilerle birlikte yaşanmıyor. Onlar, gittikten sonra sizde yaşamaya başlıyorlar.” -ck-
Related posts
5 Comments
Bir Cevap YazınCevabı iptal et
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (29)
- english (8)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (149)
- kitap (156)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)
oscar ödüllü polisiye bir film tadında, oldukça sürükleyici bir hikaye. sona geldiğimde bitmesini hiç istemedim =)
https://youtu.be/YG2jC669Rt0
Muhtesem *****
Alip oturuyor insani Deniz in Derin liklerine kayboluyorsunuz okurken sonra ne kadar cabuk bitti diye birdaha birdaha okuyorsunuz
çok beğendim.
Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Derin’i dediler gibi haklı bulurken, kendimi onun yerine koyarken, bir anda Deniz haklı konuma geldi.
Çok üst seviyede yazmışsınız.
Agatha Christie, yanında halt etmiş.
Zeki Demirkubuz bundan film yapar bu arada.:)
Evet, soyisimini öğrendim sevgilim. Bir daha unutmam.