“Zafer Algöz, önümüzde akıp geçen olayları adeta havada dondurup hafızasına nakış gibi işleyen, gün geçtikçe yıllandırıp kaliteli bir şarap gibi misafirlerine sunan, özverili bir yazardır.” – Can Yılmaz

“Günümüzün çocukları lüksü seviyor. Görgüsüzler, otoriteye baş kaldırıyorlar, yaşlılara saygıları yok, çalışmak yerine laklak etmeyi seviyorlar. Çocuklar artık ailenin hizmetçisi değil, tiranı olmuş durumda. Yaşlılar içeri girdiğinde ayağa bile kalkmıyorlar.” – Sokrates

Maalesef Antik Yunan döneminde bile, yaşlıların gençlerle ilgili yakınmaları aynıydı.

*

Eskiden Meydan Larousse ansiklopedi serisine sahip olan, devlet kütüphanesi sahibi gibi itibar görürdü.

Sosyal medyada abartıyı seven bazı şuursuzlar, dedelerinin gasilhanedeki görüntülerini bile paylaştılar. Neyse ki ölü g*tüne pamuk tıkanırken detaylı bir görüntü paylaşan henüz olmadı.

“Ben hep mutluyum, neden biliyor musun?
Çünkü hiç kimseden bir şey beklemiyorum.
Beklenti her zaman zarar verir.
Hayat kısa…
Bu yüzden hayatını sev ve mutlu ol…
Gülümsemeyi sakın bırakma!
Kendin için yaşa.
Konuşmadan önce dinle.
Yazmadan önce düşün.
Harcamadan önce kazan.
Dua etmeden önce inan.
Vazgeçmeden önce dene.
Nefret etmeden önce sev.
Ölmeden önce yaşa…”

Aşıyı bulan firmanın ereksiyon mucizesi yaratan meşhur mavi hapını kullananlar, koronadan korunma söz konusu olunca şüpheyle bakar oldular. (Pfizer Üretiyor: BioNTech, Viagra)

“İnsandan aldığın bir ünite kan ve bir ölçü idrar ile komple check-up yapılır, gerisi boştur. Doktorun iyisi az ilaç yazar ve şartlar ne olursa olsun, kolay kolay ameliyat etmez.” – Cemil Cahit Sözer

İzmir’e girerken otobüse kesif bir koku doldu. Yazık, şu güzel şehri utandırmaya kimin ne hakkı var? Yıllardır temizlenemeyen körfezin kokusuymuş.

İkimizin de gözleri deve kuşu yumurtası gibi olmuş, neredeyse avucumuzun içine düşecek.

*

Albayıma makale okumak dünyanın en zor işi.
“Niye hızlandın oğlum? Ne güzel tane tane okuyordun, niye coştun?
İyi o zaman yavaş okumalıyım, diyorum; gene laf geliyor…
“Oğlum okumayı yeni mi öğrendin? Uykumuz geldi yahu… Sesinin tonuna ve noktalama işaretlerine dikkat et, onlar süs olsun diye koyulmuyor… Nokta onlar oğlum nokta… Cümlenin sonunda nokta var… Sen onu görmeden virgül muamelesi yapıyorsun…”
İş öyle bir hale geliyor ki artık boncuk boncuk terliyorum, daralıyorum… Bir ara çabuk bitsin diye bir paragrafı atladım. 🙂
“Ohooo… Adam gördüğünü de okuyamıyor… Koca paragraf nereye gitti yahu?”
Albayım hiç kül yutmuyor… Yıllarca, defalarca okuduğu, incelediği yazıları yalamış yutmuş tabii. Cümlesi atlasan müdahale eden adam, koca paragrafı fark etmez mi? Ne kadar safmışım ben de…

*

Bir ara devlet tiyatrolarında beş yıl boyunca idarecilik de yaptım. Oyunculuktan çok daha çileli ve yorucu olduğunu anladım.

“Hanımefendi, bu insanlar kader mahkumu… Şimdi arabanızla yolda giderken ağır bir trafik kazasına sebep olabilirsiniz. Hiç suçunuz olmasa bile çarptığınız, yaralandı ise hastaneye, öldü ise hapishaneye yollanırsınız.” – Cezaevi Müdürü Brubaker Sedat (Karaca)

Safiye ayla, ilerlemiş yaşına rağmen bağırmadan, haykırmadan, feryat figan yapmadan bütün şarkılarını içtenlikle okudu. (Şu sıralar azcık sesi olan, sırf onu göstermek için akustik şarkılarda avazı çıktığı kadar böğürüyor, vaveyla atıyor.)

*

Ertuğrul’a baktım, gözleriyle “sakın ötme” der gibi bana uzun-kısa selektör yaptı. Onunla gizlice dereye yüzmeye gittiğimiz anlaşılınca fırladı ve ortadan kayboldu. Akşam yemeğine doğru sadece fırça yeme garantisini aldı ve gelip birliğine teslim oldu.

Yağlı kazığa denizin üstünden tırmanıp bayrağı almayı saatler sonra bir tek Banzo Abim başardı. Çeyrek altını vermemek için bin bir takla attılar. “Bayrağı alıp denize atladın, aynı kazıktan geri yürümen gerekirdi,” dediler. Belli ki çamur yapıyorlar…
Banzo Abim “doğru” dedi, “aslında bayrağın sopasını da dönüşte g*tüme sokmam gerekirdi.” 🙂
Ödül altınını da zorla aldı tabii…

*

Sınıfça aşı olmaktan kaçmıştık. Kaçılmayacak gibi değil ki, o devirde de iğneler yorgan iğnesi gibiydi.

Hoca tahtaya tebeşirle rakamları yazar, tüm sınıf koro halinde İngilizce söylerdik. Bu şekilde nasıl dil öğrenilir ki.

*

Anneannem doğu şivesiyle sürekli anlatırdı:
“Erzurum’da, Kars’ta ele bir soğuk olurdu ki… Milletin kiprikleri donardı. Damdan dama atlayan pisik (kedi) bile havada donardı; ele soğuk işte anla…”

Semih Sergen Hocamız
İnanılmaz hazırcevaptı. Öyle yerlerde öyle laflar ederdi ki karşısındaki adamı adeta sütten keserdi.

Semih Sergen Hocamız İzmir Mordoğan’a ilk yerleşenlerdendi. “Mordoğan” yazan tabelanın hemen altına kendi tabelasını çakmıştı:
“Semih Sergen’e Gider”
Belediye Başkanı söktürür, o geri taktırırdı.

“Yunus” diye u’ları kısa söylerseniz o balık adı olur, denizlerde yaşar. Oysa ‘Yuuunuus’ deriz biz, o zaman da gönüllerde yaşar.

Şimdi burada tevazu yapamam. Semih Sergen’in taklidini bizim camiada Serhat Nalbantoğlu ve benden başka kimse böylesi güzel yapamaz. Ankara’da öğrencisiyken ikinci eşi Serap Sezer ile telefonda on dakika Semih Sergen olarak konuştum. 🙂 Ama direkt kendisiyim, bir ara ben bile inandım. Hatta iyice şımarıp sürekli oğulları Burak’ı şikayet ettim, doya doya fırçalar attım. Hiç anlamadı…

Bazı insanlar vardır, yaşadığı hayata her yönüyle müdahil olur. Kesilen ağaca sahip çıkar, mazlumun eğilmesine izin vermez, hayvana, kadına, çocuğa, yaşlıya, gence, örülen duvara, onarılan kaldırıma, budanan çiçeklere, geç gelen trene, erken kalkan belediye otobüsüne, düdüğü fazla çalan gemiye… Böyle insanlar her yere yetişebilirler. İşte hocam Semih Sergen de böyle büyük bir adamdı.

Semih Sergen Hocamda bir huy var, oyun oynanacak salonun fuayesi, kulisleri, tuvaletleri temiz değilse, hiç üşenmeden eline kovayı, fırçayı alıp temizliğe girişiyor. Şimdi turne başkanı koskoca Semih Sergen temizliğe girişince, ekipte kim varsa doğal olarak temizliğe yardım ediyor.

Bu tatilde karılar yanımızda olduğu için resmen “çakılı defans” pozisyonundaydık.

Yunan Otelci: Vasilis Paragözoz

Barmen: Dimitri Fondipis

Lan bırak piyaz (tatava) yapmayı.

Mohikan Kafa Ümit Davaro

Tam altımızda bir gurbetçi sigarasını emip çayını içiyor.

*

Emin Gümüşkaya
Senelerce kahvelerde iş yeri sahibi Emin Babanın müzmin yancısı olarak boy gösteren bu abimiz, zamanla maaşa bağlanıp kadrolu yalaka olup çıkmıştır.
Yıllar sonra bir gün temmuz ayının 45 derece sıcağında, klimasız arabayla birlikte yolculuk ederlerken ne olduysa Emin Baba Ali’nin sadakatini teste soyunur.
– Allah’ım sana şükürler olsun, günlerdir sıcaktan kavrulduk. Neyse ki şimdi şakır şakır yağmur yağıyor. İçimiz serinledi be… Toprak nefes aldı… Değil mi Ali?
Ali elini cayır cayır yanan göğüslüğün üstüne koyuyor ve cehennem güneşine kafayı çevirip gözlerini kısarak,
– Şakır şakır olmasa da hafif çiseliyor be Baba… diyor. 🙂

*

Reşat Tarık Ünlüoğlu
Geçen sette öyle duygusal bir sahne oynadım ki, bırak herkesin ağlamasını kamera camı bile buğulandı.

Balığı karikatür gibi yerdi. Kuyruk, baş hepsini temizlerdi. Balığın iskeleti dışında hiçbir yeri kalmazdı.

Olta balığı gümüş gibi parlar.
Çiftlik balığı kenarlarına doğru koyu renge bürünür, hatta kararır.

Bazen kendime kızıyorum, ulan Tarık, bu kadar da iyi oynanmaz, arkadaşlarına ayıp oluyor, istersen bazı akşamlar oyuna yüklenme, diğer oyuncular da kendini göstersin, alkışlardan nasiplensin, diyorum.

*

55 Günlük Paralı Askerlik Maceram
Saçı uzun olanlar açık hava berberinin elinde anında sıpa gibi oldular.

Sivilde doktor olduğunu söyleyen Konyalı tam bir idiyottu. Yani sivil hayatta bir trafik kazası yapsam mesela Konya civarında, beni ambulansla acile getirseler, baksam ki nöbetçi doktor bu Konyalı, aman kardeşim beni buradan direkt gasilhaneye götürün, derim. Yeter ki Konyalıya emanet etmeyin.

Komutan Celal Karasu (Blekvotır) bir keresinde kendi karısını ziyaretçi kartı takmadan tugaya aldılar diye nizamiyedeki askerlerden nöbetçi subaylara kadar herkesi haşladı. Ama kimsenin gözünün yaşına bakmadan herkese eşit davrandığı için de hepimizde de kuşkusuz bir sempati oluştu.

Bedelli askerlik yapan bir angut sordu:
– Komutanım, Yunanistan ile savaş çıkarsa sakın bizi de cepheye sürmesinler.
– Ulan otuz metreden bile hedefi vurmayanların savaşta işi ne? Merak etmeyin; size sıra ancak hamile kadınlardan sonra gelir!

*

tiran: acımasız, gaddar, despot

vakıf: bilen, farkında olan

battal: işe yaramaz, kullanılmaz

manevra: yönetme işi, tatbikat

kesif: yoğun

revan: giden, yürüyen, akan

ince hastalık: verem, tüberküloz

brubaker: Robert Redford’un hapishane müdürü rolünde oynadığı suç temalı film

ser: (baş) verip sır vermemek

defi tabiı: vücuttan zararlı maddeleri atmak

defi bela kabilinden: bir belayı savarcasına

medarı iftihar: övünülen şey ya da kimse

medar: sebep

iftihar: övgü

kani: kanmış, inanmış

insicam: tutarlık, düzgünlük

serencam: bir olayın sonu, akıbet

kurander: hava akımı, cereyan

dramaturg: oyun sanatı uzmanı

hasılıkelam: sözün kısası, özetlersek

tensip: uygun görme, yaraştırma

baton: sopa, çubuk, asa

Doktrin: “Günümüzün çocukları lüksü seviyor. Görgüsüzler, otoriteye baş kaldırıyorlar, yaşlılara saygıları yok, çalışmak yerine laklak etmeyi seviyorlar. Çocuklar artık ailenin hizmetçisi değil, tiranı olmuş durumda. Yaşlılar içeri girdiğinde ayağa bile kalkmıyorlar.” – Sokrates