Sf: 7
piyanonu çal, diyor
iyi değil senin için
yazmamak.
adada biraz gezinecek
veya tekne turuna
çıkacak.
yanına çağdaş bir roman
ve okuma gözlüğünü
aldı sanıyorum.
ben onun elektrikli daktilosuyla
pencerede oturmuş
genç kızlara ilişik
genç kız kıçları seyrediyorum.
nihai çürüme.
20 yayımlanmış kitabım ve
6 kutu biram var.
turistler sıçrayıp duruyorlar suda
turistler konuşuyor yürüyor
fotoğraf çekiyor
soğuk meşrubat içiyorlar.
iyi değil benim için
yazmamak.
hatun tekne gezisinde şimdi
ve dalgalara bakarak
düşünüyor-
“saat iki buçuk. yazıyordur
herhalde, iyi değil onun
için yazmamak. çok fazla bira
içmez umarım. Robert’dan çok daha
iyi sevişiyor ve deniz
harikulade.”
benim için bir yatak inşa etti
yerleri cilaladı
elektrikli süpürgeyle toz aldı
banyoyu temizledi
yerleri sildi
saçımı ve tırnaklarımı
kesti
sonra
aynı günde
tesisatçı gelip mutfak musluğuyla
sifonu
gazcı kombiyi
telefoncu da telefonu
tamir etti.
şimdi bu mükemmeliyetin ortasında oturuyorum.
çıt çıkmıyor.
üç kız arkadaşımla da bozuştum.
karmaşanın ortasında daha iyi hissediyordum
kendimi.
birkaç ayımı alacak normale
dönmem:
muhabbet edecek bir hamam böceği bile bulamıyorum.
ritmimi kaybettim.
uyuyamıyorum
yiyemiyorum.
pasaklılığımı
çaldılar.
köşesine yürüdüm
ve herifin teki
Cinsel Eğitim Enstitüsü’nün parkından
öyle bir çıktı ki bisikletiyle
parmaklarımı ezmesine
ramak kaldı:
siyah pis bir sakalı vardı
gözleri bir Rus piyanistinin
gözleriydi
nefesiyse Batı Kansas’lı bir orospunun
nefesinden beterdi;
payetli ceket giyen bir hıyar
tarafından nerdeyse öldürülmek
çok sıktı canımı;
yukarı baktım ve kapılarının önündeki koltuklara
oturmuş
Greta Garbo filmleri düşleyen
kızları gördüm;
gazete kutusuna yarım dolar attım
ve en son seks gazetesini aldım;
sonra sandviççiye girdim
bir sandviç ve büyük
kahve söyledim.
etrafımda oturmuş nasıl
kilo verileceğinden söz ediyorlardı.
bir porsiyon patates kızartması
istedim. seks gazetesindeki kızlar
seks gazetesindeki kızlar nasıl görünürse
öyle görünüyorlardı.
yalnızlık çekmememi söylüyorlardı
bana, onlar giderirdi
yalnızlığımı:
onları zincirle ya da kırbaçla dövebilir
ya da onlar beni zincirle ya da kırbaçla
dövebilirlerdi, tercih benimdi.
sandviçi bitirdim, hesabı ödedim,
bahşiş bıraktım, seks gazetesini de iskemlenin
üstünde bıraktım.
sonra kemerimin üstünden sarkan
göbeğimle Western Bulvarı’nı geri yürüdüm.
insanların tadına bakmayı severim-
uzaktan.
fazla yakın istemem onları,
o zaman sürtüşme
başlar.
ama süpermarketlerde
çamaşırhanelerde
kafelerde
köşe başlarında
otobüs duraklarında
eczanelerde
vücutlarına
yüzlerine
ve kıyafetlerine bakabilirim-
yürüyüşlerini
ya da duruşlarını
ya da yaptıklarını
seyrederim.
röntgen cihazından farkım yok,
böyle seviyorum onları:
uzaktan.
onlarla ilgili en güzel şeyleri
hayal ederim.
cesur ve deli hayal ederim onları
harikulade hayal ederim
severim sıradan mekanlarda gezinmeyi.
birlikte hayata hapsolmuşluğumuz
ve tuhaflığımızla
hepimiz için hüzünlenir ya da
mutlu olurum.
çorap, havuç, ciklet
dergi
doğum kontrol
şekerleme
saç spreyi
ve tuvalet kağıdı satın
alırkenki ciddiyetimizden daha gülünesi
bir şey yoktur.
devasa bir kamp ateşi yakıp
dayanıklılığımızdan
ötürü birbirimizi kutlamalıyız.
uzun kuyruklarda dikiliriz
ortalıkta geziniriz
bekleriz
severim sıradan mekanlarda gezinmeyi,
insanlar bana kendilerini anlatır
ben de onlara kendimi
öğleden sonra üç buçukta bir kadın
kantara bütün ciddiyetiyle
bakarak mor üzüm tartıyor,
basit yeşil bir elbise var üstünde
beyaz çiçek desenli,
üzümleri alıp
dikkatle beyaz bir kesekağıdına
koyuyor
bu yeterince aydınlatıcı
generaller ve doktorlar bizi öldürebilirler
ama biz
kazandık.
tahtadan kelebek
karbonat tebessüm
talaş sineği-
göbeğimi seviyorum
ve içki satan adam bana
“Bay Schlitz,” diyor
hipodromdaki gişeciler
“ŞAİR BİLİR!” diye bağırıyorlar
kuponlarımı paraya tahvil
ettiğimde.
hatunlar
yatakta ve yatak dışında
beni sevdiklerini söylüyorlar
ben ıslak beyaz ayaklarla
dolaşırken.
sarhoş gözlü albatros
Temel Reis’in boklu şortu
Paris’in tahtakuruları,
barikatları yıktım
ve otomobili
gözyaşlarını
ezberledim
ama trafikte arabaların
bir kediyi ezip geçmelerini seyreden
okul çocuğu gibi biliyorum
son hükmü.
18, 19 yaşlarında
denizci
ne zaman koridordan bir kadın gelse
sanki kadını görmemi engellemek için
ayağa kalkıyor
kadın da ona gülümsüyordu
ama ben gülümsemiyordum
ona
sürekli trenin penceresinde
kendine bakıyor
ayağa kalkıp ceketini çıkarıyor
sonra tekrar
giyiyordu
kemerinin tokasını parlatmaktan
büyük zevk duyuyordu
ve boynu kırmızıydı ve
yüzü kırmızıydı ve gözleri
güzel bir mavi
ama haz etmemiştim
ondan
ve ne zaman tuvalete gitsem
ya kabinlerden birindeydi
ya da aynanın karşısında
saçını tarıyor veya
sakal traşı oluyordu
ve sürekli koridorlarda
geziniyor
ya da su içiyordu
su içerken adem elmasının
aşağı yukarı oynayışını
seyrediyordum
gözüme batıp
duruyordu
ama hiç konuşmadık
ve diğer trenleri
diğer otobüsleri
diğer savaşları hatırladım
Pasadena’da indi
bir kadından daha kendini beğenmiş
gururlu ve
ölü
Pasadena’da indi.
yolculuğun kalan kısmı-
on- on iki kilometre-
mükemmeldi.
bütün yargıçlar gibi
geç geldi ve
gençti
besiliydi
eğitimliydi
şımartılmıştı ve iyi
aile çocuğuydu
biz ayyaşlar sigaralarımızı söndürüp
merhametine sığındık.
kefalet ödemeyenlerin davalarına
önce bakılır, “suçumu kabul
ediyorum,” derler, hepsi “suçumu
kabul ediyorum” der.
“7gün.” “14 gün.” “14 gün sonra
yarı açığa sevk.” “4 gün.” “7gün.”
“14 gün.”
“içeride insanın anasını ağlatıyorlar,
yargıç.”
“sıradaki.”
“beni eşek sudan gelene dek
dövdüler, yargıç.”
“sıradaki, lütfen”
“7 gün.” “14 gün sonra
yarı açığa sevk.”
ayyaşların davalarına bakan yargıç
genç ve
fazla besiliydi. fazla öğün
yemiş. şişman.
kefalet ödeyebilen ayyaşların
davalarına gelir sıra. uzun
kuyruklar oluştururuz ve
yargıç süratle bakar
davalarımıza. “2 gün ya da 40 dolar.” “2 gün
ya da 40 dolar. “2 gün ya da
40 dolar.” “2 gün ya da 40 dolar.”
35, 40 kişi
kadarız.
adliye San Fernando yolu
üstündeki hurdalıkların arasında.
kefalet memuruna gittiğimizde
bize, “kefalet geçerli,”
diyor.
“ne?”
“kefalet geçerli.”
kefalet 50 dolar. 10 doları
mahkemenin
dışarı çıkıp külüstür
arabalarımıza biniyoruz.
arabaların çoğu hurdalıktaki
arabalardan daha berbat
görünüyorlar. kimimizin arabası
yok. çoğumuzun Meksika’lı ve
yoksul beyazlarız. karşıda
tren yükleme istasyonu var. güneş
tepemizde.
yargıcın
cildi
pürüssüz
ve hassas, yargıcın
gerdanı
var.
arabalarımıza yürüyüp
adliyeden uzaklaşıyoruz.
adalet.
Doktrin: “En güvendiğin insanların bir yanılgıdan ibaret olduğunu anlayınca köşene çekilirsin.” – Charles Bukowski
Related posts
2 Comments
Comments are closed.
Kategoriler
- didaktik (25)
- eylencelik (23)
- hayat kanunları (16)
- hikaye (51)
- kitap (129)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (368)
- röportaj (2)
- tefrika (20)
- yazı (188)
- yıldız ★ (28)
- yıldız ★★ (98)
- yıldız ★★★ (110)
- yıldız ★★★★ (68)
- yıldız ★★★★★ (23)
Bugün ki doktrin bana gelsin demiştim. Şarkı tutar gibi özlü sözler tutmak, kitap sayfaları tutmak çok keyif verici olabiliyor en son sıradaki öykü ve sıradaki blog şeklinde de değişip, geliştirilebilir.
Aklıma Voltaire'den bir söz geldi okuyunca…" Tanrım, beni dostlarıma karşı koru, kendimi düşmanlarıma karşı korurum. "
Herzamanki gibi çok iyiydi sürükledi beni okumak keyif veriyor
Bahcede bikini ile calisan kadin fikir olarak süperdi
Hemen yayınlama çekmecede at muhteşem bir öğüt