ÖNSÖZ
Sf: 3
“Bir köşesinde meleklerin olduğuna inanmadan da, bir bahçenin güzel olduğunu görmek yeterli değil midir?”

Sf: 10
Bilinemezciliğin makul bir duruş olduğunu, ancak ateizmin tıpkı dini inanç kadar inançsal olduğunu hissediyor olabilir misiniz?
Alt Madde:
3) Bilinemezcilik olarak tanımlanan Tanrının varlığının ya da yokluğunun şu an için bilenemeyeceğini öngören felsefe akımı. Agnostisizm. -ed.n.
4) İnançsal: asla değişmeyeceği kabul edilen, söz konusu bilginin mutlak hakikat olduğu, inceleme, tartışma yahut araştırmaya ihtiyacın olmadığı düşünülen. -ed.n.
Sf: 12
Eğer kendinizi yetiştirildiğiniz dinin içinde kapana kısılmış hissediyorsanız, bunun nasıl meydana geldiğini kendinize sormaya değerdir. Yanıt, genelde çocuklukta yaşanılmış bir çeşit beyin yıkanmasıdır. Eğer az da olsa dindarsanız, büyük bir ihtimalle dininiz ailenizin dinidir. Eğer Arkansas’ta doğup, Hıristiyanlığın doğru, İslamiyet’in yanlış bir din olduğunu düşünüyorsanız, çocuklukta beyninizin yıkanmasının kurbanısınız. Afganistan’da doğsaydınız aynı beyin yıkanması ile tam tersini düşünecektiniz.
O, Müslüman bir çocuk değildir, ama Müslüman bir ailenin çocuğudur. Bu çocuk Müslüman olup olmadığını anlayamayacak kadar küçüktür. Müslüman çocuk diye bir şey yoktur. Hıristiyan çocuk diye bir şey yoktur.
Sf: 15
Robert M. Pirsig’e bırakmak isterim. Kendisi şöyle demiştir: “Bir yanılgıdan bir kişi acı çekiyorsa, buna delilik denir. Bir yanılgıdan birçok insan acı çektiğinde ise buna Din denir.”
Sf: 17
Kitabın gelişme sürecindeki iki farklı evrede, kitabı baştan sona yüksek sesle okuyarak, kitabın bir okurun gözünde nasıl gözükeceğini çok açık bir şekilde anlayabilmemi sağlayarak beni canlandıran eşim Lalla Ward’a çok teşekkür ederim. Bu tekniği diğer yazarlara da tavsiye ederim.
BÖLÜM 1
İÇTEN İNANAN BİR İNANÇSIZ 
HAK EDİLMİŞ SAYGI
Sf: 24
İngiliz Musevilerinin saygı duyulan bir ferdi olan doğum uzmanı arkadaşım Robert Winston Yahudiliğin, hayatını düzene sokmaya ve daha iyiye götürmeye yardım edecek sağlam bir düzen sağladığını söyledi. Belki de öyledir; ama bunun dinin doğaüstü iddialarının herhangi birisinin gerçekliğiyle en küçük bir ilgisi bile yoktur.
Sf: 26
İnsan suretinde bir Tanrı fikri bana oldukça yabancıdır ve hatta safça gelir. (ck*: Einstein)
Sf: 27

HAK EDİLMEMİŞ SAYGI
Douglas Adams ölümünden çok kısa bir süre önce Cambridge’de yaptığı doğaçlama bir konuşma sırasında bu konuya çok ustaca açıklık getirir, onun bu sözlerini paylaşmaktan hiç usanmam:Din merkezinde bazı fikirler barındırır ve biz bunları kutsal ya da mübarek diye adlandırırız ya da benzer terimler kullanırız. Bu şu anlama gelir, “İşte hakkında kötü söz söyleme izninizin olmadığı bir fikir ya da bir kavram; tek kelimeyle, bu yasaktır. Peki neden öyledir? Çünkü yasaktır!” Eğer birisi sizin onaylamadığınız bir partiye oy verirse, bu konuda onunla istediğiniz kadar tartışmakta serbestsiniz; herkes bir görüş bildirecek ama bu kimseyi rencide etmeyecektir. Eğer birisi vergilerin artması ya da azalması gerektiğini söylerse, bu konuda da yorum yapmakta özgürsünüz. Ancak diğer taraftan, birisi “Bir Şabat günü ışığın düğmesine dokunmamalıyım” derse, ona şöyle dersiniz, “Buna saygı duyarım.” 
Neden Muhafazakar Partiyi ya da İşçi Partisini, Cumhuriyetçileri ya da Demokratları, şu ya da bu model ekonomiyi ya da Windows yerine Macintosh’u desteklemek tamamen meşrudur da Kainat’ın nasıl meydana geldiği ve onu kimin yarattığıyla ilgili bir fikir beyan etmek yasaktır?
Sf: 34
İşte toplumumuzun dine gösterdiği lüzumsuz miktardaki saygının özel bir örneği, gerçekten de önemli bir örnek; Bir Danimarka gazetesi olan Jyllands-Posten, Hazreti Muhammed’i tasvir eden on iki adet karikatür yayınlandı. Sonraki üç ay boyunca, Danimarka’ya sığınmalarına izin verilmiş iki imam önderliğinde, Danimarka’da yaşayan Müslümanlardan oluşan küçük bir grup tarafından, İslam dünyasını baştan başa saracak bir öfke özenle ve sistemlice beslendiğini.  
Sf: 38
Pakistan ve Endonezya’daki göstericiler Danimarka bayraklarını yaktı (bu bayrakları nereden temin ettiler?) ve Danimarka hükümetinin özür dilemesi için isterik taleplerde bulunuldu. (Ne için özür dilenecekti? Karikatürleri onlar çizmedi ya da yayımlamadı. Danimarkalılar tam anlamıyla özgür bir basının bulunduğu bir ülkede yaşarlar ki bu, çoğu İslami ülkedeki halkın anlamakta zorluk çekeceği bir şeydir.)
Sf: 39
Germain Greer’in yazdığı gibi: bu insanların gerçekten sevdiği ve en iyi yaptığı şey tantanadır.
Sf: 40
Eğer insanlar bir 7’inci yüzyıl vaizini kendi ailelerinden daha çok seviyorlarsa, bu onlara kalmış, Ancak onlardan başka kimse bunu ciddiye almak zorunda değildir. (ck*: dini konuşmalar yapan öğütçü)
Sf: 41
Tüm bunlara sebep olan Danimarka sınırları haricinde yaşayan hiç kimsenin asla adını bile duymadığı (bu kasten planlanmış kargaşa çıkartma kampanyası olmasaydı tabii) bir gazetede yayımlanan birkaç acemi karikatürü. 
H. L. Mencken’in dediği gibi: “Diğer dostlarımızın inancına saygı göstermek zorundayız ancak bu saygı yalnızca karısının güzel, çocuklarının da akıllı olduğu teorisine gösterdiğimiz anlayışta ve boyutta olmalıdır.”
Ne birilerini incitmek adına tarzımın dışına çıkacağım ne de inanç meselesini diğer şeylerden ayrıcalıklı farz edip daha yumuşak bir tutum sergileyeceğim.
BÖLÜM 2
TANRI VARSAYIMI
“Bir çağın dini, bir sonrakinin edebi eğlencesidir.” – Ralph Waldo Emerson
Sf: 45
Tanrı Varsayımını daha savunabilir bir biçimde tanımlamalıyım: bir süper insan, bir doğaüstü akıl vardır ve bu varlık, kainatı ve de içindeki biz dahil her şeyi bilinçli olarak tasarlamış ve yaratmıştır. Bir kitap daha farklı bir görüşü savunacaktır: herhangi bir şey tasarlamaya yeter karmaşıklıktaki bir yaratıcı akıl, yalnızca kademeli evrimin uzun bir sürecinin son ürünü olarak ortaya çıkabilir. Evrim geçirmiş yaratıcı akıllar, zorunlu olarak evrene sonradan katılırlar ve bu sebepten ötürü, onun tasarımından sorumlu olamazlar. Tanrı bu tanıma göre bir yanılgıdır ve sonraki bölümlerin göstereceği gibi, zararlı bir yanılgıdır. 
Din tarihçileri, ilkel kabile animizminden başlayarak, Yunan, Roma ve İskandinavlarınki gibi çok tanrıcılık ile devam eden ve Yahudilik ve onun türevleri olan Hıristiyanlık ve İslam’da olduğu gibi tek tanrıcılığa doğru bir geçişin farkındadırlar.
ÇOK TANRICILIK
Ibn Warraq’ı Ben neden Bir Müslüman Değilim kitabının yazarı) şu keskin zeka ürünü varsayımı yapmaya kışkırtan bir sanıdır: “tek tanrıcılığın nihai kaderi sırası geldiğinde bir tanrı daha eksilterek ateizme dönüşmektir.”
Alt Madde:
*Ruhun sadece insanlarda değil, hayvanlarda, bitkilerde, kayalarda, yıldırımlarda ve diğer fenomenlerde de olduğuna, her nesnenin bir ruh tarafından yönetildiğine inanılan bir ilkel inanış. -ed.n…
Sf: 46
“Eğer onları alt edemiyorsan onlara katıl”…
Sf: 48
Aziz Gregory’ye lakabını kazandıran mucizeler her ne olurlarsa olsunlar, hilesiz mucizeler değildirler. Sözleri, on sekiz yüzyıl boyunca (ilerleyen bilim veya insan bilgilerinin çoğunun aksine) hiç ilerlememiş olan ilahiyatın karakteristik gerici tadını taşır.
Yorum yapmaktan kendimi alıkoyamadığım bir diğer konu da, dindarların sahip olmadıkları ve olamayacakları kanıtlar hakkında önemsiz ayrıntılar ileri sürerken sahip oldukları kibirli güvendir. Bunun sebebi muhtemelen ilahi fikirleri destekleyecek herhangi bir kanıtın kesinlikle olmadığı gerçeğidir.
Sf: 52
TEK TANRICILIK
Kültürümüzün kalbindeki büyük ağza alınmayacak kötülük tek tanrıcılıktır. Eski Ahit adıyla bilinen barbar bir Tunç Çağı metninden üç insanlık karşıtı din gelişmiştir: Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam. Bunlar gök tanrılı dinlerdir. Ve tamamen ataerkildirler. (Tanrı her şeye gücü yeten Baba’dır) dolayısıyla, gök tanrı ve dünyevi erkek elçilerinin etkisine girmiş olan bu diyarlarda 2000 yıldır bir kadın nefreti var olmuştur.
Sf: 53

GORE VIDAL
(ck*: Kişiliğin bütünlüğünü bozan ruhsal bozukluk)
Sf: 58

LAİKLİK, AMERİKA’NIN KURUCULARI VE AMERİKA’NIN DİNİ
Jefferson’ın aşağıdaki demeci, bugün bilinemezcilik dediğimiz şeyden ayırt edilemez: 
(ck *: agnostisizm) 
Gerçekten var olan şeylerle zaten yeterince meşgulüm ve bu beni fazlasıyla tatmin ediyor; ancak gerçekten var olması olası fakat hiçbir kanıta sahip olmadığım konularla kendime işkence edecek, ya da zihnimi kurcalayacak değilim.
Sf: 59
Yine Jefferson’ın Peter Carr’a yazdığı bu mektupta bulunan aşağıdaki tavsiyeyi dokunaklı bulurum:Tanrının varlığını bile cesurca sorgula; çünkü eğer bir Tanrı varsa, mantığa olan saygıyı gözü kapalı korkudan daha çok takdir edecektir.
Benjamin Franklin’in “Deniz fenerleri kiliselerden daha yararlıdır” ve John Adams’ın, “Bu dünya, olası dünyaların en iyisi olabilirdi, tabii eğer içinde din olmasaydı” sözleri için de benzer şeyler söylenebilirdi.
Sf: 63
Alt madde:
*Napolyon, ünlü matematikçi Laplace’ın Tanrıdan söz etmeden kitabını yazmayı nasıl başardığını şaşkınlıkla düşünürken, Laplace ona şöyle demiştir: “Efendim, bu varsayıma hiç ihtiyaç duymadım.”
Sf: 68

BİLİNEMEZCİLİĞİN YETERSİZLİĞİ
Gerçek şu ki bir şeyin varlığının ya da yokluğunun kanıtlanamaması, o şeyin varlığını veya yokluğunu sağlam bir temele dayandıramaz.
Eğer var olsaydı ve bunu açığa çıkarmayı seçseydi, kendi menfaati için Tanrı bizzat sorunu gürültüyle ve anlaşılır biçimde kökünden hallederdi.
Tayf süreklidir, fakat yol boyunca aşağıdaki yedi kilometre taşı ile temsil edebilir. 
1) Koyu teist. Tanrının var olma olasılığı yüzde 100’dür. C.G. Jung’un sözleriyle: “inanmam, bilirim.”
Sf: 69
2) Son derece yüksek olasılık ama tam yüzde 100 değil. Fiili ateist. “Kesin olarak bilemem ama Tanrıya fazlasıyla inanırım ve onun burada olduğunu varsayarak hayatımı sürdürürüm.” 
3) Yüzde 50’den yüksek ama çok da yüksek olmayanlar. Teknik açıdan bilinemezci ama teizm meyilli. “Çok kararsızım ama Tanrıya inanmaya meyilliyim.” 
4) Tam olarak yüzde 50. Tamamen tarafsız bilinemezci. “Tanrının varlığı ya da yokluğu kesin olarak eşit olasılıktadır.” 
5) Yüzde 50’den düşük ama çok düşük değil. Teknik olarak bilinemezci ama ateizme meyilli. “Tanrının olup olmadığını bilmem ama inançsız olmaya meyilliyim.” 
6) Son derece düşük olasılık ama sıfırdan yüksek. Fiilen ateist. “Kesin olarak bilemem ancak Tanrının epey olanak dışı olduğunu düşünüyorum ve burada olmadığını varsayarak hayatımı sürdürüyorum.” 
7) Koyu ateist. “Tanrının olmadığını bilirim”, tıpkı Jung’un bir tanrının olduğunu “bilirim” görüşü gibi.
Jung gibi bir insanın yeterli sebep olmadan böylesi bir inanç barındırma kapasitesine sahip olması inancın doğasındandır. (Bu arada Jung, raflarındaki belirli kitapların gürültülü bir patlamayla kendiliğinden patladıklarını da düşünmüştür.) Ateistler inanç sahibi değildirler. 
Sf: 70
Ve tek başına mantık hiç kimseyi bir şeyin kesinlikle var olmadığı görüşüne itemez. Bundan dolayı, pratikte kategori 7, kendisinin zıddı olan ve birçok kendini adamış tarafları olan kategori 1’den bir hayli az taraflara sahiptir.
Bu hatayı açıklamanın bir diğer yolu, kanıtlama zorunluluğu ile ilgilidir ve Bertrand Russell’ın kutsal demlik hikayesinde, bu hata hoş bir şekilde gösterilmiştir. 
*Birçok tutucu kişi, kendilerinin inançlarını ispat etmeleri gerektiğini değil, şüphe edenlerin kabul edilmiş olan inançları çürütmesi gerektiğini söyler.* Bu elbette hatadır. Eğer ben, Dünya ile Mars arasında, Güneş etrafında, eliptik bir yörüngede dönen bir Çin demliği bulunduğunu öne sürseydim ve bu demliğin en güçlü teleskoplarımızla bile ortaya çıkarılamayacak kadar küçük olduğunu da iddiama ekleseydim.
Sf: 71
Hiç kimse bunun aksini ispatlayamazdı. Fakat konuşmama, iddiamın aksi ispatlanamayacağı için insan mantığının iddiamdan şüphelenmesinin tahammül edilemez bir küstahlık olduğunu söyleyerek devam etseydim, kesinlikle saçmaladığım düşünülecekti. Oysaki eğer böyle bir demliğin varlığı eski kitaplarda bildirilse, her pazar kutsal bir gerçek olarak aktarılsa ve okul çağındaki çocukların zihnine yavaş yavaş aşılansaydı, varlığına inanmakta çekimser davranmak elbette bir tuhaflık belirtisi halini alırdı. Ve bu şüpheci kimse aydınlık bir çağda psikiyatrların, daha önceki çağlarda ise Engizisyon Mahkemesi’nin ilgisini hak ederdi.
Sf: 72
Russel’in belirtmek istediği şey, ispatın yükünün inançsızların değil inançlıların sırtında olduğudur.
Sf: 73
Aslında önemli olan Tanrının çürütülebilir olup olmadığı değil (ki çürütülemez değildir) varlığının mümkün olup olmadığıdır. Tanrıyı, varolma olasılığının hesaplanmasından muaf tutmak için herhangi bir neden yoktur.
Sf: 77
NOMA
Dinin ahlaki değerlerini kabul etmek için hangi ölçütle karar vereceğiz? Veya dünyanın bütün dinlerini, ahlaki öğretileri bize uyan bir tane bulana kadar dikkatle gözden mi geçirmeliyiz? Eğer böyle olmalıysa yine aynı soruyu sormalıyız: hangi ölçütlere göre.
Sf: 78
Seçim yapacağız? Eğer dinsel ahlaklar arasından seçim yapmamızı sağlayan bağımsız bir ölçütümüz varsa, aracılık yapan şeyi aradan çıkarıp, din olmadan doğrudan doğruya ahlaki seçimimizi yapmamıza engel olan nedir?
Sf: 80
Konuyu dramatize etmek için adli kazı bilimcilerin, İsa’nın gerçekten de biyolojik bir babasının olmadığını gösteren DNA kanıtlarını fevkalade bir olaylar zinciri sonrasında ortaya çıkarttıklarını hayal edin. Omuz silken ve soğuk bir üslupla şuna benzer sözler sarf eden din savunucularını gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz? “Kimin umurunda? Bilimsel kanıt teolojik sorularla tamamen alakasızdır. Yanlış yetki alanı!
Sf: 81
Tanrının kendilerine bir park yeri ayırdığına inanan motorlu araç sürücüleri vardır, dolayısıyla, büyük bir olasılıkla başkasını bu hizmetten yoksun bırakacaklardır. Bu tarz teizm utanç verici düzeyde gözdedir.
Sf: 82

BÜYÜK DUA DENEYİ
Darwin’in kuzeni olan Francis Galton, dua etmenin insanlar için etkili olup olmadığını bilimsel olarak araştıran ilk kişidir. Her pazar, İngiltere’nin bir ucundan öteki ucuna bütün kiliselerde, tüm topluluğun kraliyet ailesinin sağlığı için alenen dua ettiğine dikkat etti. Bu yüzden, sadece en yakınlarından dua alan geriye kalan bizlerle karşılaştırıldıklarında kraliyet ailesindekilerin olağandışı biçimde sağlıklı olmaları gerekmez mi?
Sf: 89

NEVILLE CHAMBERLAIN EVRİMCİLER OKULU
“Winston Churchill ve Franklin Roosevelt, Stalin ve komünizmi sevmemiştir. Ancak Hitler’le savaşırken Sovyet güçleriyle birlikte davranmaları gerektiğini fark etmişlerdir.
Sf: 92
Ayrıca, bakireyken doğumun imkansız olduğunu bildireceği için fizyoloji dersini de hafifletmelisiniz.
Sf: 97

KÜÇÜK YEŞİL ADAMLAR
C.Clarke’ın Üçüncü Kanununda ortaya koyduğu gibi: “Yeterince gelişmiş herhangi bir teknoloji, büyüden ayırt edilemez.” Teknolojimizin yarattığı mucizeler, eski insanların gözüne, suları yaran Musa veya su üstünde yürüyen İsa hikayelerinden daha az olağanüstü görünmeyecekti.
Sf: 98
Ancak, Tanrının varlığına aktif olarak inanmamamın ana nedenini açıklamaya girişmeden önce, tarih boyunca inanç lehinde sunulan kanıtların hakkından gelme sorumluluğumu yerine getirmeliyim.
BÖLÜM 3
TANRININ VARLIĞI İÇİN GÖSTERİLEN KANITLAR
 “İlahiyat kürsüsünün bizim kurumumuzda yeri olmamalıdır.” – Thomas Jefferson
Sf: 115

KİŞİSEL “DENEYİMDEN” KANIT
Sam Harris, İnancın Sonu isimli eserinde şöyle yazdığında aslında çok fazla alaycı değildi:Mantıksal hiçbir gerekçesi olmayan inançlar barındıran insanlara taktığımız isimler vardır. İnançları oldukça yaygın olduğundaysa bu insanları “dindar” olarak adlandırırız; aksi takdirde bu insanlar “deli”, “psikopat” ya da “kuruntulu” olarak adlandırılacaktı… Açıkça, sayılarının çok olması bu insanları aklı başında gösterir. Ve Yaratıcının, yağmur damlalarını yatak odası pencerenize Mors alfabesiyle çarptırarak sizinle iletişim kurduğuna inanmak zihinsel bir hastalığın göstergesiyken, bu yaratıcının düşüncelerinizi duyabildiğine inanmanın toplumumuzda normal olduğunun düşünülmesi aslında basit bir tarihsel kazadır. Ve dindarların genellikle deli olmayıp, inançlarının özünün delice olması da öyledir.
Sf: 120

KUTSAL KİTAPTAN KANIT
İsa’nın bilmeden yanılmış olmasıdır. Birçok insan yanılır. Nasıl olursa olsun, daha önce söylediğim gibi, kendisinin kutsal olduğunu düşündüğüne dair geçerli hiçbir tarihi kanıt yoktur.
Sf: 125
Alt Madde:
*İncil’i bozan, en ünlü yanlış çeviri, İsaiah’ın İbranicesi genç kadının (almah) Yunancaya bakire (parthenos) olarak çevrilmesidir. Basit bir hata! (Nasıl olduğunu anlamak için İngilizce sözcükler “maid” temizlikçi kadın, kız] ve “maiden”i [bakire, el değmemiş] akla getirin) Bu çevirmen hatası çılgınca şişirilmiş ve İsa’nın annesinin bir bakire olduğunu söyleyen akıl almaz bir efsanenin doğmasına yol açmıştır! Tüm zamanların yanlış yapısal çeviri şampiyonu ünvanının tek sahibi ayrıca bakireleri de etkilemiştir. Ibn Warraq şamatacı bir üslupla, şu ünlü “her Müslüman şehide yetmiş iki bakire” sözünün “kristal kadar berrak beyaz üzümlerin” yanlış bir çevirisi olduğunu bildirmiştir. Şimdi, eğer bu yanlış geniş ölçüde bilinseydi, intihar eden masum kurbanların kim bilir kaç tanesi bugün yaşıyor olurdu? (Ibn Warraq) “Bakireler? Hangi bakireler?”
Sf: 126

TAKDİR EDİLEN DİNDAR BİLİM İNSANLARINDAN KANI
“Yüksek zekalı erkeklerin çok büyük çoğunluğu Hıristiyanlığa inanmazlar ancak bu gerçeği toplum içinde gizlerler çünkü gelirlerini kaybetmekten korkarlar.” – Bertrand Russel
Sf: 129
Watson’a günümüzde birçok dindar bilim insanı tanıyıp tanımadığını sordum. Şöyle cevap verdi: “Aslında hiç tanımam. Ara sıra onlarla karşılaşırım ve biraz utanırım [gülüşler] çünkü bilirsin, herhangi birisinin gerçeklerin vahiyle bildirildiğini kabul edeceğine inanamıyorum.” 
Watson sert bir cevap verdi: “Herhangi bir amaç için olduğumuzu düşünmüyorum doğrusu. Bizler sadece evrimin ürünleriyiz.”
Sf: 133
Din ve IQ ilişkisi konusunda, bildiğim tek meta-analiz çalışması, 2002’de Mensa Dergisinde (Mensa yüksek IQ’lu üyelerin oluşturduğu bir topluluktur ve dergileri doğal olarak onları bir araya getiren tek konuyla ilgili makaleler üzerinde yoğunlaşmıştır) Paul Bell tarafından yayımlanmıştı. Bell şöyle bir sonuca vardı: “Dinsel inanç ve bir kimsenin zekası ve/veya eğitim seviyesi arasındaki ilişki üzerine 1927’den beri yapılan 43 araştırmanın, dördü hariç hepsi bu etmenler arasında bir ters orantı olduğunu buldu. Buna göre, bir kimsenin zekası ya da eğitim seviyesi ne kadar yüksek olursa, bu kişinin dindar olması ya da herhangi bir türde ‘inançlar’ barındırması o kadar olasılıksızdır.
Sf: 134
PASCAL’IN BAHSİ
Tanrıya insansanız iyi edersiniz çünkü eğer haklıysanız, sonsuz mutluluk kazanacaksınız, ancak eğer yanılmışsanız zaten bir şey değişmeyecektir. Diğer taraftan, eğer Tanrıya inanmazsanız ve yanıldığınız ortaya çıkarsa sonsuza kadar lanetlenirsiniz, ama haklıysanız yine bir şey değişmeyecektir. Görünüşte karar gün gibi açıktır. Tanrıya inanın.
Ancak iddiayla ilgili belirgin biçimde tuhaf bir şey var. İnanmak, tedbir olsun diye yapmaya karar verebileceğiniz bir şey değildir. En azından, amacıma göre ne yapacağıma karar verebileceğim bir şey değildir. Kiliseye gitmeye karar verebilirim ve İznik Amentüsünü ezberlemeye karar verebilirim ve bir yığın İncil üzerine, içlerindeki her kelimeye inanacağıma yemin edebilirim. Fakat bunların hiçbirisi, gerçekten inanmıyorsam inanmamı sağlamaz. Pascal’ın Bahsi, sadece Tanrıya inanma numarası yapmanın kanıtı olabilir. Ve inandığınızı iddia ettiğiniz Tanrı, her şeyi bilme gücü olan türden bir Tanrı olmasa iyi olur yoksa bu dalaverenizi görecektir.
Sf: 143   
BÖLÜM 4 
NEDEN NEREDEYSE KESİN OLARAK TANRI YOKTUR.
BİR BİLİNÇ ARTTIRICI OLARAK DOĞAL SEÇİLİM
Sf: 151
Wood Allen: “Sonuçta bir Tanrı olduğu ortaya çıkmışsa, onun kötü olduğunu düşünmüyorum. Fakat onun hakkında söyleyebileceğiniz en kötü şey, basitçe ondan bekleneni veremediğidir.”
Sf: 160
BOŞLUKLARA TAPMAK
Dinin gerçekten de kötü etkilerinden biri, bize anlamadan tatmin olmanın bir erdem olduğunu öğretmesidir.
Sf: 168
“Bir şeyin nasıl çalıştığını anlamazsanız, bunu dert etmeyin: sadece pes edin ve bunu Tanrı yaptı deyin. Sinir dürtülerinin nasıl çalıştığını bilmiyor musunuz? Güzel! Hatıraların beyinde nasıl saklandığını anlamıyor musunuz? Harika! Fotosentez oldukça kafa karıştıran karmaşık bir süreç midir? Şahane! Lütfen sorun üzerinde çalışmaya başlamayın, sadece vazgeçin ve Tanrıya başvurun. Sevgili bilim insanları, bilinmeyenleriniz üzerinde çalışmayın. Bilinmeyenlerinizi bize getirin ki onları kullanabilelim. Değerli bilgisizliği araştırarak boşa harcamayın. Bu şanlı boşluklara Tanrının son sığınağı olarak ihtiyacımız var.” 
Aziz Augustine 
Sf: 171
Başka kitaplarda örnekler vermiştim: hedefine giderken muazzam ve savurgan bir sapma yaparak evrimsel geçmişine ihanet eden, gidip geri dönen gırtlak siniri. Sırt ağrısından fıtığa, sarkık rahimden sinüs iltihaplarına olan hassaslığımıza kadar çoğu insani hastalığımız, doğrudan doğruya şu anda dik yürüdüğümüz bedenimizin, dört ayak üzerinde durmayı terk etmek için yüzlerce milyon yıldan fazla şekil değiştirmiş olmasından kaynaklanır.
Sf: 174
ANTROPİK İLKE: GEZEGENSEL VERSİYON
Yine de, yaşam su içinde başlamalıdır ve yaşamın başlangıcı son derece olanak dışı bir olay olmuş olabilir. Darwinci evrim, yaşam bir kez başladıktan sonra neşeyle devam eder. Ancak yaşam nasıl başlatıldı? 
Önümüzdeki birkaç yıl içinde eğer kimyacılar laboratuvarlarında yeni bir yaşam başlangıcını başarılı bir şekilde doğurduklarını bildirirlerse hiç şaşırmam. Bununla beraber bu henüz gerçekleşmedi ve gelişmenin olasılığının fazlasıyla düşük olduğunu söylemek mümkündür ve bu her zaman böyleydi; gerçi bu bir kez gerçekleşti!…
Sf: 175
Galaksimizde 1 milyar ile 30 milyar arasında gezegen ve evrende 100 milyar galaksi olduğu tahmin edilmiştir. Alışılagelmiş ihtiyat nedeniyle birkaç sıfırı silsek bile, bir milyar kere milyar zaten evrendeki geçerli gezegen sayısı için ılımlı bir tahmindir. Şimdi, hayatın ilk ortaya çıkışının veya diğer bir tanımla DNA’ya eşdeğer bir şeyin kendiliğinden ortaya çıkmasının gerçekten oldukça sarsıcı düzeyde olanak dışı bir olay olduğunu varsayın. Bir milyar gezegenden yalnızca bir tanesinde meydana gelecek kadar olanaksız olduğunu düşünün. Ödenek desteği yapan kuruluşlar, kendilerine önerilen araştırmanın başarı şansının yüzde bir olduğunu itiraf eden herhangi bir kimyacıya kahkahalarla gülerlerdi. Fakat biz burada milyarda birlik ihtimallerden bahsediyoruz. Yine de… böylesi saçma bir şekilde düşük ihtimallere rağmen yaşam yine de bir milyar gezegende başlamış olabilir ve tabii ki Dünya bunlardan birisidir.
Sf: 177
Tüm bu birbirinden bağımsız tasarım yanılsamalarını açıklamak için “muazzam sayıda gezegen” kanıtıyla işin içinden sıyrılabilir miyiz? Hayır, yapamayız, tekrarlıyorum hayır. Bunu aklınızın ucundan bile geçirmeyin. Bu önemlidir çünkü Darwinciliğin en ciddi yanlış anlaşılmalarının kalbine gider. 
Yaşamın evrimi, hayatın ilk olarak ortaya çıkmasından tamamen farklı bir konudur çünkü, tekrar edersek, hayatın başlaması sadece bir kez olmak zorunda olan (veya zorunda olmuş olan) eşsiz bir olaydı.
Sf: 179
Bizim yaşam türümüze dost olan bir gezegende yaşarız ve bunun neden böyle olduğuna dair iki sebep gördük. Bunlardan ilki, yaşamın gezegenin sağladığı koşullar sayesinde gelişmek üzere evrim geçirmiş olmasıdır. Bunun sebebi doğal seçilimdir. Diğer sebep ise antropik ilkedir. Evrende milyarlarca gezegen vardır ve evrim dostu azınlık gezegenlerin sayısı ne kadar az olursa olsun, bizim gezegenimiz zorunlu olarak onlardan biri olmalıdır.
Sf: 180
ANTROPİK İLKE: EVRENBİLİMSEL VERSİYON
Fizikçilerin hesaplamalarına göre, eğer fizik kanunları ve sabitleri bir parça bile farklı olsaydı, evren öylesi bir şekilde gelişecekti ki yaşam imkansız olacaktı.
Sf: 182
Thomson’a göre, bir gölgeyi hırsız sanmaya, bir hırsızı gölge sanmaktan daha yatkınızdır. Hatalı bir var olma sanma, zaman kaybı olabilir. Hatalı bir var olduğunu fark etmeme ise ölümcül olabilir. (ck*: ya varsa, ben inanarak bir şey kaybetmem ki cahilliği)
Sf: 182
Şu anda sanki evrenimizin kaderinde sonsuza kadar genişlemenin olduğu gözükmektedir.
Sf: 190
“Eğer Tanrı kanser tedavisiyle ilgili olarak çoğu duaya yanıt verseydi, bu hastalık insanların çözmesi gereken bir sorun olmaktan çıkardı.”
Sf: 197
CAMBRIDGE’DE BİR SÖYLEŞİ
Bu ilk nedenin yani hiçbir şey yerine bir şeylerin var olmasından sorumlu olan büyük bilinmezin, evreni tasarlayan ve eş zamanlılıkla milyonlarca insanla konuşabilen bir varlık olduğunu öne sürmek, bir açıklama bulmak için mantığa başvurmaktan tamamen vazgeçmektir. Rahatına düşkün ve aklı reddeden gök kancacılığının korkunç bir teşhiridir.
Sf: 199
Baskı yapıldığında, çağdaş birçok eğitimli Hıristiyan, bakireden doğumu ve yeniden dirilmeyi inkar etmeye oldukça yatkındır. Fakat bu soru onları utandırır çünkü akılcı zihinleri bunun saçma olduğunu bilir, bu yüzden bu sorunun hiç sorulmamış olmasını tercih ederler. Sonuçta, benim gibi birisi bu soruyu sormakta ısrar ettiğinde, “on dokuzuncu yüzyıl” olmakla suçlanacak kişi benimdir. Üzerinde düşünürseniz bu gerçekten oldukça komiktir.
Sf: 203

BÖLÜM 5
DİNİN KÖKENİ DARWİNCİ BUYRUK
Darwin’in açıkladığı üzere “doğal seçilim, her gün ve her saat dünya bütünündeki her çeşitlenmeyi, hatta en zayıf olanı bile sınar; kötü olanı çürüğe çıkarır, güzel olan her şeyi korur ve arttırır; nerede ve ne zaman bir fırsat yakalasa sessiz ve duygusuzca tüm organik varlıkların gelişimi için çalışır.” Eğer vahşi bir hayvan alışkanlık haline faydasız bir eylem gerçekleştiriyorsa, doğal seçilim, zamanını ve enerjisini bu faydasız şeyler yerine hayatta kalma ve üreme için harcayan rakip bireyleri kayıracaktır.
Dış görünüşüne bakıldığında, bir tavus kuşunun kuyruğu fevkalade bir şakadır. Sahibinin sağ kalması için hiçbir yarar sağlamadığı açıktır. Fakat onun daha az gösterişli rakiplerinin arasında sivrilterek fayda sağlayacak olan genlerdir.
Sf: 209
DİNİN DOĞRUDAN FAYDALARI
Fakat birçok kez, bazı önemsiz hastalıklarım, stetoskobu boynunda olan zeki bir yüzden çıkan güven tazeleyici bir ses sayesinde bir anda “iyileştirilmiştir.” Plasebo etkisi iyi belgelenmiştir ve hiç mi hiç gizemli değildir. Hiçbir şekilde ilaç bilimsel etkileri olmayan yalancı haplar, kanıtlanabilir biçimde sağlığı iyileştirirler. (ck*: Şamanlık)
Sf: 211
Darwinciler “Din, egemen sınıf tarafından alt sınıfa boyun eğdirtmek için kullanılan bir araçtır” gibi politik açıklamalarla da tatmin olmazlar. Amerika’daki siyahi kölelerin başka bir yaşam vaadiyle (bu yolla siyahilerin yaşama dair hoşnutsuzlukları köreltilmiş ve bu durum köle sahiplerine fayda sağlamıştır) telkin edildikleri yadsınamaz bir gerçektir.
Sf: 212
Beyinlerimiz cinsellikten zevk alacak şekilde kurulmuştur çünkü cinsellik, doğal koşullarda bebek üretir.
Neden şiddetli acıdan korunmak için neredeyse her şeyi yaparız.
Doğal seçilim acı algısını, yaşam tehdidi içeren bedensel zararın bir belirtisi olarak belirlemiş ve bizi bundan sakınmak üzere programlanmıştır. Acı hissetmeyen ya da acıyı umursamayan nadir bireyler genelde, biz geriye kalanların kendimizi korumak için tedbir alacağımız yaralar yüzünden erken yaşta ölürler.
GRUP SEÇİLİMİ
Cambridge’li kazı bilimci Colin Ranfrew, Hıristiyanlığın bir çeşit grup seçilimi sayesinde sağ kaldığını çünkü grup içi sadakati ve grup içi kardeşçe sevgiyi teşvik ettiğini ve bunun da dindar grupların daha az dindar gruplara kıyasla daha çok hayatta kalmasına yol açtığını öne sürer.
Sf: 213
Son derece kavgacı yapıdaki bir “savaş tanrısına” tapan bir kabile, tanrıları barış ve uyumu teşvik eden ya da bir tanrıya inanmayan rakip kabilelere karşı olan tüm savaşları kazanır. Savaşta şehit düştüklerinde doğruca cennete gideceğine sarsılmaz biçimde inanan savaşçılar cesurca dövüşürler ve seve seve canlarını feda ederler. O halde bu tür bir dini olan kabilelerin, kabileler arası savaş ortamında ayakta kalmaları, yendikleri kabilenin çiftlik hayvanlarını çalmaları ve kadınlarını kendilerine almaları daha olasıdır. Bu gibi başarılı kabileler çarçabuk evlat kabileler üretirler.
Sf: 231
PSİKOLOJİK OLARAK DİNE KOŞULLANMIŞ OLMAK
Helen Fisher. Bir erkeğin bakış açısıyla, örneğin, tanıdığı kadınların herhangi birisinin en yakın rakibinden yüz kat daha hoş olması inandırıcı değildir, oysa bu kadına “aşık olduğunda” muhtemelen onu diğer kadınlardan yüz kat daha hoş olarak tanımlayacaktır. Hassas olduğumuz tek eşliliğe aşırı bağlılıktansa, bir tür “polyamory” görünüşte daha akılcıdır. (Polyamory, birinin karşı cinsten birkaç bireyi aynı anda sevebileceği inancıdır.)
Sf: 233
Aşık olmak ve din arasındaki kıyaslamayı 1993 yılında, dine kendini kaptırmış bir bireyin belirtilerinin, “daha yaygın olan cinsel tutkuda birleşenlerin belirtilerine şaşırtıcı düzeyde benzeyebileceğini keşfettiğimde yaptım. Bunun beyin üzerinde aşırı kuvvetli bir etkisi vardır ve bazı virüslerin bunu istismar etmek üzere evrim geçirmiş olmaları şaşırtıcı değildir.”
Sf: 242
YAVAŞ YÜRÜ ÇÜNKÜ MEMLERİMİN ÜZERİNDE YÜRÜYORSUN.
Mem ya da Memê, Richard Dawkins’in ortaya attığı kültürel iletim birimidir.
Dawkins’e göre nesiller değiştikçe, kültürel ve sosyal içerik bir sonraki nesle memler tarafından aktarılmaktadır. Bu tıpkı biyolojik içeriğin DNA tarafından aktarılması gibidir. Fakat memler, DNA gibi mikroskop altında görülebilen somut bilgi kodları değil, daha çok soyuttur. Bu bakımdan sosyolojik gen denebilir.
Gen, bir sıra DNA parçasıdır.
Sf: 258
KARGO İNANÇLARI
Sam gözlerini yerden kaldırdı ve bana baktı. “Eğer sen İsa’nın gelmesi için iki bin yıl bekleyebiliyorsan ve gelmiyor o, öyleyse ben de bekleyebilirim John için on dokuz yıldan fazla.” (ck*: kıyamet günü belirsizliği gibi)
Sf: 261

BÖLÜM 6
AHLAKIN KÖKENİ: NEDEN İYİYİZ?
Dindar insanların çoğu, din olmadan bir insanın nasıl iyi birisi olacağını veya olmasını bırakın nasıl iyi bir insan olmak isteyeceğini hayal etmekte zorlanır. 
Fakat bu şüpheler daha ileri gider ve bazı dindarları, inançlarını paylaşmayan kişilere karşı öfke nöbetleri geçirtmeye kadar götürür.
Sf: 265
Tanrının neden böylesi vahşi bir savunmaya ihtiyaç duyduğunun düşünüldüğünü merak etmeden duramıyorum.
Sf: 267
Fakat yetim bir çocuğu bir kenarda ağlarken fark ettiğimizde, yaşlı bir dulun yalnızlığına ve umutsuzluğuna tanık olduğumuzda ya da acılar içinde inleyen bir hayvanı gördüğümüzde hissettiğimiz iç burkucu merhamet hissi ne anlama gelir? Dünyanın öbür ucunda yaşayan, asla tanışmayacağımız ve yüksek olasılıkla yaptığımız iyiliğin karşılığını veremeyecek olan tsunami mağdurlarına, ismimizi vermeden, giysi, para gibi hediyeler göndermemizi sağlayan güçlü dürtüyü bize ne verir? İçimizdeki bu şefkatli kimse nereden gelir? İyi olmak, “bencil gen” teorisiyle uyumsuz değil midir? Hayır.
Sf: 269
Özgeciliğin bir başka ana türü, üzerinde çok fazla çalışmış olduğumuz bir Darwinci mantık olan karşılıklı özgeciliktir (“Sen benim sırtımı kaşı ben de seninkini”) 
Bu prensip, insanların bütün ticaret ve değiş tokuşlarının temelidir de. Avcının bir mızrağa ihtiyacı vardır, demirci ise et istemektedir. Asimetri bir alışveriş doğurur. Arının nektara, çiçeklerinse polen yaymaya gereksinimleri vardır. Çiçekler uçamaz bu yüzden polenlerinin dağıtımı amacıyla arıların kanatlarını kiralamak için nektarla ödeme yaparlar Bal rehberi olarak adlandırılan kuşlar arı kovanlarının yerini tespit edebilirler ancak kırıp içine giremezler. Bal porsukları (hint porsukları) arı kovanlarını kırıp içine girebilirler ancak kovanları aramalarına yarayacak kanatları yoktur. Bal rehberleri, hint.
Sf: 270
Porsuklarını (ve benzer insanları) özel bir ikna edici uçuş sayesinde kovanlara çekerler ki bu uçuş tekniği başka hiçbir amaç için kullanılamaz. Her iki taraf da bu işlemden faydalanır. Tek başına kaldırılamayacak kadar ağır bir kayanın altında duran bir çömlek dolusu altını fark eden bir kişi, altını paylaşacağını bile bile diğer insanlardan yardım alır çünkü bu yardım olmadan hiçbir şey alamayacaktır. Canlılar dünyası bu tip karşılıklı ilişkiler yönünden zengindir; bizonlar ve temizlikçi kuşlar, kırmızı boru çiçekleri ve sinek kuşları, balıklar ve temizlikçi küçük balıklar, kargalar ve bağırsaklarındaki mikro organizmalar. Karşılıklı özgecilik, ihtiyaçlar ve onları karşılamak için gerekli olan yetenekler arasındaki asimetriler sayesinde çalışır. Bu özellikle farklı türler arasında iyi çalışmasının sebebidir.
Sf: 271
Herkesin çirkin olduğu durumda “daima çirkin ol” dengeli bir çözümdür çünkü herkesin çirkin olduğu durumda iyi olmak çirkin olmaktan daha iyi olmayacaktır.
Sf: 274
Pratik kurallar, doğaları gereği, bazen yanlış çalışırlar. Bir kuşun beyninde, “yuvanda ciyaklayan küçük şeylerle ilgilen ve kırmızı ağızlarına besin bırak” kuralı genellikle bu kuralı inşa eden genleri koruma etkisine sahiptir çünkü yetişkin kuşun yuvasında ciyaklayan ve ağız açan şeyler doğal olarak yetişkin kuşun kendi yavrularıdır. Bu kural eğer başka bir yavru kuş yuvaya girerse (guguk kuşları tarafından özellikle yapıldığı durumda) yanlış çalışır. Merhametli insani dürtülerimiz bu yanlış çalışmalara tekabül ediyor olabilir mi?
Sf: 279
AHLAKIN KÖKENİNE DAİR BİR ÖRNEK OLAY İNCELEMESİ
Immanuel Kant’ın çok ünlü biçimde ifade ettiği ilkeye göre, akıllı bir varlık asla razı olmayacağı bir araç olarak kullanılmamalıdır, hatta sonuç başkalarına faydalı olsa bile.
Sf: 282

EĞER TANRI YOKSA İYİ OLMAK NİYE?
Einstein’ın dediği gibi, “Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan korktukları ve ödüllendirileceklerini umut ettikleri için iyi kalplilerse, o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz.”
Sf: 285
İnsancılık büyük ihtimalle arttırır. Bir diğer iyi olasılık, ateizmin, yüksek eğitim, zeka ya da özgür düşünce gibi bir üçüncü etmenle doğrusal ilişkisinin olması.
Sf: 290
Luis Bunuel: “Tanrı ve Vatan yenilmez bir ekiptir; tüm zulüm ve kan dökme rekorlarını ellerinde tutarlar.”

Sf: 293
BÖLÜM 7

“İYİ” KİTAP VE DEĞİŞEN AHLAK ANLAYIŞI
“Politika, esaretindeki binlerce insanı katletmiştir, din ise on binlercesini.” – Sean O’Casey
Sf: 294
Piskopos John Shelby Spong’un Kutsal Kitabın Günahları isimli kitabında çok doğru bir şekilde gözlemlediği gibi ahlaklarının temelini kelimesi kelimesi İncil’e dayandıran insanlar aslında İncil’i ne okumuş ne de anlamışlardır.
Sf: 306
ESKİ AHİT
Aşera putlarını keseceksiniz. Başka ilahlara tapmayacaksınız. Çünkü ben adı Kıskanç olan bir Rabbim, kıskanç bir Tanrıyım.
En gözde taktiklerini uygulayıp, seçilen metinlerin yazdıkları anlamlarıyla değil “sembolik” olarak yorumlanması gerektiğini iddia etseler bile işin içinden sıyrılamazlar. Hangi pasajların sembolik hangilerinin yazıldıkları anlamda olduğuna karar verirken kıstasımız ne olacak?
Sf: 309
Seven Weinberg: “Din insan şerefine hakarettir. Din olsa da olmasa da her zaman iyi şeyler yapan iyi insanlar ve kötü şeyler yapan kötü insanlar olacaktır. Ancak iyi insanların kötü şeyler yapabilmesi için din gerekir.”
Blaise Pascal: “İnsanlar dinsel inançla yaptıkları kötülükleri başka bir yolla asla bu kadar eksiksiz ve neşeli yapamazlar.”
Sf: 312
YENİ AHİT DAHA İYİ MİDİR?
Lenny Bruce’un konuyla ilgili çok doğru bir esprisi vardır, “Eğer İsa yirmi yıl önce öldürülmüş olsaydı, Katolik okulu öğrencileri boyunlarına haç takmak yerine küçük elektrikli sandalyeler takacaklardı.”
Sf: 315
KOMŞUNU SEV
“Eğer toplanma olacaksa sonuç olarak ben de gitmiş olacağım ve çile azizlerinin bu siteyi başka yerlerde barındırması veya açık tutmak için para desteği vermesi zorunlu olacaktır.”
Alt Madde:
*Bu cümledeki “çile azizlerinin” anlamını bilmiyor olabilirsiniz. Önemsemenize gerek yok: yapılacak daha iyi işleriniz vardır.
Sf: 328
ZAMANLA DEĞİŞEN AHLAK ANLAYIŞI
*Geleceği, kendi ömrünüzün ötesinde değerlendirin.
Sf: 329
İşte çeşitli ülkelerin kadınlarına oy hakkı verilen tarihlerden birkaçı:
Yeni Zelanda  1893 
Avustralya 1902 
Finlandiya 1906 
Norveç 1913 
Amerika    1920 
İngiltere    1928 
Türkiye1934 
Fransa 1945 
Belçika1946 
İsviçre  1971 
Kuveyt 2006
Sf: 344

PEKİ YA HİTLER VE STALİN? ONLAR ATEİST DEĞİL MİYDİLER?
“Din sıradan insanları sessiz tutmak için mükemmel bir araçtır” diyen Napolyon ve “Sıradan insanlar dini gerçek, akıllı insanlar yanlış ve yönetenler ise kullanışlı olarak görürler.” diyen Genç Seneca ile aynı fikirdeydi belki de.
Sf: 349

BÖLÜM 8

DİNİN SAKINCASI NEDİR? NEDEN BU KADAR DÜŞMAN OLMAK GEREKİR?
“Din yaptığınız her şeyi, her günün her dakikasında izleyen gökyüzünde yaşayan görünmez bir insan olduğuna insanları gerçekten inandırmıştır. Ve bu görünmez adamın yapmanızı istemediği on maddelik özel bir listesi vardır. Ve eğer bu listedekilerden herhangi birisini yaparsanız, sizi yaşamanız ve acı çekip yanmanız ve boğulmanız ve çığlık atmanız ve sonsuza ve “zamanın sonuna kadar” ağlamanız için göndereceği özel bir yeri vardır, içi ateşle ve dumanla ve yanmayla ve işkenceyle ve ızdırapla doludur… Fakat o sizi sever!” – George Carlin
Sf: 351

AŞIRI TUTUCULUK VE BİLİMİN ALTÜST EDİLMESİ
Bir bilim adamı olarak ben, inandığım şeylere (örneğin evrime) onları bir kutsal kitapta okuduğum için değil, kanıtları üzerinde çalıştığım için inanırım. Bu gerçekten oldukça farklı bir konudur. Evrimle ilgili kitaplara kutsal oldukları için inanılmaz. Onlara inanılır çünkü çok büyük miktarda, üzerinde herkesin onayı olan kanıt sunarlar. Prensipte her okur gidip kanıtı kontrol edebilir. Eğer bir bilim kitabı hatalıysa, birileri eninde sonunda o hatayı keşfeder ve sonraki kitaplarda bu hata düzeltilir. Bunun kutsal kitaplarda gerçekleşmediği aşikardır.
Evrime inanırız çünkü bilimsel kanıt onu destekler ve yeni bir kanıt bu gerçeği çürütürse bir gecede bu inancımızdan vazgeçeriz. Gerçek bir tutucu asla bunun gibi bir şey söylemeyecektir.
Sf: 384

“ILIMLI” İNANCIN YOBAZLIĞI TEŞVİK ETMESİ
Bunlar çocukları medreselere sıralar, sıralar halinde oturtur ve kutsal kitabın her kelimesini tıpkı kaçık papağanlar gibi ezberletene kadar masum küçük kafalarını ritmik biçimde bir yukarı bir aşağı sallatırlar.
Sf: 385

BÖLÜM 9

ÇOCUKLUK, İSTİSMAR VE DİNDEN KAÇIŞ
“Her köyde bir meşale bulunur öğretmen isminde, ve bir de yangın söndürücü, papaz denilen.” – Victor Hugo
Sf: 401

FİZİKSEL VE RUHSAL KÖTÜ MUAMELE
Julia Sweeney: Tanrının Gitmesine İzin Vermek isimli gösterisinin sonuç kısmı belki de gösterinin en dokunaklı sahnesi. Her şeyi denemiştir.
Sf: 402
Ve sonra…
Dönerken eve işten, evimin arka bahçesinde, kafamın içinde küçücük minicik minnacık bir sesin fısıldadığını fark ettim. Ne kadar zamandır oradaydı, emin değilim fakat aniden ses bir derece daha yükseldi. “Tanrı yok” diye fısıldadı. 
Ve onu duymazdan gelmeye çalıştım. Fakat ufacık bir miktar daha yükseldi. “Tanrı yok. Tanrı yok. Aman tanrım, tanrı yok.”
Ve titredim. Saldan düşüyor gibi hissettim. 
Ve sonra düşündüm: “Fakat yapamam. Tanrıya inanmamayı becerebilir miyim bilmiyorum. Tanrıya ihtiyacım var. Yani bizim birlikte bir geçmişimiz var”
“Fakat tanrıya nasıl inanılmayacağını bilmiyorum. Bunu nasıl yapabilirsiniz bilmiyorum. Yataktan nasıl kalkabilirsiniz, günü nasıl geçirebilirsiniz?” Dengemi kaybettiğimi hissettim. 
Düşündüm. “Pekala, sakinleş. Şimdi sadece tanrıya-inanmama gözlüklerini giyip dene bir an için, sadece bir saniye için. Yalnızca tanrı yok gözlüğünü tak ve etrafa hızlı bir bakış at ve hemen çıkar onu.” Ve gözlüğü taktım ve etrafa baktım.
Belirtmekten utanıyorum ki ilk başta başım döndü. Gerçekten şöyle düşündüm, “Peki Dünya nasıl duruyor gökte? Yani yalnızca uzayda savrulduğumuzu mu kastediyorsunuz? Bu çok savunmasızca!” Dışarı fırlayıp Dünya’yı yakalamak istedim, sanki uzaydan ellerime düşecekmiş gibi.
Ve sonra hatırladım, “Ah tabii, çekim kuvveti ve açısal moment, güneşin etrafındaki dönüşümüzü büyük ihtimalle çok çook uzun zaman boyunca sürdürtecek.”
Sf: 418

BİR EĞİTİM SKANDALI
Emmanuel mezunlarından biri olan Peter French, aynı kesinlikte “Bize dünyanın 8000 yaşında olduğu öğretildi” şeklinde ifade verdi.
Alt Madde:
*Bu sözlerin yanlışlığını belirtmek için bir örnek verelim. Bu sözler New York ile San Francisco’nun arasının 650 metre olmasına benzer.
Sf: 423

BİLİNCİ TEKRAR YÜKSELTME
Bir çocuk Hıristiyan çocuk değildir, Müslüman çocuk değildir, Hıristiyan ebeveynlerin ya da Müslüman ebeveynlerin çocuğudur.
Sf: 425

EBEDİ KÜLTÜRÜN BİR PARÇASI OLARAK DİNSEL EĞİTİM
Lord Justice Bowen’in şu dörtlüğü ustalıklı bir şekilde esprilidir:
Haklının da üzerine yağıyor yağmur 
Haksızın da 
Ama haklının üzerine daha çok yağıyor yağmur, 
Çünkü haksızın elinde haklının şemsiyesi var.
Sf: 429
BÖLÜM 10
ÇOK GEREKLİ BİR BOŞLUK MU?
BİNKER
Sf: 433
Teselli edici ve tavsiye verici rollerinde tanrılar, bir çeşit psikolojik “pedomorfozla” binkerlerden mi evrilmişlerdir? Pedomorfoz, yetişkinlikte çocukluk özelliklerinin kaybedilmemesidir.
Sf: 436
TESELLİ
İnançlılar inançlarını ilan etmeye teşvik edildiler, ister o inancın doğruluğuna ikna olsunlar ister olmasınlar. Belki de bir şeyi yeteri derecede çok tekrarlarsanız, onun gerçekliğine kendinizi ikna etmekte başarılı olabilirsiniz. (ck*: Hitler: “Bir yalanı yeteri kadar tekrarlarsan halk eninde sonunda ona inanır.)
Sf: 438
Mark Twain’in ölüm korkusunu ciddiye almayı reddetmesi bir başkasıdır: “Ölümden korkmam. Doğmadan önce milyarlarca yıl boyunca ölüydüm ve bundan dolayı en ufak bir acı bile çekmemiştim.”
Sf: 440
Ölümcül bir kansere yakalanmış bir adam iyileştiği yalanını söyleyen bir doktor tarafından teselli edilebilir, tıpkı iyileştiği doğru olarak kendisine söylenmiş başka bir adamdaki kadar etkilidir. Ölümden sonra hayatta içten ve candan bir inanç, yanlışlığını anlama konusunda bir yalancı doktora inançtan bile daha bağışıklıdır. Doktorun yalanı, belirtiler açıkça ortaya çıkana kadar işe yarar. Ölümden sonra yaşama inanan birisine, inancının yanlışlığı hiçbir zaman gösterilemez.
Sf: 441
Kamuoyu araştırmaları ABD nüfusunun yaklaşık yüzde 95’inin ölümlerinden sonra yaşayacaklarına inandıklarını gösterir. Bu tip bir inanca sahip olan insanların kaçının gerçekten kalplerinin derinliklerinde buna inandıklarını merak etmeden duramıyorum. Eğer gerçekten samimi olsalardı,
Dini bütün bir kadına doktor tarafından sadece birkaç aylık ömrünün kaldığı söylediğinde, neden tıpkı Seyşeller’de tatil kazanmış gibi heyecanla beklenen bu olay için kadının gözleri parlamaz? “Bekleyemiyorum!” Neden yatağının etrafındaki inançlı ziyaretçiler, çok daha önce gitmiş olanlara iletilmek üzere ona mesajlar yağdırmaz? “Gördüğünde Robert amcaya sevgilerimi mutlaka ilet…”
Dindar insanlar ölümün huzurundayken neden böyle konuşmazlar? Bunun sebebi, inanırmış gibi yaptıkları bütün bu şeylere gerçekten inanmamaları olabilir mi? Veya belki de gerçekten inanıyorlardır ama ölüm sürecinden korkuyorlardır.
Sf: 447
İLHAM
DNA’nın kombinasyonal piyangosunun potansiyel olarak vurmayacağı insanların muazzam çoğunluğunun hiçbir zaman doğmayacağı göz önüne alındığında canlı olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu nakletmeye çalıştım.
Güneş altındaki zamanımız ne kadar kısa olursa olsun, eğer bunun bir saniyesini bile israf edersek, veya renksiz veya anlamsız veya (bir çocuk gibi) sıkıcı olduğundan şikayet edersek bu kendilerine bir hayat fırsatı bile sunulmamış şu doğmamış trilyonlarca insana karşı duygusuz bir hakaret olarak gözükmeyecek midir? Birçok ateistin benden daha iyi söylediği gibi, sadece bir tek hayatımızın olduğu bilgisi onu daha da paha biçilemez yapmalıdır. Ateist bakış açısı uygun bir şekilde hayatı onaylar ve hayatı geliştirir ve aynı zamanda da asla hayatın kendilerine bir şeyler borçlu olduğunu düşünen insanların kendi kendini aldatma, hüsnükuruntu veya sızlanarak kendine acıma lekeleriyle kirlenmemiştir.
Sf: 448
Emily Dickinson: ”Hiçbir zaman bir daha gelmeyeceğidir.Hayatı bu kadar tatlı yapan”
Sf: 450
Işık hızının kayda değer bir kesrindeki hızla hareket eden cisimlerle de baş edemeyiz. Sağduyu bizi yüzüstü bırakır çünkü sağduyu hiçbir şeyin çok hızlı hareket etmediği, hiçbir şeyin çok küçük veya çok büyük olmadığı bir dünyada evrimleşmişti.
Sf: 451
Büyük bir çekim kuyusunun dibinde yaşadığımız gerçeği, nükleer bir ateş topunun yüz elli milyar kilometre ötesinde dolaşan gazla kaplı bir gezegenin yüzeyinde yaşamamız ve bunun çok normal olduğunu düşünmek, kesinlikle bakış açımızın ne kadar eğri olması gerektiğinin bir işaretidir.
Sf: 452
Yine de kuantum teorisinin, bu öngörüleri iletmesi için yapması gereken varsayımlar büyük Feynman’ı bile şunları söylemeye itmiştir: “Eğer kuantum teorisini anladığınızı düşünüyorsanız… kuantum teorisini anlamamışsınızdır.”
Kitap, sonsuz ve hızla artan, tamamıyla (kuantum mekanik deneylerinin küçük penceresi hariç) saptanamaz paralel evrenlerin olduğunu farz eder. Bu evrenlerin bazılarında ben zaten öldüm. Küçük bir kısmında yeşil bir bıyığınız var. Ve böyle şeyler. 
Erwin Schrödinger’in kedisi, içinde kuantum mekanik olayla tetiklenen bir öldürme mekanizması bulunan kutuya kapatılır. Kapağı açmadan kedinin ölüp ölmediğini bilemeyiz. Bununla birlikte sağduyumuz bize kedinin kutu içinde ya canlı ya da ölü olması gerektiğini söyler. Kopenhag yorumu sağduyumuzu yalanlar: kutuyu açmadan önce olan her şey bir ihtimaldir. Kutuyu açar açmaz dalga fonksiyonu çöker biz sadece bir sonuçla karşılaşırız: kedi ölü veya diridir. Kapağı açana kadar ise ne ölüydü ne diriydi.
İşte gözde bir örnek: bir bardak su içtiğiniz her seferinde, kuvvetli bir ihtimalle, Oliver Cromwell’in mesanesinden geçmiş en az bir molekülü bünyenize katmış olacaksınız. B sadece temel olasılık teorisidir. Bir bardaktaki moleküllerin sayısı, dünyada doldurulan bardakların sayısından oldukça fazladır. Bu yüzden dolu bir bardak su alsak, dünyada var olan suyun moleküllerinin oldukça büyük oranına bakıyoruzdur.
Sf: 454
Carl Sagan: “Bilimi anlatmamak bana ters gelir. Aşık olduğunuzda bunu dünyaya haykırmak istersiniz. Bu kitap benim benimle ömür boyu yaşadığım aşk macerasını yansıtan kişisel bir beyanattır.” 
859’dan önce her şey gerçekten çok çok garip görünüyor olmalıydı. Darwin’e çok teşekkür ederiz ki her şey şu anda sadece çok garip. Işıldayan asaleti, insan ruhunu yükseltme gücü muhtemelen benzersiz (dünyanın evrenin merkezi olmadığını fark eden Kopernik hariç) olan Darwin, burkanın penceresini kavradı ve çekip açarak, kavrayışın içeri sel gibi girmesini sağladı.
Sf: 455
İmkansız olarak ele alınabildiği bir yerde evrimleşmişlerdir. Zihinsel burka penceremiz dardır çünkü atalarımızın hayatta kalmasını sağlaması için daha geniş olması gerekmiyordu.
Sf: 456
Beynimiz, vücutlarımızın dünyada gezinmesine yardımcı olmak üzere bu vücutların çalıştığı ölçekte evrimleşti. Asla atomik dünyada gezinmek için evrimleşmedik. Eğer böyle olsaydı, muhtemelen beynimiz kayaları büyük bir boşluk olarak algılardı.
1983 yazı. Tümgeneral Albert Stubblebine ayağa kalktı, masanın arkasından ayrıldı ve yürümeye başladı. Düşünüyordu, zaten atom büyük oranda neden oluşmuştur? Boşluk! Adımlarını hızlandırdı. Ben büyük oranda neden oluşuyorum? Düşündü. Atomlar! Nere-deyse koşuyordu. Duvar büyük oranda neden oluşur? Düşündü. Atomlar! Yapmam gereken tek şey boşlukları kaynaştırmak. Ardından General Stubblebine’in burnu, ofisin duvarına büyük bir gürültüyle vurdu. Kahretsin, diye düşündü. Duvarından geçmeye çalışırken sürekli başarısızlığa uğraması yüzünden şaşkına dönmüştü.
Galileo bize “bir top güllesi ve kuş tüyü, hava sürtünmesi olmazsa, yüksek yüksek bir kuleden bırakıldığı zaman, yere aynı anda düşer” dediği zaman inanmakta zorlanır. Bunun sebebi ise Orta Dünya’da her zaman hava sürtünmesinin olmasıdır. Eğer bir vakumda evrimleşseydik, top güllesi ve kuş tüyünün yere aynı anda düşmesini beklerdik.
Sf: 458
Orta Dünya’nın sakinleri olarak evrimleştik ve bu hayal gücümüzün sınırlarını çizdi.
Sf: 459
Benzer şekilde, ses dalgaları hoparlörden dinleyicilere doğru yol alır, fakat hava molekülleri yol almaz.
Steve Ground sizin ve benim de kalıcı “şey”lerden çok dalgalara benzediğimize dikkat çeker. Okuyucularını düşünmeye davet eder.
Çocukluğunuzdaki bir olaydan. Net olarak hatırladığınız bir şey, görebildiğiniz bir şey, hissettiğiniz, hatta belki kokusunu duyduğunuz, sanki gerçekten oradaymışsınız gibi. Her şeyin ötesinde, siz aslında gerçekten oradaydınız değil mi? Başka türlü nasıl hatırlardınız? Fakat işte bomba: orada değildiniz. Şu anda vücudunuzda bulunan tek bir atom bile, bu olay olduğunda orada değildi … Madde bir yerden bir yere akar ve anlık olarak sizi oluşturmak için bir araya gelir. Bu yüzden, ne olursanız olun, artık yapıldığınız madde değilsiniz. Eğer bu ensenizdeki kılları dimdik yapmıyorsa, yapana kadar tekrar tekrar okuyun, çünkü bu çok önemli.
Sf: 461
J.B.S. Haldane, yukarıda alıntı yaptığım, “olası dünyalar” makalesinde, dünyaları kokunun hakimiyetinde olan hayvanlar hakkında bazı şeyler anlatmıştır. Köpeklerin kaproik asit ve kaprolik asit gibi benzer iki uçucu yağ asidinin milyonda bir oranında sulandırılmış çözeltilerini birbirinden ayırt edebildiğini fark etmiştir. Aralarındaki tek fark, kaproik asidin ana molekül zincirinin, kaproik asidin ana molekül zincirinden iki karbon atomu uzun olmasıydı. Haldane’nin tahminine göre, bir köpek, (bir insanın, çıkardıkları notalar vasıtasıyla piyano tellerini sınıflandırabildiği gibi) kokudaki moleküllerin ağırlığı sayesinde asitleri ayırt edebilirdi.
Bir köpek veya gergedana, koku karışımlarının ahenkli notalar gibi geleceğini tahmin etmek bana tamamen mantıklı geliyor.
Sf: 462
Kristal yapıyı oluşturan atomların hepsi ileri geri titrerler. Çok fazla atom olduğundan ve hareket yönleri ortak olmadığından, Orta Dünya’da gördüğümüz haliyle heykelin eli kaya gibi sert ve hareketsizdir. Fakat eli oluşturan, salınan atomların hepsi, aynı anda aynı yöne hareket edebilirdi. Tekrar ve tekrar… Bu durumda el oynardı ve biz heykeli bize el sallarken görebilirdik. Fakat karşı ihtimaller o kadar büyüktür ki, bu sayıyı evrenin başlangıcında yazmaya başlasaydınız hala sınıflarını eklemeye devam ediyor olurdunuz.
Sf: 463
Yaşamın kökeninin olasılıksızlığını ve imkansıza yakın bir kimyasal olayın bile yeterli gezegen yılı verildiğinde gerçekleşmesi gerektiğini ele aldığımız, her biri kendi kuralları ve değişkenliklerine sahip olan muhtemelen evrenleri ve azınlıkta olan yaşam dostu yerlerin birisinde olmamızı gerektiren antropik ilkeyi incelediğimiz 4. bölümde penceremizi zaten genişlettik. 
Eğitim ve çalışmayla, siyah burkamızı yırtarak ve çok küçüğün, çok büyüğün ve çok hızlının sezgisel kavrayışını (matematiksel kavrayış gibi) kazanarak kendimizi Orta Dünya’dan azat edebilecek miyiz? Cevabı gerçekten bilmiyorum fakat insanoğlunun kavrayışın sınırlarını zorladığı bir zamanda, (sonunda sınırların olmadığını keşfetmiş olabileceğimiz zamandan bile daha iyi bir zamanda), yaşadığım için çok heyecanlıyım.

Doktrin: “Dünyadaki en karlı ticaret din tüccarlığıdır. Sermayesi yalan, müşterisi cahildir.” – Bilinmeyen