Sf: 17   
Güçlüklerle, bir başına da olsa, karşı koyan insan kuvvetli olmalı. Ben bunu yalnız kalıp da ümitsizlik içinde olduğumu hissettiğim anlarda daha iyi anladım. Bununla beraber, senelerden beri, o kadar çok zamanlar yalnız kaldım ki bu hale âdeta alışır, hattâ -kuvvetli olmanın gururunu duyabilmek için- zaman zaman yalnızlığı arar oldum.
Bu arada “1941 senesinde Garip adlı bir kitap neşretmişim” diye döğünür durur, hele onun yeniden basılmasına dünyada razı olmazdım. Garip yeniden basılırken, içimde böylece “yiğitlik bende kalsın” dermişim gibi bir his var. Şiirdeki garip mefhumu üzerinde bugün bir yazı yazmağa kalksam herhalde ayni şeyleri yazamam. Ama, bundan dolayı kim beni haksız bulabilir?  Onları beş sene evvel yazmıştım. Beş sene sonra da ayni şeyleri söyliyecek olduktan sonra ne yaşadım? O günden ölseydim olmaz mıydı? 1941 senesinde söylediklerim, 1616 senesinden 52 yaşında iken ölen Shakespeare’in, 377 yaşında ölmesi lâzım gelen sözlerdi. Ayni şekilde, bundan yüz sene sonra yaşayacak bir şairin sözleri de benim yüz otuz bir yaşında düşüneceğim şeyleri anlatmalıdır.

Sf: 18
Yazdıkça farkediyorum; Garip’in müdafaasına kalkışmış gibi bir hâlim var. Garip‘i kimseye karşı değil, kendime karşı müdafaa etmek isterim. Bunun, etrafımı hiçe sayışımdan geldiğini sanmayın. Garip’i başkalarından evvel kendime karşı müdafaa etmek isteyişim, ondaki kusurları, başkalarından çok, kendim bildiğim içindir.
O zaman söylememişsem şimdi söyleyeyim; şuur altı’nı bir varlık değil, bir fikrin izahı için ileri sürülmüş bir mefhum diye kabul ediyorum. hani birtakım insanların Allahı kabul etmeleri gibi.

Sf: 20
Nazmın belli başlı unsurları vezinle kafiyedir. Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın kolay hatırlanmasını temin için, yani sadece hafızaya yardımcı olmak maksadiyle kullanmışlardı. Fakat onda sonradan bir güzellik buldular.

*1941’de yayımlanan Garip‘teki önsöz. 1945’teki basımında Orhan Veli dilini ve yazmını gözden geçirmiş, ondan sonraki basımlarda da yazım güncellemeleri yapılmıştır.

Sf: 23
Bir fikir uğrunda fedai olmayı göze almış insan takdirle, minnetle karşılanmalıdır. Bununla beraber fedai olmayı göze almış insanın ne takdire ihtiyacı vardır ne de teşvike. Çünkü bunlar ondakine emniyet hissine hiçbir şey ilâve etmeyecektir.

Sf: 24
İnsan anlaşılmaz sandığı bir şeyi anladığı vakit memnun olur. Bu itibarla halk tarafından sevilen eserler en kolay anlaşılanlar oluyor. Meselâ musikî sevkleri yeni teşekkül etmiş insanlar Tchaikowski’nin; mevzuu Napoléon’un Moskova seferinden alınmış, vak’aları, resim gibi, hikâye gibi tasvir edilmiş olan 1812 Uvertürü‘nü hayranlıkla dinlerler. Yine onlar için Saint-Saens’ın: ölülerin gece saat on ikiden sonra mezarlarından kalkıp raksedişlerini, sabahın oluşunu, horozların ötüşünü, iskeletlerin tekrar mezarlarına girişini girişini anlatan Danse Macabre‘ı ile Borodin’in: bir kervanın su ve çıngırak sesleri arasında ilerleyişini anlatan Asya’nın Steplerinde isimli eserleri en büyük musikî eserleridir.

Sf: 25
Apollinaire, Calligrammes adlı kitabında, şiiire bir başka sanat daha sokuyor: resim. Faraza bir yağmur şiirinin mısralarını sayfanın yukarı köşesinden aşağı köşesine doğru dizmiş. Yine ayni kitapta bir seyahat şiiri var; harfleriyle kelimelerin sıralanışı gözümün önünde vagonlardan, telgraf direklerinden, aydan, yıldızlardan mürekkep bir tablo çiziyor. İtiraf etmek lâzım gelirse, bütün bunların bize bir yağmur havası bir seyahat havası verdiğini, yani Apollinaire’in başka bir sanata ait birtakım dalaverelerle bizi şiirin havasına soktuğunu söylemek icabeder.

Sf: 28
Onun bir sanatkâr bir âlimden çok daha iyi, çok daha derin hisseder. Eseri bu hissedişin taklidinden başka bir şey değildir. Sanatkâr mükemmel bir taklitçidir.

Sf: 29
Şiir öyle bir bütündür ki, bütünlüğünün farkında bile olunmaz.
Sıvanmış, boyanmış bir binanın tuğlaları arasındaki harcı göremeyiz. Bina tamamiyetini ancak bu harçla temin ettiği zamandır hi, onu teşkil eden tuğlaları, teker teker görmek, onun vasıfları üzerinde düşünmek fırsatını elde ederiz.

Sf: 30
Yüz kelimelik bir şiirde yüz tane güzellik arayan insan vardır. Halbuki bin kelimelik bir şiir bile bir tek güzellik için yazılır. Tuğla güzel değildir. Sıva güzel değildir. Fakat bunlardan terekküp eden bir mimari eseri güzeldir. Buna mukabil agat, helyotrop, gümüş gibi maddelerden bir bina yapılabileceğini farzedelim. Eğer bu bina, elemanlarının taşıdığı güzellik dışında bir güzelliğe malik değilse sanat eseri sayılmaz. Görülüyor ki haddizatında güzel olan kelimenin şiire malzemelik etmesi şiir için bir kazanç değil. Eğer söyleniş tarzlarını, kullanış şekillerini de beraber getirmiş olmasalardı, bu kelimelerin şiire bir zararı da olmazdı.

Sf: 32
Gemliğe Doğru Denizi Göreceksin; Sakın Şaşırma.
(İnkılâpçı Gençlik, 17.10.1942)

Sf: 34
Rüya
Annemi ölmüş gördüm rüyamda.
Ağlayarak uyanışım
Hatırlattı bana, bir bayram sabahı
Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakıp
Ağlayışımı.

1938
(İnsan, 1.10.1938)

Sf: 36 
Bayram
Kargalar, sakın anneme söylemeyin!
Bütün toplar atılırken evden kaçıp
Harbiye Nezaretine gideceğim.
Söylemezseniz size macun alırım,
Simit alırım, horoz şekeri alırım;
Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,
Bütün zıpzıplarımı size veririm.
Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!
Kasım 1938
(Varlık, 15.3.1940)

Sf: 37 
Hicret
I
Damlara bakan penceresinden
Liman görünürdü
Ve kilise çanları
Durmadan çalardı, bütün gün.
Tren sesi duyulurdu yatağından
Arada bir
Ve geceleri.
Bir de kız sevmeye başlamıştı
Karşı apartımanda.
Böyle olduğu halde
Bu şehri bırakıp
Başka şehre gitti.
İstanbul, Kasım, 1937
(Varlık, 15.12.1937)

Sf: 39 
Sol Elim
Sarhoş oldum da
Seni hatırladım yine,
Sol elim,
Acemi elim,
Zavallı elim!

Sf: 42 
Dağ Başı
Dağ başındasın;
Derdin günün hasretlik;
Akşam olmuş,
Güneş batmış,
İçmeyip de ne halt edeceksin?
(İnkılâpçı Gençlik, 1.8.1942)

Sf: 43 
Şoförün Karısı
Şoförün karısı, kıyma bana;
El etme pencereden,
Soyunup dökünüp;
Senin, eniştende gözün var;
Benimse gençliğim var;
Mapuslarda çürüyemem;
Başımı belâya sokma benim;
Kıyma bana.
(İşte, 15.6.1944)

Sf: 44 
Dedikodu
Kim söylemiş beni
Süheylâ’ya vurulmuşum diye?
Kim görmüş, ama kim,
Eleni’yi öptüğümü,
Yüksekkaldırımda, güpegündüz?
Melâhat’i almışım da sonra
Alemdar’a gitmişim, öyle mi?
Onu donra anlatırım, fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
Güya bir de Galataya dadanmışız;
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu;
Geç bunları, anam babam, geç;
Geç bunları bir kalem;
Bilirim ben yaptığımı.
     
Ya o, Muallâ’yı sandala atıp,
Ruhumda hicranın’ı söyletme hikâyesi?

Sf: 46 
Kitabe-i Seng-i Mezar
II
Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayı verdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helâl ederler elbet.
Alacağına gelince…
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
Ocak 1940
(Varlık, 15.3.1940)

Sf: 47 
Kitabe-i Seng-i Mezar
III
Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzigâr ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısiyle:
“Ölüm Allahın emri,
Ayrılık olmasaydı.”
Eylül 1941
(İnsan, 1.8.1943)

Sf: 49 
?
Neden liman deyince
Hatırıma direkler gelir
Ve açık deniz deyince yelken?
Mart deyince kedi,
Hak deyince işçi
Ve neden ihtiyar değirmenci
Allaha inanır düşünmeden?
Ve rüzgârlı havalarda
Yağmur iğri yağar?
Ankara, Mart 1938
(İnsan, 1.10.1938)

Sf: 50 
Harbe Giden
Harbe giden sarı saçlı çocuk,
Yine böyle güzel dön;
Dudaklarında deniz kokusu,
Kirpiklerinde tuz;
Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Mayıs 1940
(Garip I, 1941)

Sf: 51 
Baş Ağrısı
I
Yollar ne kadar güzel olsa,
Gece ne kadar serin olsa,
Beden yorulur,
Baş ağrısı yorulmaz.
II
Şimdi evime girsem bile
Biraz sonra çıkabilirim
Mademki bu esvaplarla ayakkaplar benim
Ve mademki sokaklar kimsenin değil.
Ankara, Nisan 1938
(İnsan, 1.10.1938)

Sf: 52 
Sabaha Kadar
Şu şairler sevgililerden beter;
Nedir bu adamlardan çektiğim?
Olur mu böyle, bütün bir geceyi
Bir mısranın mahremiyetinde geçirmek?
       
Dinle bakalım, işitebilir misin
Türküsünü damların, bacaların
Yahut da karıncaların buğday taşıdıklarını
Yuvalarına?
       
Beklemesem olmaz mı güneşin doğmasını
Kullanılmış kafiyeleri yollamak için,
Kapıma gelecek çöpçülerle,
Deniz kenarına?
       
Şeytan diyor ki: “Aç pencereyi;
Bağır, bağır, bağır, sabaha kadar.”
Nisan 1939
(Varlık, 15.3.1939)

Sf: 53 
İstanbul İçin
Nisan
İmkânsız şey
Şiir yazmak,
Âşıksan eğer;
Ve yazmamak,
Aylardan nisansa.
Dâvet
Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın.
Nisan 1940
(Garip I, 1941)

Sf: 54 
Ne Kadar Güzel
Çayın rengi ne kadar güzel,
Sabah sabah
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!
(Garip I, 1941)

Sf: 55 
Sevdaya Mı Tutuldum?
Benim de mi düşüncelerim olacaktı?
Bende mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
     
Ben böyle mi olacaktım?
Nisan 1939
(Varlık, 15.3.1940)

Sf: 57
Güzel Havalar
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havalarda başladım,
Böyle havada âşık oldum;
Eve ekmek tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüsketti;
      
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Nisan 1940
(Garip I, 1941)

Sf: 59 
Illusion
Eski bir sevdadan kurtulmuşum;
Artık bütün kadınlar güzel;
Gömleğim yeni,
Yıkanmışım,
Tıraş olmuşum;
Sulh olmuş.
Bahar gelmiş.
Güneş açmış.
Sokağa çıkmışım, insanlar rahat;
Ben de rahatım.
Mart 1940
(Ses, 1.4.1940)

Sf: 60 
Anlatamıyorum
(moro romantico)
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
    
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerin bu kadar kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
    
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
       
Anlatamıyorum.
Nisan 1940
(Garip I, 1941)

Sf: 61 
Kızılcık
İlk yemişini bu sene verdi,
Kızılcık,
Üç tane;
Bir daha seneye beş tane veriri;
Ömür çok,
Bekleriz;
Ne çıkar?
İlâhi kızılcık!
Nisan 1940

Sf: 62 
Eski Karım
Nedendir, biliyor musun;
Her gece rüyama girişin,
Her gece şeytana uyuşum,
Bembeyaz çarşafların üstünde;
Nedendir, biliyor musun?
Seni hâlâ seviyorum, eski karım.
    
Ama ne kadınsın, biliyor musun!

Sf: 63 
Kuşlar Yalan Söyler*
İnanma ceketim inanma
Kuşların ne söylediklerine;
Benim mahremi esrarım sensin.
      
İnanma, kuşlar bu yalanı
Her bahar söyler.
İnanma ceketim, inanma!
Nisan 1940
(Garip I, 1941)
*Orhan Veli’nin defterinde bu şiirin başında (Mayıs ayında ve sokakta yürüyerek okunacaktır) notu vardır ve şiirde “ceketim” yerine “kadehim” denmiştir. [ed.n.]

Sf: 65 
Kaside*
Elinde Bursa çakısı,
Boynunda kırmızı yazma;
Değnek soyarsın akşamlara kadar,
Fulya tarlasında.
Ben sana hayran,
Sen cama tırman.
Eylül 1940
(Garip I, 1941)
*Orhan Veli’nin defterindeki adı “Medhiye”dir. [ed.n.]

Sf: 66 
Efkârlanırım
Mektup alır, efkârlanırım;*
Rakı içer, efkârlanırım;
Yola çıkar, efkârlanırım.
Ne olacak bunun sonu, bilmem.
“Kâzım’ım” türküsünü söyler,
Üsküdar’da;
Efkârlanırım.
Eylül 1940
(Garip I, 1941)
*Orhan Veli’nin defterinde ilk dize şöyledir: “Hava güzel, efkârlanırım;” [ed.n.]

Sf: 67 
Söz
Aynada başka güzelsin,
Yatakta başka;
Aldırma söz olur diye;
Tak takıştır,
Sür sürüştür;
İnadına gel,
Piyasa vakti,
Mahallebiciye.
Söz olurmuş,
Olsun;
Dostum değil misin?
Şubat 1941
(Garip I, 1941)

Sf: 70 
Deli eder insanı bu dünya;
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç

Sf: 72 
Sakal*
Hanginiz bilir, benim kadar,
Karpuzdan fener yapmasını;
Sedefli hançerle, üstüne,
“Gülcemal” resmi çizmesini;
Beyit düzmesini;
Yatmasını,
Kalkmasını;
Bunca yılın Halime’sini
Hanginiz bilir, benim kadar,
Memnun etmesini?
       
Değirmende ağartmadık biz bu sakalı!
Temmuz 1941
(İnkılâpçı Gençlik, 18.7.1942)
*Orhan Veli’nin defterindeki adı “Değirmen”dir. [ed.n.]

Sf: 73 

Yolculuk
Rıfkı Melül Meriç’e
Ne var ki yolculukta
Her sefer ağlatır beni,
Ben ki yalnızım bu dünyada?
      
Bir sabah kızıllığında
Yola çıkarım Uzunköprü’den.
Yaylanın atları şıngır mıngır,
Arabacım on dört yaşında,
Dizi dizime değer bir tazenin,
Çarşaflı, ama hafifmeşrep;
Gönlüm şen olmalı değil mi?
Nerdee!…
Söyleyin, ne var bu yolculukta?

Sf: 74 
Istanbul Türküsü
Istanbul’da, Boğaziçi’nde,
Bir fakir Orhan Veli’yim;
Veli’nin oğluyum,
Târifsiz kederler içinde.
       
Rumelihisarı’na oturmuşum;
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum:
     
“Istanbul’un mermer taşları;
Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
                     
Edalım,
Senin yüzünden bu hâlim.”
     
“Istanbul’un orta yeri sinama;
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
El konuşur, sevişirmiş; bana ne?
                              
Sevdalım,
Boynuna vebâlim.”
      
Istanbul’da, Boğaziçi’indeyim;
Bir fakir Orhan Veli;
Veli’nin oğlu;
Târifsiz kederler içindeyim.
(Ülkü, 1.2.1945)

Sf: 76 
Değil
Bilmem ki nasıl anlatsam;
Nasıl, nasıl, size derdimi!
Bir dert ki yürekler acısı,
Bir dert ki düşman başına.
Gönül yarası desem…
Değil!
Ekmek parası desem…
Değil!
  
Bir dert ki…
Dayanılır şey değil.

Sf: 77 
Giderayak
Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize raıydık;
Saadetinden geçtik,
Ümidine razıydık;
Hiçbirini bulamadık;
Kendimize hüzünler icat ettik,
Avunamadık;
Yoksa biz…
Biz bu dünyadan değil miydik?
(Ülkü, 1.1.1945)

Sf: 78 
Keşan
21.8.1942,
Cumhuriyet Hanı’nda;
Ne güzel bir geceydi!
Sabaha karşı yağmur yağdı.*
      
Güneş doğdu, ufuk kana boyandı;
Çorbam geldi, sıcak sıcak;
Kamyon geldi kapımıza dayandı.
      
Karnım tok,
Sırtım pek;
Ver elini Edirne şehri.
*Orhan Veli’nin defterinde şiir burada biter ve ilk dizedeki tarih 11.8.1942’dir. [ed.n.]

Sf: 79 
Misafir
Dün fena sıkıldım akşama kadar;
İki paket cigara bana mısın demedi;
Yazı yazacak oldum, sarmadı;
Keman çaldım ömrümde ilk defa;
Dolaştım,
Tavla oynayanları seyrettim,
Bir şarkıyı başka makamla söyledim;
Sinek tuttum, bir kibrit kutusu;
Allah kahretsin, en sonunda,
Kalktım, buraya geldim.

Sf: 80 
Eskiler Alıyorum
Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musikî ruhun gıdasıdır
Musikîye bayılıyorum
Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikîler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam

Sf: 84 
Yol Türküleri
İzmit sokakları yaprak içindeydi;
Başımda, unutamadığım şehrin havası;
Dilimde hep onların şarkıları;
Ellerim ceplerimde,
Bir aşağı, bir yukarı.
Sonbahar;
İzmit sokakları yaprak içindeydi.

Sf: 86 
Alışamayacak mıyım,
Unutamayacak mıyım?
Güneşten sonra yattım,
Güneşten önce kalktım;
Pencereden dışarıya şöyle bir baktım:
Ufuk, yeşil yeşil, ağarıyordu.
Sevgilim, dedim,
Dördüncü uykudadır şimdi;
Galata Köprüsü açılmak üzeredir;
Kül rengi sulara
Kirli bir gün ışığı dökülecektir.
Çatanalar, mavnalar, kayıklar,
Limanda sıra bekleyen gemilerin arasında
İnsanlar hayat mücadelesinde;
Adamlar, kadınlar, çocuklar;
Ellerinde yemek çıkınları,
Rejiye giden işçi kızlar.

Sf: 87 
Kır At’a nal mı dayanır?
Dağlar uykudan uyanır,
Yer gök kızıla boyanır.
Bu dağlardan geçmedinse,
Bu sulardan içmedinse,
Yaşadım deme be, ahbap.
El dayanmaz, diş dayanmaz pınar başlarında
Kavaklar yatar, boylu boyunca.
Ovaya kereste indiren arabalardan
Ses gelir, inceden ince:
     
“Arabalar yük indirir ovaya,
Arabacı değnek vurur düveye,
Başın döner, bakamazsın hayvana.”

Sf: 88 
” Akşam oldu yine bastı kareler.”
   
Oturdum sırtın üstüne.
Geçmiş günleri düşündüm.
Askerdim, Adilhan köyündeydim;
Böyle bir akşamdı yine;
İçimde İstanbul hasreti,
Dalmış düşünmüştüm:
       
Haydi yavrum, yolcu yolunda gerek.
       
Nihayet göründü Ibrıcık köyü.
-Selâmün aleyküm kahveci dayı!
-Aleyküm selâm, evlât,
Bir hastamız var, makine bekliyor.
Bir hastalı varmış, makine bekliyor.
Gübre kokuyor kahvenin peykeleri.
-Herkesin derdi başka;

Sf: 89 
“Gerede’ye vardık, günlerden pazar
Kaldırımlarında yosmalar gezer;
Bilmem, bu gurbetlik ne kadar uzar.
     
Zonguldak yolundayız.
Dağların tepesinden,
Birdenbire denizi göreceğiz.
Denizi gökle bir göreceğiz.
Şimal rüzgârları gelecek uzaktan.
O yolcu, biz yolcu,
Şimal rüzgâriyle öpüşeceğiz.
Güneşli bir günde,
Masmavi göreceğiz Karadeniz’i.
Balkaya’dan Karpuz’a kadar,
Karış karış biliriz biz bu şehri;
E.İ.K’nin çiçekli bahçeleri
Rıhtıma kömür taşıyan vagonlariyle;
Paydos saatlerinde yollara dökülen
Soluk benizli insanlariyle.

Sf: 94 
Altın Dişlim
Gel benim canımın içi, gel yanıma;
İpek çoraplar alayım sana;
Taksilere bindireyim,
Çalgılara götüreyim seni.
Gel,
Gel benim altın dişlim;
Sürmelim, ondüle saçlım, yosmam;
Mantar topuklum, bopsitilim, gel.

Sf: 95 
Bir İş Var
Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil;
Bir iş var bu işin içinde.

Sf: 96 
Şanolu Şiir
Kadehlerin biri gelir, biri gider;
Mezeler çeşit çeşit;
Bir sevdiğim şanoda şarkı söyler;
Biri yanıbaşımda;
İçer içer, ötekini kıskanır.
Kıskanma, güzelim, kıskanma;
Senin yerin başka,
Onun yeri başka.

Sf: 98 
Cımbızlı Şiir
Ne atom bombası,
Ne Londra Konferansı;
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya!

Sf: 99 
Kumrulu Şiir
Duyduğum yoktu ne vakittir
Güvercin sesi, kumru sesi, pencerede;
İçime gene
Yolculuk mu düştü, nedir?
Nedir bu yosun kokusu,
Martıların gürültüsü havalarda;
Nedir?
      
Yolculuk olmalı, yolculuk.
(Varlık, 1.1.1947)

Sf: 101 
Denizi Özleyenler İçin
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
“Bakar bakar ağlarım”.
     
Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
Bir midye kabuğunun aralığından:
Suların yeşili, göklerin mavisi,
Lâpinaların en hârelisi…
Hâlâ tuzlu akar kanım
İstiridyelerin kestiği yerden.
      
Neydi o deli gibi gidişimiz,
Bembeyaz köpeklerle, açıklara!
Köpükler ki fena kalpli değil,
Köpükler ki dudaklara benzer;
Köpükler ki insanlarla
Zinaları ayıp değil.
     
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret.
(Aile, Nisan 1947)

Sf: 103 
Ölüme Yakın
Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hâli;
Deniz de karanlık, gökyüzü de,
Bir acayip, kuşların hâli.
       
Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
-Akşamüstüne doğru, kış vakti-
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.
       
Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fâni dünyada
Kötülükten gayri?
      
Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.

Sf: 104 
Zilli Şiir
Biz memurlar,
Saat dokuzda, saat on ikide, saat beşte,
Biz bizeyizdir caddelerde.
Böyle yazmış yazımızı Ulu Tanrı;
Ya paydos zilini bekleriz,
Ya aybaşını.
(Varlık, 1.12.1946)

Sf: 106 
Sere Serpe
Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış, hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğüsünü tutmuş.
İçinde kötülük yok, biliyorum;
Yok, benimde yok ama…
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!
(Varlık, 1.9.1946)

Sf: 113 
Gün Olur
Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
       
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
       
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telâş!…
     
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur, başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi…
(Aile, Temmuz 1947)

Sf: 115 
İstanbul’u Dinliyorum
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç dinmeyen çıngırakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
     
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
     
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalı Çarşı;
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;
Güvercin dolu avlular.
Çekiç sesleri geliyor doklardan,
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
      
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başında eski âlemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
     
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, lâf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
     
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı değil mi, bilmiyorum;
Dudakların ıslak mı değil mi, bilmiyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.
(Varlık, 1.6.1947)

Sf: 117 
Hürriyete Doğru
Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin sadeti,
Gideceksin;
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları sirkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları susturduğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden,
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Deniz kızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin, şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar, donanmalar mı?
Heeeey!
Ne duruyorsun be, at kendini denize;
Geride bekleyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.
(Aile, Ekim 1947)

Sf: 118 

Galata Köprüsü
Dikilir Köprü üzerine,
Keyifle seyrederim hepinizi.
Kiminiz kürek çeker, sıya sıya;
Kiminiz midye çıkarır dubalardan;
Kiminiz dümen tutar mavnalarda;
Kiminiz çımacıdır halat başında;
Kiminiz kuştur, uçar, şâirane;
Kiminiz balıktır, pırıl pırıl;
Kiminiz vapur, kiminiz şamandıra;
Kiminiz bulut, havalarda;
Kiminiz çatanadır, kırdığı gibi bacayı,
Şıp diye geçer Köprü’nün altından;
Kiminiz düdüktür, öter;
Kiminiz dumandır, tüter;
Ama hepiniz, hepiniz…
Hepiniz geçim derdinde.
Bir ben miyim keyif ehli, içinizde?
Bakmayın, gün olur, ben de
Bir şiir söylerim belki sizlere dair;
Elime üç beş kuruş geçer;
Karnım doyar benim de.
(Varlık, 1.5.1947)

Sf: 120 
Dalgacı Mahmut
İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
   
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz ki kim diker;
Ben dikerim.
   
Dalga geçerim kimi zaman da,
O da benim vazifem;
Bir baş düşünürüm başımda,
Bir mide düşünürüm midemde,
Bir ayak düşünürüm ayağımda,
Ne halt edeceğimi bilemem.
(Yaprak, 1.3.1949)

Sf: 122 
Yalnızlık Şiiri
Bilmezler yalnız yaşamıyanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle,
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.
(Meydan, 15.5.1948)

Sf: 123 
Ayrılış
Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlıyamam.
(Aile, Ekim 1949)

Sf: 124 
İçerde
Pencere, en iyisi pencere;
Geçen kuşları görürsün hiç olmazsa;
Dört duvarı göreceğine.
(Yaprak, 1.6.1949)

Sf: 126 
Bedava
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekânlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.
(Yaprak, 15.4.1949)

Sf: 127 
Vatan İçin
Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik.
(Varlık, 1.8.1946)

Sf: 128 
Ahmetler
Kimimiz Ahmet Bey,
Kimimiz Ahmet Efendi;
Ya Ahmet Ağayla Ahmet Beyfendi?
(Yaprak, 15.3.1949)

Sf: 134 
Ama gene de,
Gene de güzel günler geçirebilirim;
Geçirebilirim bu mavilikte,
Suda yüzen karpuz kabuğundan farksız,
Ağacın gökyüzüne vuran aksinden,
Her sabah erikleri saran buğudan,
Buğudan, sisten, ışıktan, kokudan…
II
Ne kâğıt yeter ne kalem,
Mesut sanmam için kendimi.
Bunların hepsi… hepsi fasa fiso.
Ne takayım, ne tekeyim.
Öyle bir yerde olmalıyım,
Öyle bir yerde olmalıyım ki,
Ne karpuz kabuğu gibi,
Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi…
İnsan gibi.
(Yaprak, 1.12.1949)

Sf: 136 
Kuyruklu Şiir
Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;
Benimki aslan ağzında;
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.
Ama seninki de kolay değil, kardeşim;
Kolay değil hani,
Böyle kuyruk sallamak tanrının günü.
(Yaprak, 15.12.1949)

Sf: 137 
Cevap
-Ciğercinin kedisinden sokak kedisine-
Açlıktan bahsediyorsun;
Demek ki sen komisnüstsin.
Demek bütün binaları yakan sensin.
İstanbul’dakileri sen,
Ankara’dakileri sen…
Sen ne domuzsun, sen!
(Yaprak, 15.1.1950)

Sf: 138 
Rahat
Şu kavga bir bitse dersin,
Acıkmasam dersin,
Yorulmasam dersin;
Çişim gelmese dersin,
Uykum gelmese dersin;
Ölsem desene!
(Yaprak, 1.2.1950)

Sf: 141 
Deniz Kızı
Denizden yeni mi çıkmıştı neydi;
Saçları, dudakları
Deniz koktu sabaha kadar;
Yükselip alçalan göğüsü deniz gibiydi.
      
Yoksuldu, biliyorum
-Ama boyna da yoksulluk sözü edilmez ya-
Kulağımın dibinde, yavaş yavaş,
Aşk türküleri söyledi.
      
Neler görmüş, neler öğrenmişti kim bilir,
Denizle buğaz buğaza geçen hayatında!
Ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,
Olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek…
Dikenli balıkları hatırlatmak için
Elleri elime değdi.
      
O gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;
Gün ne güzel doğarmış meğer açık denizde!
Onun saçları öğretti bana dalgayı;
Çalkalandım durdum rüyalar içinde.
1943
(Yaprak, 15.6.1950)

Sf: 143 
Gelirli Şiir
İstanbul’dan ayva da gelir, nar gelir,
Döndüm baktım bir edalı yâr gelir,
Gelir desen dar gelir;
Gün aşırı alacaklılar gelir.
Anam anam,
Dayanamam,
Bu iş bana zor gelir.
(Varlık, 1.1.1951)

Sf: 144 
Aşk Resmigeçiti*
Birincisi o incecik, o dal gibi kız,
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
Ama yine de görmeyi çok isterim,
Kolay mı? İlk göz ağrısı.
    
İkincisi Münevver Abla, benden büyük
Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
Gülmekten katılırdı, okudukca.
Bense bugünmüş gibi utanırım
O mektupları hatırladıkca.
    
………………………. çıkar
………………………. durduk yere mahallede
………………………………………. halde
…………………….. yan yana yazılırdı duvarlara
…………………………. yangın yerlerinde.
Dördüncüsü azgın bir kadın,
Açık saçık şeyler anlatırdı bana.
Bir gün önümde soyunuverdi
Yıllar geçti aradan, unutamadım,
Kaç defa rüyama girdi.

*Şairin el yazısıyla yazdığı ve diş fırçasını sardığı bir kâğıtta bulunan, yer yer okunmayan bu şiir, sonradan Varlık Yayınları’nca Bütün Şiirleri‘ne alınırken bazı boşlukları doldurulmuş, ama bu arada akla yakın görünmeyen birtakım değişiklikler de yapılmıştır.

Sf: 145 
Beşinciyi geçip altıncıya geldim.
Onun adı da Nurinnisa.
Ah güzelim
Ah esmerim
Ah
Canımın için Nurinnisa.
Yedincisi Aliye, kibar bir kadın.
Ama ben varamadım tadına.
Bütün kibar kadınlar gibi
Küpe fiyatına, kürk fiyatına.
      
Sekizinci de o bokun soyu.
Elin karısında namus ara,
Kendinde arandı mı küplere bin.
Üstelik ……
Yalanın düzenin bini bir para.
      
Ayten’di dokuzuncunun adı.
İş başında şunun bunun esiri,
Ama bardan çıktı mı,
Kiminle isterse onunla yatar.
      
Onuncusu akıllı çıktı
……………. gitti ……….
Ama haksız da değildi hani.
Sevişmek zenginlerin harcıymış
İşsizlerin harcıymış.
İki gönül bir olunca
Samanlık seyranmış ama,
İki çıplak da, olsa olsa,
Bir hamama yakışırmış.

Sf: 146 
İşine bağlı bir kadındı on birinci.
Hoş, olmasın da ne yapsın,
Bir zalimin yanında gündelikçi.
…………….. leksandra
Geceleri odama gelir,
Sabahlara kadar kalır.
Konyak içer, sarhoş olur,
Sabahı da işbaşı yapardı şafakla.
       
Gelelim sonuncuya.
Hiçbirine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü var.
Hür olsak der,
Eşit olsak der.
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar.
(Son Yaprak*, 1.2.1951)
*Son Yaprak’taki dipnot: “Bu şiirin son şeklini ele geçiremedik. Şimdilik bu haliyle neşretmekte mazur görmüyoruz. Noktalı yerler okunamamıştır.” [ed.n.]

Sf: 147 
Delikli Şiir
Cep delik cepken delik
Yen delik kaftan delik
Don delik mintan delik
   
Kevgir misin be kardeşlik
(Yeni Dergi, 1.3.1951)

Sf: 148 
Rubai
Ömrün o büyük sırrını gör bir bak da
Bir tek kötü kalmış ağacın toprakta
Dünya ne kadar tatlı ki binlerce kişi
Kolsuz ve bacaksız yaşayıp durmakta.
(Aile, Nisan 1951)

Sf: 149 
Yaşamak
Biliyorum, kolay değil yaşamak;
Gönül verip türkü söylemek yâr üstüne;
Yıldız ışığında dolaşıp geceleri,
Gündüzleri gün ışığında ısınmak;
Şöyle bir fırsat bulup, yarım gün,
Yan gelebilmek Çamlıca tepesinde…
-Bin türlü mavi akar Boğaz’dan-
Herşeyi unutabilmek maviler içinde.
II
Biliyorum, kolay yaşamak;
Ama işte
Bir ölünün yatağı hâlâ yatağı sıcak,
Birinin saati işliyor kolunda.
Yaşamak kolay değil ya, kardeşler,
Ölmek de değil;
      
Kolay değil bu dünyadan ayrılmak
(Aile*, Nisan 1951)
*o. Veli bu şiirin son üç dizesini “Son üç mısra bir tekrardır, lüzumsuz tafsilattır. Çıkarırsak şiir daha tamam, daha mükemmel olur” diyerek çıkarmak istediğini Aile dergisi yöneticisi Şevket Rado’ya söylemişse de Rado, şairin ölümünden sonra şiiri yayımlarken çıkarmamıştı. Ancak gene de bu son üç dizeyi bold yaparak durumu açıklama gereği duymuştu. [ed.n.]

Sf: 158 
Kurt
Ah! Artık benim de benzim sarı.
Damar kanımı dolaştırmıyor.
Hiçbir kıyıya ulaştırmıyor
Beni Şehrazad’ın masalları.
Anlamıyorum dilinden artık
Geceyi saran güzelliğinin;
İçim kör bir kuyu gibi derin,
Bir şey beklemiyor benden artık.
       
Susmak istiyorum, susmak bugün.
Susmak… hiçbir üzüntü duymadan.
Büyük bir kuş iniyor semadan.
Sükût, bu indiğini gördüğün.
      
Artık tırtılları beslemiyor
Bahçemin orta yerindeki dut.
Başıma kondu ebedî sükût.
Gün, yeniden doğmak istemiyor.
     
Kuşla oldumsa da senli benli,
Beynimi kurcalayan bir kurt var:
Anlamak istiyorum, ne yapar
Rüzgârı boşalınca yelkenli?
Ankara, Ekim 1936
(Varlık 1.1.1937)

Sf: 166 
İhtiyarlık
Benim, bardağın, sürahinin
Önümüzdesin; rengin uçmuş.
Bu; eski, sevdiğim bir duruş.
Elin, içinde benimkinin.
    
İçelim! Madem ömrümüz hoş
Geçmiş, Tatmamışsız ayrılık;
Madem ne bardağımız kırık,
Madem ne sürahimiz boş.
      
Bir gün ikimizden birimiz
İçmek veya doldurmak için
Burada olmayabiliriz.
(Franz Hellens’den mülhem)
Mehmet Ali Sel adıyla
(Varlık, 15.2.1937)

Sf: 168 
Gün Doğuyor
Gün doğuyor şehrin üzerine.
Renk renk hacimle doluyor her yer,
Bakıyor dağınık yüzlü evler
Hâlâ yanan sokak fenerine.
    
Toprak kımıldıyor yavaş yavaş,
Gün doğuyor şehrin üzerine,
Bembeyaz çiçeklerine
Sabahla düşüyor bir damla yaş.

Sf: 171 
Héléne İçin
Susarken ağaçlarda kuşlar tahayyül içinde
Bakışlarında sükûnun zehri, bekleyeceksin.
Türlü acılar şekillenecek yine içinde,
“Ah! Şairim bu akşam da geçmedi” diyeceksin.
      
Ve ulaşacak bu son şehre kadehin yolu,
Kapayacak pişman bir el kapısının ömrünün;
Hatırlayacaksın beni gözlerin yaşla dolu,
Güzelliğin yalnız şarkılarımda kaldığı gün.
Mehmet Ali Sel adıyla, Nisan 1937
(Varlık, 1.6.1937)

Sf: 172 
Masal
I
Çocuk gönlüm kaygılardan âzâde;
Yüzlerde nur, ekinlerde bereket;
At üstünde mor kâküllü şehzâde:
Unutmaya başladığım memleket.
     
Şakağımda annemin sıcak dizi,
Kulağımda falcı kadının sözü,
Göl başında padişahın üç kızı,
Alaylarla Kaf dağına hareket.
1936
(Varlık, 1.6.1937)

Sf: 174 
Son Türkü
Sular çekilmeye başladı köklerde
Isınmaz mı acaba ellerimde kan?
Ah! Ne olur bütün güneşler batmadan
Bir türkü daha söyleyeyim bu yerde!…
Ankara, Ekim 1936
(Varlık, 15.6.1937)

Sf: 186 
Hoy Lû-Lû
İsterim bende acaip isimleri
Hiç duyulmamış zenci arkadaşlarım olsun.
Onlarla Madagaskar limanlarından
Çin’e kadar yolculuk yapmak isterim.
İsterim içlerinden bir tanesi
Vapurun güvertesinde yıldızlara karşı
“Hoy Lû-Lû” şarkısını söylesin her gece.
       
Ve bir gün ansızın bir tanesine
Rastgelmek isterim
Paris’te…
Mehmet Ali Sel adıyla, Ankara, Ağustos 1937
(Varlık, 15.9.1937)

Sf: 187 

Deniz
Ben deniz kenarımdaki odamda
Pencereye hiç bakmadan
Dışarıdan geçen kayıkların
Karpuz yüklü olduğunu bilirim.
      
Deniz, benim eskiden yaptığım gibi,
Aynasını odamın tavanında
Dolaştırıp beni kızdırmaktan
Hoşlanır.
      
Yosun kokusu
Ve sahile çekilmiş dalyan direkleri
Sahilde yaşayan çocuklara
Hiçbir şey hatırlatmaz.
Ankara, Eylül 1937
(Varlık, 15.9.1937)

Sf: 188 
Yokuş
Öteki dünyada akşam vakitleri
Fabrikamızın paydos saatinde
Bizi evimize götürecek olan yol
Böyle yokuş değilse eğer
Ölüm hiç de fena bir şey değil.
Ankara, Ağustos 1937
(Varlık, 15.9.1937)

Sf: 189 
Yolculuk
Yolculuk niyetinde değilim.
Fakat böyle bir iş yapmaya kalksam
Doğru İstanbula gelirim.
Beni Bebek tramvayında görünce
Ne yaparsın acep?.
     
Mamafih söylediğim gibi
Yolculuk niyetinde değilim.
Mehmet Ali Sel adıyla, Ankara, Ağustos 1937
(Varlık, 15.9.1937)

Sf: 190 
Pazar Akşamları
Şimdi kılıksızım, fakat
Borçlarımı ödedikten sonra
İhtimal bir kat da yeni esvabım olacak
Ve ihtimal sen
Yine beni sevmiyeceksin.
Bununla beraber pazar akşamları
Sizin mahalleden geçerken,
Süslenmiş olarak,
Zannediyor musun ki ben de sana
Şimdiki kadar kıymet vereceğim?
Mehmet Ali Sel adıyla, Ağustos 1937
(Varlık, 15.9.1937)

Sf: 191 
Asfalt Üzerine Şiirler
I
Ne kadar güzel şey
Yolun üstündeki bina
Yıkıldığı zaman
Bilinmeyen bir ufuk görmek.
II
Kaldırımın kenarına dizilip
Bacası olan silindirin
Yürüyüşünü seyreden çocuklara
İmreniyorum.
III
Onun gürültüsü
Bir arkadaşıma
Denizden geçen
Motorları hatırlatıyor.
IV
Kırık taşlara bakıp
Işıklı bir asfaltı düşünmek
acaba yalnız
Şairlere mi mahsus?
Ankara, Eylül 1937
(Varlık, 15.10.1937)

Sf: 192 
Edit Almera
Kafeşantanlar güzeldir;
İnsan,
Orada çalışan kemancı kızlara
Âşık olabilir.
Mehmet Ali Sel adıyla, Ankara, Eylül 1937
(Varlık, 15.10.1937)

Sf: 193 
Ağacım
Mahallemizde
Senden başka ağaç olsaydı
Seni bu kadar sevmezdim.
Fakat eğer sen bizimle beraber
Kaydırak oynamasını bilseydin
Seni daha çok severdim.
    
Güzel ağacım!
Sen kuruduğun zaman
Biz de inşallah
Başka mahalleye taşınmış oluruz.
Ankara, Eylül 1937
(Varlık, 1.11.1937)

Sf: 194 
Mahzun Durmak
Sevdiğim insanlara kızabilirdim,
Eğer sevmek bana
Mahzun durmayı
Öğretmeseydi.
Ankara, Eylül 1937
(Varlık, 1.11.1937)

Sf: 195 
Meyhane
Mademki sevmiyorum artık
O halde her akşam
Onu düşünerek içtiğim
Meyhanenin önünden
Ne diye geçeyim.
Mehmet Ali Sel adıyla, Ankara, Eylül 1937
(Varlık, 1.11.1937)

Sf: 197 
İnsanlar
II
Her zaman, fakat bilhassa
Beni sevmediğini
Anladığım zamanlarda
Görmek isterim seni de
Annemin kucağından
Seyrettiğim insanlar gibi,
Küçüklüğümde…
Ankara, Eylül 1937
(Varlık, 1.11.1937)

Sf: 198 
Seyahat Üstüne Şiirler
I
Seyahat edildiği zamanlarda
Yıldızlar konuşur.
Söyledikleri şeyler
Ekseriya
Hüzünlüdür.
II
Sarhoş olunduğu akşamlar
Islıkla çalınan şarkı
Neşelidir.
Halbuki aynı şarkı
Bir trenin penceresinde
Neşeli değil.
Trende, Ekim 1937
(Varlık, 15.12.1937)

Sf: 199 
Yaşıyor musun
Takmaya çalışırken kuyruğunu
Birlikte yaptığımız şeytan uçurtmasının
Görürdüm çırpınırdı ufacık kalbin.
Hatırımdan bile geçmezdi
Sana duyduklarımı söylemek.
    
Acaba hâlâ yaşıyor musun?
Mehmet Ali Sel adıyla, Ankara, Ağustos 1937
(Varlık, 15.12.1937)

Sf: 201 
İntihar
Kimse duymadan ölmeliyim.
Ağzımın kenarında
Bir parça kan bulunmalı.
Beni tanımayanlar
“Mutlak birini seviyordu” demeliler.
Tanıyanlarsa, “Zavallı, demeli,
Çok sefalet çekti”
      
Halbuki hakiki sebep
Bunlardan hiçbirisi olmamalı.
Mehmet Ali Sel adıyla, Ankara, Aralık 1937
(Varlık, 15.12.1937)

Sf: 202 
Saka Kuşu
Güzel kız, sen küçüklüğümde
Bahçemizdeki erik ağacının
En yüksek dalına kurduğum
Öksenin üstünde dolaşan
Saka kuşu kadar
Sevimli değilsin.
Mehmet Ali Sel adıyla, Ankara, Eylül 1937
(Varlık, 15.12.1937)

Sf: 203 
Oktay’a Mektuplar
I
10.12.37, Ankara, Saat 21
Kış, kıyamet..
Macar Lokantası’nda yazıyorum
İlk mektubumu.
Oktaycığım
Bu gece sana
Bütün sarhoşların selâmı var.
II
12.12.37, Ankara, Saat 14.40
Şu anda dışarıda yağmur yağıyor
Ve bulutlar geçiyor aynadan
Ve bugünlerle Melih’le ben
Aynı kızı seviyoruz.
III
6.1.38, Ankara, Saat 10
Bir aydan beri iş arıyorum, meteliksiz…
Ne üstte var, ne başta.
Onu sevmeseydim
Belki de beklemezdim
İnsanlar için öleceğim günü.
(Varlık, 15.1.1938)

Sf: 205 
Sicilyalı Balıkçı
Yüz sene sonra bugünkü dünyadan
Bir tek insan kalmadığı gün
Sicilya sahillerinde yaşayan balıkçı
Bir yaz sabahı ağlarını atarken denize
Her zamankinden daha geniş gökyüzüne bakıp
Benden bir mısra mırıldanacak şarkı halinde.
Bu dünyadan Mehmet Ali isminde bir şairin
Gelip geçtiğiniz bilmeksizin..
     
Bu güzel düşüncenin
Olmayacağından eminim
Fakat nedense bu iş
Benim pek tuhafıma gidiyor.
Mehmet Ali Sel adıyla, Ankara, Ağustos 1937
(Varlık, 19.5.1938)

Sf: 206 
İş Olsun Diye
Bütün güzel kadınlar zanneder ki
Aşk üstüne yazdığım her şiir
Kendileri için yazılmıştır.
Bense daima üzüntüsünü çektim
Onları iş olsun diye yazdığımı
Bilmenin.
İstanbul, Kasım 1937
(İnsan, 1.10.1938)

Sf: 207 
Yatağım
Ben ki her akşam yatağımda
Onu düşünüyorum,
Onu sevdiğim müddetçe
Yatağımı da seveceğim.
30 Ocak 1938
(İnsan, 1.10.1938)

Sf: 210 
Lakırdılarım
1914’de doğdum,
15’de konuştu;
Hâlâ konuşuyorum.
Lakırdılarım ne oldu?
Gökyüzüne mi gitti?
Belki de hepsi geri gelecek
Tayyare biçimine girip
1939’da
      
Allah varsa eğer
Başka bir şey istemem ondan,
Bununla beraber istemem
Ne Allahım olmasını,
Ne de işimin
Allaha kalmasını.
Eylül 1939
(Varlık, 15.10.1939)

Sf: 214 
Quantitatif
Güzel kadınları severim,
İşçi kadınları da severim;
Güzel işçi kadınları
Daha çok severim.
Mehmet Ali Sel adıyla, Ankara, Ocak 1938
(Varlık, 15.3.1940)

Sf: 215 
Sokakta Giderken
Sokakta giderken,
Kendi kendime
Gülümsediğimin
Farkına vardığım zaman
Beni deli zannedeceklerini düşünüp
Gülümsüyorum.
Mehmet Ali Sel adıyla, 1937
(Varlık, 15.3.1940)

Sf: 216 
[Ben Orhan Veli]*
Ben Orhan Veli,
“Yazık oldu Süleyman Efendiye”
Mısra-ı meşhurunun mübdii..
Duydum ki merak ediyormuşsunuz
Huhusî hayatımı,
Anlatayım:
Evvelâ adamım, yani
Sirk hayvanı falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
     
Evde otururum,
Masa başında çalışırım,
Bir anne ile babadan dünyaya geldim.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-i nübüvvet.
Ne İngiliz kralı kadar
Mütevazıyım,
Ne de Bay Celâl Bayar’ın
Ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim.
Puf böreğine hele
Bayılırım.
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.

*Orhan Veli’nin defterinde şiirin başlığı yoktur. [ed.n.]

Sf: 217 
Yayan dolaşırım,
Mütenekkiren seyahat ederim.
Oktay Rifat’la Melih Cevdet’tir
En yakın arkadaşlarım.
Bir de sevgilim vardır, pek muteber;
İsmini söyleyemem,
Edebiyat tarihçisi bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Meşgul olmadığım “ehemmiyetsiz”
Sadece üdeba arasındadır.
     
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır…
Ama ne lüzum var
Hepsini sıralamaya?
Onlar da bunlara benzer!..
Nisan 1940
(İnkilapçı Gençlik, 15.8.1942)

Sf: 220 
Cânân*
Cânân ki Degüstasyon’a gelmez
Balıkpazarı’na hiç gelmez
(Yeni Dergi, 1.2.1951)
*Bu şiirin, Orhan Veli’nin arkadaşı Nahit Hanım’a göre, şu biçimde olanı da vardır:
     Cânân ki gündüzleri gelmez
     Gece yarısından sonra hiç gelmez
[ed.n.]

Sf: 229 
Tenezzüh
Böyle gece yarısından sonra
Ne diye ışık yanar bu dağ evinde?
Ne yaparlar acaba içerdekiler?
Konuşurlar mı, tombala mı oynarlar?
Belki o, belki bu…
   
Konuşurlarsa ne konuşurlar?
Muharebeden mi, vergilerden mi?
Belki de hiçbir şey yapmazlar;
Çocuklar uyumuştur,
Efendi gazete okur;
Ayali dikiş dikmektedir.
Onu da yapmazlar belki de.
Kim bilir,
Belki de yazılmaz
Ne yaptıkları.
Şubat 1940
(Vatan, 16.12.1952)

Sf: 230 
Harldalname
Ne budala şeymişim meğer,
Senelerden beri anlamamışım
Hardalın cemiyet hayatındaki mevkiini.
“Hardalsız yaşanmaz”
Bunu Abidin de söylüyordu geçende.
Daha büyük hakikatlere
Ermiş olanlara,
Biliyorum, lâzım değil ama hardal
      
Allah kimseyi hardaldan etmesin.
Mart 1940
(Vatan, 16.11.1952)

Sf: 232 
Fena Çocuk
Mektepten kaçıyorsun,
Kuş tutuyorsun,
Deniz kenarına gidip
Fena çocuklarla konuşuyorsun,
Duvarlara fena resimler yapıyorsun;
Bir şey değil,
Beni de baştan çıkaracaksın.
Sen ne fena çocuksun!
Nisan 1941
(Vatan, 16.11.1952)

Sf: 236 
Şaheserim
Âşık olduğum zamanlarda
Şiir yazmak âdetim değildi.
Halbuki asıl şaheserimi
Onu çok sevdiğimi
Anladığım zaman yazdım.
Onun için bu şiiri
İlk önce ben okuyacağım.
Mehmet Ali Sel adıyla, Ankara, Eylül 1937
(Papirüs, 1.6.1967)

Sf: 240 
Küçük Bir Kalp
Asfaltın üzerinden
Bisikletle geçen kızın
Bacaklarının arasında
Bir güvercin çırpınmada
Ve küçük bir kalp..
Küçük bir kalp çarpmadadır.
(Jules Supervielle’den mülhem)
(Papirüs, 1.6.1967)

Sf: 241 
Manzara
Karşı evin arkasından ay doğdu.
Akşam serinliği çıktı.
Tramvay sesleri geliyor
Deniz kokusu geliyor uzaktan.
Mezardan pek fazla mütehassisim.
Nisan 1940
(Papirüs, 1.6.1967)

Sf: 242 
Resimler
Hiçbiri ona ait değil,
Fakat ne hazin isimleri var
Şu resimlerin:
“Nisan sabahı”,
“Yağmurdan sonra”
Ve “Dansöz”.
Baktıkça ağlamak geliyor içimden…
Nisan 1940
(Papirüs, 1.6.1967)
“Orhan Veli çok daha ileriye bir adım attı: Şiirin kendi öz bir dili, bir vezni olmadığı gibi kendini öz konuları da olmayacağını gösterdi, ahengin, musikinin de şiirden kaldırılabileceğini anlattı.”
Nurullah Ataç
“Orhan Veli’nin kavgası, edebiyatımızın en büyük kavgasıdır, buna inanıyorum. Irmağın yatağını daha doğal bir vadiye indirdi. şiire kasket giydirdi, sivilleştirdi onu. Bugünkü şiir verimleri onun da verimleridir biraz.”
Cemal Süreya

Doktrin: “Bekliyorum; öyle bir havada gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.” – Orhan Veli