İçinin ateşini serin sonbahar akşamında havadan inen yağmurun minik elleriyle söndüremezsin. İçinde bir hinlik var, ne olduğunu tam bilemediğin.. Vücudunun malum bir yeri, bir yerlere sürüklüyor gene seni. Günaha girme günü. Soyut olarak kirlisin.

Oysa somut olarak o kadar temizsin ki. Üzerindeki sabun kokusundan sabun temalı bir parfüm daha yaratılır. Siyah yoğunluğunda grinin onu yılan gibi sardığı, dik-geniş omuzlu, kolları hafif kıvrık tişörtünü giydin. Siyah spor-klasik aralığında “Her şeyinle de giyersin. Her kıyafetin altına olur bu. Şortla da giyersin takım elbiseyle de.” gazıyla satılan ayakkabıların çok şık. Çok hoş giyindin, çıkmaya hazırsın. Koltuk altına terleme önleyici sürdün. Parfümü sıkmaya başlıyorsun. Sağ omzunun altından dirseğinin üst bölümüne üç defa; biraz aşağılara üç defa daha; sağ  bileğindeki saatin az üstüne üç defa. Boynunu bir artı sayarsak o şeklin her ucuna sol, sağ, ön ve arkadan üçer defa daha…

En güzel iç çamaşırını seçmeye çalışman… Seçemeyeceğinin kaygısı… Hangisini giysen diğerleri dolapta kalacak. Kimsenin görmediği iç çamaşırlarına ödenen gereksiz paralar. Eskiden annenin pazardan aldığı Seher Yıldızı mavi donla gezen sen; ne çabuk lüks meraklısı oldun. Annenin zamanında bir çamaşıra verdiği parayı sen şimdi tek bir kondoma ver. Siyah çantana renkli kondomlar tıkıştır. Her zaman hazırlıklı olalım. Aferin! Tamam da iş üstünde gene bir şeyler hep eksik kalacak!

Pantolon hafif bol ve yıpranık. Her zamanki gibi kemersiz. En güzel, ince, modal siyah çoraplarını giydin. Hangisi sağ, hangisi sol. Hiçbir zaman bilemediğin. En pahalısının üçüncü yıkamadan sonra başparmak ve topuk kısmının incelerek saydamlaştığı…

Temiz ve pürüzsüz ellerinin parmağına grafit rengi yüzüğünü taktın. Babandan gördüğün için nedenini bilmeden uyguladığın, herkes sola takarken hep sağ koluna taktığın saatin yalnızca zamanı göstermeye yarayan bir aksesuar olmadığını diğer erkeklerden çok daha önce öğrenmiştin. Sağ kolundaki saat bu gece gerçek zamanı gösterebilecek mi sana? “Bana doğru zamanı söyleyebilir misin? Tabi ki hayır. Çünkü sen doğru zamanı söyleyene kadar geçen süre içerisinde doğru zaman kaybolmuştur.” – Einstein

Kirli sakallı, kemikli suratına bakıyorsun aynada. Ucu nazik yapıya sahip olsa da arkası erkeksi kemerli bir burun. Saçlar kısa ve dağınık; parlak ve sağlıklı.

Arabana biniyorsun. Çalıştı. En sabırlı anların, ayağın homurtuya hükmeden gaz pedalının üstündeyken kayboluyor. Gece yatakta cenin pozisyonunda bir yana yatarken onun aksi yöne dönmek istemekten erinen sen, aracınla kilometrelerce yol katetmeye üşenmiyorsun. Günün planını bozacak bir aramaya karşı aygıt profili sessizde. Senin profilin nerede? Bugün hangi şizofrenik karakteri canlandıracaksın?

O kadar şımarık, o kadar küstahsın ki, rafting yapan birini doğada kucaklayan maceraperest ruh bu gece seni şehirde yakaladı. Maceraperest olmadığını kim söyledi? Sen bir avcısın.
Gözün etrafta. Millet o kızları sen tuzağa düşüresin diye doğurmuş olabilir mi? Ama dedim ya sen bir avcısın ve bu gece tüm sosyopatlığın üstünde. Bakış, yaklaş, yürü, her zamankinden kasıntılı yürü, izlendiğinin bilinciyle yürü, utan, bir yere-bir havaya bak. “Sizi bir yerden gözüm ısırıyor mu?” “Ateşiniz var mı acaba?” “Daha önce tanışmış mıydık?” Hadiii… Bırak bu kart zampara numaralarını. Next Filmi’ndeki Nicholas Cage abimiz gibi yaşayabileceğin tüm eylemleri imgelersin. “Acele etme; bırak da şehir kendiliğinden aksın ayaklarımızın altından.” – ck- Ve bırak film kendiliğinden aksın o ışık hüzmesiyle perdeye.

Tam da bu sırada tüm yakışıklı jönler geçer gözlerinin önünden. Kah Kadınlar Ne İster? filmindeki Mel Gibson’sın, kah Kelebek Etkisi’ndeki Ashton Kutcher. Hep onların hayatlarında aktör olduk. Onlar yaşadı biz ekranda sevindik. İtiraf et! Senin o aktörleri sevdiğin falan yok!.. Sen o aktörlerdeki kendini seviyorsun. Çılgınca şeyler yaptıklarında, aslında senin yapamadıklarını yaptıklarında, aslında senin hayatın boyunca yapamayacaklarını yaptıklarında; eline balon verilmiş çocuk gibi seviniyorsun. Senin illegal klonun onlar. Seni temsil ediyorlar. Kahramanların…

Taşıyıcı 2’deki Jason Statham’ın saatine bakması, siyah araba kullanması. Yıllar sonra yağmur sularının toprak altına sızması gibi; hep gizli reklamlarla bilinçaltınıza sızdırılan zehirler.. Yağmurlar toprak üstüne çıkarken güneş ışınlarının her bir tanesini pırıl pırıl parlattığı zengin mineralli kaynak sularına dönüşürken, bu leş reklamlar yıllar sonra senin yorgun hipokampusundan zararlı davranışlarınla eyleme dönüşüyor.

Bu sefer kolay oldu. Bu kadar kolay olması kuşku bırakır. “Kolay yol her zaman mayınlanmıştır.”- Murphy Kanunu

Zor olsaydı da çeker giderdin. “Ben taviz vermem.” felsefesiyle sen, hayatlar kurtaracağını sanan bir ahmaksın!.. Orgazm anında “Dünya yansa itfaiyeye kapıyı açmam.” diyecek kadar da rahat. Hiç bırakmayacakmış gibi öpüştün, dünyadaki son saniyelerini dolduruyormuşçasına seviştin onunla. Dedenden babana, babandan sana geçen genetik mirası, vücudundaki elektriği, onun vücut sıvısıyla iletkenleştirdiği tüm bedeninden aktardın ona.

Sabah kalktın. Onu tanımıyorsun. Merak etme, o da seni tanımayacak! Çıktın evden. Gecenin muhasebesini yap! Kazanan mısın, kaybeden mi? Avcı mıydın, yoksa av mı? Bir yerlerde hata mı yaptın? Kendini kullanılmış mı hissediyorsun? Sen mi onu tavladın, yoksa o mu seni? Kim kolay lokmaydı?

Üzerinde kirli bir akşamdan kalmalık. Gözler baygın, şiş ve uykusuz. Derinden gelen baş ağrısı. Tenindeki ağdalı yapışkan yüzey de ne böyle? Ucuz ve yıpranmış kerpiç evinin bahçesindeki çamaşır kazanına güğümle su taşıyan, saçları is kokan varoş kızla yatmanın sonucunda ezilmiş, ucuz rujla karışık, ıslak, amonyağa dönüşme evresini çoktan tamamlamış ter kokusu. Yeni mecralara ak. Skora koş. Hadi s*ktir git şimdi…
Doktrin: ”Hayatımda iki büyük kaza geçirdim; biri Diego’ydu ve diğerinde ise bir tren az daha beni öldürüyordu. Diego kesinlikle çok daha yıkıcıydı.” – Frida Kahlo