Sf: 13
Evin hoş olmayan tek yanı, güneşin gün boyunca pencereden pencereye dolaşmasıdır, içerinin yakıcı loşluğunda öğle uykusu uyuyabilmek için perdelerin hepsini kapatmak gerekir. Otuz iki yaşımda hayatta tek başıma kaldığımda, annemle babamın yatak odası olan odaya taşındım, oradan kütüphaneye geçen bir kapı açtırdım, hayatımı sürdürebilmek için, bana fazla gelen ne varsa müzayedelerde satmaya başladım, sonunda kitaplarla rulolu laterna dışında hemen her şey fazla gelmişti.
Sf: 17
Ömrümde hiçbir kadınla parasını vermeden yatmamışımdır, meslekten olmayan pek azını da, sonradan çöpe atmak için bile olsa parayı almaları için ya güzellikle ya da zorla razı etmişimdir. Yirmi yaşlarımdayken, adını, yaşını ve yerini yazdığım, ayrıca koşullarıyla stili hakkında kısa bir not da koyduğum bir liste tutmaya başlamıştım. Elli yaşıma kadar en azından bir kez birlikte olduğum beş yüz on dört kadını bulmuştu liste. Bedenim artık bu kadarına dayanamadığı zaman kayıt tutmaktan vazgeçtim, hesabı kağıt kalemsiz de sürdürebiliyordum.
Sf: 18
Yıllar boyu sürdürdüğüm tek acayip ilişki şu benim vefakar Damiana’yla olmuştu. Neredeyse çocuk denecek yaşta, yerli suratlı, güçlü kuvvetli, kaba saba bir kızdı, az ve öz konuşur, yazı yazarken beni rahatsız etmemek için yalınayak dolaşırdı. Hatırlıyorum, koridordaki hamakta uzanmış Retrato de la lozana andaluza’yı (XVI. yüzyılda yaşamış İspanyol yazar Francisco Delicado’nun 1524’te yazdığı Retrato de la lozana andaluza (Endülüslü Tazenin Portresi) adlı toplumsal serüven romanı.) okuyordum, onu tesadüfen teknenin başında eğilmiş olarak gördüm, etekliği öyle kısaydı ki, dolgun bacaklarının arkalarını açıkta bırakmıştı. Karşı konulmaz bir şehvete kapılarak eteğini arkadan kaldırıp donunu dizlerine kadar indirdim ve ona arkadan saldırıya geçtim. “Ay, beyefendi,” dedi kız, hüzünlü bir iniltiyle, “orası girmek için değil çıkmak için yaratılmış.” Güçlü bir titremeyle tüm bedeni sarsıldı, ama kıpırdamadan durdu.Onu aşağılamaktan kendim de aşağılanmış olarak, o zamanlar en pahalı olan kadınların iki katı kadar bir para ödemek istedim kıza, ama tek kuruş bile kabul etmedi, bunun üzerine, hep çamaşır yıkarken ve her seferinde arkadan olmak üzere ayda bir defadan hesaplayarak maaşını artırmak zorunda kaldım.
Sf: 20
Haftada iki ya da üç kez genelevler mahallesinde yatıyordum, yanımda bana eşlik eden o kadar çok çeşit kadın oluyordu ki, iki kez yılın müşterisi olarak ödüllendirilmiştim. Yakınlardaki Roma Kahvesi’nde yediğim akşam yemeğinden sonra rasgele herhangi bir genelev seçiyor, arka avludan gizlice içeri giriyordum. Bunu sırf keyif olsun diye yapıyordum, ama sonunda, aradaki karton bölmelerden herkesin duyacağını akıllarına bile getirmeden devlet sırlarını bir gecelik sevgililerine anlatan büyük politikacıların ağızlarında bakla ıslanmaması sayesinde, oraya sık sık gidişlerim işimin bir parçası olup çıkmıştı.
Sf: 24
Noter Sokağı’nda ağırbaşlı müşterileri tavlayan meteliksiz küçük orospulardan biri her zamanki gibi sigara istedi benden, ben de her zamanki yanıtı verdim ona: “Sigarayı bırakalı bugün tam otuz üç yıl, iki ay, on yedi gün oluyor.” Altın Tel’in önünden geçerken ışıklı vitrinde kendime baktım, hissettiğim gibi değil, daha yaşlı, daha kötü giyimli gördüm kendimi.
Sf: 28
Kaçmanın yolu yoktu. Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atarak girdim odaya, kızı o koskoca kiralık yatağın içinde anadan doğma çıplak ve korumasız bir halde uyurken gördüm. Yüzü kapıya dönük olarak yan yatmış, tavandan vuran hiçbir ayrıntıyı affetmeyecek kadar yoğun ışıkla aydınlatılmıştı. Yatağın kenarına oturup beş duyumla büyülenmiş gibi onu seyretmeye koyuldum. Teni esmerdi, ılıktı. Onu öyle bir temizlik ve güzelik rejimine sokmuşlardı ki, karnının alt kısmında henüz çıkmaya başlayan tüylerini bile unutmamışlardı. Saçlarını kıvırmışlar, el ve ayak tırnaklarına doğal renkli oje sürmüşlerdi, ama şeker posası rengindeki teni kupkuru ve bakımsız görünüyordu. Yeni çıkmış göğüsleri henüz erkek çocuklarınkilere benziyordu, ama patlamaya hazır gizli bir enerji taşıyordu sanki. Vücudunun en güzel yeri, el parmakları gibi upuzun ve duyarlı parmaklarıyla sanki yumuşacık adımlarla yürümek için yaratılmışa benzeyen ince uzun ayaklarıydı. Vantilatöre rağmen fosforlu gibi parlayan bir terle sırılsıklamdı, gece ilerledikçe sıcaklık yine dayanılmaz oluyordu. Yanaklarına iki allık lekesi kondurularak acemice boyanmış yüzünün, kalın bir pirinç pudrası tabakası altında, takma kirpikleri, sanki isle karartılmış kaşlarıyla göz kapakları ve çikolata renkli bir boyayla kalınlaştırılmış dudakları olmadan nasıl görüneceğini hayal etmek imkansızdı. Ama ne giyim ne de kozmetikler gizleyebilirdi karakterini: kibirle havaya kalkmış bir burun, çatık kaşlar, dolgun dudaklar. Körpe bir güreş boğası, diye düşündüm.
Sf: 42
O gece evimde hediye paketlerini açarken heyecanım hala sürüyordu. Linotipçiler, daha önceki doğum günlerimden kalma üç tanesinin eşi olan bir elektrikli kahve makinesiyle kötü bir seçim yapmışlardı. Basımcılar, belediyenin Hayvan Üretme Çiftliği’nden bir Ankara kedisi alma belgesi armağan etmişlerdi bana. Genel müdürlük sembolik bir ikramiye vermişti. Sekreterler, üzerleri dudak izleri baskılı üç tane don hediye etmişler, paketin içine de onları ayağımdan çıkarırken bana yardımcı olabilecekleri yazılı bir kart koymuşlardı. Yaşlılığın hoş yanlarından birinin, bizleri hizmet dışı sanan genç hanım arkadaşlarımızın bu tür kışkırtmalardan çekinmemeleri olduğunu düşünüyordum.
Sf: 53
Sağanak sona erdiğinde ben hâlâ evde tek başıma olmadığım duygusu içindeydim. Bulabildiğim tek açıklama, nasıl ki gerçek olaylar unutulabiliyorsa, asla olmamış olanların da sanki olmuşçasına anıların içinde yer alabildikleri biçimdeydi.
Sf: 54
O günden sonra kızı belleğimde o kadar net bir biçimde tutuyordum ki, onunla canımın istediğini yapıyordum. İçinde bulunduğum ruh durumuma göre gözlerinin rengini değiştirebiliyordum: Uyandığında su rengi, güldüğünde bal rengi, kızdırdığımda köz rengi oluyordu. Keyfimin değişmesine göre türlü yaşlarda ve koşullarda kılıktan kılığa sokuyordum onu: yirmi yaşında aşık bir acemi kız, kırk yaşında bir salon orospusu, yetmiş yaşında Babil kraliçesi, yüz yaşında bir azize.
Bugün bunların bir sanrı değil, doksan yaşımda hayatımın ilk aşkının yeni bir mucizesi olduğunu biliyorum artık.
Sf: 55
O gece saat onda, hiç soru sormamak gibi garip bir erdem sahibi olan tanıdık bir şoförle gittim oraya.
Şoför beni uyardı: “Dikkatli olun, beyefendi, o evde adam öldürürler.” “Aşk uğrunaysa ziyanı yok,” diye karşılık verdim.
Sonra yanına uzanarak karış karış gözden geçirdim onu. Benim evde dolaşan aynı kızdı: karanlıkta dokunduğunda beni tanıyan aynı eller, bir kedininkiyle karıştırılan yumuşacık yürüyüşlü aynı ayaklar, benim çarşaflarımdaki aynı ter kokusu, aynı yüksük parmağı. İnanılmazdı: Onu görüp de etten kemikten bir varlık olarak dokunduğumda, belleğimdekinden daha az gerçekmiş gibi geldi bana.
Sf: 60
Seks, insanın aşkı bulamadığında elinde kalan bir tesellidir.
Sf: 65
O günlerde, vaktiyle annemin olan zümrütlü bir çift halka küpeyi yastığının üzerine bıraktım. Bir sonraki buluşmamızda bunları takmış, hiç de yakışmamıştı.
Sf: 67
Bir süre sonra Hayvan Üretme Çiftliği’nden arayarak onu öldürmekten başka çareleri olmadığını, benim onayımın gerektiğini haber verdi. “Neden?” “Çünkü artık çok yaşlı da ondan,” dedi Damiana. Beni de bir kedi fırınına atıp diri diri kızartabileceklerini düşündüm öfkeyle. İki ateş arasında savunmasız kaldığımı hissediyordum: Kediyi sevmeyi öğrenememiştim, ama sırf yaşlı diye onu öldürmeleri emrini vermeye de yüreğim el vermiyordu. Öyle bir şey elkitapçığının neresinde yazılıydı ki?
Sf: 68
Bedeni henüz katılaşmaya başlamamıştı. Beni yaralarından da fazla etkileyen şey, ölüm nedeniyle büzüşmüş olan organına takılı duran, görünüşe göre kullanılmamış olan prezervatifi oldu.
Genelev sahibesinin benden istediği tek şey, cesedi giydirmesine yardım etmemdi. Kendinden o kadar emindi ki, ölümün onun gözünde evin içindeki sıradan işlerden biri gibi olduğu düşüncesi tedirgin etti beni. “Bir ölüyü giydirmekten daha zor şey yoktur,” dedim. “Ben o işi çok yaptım,” diye karşılık verdi. “Biri tutarsa kolay olur.” Onu uyardım: “İngiliz beyefendisi gibi el değmemiş giysisinin içinde bıçaklanarak doğranmış bir cesede kimin inanacağını sanıyorsun?”
Sf: 70
Hayatımdaki huzur eksikliği günlük yaşamımdaki şaşmaz düzeni de yok etmişti. Saat beşte uyanıyor, ama odanın karanlığı içinde yatmaya devam ederek Delgadina’yı gerçekdışı yaşantısında kardeşlerini kaldırırken, okula gitsinler diye giydirirken, varsa onlara kahvaltı verirken, sonra da düğme dikme cezasını çekmek üzere bisikletle şehri bir baştan bir başa geçerken hayal ediyordum. Şaşkınlıkla soruyordum kendi kendime: Bir kadın düğme dikerken ne düşünür? Acaba beni mi düşünüyordu?
Üzerimdeki tamirci tulumunu çıkarmadan, yıkanmadan, traş olmadan, dişlerimi fırçalamadan bütün bir hafta geçirdim, çünkü insanın üstünü başını birisi için düzelttiğini, birisi uğruna giyinip kokular süründüğünü aşk çok geç öğretmişti bana. Benim hayatta hiçbir zaman böyle bir kimsem olmamıştı.
Sf: 71
Yeniyetmeler gibi üzüntü çekerken kendi kendimi tanıyamıyordum. Telefona cevap verebileyim diye bir daha evden çıkmaz olmuştum. Yazı yazarken telefonu fişten çekmiyor, çaldığında Rosa Cabarcas olabilir düşüncesiyle daha ilk zil sesinde üstüne atlıyordum.
İnsanın aşkından ölmesinin dilde hoş görülebilir şiirsel bir abartı olduğunu düşünmüşümdür hep. O akşam, bir kez daha kedisiz ve onsuz olarak eve döndüğümde, yalnızca insanın ölmesinin mümkün olduğunu değil, benim de böyle yaşlı ve kimsesiz bir halde aşkımdan ölmekte olduğumu anladım. Ama aynı zamanda bunun tam tersi bir gerçeğin de geçerli olduğunun farkına varmıştım: Yaşadığım kabusun verdiği zevki dünyada hiçbirşeye değişmezdim.
Sf: 73
Birkaç gün sonra daha beter bir şey geldi başıma, elinde kedininkinin eşi olan bir sepetle yürüyen bir kız bir anda bir ürperti gibi geçiverdi Dünya Kitapçısı’nın önünden. Tam öğle vakti curcunasında kalabalığın arasından dirsek darbeleriyle ilerleyerek düştüm peşine. Kız çok güzeldi, insanların arasından kendine kolayca yol açarak öyle uzun adımlarla yürüyordu ki, zorlukla yetişebildim ona. Sonunda önüne geçip yüzüne baktım. Kız duraklamadan, özür de dilemeden eliyle yana itti beni. Sandığım kişi değildi, ama kibirliliği sanki oymuş gibi üzdü beni. İşte o zaman Delgadina’yı uyanık ve giyimli olarak tanıyamayacağımı anladım, beni hiç görmediğine göre onun da benim kim olduğumu bilemeyeceğini anlamıştım. Çılgınca bir davranışla, bana onu anımsatan şarkıları dinlememek, söylememek, hatırlamamak için kendi kendime cesaret vermeye çalışarak, üç gün boyunca, yeni doğmuş bebekler için mavi ve pembe renkli on iki çift patik ördüm.
Sf: 80
Gecelerim ne okumama ne de müzik dinlememe olanak veren bir tedirginlik içinde geçiyor, buna karşılık gündüzleri uykuya dalmama yetmeyen tatsız bir sersemlik içinde başım düşüyordu.
Sf: 82
“Yaşlandık bile,” diye iç geçirdi o. “Sorun şu ki, insan öyle olduğunu kendi içinden hissetmiyor, ama dışarıdan bakınca herkes bunu görüyor.”
Sf: 83
“Allah’a şükür ki benim Çinliyi tam zamanında buldum. İnsanın küçük parmağıyla evli olması gibi bir şey, yalnızca bana ait.”
Doktrin: “Bir erkeği eğitirseniz, ”eğitimli bir insan” kazanırsınız. Oysa bir kadını eğittiğinizde, bütünüyle bir kuşağı eğitmiş olursunuz…” – Brigham Young
Related posts
Kategoriler
- ★ sinek ilacı (29)
- ★★ kötü (99)
- ★★★ güzel (111)
- ★★★★ önerilen (77)
- ★★★★★ şaheser (26)
- didaktik (26)
- eylencelik (23)
- film (1)
- hayat kanunları (19)
- hikaye (148)
- kitap (155)
- kokucuk dosyası (50)
- korona günlükleri (4)
- Parfüm (383)
- röportaj (3)
- tefrika (19)