Sf: 10
Bir de asansörcü adamı, çıkmak istediğiniz katı söylediğinizde size o kata çıkmak istediğiniz için size aptalın tekiymiş siniz gibi bakıp sırıtan, asansörde  her zaman sandviç  dolu bir tepsi ile ucuz bir roman bulunduran Milwaukee’li zavallı asansörcüyü.

Ross ile bir taksi şoförlerinin bizi bir randevu evine götürmesini isteyişimiz geldi ; adam yan gözle şehvetli bir bakış attıktan sonra bizi başka sokak yokmuş gibi Mabed sokağında  bir eve götürmüştü ve kendimizi iki kaknem karı ile birlikte bulmuştuk.


Sf:
 17
Tek korkusu bu gizemli dünyanın gizleri.Ölüler hayata döner mi? Kitaplar hayır diyor, gece evet diye haykırıyor.

Sf: 18
Biliyorum aklından geçenleri Bandini. Senden önce babanın aklından geçen düşünceler bunlar, sırtına kırbaç vursalar, beynini dağlasalar da senin suçun değil: bu kafandan geçen, yoksul doğdun, yoksul bir köylü çocuğusun, seni günah işlemeye iten yoksulluk, Colorado’ da ki kasabandan bu yüzden kaçtın, bu yüzden bir kitap yazıp zengin olmayı ümit ederek Los Angeles’ın  batakhanelerinde dolanıyorsun, çünkü bir kitap yazarsan Colorado’da senden nefret edenler artık etmeyecekler. Ödleğin tekisin Bandini, ruhuna ihanet ettin, gözleri yaşlı İsa’nın karşısında dermansız  bir yalancısın. Bu yüzden yazıyorsun ve bu yüzden yazdığın için öl daha iyi.

Evet, doğru : ama bahçeleri serin, havuzları yeşil evler gördüm Bel-Air’de. Ayakkabıları varımdan yoğumdan daha değerli kadınları arzuladım. Altınca caddedeki Spalding vitrinde öyle golf sopaları gördüm ki saplarından öyle bir kavramak için içim gitti. Dindar bir adam günahı için nasıl dertlenir ise öyle dertlendim bir boyunbağı için, Bir eleştirmen Mikelanj’ın bir eserine nasıl bakarsa öyle baktım Robinson’daki şapkalara.

Angel’s Flight’ın basamaklarını inip Hill Street’e saptım: yüz kırk basamak, sıkılmış yumruklarla, korkusuz, Üçüncü Cadde Tünelinden korkar ama, yürüyerek geçemez -klostrofobi. Yüksek yerlerden de korkar, ve kan görmekten, ve depremden; bunları saymazsak korkusuz, bir de ölüm korkusu, ve kalabalıkta aniden bağırma korkusu, ve kalp krizi korkusu, o bile, elinde saat odasında oturup nabzını sayar, midesinden gelen gurultuları dinler. Bütün bunları saymazsak hayli korkusuz.

Sf: 19
Sevgili anneciğim, on dolar için teşekkürler. Menajerim bir öykü daha sattığını müjdeledi, bu kez çok önemli bir Londra dergisine, ancak öykü basılmadan ödeme yapmıyorlar, yolladığın para küçük ihtiyaçlarımı karşılayabilme mi sağlayacak.

Striptiz gösterisine gittim. En pahalı yerden bir bilet aldım, bir dolar elli sent, sarkık kıçlı revü kızlarının tam altında: bir gün gelecek hepsi benim olacaktı: bir yatım olacaktı ve güney denizlerine açılacaktık. Sıcak akşam üstlerinde güvertede benim için dans edeceklerdi. Benim kadınlarım harikulade olacaklardı ama, sosyetenin kaymak tabakasından seçilmiş kadınlar, kamaram için birbirleri ile rekabet edeceklerdi. Bu iyi benim için, bu deneyim, burada olmak için bir nedenim var, bu anlardan sayfalar çıkar, hayatın öbür yüzü.

Derken Lola Linton girdi sahneye, kulakları sağır edici ıslık ve tepinme gürültüsü eşliğinde zaten bir yılan gibi süzülüyordu şehvetli Lola Linton, süzülüyor ve vücudumu yağmalıyordu, gösterisi bittiğinde çenem kenetlenmişti, dişlerim ağrıyordu ve bana ait hastalıklı coşkudan paylarına düşeni bağırıp çağıran iğrenç domuzlardan nefret ettim.

Sf: 20
Elinde boş bir bardak tutan susamış bir adam kadar yalnız hissediyordum burada kendimi o barlarda.

Sadece duygusal nedenlerden ötürü. Lenin’i okumadım ama onun, ”din kitlelerin afyonudur,” dediğini başkalarından duydum.

Kilisenin basamaklarında kendi kendime konuşuyorum: evet, kitlelerin afyonu. Kendim, ateistim: Mesih Düşmanını okudum ve önemli bir yapıt olduğunu düşünüyorum. Değerlerin değişiminden yanayım ben Kiliseden kurtulmalıyız, kilise aptalların, ahmakların, cibilliyetsizlerin ve şarlatanların sığınağıdır.

Sf: 26
Öyle kötü hissettim ki kendimi tırnaklarımı koluma batırıp kan gelene dek sıktım. Büyük memnuniyet duydum bundan.

Sf: 29
Bandini, nasıl oldu ? Arkadaşlar, telifler sayesinde maddi sıkıntım yok, ama bir şişe süt çalan bir adam hakkında bir öykü yazıyorum, o duyguyu bilmek istedim, hepsi bu.

Sf: 34
Bana bakmıyordu ama onu izlediğimin farkında olduğunun farkındaydım.

Sf: 57
May mağazasından biri aldıklarımı bir kutunun içinde bana teslim etti. Kutuyu açtığımda eski elbiselerimin de içinde olduğunu gördüm. Çöp kutusuna fırlattım eskileri. Giyinme zamanıydı bir kez daha. Yeni çamaşır, yeni gömlek ve pantolonlardan birini giydim. Sonra kravat bağlayıp yeni ayakkabılarımı giydim. Aynanın karşısına geçtim, şapkayı gözüme düşürüp kendime baktım. Yabancı biri vardı sanki karşımda. Yeni kravatımı beğenmedim, ceketimi çıkartıp başka bir kravat bağladım. Yine memnun kalmadım. Her şey beni rahatsız etmeye başladı birden. Gömleğin kolalı yakası beni boğuyordu. Pantolon, giyim mağazası bodrumu gibi kokuyordu ve ağ kısmı çok dardı. Sakaklarımdan ter boşandı, şapka sıkıyordu. Birden kaşınmaya başladım, hareket ettiğimde her şey kese kağıdı gibi hışırdadı. Burnuma losyonların kokusu geldi ve yüzümü buruşturdum. Tanrım, şu bizim Bandini’ye, Minik Köpek Güldü’nün yazarına ne haller olmuş böyle? Şu aciz görünümlü soytarı Çoktan Yitik Tepeler’in yaratıcısı olabilir mi? Her şeyi çıkardım, saçımı yıkadım ve eski elbiselerimi giydim. Bana kavuşmaktan mutluydular; serin serin okşadılar beni ve zavallı ayaklarımı eski ayakkabılarıma soktuğumda bahar çimine basar gibiydim, yumuşacıktılar.

Sf: 59
St.James yok. Ballantine’s.

Sf: 66
Beklediğini hissediyorum. Ellerim karnında, bacaklarında gezdirdim. Onu arzuluyordum aslında ve aptal gibi sertleşmeyi bekledim, o beklerken kendimi zorlayarak, kumda yuvarlanıp saçımı yolarak, yoktu ama, zerresi bile, sadece Hackmuth’un mektubuna sığınma isteği ve yazılmayı bekleyen düşünceler vardı ama şehvet yoktu, korku sadece, ve utanç. Kendimi suçlayıp sövdüm ve suda olmayı istedim. Çekildiğimi hissetmişti.

Sf: 70
Elime yumuşak bir şey geldi. Beresiydi, püsküllü Skoç beresi, tepesinde minik siyah bir düğmesi vardı. Parmaklarımı üstünde gezdirip kokladım. O kokuyordu. Buydu istediğim. Bereyi cebime sokup otoparktan çıktım. Sonra Angel Flight’ın basamaklarını tırmanıp otele döndüm.

Sf: 72
Hâlâ ayaktaydım. Odadaki hiçbir eşyayı kullanmamı istemediğini açıkça belli etmişti.Sf: 73
Zavallı küçük kız, bir bebeğin tatlı bakışlarına ve bir hırsızın ruhuna sahip zavallı küçük kız.

Sf: 74
Şu seçkin aileni anlat yorgun kulaklarıma. Bir sürü araziniz vardı, derken ekonomik buhran geldi çattı. Ne kadar acı, ne kadar trajik. Şimdi beşinci caddedeki bu batakhanede çalışıyordun ve adın Evelyn, zavallı Evelyn, ailen de burada öyle mi, ve çok şeker bir kız kardeşim var demek? Buradaki sürtüklere hiç benzemiyor, iyi bir kız ve onunla tanışmak isteyip istemediğimi soruyorsun. Neden olmasın? Getirdi kız kardeşini. Kolundan tuttuğu gibi iğrenç denizcilerin yanından çekti, masam getirdi. Merhaba Vivian, bu Arturo, merhaba Artura, bu Vivian. İyi de ağzına ne oldu oldu Vivian, kim çizdi ağzını bıçakla? Ve gözlerin neden kan  çanağı ve o tatlı nefesin neden lağım çukuru gibi kokuyor.

Zavallı Vivian’cık. Minesota’nın temiz tarlalarından buraya,İsveçli de değil, ve birkaç erkeği hesaba katmazsak bakire. Böyle bir ilk olma teklifini im geri çevirebilir? Şampanya öyleyse, şişesi sadece sekiz dolar, hepimiz içelim, şampanya burada ne kadar ucuz değil mi, Duluth’da on iki dolardı.

Ah Evelyn ve Vivian, ikinizi de seviyorum, hüzün verici hayatlarınız için seviyorum sizi, sabaha karşı eve dönüşünüzde ki anlamsız sefalet için seviyorum.

Sf: 77
Yine bir şey söylemedim, nefesindeki alkol kokusunu almıştım ama ardından çürük kokusu.Tuhaf bir kokuydu, şekerimsi ve bayıcı, yaşlılığın kokusu, bu kadının yaşlanma kokusu.

Sf: 78
Yaydığı koku daha da güçlenmiş, odanın her yerine sinmişti. Oda onun odası, bense bir yabancıydım sanki.

Sf: 79
Solomon ısrarla kadına bakıyordu, bir şey aramış gibi, kaşlarını öyle çatmıştı ki keli buruşmuştu.

Öptü beni, ağzı ciğer tadındaydı.

Sf: 85
Kedi mırıltısı geliyordu gırtlağından.

Sf: 86
Mucize gerçekleştikten sonra farklı bir Artuno Bandini dünyanın ve Camilla Lopoz’in karşısına dikilebilir, vücudunda dinamit, gözlerinde volkanik bir kıvılcımla Camilla Lopez’e, ”Bana bak, küstahlığına yeterince tahammül ettim ama artık sabrım taştı, şimdi sorum çıkarmadan soyun ve isteklerimi yerine getir,” diyebilirdi. Gözlerimi tavana dikip bu hayalleri kurmak bana zevk veriyordu.

Sf: 88
Elinde bir bardak sütle çıktı mutfaktan. ”iç ” dedi. ”Bir bardak soğuk süt.”

Soğuk değildi ama, sıcaktı hatta, üstünde sarımtrak bir tabaka oluşmuştu. Bir yudum aldım. Dudaklarının ve yediği ağır yemeklerin tadı geldi ağzıma.

Bizi ilgilendiren tek şey vardı, ne olduğunu o da biliyordu, gelerek belli etmiştim.

Sf: 89
O anda ne için geldiğimi söylemek geldi içimden, dilimin ucundaydı, söylenmeyi bekliyordu, yapamayacağımı biliyordum ama.

Yapamazdım, bir kadınla birlikte olup başka bir kadına duyduğum hayranlıktan söz edemezdim.

Sf: 90
Ona belki, buna belki, sorular, sorular.

Sf: 91
Oda yokluğunda daha etkileyiciydi.

Sf: 99
Dünya tozdan geliyordu ve sonunda yine toz olacaktı.

Sf: 102
Elimde değildi ama. Arabanın ruhsatını alıp adresine baktım. Yirmi dördüncü sokakla Almada kavşağına yakındı. Hill sokağına yürüyüp Almada tramvayına bindim. İlgimi çekiyordu bu. Kişiliğimin yeni bir yüzünü keşfediyordum. Hayvansı, karanlık, Artura Bandini’nin henüz inilmemiş derinliği.

Sf: 109
”Öbür sevgililerin nasıllar?” diye sordum. Ağzımdan çıkıvermişti. Gülümseyerek yumuşatmaya çalıştım.

Sf: 110
”Benim bu işten çıkarım ne olacak?” diye sordum.

”Ama o ölüyor.”

”Kim ölmüyor ki?”

İkinci zarfı açtım İlkinden farklı değildi, başımı salladım. ”iğrenç”

”Biliyorum,” dedi. ”Ama bir şey yapamaz mısın? Sana paranın yarısını verir.”

”Paraya ihtiyacım yok. Yeterince kazanıyorum.”

Ayağa kalkıp önümde durdu, kollarını boynuma doladı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı, tatlı nefesi burun deliklerimden girdi. Gözleri öyle iriydiler ki gözlerinde yüzümü gördüm ve arzudan başım döndü.

”Benim için yapar mısın?”

”Senin için mi?” dedim. ”Evet, senin için yaparım”

Öptü beni. Yardakçı Bandini. Sıcak, şehvetli öpüşler, verilecek hizmet karşılığı. Yavaşça ittim. ”Beni öpmene gerek yok. Elimden geleni yapacağım.”

Sf: 112
Kalem kılıçtan keskindir Sammy evladım, ama Artura Bandini’nin kılıcı daha da keskindir.

Camilla’nın yatağımda bıraktığı izi gördüm, kalçalarının ve bacaklarının şekli mavi ipek yatak örtüsüne çıkmıştı. Sammy’yi unuttum ve arzudan delirmiş halde dizlerimin üstüne çöküp Camilla’nın yatakta bıraktığı izi öpmeye başladım.

”Camilla, seni seviyorum!”

Sf: 114
Yaşamak yeterince zor, ölmek büyük işti.

Sf: 115
Kızları bilmezsin.kendilerine insanmış gibi davranmalarından haz etmezler. Onlara fazla kibar davranırsan seni çiğnerler.

Sf: 118
Bir kez daha öptü beni. Soğuk bir jambon parçasını öpse daha iyi ederdi.

Sf: 119
Üstünü başını düzeltmesini izledim. Ayağa kalktı, nefes nefeseydi, ürkmüştü, aynaya gidip kendini seyretti. Kendi olduğundan emin olmak istermiş gibi bir hali vardı.

”Kötüsün” dedi.

Oturup tırnaklarımdan birini kemirdim.

Büyük bir yazar olmakla kalmıyordum, başka bir şeydim de: ondan korkmuyordum artık: bir erkeğin bir  kadının yüzüne bakması gerektiği gibi bakabiliyordum yüzüne. Tek kelime daha etmeden gitti. Harikulade bir düşteymişim gibi oturdum, bir özgüven yumağının içinde: dünya çok büyüktü, hakkından gelebileceğim şeylerle doluydu.

Gece gelecekti. Gündüz görüşeceğimiz aklımın köşesinden bile geçmezdi. Bir kez olsun gündüz görüşmemiştik. Ayın doğmasını bekler gibi bekliyordum onu.

Sf: 121
Camilla’nın bana gülmesi umurumda mıydı? O avanakların, pis pis sırıtan Main sokağı kerizlerinin kaçı Çokta Yitik Tepeler gibi bir öykü yazabilirdi? Hiçbiri! Beni diledikleri kadar küçümseyebilirlerdi öyleyse.

Nefret ettiği Artura Bandini değildi aslında. Arturo’nun onun beklentilerine uymasıydı.

Sf: 130
İçeri girdim. Kirli çamaşır ve hasta kokusu kokuyordu içerisi.

Sf: 132
Kahvaltı bittikten sonra Camilla teneke tabakları toplayıp yıkadı. Sonra kendi yedi, uzak bir köşede, çatalının teneke tabakta çıkardığı sesi saymazsak tamamen sessiz.

Sf: 135
Mutfağa girdim. Lavabodan çöp kokusu geliyordu, ocağın üstünde yağlı bir tava duruyordu. Buzdolabını açtım, bir şişe süt ve bir paket tereyağından başka bir şey yoktu. Buzluğun kapısı kapanmıyordu, buna şaşırmamıştım. Yatağın arkasındaki elbise dolabına baktım, çok giysi ve bir o kadar elbise askısı vardı ama giysilerin hepsi yerdeydi, bir tek şapka asılıydı dolapta, saçma sapan görünüyordu tek başına.

Böyle bir yerde yaşıyordu demek! Parmaklarımı gezdirdim, kokladım, gezindim. Tahayyül ettiğim gibiydi. Burasıydı evi. Gözüm kapalı girsem bilirdim onun evi olduğunu kokusu sinmişti odaya.

Sf: 137
Camilla Lopez’i bir daha görmeyeceğimi sanıyordum.

Sf: 138
Penceremde oturmuş pencerenin çerçevesinden tırmanan bir böceği seyrediyordum.

Sf: 145
Bir gece kendimi Camilla ile o ilk günlerde yüzmeye gittiğimiz Santa Monica kumsalında buldum. Durdum ve köpüren dalgaları seyrettim, o gizemli buğuyu.

Sf: 147
Dolap kapısının tokmağına uzandım ama birden onu basma arzusu yok oldu içimden. Şok beni de onu etkilediği kadar etkileyecekti. Küçük bir çocukken başıma gelen bir şey geldi aklıma. Böyle bir dolaptı ve annem dolabın kapısını birden açmıştı. Keşif edilmenin  dehşetini hatırladım ve sessizce dolaptan uzaklaşıp iskemleye oturdum. Beş dakika geçti, odada daha fazla kalamayacağımı hissettim. Bilmesini istemiyordum.

Sf: 150
Asıl neden benden hoşlanmamaları değildi; sevgisini müsrifçe dağıtıp tuhaf bir köpek dili konuşan Camilla’yı yeğlemişlerdi.

Sf: 152
Anahtarımla ön kapıyı açıp seslendim. Cevap alamadım. Bütün ışıkları açıp her odaya, her dolaba baktım. Gitmişti. Willie’yi alıp gitmişti. Eşyalarımı eve taşıdım. Köpeği gezdirmeye çıkmış olabilirdi. Ama kendimi kandırıyordum. Gitmişti. Gece yarısı olduğunda döneceğine dair ümidimi yitirmeye başladım. Saat birde emindim dönmeyeceğinden. Bir not, bir açıklama aradım. Tek iz bile yoktu.Sanki o eve ayak basmamıştı.

O gece orada uyudum ama ertesi sabah evden nefret ettim. Camilla ile ev bir düşün parçasıydı, oysa onuz sadece bir ev. Eşyalarımı arabaya yükleyip Los Angeles yolunu tuttum. Otele vardığımda odamın tutulduğunu öğrendim. Her şey ters gidiyordu. Giriş katında bir oda tuttum ama memnun kalmadım. Yeni oda tuhaf ve soğuktu, tek anım bile yoktu odada. Pencereden baktığımda zemin beş kat aşağıdaydı. Pencereden çıkmalara, camımı tıklatan çakıl taşlarına paydos. Daktilomu önce bir yere yerleştirdim, sonra başka bir yere. Olmuyordu. Bir şeyler yolunca gitmiyordu, hiç bir şey yolunca gitmiyordu.

Sf: 153
Bir hafta sonra kitabım çıktı. Bir süre için keyifliydi. Büyük kitapçılara girip binlerce kitabın arasında kitabımı görebiliyordum, benim kitabım, benim adım, hayatta olma nedenim. Ama Minik Köpek Güldü Hackmuth’un dergisinde çıktığımda duyduğum memnuniyeti duyamadım.

Bir süre sonra heyecanım tamamen geçti.Doktrin: “İnsan hayatında öyle bir zaman geliyor ki muhakkak gitmesi gerekiyor, eğer hiç kapı veya pencere yoksa duvardan bile yürüyüp geçiyor.” – Bernard Malamud