Kafede oturduğum bir gün kapıdan biri girdi. Hayatımda bu kadar şaşırdığımı anımsamıyorum. Bu, Aga’nın yanında yıllarca birlikte çalıştığım dostum Kirli’den başkası değildi. 1.65-70 boylarında, hafif şişman, geniş omuzlu, zift suratlı, iri kafalı bir çocuktu. Asıl ismi Ömer’di fakat biz ona “Kirli” diyorduk. Çünkü hijyen konusunda obsesif bir çocuktu. Öyle ki, kirlensin ya da kirlenmesin altı ayda bir düzenli olarak banyo yapmasını bilirdi. Oldukça pirüpak olan Kirli’nin g*tünü klorakla yıkadığını söyleyenler çoğunluktaydı. Yüzü o kadar karaydı ki seyyar kömürlüğe benzetenler bile olurdu.

Aga’nın yanında çalıştığımız yıllarda servis duvarını boyarken yüzünün sol yanına boya damlamış, tinerle sileyim derken daha beter mahvolmuştu. Çünkü kötü silinen sol kısımdan tinerle 40 yıllık kir çıkmış, yüzünün sağ yanıysa aynen kirli kalmıştı. Kirli, görenin korkarak bir metre geriye sıçradığı o tuhaf suratla bir hafta kadar gezmiş, neyse ki sol yan hızla kirlenerek sağ tarafla eski uyumunu kısa sürede yakalamış ve sahibini sevindirmişti.

Kirli Bey işte böyle sıhhi bir çocuktu. Eski iş yerinden bir tanıdıktan adresimi bulmuş ve bizinıs konuşmak için kafeye ziyaretime gelmişti. “Bende acayip fikirler mevcut, birlikte servis açıp voliyi vurabiliriz müdür,” dedi. O zamanlar kafede işler yolunda gidiyordu. Fakat mesai saatinin on altı saat olması ve gelen müşteri ve bilgisayar oranı belli sayıyı geçemediğinden nominal (yazılı) değer yerinde sayıyordu. “İkinci bir iş neden olmasın!” dedim.

Blendır kendi işinden çıktı; kafeyi ona bırakarak kendimi boşa çıkardım ve ayrıldım.

Messenger (anlık ileti programı) listemdeki sevdiğim arkadaşlarımdan para toplayarak bilgisayarlı ayar cihazı satın aldım ve başladık. Her şey bir anda olmuş gibiydi. Bir lpg istasyonuna ufak bir kira vererek yerleştik. Biz istasyondan lpg alan arabaların bilgisayarlı gaz analizlerini yapıyorduk.

İstasyona lpg almaya gelen birçok müşteri Kirli’yi uzun uzun inceliyordu. Çünkü kanalizasyona düşmüş yavru bir sokak pisiğini andırıyordu. Bir gün onlardan biri dayanamadı, gaz aldıktan sonra koşarak yanımıza geldi ve “Ustam ya sen çok güneşte kaldın ya da belediyenin ucuz solaryum kampanyasından mağdur oldun!” dedi. Kirli de durumu babacan bir ifadeyle izah ediyor ve neden karag*tlü olduğunu tatlı tatlı nazik bir dille anlatmaya çabalıyordu. 

Başlayalı üç ayı geçiyordu ki bir gün telefon çaldı. Arayan eski bir müşterimizdi. Yolda kalmış olan aracını bir benzinliğe bırakmış ve onu çalıştırmamızı istiyordu. Hemen yola koyulduk. Araba eski model yeşil bir Renault’ydu ve benzin istasyonuna yakın yerde terk edilmişti. Kirli aracı çalıştırmayı hiç denemeden adamı aradı ve “Kaç saattir uğraşıyorum, çalıştıramadım. Aracı çekmemiz lazım abi,” dedi. Onay aldıktan sonra telefonu kapattı. Bana baktığında “Çekme halatımız yok, servise dönüp alıp geliriz,” dedim. Birden istasyona doğru koşmaya başladı. Ne yaptığını anlamamıştım, zaten o da anlamamıştı.

Birden elinde bir ekmek bıçağıyla bana doğru koşmaya başladı. Beni geçti, aracın arka koltuğuna atladı ve hışımla emniyet kemerlerini doğramaya başladı. “Ben ne yapıyorsun!” demeye kalmadan iki emniyet kemerini de pıçakladı. Ben şaşkınbakkal şubesine dönüp “İstasyondan isteyebilirdik,” dediğimde “Nasıl olsa arkaya oturanlar kemer takmıyorlar boşa arabaya ağırlıktı, hatta böyle iyi bile oldu, araba daha hızlı gider,” dedi. Birbirine bağladığımız kemerlerle arabayı servise kadar çekerek getirdik.Akşam arabayı sahibine teslim ettiğimizde “Abi vardığımızda arabanın arka kapısı açıktı. Ya açık bırakmışsın ya da birileri arabaya girmiş ve arka kemerleri çalmış,” dedi. Adam bir Kirli’ye bir arkadaki kesik kemerler yuvalarına bakıyordu. Ben içimden “Ulan Dolce&Gabbana kemer midir, hırsız güvenlik kemerini netsin,” diye geçiriyordum. Adam bir şey demeden arabayı aldı ve sessizce ayrıldı.

Günler böyle geçiyordu. Bir gün iş çıkışı evimizin yakınındaki bir benzin istasyonundan benzin alıyordum. Kısa boylu, tombul civciv ve kızıl surat bir pompacı istasyona giren araçlara yüksek sesle bağırarak yer gösteriyordu. İnsanlar emir ve otoriteye mutlaka uyarlar. Üniforma, kravat, rütbe, rozet veya kalın bir ses her zaman otoriteye işaret eder. Ancak bu çocuğun çığlıkları eski tip kuş sesli kapı zillerini andırıyordu.

Şişkonun gösterdiği pompaya yanaştım. Pompacı çocuk belli ki pompalamaktan sıkılmış geyik harlayabilecek birini arıyordu. Beni hemen esir alarak hararetle anlatmaya başladı:

“Abi tombik müşterilerin sliplerden isimlerini okuyor. Bu sayede ismini öğrenmiş olduğu müşteri aracına binerken ona ismiyle seslenerek jest yaparak bahşiş koparıyordu. Aynı hareketle geçen gün gene müşterinin biri yakıt aldıktan sonra markete giderek ödemesini kredi kartı ile yapmış, daha sonra pompada bekleyen Tombik’e slibi uzatmış ve tam giderken şu sesle irkilmiş:”

Tombik bir yandan çubuk kraker kemiriyor bir yandan da elindeki slibe bakarak “Hayırlı yolculuklar İsmet Bey, sevgiler, saygılar, yalakalıklar!..” demiş. Adam delirmiş ve “Ulan ne İsmet’i o benim karının adı, kredi kartı da ona ait,” demiş. “Benim adım Sikrettin ve bir daha bana sakın işimi öğretme yoksa seni o lpg kanopisine oturtur, hortumunu da g*ten takarım.” Bunun üzerine Tombik “Abi ağzımda Ülker nimet kraker var,” deyince adam iyice patlayarak o krakerleri de tek tek g*tünde kırarım diyerek çekip gitmiş.

Birden hafızamı zorladım:
Eski bir devirde kral sokaktan gelen seyyar satıcılardan çok rahatsız olarak bir ferman hazırlatmış:
“Bundan sonra sarayın önünden bağırarak hangi seyyar satıcı geçti ki, sattıkları tiz elden ona takıla!”
Kral tam koltuğuna uzanıp Gogıl Piley’den veresiye indirdiği free oyunu oynuyormuş ki seyyar satıcının sokaktan gelen gür ve çatlak sesiyle irkilmiş:
“Haydaa papaz erikk, eşki erikkk!…”

Kral, bir “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim” çekmiş… Birkaç dakika sabretmiş; bakmış ki olacak gibi değil, Zabıtan Heyet-i Umumiyyesi’nden Zabtiyye Nazırı Mr. Rabtiyye Efendi’yi huzuruna çağırmış ve kükremiş…

“Tiz elden bu erikçi adamı susturun… O erikleri de bir bir münasip yerine duhul eyleyin!”
Emir derhal yerine getirilmiş. Ardından kıralcağız Çetmen Mobilya’dan 24 ay taksitle aldığı otuz yedi ekran Gurundik tv’sinin karşısına geçip, mühim bir derbi maçını izlemek üzere ayaklarını kadife puf’una uzatmış; eline de saray üzümlerinden mamül halis muhlis şırasını almış ki aniden aşağı sokaktan gelen bir feryadı figan’la yerinden sıçramış…

“Haydaa Hıyaaaarrr… Koca koca sulu hıyarlarrrrr!…”

Kral derhal emir vermiş:
“Tiz elden bu hıyarcıyı susturun… O hıyarları da afedersin tek tek itinayla g*tüne sokunuz.”
Zabtiyeler hıyarları monte ettikçe adam kıs kıs gülüyormuş. Zabtiyeler adama sormuşlar. “Bre melun hiç bu duruma gülünür mü?..” Hıyarcı karşılık vermiş, “Ben asıl arkadan gelen karpuzcuya gülüyorum!”

Pompacı, ağzında ısırdığı sarı sigara izmaritiyle gülerek bu hikayeyi anlatırken tam da zihnimde işte bu eski fıkra canlanıyordu…
Küçüklüğümden beri sokakta bulduğum her hayvanı beslenebilir diyerek eve getirirdim. Babam da pisik ya da kutik fark etmez, tamamını gözlerini bağlayarak uzak arsalara bırakır dönerdi. Bunlardan GPS’i ve şarzı makul düzeyde (iki diş) olanlar mahalleyi bulur ve geri gelirdi.

Küçüklüğümden beri beslediğim hayvanlarım ve isimleri:

Gine Domuzu
Gürcan
Cemil  
Nermin  
Bayram

Kaplumbağ
Alpaslan
Cengaver

Kutik
Reçel
Lucky (Lusi)
Daisy
Bakır
Çakıl

Tavşan
Toni
Tina

Muhabbet Kuşu
Maviş
Yeşiliş

Civciv, Tavuk, Horoz
Kalimero
Negro
Hazerfan
Hırpani
Coşkun

Bukalemun
Muhittin
Zebani

Kertenkele (Askerde-Yabani)
Aptullah
Tırtıl
Gürbüz

Kirpi
Hüseyin
Şukufe
Ümran
Kıtipiyöz

Yılan (Tahta)Yavuz
Kadim Dostum – Kirli (Kirlensin kirlenmesin 6 Ayda Bir Muhakkak Banyo Yapar)

*
Kirli Bey

Doktrin: “Poker masasında ilk yarım saatte yolunacak enayinin kim olduğunu anlayamazsanız, o enayi sizsiniz demektir.” – Rounders