İLK OKUMA

Yazdığını okurken yüreğime hançerler saplandı…
Gözlerimi öyle kıstım ki, göz kapaklarım düz çizgi oldu.
Zihnimdeki olaylar, havada asılan duman gibi tepemde sisleniyordu.
Sonra koşup aynaya baktım; dünya bulanıktı;
görüntüm beni görüyor, ama ben görüntümü görmüyordum.
İtidalli davranmaya çalıştım…
Tedirgin bir iki gün geçirdim; çok asabiydim.
Bir şey olmadı ama…

1969 yılında ünlü satranç ustası Mikhail Tal, Evgeny Vasyukov maçında bir çıkmaza giriyor.
40 dk. düşünüp hamlesini yapıyor ve kazanıyor. Maç sonu sorduklarında:
“Aslında hamleyi değil, küçükken okuduğum ‘Bataklıktaki su aygırını çıkarmak’
adlı hikayeyi düşündüm.” diyor!

Ben de haberi aldığımda 40 dk. düşündüm:
Bir garip simyacı değildim, aradığım bir şey yoktu.
Beynini kemiren imge, evrenin yaratılışına benziyordu.
O an kimse orada değildi; ama herkes olanları biliyordu.

Fakat bana yazmadan önce bunu bilmiyordum.
Eğer at, öldüğü ana kadar bunu bilmemişse, bu hiç de kötü fikir gibi durmuyor.
Ama gerçekte öyle değil, bu tür haberler zehirden daha derin yakıyor.

PEKİ YA SEN!
Peki ya sen nasıl biriydin?
Bir çalışanın sağlığını fazla düşündüğüm için gitmek istedin…
Gene şantajınla karşı karşıyaydım; hem de hiç suçum yokken…

Bitmedi! Salata soğuk olmadığı için yediğin fırça sonrası da gitmek istedin.

Her ufak şeyde beni terk etmekle tehdit etmen, bazı geceler bana verdiğin emekleri,
sadece beni kendine bağlamak için yaptığını düşündürdü…
Beni en çok sen sevmiş olabilirsin; ama beni en çok ben sevmiş de olabilirim.

Öte yandan, beni senden az(!) seven hiç kimse terk etme cüretine soyunmadı!
Böylesi sevme biçimi, şairin hangi sonesine, sanatçının kaçıncı senfonisine denk gelirdi!

Bir bakıma gerçekten haklı çıkıyordum.
Belki benim yüzümden kusurlu olmadın, ben yalnızca olanı artırıyordum.
Bu beni daha çok harap edip yıkıntıya dönüştürdü…
Muhtemelen zaten yabani bir insan olacaktın,
ancak gerçekte geldiğin yerle tahminim arasında karanlık bir yol var.

Bana haksızlık yaptığın başka zamanlar da oldu…
Kız arkadaşının sırrını sakladığında, sert tepkim sonrası da gitmeye yeltendin.
(Üstelik sonuna kadar haksızdın!)
Öyle adamlar vardır ki, selam vermeden tabancanı çıkarıp onları vurman gerekir.
Öldürmen icap eder, ama harcayacağın kurşuna yazık!
Sen böyle bir doğum artığını aylarca gazabımdan esirgemiştin.
Sonrasında sana güvenmiştim; ancak, belli ki bundan içsel bir hasar almıştım.

Beni en çok sevenin sen olduğunu söylüyorsun…
Buna bir rezervim var! Sevgi çok bağıl bir şey!..
Aşkın barometresi yok; insanda veriler gösteren…
Fakat ben samimiyetine inanıyorum; bu doğru olabilir.
Öte yandan onu aldattığım için kimse beni terk etmedi.
Bu da doğru olabilir…

Benim, seni en çok ağlatan kişi olduğum doğrudur.
Fakat benim, seni en çok güldüren kişi olduğum da doğrudur.
Sahiplenme duygusu öldürme arzusunu doğurur…
Yani tam bir “odi et amo” durumu…
Sevgilim, maalesef bu da doğrudur!

*

Hep gitmekten söz ettin durdun…
Sanki bu; elinde bir koz, güven akçesi gibiydi.
Kimi zaman, buna yol açacak bir bahane aradığını düşünürdüm.
Özgür olursan çözülecekti her şey!..
Fakat mutluluk tek bir şeye bağlı olsaydı, muhtemelen mutsuz kimse kalmazdı…
Masallardaki sihirli değnekler hayatta yoktur.
Elbette gidebilirsin, yalnızken yorganın altına girersin.
Ama beynin seninle geldiği sürece nasıl edeceksin terk?
Zincirini koparan köpek boynunda tasmayla dolaştığında,
herkes onu, “sahibini arayan köpek” olarak telakki eder.

Bana bakınca aklına gelen kötü anılar…
Çok üzülsen de, içine atıp bana gülümsemen.
Buna dayanmak çok zor olmalı.
Acını bana yansıtmamaya çalışmak mı!..
Sen bir mucize olmalısın!..

GÜZEL YANLARIN
Eşine rastlanmayacak kişilikte bir insandın…
Sana yakın değerde birini bulmak dahi kolay değildi.
Hikayelerimde aktör olan kişiler olmuştur;
fakat tek bir insana ithaf ettiğim hikaye “ilk” olacaktır.

Bir zaman sonra sana alışmış olduğumu, hatta özlediğimi bile anladım.
Eğer senin yerine koyabileceğim birisi olsaydı, belki daha kolay olabilirdi.
Ama konuşup söyleşebileceğim, anlattıklarımı dinleyebilecek tek insan sendin.
Beni mutlu eden şeyin, seni mutsuz eden şeyle benzer eksende kesişmesi kaderin cilvesiydi.

Mutluluğumda başkalarının katkısı önemli, fakat seninki vazgeçilmezdi.
İlişkiyi kalıba sokman yersiz; her şey toplumun değer yargılarıyla oluşmuyor ki.
Benim gibi birinden ayrılmak sadece bir saniye sürebilir.
Ama benim gibi birini bulmak için yüzyıl yetmeyecektir!

Keşke bu kadar iyi olmasaydın; o zaman senden vazgeçebilirdim.
Ama biliyoruz ki; bu kadar iyi olmanın nedeni, kendini garantiye almandı…
Senin terk edilme korkun değil miydi hep gitmeni gerektiren?..
Annesi çocuğu komşuya bırakır ve sendrom başlar…
Terk edilmekten korktuğun için terk etmeyi seçmek mi?..
Bu; ölümden korkan birinin intiharına benziyor.

Seni güldüren ve ağlatan iki tarafım olduğunu söylüyorsun.
Beni terk ettiğinde ise sadece ağlatan tarafımla baş başa kalıyorsun.
Belki benle olan aşkında hep kaybeden olduğunu düşünüyorsun.
Üstelik ben de seninleyim bu konuda, pazardan karsız dönen köylüler gibi…

Kronikleşmiş bir ayrılık problemimiz vardı.
Hatta bazen tanrının, iki tarafı da dinlemekten sıkıldığını düşünürdüm.
Ayrılıp yeni bir sayfa mı açmak istiyorsun?
Belki huzur evinde gözleri görmeyen adama roman okumaya falan gidersin.
Kalkarken nasihatler verirsin, ayağına çivi batan küçük çocuğa söyler gibi…

*

Bir akşam gözlerin dolmuştu; yine de gülümsemeye çalıştın…
Yağışta güneş açar gibi, gözyaşlarını silip baktın.
Damlalar akarak dişlerini parlattı; buruksu bir andı.
Bir insan, kaderine müdahale edebilseydi,
değiştirebileceği kendisininki olurdu şüphesiz…
Dünyada yalnız sen, benim kaderimi ele almak isterdin.
O zaman kimsenin olmadığı bir yerde yalnız kalabilirdik…

Anlatmak için bahane arıyormuş gibi uzun konuşurdum.
Sohbetlerim genelde ciddiydi, ama komikleri de vardı.
En derindeki duygularını yansıtarak beni anladığın zamanlar oldu.
Büyülenip etkisiz hale geldim; uyuşmuş gibiydim.
Bana gezegendeki en yakın insan olduğuna kendimi inandırdım.
Senden önce bu çok nadir gerçekleşti!
Hayatımda bunu bir kez yaşamışken,
sen haftada iki kez yaşatmayı nasıl başarıyorsun?
Bu dünyaya ait değil gibisin; peki beni nasıl tanıyorsun?

Bana olan sevginin bir sınırı olsaydı gidebilirdin.
Ben de seni bu kadar sevmesem, “git” diyebilirdim
Kahretsin, neden bu kadar büyüktü sevgin?
Belki daha az sevseydin her şey bambaşka olurdu.
Sevginin bir düğmesi olmalı, tam kıskanırken azalan…

Senden önce de hayattaydım, ama yaşamıyordum.
Beyatlı ile nazire yapman enteresandı.
Anladım; değerli hissetmek istiyorsun…
O zaman sahneyi Thomas Campbell alsın:
“Geride bıraktığımız kalplerde yaşamak, ölmek değildir!”

TANRININ ELEŞTİRİSİ
Biz erkekler, seks yapınca çapkın olmuyoruz, çapkın olduğumuz için seks yapıyoruz.
Bunlar aynı şeyler değildir. Çapkın olduğum doğrudur.
Sadakatle kimseyi yarı yolda bırakmadığım da doğrudur.
Güneşi gözden kaçırınca ağlamak, yıldızları da kaybetmenle sonuçlanır.
Ağacı ayrıntılı incelemek, ormanın görülmesine engel olabilir.
İnsan bir adım geriye gidip, kariyerime bir bütün olarak bakarsa,
neden insanların koruyucu meleği olduğumu çabucak anlar.

Belki bu satırlar tek başına inandırıcı değillerdir.
Ama birlikte ele alındıklarında erimez bir ikna çığı yaratırlar.

Kimsenin bir şey dediği yok, kendi kendime bağırıyorum.
Eski düşmanlarıma küfrediyorum; şimdikilere; hatta yenilerine…
Bir sokak köpeği kadar yorgun düştüğümde,
sonunda benden başka kimse kalmıyor hakaret işitmeyen.

İsteseydim sadık biri olabilir miydim?
Bir kaplumbağayı kabuğundan çıkarmak kadar kolay.
Bir kadının karnında büyümek, bana onları tanıma gücünü bahşetmiyor.
Benim gibi birisi dahi kontrolü yitirip baştan kara gidebiliyor.

Birilerini kazanmak için kendimi kaybediyordum.
Fakat canlıların ne yapacakları öngörülemiyor; hatta bazen eşyaların bile!..
Zaman, kumar masasında rakipti; hükmedendi…
Bütün kartlar elindeydi, hayatımı azaltarak fiş kazanıyordum.

Ve kim bilirdi ki!.. Aşk nerdeydi, oteller nerdeydi!..
Kırık kahkahasıydı yosmanın, denize bakan bir yazlık mekanda.
Denizi yeşil bir perdeyle kapatsam; zaten sen denizi pek sevmezsin.
Peki ben niye oradayım?
Bunu şaire mi sormak lazım; ne dersin?

Tuhaf işleri bir önseziyle yapmadım.
Bunu, başkasını sevdiğim için yapıyor değildim.
Bunu, seni sevmediğim için yapıyor hiç değildim.
Rastgele piyango bileti alan biri rolündeydim.
Sanki tuhaf bir zaman dilimine atlamıştım.
Taktik yoktu … Yön yoktu… Referans yoktu…
Onlara özel bir ilgi duymadığımı fark ettim,
belki sadece bir şeyler yapmış olmak içindi…

Hafifmeşrebin teki zamanında bana,
“Mucizesin! Seni hak etmek için ne yapmış olabilirim ki!” demişti.
Doğru… Pek de bir şey yapmamıştı…
Kadın olarak doğmuş olması yeterliydi.
Bacak arasında delik olması kafiydi.

Peki yıllardır aradığım neydi?
Bezelye taneleri gibi birbirine benzeyen bir sürü insan,
bezelye beyinleriyle konuşuyorlar.
Ve ben, bunlardan gerçekte ne az şey elde ettim!

*

Buradan herkese deklare ediyorum.
Merak etmeyin şapkadan tavşan çıkmayacak!
İçimde yakınan bir hicranla dile getiriyorum.
Ben çok eşli bir insanım; belki bir sağlık sorunu.
Hayatımda birden çok insan var…
Dün de vardı ve yarın da olacaklar…
Bunu övünerek değil, hicap duyarak söylüyorum!

Benim sorun dediğim şeye erkeklerin %80’i sahiptir.
Onlara göre bu durum sıradan, günlük aktivitelerdir.
Alfa olanlarını hiç saymıyorum bile!..
Bunları yapanlar masumken ben suçlu addedilirim.
Bilirsin… İnsanın, kendini olduğu gibi görmesi bazen acı vericidir.
Bu bir hikaye değildir ve anlattıklarım saf gerçekliktir.
Kabul edip etmemek sonucu değiştirmez.
Çünkü gerçeğin, gerçek olmaktan gelen bir gücü vardır!

Üstün insanların egoları yüksek olur!
Ben; sivri, keskin ve zor bir insanım.
Benimle geçinmek hakikaten güçtür!
Yanımdaki insanların üstünde bilinçsiz basınç yaratırım.

Ve ben bunları yazıyorum; artık geri dönüşü yok!
Richelieu bu durumu şöyle özetlemiş:
“Dünyanın en dürüst, en erdemli insanına altı satır yazı yazdırın,
onu giyotine gönderecek en az bir açığı yakalarım.”
Samimi bir yazar, dünyanın en zor mesleğini yapıyor, demektir.
Kimse bir yazar gibi kendi ölüm fermanını imzalayamaz.
Bir yazarı kişiliğine göre değerlendirmekse doğru olamaz.
İfşaatlarımın yanında Tolstoy’un İtiraflarım kitabı,
Tonton ve Arkadaşları‘ndan hallice kalır…
Üstat, “Tırmık, Kürek ve Kazma Kardeş”i anlatsaydı daha makbule geçerdi.

*

Tanrı katında hem en büyük günahkar, hem molla nasıl olurum?
Doğru! Söz konusu dini vecibeler olunca biraz geriden gelirim.
Beni bunun için terk edecek kişiler bir dakika bile durmasın!
Ama kalacak kişiler de bundan sonra tek kelime sormasın.

Belki bunları yazdığım için beni terk edecekler; umurumda bile değil!
Herkes benden nefret mi edecek; o da mümkün!..
Çünkü ben sadece yapmak istediğimi yaparım,
yani şu anda yaptığım şeyi…
Benim ömrüm, ağlayan insanlara mendil uzatmakla geçti.
Birini kaybetmekten korkmamak özgürlük bence…
Ama bunu kim başarabilir, inan bilemiyorum!..

Bu yazıyı yazmadan önce direksiyonu ona kırdım.
Dostum Neco’ya danıştım ve yazıyı tane tane okudum:
“Eğer ben CK olsaydım, bu yazıyı asla yayınlamazdım!” dedi.
“Eğer Neco olsaydım, ben de bu yazıyı asla yayınlamazdım!” dedim.

*

Behemehal utanmaz ve kötü birisi olsaydım:
Sosyal medyada milyonlarca takipçim olurdu.
Ev, araba, saat fotoğraflarıyla hava atardım.
Sahip olduklarım herhangi birinin elinde olsaydı,
tüm dünya ondan nefret ederdi!
Gece kulüplerinden çıkmazdım, İstanbul’daki dizi oyuncularını tavlardım.
Lüks bir tekne kiralardım; gittiğim her koyda sevgili değiştirebileceğim.
Belki bunlar yeterli tatmini sağlardı.

En maharetli avcının yakalayamadığı bir balık gibi güvenli sulara dalardım.
Her şeyi göz önünde yapan bir saflığa sahip olduğum yadsınamaz.
Hayatım iyi analiz edilirse, öz yaşantımın ne denli masum olduğu anlaşılacaktır.
Hatta çok daha ucuz şeylerle, ne denli mesut olduğum da gözden kaçmayacaktır.
Kriminal dünyada kusursuz suçlar idamla noktalanır.
Suçlunun kusurları cezasını hafifletici sebeptir.
Çünkü yakalanması kolaylaşır.

Bunu defalarca düşündüm…
Hiç tanışmasaydık daha güzel bir hayatın olabilir miydi?
Allah belamı versin de herkes kurtulsun!
Beni bu halimle kabul et! Çünkü sana sunabildiğim en iyi kendim budur…
Bunu kalp yetmezliğine benzetebilirsin.
Diyabet hastasıyla eş tutabilirsin.
Sorunlu küçüklük sonrası beynimde bazı dişliler eksik kalmıştı.
Atipik bir nevrozla delirdiğimi varsayabilirsin.
Asla yürüyemeyecek olan bir engelliyle de kıyaslayabilirsin.

AMA BUNLAR DA VAR!
Filmleri her izlediğimde kötü sonları değiştirmek isterim!..
Ofelya çıldırmasa da Hamlet bu sefer canına kıymasa…
Leon ölmese de Mathilda ikinci kez öksüz kalmasa…
John Coffey idam edilmese de suçsuz bulunsa…
Ne olurdu sanki… Er Ryan, kardeşleri ölmeden kurtarılsa…
Brooks intihar etmeden yetişse Red, aynı markette çalışsalar!..
Heat’te Vincent öldürmese Neil’i, hangarda sarılsalar…
Piyanist, konserveyi açarken Nazi subayına yakalanıp öldürülmese.
“Yalnız o öldürülmedi abi.”
Öyle mi?..
“Evet… Hatta savaşın kalbinde muhteşem bir piyano resitali verdi.
Alman Yüzbaşı Hosenfeld bu taltifle kendinden bile geçti!”
Peki, teşekkür ederim… Bu iyiymiş o zaman…

Her açıdan devasa biriydim.
Bu baba figürü, hayallerinin de üstündeydi.
Sen bu kusursuzluğa halel gelmesini istemiyordun.
Bendeki olağanüstü çekiciliğin bir sebebi de belki,
asla tam anlamıyla kimseye ait olmayışımdandır.
Kadınlar, bağımsız karakterdeki erkeklere çarpılırlar!
Kadın, Erk’in kendine bağlanmasını ister; ama bilinçaltında da bağlanmaması için dua eder.
Bu; kadının, erkeğe hesap sorarken, “Yalanlar söyle ama içimi acıtma!” serzenişiyle analojiktir!
Zeus’a karşı geldiği için Zincire Vurulan Prometheus sünepenin biridir!
Yunan Mitolojisi’ne tecavüz ettiğim için beni affedin! 🙂
Ama güzel çocuklar doğmasını sağladığımı da kabul edin.
Size göre “gerçek erkek” özgür ve zincire vurulmayandır!

Her duyduğun tuhaf haberde beş sene birden yaşlandın.
Bana tanrısal bir kutsiyet atfetmiştin,
duyduklarını bana yakıştıramamak kıskançlığını dahi eziyordu.
Öte yandan her söylediği tanrı buyruğu olan,
rol model gördüğün birisi, tek bir zaafla nasıl alçalabilirdi?

Terazinin diğer kefesindeki mucizevi vasıflarım bile,
kantarın topuzunu dengeleyemiyordu.
Her konuda mükemmel olan birisi, nasıl hata yapardı?
Yarattığın ilahi güç, bunları hak etmiyordu!

*

Birlikte çok şımardığımız zamanlar da oldu.
Woddy Allen güzel söylemiş:
“Bir insanla ne kadar saçmalıyorsanız o kadar samimisiniz demektir.”
Senden önce mutlu olmam olanaksız,
senden sonraysa kaçınılmazdı.

Artık olmaman pek umurumda değil!
Çünkü aşkımı bir kutu kibrit gibi içimde taşıyorum.
Onunla bir mum yakmak isterim, lacivert gecede…
Bir mum, diğer mumu tutuşturursa alevini yitirmez.

Bana kızınca kendini cezalandırdın, aç kaldın belki.
İşin tuhaf yanı, beni tıkınırken görünce sinirin geçiveriyordu. 🙂
Bunları düşündüğümde benim de seni affettiğim zamanlar oldu.
Geçen gece 40 dakikaya yakın düşündüm.
Sen küçükken çaya mı ekmek batırırdın yoksa süte mi?

Belki de Dünya Şiirleri Antolojisi,
en güzel eserlerini acı çeken şairlere borçludur.
Tüm dertlerime rağmen, benim güzel ve yumuşak;
baktığım kişiyi çok mutlu eden bir gülüşüm de vardır.

Sessizce acı çektiğim, sevgi ve iyilik dolu çağıldayan gülüşümün,
karşısına çıkan tüm setleri yıktığı anlar da oldu.
Seni duygulandırıp paralize eden,
kalbini çılgınca çarptıran zamanlardı bunlar.
Belki nadirdi bu, ancak olağanüstüydü bu.

Evde sarhoş olup ağlayarak yaptığın itiraflar sonrası,
seni kusturduğum, taşıdığım, kahve yaptığım,
sadece saygıdan saatlerce başında beklediğim de doğrudur.
Böyle zamanlarda, gece yatağına uzanıp mutluluktan ağlardın.
Bak, şimdi bunları okurken yine ağlıyorsun.

DİLEMMA
Biliyorum sen de yapabilseydin,
sırf ben mutluyum diye katlanırdın tüm bunlara…
Beni diğerlerinden farksız yapmaya çalışmazdın,
bu dünyada kendim olarak kalabilmem için,
en büyük savaşı veren neferim olurdun.
Ve bu savaş, bir kere başladı mı hiç bitmezdi…

Belki olmamı istediğin kişi olmak için,
olmak istemediğim birine dönüşmeliydim!
Peki o zaman kendim olabilir miydim; sen buna katlanabilir miydin?
İkimiz de alevlerin içine, bir anafora çekiliyorduk!

Bir kızın babasına olan tutkusuydu taşıdığın.
Düzeltiyorum…
Bir annenin oğluna duyduğu aşkla taptın bana!
Oedipus kompleksli çocuk gibi sevseydim seni,
ölene dek yitirmeyeceğim bir şey bulurdum sanki!

Yeniden doğsaydım mesela,
seni üzmemek için anılarımı silseydim.
Amnezi olsaydım, unutsaydım geçmişi.
Başka bir şehre götürseydin beni,
yeni bir hayat kursaydık, bizi bulamasalardı…
İnan her şeye göğüs gererdin…

Kadınlar sevdikleri zaman bizi bağışlar.
Biz erkekler öyle sabırlı değiliz.
Erkek vazgeçmek isterse tek neden yeterlidir.
Ama kadınlar sevgisi için mücadele eder.
Sen de ederdin, gerçek bir amazonsan eğer…

Bu meziyetin sizde olmasına şaşmamak gerek.
Bir insanın yaşamına karar verebilme gücü ne büyük!
Bu pozisyondaki herkes tanrıdır!
Yoksa hayatı başlatan siz olmazdınız…

Bir öğretmen olsam sana kafayı takan
Tüm başarılarına rağmen seni sınıfta bırakan
Kitabı ezberlemeni istesem, sınıfın önünde aşağılasam
Tüm başarılarını yok saysam, merhale merhale
Sınıfta herkes geçse de tek sen kalsan
En tembel addedilsen, seneye gene okusan
Aşkın ürkütücüydü, gene benden gidemezdin

Aynı okulda ben müdür olsaydım
Komik bahanelerle hakkın yenmeye devam etseydi
“Öğrenci değil, bundan sonra müstahdem olacaksın,” denseydi
Silmeye başlardın tüm camları, aşkını anımsayarak

İçinde sevginin demlendiği bir yer vardı
Mitoz bölünüyordu, durmadan çoğalan
Benim azaltmam bile hızına erişemezdi
Petri kabı gibi dar değildi kalbin, izin vermezdi

*

Benim için tesettüre gir, kapan! desem
Cat Stevens dinlemeyi bırak! Yusuf İslam daha iyi bir sanatçı 🙂
Bundan sonraki tüm hayatına ben yön vereyim
Bir zindana atayım, günde bir kere yemek verilen
Tecrit edeyim, kimse yüzünü göremesin
Rapunzel gibi seni bir kuleye hapsedeyim
Tüm ömrünü tek hücrede geçir!
Bana bağlılığın gene değişmezdi

Öl benim için, kurşunların hedefi ol
Her gece de ölüm korkusu yaşayalım
Benim için birini vurup hapse atıl
Kalan yıllarını parmaklıklar ardında geçir
Alnını kemik kemik bölsün soğuk demirler
Yine beni ilk günkü aşkla severdin derinden

Sevgine hudut yoktu; bir tanrıya tapmaktı seninkisi
Kötü bir huyum olsaydı…
Herkesin içinde kokain çekmek mesela!
Sigara içiyor olsaydım, günde iki paket
Alkolik olsaydım, sabahtan akşama kadar içip sızan
Gene aşkını büyütürdün demet demet

“Siz ne zaman roman yazacaksınız?” diyen kumarhane sahibine,
Yazılmamış romanının telif parasını masaya sürerken,
“İşte yazıyorum ya!” diyen Dostoyevski’den daha kumarbaz olsaydım
Bir gecede servetimizi berhava etseydim
Belki beni affetmen daha kolay olurdu

Dişiyle serumu sıkan, mor halkalı bir eroinman olsaydım
Kollarım delik deşik; elek elek; paramparça
Çantandan para çalıp uyuşturucuya yatırsaydım
Tüm servetimizi eritseydim usul usul, saça saça

Bunların tümünü yok say!
Bir seri katil olsaydım,
senden habersiz insanları katleden
Hayatın olağan akışına ters olabilir,
medeni teamüllere aykırı olabilir,
insanlık vicdanına darbe de vurabilir
gene bu caniyi affederdin sen!

Benden her şeyi isteyebilirsin;
telefonumu kır, ayakkabılarımı kes;
renk renk giysilerimin hepsini yakalım;
evlerim, arabalarım, senin olsun;
bundan sonra da mülkiyet duygumu yok sayalım

Blogu kapatalım, hiç yazar olmamış olayım
Tüm yazılarımı sil; hiç yazmamış olayım
Yazılmamış kitaplarımı basılmadan kaldıralım

Spor yapmayı bırakayım, bedenim yağlansın
Kitap okumaktan vazgeçeyim yahut
Mesleği bırakayım, başka bir işe başlamak yeniden
Sözümü geri aldım!
Çalışmak mı!.. Unut gitsin!
En tembel insan olayım
Hep eleştirdiğimiz angutlara dönüşeyim;
yıkık bir loser olayım hatta, başarısızlıktan başarısızlığa koşan
Bunlar bile daha kolay gelirdi senin için

Mükemmeliyetçiliği bırakayım,
psikolojik tedavi göreyim mesela
Obsesif kompulsif özelliklerimden vazgeçeyim,
it-kopuk serseri olayım şehrin sokaklarında

Her gece karakoldan haberim gelsin
Trafikte kavga edip nezarete düşeyim
Komşuyu yaralamış olayım, bacağından
Her akşam telefonun çalsın, paranoyak ol
Geceleri karakolda sabahlayalım
Polislerin komik nasihatlerine maruz kal
Ailen sana karşı çıksın; dünyayı benim için karşına al
Ne huzurumuz kalsın ne unvanımız, ne şanımız

Çok daha şaşılası bir şey olsun!
Bipolar olayım mesela, intihar saplantım olsun
Her gece arasınlar seni
Yüksek binaların altlarına gel
İtfaiye ışıkları gözünü alırken bana seslen
Sonra battaniyeyle hastaneye kaldırsınlar
Refakatçi olarak başımda sabahla
Yine affetmek daha kolay olurdu

Bir hastalığa yakalanayım
Asla çocuk yapamayacak olayım
Dur daha kötüsü var;
bir kaza geçireyim ve felç kalayım!
Ömür boyu yatalak olayım, başucumda kal
Sabaha dek beyaz tavana bakayım, aç acına
Pipetle çorba içeyim, üstüme başıma döke saça
Her sabah kusmuklar içinde gör odayı
Altımı sen değiştirmek zorunda kal

Hayır bitmedi daha kötüsü var
Benim hakkımda pis şeyler duy
Cinsel tercihimi değiştirdiğimi öğren
Gay olmuşum mesela, hayal et beni kötü kılıklarda
İnan ki affetmen daha kolay olurdu sevgilim

Tüm bunlar bile beni terk etmen için yeterli olmazdı
Asla benden vazgeçmezdin
Anlattıklarım teferruattı belki
Çünkü sevgin hepsinden yüceydi sanki

Doktrin: “Bana neden bunları yaptığını bilmiyorum, ama sen olduğunu biliyorum. Ne olursa olsun bana yazmaya devam et. Çünkü seni çok seviyorum.” – Capharnaüm