Bu uyarlamada gerçek olaylardan esinlenilmiştir.
Bazı sahne, karakter, isim, iş, vaka, yer ve olaylar
dramatik gerekçeler sebebiyle hikayeleştirilmiştir.

1. BÖLÜM
06 Temmuz 2019 Cumartesi

Ben, Meyra ve çocuklar bugün sitenin havuzuna girdik.
Bana, Yasmin’den duyduklarını anlatınca beynimden vurulmuşa döndüm.
Sırrı verebilmesi için yalnız kalmamız gerekti:
– Kocanın Mavişehir’de bir garsoniyeri varmış.
Bir sürü kadınla orada birlikte oluyormuş.
Artık işi o kadar büyütmüş ki, sevgililerinin isimlerini kendisi bile unutmuş olabilir! dedi… Meyra.

Gözlerinin içine derince baktım.
Bir yalan pırıltısını, ufak bir göz titreşimini umutsuzca bekledim.
Belki ona duyduğum tutkulu aşkın zavallı yakarışlarıydı.
Hayalim, düşmekte olduğum uçurumda, taşlara inat fışkıran bir çiçeğe,
bir dala tutunmak; veya aynı yerden göğe yükselen bir gökkuşağına tırmanmakla eşdeğerdi.
Dağı yerle bir edecek isteğim vardı; ama deneyecek cesaretim yoktu!..

– Sen neler söylüyorsun? Kocama attığın iftiraları sana bir bir yediririm.

Görüntüleri görene dek ölüp ölüp dirildim,
apansız yeise kapıldım.
Bir yandan aldatmamasını istiyor,
öte yandan eğer beni aldattıysa da yakalanmaması için dua ediyordum.
Çünkü bilmediğim sürece özgürdüm, huzurluydum.
Aklıma girmeyen her şey, benim için yok sayılacaktı.

Meyra birkaç fotoğraf ve yazışma gösterdi.
Bana yazdıklarından daha lirik bir dil kullanmış,
sert erkekliğini kırılana dek yerlerde süründürmüştü.
Beni aldattığına değil, kendini küçük düşürdüğüne acımıştım.
Saf Ben’i unutup, onun derdine yanmıştım…

Akşam babamla birlikte geldiler.
Ona yakın olmak artık içimden gelmiyordu.
Bana sarıldı; iki mermer yontu daha yumuşak buluşurdu.
Bir şey sezinlemedi, belki ilgilenmek istemedi.
Babam bahçeye geçti ve demlenmeye başladı.
CK da karşısında oturdu ve sohbete tutuştular.
Sevgilim bu muydu? Neden tek benim değildi?
Öyle güzel gülüyordu ki koşarak ayaklarına kapanmak istedim.
Şu an onu izlerken çok korkuyorum.
Sanki yarın, onun ölüm haberini alacakmışım gibi geliyor.
Aslında onu hiç kaybetmek istemiyorum…

Oro*pu çocuğu!.. Dişleri öyle parlak ki…
Başkalarına da böyle gülmüş müdür?
İster başkalarını s*ksin, ister s*kmesin, siyah gömleğinin içinde aşırı seksi görünüyordu…
Fakat onu sevemem. Beni engelleyen bir şeyler olur.
Bu bir zayıflık; hem onunki zaaf hem benimki…
Onun, böylesi bir itkiyle kadın düşkünü olması kıskançlığımı bile darmadağın ediyor.

Kocam şefkatliydi, bir kek bile yapsam benimle iftihar eder, onore ederdi.
O, elimi tutarken bulutlara çıkacağımı sanırdım.
Keşke bu kadar iyi olmasaydı; belki ondan daha kolay vazgeçebilirdim.
Gidişi, bende birkaç kişiyi birden öldürmüştü; belki de herkesi!
Babamı kaybetsem bu kadar üzülür müydüm?
Oysa şimdi herkesi birden kaybetmiştim.
Her şeyimi birden…

Aslında neyim kaldı ki…
Ona benzeyen iki yaramaz çocuk,
ve bana benzemeyen bir sadakatsiz koca!..

Doktrin: “Tüm sözcükler tükendiğinde, insan insanı anlamaya başlar.” – Stanislaw Jerzy Lec


 


2. BÖLÜM

09 Temmuz 2019 Salı

Kocam ve babam sabah erkenden ayrıldılar.
Bana sımsıkı sarıldı. (Acaba samimi mi?)
Artık iyice paranoyaya bağladım.
Sırtımda bir kamburla dolaşıyorum,
sanki herkes bana yalan söylüyormuş gibi geliyor…

Birkaç günü stres ve kanlı gözyaşıyla geçirdim.
Meyra ve Asya havuza girdiler.
Haziran’ın yaşı biraz büyük ve içimdeki hicranı seziyor.
Akan rimellerimden ağladığımı anladı ve tüm gün yanımda ruh gibi gezindi durdu.
Sonraki geceler hep benimle uyudu.
Bazı sabahlar onun da yastığının ıslak olduğunu gördüm.
Zavallı çocuk! İşte şimdi babası da yok oldu!
İşe yaramaz bir baba hayattaysa, ölmüş herhangi bir babadan iyidir, derler.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Veli’ye aylar önce verdiği 30 bin lira borç için bana yazdı, durdu.
Köpek!..
Ben de ona Telegram’dan bir sürü uzun ve “(biraz hakaret dolu :)” yazılar yazdım.
Sessizliğe gömüldü. Ben de daha çok araştırma yapmaya başladım.
Biraz annemle konuştum. Evdeki eski eşyaları kurcalamamı söyledi.
Belki bir günlük falan bulurum, ama zor görünüyor.
Çünkü bu bela çok uyanıktır. Ateşli bakışlı bir cin gibi…

*

İzmir’e babamla birlikte dönmüşlerdi.
Eve varınca babam hemen beni aradı, ağzı kulaklarındaydı.
Benimle kanlı bıçaklı ayrılmasına rağmen giderken babama bebek gibi davranmış.
Cips ve bira almış, arabanın masaj özelliğini açmış ve hep babamın istediği şarkıları çalmış.
Bu sevimli p*ç günün birinde beni öldürecek!..

Doktrin: “Güldürmek kolay, onu soytarılar da yapar. Gözlerinin içini güldürebiliyor mu, ondan haber ver.” – Charlie Chaplin

 


 


3. BÖLÜM

19 Temmuz 2019 Cuma

Bugün de Telegram’dan sertçe yazıştık.
Bu tatil beldesindeki villadan çıkmamızı istiyor.
Henüz bir ay bile kalmadık ve iki ay daha kalmalıydık.
Fikir almak için annemi aradım. Anneme göre,
eğer yasalar bir gün izin verirse onu öldürebilirmişim.
Böylelikle tüm dertlerim sonlanacakmış.
O ölünce geçmiş değişecek mi sanki!
Kadınlık gururumu nereye koyacağız peki?
Elimden malımı mülkümü alsalar, ölmem; bunları yine edinebilirim.
Ama kırılan gurur benim ruhumu öldürür, ki işte buna çare yoktur.

Annem onunla evlenmeden önce iyi düşün derdi:
“Bir çapkınla evlenmek gölgeyle nikah kıymaya benzer.
Zor bir hayatı seçiyorsun…
Bazı geceler, pencere pervazında,
yaşlı gözlerle dualar okuyarak kocanı bekleyeceksin!..

Doktrin: “Beklemek güzeldir, ama doğru durakta.” – Can Yücel

 


 


4. BÖLÜM

22 Temmuz 2019 Pazartesi

Şu birkaç günde bir sürü avukat gezdik.

1. Avukat
İsmi: Rasim

Bu genç avukatı internetten bulmuştuk.
Gri gömlek, siyah kravat ve açık kahverengi pantolon.
Küçük, dar ve izbe bir bürosu vardı.
Liste fiyatı en ucuz avukat buydu.
Ama bana pek güven vermedi.
Sürekli, “Ben bu işi hallederim,” deyip durdu.
Hatta yanındaki stajyer kızlarla kocama tuzak kurmayı bile önerdi.

2. Avukat
İsmi: Talo

Annem, bu avukatın yıllar önce ilk müşterisiymiş.
Hafif toplu, neşeli birisi. Oldukça hızlı farklı bir dille konuşuyor.
Hatta hukuk lügatından bazı dediklerini anlamadık.
Bu da bizi anlaştırma taraftarı. Annem çok gerildi.
Anlaşma’nın ilk “A” harfini dahi duyunca annemin tansiyonu düşüveriyor. 🙂
İlk avukat gibi tuzaklar kurmaktan falan söz etmedi.
“Nafaka, çocukların okul masrafları ve bir araba yeterli,” dedi.
Kocamın zengin olduğundan bahsettim.
Görünüşüne göre beni şaşırtan bir zekayla,
Çok para kazanan kişilerin, o parayı korumak için kendilerini aynı oranda donattığından söz etti.
Annem, saçmaladığını söyledi. Ama bu avukatı dinlemek bana mantıklı geldi.
Bazı insanlar vardır, daha ilk karşılaşmada ona ısınır, güven ve sempati duyarsınız.
Onu sevmiştim.
El yazısıyla basit bir dilekçe hazırladım ve adliyeye götürdüm.
Boşanma davamızı açtık bakalım.

Hayatta kalmak için bir hareketten fazlası gerekir:
Hareketin kendisi olmak zorundasınız.
Potansiyel enerji işe yaramaz, kinetik enerji işe yarar.
Her soyun kaderini risk alan biri değiştirir.
İnşallah ailemi kurtarabilirim…
Şimdiden hayırlısı olsun.

Doktrin: “Ancak kendini kurtarabildiğinde diğerlerini de kurtarabilirsin.” – Tarkovski

 


 


5. BÖLÜM

23 Temmuz 2019 Salı

Kocamın ilgisizliğinden bunaldım; benim ve Meyra’nın telefon hatlarını kapattırdım.
Akşamında Kocam ve Ceo eve baskına geldiler.
Açıkçası bu kadar erken beklemiyordum.
Onlara dairenin kapısını açmadım ve it gibi beklediler. 🙂

Çocuklar, babalarına kavuşamayınca deliye döndüler ve evdeki her şeyi kırıp dökmeye başladılar.
P*çlere bak sen hele; bunlar tam da babasının kızları…
Aşkla bağlı olduklarını biliyordum ama bu kadar sevgi seli de beklemiyordum.
Daha sonra polis çağırdık ve bir sürü kargaşa oldu.
Çocuklar biraz mızmızlanıp sustular.

Sonra Veli ve annem de geldi. Ev curcunaya döndü.
Ben salona geçtim ve arkamdan CK geldi.
Bacak bacak üstüne attım ve onunla üst perdeden konuştum.
Şaşkın suratını görmeliydin günlük, resmen mal gibiydi. 🙂
Bir yandan sinirli taklidi yaparken bir yandan da zihnimde konuşacağım cümleleri siyaha boyuyordum.
Maalesef bu işte onun kadar iyi değilim. Belagatı müthiştir.
Ama zekası benden kıt!.. Çünkü rol yaptığımı anlayamadı…
Ne desem tulumba gibi başını salladı; ben de coştukça coştum!
Bir sürü beylik laf ettim.
Bu saldırılar karşısında gittikçe eğildi ve o da bu koroya katıldı.
Boşanmayı uzatıp beni süründüreceğini söyledi.
Bir ara sanki ağzından bir küfür kaçırdı.
Ama cümlenin sonunda sesini kıstı ve iyi duyamadım.
Kendime küfür ettirip hakaret duymayı başarmıştım.
Bu, kötü bir şey gibi görünüyordu.
Ama ben istediğim için yapmıştı; o kızmıştı ve ben başarmıştım.
Kendi istediği için gülmesindense, benim için ağlaması daha hoştu.
Benim kışkırtmam sonucu dayak yemem, kendi isteğiyle sevilmemden iyiydi.
Bu durumdan aldığım garip hazla kendimi iyice hastalıklı hissettim!

Sonra Ceo ile birlikte defolup gittiler.
Mutfak masasının üzerine de 600 lira bırakmışlar.
Günlerdir babamın evinde kalıyoruz.
Hiç demiyor, ne yiyor ne içiyorsunuz?
Bu para neye yeter be baba bozuntusu?..

Doktrin: “Belki hiçbir şey yolunda gitmedi; ama hiçbir şey de beni yolumdan etmedi!” – Che Guevara

 


 


6. BÖLÜM

26 Temmuz 2019 Cuma

Veli’nin başının etini yedim ve CK ile buluşmasını sağladım.
Arkadaşımın pastanesinde randevuyu ayarladım.

Kafeye CK önce geldi ve tek başına bir yabani gibi herkese arkası dönük oturdu.
Aceleci değil sakindi, fakat temkin değildi.
Çok dalgın, derin düşünceli ve nevrotikti.
Temizlikçi kılığında ona yaklaştığımı bir bilse. 🙂
Göz göze gelmedik, yanındayken ona hiç bakmadım.
Gözümün akıyla kenardan azıcık izlemiş olabilirim.
Bana sinirli sinirli baktı, tanıyacak diye ödüm koptu.

“Veli Efendi, benimle konuşma isteğiyle mesaj atıyor!
Bornova Mado’da bekliyorum…
Orta boylu, arkası dönük garson kız masamı siliyor; yüzünü görmüyorum.
Gözünde gözlük, başında örtü, kafası yerde, bana hiç bakmıyor.
Onun gözünde masa benden daha mühim.” Hayat

Arka masalardan onları zaman zaman izledim.
Veli yüzümü görebiliyordu, fakat onun arkası dönüktü.
Arabasını göremedim, buraya yürüyerek gelmiş olmalıydı.
Bir ara takip etmeyi düşündüm, ama sonra vazgeçtim.
Bir zamanlar aylarca ölüm tehditleri almıştı ve takip konusunda tecrübeliydi.
Riskli bölgelerde yüksek süratlere çıkar, yanına araç dahi yanaştırmazdı.

Veli ile bir saat konuşup ayrıldılar.
Para konularında havuzun kenarından dolaşmış ve asla suya girmemiş.
Kunduzzz…

Doktrin: “Rakibinize geri çekilebileceği altın bir köprü inşa edin.” – Sun Tzu

 


 


7. BÖLÜM

28 Temmuz 2019 Pazar

CK ile Forum’da buluştuk.
Aynı kafeye çağırmadım, şüphelenebilirdi.
Buraya otobüsle gelmiş, “Kimi zaman halka karışmak iyidir,” dedi…
Bazen böyle saçmalıklar yapabiliyor.

Annemle bir gün öncesinden dersimi çalışmıştım.
Annemin provokasyonu üzerimde müthiş etkiliydi.
Etlerini jiletleyebilirdim, onu çiğ çiğ yiyebilirdim; hatta kafede kahvesine zehir koymayı dahi düşündüm.
Fakat tüm bu bedbin hisler onu görene kadardı:
Gözlerime bakınca, ışığın cazibesine kapılıp lambanın etrafında dönerek ölen bir sineğe dönüşüverdim.
Telefonuma aldığım notları ona tek tek sordum.
– Bunların hepsi deli saçması, yalan!.. dedi.

Bu hiçbir şeyi ispatlamaz. Çünkü yapmış olsaydı da “yapmadım” diyecekti.
Ben bu kez çok üzerine gidemedim, sanırım bazen ona oğlummuş gibi acıyorum.
İki tarafa da mutluluk getiren evlilikler azdır; ama vardır.

Köpeğin efendisi varsa, kurdun da tanrısı vardır.
Tasmam onun elinde değildi, peki neredeydi?
Kimsesiz bir sokak köpeği gibi dolaşmaktan sıkıldım.
Hayat bu işte! Doğmazsan sorun yok, ama dünyaya gelirsen dertten kurtulamazsın.
Çok ayıp da olsa, bazı insanlar sakatlarla alay ederler.
Ona tutkuyla bağlıydım ve henüz kurtulamamıştım.
Belki benimle içinden alay ediyordu.
Çırpındıkça batıyordum ve beni sevmesi için yaptıklarım ters tepmişti.
Ben zaten hayatımda hiç kimsenin en sevdiği olamadım.
Annem en çok Veli’yi sevdi ve ona ölümüne taptı.
Babamın en yakın arkadaşı da Veli olmuştur.
Birlikte denize girmek, at yarışı oynamak, maç izlemek ve pavyonlara gitmek…
Neler yaşamadılar neler…
Kocam şimdi babamın boşluğunu dolduracaktı,
ama başkalarının bacak arası boşluklarını doldurmakla meşguldü!
Belki zamanı durdurma gücümüz olsa, en mutlu anlarımızı onunla yaşayabilirdik.
Ah be ah! Oysa onlar, ne kadar da azdı!…

Doktrin: “Herkesi sevebilirdim; sevmeye senden başlamasaydım!” – Can Yücel

 


 


8. BÖLÜM

30 Temmuz 2019 Salı

Bugün CK’ya ailece buluşma önerimi yazdım ve uslu bir kedi gibi kabul etti.
Onu ikna etmek bazen çocuk oyuncağı.
Ben, CK, Meyra ve kızlarla Sığacık’taki lunaparka gidiyoruz.
Haziran’la dönme dolaba bindiler; biz de Meyra ile bir kafeye oturduk.
Asya yanımızdaydı fakat duyamayacak kadar oyuna dalmıştı.
Meyra büyü bohçasını masaya çıkardı, hemen payladım; kaldırdı.

Sonra, hep birlikte sahilde yürümeye başladık.
CK ne bizimle konuşuyor, ne telefonuyla ilgileniyordu.
Sanki bir görünmezlik iksiri içmiş gibiydik.
Meyra ve bana baksa da göz kontağı kurmadı.
Çocukları sadece boş bakışlarla süzüyordu.
Canlılara bakarken aklında bambaşka hayaller vardı.
Fakat etraftaki nesnelerle sonsuz ilgileniyordu.
Deniz kıyısı, kumsal, barlar, kafeler ve evler…

Ayrılık zamanı yaklaşırken evden bazı eşyalarımızı almak için izin istedik.
Bir an gülesim geldi: Evde eşya mı kalmıştı ki! 🙂
Anahtarı pervasızca uzattı. Bizimle gelmek istemedi.
(Bazen insanlara, onu kandırsalar dahi koşulsuzca güveniyor.)
Şu cümleyi defterime not aldım.
Bu, belki de onun, beyninin çalışmayan bir bölgesinin kusuru,
belki geçirdiği trafik kazalarından kalan sekel bulguları…

Kameraların kör baktığı açıda sigorta paneline büyü bohçasını yerleştirdik.
Annem evde merakla sordu ve koyduğumuzu söyleyince sevindi.
Ama sevinci bile buruk bir dudak büzüşüne gebeydi…
Artık, içimdeki dişi panterin kükremesini daha sık duyuyorum.

Doktrin: “Tüm güzel şeyler vahşi ve özgürdür!” – Henry David Thoreau

 


 


9. BÖLÜM

2 Ağustos 2019 Cuma

“Hava kararınca bunalırsan gökyüzüne bak!
İkimizin de o an, aynı yıldızlara baktığını fark edeceksin!” 11 Ağustos 2012

Bazen eski mesajlarımıza bakıp ağlıyorum.
Uçurumdan kurtulmak nasıl mümkün olacak?
Ona bakarsın, derinliğini ölçer ve kendini boşluğa bırakırsın.
Defalarca bu sanrıları kafamda kurup durdum.

*

Evlenmeden önce uzun soluklu bir iş hayatım olmadı.
Hiçbir işe yatkınlığım ve yeteneğim yok.
Ben, dünyayı takmadan hayatın tadını çıkarayım derken hayatı zehir olan insanım.
Şimdi parasız yaşayamam, çünkü nasıl yaşayacağımı bilmiyorum.
Dokuz yıl boyunca hiç çalışmadım ve nasıl çalışacağımı unuttum.

Bana Telegram’dan,
“Aylık giderleriniz ne kadar?” diye sordu.
20 bin lira civarı bir para yazdım.
Birlikte yaşıyorken harcamamız daha fazlaydı.
“Annemse 50 bin lira yaz, ödesin noolacak?” demişti.

Mesajımı, cevapsız bırakmayı tercih etti.

Doktrin: Benimle yatmak istemiyorsun, beni öldürmek de istemiyorsun. Hayatımda bu kadar ilgisizlik görmedim.” – Hitman

 


 


10. BÖLÜM

6 Ağustos 2019 Salı

İçimde ona karşı bitmeyen bir kin, kine mukabil de rafine bir sevgi var.
İyi zamanlarımda gülerek onu düşünüyorum,
kötü zamanlarımda ağlayarak ona intizar ediyorum.
Kollarımı açsam göğsümden bulutlara kuşlar uçabilir.
Bazen de aynı kuşlar, tüm sevdiklerimin gözlerini oyabilir!..

Bana ne zaman kıymıştı?
Doğum gününde eve gece yarısı geldiği gün mü olmuştu bu?
Evlilik yıl dönümümüzde evde elbisemle beklerken ona hiç ulaşamadığım gece miydi yoksa?
Evimizde kalan bakıcının yolunmuş saçlarını banyo giderinde fark ettiğim an mıydı?
Sahilde dondurma alırken çekici tezgahtar kızla fısıldaştığı gün olabilir miydi?

Kendimi öyle kötü hissettim ki tırnaklarımı koluma batırıp kan gelene dek sıktım.
Memnuniyet duydum bundan, hoşuma da gitti biraz…
Yoksa ben hep yalnız mıydım?..
Yani ne bileyim, aylarca kiminle öpüştüm?..

Beyaz tişört giydim, kamera karşısına geçtim ve
bana yaptıklarını bir bir anlatan iki büyük video kaydettim.
Ağzımdan ateş püskürerek, zehir zemberek kustum içimdekileri!

Belki senin ateşin beni başka türlü yakardı.
Benimki de işte böyle kül eder!
Herkese istediğini yapabilirsin ya*şak herif!
Şimdi yapma sırası bende.
Bu videoyla son lafı ben edeceğim,
ben edeceğim ki aklında kalsın!
Bundan sonra, dokundukça elini kanatan bir kaktüs gibi hep batacağıma sana!..

Doktrin: “Hayat benden nefret etti, çünkü hep dikine gittim.” – Alara

 


 


11. BÖLÜM

11 Ağustos 2019 Pazar

Kurban Bayramı’nın 1. günü, bu sabah hüzünlüyüm.
Bayramlarda, çocuklarla hepimiz sırayla onun elini öperdik.
Bu ritüel asla tekrarlanmayacak…

Öğleden sonra kapı çaldı.
Haziran koştu, ben de yanına vardım.
Bizimki, çalışanıyla kocaman sepet yollamış.
İçinde çiçekler ve yiyecekler var.
Aslında sevindim, fakat çocuğa belli etmedim.
Hislerimi ona aktarmasını istemedim.

Annem sinirlendi.
Ama sepettekileri de yemeyi ihmal etmedi.
Kayınvalidemin şu sözü aklıma geldi:
“S*kimlen küs t*şağımlan barışık!” 🙂

“İnsanlar, söylediklerinizi ya da yaptıklarınızı unutur,
ama onlara neler hissettirdiğinizi asla unutmaz.
Teşekkür ederiz.” mesajını yolladım.
Reis’in komik bir etiketini Telegram’dan gönderdi.
Cevabı pek duygu yüklü olmadı.
Öyle vıcık vıcık aşk değildi istediğim…
Bir köpeği sever gibi, bir filmin devamını bekler gibi…
Hep hayatında olmak istedim.
Belleğinde bir koku, bir melodi gibi yer etmekti gayem…

Doktrin: “Gün geçtikçe beni kaybediyorsun, sadece farkında değilsin o kadar.” – Beni Böyle Sev

 


 


12. BÖLÜM

13 Ağustos 2019 Salı

Akşamüstü Point Bornova’da buluştuk.
Bir dondurmacıya oturduk.
Alışveriş merkezlerini ne çok seviyor.
Anası sanki bunu avm tuvaletinde doğurmuş. 🙂

Bir saate yakın konuştuk. Çok sinirli ve agresifti.
Hele gözleri… Tahtından uzaklaştırılmak istenen kralın hiddetiyle doluydu.
Ağzımı açsam, Erol Büyükburçak gibi bağırıyordu.
Ben sadece bir ev, araba, toplu para, nafaka, çocukların velayeti ve eşyaları istedim.
Bir kuruş eksiğine dilim varmadı yalansızım.
Niye bu kadar sinirlendi ki?..

O ise işi, beni tehdit etmeye kadar götürdü.
Ağzımı açıp bir cevap veremedim.
Sanki aramızda uzun bir menzil vardı.
Kocam, ortadan kaybolmuştu, artık orada olmayan,
yaşamayan biriyle konuşuyor gibiydim.

Evde annem, bugünkü aşağılayıcı ifadeyi duyunca küplere pindi.
Diablo’yu görüntülü aradık ve planlara başladık.
Annem, avukatına çok güveniyor.
Diablo bir ara şöyle dedi:
“Benim bir tane kriterim var,
yüzme bilmeyen adam suya girdiği zaman onu kendi ellerinle boğacaksın!”

Annem, önce tek yumruğunu top yapıp havaya kaldırdı, sonra hafifçe alkışladı.
Diablo ekledi:
“Tatlı dille öküz bile sağılır.”
Ben,
“CK, kurduğumuz tuzaklardan şüphelenmesin diye halıda, parmak uçlarımızda yürümeliyiz.” diye bağırdım.
Herkes coşkuyla doluyken, kendimi göstermek için bir haykırma illetine tutulmuştum.

Diablo:
“Her işin tarihinde önemli sınırlar vardır.
Böyle anlara nasıl tepki verdiğimiz değil, ne kadar iyi hazırlandığımız mühimdir.
Daha önce hiç savaşmadığımız gibi savaşacağız.
CK ve o bacaksız avukatı, ne olduğunu görmek için kafalarını çevirdiklerinde biz orada olmayacağız!” dedi.
Annem,
“Çoktaan uçmuş olacağız, Fiyuuuğtt…” dedi.

Bazı avukatların sihirli bir gücü vardır;
sana, ya en büyük mutluluğu, ya en derin umutsuzluğu getirirler.
İnşallah başarılı oluruz diye her gün dua etmeye başladım…

Doktrin: “İyi insanlar sorumlu davranmak için yasalara ihtiyaç duymazlar, kötü insanlar ise yasaları bir şekilde aşarlar.” – Platon

 


 


13. BÖLÜM

15 Ağustos 2019 Perşembe

Çocukları görmek istediğini yazdı.
Yarın doğum günüydü; şimdiden beklemiyordum.
Annem istemedi, ama ben de arabaya bindim.
Fahri Abi ile ofise geldik.
Arabadan, Meyra yerine benim indiğimi görünce suratı gölgelendi.
Ne yanıma geldi, ne sarıldı, ne güldü, ne konuştu.
Görünmez bir nesneymişim gibilerinden bir tavır takındı.
Bazen öyle soğuk ki…
Suratı, şantiyede yağmur yemiş ıslak tahtalar gibi küflü ve buruk…
Çocukları kucakladı, ikisini birden havaya kaldırdı.
Ben arka bahçede beklerim, dedim.
Sonra beni yukarıya, klimalı bir odaya çıkardı.

O yokken biraz odasında gezindim, kitaplarına baktım.
Raflarda şortu ve giyilmiş tişörtünü buldum.
Biraz kokladım; ama pek koku yoktu.
Sanki çamaşırları robot giymişti.
Çekmecelerini kurcaladım.
Bir sürü parfüm, kalemler, evrak ve bir yığın zırıltı…
Bilgisayarının ekranı kapalıydı, eski şifrelerini denedim, kilit kırılmadı..
Çantasında birkaç tane kondom gördüm.
Ayrıca içinde yazılar olan bir defter buldum.
Kimse görmeden çantama attım.
Çok heyecanlıyım Allah’ım; umarım anlamaz…

Bahçeden, çocukların haykırışları arasında kalın sesini duyuyordum.
Canavar olup çimenlerde kızları kovalıyordu.
Benimkiler önce keskin bir çığlık koparıyorlar,
sonra şiddetli bir münazara ve peşisıra halledilmiş meselenin durgunluğuyla sükuta eriyorlardı.
Bedenim odada geziniyor, ruhum bahçede tepiniyordu…

Sonra ona upuzun bir mesaj attım.
Ne kadar egosu yüksek, ukala ve kibirli biri olduğunu haykırdım.
Ahraz olsa duyardı; cevap geldi mi?… Elbette hayır!..
Metreslerinden biri olsam, beni gülücüklere boğardı ama…

Eğer benim bebeğim olmak istiyorsan, seni delirteceğimi bilmelisin.
Muhtemelen bana “çılgın” diyorsun.
Çünkü şu ana dek sahip olduklarının en iyisiyim.
Meftunum, ki senden de deliyim…

Doktrin: “Birbirimiz için yanlış kişiler olduğumuzu söyleme. Biz, başka hiç kimse için doğru kişiler değiliz.” – Buz Üstünde Aşk

 


 


14. BÖLÜM

16 Ağustos 2019 Cuma

Akşama doğru biraz yazıştık.
Zaten uzun yazmayı pek sevmez.
Paragraf bile doldurmayan küçük kırıntılar.
İstediklerimi saydım…
“Mahkemede görüşürüz!” yazdı.
Benden, “Hayırlısı olsun!” gecikmedi. Gidere gider!
Bugün doğum günü olması umurumda bile değil.
Adamım, senin sorunun bu…
Herkesi kontrol edebileceğini sanıyorsun!
Ama biri sana kaybetmeyi öğretmeli…

Ben sessizce içime içime ağlarken annem aniden salona daldı.
– Kızımı kapı dışına attılar. Bize bir şey vermelerini lazım. Sana bir şey teklif ettiler mi?
– Bir daire ve araba…
– Kabul et! Onları satarım. Şimdi paralarını alalım. Sonra intikam alırız…
– Ama anne, onu hala seviyorum!..
– Sen haklısın… Ama bu durumda bir önemi yok.
– Ne demek istiyorsun anne?..
– Yetişkin olmak, bazı şeyleri hoşuna gitmese de kabul etmek demektir.
Son zamanlar ben de hoşuma gitmeyen şeyleri kabul etmek zorunda kaldım.
Sana da aynısını tavsiye ederim!..
Doktrin: “Benim rahat etmediğim yerde kimse istirahat edemez.” – Laz Ziya

 


 


15. BÖLÜM

24 Ağustos 2019 Cumartesi

Annem, artık bu olanlardan usandı ve avukat Talo ile ilerlemek istemedi.
Yerine belalı bir avukat arkadaşını ayarladı. İsmi: Diablo.
Birkaç gün önce Diablo’ya giderek vekaleti verdim.
Annem, Diablo’nun çok güçlü bir mafya olduğunu ve kocamın hakkından geleceğini söyledi.
Arabalarının plakalarını ve CK’nın gidebileceği adresleri dahi teslim ettim.

Bana, avukatlık ücret sözleşmesi imzalattı.
Çok açık fikirli, berrak görüşlü bir insan.
CK’dan ilk para koparışımla ona 60 bin lira ödemeliyim.
Beni tehdit edersin ha!…
Dinsizin hakkından imansız gelirmiş.

Madem benim tek mesajıma cevap vermiyorsun, ben de senin telefonlarını açmam!
O pek ısrar etmez, ama iki defa aramış hayret!
Sonra Fahri Abi çağrı attı, ona da dönmedim.
Sonra ben aradım, çünkü barışma umudu taşıyordum.
Karşımda ilk defa sessizlik denen şeyi duydum.
Tanıdığımız sessizlik değildi; farklı bir şeydi.
Bu CK değildi, başka birisiydi…

Zaten onun garip bir konuşma tarzı vardır.
Kendi kendine konuşur gibi pozlara bürünür ve başkalarının,
ne dediğini anlayıp anlamadığına zerre kadar önem vermediği bilinsin ister.
Ama gene de onunla kavga etmeyi, başkasıyla gülmeye değişmem…

Telefonda isteklerimin hepsini yerine getireceğini söylüyor.
Ne yani?.. Gerçekten ayrılıyor muyuz?..
Çok korktum. Korkum sahiciydi.
Bu, birdenbire annemin kanser olduğunu öğrenmem gibi bir şeydi.
Boşanma gerçekleşirse bir daha asla bana ait olamazdı…
Oysa şimdi nikahı bendeydi, yüzüğü parmağımda parıldıyordu…
Gelecekte bedenime sahip olmayacak mıydı?
Ne yani; ben artık ona ait değil miyim?
Üzerimde hüküm sürmeyecek, bana zorbalık etmeyecekti.
Kurt grisi gözleri, bana boyun eğdirmeyecekti…
Ateşli bakışları soluğumu kesmeyecek miydi?..
Kanım sıcak akmayacak, nabzım 120 atmayacaktı.

Kardeşim Veli söyledi:
Uçuk paralar istenirse bazı erkekler vazgeçiyormuş.
Asla ödeyemeyeceği menkuller, tüm yokuş yukarı seçimlerim,
tümünü nasıl kabul edebilirdi ki; o kadar parası yoktu bile…
Tutumlu bir insanın, benden kurtulmak için tüm dünyayı gözden çıkarması…
Yoksa gözden çıkarılan ben miyim?…
Ağla gözlerim ağla… Bugün senin matemin ağla…

Doktrin: “Gülün, dünya da sizinle gülsün; ağlayın, ama yalnız başınıza ağlayın.” – Old Boy

 


 


16. BÖLÜM

29 Ağustos 2019 Perşembe

Bugün defalarca aradı.
Ne açtım, ne mesaj çektim, ne geri döndüm, ne aradım.
İtiraf ediyorum: Onu çok özledim!
Delirip beni öldürmeye yeltense bile, zorbaya karşı koymaya niyetim yok.
Eylemlerim ve söylemlerim ne denli kötüyse, hislerim de bir o kadar iyi.
Ne kadar kızıyorsam, o kadar seviyorum demektir.
Sevgimin ölçüsünü, barbarlığımın vahşi yakıcılığından almalısınız.
İçimde cayır cayır yangınlar kopuyor, ama çığlık çığlığa da seviyorum.
Onu çiğ çiğ yemek, ısırıp bitirmek istiyorum.

Mutfakta doğradığım elmanın sofraya gelmeden bir dilimini ağzına atışını,
evde terliksiz yürüyen çıplak ayak seslerini,
yakıcı karanfilli deniz tuzu kokusunu,
kızgın anlarında beliren sinirli köpek dişini,
“beni kızdırma artık” derken, o artık sözcüğünde t harfinde damağına vuran ıslak dilini de özledim!

Doktrin: “Bir erkek vazgeçmek istiyorsa tek bir neden yeter; ama biz kadınlar, sevgimiz için mücadele ederiz.” – Frida Kahlo

 


 


17. BÖLÜM

05 Eylül 2019 Perşembe

Benimle bir yazı paylaştı.
Nobranca satırlarla doldurulmuş bir protokol, hiç beğenmedim!

Ona sormadan adım atmamı yasakladığı için Diablo’yu aradım.
Protokolü özetledim, hiç şaşırmadı…
Ona davada elini güçlendirecek deliller vermeliymişim.
Gezdiği yerler, kaldığı evler, sürdüğü arabalar…
Bazı noktalara dinleme cihazları yerleştirmekten söz etti.
Yapamayacağımı söyleyince Diablo,
asistanı olan bir kızı yanıma vermeyi önerdi. Sonra da onu övmelere doyamadı:
– Başkaları Ay’dır, ama o Güneş’tir. Seni ışığa, şansa boğar.
– Ne kızmış be, kimse bizim için böyle methiyeler düzmedi… dedim.
– İyi kızdır, tek kötü huyu durmadan araya İngilizce kelimeler serpiştirir.
– Nasıl?.. dedim.
– Plaza İngilizcesi gibi canım, anla işte!
– Peki bunun ne gibi bir zararı olabilir?
– Zararı olur demedim… Sadece yararı olmaz.
– Hayatımı zorlaştıracak birine ihtiyacım yok… dedim.
Fakat sonra düşündüm…
İleriki maceralarımda bu kızı, CK’ya tuzak kurmak için kullanabilirim!..

Protokol zehir gibi narsistçeydi…
Çocukların isimlerini değiştirme yasağı.
Aldığı evde sadece biz oturacakmışız.
Arabayı da benden başka kimsenin sürmesini istemiyor.
Yazıyı, halisane duygularla hazırladığından söz etti.
Kurdun da sütü beyaz olur ama görünüşe aldanma!..
Sanki ben, onun için karı olmaktan çıkmış, sırf dert haline gelmiştim.
Bunlarla uğraşacağına bize sahip çıksaydın ya it herif!
Kocam tam tımarhanelik!
Hiçbir deli, deliliğini kabul etmez; yalnızca akıllılar eder, derdi annem…

Doktrin: “Deliler mükemmel dava konularıdır; konuşurlar ama kimse dinlemez.” – Zindan Adası

 


 


18. BÖLÜM

06 Eylül 2019 Cuma

CK, bugün yine arayınca artık açmak zorunda kaldım.
Haziran başımın etini yedi p*ç.
Bu çocuk da ne hemen babasını özlüyor canım!
Çocuğu almaya Audi A1 ile gelmiş.
Bana para vermesin diye neredeyse binbin ile gelecek.
Bentley nerde, Tesla nerde?..
Biz aptalız ya…
Bir de sürekli yırtık, pırtık model tişörtler giyiyor.
Nerde Dolçe Gıbanna, hani Pırada?..

Akşamüstü bizim apartmanın önünde Asya’yı da biraz sevdi.
O sırada Annem geçiyordu.
Birbirlerini görünce ikisi de dondu kaldı.
Ters mıknatıslar gibi gerilip uzaklaştılar.
Bir de utanmadan eğilip annemin elini öptü.
Zaten onda utanma ne gezer, öyle olsa benim gibi karıyı kim kaybetmek ister?..

Bir kocam vardı benim…
Uzun boylu, atletik yapılı, ıslak çamur rengi saçlı ve oğlan çocuğu tavırlı.
Ayağına taş değmesin diye yerlere attım kendimi.
Süpürge ettim saçlarımı, sırf o çamurlara basmasın diye…
Hatayı tam da burada yaptık galiba…
Ama biz kadınlar, başka duygu bilmeyiz.
Elimize geçen adamı, oğlumuz gibi mıncık mıncık severiz.
Yapamayınca da manyaklaşır, deliririz.
Sonuçta hepimiz… potansiyel anneleriz…

Doktrin: “Kadınlar zayıftır, ama anneler güçlüdür.” – Victor Hugo

 


 


19. BÖLÜM

10 Eylül 2019 Salı

Bugün diğer günlerden eğlenceliydi.
Öğlen evin kapısı çaldı. Gelen, onun sağ kolu Öner’di.
Bize aldığı evi gezdik ve yeni arabaya pindik.
Çocuklar çok sevindiler, zaten bunlar da alık, her şeye seviniyorlar.
Bense aşırı şaşkınım.
Ciddi ciddi benden ayrılmak mı istiyor?
İşte bu acıttı p*ç… Canımı yaktı.
Eğer benden kurtulmak istiyorsa, bunun bir milyar dolar falan etmesi lazım;
hatta daha çok…
Yani benim sevgim, ne bileyim… parayla falan ölçülememeli işte.
Bir servet istemeliyim ki usansın.
Ne kadar büyük para veriyorsa, beni o kadar az seviyor demektir.

Onun gözünde bir asalak olduğumu düşündüğüm kahredici bunalımla günlerce ızdırap çektim.
Çok da önemli biri olmadığımı anlayınca çıldırmıştım.
Konu, bana olan sevgisi falan değildi.
Çünkü bu davranışları, ona hakaretler yağdırmaktan imtina etmeyen
anacığımı, dördüncü defa haklı çıkarıyordu!..

Kendimi öyle donanımsız, eksik ve yetersiz hissediyorum ki,
bin parçalı bir puzzle’ın kaybolan parçası gibiyim.
Artık, olsam bile beni kim fark ederdi ki?
Sadece duygusal nedenlerden ötürü Lenin’i okumadım.
Ama onun, ”Din kitlelerin afyonudur.” dediğini başkalarından duydum.
Sen tüm diktatörlerden daha acımasızsın pis adam!..

Doktrin: “Sana kötü bir haberim var it herif! Dün iyi niyetimin son kullanma tarihiydi. Artık her şey adamına göre!” – The Departed

 


 


20. BÖLÜM

14 Eylül 2019 Cumartesi

Bugün gene Telegram’dan sayıklamalar gönderdi.
Çocukları hangi okula yazdırdığımı falan sordu.
Ben de onu kızdırmak için ne gerekiyorsa yaptım.
Nedense hıncımı alamıyorum.
Ben, onun hayatındaki her şeyden pahalı ediyorum. (Ama boşanırsam!)
Hayatındayken neden hiçbir şeyim yoktu.
Sevgi, her terazide paradan ağır çekmez mi?
80’ler sinemasına ne oldu, Yeşilçam Klasikleri ne alemde?

O gün bu gündür bekliyorum, komşuya bile gitmiyorum.
Evimi boyamadım, eşyalarımı değiştirmedim; ki kocam gelirse yabancılık çekmesin.
Evin anahtarını değiştirmedim,
döndüğünde dışarıda kalmasın diye hiç kapıları kilitlemedim.
Sırf o öyle seviyor diye, çocukların saçlarını her gün ördüm de bekledim…

*

İlişkimizin başındaydık, yağmurlu bir gündü.
Sırılsıklam bir avm’ye girmiştik.
Yürüyen merdivenlerden gelen kıza gözünün kenarıyla baktın.
Vücudunu saran gri elbise giymiş, iri kalçalı bir afetti.
İlah gibi bir zehirli sarmaşıktı…
Altın oranla çizilmiş vücudu tapınak sütununu andırıyordu.
– Şuraya bak, ne kadar kötü ayakkabıları var… dedin.

Gerçekten de kırmızı spor ayakkabıları ondaki en uyumsuz objeydi.
Düşüncelerimin yönünü saptırarak belki hedef şaşırttın.
Benden çekinip, kıza doya doya bakacağın bir yöntem geliştirmiştin.
Bayıldığın kadınlara defaatle bakar,
ben fark edince, onları yerden yere vuracak bir çapanoğlu buluverirdin.
Çok zekiydin, ama tilkiden önce kurt var burda!..
Cehennem boş kalmış kardeş, bütün şeytanlar burda!..

Onun için ayrımı yoktu…
Çöpçü kılıklı, çingene tipli, tezgahtar, garson, herhangi biri…
Yeter ki çekiciliği olsun…
Dünyaya; çocuk gülmek, kadın aşık olmak için gelir, derler.
Aşk acısı çekmeyen kadın, henüz gerçek zevki tatmamıştır.
Çocuklar, ebeveynine aitken güvende hisseder…
Kadınlar, sadece bedenlerini başka birine teslim edince güven serumuyla dolarlar.
Erkekler, kadın peşinde koştukça coşarlar.
Boşalırken bir an duyumsadığı coşkunun bedelini, saatler süren bezginlikle öder.
Haddizatında çoğu erkek, kadından hoşlanmanın, bir erkeklik serumu olduğunu sanır.
Kocam, bu işin Peygamberi olsa başı arşa değeni, müzik yapsa sanatın Nirvana’sına erişeni olurdu…

Ama olsundu…
Beni deli gibi seven bir aptaldansa, çapkın ama zeki birine tapmak hoşuma gidiyor.
Çünkü sevilmekten önce sevmeye açlık duyuyorum.
İmkansız olduğunu bildiğim halde seni seviyorum.
Çünkü aşık olacağın kişiyi seçemiyorsun.
Karşılıksız sevmek zor… Seni sevmek daha zor aşkım…

Doktrin: “Aşka tamamen teslim olana dek onun ne olduğunu asla bilemeyeceksin!” – Fools Rush In

 


 


21. BÖLÜM

15 Eylül 2019 Pazar

Telefonda bana,
“Asla bir yerde çalışamazsın, sen tembel tenekenin tekisin!” dedi.
Ona inat bugün Yeni Asır gazetesi aldım.
Eciş bücüş iş ilanlarını okudum.
Sonra internetten araştırdım.
Bir kariyer sitesine üye oldum.
Hatta aynı gün bir telefoncuda iş bile buldum.
Sahte Çin malı telefonlara imei kaydı yapan,
akşamları da dükkanın arkasında demlenen bir adamdı.
İşi bulmamla bırakmam aynı güne rastlar. 🙂
Kocamın tamamen haklı çıktığını söyleyemem, ama haksız da sayılmazdı…

CK’yı düşünüyorum da…
Herkesin sevdiği birisi olmak zevkli olmalı.
İnsanlar ona bayılır tabii…
Müşterileri, çalışanları, şöhreti var; benim neyim var ki?..
Bir işim yok.
Sevdiğimi de kaybettim.
Bir sokak köpeğinden ne farkım kaldı ki…

Doktrin: “Akşamları kendini bir sokak köpeği kadar yorgun hissediyorsan, tüm gün hırladığın içindir.” – Aldous Huxley

 


 


22. BÖLÜM

17 Eylül 2019 Salı

Akşamüstü evin balkonunda protokolümüzü imzaladık.
Sağ kolum titrek, uyuşuk, suni ve bana ait değil gibiydi.
Diablo bir öğretmen gibi beni sürekli geliştiriyor.
Director gelmeden bir saat önce kolumun altına serum bağladım.
Hava sıcaktı ama uzun kollu ile balkonda bekledim.
Bence Director bir şey anlamadı.
İnsanları kandırınca bazen manevi bir haz duyuyorum.
Annem ve kardeşim biliyor, babamınsa haberi yok.

Güzel bir söz var:
“Vergi sanatı, kazdan en az gürültüyle en çok tüyü yolmaktan ibarettir.”
Ben de çocuklarımın geleceğinin parasını alıyorum.
Belki de hayatın benden aldığını herkesten tahsil etmeye çalışıyorum; hem de faiziyle…
Normalde ucuz şeylerle yetinenlerden onlar esirgenir,
memnuniyetsizin önüneyse dünyalar serilir.
Ben daha çok bu ikinci kamptayım.
Çünkü o golü de engellemek için şimdi yeni bir kale açtım.

Doktrin: “Taktik maktik yok artık, bam bam bam!” – Fatih Terim

 


 


23. BÖLÜM

18 Eylül 2019 Çarşamba

Boşanmadan malları benim üzerime geçirmek istemiyor.
Telefonda çok köşeli ve sivri konuştu.
O zaman tüm planlar altüst olur.
Diablo bana telefonda kızdı ve bağırdı.
Annemi aradım ama ulaşamadım.
Yavaş yavaş herkesin üzerindeki kontrolümü kaybediyorum.

*

Veli ve arkadaşı Melik beni, sahildeki bir restorana akşam yemeğine çağırdı.
Boğaz geceyi kabule hevesliydi.
Kızıl beyaz ışıklar suya dökülmüş mücevherler gibi yanıyordu.
Tatlı çimen yeşili yosunlar, rıhtımdaki taşları dövüyordu.

Rakılar geldi, titreyen sağ elimle terbiyemi kaybetmeden tek dikişte içtim.
Sonra masamıza Cem diye birisi dahil oldu ve hemen kaynaştık.
Çıkık elmacık kemikleriyle granit gibi sert hatlara sahipti.
Herkes bir şeyler anlatıyordu, pek dinleme havam yoktu.
İçinde Mezdeke havaları çalan bir ada vapuru akıntıda süzülerek geçti…
Yakut kırmızısı ışıkları avuç avuç denizi boyadı…

İkinci dubleden sonra anason kokusu burnumu yakmıyor.
Tonlarca dev pamuk Ay’ın çehresinden süzülüyor.
Keşke gökyüzünü bir çarşaf gibi yırtabilsem.
Bana bir erkek buldunuz demek…
Atı kıskandırmak için eşeğe binilmez ki.
Nereye gidersem gideyim, acısı, bir kara bulut gibi üzerimde dönüyor.
Kahretsin ki senden ayrıldığım zaman seni daha çok özlüyorum p*ç!..
Ağlamaya başlıyorum. Veli ve Melik başıma üşüşüyorlar.
Bu yapay ilgi hoşuma gidiyor, yalnız olmadığımı hissediyorum.
– Neden ağlıyorsun?.. diyor Melik.
– Kocasını özlemiş… diyor Veli.
Melik tespiti patlatıyor:
– Yahu bu adam da öğrenci evindeki makarna gibi ha!
Hem herkes nefret ediyor, hem de kimse vazgeçemiyor. 🙂

Arka masalarda rüzgarla salınan bir pencere kırılıyor.
Herkes sese yöneldi, o anda kendimi yere bırakıverdim.
Birazcık numaradan bi beis çıkmaz canım.
Asla bulamayacağım bir şeyi yerde arıyor gibiydim.
Kalkıp mekandan ayrılmaya karar verdim.
Veli ayakta bana sarıldı:
– Sana ağlaman için uzatılan mendillerle halay çekiceksin diyorum gör bak gör!”

Doktrin: “Bakakalırım giden geminin ardından; atamam kendimi denize, dünya güzel; serde erkeklik var, ağlayamam.” – Orhan Veli

 


 


24. BÖLÜM

19 Eylül 2019 Perşembe

Ağlamalarım sonuç verdi ve bugün tapuda buluştuk.
Ona yaklaşamadım, sanki çevresinde bir hale, görünmez bir kalkan vardı, beni duvara doğru iten…
Onu yıllardır tanıyorum, ama kim olduğunu bilmiyorum.

Gişedeki adam, evi çocukların üzerine yapmanın zorluklarından bahsetti.
Çünkü 18 yaşında değillerdi… Ne yapmak isterdik?
Şu soru, CK’nın zihninden bir şimşek gibi geçti.
Tereddüt etmeden kimliklerimizi uzattı ve evin 2/3’si benim üzerime geçti.
Evi alırken burada orijinal imzamı atmayı ihmal etmedim.

Dışarı çıktık ve beni kafamdan öptü.
Ona sarıldım ve yanaklarından koklayarak Judas Öpücüğü bıraktım.
Havari Judas, İsa’yı öperek Romalıların onu tanımasını sağlar.
Son Akşam Yemeği (Supper) sonrası verilen bu öpücüğe, “ihanet öpücüğü” denir.
Koskoca peygamber, 30 altın için harcanmıştır.

Aracın satışı için Director ile notere geçtik.
Director’ün adresi, noter sistemine geç düşünce panikledim.
Noterdeki kadının sigaralı, zalim sesinden korktum.
Dolandırdığımı anlayacaklar diye ödüm koptu.

Doktrin: “İşin sırrı, kimsenin bilmediği bir şeyi bilmektir.” – Aristotle Onasiss

 


 


25. BÖLÜM

20 Eylül 2019 Cuma

Bir yıllık nafakayı peşin olarak banka hesabıma yatırdı.
Ekranda rakamları görünce moral katsayım zirve yaptı.
Hakkım olan miktarı en az on defa hesapladım.
Bütün nafakayı toplarken kafam yazarkasaya döndü.
Diablo’nun 60 bin lirasını ivedi gönderdim.

*

Öğleden sonra kardeşimin kuaför salonuna geçtim.
İşe yeni bir kız başlayacaktı.
İsmi Olga, sarışın bir Rus.
Kendi cinsimden memnun olsam da güzel bir kadın bedeni beni hep cezbetmiştir.
Dükkana girdim ki ne göreyim!..
İşe aldıkları çocuk transeksüelmiş.
Ona ne demeliyim? Kız mı, çocuk mu?..
Trans birey deyince kızmıyorlar mıymış?
Ama, Alsancak Bornova Sokağı’nda “trans birey” diye bağırsam kıçıma falçatayı yerim.
Dükkanda Veli ile konuştuk.
Açıkçası o da şaşkındı:
“Bizi kandırdı abla, kıza Olga dediler, çocuk Tolga çıktı!”

Doktrin: “Bazen gerçeğe inanmak güç olduğunda, yalanlar gerekli şeylerdir.” – Alara

 


 


26. BÖLÜM

22 Eylül 2019 Pazar

Taşınma günü
Evdeki tüm eşyaları istedim.
Bezgin bir tevekkülle boyun eğdi.
Bunları elde etmek çok zordu.
Artık istediğim her şeye sahibim.
Peki neden mutlu değilim.
Çünkü para, çoğu zaman daha fazlasına mal olur.
Belki mutlu olmak tüm bunlardan da maliyetlidir.

*

Akşam eve geldiğimde hayatımın şokunu yaşadım.
Kapımızın önünde bir sürü kadın-erkek ayakkabısı…
Kapı açıktı ve mutfak, bir perde ile salondan ayrılmıştı.
Çocukları bulamadım, anneme koştum…
Birden dizlerime kapanmasın mı!..
Gözleri kan çanağı, “Anne ne oldu?”
“Baban öldü Kızım!..”
Sözler kulağımı yırtarak yankılandı.
Annem büyüdü, oda küçüldü.
Görüntüler bulanıklaşırken filmin son sahnesi perdelendi.
Ölüme yaklaşan oyuncuydum ve çember çizen kamera ağır çekimle bana pan yapıyordu.
Bağırsam sesim çıkmaz, lal oldum, ahraz oldum.
Uzuvlarım beni dinlemiyor beynim; komutları algılamıyor.

Tavandan bir kapak açılıp yağmur suları odaya dolmaya başlıyor.
Ev havuz gibi dolunca iri gözlü balıklar yüzümü yalıyor.
Her an kahroluyorum, damarlarımda siyah petrol dolaşıyor.
Arkadan,
– Gençliğinin baharındaydı, daha 100 bile yoğudu, 98’inde gitti… demesinler mi…
Annem:
“Ulan alık! Benim babam öldü, seninkisi değil!..

Doktrin: “Ölümün tadı, dilimin ucunda. Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum.” – Wolfgang Amadeus Mozart

 


 


27. BÖLÜM

25 Eylül 2019 Çarşamba

Boşanma günü…
Erkenden yollara düşüp enayi gibi adliyeye demir atmış.
Gitmedim, ama telefonlarını açmazlık da etmedim.
Aradığında sesi cızırtılı ve ürkütücüydü.
Bir mangal dolusu ateş yutup ispirtoya üfler gibiydi.

Onu sevdiğimden söz ettim, barışma ihtimalimiz var mıydı?..
Söylediklerim yalan değildi, ancak gerçeğin %10’unu oluşturuyordu.
Hayatında hiç yalan söylememiş, ahlaksızlık yapmamış kimse yoktur.
Bir erkeğe tutkuyla bağlanmamış tek bir kadın yoktur.

O her şeyi vermiş, fakat nikahını benden kurtaramamıştı.
Şimdi yeni davalarla daha fazla mal koparabilirdik.
Belki bu operasyon zararımı kompanse ederdi.
Birkaç defa adliyeye çağırdı, ama sonra sustu.
Kızdırdığınız kişi sessiz kalıyorsa, bu, size cevap verilmediği anlamına gelmez!

Tüm umudunu yitiren, tüm korkusunu da yitirmiştir.
Beni ne hallere soktun ulan!
Ben, bir insanı mutlu etmek için başka dünyalardan gelmiş biriyim.
Beni hak etmeye çalışsaydın ya be adam!

Diablo, “Günümüzün para birimi dikkat!” derken sanırım haklıydı.
Bütün oyunlarımız karşı tarafı meraklandırdı ve bize kaplama bir derinlik cilası verdi.
CK, ayrılmaya çok hevesliydi, biz de bu olayı bir kaldıraç olarak kullandık.
Ünlü yarış pilotu Andretti güzel söylemiş:
“Her şey kontrol altındaysa yeterince hızlı değilsindir.”
Hata, hata yapmaktan değil, yaptığın hatayı gizleyememekten oluşur.
Kurnazlık denilen kutsal sanat, sana minnettarım.
Senin sayende görünmez olup, düşmanın kaderini elimizde tutuyoruz.
Bu hamlemizle CK’nın tabutuna son çiviyi de böylece çakmış oluyoruz.

Doktrin: “Sizin ‘cehennem’ dediğiniz yere o ‘evim’ der.” – Rambo II – Albay Trautman, Rambo için söylemiştir.

 


 


28. BÖLÜM

26 Eylül 2019 Perşembe

Bugün Veli’nin yanına uğradım.
Biraz sarılıp dertleştik, benle hemhal oldu, diğerkam oldu.
Kardeşim kadınları iyi tanıyor, belki de mesleğinin bir cilvesi.
Her erkeğin içinde küçük bir çocuk saklanır, bununki kız çocuğu gibi…
Bir de dedikodu paylaştı:
Veli ile Melik’in ortaklıkta araları açılmış.
Melik sakal tıraşında kullanmak için bir makine istemiş.
Veli de çükünü tıraş ettiği makineyi Melik’e vermiş.
Hey Allah’ım ya… Bu ayrıntıyı duymak zorunda mıydım?

Simsiyah, parlak, uzun ve çarpıcı saçlarım vardı.
Koltuğa oturdum ve Veli’ye,
– Kes ulan!.. dedim.
– Abla… dedi, yapma… Resmen yalvardı…
O kadar kısa kestirdim ki, mahallede delilerin saçını bile daha uzun bırakırlar.
Sonra yan koltuğa güzel bir kadın geldi.
Saçları belinden aşağıdaydı.
Sadece bakım istediğini söyledi.
Ona hasetle baktım, öyle içim gitti ki…
Gölde, bacağını timsaha kaptırmış ceylanın uzaktaki çimenleri canının çekmesi gibi…

Doktrin: “Saçını kestiren bir kadın, hayatını değiştirmek üzeredir.” – Coco Chanel

 


 


29. BÖLÜM

27 Eylül 2019 Cuma

CK bana hakaret davaları açmaya başladı.
Postacı bir sürü evrak getirdi, annem postacıya, burada böyle biri yaşamıyor, dedi.

*

Hayat, bir ömürde tamamıyla anlamak için çok kısa.
Ben onu terk etmedim aslında, yalnızca bu işin peşini bırakmasını istedim.
Ahlaki meseleleri bir heykeltıraş inceliğinde yontma konusunda eşsiz bir isim.
Ama sadece, nalıncı keseri gibi talaşları kendi önüne çekerek.

Bazen, seni unutmaya ömrümün yetmeyeceğini düşünüyorum.
Seni istiyordum, yerine kıymetli mallar aldım.
Gerçekte istediğimle aldığım şey farklıydı.
Onunsa gerçekte istediğiyle elde ettiği şey aynıydı.
Benden kurtulmak zaten elde ettiğiydi.
Sadece henüz boşanamamıştı, bu da isteyip yapamadığı şeydi.
Bu süre zarfında onu ikna etmem asli görevimdi,
bense onu kızdırmaktan başka bir şey yapamamıştım.
Telefonda birbirimize söylenecek tatlı sözler tükenmiş,
geriyeyse hiçbir şey anlatmayan bol keseden çirkinlik kalmıştı.

*

Öğlen eve geldim…
Üst üste konmuş iki peluş oyuncak…
Demek kızım oyuncaklarıyla oynamış.
Buzdolabının yanına çekilmiş bir sandalye…
Sakladığım çikolatalar yürütülmüş.
Masanın üstünde mercimek çorbalı kirli tabak.
Demek kızım karnını doyurmuş…
Halıda unutulmuş nemli, buruşuk bir peçete…
Demek bebeğim ağlamış!
Benim de bu oyuncaklara ihtiyacım var.
Çikolataları poşetinden çıkarmam lazım.
Sevgilim diye ayıcıklara sarılarak, çikolataları yiyerek,
bir sigara yakıp hüngür hüngür ağlayacağım!

Doktrin: “Sen bir hayal, hastalığımın doğurduğu bir kabussun.
Ama seni nasıl yok edeceğim bilmiyorum.” – Dostoyevski

 


 


30. BÖLÜM

30 Eylül 2019 Pazartesi

Director, sitenin önüne gelerek onun çarşaflarını istedi.
“Sizi bir daha evimin önünde görürsem polise başvururum!” mesajım gecikmedi.
Onları sana neden vereyim lanet herif?..
Sonra her gece neye sarılıp ağlayarak uyurum…

Siyah kapüşonlusu ve sakallı suratıyla kızgın suratlı bir adam.
Telefon ekranında fotoğrafı o kadar yakınlaştırdım ki yüzünün her kıvrımı dudağıma yapıştı.
Ama her karesini, her anını, minik çukurları, sakal diplerini, parlak diş çatlaklarını.
Bu akşam fotoğrafın resmen canlanıp konuştu benimle.

Ancak öyle ya da böyle fark etmez!..
Bu işte ben, mazerete inanmam.
İyi bir aşık dediğin şikayet edip durmaz;
gerekirse gidip sevdiğinin ayaklarına kapanır!
Gurur, onur bunlar safsata, sonuçta kader gayrete aşıktır…

Kaybedip kazanmak kumarbazın umurunda mı ki; o aldığı zevke bakar.
Günün sonunda tüm servetini sefahati uğruna feda eder.
Kaybetmek dert değil; bu aşkta ben de kumar oynamak istiyordum.
Çünkü bir şeyin yarımı, hiç olmamasından iyidir…

Ölmek ya da onu sevmek iki zor seçenekti.
Benim umudum ölme fikriydi.
Aslında çoktan intiharı denerdim.
Yaşama tutunmamı sağlayan hep bu ikinci seçenekti.
Yoksa bu saplantıların yakıcı duygusuna asla tahammül edemezdim.
Tüm umutlarını kaybetmek özgürlüktü.
Daha hızlı ölmenin bin farklı yolu varken, ben onu sevmeyi seçmiştim…

Doktrin: “Yaşanacak renkli hayatlar var;
neşeyle sürülecek bisikletler var; tadına varılacak güneş batışları var.” – Cesare Pavese

 


 


31. BÖLÜM

03 Ekim 2019 Perşembe

Bunalımlı bir uykudan ruh gibi uyandım.
Dün gece bir rüya gördüm, ama şimdi o rüyayı unuttum…
Diablo ile öğleden sonra ofisinde buluştuk.
Birkaç gün önce mahkemeye sunduğumuz 40 sayfalık dilekçeyi önüme attı.
Şöyle bir göz gezdirdim:
Gerçekler salatalığı, saçma sapan iddialarla limonlanmıştı.
Yoğun reklamların arasından zor bela izlenen dizileri andırıyordu.
İşte o an kafama dank etti! İlk kez, dilekçeyi okumadığımı fark ettim.
Yalan eklentileri gösterdiğimde…

– Bunlar benim penceremden görünenler… dedi.
Bana güven, bunları okuyunca sarımsak tutulmuş vampir gibi donacaklar!.. dedi.
CK, pasaportuna el konmuş Rus escort gibi ağlaşıyordur… dedi.
Güldüm, ama donan gülüşüm, dudaklarımı bıçakla kesiyordu.
Müdahale yapamadım ve suratımı duvara döndürdüm.
Sanki beyin ölümüm gerçekleşmiş, cihazlara bağlı yaşıyordum.
Yüzme bilmiyordum ve onu kurtaramazdım; başımı çevirmem ise,
hiç değilse boğuluşunu görmemek içindi…

CK’yı araması için telefonumu uzattım.
Diablo ile onu korkutmak istedim.
Ama o aramaya pek yanaşmadı:
“Güce tapmaz, kimliği var, kariyeri var.” dedi.
Adam, kişi olarak bir yılan kadar kaygandı.
Bense hipnotize olmuş, Diablo’nun direktiflerini emir telakki ediyordum.

*

Bundan böyle aşkımız paylaşılan değerlere değil, çıplak güce dayanacaktı.
Görünmeyen bir elin gösterdiğim çabayı haklı çıkaracağına, alkışlayacağına inanıyordum.
Aslında yaptığım her şey ondan bir takdir beklentisiydi.
Yanağımdan usulca öpülmesi, ince parmakların saçlarımı okşaması her şeyi çözebilirdi…
Asla yapmadı; salt sevgim de hiçbir işe yaramadı…
Belki de artık uyanma vaktim geldi!..

Doktrin: “Bir kez uyandın mı sonsuza dek uyanık kalırsın!” – Friedrich Nietzsche

 


 


32. BÖLÜM

15 Ekim 2019 Salı

Onunla ilk defa, sıcak bir yaz akşamı İnciraltı’nda tanışmıştık.
Sahilde bize gülümseyen, kermeste boncuk satan kadınları geride bıraktık.
Onunla konuşmak çok rahattı. Hemen bir bağ kuracağınız biriyle tanışmak zordur.
Beni yakından inceliyor, ama benim de onu incelediğimi unutuyordu.
Çok soru soruyor ve beni tanımaya çalışıyordu.
Bu harikaydı, çünkü erkekler bizi nadiren dinlerler;
ve bu genellikle sadece seksten önce olur.

Hayatımdaki en güzel yürüyüşleri, onun kollarının altındayken yaptım.
Sonra, o yollardan çok geçtim, fakat aynı tadı vermedi.
Onunla yıkıntılar arasında yürümeyi,
rengarenk ışıklı sokaklardan ünlülerle geçmeye tercih ederdim.
Seçimleriniz acı dolu ve katıysa, bilin ki başınız ciddi manada belada demektir.
Bir de acının katmerli olduğunu düşünün, öldünüz demek ki.
Onu hala sevdiğimi sanıyordum, aslında var olduğunu sandığım birini seviyordum.

İşte bugün beni tamamen özgür bırakmıştı.
Çünkü onun esiriydim…
Biliyorum bir kızıyor, bir seviyorum ama,
hiç belli değil, bugün över, yarın döverim ama,
ne bilirsin bugün söver, yarın severim ama,
aşığım işte oro*pu çocuğu, aşık!
Daha önce senle hiç ayrılmamıştık…
Acıdan kıvranırken nasıl mantıklı olabilirim ki esmer p*ç!

Doktrin: “Acı, verdiği dersi bitirdiğinde seni terk edecek.” – Bruce Lee

 


 


33. BÖLÜM

18 Ekim 2019 Cuma

Hayatıma birdenbire renk geldi.
Son bir haftam hep dolu geçiyor.
Ona, iki tane sahtecilik davası, bir tane de mobbing davası açtım.
Mobbing iddialarına dayanarak koruma kararı almak için hakim karşısına çıktım.
Mahkeme salonu adeta zalim bir arenaydı.
Daha girmeden heyecanı yılan gibi bedenimi sardı.
Neyse ki düşündüğümden kolaydı, hakim suratıma bile bakmadı.

*

Evdeki herkes uykuda, gecenin üçünde koridorda turladım.
Kapıda bir süre loş ışıkta durup Haziran ve Asya’ya baktım.
Bana ait bedenler, nüfuz edilemez biçimde sere serpe yatıyorlardı.
Sonra küçüğü hareketsiz gibi geldi, suratı mordu ve ayakları biçimsizce burulmuştu.
Çok korktum ve ışığı açtım. Suratımı yüzüne yanaştırdım ve kokladım.
Neyse ki gözleri hareket etti ve nefesi seyrüsefer halindeydi.
Göz kırpma ve ritmik solunum çok güçlü bir yaşam göstergesidir.

Aslında bu çocuklar sayesinde onun bedenini evime taşımıştım, seviyordum.
Ondan çocuğum olmasaydı, kahrolup peşini bırakmayacağımı da biliyordum.

Doktrin: “Çok az şey karşılığında böylesine yüce bir sevgiye layık olmak ne büyük şans!” – Fransa Kraliçesi Marie Antoinette için, halkı tarafından söylenmiştir.

 


 


34. BÖLÜM

30 Ekim 2019 Çarşamba

Bugün Fatmagül’ü aradım ve buluşma teklif ettim.
Biraz nazlanarak kabul etti.
Bostanlı’da bir sahil kahvesinde buluştuk.
Gökyüzünü kapatan bulutların, ne yağmura ne güneşe fırsat tanıdıkları gri bir gündü.
İç karartan, hüzün pompalayan, hazin bir öğleden sonraydı.

Dar bir kot giymişti, göbeği açık tişörtü deri montla örtmüştü.
Yüzündeki koyu makyajla, doğuda bir okulun sıva-badanası yapılırdı.
Grup seksler, video çekimleri, işkence aletleri, pornografik öğeler…
Nietzsche bizi dinlese, genelevde kaptığı hastalığı unuturdu.
Van Gogh bunları duysa, öteki kulağını da keserdi.

Cebinden bir anahtar çıkardı ve “İstersen seni o eve götürürüm!” dedi.
İşte o an, aslında iki dakika önceki mutsuz anımın ne kadar da kıymetli olduğunu anladım.
Gözyaşlarım çağlayanlar gibi boşaldı…
Bunları duyunca, şimdiye dek dondurucuda yaşadığımı da yeni kavradım.
Fatmagül’ün kocamla yaptıklarını duyunca ben, doğmamış bebek kadar masumdum.
Dün kocamı özleyip hazin şekilde ona yaklaşmış,
bugünse aramızı yaran derin uçurumla iç dünyamdan uzaklaşmıştım.
Fatmagül yüzüme baktı ve,
– Aslında kötü biri değildi… dedi.
Gözlerimden bedenime giren güneş ışınları, içimde dolaşırken kararıyordu.
Ona nefretle baktım ve,
– Ama bu özellikler de iyi insanlarda görülen özellikler değil… dedim.
Ani reaksiyonumdaki elektrik yüksekliğini sonraki günlerde düşündüm.
Tepkim, ona olan nefretim değildi, kocama olan şefkatimdi.
Onu övmesini çok kıskanmıştım, beni delirten bu unsurdu.

Kocamın, bu huyu yüzünden psikolog kapılarını aşındırdığı yalan değildi.
Fakat, bir davranışı tetikleyen psikolojik faktörler, o davranışı ahlaki açıdan muteber kılmazdı.
Bencillik ve mütevazılık, bir madalyonun iki yüzüydü; ve bu da bir egoydu…
Birden çok kadına sahip oluyorsa, her birine verdiği sevgi yüzdesi azalacaktı.
Bu, o insanları alçaltan, yerden yere vuran bir bakış açısıydı.
Tabii, abazanlık başka şey, çapkınlık başka…
Ama bunlar, genelde aynı kesişme kümesinde birleşirler.

Aniden kalktım ve ona sarılıp masadan ayrıldım.
Yanaklarımız iki mermer blok gibi havada çarpıştı.
Hayatımın en yaralı döneminde enfeksiyon kapmıştım.
Terk edilmiş kentte, dev bir sahra hastanesinde hekimsiz kalmıştım.
Fatmagül’ü dinlemek istemediğimi fark ettim.
Doğruların keskin kenarları kötü, yalanların yumuşak kalçaları masumdu.

Doktrin: “Söylenecekler her şey çoktan söylendi, ancak kimse dinlemediği için yeniden söylenmeli.” – Andre Gide

 


 


35. BÖLÜM

01 Kasım 2019 Cuma

Bugün, kafamı dağıtmak için annemle pazara çıktık.
Kaotik kokularla karmaşık insan selinin arasından yüzdük.
Van peyniri almak için bir tezgaha yanaştık.
Sarışın, yeşil gözlü, iri kıyım peynirci çocuk bana, sanki biraz fazla baktı.
Üzerimdeki bakışlar, terbiye süresinden biraz fazlaydı.
Üç saniye kuralını bilirsiniz:
Tanımadığın karşı cins, iki saniyeden fazla bakıyorsa gözlerini kaçır!
Geçmişten kodlarına işlemiş, genomlarının bu hissine kulak ver,
hayvansal içgüdüyle kaç kurtul; tehlike görünce sürüye sığın…

Elde edilmemiz zor olmalı ve girdiğin günaha değmeli…
Yeni birisini hayatına alman, seni yeni bir hayata başlatmaz.
Neyse, anneciğim otlu Van peyniri olmadan asla kahvaltı yapamaz!
Sonuçta annem de Vanlı ve lakabı da Number Van. 🙂

Günlerdir evdeki tek konumuz CK…
Domates seçerken öyle, bıçakla peynir keserken, poşetle salça tartarken…
Pazarda yine başka sohbet etmediğimizi fark ettim.
Bu arada annemin diğer lakabı da Van Gölü Canavarı.

Sonra bir çay bahçesine oturduk.
Annem bana orada bir sır verdi:
Seneler önce felçli ve yaşlı anneanneme bakıyormuş.
Bir gün kendisi işteyken, annesi de evde yalnız başına kızının gelmesini bekliyor.
Artık son günleri olduğunu hisseden annem o gün eve geç gitmek istemiş.
Dışarıda gezmiş, yağmurlu sokakları arşınlamış durmuş…
İstiyormuş ki ölsün artık! Bugüne kadar çektikleri yetermiş.
Annesinin üzülmesini istemiyormuş.
O gün eve çok geç gitmiş, ta gece yarısı…
Anahtarı sokmuş ki bir de ne görsün, kadın yatakta tek başına yatıyor.
Ona sarılırken içine keskin bir acı saplanmış.
Soğuk suratını gömdüğü o kirli yatağını görünce öyle pişman olmuş ki…
Aslında ölmesini istemediğini fark edince artık çok geçmiş…

Doktrin: “Bazen tek bir hikaye, o insanı ölümsüz yapabilir.” – Honore de Balzac

 


 


36. BÖLÜM

16 Kasım 2019 Cumartesi

Yeni evimizde, Haziran’ın doğum gününü kutluyorduk.
Oyun ablaları, kutu kutu pense oyununda çocuklarıma eşlik ediyordu.
Minik, çıplak ayaklarını ahşaplara her basışlarında onlarla gurur duyuyordum.
Sonra kapı çaldı ve bir görevli, mor ve siyah renkli kocaman bir kremalı kek getirdi.
Haziran, babasının gönderdiği pastayı görünce çıldırdı!..
Günlerdir çocuklara yarenlik ediyor, yerde eşek olup sırtıma bindiriyordum.
Onlarla aynı yatakta yatıyor, masallarla uykuya daldırıyordum.
Bu adam kilometrelerce öteden, bir pasta ile kalplerini çalıyordu.
Vay gönülçelen vay… Fena halde dilim tutuldu, lal oldum.

Sonra dayanamadım ve Whatsapp’tan görüntülü aradım.
Onun karşısına geçince akıllarını oynattılar.
İkisi de büyülenmiş gibi ekrana ulaşma yarışına girdi.
Onun yarattığı ruhsal bir çekicilik var, ona hayır demek zordur, bilirim.
Ama, benim hayran olup aşık olduğum adamla, karşımdaki insan aynı değildi.
Ona layık olmak için her şeyi yapmaya razıydım, oysa hiçbir şey yapmamı istemiyordu.
Sanki göğsümde oturan ağır biri vardı.
Şimdi ayrılmış ve düşman olmuştuk.

Telefonu tam kapatırken ekranda kendimi göstermek istedim.
Asıl amacım, sesini duyduğum adamın, o güzel suratını az da olsa görmekti.
Oysa içimi olduğu gibi okumuş, herhangi bir göz temasından kaçınmıştı.
Yoksa karşımdakini kendime hayran mı etmek istiyordum?
Onu her gördüğümde daha da güzelleşmiş buluyordum.
Bazen onun dışında tüm insanlar kum tanelerinden farksız geliyordu.
Tanrı, ona bahşettiği vasıflarda kuşkusuz cimri davranmadı.
Benden, çocuklara iyi bakmamı isteyerek görüşmeyi bitirdi.
Son derece kibar bir şekilde konuşuyordu, aslında her söylediği bir emirdi.
Üzerime geldiğinde ben hep ürktüm, peşinden koştuğumda ise o hep kaçtı.

Doktrin: “Bir şeyin sana ait olduğunu anlamak için onu özgür bırak Mathilda!” – Leon

 


 


37. BÖLÜM

21 Kasım 2019 Perşembe

Çocukları, annemle birlikte Anıtkabir’e götürüp gezdirdik.
Ankara soğuğu hepimizi dondururken, olumsuzluklar başımızdan eksilmiyordu.
Annem gezi boyunca, üç aydır parasını alamadığı bir müşterisiyle tartıştı.
Ama hayat, iyi niyetli profesörlerin ders verdiği keyifli bir sınıf değildi.
Çok hoyrat ve nobran konuştu, adam laf dinlemiyordu.
Anlayacağınız tam bir küfretsen günah, s*ksen zina durumu.
Verimli geçen bir gün oldu, bugün de boşa küfretmedik. 🙂

Sonra parasını alması için müşterisini Diablo’ya şikayet etti.
Bu adamdan Allah razı olsun, son günlerde her işimize koşuyor.

Doktrin: ” Tilki de tavşanın çığlığını duyunca koşarak gelirmiş, ama yardıma değil!” – Türkiye

 


 


38. BÖLÜM

27 Kasım 2019 Çarşamba

Bugün, eski komşumuz Nefaset Teyze’yle biraz dertleştik.
CK’yı sordum, hala o fareli evden taşınmamış.
Ağzından bir söz duymak, bir haber kırıntısı almak için lafı uzattım.
Soğuk ve kısa konuştu; dikkat, CK ile iletişimde olabilirler!

Bugün, eski evden buraya getirdiğim koltuk takımlarına baktım.
Onun, bazen diyagonal şekilde yattığı gözümün önüne geliyor.
Elini çenesine koyup kitap okumasını, bana bakmayışını bile özledim.
Bir keresinde ona,
“Seni özlüyorum, neden diğer odalara kaçıyorsun?” dediğimde,
kitabını da alıp salona gelmiş ve,
“O zaman burada okuyayım, sen de biraz beni izle!” demişti.
Her gün yapacak bir komiklik buluyordu, içinde sonsuz bir yaşama sevinci vardı.
Sempatikti; her zaman neşeli görünmeye bayılıyordu ve tam bir komedyendi.

Doktrin: “- İstersen komik olabilirim. Dalgın, zeki, batıl inançlı ve cesur olabilirim.
Sen sadece bana ne istediğini söyle, senin için olurum.
– Aptalsın.
– Evet, onu da olabilirim.” – Not Defteri

 


 


39. BÖLÜM

04 Aralık 2019 Çarşamba

Çevremizde kimler varmış bir bakalım…

Annem
Yalnız kalmak isteyen birinin evlenmesi gerekir, derdi.
Kendi evliliğinde yüzü gülmemiş, boşanmamın en büyük sermayedarı olmuştu.
Pratik zekalıydı ve gelecek kaygısı taşırdı, ama hiçbir şeye sahip olamadı.
Kıymetler, ancak kanaatkar insanlarda çalışan bir makinenin dişlileri gibiydi.
Onun gibi her şeyi fütursuzca arzulayanlar içinse “natıştake na tıştak” idi!
Anlamı ise Kürtçe tabii ki: Hiçbir şeyin hiçbir şeyi… 🙂

Babam
Annem ne denli tutumlu ve pratik zekalıysa, babam da bir o kadar saf ve savurgandı.
Bu dünyaya ait değilmiş gibi, gerçeklerle ilgisi olmayan bir adamdı.
Sürekli at yarışlarına giderdi ve yenilen atlara, sucuk olsunlar diye intizar ederdi.
Maç sonunda biletleri konfeti yapıp havaya savurur, bazen de sinirinden yerdi.
Ben, her zaman kendimi babama daha yakın hissettim.
Her şeyden çok beni sevdiğini davranışlarıyla hep gösterdi.
Yansızca düşündüğümde bu, çocukluğuma ait en büyük mutluluktu.
Bu temel öyle güçlü bina edilmişti ki, tüm hayatımın yoluna girmesini sağladı.

Kardeşim
Bir gün evde saç saça kavgamızda,
burnumu kırdığında, hayatımda gördüğüm en edilgen insanın,
ne denli dominant olduğunu öğrenmiştim.
Çalışmak denen eylem, bu adamdan sonra icat edildi..
Yıllarca çırpınıp koşsa da hep aynı yerinde saymıştır.
Koşu bandında ileri gitmeye çalışan bir sporcu gibi…
Bohem insanların ömrü vakit kazanmakla geçer.
O da kendi kendine çelme takarak yaşıyordu.
İyi olmadığı konular hariç her şeyde iyiydi. 🙂
Olayların lehine dönmesi için de yapmayacağı manipülasyon yoktu.
Fakirliği reddeden asi yapısı, çok geçmeden onu paranın peşine taktı.
Fakat Veli, para yüklü trenden, vaktinden çok evvel, henüz ilk durakta inmişti.

Kocam
Bizim gerçek aşk ilişkimiz, araya giren kadınlarla azaldı;
sonunda da geriye sefil ve sakil bir çıkar koridoru kaldı.
Erkeklerin, kadınları tavlama ihtiyacı, binlerce yıl onları çaresizliğe düşürdü.
Onun hareketlerini kestirmek güçtü.
Bir keresinde bana:
“Bazen ben bile sonraki hamlemi bilemiyorum.” demişti.
Her şeyi yangın kulesinin tepesinden izleyen otoritesi vardı.
Bütün bu faktörler bir araya gelince,
mükemmel fırtınanın elemanları oluşmuş olur ve bütün dengeler altüst edilir.
Filmlerde, patlamayan bombayı kimse hatırlamaz.
Yakında ne bombalar patlatıyorum, beni izlemeye devam edin…

Benim talihsizliğim, teki dahi bir yaşamı karartacak bu dörtlünün,
tümünün birden hayatımda olmasıydı…
Geçmişinden kuşku duymak için her nedene sahip bir ailenin ferdi olan ben,
geleceğe cesaretle bakmak için hiçbir şeye sahip değildim!
Görüyor musun, senin yazdıklarını ben de yazabiliyorum, hatta daha iyilerini…
Yoksa henüz yeterince iyi değil miyim?..

Doktrin: “Sana ’ben iyiyim’ dersem, kendimi övdüğümü söyleyeceksin; ama iyi değilim’ dersem de yalan söylediğimi bileceksin.” – Bruce Lee

 


 


40. BÖLÜM

05 Aralık 2019 Perşembe

Avukatı arayıp yaptıklarımızın adil olmadığını söylemiş.
Söylesene CK, senin yerinde ben bulunsaydım, bana merhamet eder miydin?
Ne kadar değişirsen değiş, yine de yaptıklarının bedelini ödemen gerekir.

Evet, bu yaptıklarım yasalara aykırı ve ben suçlu olabilirim.
Ancak, eğer dünyada adalet olsaydı, sen de hapiste olabilirdin!
Peki, sen neden herkese zarar veriyorsun?
Niye karşına çıkan her şeyi kendi ellerinle mahvediyorsun?

Telefonumda isminin yanındaki kalp simgesini hala kaldırmamıştım.
Çünkü senin hala düşündüğüm kişi olmanı istiyordum.

Diablo, barışmamız için aramış ve CK adama kafa tutmuş.
Sen işimizi zorlaştır, aferin oğlum, aferin…
Ne kadar b*ktan bir durumda olsan da kendine düşman edinmeyi başarıyorsun.
CK kısacık bir mesaj atmış: Asla!
Acaba mesajda bir ayrılık teminatı mı gizliydi?
Yazdığın o bir kelime, beynimin derinliklerine gizlediğim gerçeği gün yüzüne çıkardı.
Gömüldüğü dalgalardan kafasını çıkarınca sahili gören denizci gibi yorgundum…

Bunlara yanıt beklemiyorum, konuşmak da istemiyorum.
İnsanlara; tek güvenilir oldukları için güvenmezsin,
yaslanacak başka bir şeyin olmadığı için de güvenirsin.
Benim hatam, güvenilir birini sevmek yerine, sevdiğimi güvenilir kılmaya çalışmaktı.
Onu değiştirmeyi denedim, denemedim mi?..
Bu eylemler, masanın bandına çarpan bilardo topu gibi geri tepmiş,
ve bu da yetmez gibi top da asla deliğe girmemişti.
Tarihin kendi işin yapmasını beklemek yerine, ona hamur gibi şekil vermek istedim.
Ama sen, renkli bir oyun hamuruymuşum gibi benimle oynadın,
ve hepsini karıştırıp karını zehirli bir renk topuna dönüştürdün!

Bir platoda, dağlara haykırıp yankı almamak mümkün mü?
Karşımdaki dağ o ise, bu mucizevi bir şekilde mümkün…
Belki de hata bendeydi, onu elimde tutmayı beceremedim.
Bilemiyorum… Neyin ters gittiğini bilmiyorum… Tanrım, keşke geri gelebilse…

Doktrin: “Gözlerimi kapatınca karşımdasın, açınca yine karşımdasın; sen beni bir gün ya öldüreceksin, ya da çok mutlu edeceksin.” – Anonim

 


 


41. BÖLÜM
16 Aralık 2019 Pazartesi

Veli bu öğlen, kalbi ağzında bir heyecanla beni aradı.
Toyota Yaris ile seyrederken kaza yapmış.
Yeşildere yolunda bir birisi bizimkine arkadan çapıp kaçmış.
Fazla bir hasar yokmuş, peki ama kim yaptırmış olabilir?
Acaba düşmanlarımızdan biri mi!..
Veli’nin eski patronu Cemal Bey olabilir mi? Yoksa CK mıydı?

CK onu dolandırdığımızı anlamıştı.
CK bizi takip ediyordu.
CK için biz bir meseleydik.
Birdenbire tüm evrenim CK olmuştu.
CK kabus misali, bir karabasan gibi üzerime çökmüştü.

İki kişi aynı şeyi yaparsa aynı şey olmaz, derler.
Aynı taktikleri üstünde kullanamazdık, bir rezerv vardı.
CK kafamızı tavuk başı gibi koparacaktı.
Uzun süren savaşların sonunu sadece ölenler görmemiş miydi!..

Doktrin: “Oyun karmaşıklaştıkça rakip de karmaşıklaşır.” – Revolver

 


 


42. BÖLÜM
19 Aralık 2019 Perşembe

Evde kös kös oturuyordum, dayanacak hiçbir şeyim yoktu.
Bazıları kapana kısıldıklarını düşünür ve bunun kader olduğunu söylerler.
Ama bazıları da sonuna kadar devam ederler.
Tüm hayatım işgal edilmişti ve ben,
küllerimden doğmak için kadere atılacak doğru tekmeyi arıyordum.
Kocamla beraber olmam benimle ilgiliydi, onunla değil.
Onunla çok mutluydum, ama o benimle değil!
Kötü biri değildi, belki kötü şeyler yapmış iyi biriydi.
Öl bari de nerde yattığını bileyim be adam!
Birden vehme kapıldım, bedenimi gama-kedere boğdum.
Gözlerimden akan yaşlar hız kazandı.
Annem birdenbire odaya girdiğinde gözlerim nemliydi.

– Kalk artık Allah cezanı versin, kalk! Evi de matem yerine dönderdin…
Sana en başından söyledim, beni dinleseydin bunlar başına gelmezdi.
– Zaten seni dinledim diye bunlar başıma geldi…
– !?.
– Anne sen hiç aşık oldun mu?
– Aşk mı? Aşk nedir? İki sevişirsin biter! Önemli olan mantıktır.
– Peki mantık nedir anne?..
– Ananın *mıdır!..

Doktrin: “Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür; hayal gücü ise her yere.” – Albert Einstein

 


 


43. BÖLÜM

19 Aralık 2019 Perşembe

Bugün Diablo ile Ece Hanım’ın görüşme günüydü.
Öncesinde telefonda kısa bir hasbihal ettik. Diablo,
– Bence köşeye sıkıştılar. CK, kuyruğunun kovalayan bir köpek gibi kendi etrafında dönmeye başladı… dedi.
– Peki şimdi ne olacak?.. dedim.
– Davanın nabzını düşürmeden okyanusta yüzmeye devam…
Bu konuda derinliği olan latince bir söz vardır:
– Cedant Arma Togae!
“Ya s*kicem latincesini, bunun Türkçe’si yok mu be!” dedim içimden.
– Silahlar yerlerini cübbelere bıraksın!
Bu baş önümüzde eğilecek ve düşecektir… dedi.

Düşünceliydim…
Siyah kömür saçlı, kadife ceylan gözlü bir genç kızı kandırmak.
Benim çocuklarıma hak ettikleri değeri göstermemek.
Aylarca içtiğim zehirli haplardan sonra, şimdi aynı reçetesiz ilaçları ona da içirecektim.
Beni ihya eden öç alma duygusuyla boyut atladım, esrime yaşadım.
Bu neredeyse şiirsel bir heyecandı…

Akşam Diablo’dan telefon geldi. Görüşme tam iki saat sürmüş.
Diablo, “Tüm kartlarımızı sürdük, şimdi cevaplarını bekliyoruz.” dedi.
Avukatımız, 1 milyon 400 bin lira istemiş, bir hafta içinde verilmezse 2 milyon liraya çıkacak borcunuz demiş.
Dinsizin hakkından imansız gelir!
Heyt be adam, sana her şey helal olsun.
Aslan! Sahiden de mafya olmak sana çok yakışıyor…

Doktrin: “Hiç sahip olmadığınız bir şey istiyorsanız, hiç yapmadığınız şeyleri yapmak zorunda kalacaksınız!” – Coco Chanel

 


 


44. BÖLÜM

20 Aralık 2019 Cuma

Onu bir başkası da seviyor ve acı çekiyor.
Ne bir adım öne geçecek enerjim var, ne geri duracak sabrım.
Hepimiz için çok zor bir durum, herkes seni mutlu etmek için doğmuş gibi.
Ampul ışığından uzaklaşamayan sinekler gibi yörüngenden çıkamıyoruz.

CK ile aşk sorunu, günün sonunda kendi örsü üzerinde parçalandı.
Bazen haklıydı, ama bu haklılığı gölgeleyen bariz emareler mevcuttu.
Sonsuza dek tek yönlü iyilik bekliyor değildik.
Fakat, bir harekette başlangıçtaki hızı tutmak, en az onu yaratmak kadar mühimdir.

Senin üstümüzdeki etkinin başka savaş sahalarını da anlatabilirdim,
ancak emin olmadığım alanlara girer ve arsenal miktarını kurgulamak zorunda kalırdım.
Söz konusu, sabit güçlerimle erişemeyeceğim müphem mıntıkalardı.
Neden hala sana bu denli kızgınım?..
Ne dersin belki de nefret, başarısızlığa uğramış bir sevgidir…

Ölümlü bir dünyada elbette mutlu son beklemiyordum.
Belki de hayatıma enjekte edilmiş yabancı bir insandın.
Ben rengarenk çiçekler gibiydim, sense bana sadece siyahı sundun.
Fakat vantablack siyah, tüm renkleri emip içine hapsedebilirdi.

Doktrin: “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu; birinciliği beyaza verdiler.” – Özdemir Asaf

 


 


45. BÖLÜM

25 Aralık 2019 Çarşamba

Bu sabah hastaneden gelen acı telefonla irkildim.
Babam iş yerinde kalp krizi geçirdiği için acile kaldırılmıştı.
Devlet hastanesine koştum ve onu hortumlarla bağlı görünce dondup kaldım.
Beyaz çarşaflar içinde babam,
sanki 5 bin yıl önceden mumyaya sarılmış bir Mısır kralını andırıyordu.
Gözlerimden aniden yaşlar boşandı.
Kimin acısı daha derindi…
Düğün ve cenazeler, bir de bayramlar küsleri barıştırır, derler.
Acaba babam ölse benimle barışır mıydı?
Ancak babam, bir gece müşahedede kalıp taburcu oldu.

*

Akşam çocuklarla Netflix’te film izlerken bir anda ekran karardı.
Sonra ‘şifre hatası’ aldık ve hesaba giremedik.
Çocuklar nasıl da üzüldüler. 🙁
Gelin geldiğim evden getirdiğim bir üyeliğe bile göz diken gaddar adam!
Ne bu şiddet bu celal, seni Allah’ın bana verdiği ceza seni!..

Doktrin: “Serkeş öküz, soluğu kasap dükkanında alırmış.” – Türkiye

 


 


46. BÖLÜM

25 Aralık 2019 Çarşamba

Ceo, bugün çocukları almak için apartmanın önüne geldi.
Tüm olayı anbean telefonumla kayda aldım.
Diablo’nun bana dediklerini emir telakki ediyorum.
Sonra onun da bizi çektiğini fark ettim.
Daha sonra videodan izleneceğimi bilmek canımı sıktı.

Çocukların, babalarına giderken sevinmesi bana dokundu.
Sanki delicesine bana ihanet ediliyormuş gibi geldi.
Günlerce onlara bakıp kol-kanat geren ben,
onlar ellerimin arasından kayarken bakmakla yetiniyordum.

Tehlikeli,
Ucuz,
Eskimeye açık…
Ve inanılırlıktan yoksun yalanlarla beni yeterince kandırdı.
İyi niyetimi bitmeyen bir hazine gibi kullandı.
Şimdi aynı sivri sıfatlarla beni ülser ediyordu.
Bu fena yılan, şimdi de çocuklarımı zehirliyordu.
Ama çıngıraklı yılan, kendi sesini duyamaz!..
Bugün de onunla yine uzaklardan konuştum…
Ama sözlerim sağır kulaklara hitap etmiyor sanmıştım…

Doktrin: “Yakınında olmadığım zamanlarda bile sandığın kadar uzağında değildim.” – Marc Levy

 


 


47. BÖLÜM

28 Aralık 2019 Cumartesi

Annem, Babam, Veli ve çocuklar bir tanıdığımızın düğününe gitmişti.
Meyra ile evde başbaşa kaldık.
Güzel bir çilingir sofrası kurduk ve Arapça şarkılarla balkona çöreklendik.
Rakı, buz, bakır ehlikeyf, haydari, sardalya, şakşuka, soğan ve köy ekmeği.
İki saate yakın sohbet ettik, birden ona çok içim acıdı.
Çünkü anlattıklarının çoğunu dinlemiyordum bile.
Aklım sürekli benimkindeydi.

Meyra, çocuğunun hastalığından bahsediyordu.
Kimi zaman da hayat pahalılığından.
Konular arasında korelasyon yoktu.
Ya da ben dinlemediğim için ucunu kaçırmıştım.
Üçüncü kadehlere geçmiştik ki birden ağlamaya başladı.
Sonra bana sarıldı ve duyamadığım ağlamalı viyaklamalar çıkardı.
İkimizin de dili dolanıyordu.
Kelimeleri cımbızlayıp kompleks paragraflar inşa edemiyordum.

– Sonra birden sana bir sır vermek istiyorum… dedi.
Kanım ciğerlerime doldu, nabzım 120 atmaya başladı.
– Buna dayanmaya gücün var mı?.. dedi.
Birden kendimi güçlü hissettim, çünkü heyecanımı güç sanıyordum…
– Evet Meyra… dedim. Sessiz durarak korkumu bastırmıştım.

– En başından beri annenle konuşan bendim… dedi.
Kocanın yaptıklarını tek tek annene ben yetiştirdim.
Annen de tüm bunları planladı ve sizi ayırdı!… diyerek anıra anıra haykırmaya başladı.
Gözlerim irileşti, kutuplarda derisi soyulan fok balığı gibi bir çığlık attım.
– Peki ama neden?.. dedim.
– Çünkü sizi kıskanıyordum… dedi ve dudaklarıma yapıştı…

Doktrin: “Tarçın, hem acıdır hem tatlı, tıpkı bütün kadınlar gibi.” – A Touch of Spice

 


 


48. BÖLÜM

31 Aralık 2019 Salı

Veli, vergi borcu nedeniyle son kuaförünü annemin adına açıyor.
Annem ve Veli, Musto ve Taro’nun işçilik davası için uzlaşma görüşmesine gidiyor.
Erto, CK’nın avukatı, Diablo para isteyince bizimkiler avukat götürmüyorlar.

Annem ve Veli akşam eve burunları solumaktan köpürerek geldiler.
Erto p*çi bizimkileri iyice kızdırmış.
170 bin lira Musto, 130 bin lira da Taro için istiyorlar.
Bizimkiler herkesle kavga etmişler.
Veli bir ara Erto’nun burnuna kafayı koyuyormuş.
Uzlaşmacı avukatla kavga etmişler.
Yolda neredeyse kaza yapıyorlarmış.

Annem,
– Bak gördün mü, ben ne dediysem çıktı.
Senin bu şerefsiz kocan, cebimizdeki üç kuruşa göz dikti.
Düşmanlarımızla bir olup bize avukat önünde eziyet ediyor… dedi.

Şeytan ve CK bir kez daha aynı eksende buluşmuştu.
Bir yandan annemin anlattıklarını dinleme rolü yapıyor,
öte yandan Meyra’nın akşamki Judas Öpücüğü‘nü düşünüp ıslanıyordum.

Annem devam etti,
– Lan şu ite bak hele, hem fakir hem s*ki büyük!..
Taşın hafifiyle kıç silerler, sana demiştim. Bak bu damat,
“S*kini at yapmış t*şaklarını da eyer, üzerimize de sürer ha sürer!”
– Of anne yeter artık ya yeter. Dört bir yandan etrafımı sardınız!.. diye bağırdım.
Her yanım kayıp, her yanım isyan!..
Kimseye güvenemeyecek miyim ben?..
Ben bu evi sevmiyorum ya, bu ev de beni sevmiyor biliyor musun?
Odalar bir garip, bazen bilmediğim sesler duyuyor, oda değiştiriyorum.
Eşyaları bıraktığım yerde bulamıyorum.
Kalbi durduğu için aldırdığım oğlum, eşyaların arkasından geceleri bana göz kırpıyor.
Günlerdir kocamı düşünüyor, ama bu evde yine kendi kendimle konuşuyorum!..

Doktrin: “Kendimle konuşurken bile onun hoşuna gitmeye çalışıyordum.” – Oğuz Atay

 


 


49. BÖLÜM

16 Ocak 2019 Perşembe

Diablo’nun tanıdığı polislerden aldığım bilgiye göre,
Bugün CK karakolda sahte imzalarla ilgili bir güzel sorguya çekildi.
Baskı ve otoriteden nefret eder. 🙂
Suratının aldığı o maymunsu ifadeyi merak ediyorum.
Tüm bunlara rağmen, sanki kanunlarla ve hayatla gizli bir kontrat yapmış gibi,
bazen öylesine rahat ve gamsız ki, ne yaparsa yapsın içeri tıkılamıyor…

O hapse girerse nafakamı sorduğumda Diablo,
– Hapse de girse, mezara da girse o nafaka yatacak!.. dedi.
Bu Diablo da iyice saçmaladı aq.
Mezara girerse taksitleri de öteki dünyadan gönderirler artık. 🙂

Doktrin: “Suçu açığa çıkarmak suç sayılıyorsa, suçlular tarafından yönetiliyorsunuzdur.” – Edward Snowden

 


 


50. BÖLÜM

18 Ocak 2020 Cumartesi

Bugün, bilmem kaçıncı defa onunla olan bir fotoğrafımıza baktım.
İkimizin de yüksek bir kayadan denize baktığı o kare…
Onunki; olağanüstü bir zihni, çelik bir irade ile birleştirmiş bir surattı.
Benimki; sevecen ve hayata gülümseyen bir ifadeye sahipti.
Bir fotoğrafın, geçmiş ve geleceğe dair böylesine çok konuştuğu nadiren görülmüştür.

Sonra çantasından gizlice hacıladığım defteri inceledim.
Bazı şifreli yazışmalara rastladım.
Kendi kendine çizdiği biçimsiz şekillerden oluşuyordu.
Sonra defterin arasından bir kağıt düştü.
İlginç bir aşk vaveylasıydı.

Aşk Mektubu
Bu, ilk çaresizliğim değildi ama son tahammülsüzlüğüm olacaktı.
İlişkimiz, hiç tutulmayan ölü sözler mezarlığına dönmüştü.

Cehennem boşalmış ve tüm ateş, tepeden tırnağa bedenimi yakıyordu.
Aşk ateşimi ona sunduğum adamsa kat kat buzdan yorganlar örtünüyordu.

O benim nadir hazinemken, ben koleksiyonunun basit parçasıydım.

Acılarım, aşk tarihindeki efsane kadınlardan yüceyken,
“Beni böylesi sevdiğini bilmiyordum!” demesiydi gücüme giden.

Seviyordum ama korkuyordum; seninle geleceğim var mıydı?
Saramago’nun Körlük’te söylediği gibi: Artık göremiyordum!
Fakat karanlığın bile ışıltılı ve göz kamaştırıcıydı!..

Sen orijinal tutkunu aşklarınla paylaşırken, bana kalan yan sanayi bir yedek parçan olmaktı.

Yoksunluk duyduğum baba sevgisini seninle doyurmak istemiştim.
Yanımdayken bu dünya, bana zarar veremez gibiydi.
Ama benim için bir gölgeden fazlası değildin.
“Ve bazıları; yokken bile fazlasıyla vardır,” der, Edip Cansever.

Sen, insanın hayatında öyle bir yer ediyorsun ki,
hem iyi hem kötü adamsın, bir filmdeki tüm rollere sahipsin.
Babamın ameliyatında benimle öylesine ilgilenmiştin ki, tüm bedenim hazdan uyuşmuştu.
Güç, güven, şefkat… Senden sonra her şey anlamsız geliyordu.
Aile müessesesi beni affetsin, bunu utanarak söylüyorum ama,
sırf sen benimle daha çok ilgilenesin diye,
o gece babamın ölmesi için sabaha kadar dua ettim!

Doktrin: “Kadını güzel yapan tanrı, sevimli yapan da şeytandır.” – Victor Hugo

 


 


51. BÖLÜM

23 Ocak 2020 Perşembe

Bugün kötü bir gün geçirdik.
CK, Veli’den ayrılan iki çalışanla bize haksız bir işçilik davası açmıştı.
Annem ve Veli ara bulucu ile görüşmeye gittiler.
Akşam eve geldiklerinde, ikisi de pimi çekilmiş bomba gibiydi.

– Bir insana dengesini kaybettirip sonra normal davranmasını bekleyemezsiniz… dedim.
Buz gibi bir hava esti… Babam bile şaşırmıştı…
Salon sanki, üniversitelilerin profesörlerine güldüğü şamatacı bir sınıfa dönüşmüştü.
Duymayı bekledikleri sözler bunlar değildi.
Ama ben de, bunları söyleyecek psikolojiye sahip değildim.
Onlara göre ben güçlüydüm ve bunu atlatırdım, ama güçlü olmayı kendim seçmemiştim.

Annem, gözlerinde büyüteç varmışçasına bana baktı.
O, acıma duygusu yerine, buz gibi bir gerçeklikle doluydu.
Sonra da çıldırmış gibi açtı ağzını, yumdu gözünü…
Bazıları ilk kez duyduğum küfürlerdi, repertuvarım genişledi.

Bir yandan dinler gibi yapıyordum, bir yandan arkada işlemci çalışıyordu.
Onu unutmam gerektiğini bir türlü unutamıyordum…
Kafam, ortasına bomba düşmüş bir pazar yeri gibiydi…
Hayata bir saatliğine onun merceğinden bakmak için her şeyimi verirdim.
Kardeşim Veli sözü aldı:
– Alara, sana bilgelik kattığını düşündüğün şu durgun, mutsuz ifadenden bi kurtul artık!..

Doktrin: “Kendi kurtuluşunuz, kendinizi gerçekleştirememenin sarhoşluğundan ayılmakla mümkün.” – Anonim

 


 


52. BÖLÜM

06 Şubat 2020 Perşembe

Akşam, derin düşüncelerle akvaryumu seyre dalmışken ben,
Veli, zevküsefa içinde birden salona giriş yaptı.
Resmen havalara uçuyordu, benim gibi hayatı ıskalamıyordu o!
Sonra eski kocamı düşledim:
O geldiğinde de hep böyle olurdu.
Sanki eve beş kişi birden gelmiş gibi etrafa sıcacık bir canlılık saçardı.

Veli:
– Yeni bir kızla tanıştım Abla!.. dedi.
Bana nadiren “abla” derdi. İsmimi kullanmak ilk tercihiydi.
– Çok güzel bir kız ve babası fabrikatör.
– Fabrikatör olduğunu ne biliyorsun?
– Benimle buluşurken indiği arabayı gördüm. Beyaz bir Rolys Royce…
Ve plakası da o ünlü fabrikanın harflerinden mütevellitti.

– Gündüz Diablo’ya CK’yı arattırdım. Toyota Yaris’in yedek anahtarını istedim.
Çünkü o arabayı arkadaşımın Bmw 1’iyle takas etmek istiyorum.
Böylece kız beni biraz daha zengin görür ve evlenebiliriz.

Be *mına koyduğum!.. dedim içimden, önce bi aç karnımızı doyursak.
Benim kafam çarşamba çanağı gibi, herifin derdine bak.
Benim çektiğim acıyı nasıl anlayabilirdi ki…
Acıyı duyabiliyorsan, canlısın; başkasının acısını duyabiliyorsan, insan değil misin?

Akvaryumdaki renkli balıkları inceliyordum.
Bir türlü aklımdan çıkmıyordu; onu gereğinden fazla düşündüğümü fark ettim.
Keşke şu balıkların yerinde olsaydım, belki acımın zehrini suya akıtırdım.
Her zehir, çözümü için panzehire ihtiyaç duyar, belki benim panzehirim de CK’ydı!..
En duygusal anlarımdan birindeydim…
Keşke aldattığını hiç öğrenmeseydim ve onu kaybetmek zorunda kalmasaydım.
Ne diyebilirdim ki, sevdiğim adam etrafımdaki herkesi tek tek becermişti.
Oysa şimdi resmen sakatladı beni, çünkü sevme yeteneğimi kaybetmiştim!
Peki gerçek neydi:
Gerçek inanılmaz olana inanmak mıydı? Yoksa gerçeği çarpıtıp inanmamak mıydı?..
Gerçek delirmek üzere olduğum anlarda tek dayanağım olan yalanlar mıydı?..

Doktrin: “Gerçek, siz ona inanmaktan vazgeçtiğinizde değişmeyen tek şeydir. Ve delirmek, gerçekliğe verilecek en güzel cevaptır. Ben bu dünyayı değiştiremeyeceğimi biliyordum; bu yüzden başka dünyalara gittim.” – Philip Kindred Dick

 


 


53. BÖLÜM

07 Şubat 2020 Cuma

Bu sabah uyanınca içim kıpır kıpırdı, herkesi kucaklayacak enerjiye sahiptim.
Parlak güneş ışığı, mobilyaları gül kurusu rengine boyamıştı.
İçimde bir omuzla duvarları yıkacak kudret vardı.
Aşk mektubunun ekran görüntüsünü Diablo’ya Whatsapp’tan yolladım.
Sıkı bir trafik yapıp, CK’nın sevgililerini bulmaya çalışacaktı.

Bugün Veli ve ben çocukları hayvanat bahçesine götürdük.
Bana da “minik fare’m” derdi.
Her yerde gezerken gözüm fareleri aradı.
Sadece hamsterlar ve Guinea Pig’lerin olduğu bir arena vardı.
Çocuklar mirketlere bayıldılar, tipleri çok sevimliydi.
Gerçekten çocuklar, evde olduklarından daha mutlu görünüyorlardı…

Doktrin: “Yalnızca çocuklar ve gerçek gezginler her yerde kendilerini evde hissederler.” – George Bernard Shaw

 


 


54. BÖLÜM

10 Şubat 2020 Pazartesi

Bugün ilk kez yoga dersleri vermeye başladım.
Uzaktan online yaptığım derste bir kadın öğrencim vardı.
Arada dersten birkaç güzel kare fotoğraf aldım.
Resim programıyla kızı erkeğe çevirdim.
Sonra Whatsapp’tan story attım ve o görene dek bekledim.
Gördü, on saniye sonra ekranda “yazıyor…” göründü…
Ancak akşama kadar bekledim ve yazdıysa da bir şey göndermedi…

İlişkimiz, hastalıklı bir seremoniye dönüşmüştü.
Canım acıdıkça, ben de onun canını yakacak yeni yöntemler geliştiriyordum.
Onun da vicdan azabı çekmesi hoşuma giderdi.
Normal şartlarda yapmazdım, ama şartlar normal değildi.

Eski kocamın bana yaptığı en büyük eleştiri tembellik olmuştur.
Onu hak etmiyordum, ama dünya da haksızlıklarla doluydu…
Aslında ondan daha çalışkandım, ama bilirsiniz işte:
Erkeğin kadınına bakmak için harcadığı çaba…
Böyle anlarda sen kendini, dünyanın en dişi, en harika yaratığı gibi hissedersin…
Ve tüm kusurlarına rağmen birisi tarafından karşılıksız sevilmenin huzurudur bu.

Doktrin: “Kadın kendini güçsüz olana bir idol, güçlü olana bir eşya gibi sunar.” – Cesare Pavese

 


 


55. BÖLÜM

11 Şubat 2020 Salı

Benimki bloğunda Sosyopat diye bir yazı yazmış.
Övmüş övmüş de bitirememiş.
Sözde onu yazması için en büyük katkıyı ona ben sağlamışım.
Benim yaptıklarıma ve yapacaklarıma da en büyük katkıyı kendisi yapıyor.
Gurur duy eserinle gurur!..

Mutlu olmak nedir ki; ben sırf mutsuz olmamakla yetinmişim.
Fakat ateşkes ve barış farklı şeylerdi…
Bana geri dönmesi tek beklentim, onun ise özgürlüğü en büyük hazinesiydi.
Ve sen bir şeye inanıyorsun diye, o doğru olmuyordu.
Gerçekten benim ailem ve tembelliğim, ayrılığa giden yolun taşlarını döşemiş midir?
Geri dönmek, benim Anka Kuşu gibi yeniden doğuşum olamaz mıydı?

Doktrin: “Öykülerde yolunu kaybetmiş gezgin şövalyeler gibi kavşaklarda tereddüt ediyorduk… Sağa gidersen atın ölecek, sen kurtulacaksın; sola gidersen atın kurtulacak, sen öleceksin; öne doğru gidersen herkes seni terkedecek; Geriye dönmek… ki o da imkansız!” – Aleksandr Herzen

 


 


56. BÖLÜM

13 Şubat 2020 Perşembe

Çekişmeli Boşanma Davası İlk Duruşma
Ece Hanım dava vekili, Erto da müşahit olarak duruşmaya katılıyorlar.
Ben, Annem, Diablo ve halam ile mahkemeye çıkıyoruz.
Gözlerim benimkini arıyor, fakat bu mahkemeye de gelmemeyi tercih ediyor.
Saat: 10.15

Hakim sert ve kudretliydi. Bu muamele ve tutum, içimde umut ışığı doğurdu.
CK’nın mahkemede olması gereken yerde kocaman bir boşluk vardı.

Annem, kocam hakkında aklına gelen her şeyi söyledi.
Sanki ağzı bir namlu, kelimeleri de mermiler gibiydi.
Damadım karısına, zaman zaman insanı sarsacak kadar zalim davran­mıştır, dedi.
Ara sıra gözleriyle destek almak için bana ve halama göz atıyordu.

Erto sürekli kapıya doğru bakıyor ve saatini kontrol ediyordu.
Mahkemede kapı kapalıydı ve yerli yerinde duruyordu, ama sanki her an açılabilirdi.
Fakat insanlar, sanki her an o gelecekmiş gibi bakınıyorlardı.
Herkes böyle davrandığı için, CK’nın gerçekten salonda olmasına eşdeğer bir etki doğuyordu!
Ben bu korkuyla arkasından fazla sert konuşamadım;
ve söylemem gereken kompleks paragraflarım kraker gibi ufalanıverdi.

Annem tekrar söz istedi, ilginç bir şekilde kocamın cömertliğinden söz etti.
Diablo’dan başka kendisine pas veren olmayınca, belli ki o da bu koroya katılmıştı.
Ama gene de ceza alması gerektiğini söyledi.
Bariz, kendi içinde medcezirler yaşıyordu.
Sonra sessizce yerine oturdu ve başını masaya doğru eğdi.
Biz böyle davranınca hakimin de dehşet uyandıran zalim pençesi zaman içinde gevşedi.

Doktrin: “Gece başladığında Fouquet dünyanın zirvesindeydi; sona erdiğindeyse en dibe batmıştı.” – Voltaire, 1694 – 1778

 


 


57. BÖLÜM

14 Şubat 2020 Cuma

Bugün Kızlarağası Hanı’na tek başıma ziyarete gittim.
Eskiden onunla el ele burada gezer, antika fincanlara bakardık.
Tozlu eşyalar, ölmüş birinin eşyaları değildi sanki, hayat doluydular.
Onların tadını, kokusunu ve ruhuma nakşettiği etkiyi seviyordum.

Sonra bir handa Türk kahvesi içtim, kaderimi döndürsün diye bir sigara yaktım.
Oturup sigara dumanının yükselirken çizdiği kuru kafayı seyrettim.
Kendimi iyiden iyiye bir keder bulutunun içinde hissettim…
Aklım fikrim hep onda olduğundan zihnim bir türlü “şu an”a konsantre olamadı.
Ve çevremdeki curcunadan, şu renkli hayattan da bir b*k anlamadım.

Falcı kadını çağırdım, terliklerini sürüyerek yanıma geldi.
Fincanı aldı ve bilgiç bilgiç bakmaya başladı.
Bugün oynadığı roller, yıllar önce ona dağıtılmıştı.
Belli ki ne söylese inanacaktım, çünkü inanmak istiyordum.
Bıcır bıcır ötüyor, güzel sözlerle yüreğime nakışları işliyordu.

Kadın, güneş ışığında olduğundan iri görünüyordu.
Günlerce yağan yağmurdan sonra kapağı açılmış baraj gibiydi.
Aşkımızın sürdüğünü, bana geri döneceğini söylüyordu.
Bu beni avutmuyor, aksine yaralarımı kanatıyordu.
Bunlar gerçekler değildi, sadece benim kayıtsız şartsız inanacaklarımdı.
– Zekisin, biliyorum; bu söylediklerine gerçekten inanmıyorsun.
Bence gerçekleri değil, duymak istediklerimi söylüyorsun… dedim.
Sadece suratıma heykel gibi baktı ve ayrıldı.
Konuşma benim açımdan teknik olarak son bulmuştu.

Doktrin: “Öyle bir an gelir ki bazı yolların dönüşü, bazı hataların özrü, bazı insanların anlamı olmaz.” – Ivan Turgenyev

 


 


58. BÖLÜM

20 Şubat 2020 Perşembe

Bugün mahkeme CK’nın mal varlığını sorguluyor!
Ardahan’da ölen babasından kalma beş dönüm araziden başka bir şey görünmüyor.
Annem, Diablo’ya bu arazilerin hepsine haciz koymamız gerektiğini bildirdi.
Diablo, miras dokunulmazlığından söz etti.

Doktrin: “Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et… İlkinin acısı bir an, diğerinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda yenilmen bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.” – Ant-Xsentius M.Ö. IX. yy.

 


 


59. BÖLÜM

07 Mart 2020 Cumartesi

Bugün Ceo, çocukları 14.00’te gelip aldı.
Ceo’ya açtım ağzımı yumdum gözümü. 🙂

– Çocuklarına babalık yapsın. Onlarla hiç ilgilenmiyor… dedikten sonra,
Abinle işimiz daha bitmedi. Bu mahkemeler bitince onu sürüm sürüm süründüreceğim.
10 sene bir sürü insanı s*kti. Kadınlık gururumu ayaklar altına aldı.
Elimde ona ait ses kayıtları var. Hepsini mahkemeye teslim ettim… dedim.

Ceo,
– Adam size ev verdi, araba verdi, nafaka verdi, daha ne yaps… diyemeden.
– Verdi, ama şimdi de geri alıyor!.. diye lafı yapıştırdım.
Kendimi çok olgun ve güçlü hissettim.

Doktrin: “Güç, yozlaştırır; mutlak güç, mutlaka yozlaştırır.” – İngiltere

 


 


60. BÖLÜM

12 Mart 2020 Perşembe

Sabah Diablo aradı, aşk mektubunu yazan kızın adresini verdi.
Emniyetteki iki adamına rüşvetle bu işi çözdüğünden söz etti.
Adres, Onur Mahallesi’nde, denize karşıdan bakan tuhaf bir villayı gösteriyordu.
Şehrin gettolarını çaprazdan tarıyor, diğer çaprazdan zengin muhitlerine göz kırpıyordu.
Cephenin dışında dökülen betonlar kirli griye çalarken,
bacanın is bıraktığı duvarlar boya kaldırmayacak denli pislenmişti.

Giriş kapısı yüksek ve görkemliydi; bir levhada latince yazılar kazılıydı.
Aslanlı tokmaktaki zile basarken ürkek ve mütereddittim.
Nasıl ki bir aileyi sadece aynı dna’ya sahip içindekiler anlarsa,
karşımdaki kadın benim hissetiklerimi anlayacak tek kişiydi.
Galiba düşmana, dosttan fazla bağlandığımız alaka noktası budur!
Heyecanlıydım, sonra o kayıp dna işte burada meydana çıktı.
Bu kadın, benimle aynı dna’ya, aynı duygudaşlık merhalesine haizdi.

Kapı açıldı ve tombul bir bahçıvan beni salona buyur etti.
Nohut yutmuş tırtıl gibiydi; çekiç kafalı bir adamdı ve yanakları sarkıktı.
Yeşile çalan elma gözleri, tedavüle yeni girmiş para gibi parlaktı.
Tozlu halının üstünde birkaç adım yürürken altımızdaki tahtalar çatırdıyordu.
Sofadan salona inen merdivenlere ayak uçlarımla basarken,
adamın, aheste hareketlerle bakışlarını kalçalarımda gezdirdiğini hissettim.
Çirkin bir kadın için iffetli olmak çok kolaydır, benim içinse zordu.
Eee ne demişler:
Çirkini kimse öpmemiş, kendini namuslu sanmış!..

Ve karşımdaydı… Aşk mektubunu yazan yaratık, bir insan.
Saçları altın sarısıydı, beline kadar uzundu.
Boyu benden biraz kısaydı, 30 yaşlarında ya var ya yoktu.
Bal damlaları iri gözlü, ipek yüzlü bir kızdı.

Düşmanım dahi olsa, benimle empati yapabilecek bir insan bulmamın umuduyla ona sarıldım.
Nefes alan, yaşayan, eski kocamı düşünen, düşleyen, azdıran, hem düşmanım, hem dostum bu kişiydi.
Çünkü onu benden fazla düşünmüş, belki annelerimiz gibi hayatını adamıştı.
Ondan nefret edebilirim, veya onu sevebilirim, hatta çıldırabilirdim bile…
Çünkü o benim bitanemi, benden daha çok hak etmiş olabilirdi.

Gri bluzu, parlak düğmeleri, siyah eteği…
Bedeninin, biçim ve hareket kazandırdığı cansız kumaş parçaları.
Gülümseyerek sıcak sıcak bana bakması ve kollarını açarak beni sarışı.
Oturmam için yer gösterdi ve yanmayan şöminenin başına kuruldu.
Şömine kapakları Allah’ına yan bakıyordu…

– Şimdi sana, Ak Sakallı Dede’nin eksik olduğu bir hikaye anlatacağım…
Filmdeki avukat bir kafede oturuyor.
Cinayetten önce, şoförü öldüren delikanlıyı tesadüfen bir kafede elinde urganla görür.
Sonradan, onun avukatı olarak atandığında aynı genç olduğunu fark eder ve donakalır.
Kahrolur! Cinayet öncesi o gün, onu yanıma çağırsaydım, derdini dinleseydim…
Belki de bu cinayet hiç işlenmeyecekti.” – A Short Film About Killing

– Sahilevleri’ndeki o kafede, 5 numaralı masada onunla hiç karşılaşmasaydım…
O gün akrabamızın düğününden yalnızlığımı özlediğim için kaçmıştım.
Keşke kaçmasaydım… Belki şu anda başka birisi olabilirdim.
Onunla hiç tanışmayabilirdim…
Fakat onu ilk gördüğüm anda bile sevmiştim.
Onunla tanışmasa idim ne kadar mı eksik olurdum?
Ne kadar eksik kaldığımı bilmeyecek kadar!..

Durmadan konuşuyor, bana pek fırsat tanımıyordu.
Eliyle işaret yaptı ve ne istediğini anlamadım.
Merakla çevreye bakan kocaman parlak gözleri vardı.
Devam etti…

– Onun yanında olmak, sevdiğin şehirde olmak gibiydi.
Onun yüzüne bakarken hep içimden ağlamak geliyordu.
Beş sene önce, filmlere konu olacak bir ilişki yaşadık… dedi.

Bunca yıl sonra, onu aynı şiddetle sevmeye kaldığı yerden devam edebiliyordu…

– Birbirimizin hiçbir şeyiydik, ve kısa zamanda her şeyi de olamayacaktık.
Yani ötesi yanlış olmazdı, ama doğru da değildi.
Hemen evlenip yuva kurmayı hayal etmedim ya… dedi.

– Onu hala seviyorum… dedi.
Güldüm…
– Gerçekten… dedi.
Ağladım…

İlişkileri üç ay sürmüştü.
Oysa bunu öğrendikten sonra ağlamam altı ay sürecekti…
Masadaki mendilleri uzattı… Rengarenktiler…
Göz yaşlarım, tozlu zemine akmadan onları durdurdum.
Söylenene dek gözardı edilen,
ama duyulduktan sonra da asla kayıtsız kalamayacağınız bir şeydi.

Devam etti:
– Sizi öperken, kimi öldürmeye çalıştığını bilemezdiniz.
Onun da acı çektiği aşkları vardı,
ama özel hayatının mistik dokusunu asla bilemeyecektik.

– Bir gece, sırf onu birkaç saniye görebilmek için evinin önünde,
karanlıkta, saatlerce arabanın içinde bekledim… dedi.

Bir salgın hastalık gibi hayatımıza girmişti.
O ne kadar acı çektirirse, kendi acısı da o kadar hafifliyordu.
Hastalıklı bir sevgiydi, hipokondriyak gibiydi.
Aynı bahçıvan kahvelerimizi getirdi.
Antika fincanlarda, köpükleri kalın ve katmanlıydı.

Kız fincanı ağzına götürdü, daha kahve dudaklarını bile ıslatmadan indirdi.
– İnsanın yoldan çıkması bir adıma bakar, Alara hanım… dedi.
Hiçbir b*k anlamamıştım; sadece kahve damlasının tabağa akışını izledim.
Çatal ile kovaya su doldurmak gibiydi.
Hem elle tutulur bir şey öğrenememiş,
hem de öğrendiklerimden haklı bir sonuca varamamıştım.

– Benimle asla beraber olmadı. Hayatımıza bir sürü kızı aldık.
Aynı odada onlarla birlikte olurdu, bana sadece izleme hakkı verirdi.
Ben onun hayatında sadece yardımcı oyuncu, bir figürandan farksızdım.
Neden mi onunla birlikteydim? Onu mutlu etmek bende garip bir takıntıya dönüşmüştü.
Çünkü aldığım zevk, yalnızca onun gülücüğüne paraleldi.
Düşünsene, hayatıma biri giriyordu ve o güne dek değer verdiğim her şey anlamını yitiriyordu.
Saçlarımı çocuk sever gibi karıştırıp çıktı; ve hayatımı da..

Aniden odada elektrikler kesildi.
Karanlığa rağmen üzerime dikilen bakışları seziyordum.
Şömine, döşeme, koltuklar ve onun bana mesafesini kafamda haritalandırdım.
Bir cerrah titizliğiyle en ufak detayı bile hesapladım.
Birden ayağa kalktı ve odanın köşesindeki piyanoya seğirtti.
O ana dek piyanodan bihaberdim.
Piyanonun kapağını açıp bakınması, kaputu açan bir tamirciyi andırıyordu.
Sonra çalmaya başladı, saçma sapan bir melodiydi, belki de ben anlamıyordum.
Beş dakika sonra yanıma geldi, içtiğim kahveye bir madde atılmış olmasından kuşku duydum.

– Bir gün ona çok kızdım ve bağırdım… dedi.
Ben senin kapatman değilim!.. Belki metresinim…

Bu kadının da en az benim kadar acı çektiğini öğrenince çok zevk aldım…

– O elbette burada söylenenlerden çok daha fazlası ve özel bir insandı, değil mi?.. dedi.
Emin değildim; ama sanki biliyormuşum gibi dereden tepeden bir şeyler söyledim.
Hayatındaki tüm kadınları bildiğini söyledi…

– Ben onun arkadaşıydım, benimle seks yapmazdı, bir ceket gibi yanında taşırdı… dedi.
Ben, Fatmagül’den söz edince tanıdığını bildirdi.
Fatmagül ile üçümüzün seks kaydını ona izletmek için telefonda galeriyi gezerken…
Tam beklediğim gibi… Beni dinliyor görünüyor, ama kaydı tüm çıplaklığıyla görmek için atıyordu.

– Onun iri elleri tarafından sevilmek nasıl bir duyguydu acaba?.. dedi.
– Gerçekten sana hiç boşalmadı mı?.. dedim.
– Asla!.. O zaman ne değeri kalırdı ki?.. dedi. Kavuşamayınca efsane olurmuş aşklar!..
Vay amk… dedim içimden… Kadın benden makul çıkmıştı..
Onu sevmiştim, bağlanmıştım, lehimlenmiştim adeta…

Uzun süre sessiz kalındı. Beklemek, zevkten ızdıraba dönüşmüştü…
Bu sessizlikte aklımdaki soruları soramamak işkenceydi.
Saati sordum, zaman mefhumum kalmamıştı.
6 da birdi benim için, 12 de…

– İnsanın, yeryüzünde böyle mükemmel sevişmeler olduğunu hiç bilmemesi daha iyi… dedi.
– Ben onunla manevi olarak birlikte oldum ve maddi olarak olmam umurumda değil… dedi.
Hayranlıkla önünde eğilme hissi uyandıran üstün bir zevkin ürünüydü…
Kendisine bahşedilmiş güzellikten ve erkeklerin, böyle bir vücut için canlarını verebileceklerinden habersizdi.
– Birine dünyadaki en önemli şeyi söyleseydin ve sana inanmasaydı ne yapardın?.. dedi.
Gözlerine baktım ve gülümsemekle yetindim…
– Sana kimsenin görmediği bir şey göstermek istiyorum!.. dedi…
Doktrin: “Benim için film, babasının yatak odasını, anahtar deliğinden izleyen çocuğun yaşadığı gerilimi hissettirme sanatıdır.” – Bernardo Bertolucci