“Tüfekli teçhizatlı 25 km. koşardık. Arkadaşımı bir hafta sırtımda taşıdım, kaplumbağa yedim, çıngıraklı engereği sote yaptım. Bi keresinde çarşı iznine tankla çıktım, Aksaz’dan atladım Foça’ya kadar yüzdüm, denizaltıya mayın yapıştırdım. 37 gün uyumadığımız zamanlar oldu, dağda 45 gün aç kaldık, komando bıçağıyla ayı avladım. Komutanın kızı bana hastaydı. Pilot yolda bayıldı, F16’yı ben indirdim, tabur komutanı bana mareşallik teklif etti; düşüneyim dedim. Devre arkadaşımın paraşütü açılmadı, diklemesine süzülüp havada yakaladım, uçarak indik.” Y. Özdil.

Merak etmeyin. Ben böyle bir askerlik yaşamadım. Askerde çok bulaşık yıkadım. En gereksiz yerlerde garaj nöbeti tuttum. Kimi geceler, iki saatlik nöbette iki defa 31 çektim.

En yakın arkadaşlarım 31/3 Tertip Dostlarım:
Elizabet
Elenor
Eltın Jon
Emanuel idi….

Kimi zaman değişiklik olsun diye fantezi de yapıyordum. Örneğin ben sağlağım. Sonlarına doğru sol elimle yapmaya devam ediyordum. Sol elim acemi olduğundan bu durumda daha geç gelirsiniz. Dar alanda kısa paslaşmalar hesabı, askerin fantezisi de ancak bu kadar oluyordu.

Sonra defalarca bulaşıkhanede çalıştım. Bir kere içtimaya katılmayıp kamyonda uyuduğum için dayak yedim. Bir defa içtima alanında Yüzbaşı’nın konuşmasında güldüğüm için Teğmen’den uçan tekme yedim. Peki Yüzbaşı başka bir gün ne söylemişti:

“Tuvaletlerimiz 5. kez yine tıkandı. Ne oluyor da bu tuvaletler hep tıkanıyor merak ediyorduk. Bu sefer içinden çıkanları size de göstereceğiz.” dedi.

700 kişilik içtima alanı. Herkes yemyeşil giysili sap-s*k. Yoğun testosteron bulutu içinde etraf puslu. Hava sıcak, içtima alanı pudra gibi sarı toprak. Koğuş sorumlusu tombiki çağırdı . Çocuk bağırarak tekmil verdi:

“Ramazan ABAZAN Emret komutanım!”

Ardından kocaman siyah bir çöp poşetinin içinden eldivenle şunları çıkarıp Yüzbaşı’nın önüne koymaya başladı:

Bere
Tıraş bıçağı
Şafak kartı
Dergi sayfası
Mini radyo
Jöle kutusu kapağı
Cep telefonu kılıfı
Plastik sabunluk
Siyah ayakkabı boyası
Sabun

Kimsede çıt yok. Herkes esas duruşta pür dikkat kesilmiş dinliyor. Selçük Yüzbaşı gürledi:

“Yahu anladım sabunla 31 çektin, o heyecanla titrerken sabunluğu deliğe düşürdün de, ayakkabı boyasıyla tuvalette G*TÜNÜ MÜ BOYADIN BE ADAM!”

Herkes kikirdemeye başladı. Baktım Yüzbaşı da gülüyor. 🙂

Tüm taburda bir rahatlama, uzun süre elde sıkılan hortumdan havaya patlayan sular gibi kahkahalar yayıldı. Herkes komutanın minik bir tebessümünü bekliyormuş.

Askerler düşünmeye başladı:

Alaturka tuvalette bacaklar gergin, çömelmiş, kafa alttan arkaya uzanmış, bir el musluğa tutunurken, diğer elle de ayakkabı boyası süngeriyle g*tünü siyaha boyayan yirmili yaşlarda bir çocuk…

*

80/4 tertip olarak 23 Kasım 2000’de Sivas’ta acemi birliğime teslim oldum. Bir ay burada kaldıktan sonra 10 günlük dağıtım iznine ayrıldım. İznimin ardından, kalan 17 aylık askerliğimi yapmak üzere Ocak ayı başında Adana Seyhan Hava Savunma Topçu Taburu’na geçtim. Günlük, oradan itibaren yazılmıştır…

*

Şu anda 47 günlük askerim ve 47 gündür ilk kez not tutuyorum. Sivilde günlüğüm vardı, burada notlar olacak. Şu sıralar Montaigne “Denemeler”‘i okuyorum. Ben de arada bir küçük ‘denemeler’de bulunacağım, sonra sivilde okurum. Günlük; notlar, felsefe, mantık ve denemelerin karışımı sayfa sayfa akıyor…

Burada hep düşünüyoruz. Çok uzun, sivil çok uzak, mutluluk kısıtlı, stres aşırı, tekdüzelik boğucu. Ocak 2’de buradaydım ve telefon ettim. Şubat 1’de telefon edeceğim. Hem adapte olmalıyım, hem de kendimi hanım evladı yerine koymamalıyım. Güçlü olmalıyım, ama gerçekten çok zor. Sabır çok ağır. “253 Gün = 8 ay 13 gün” sonra izne gideceğim. E bu süre de uzun. 🙂

“Zaman mı bizim üstümüzden akıyor, yoksa biz mi zamanın içinden geçiyoruz?” 

Burada 1.5 yılın 18 ay olduğunu, 1 ayın 30 gün olduğunu, 1 günün 24 saat olduğunu, 1 saatin 60 dk olduğunu ve 1 dakikanın da 60 saniyeden oluştuğunu öğreniyorsun. Zaman, yine kendi içinde akıyor, biz zamanı hızlandıramıyor, önüne geçemiyoruz. O hep akacak ve özgürlüğü verecek. Ben, o gün geç kaldığı için ona kızacağımı düşünüyorum ama geçmiş elle tutulup-gözle görülmeyecek.

“Bizden önce geçmiş zamanları düşün, bizim için onlar yokmuş gibidir.” – Lucretius

sözü aklıma gelecek ve zamana kızmamı anlamsızlaştıracak.

07 Ocak 2001 Pazar 20:00 CK / ADANA

*

Şu anda tam 100 günlük askerim. Daha önce 50 günlük askerken günlük yazmıştım. Aradan 50 gün geçmiş… Dile kolay, ancak yorucu ve bunaltıcı. 50’nin katlarında günlük yazmayı düşünüyorum.

Artık askerliğe alıştım. Hissedilir bir rahatlık var üzerimde. Yalnız ilk 100 gün, hayatımın en zor ve en uzun 100 günüydü. Bir daha öyle bir 100 gün yaşamak istemem doğrusu.

Anılar, beni burada en çok etkileyen. Özlem ve hasret azalmayıp sürekli katlanarak artan; telefon ve mektup hepsi bu; hasreti öldürmeye yeter mi?

Güçlü olmak zorundasın. Kim seve seve gurbet çeker ki?

Ne olursa olsun askerlik sıkıcı, beklemeyi öğretmek ve ıslah etmek bizi amaç bu.

01 Mart 2001 Perşembe 19:38 CK / ADANAAkıyor akıyor akıyor, ama ne? Geçen günler bize tokat atıyor. Geçen bir güne, sanki üç gün ömür bitiyor.

Aslında hızlandı. Evet çok ciddiyim! Zaman eskisinden daha hızlı, mevsimler bize kızdı, aşk ise küstü. Süstü, herkesin elindeki şafak kartları (şafak karalanan minik takvimler) sorsan bini bir para, tartsan madara!…

Kolumuzda dönen bir saat kadranı var, durduğunu sandığımız. Ona zaman diye değil, yanlış gözle baktığımız.

Her şeye rağmen zaman hemen GE-ÇE-MEZ!

150 günlük askerim…

19 Nisan 2001 Perşembe 23:32 CK / ADANA

*

Şu anda 200 günlük askerim. Ne kadar çok, ne kadar uzun; tam 200 gün…

Kopmaya çalışıyorum, bir şeylerden uzaklaşmaya. Kendimi yalnızlığa bırakıyorum, korkuyorum. İyice kopmak amacım, yalnızca farklı olmak. Herkesten yükseklerde ve marjinalce takılmak istiyorum. Herkes bir şeyler satarak yaşar, ben de marjinalliğimi satıyorum. Bir demagog gibi, bir ukala gibi ve özgür bir insan gibi. İyice zirvede kendime yer edinmek istiyorum. Çizmeliyim çizgimi ve yürümeliyim. Kurmalıyım ortamımı ve takılmalıyım.

Acaba bir sorun olabilir mi? (Ananına mı olabilir.) Zirveye birdenbire çıkarsam dengemi kaybedebilir miyim? Yahut benden başkaları da varsa onlarla savaşmak zorunda kalabilir miyim? Bu kez zirveye çıkmanın güçlüğüne, bir de rakiplerle vereceğim savaşım eklenirse, bu beni yorabilir. Zaman ve moral kaybı olabilir. Fakat “Kolay kazanmak ödülü önemsizleştirir.” bu beni güldürüyor.

Burada o kadar sıkılıyorum ki, hayatımda hiç olmadığım ve belki de olamayacağım kadar…

Burada eziliyoruz, aşağılanıyoruz, içimize kapatılıyoruz, yalnız bırakılıyoruz, çekingenleştiriliyoruz… İşte bu yüzden, amaç edindiğim düşlerimi izine ayrıldığımda gerekleştireceğim. Özlediğim ukala hayata, yeni bakış açısıyla yine-yeniden döneceğim.

Eğer izinde bu strateji başarılı sonuç verirse, askerlik sonrasında da bu ideolojiden şaşmayacağım, yolumdan sapmayacağım. (Şaşma ki vatan gurtulsun.)

Zirveyi başkalarıyla da paylaşmak zorundasındır. Bir savaşım verirsin, zirveye tırmandıkça yalnız olmadığını görürsün. Böyle konuya dalıyorum ve denemelerime göre hayat felsefemin yeni rotasını çiziyorum.

Sen nasıl görürsen öyle: 

Otlar, böcekler, ağaçlar, otomobiller, insanlar, hayvanlar. Objektif gözlüklerini takarsan o gün her şey iyidir, herkes de öyle. Hayata olumsuz yaklaşırsan o da surat asacaktır sana. Çünkü hayat bir ayna.

Ben otlara beyaz diyorum, çünkü öyle görüyorum. Bakarsın aslında baktığını değil, gördüğünü görürsün.

8 Haziran 2001 Cuma 21:16 CK / ADANA

*

250 Günlük askerim. Yaptıkça bunalıyor insan, yaptıkça özlüyor.

Sıcaktan bunaldım artık, her yerimiz yapış yapış ter, ağdalı-ıslak, çok sıcak.

Daha yarıya bile gelemedim. Bu yaptığım kadarın daha fazlasını yapacağım ki, bitsin.

Kalan 300, sabır bana sabır.

Bıktım artık hiçbir şey yapasım bile yok be!

28 Temmuz 2001 Cumartesi 18:18 CK / ADANA

*

Kalan: 150 / Azalıyor be baba, az kaldı. Sürekli Volkan’la (Volkan Aydın) birlikteyiz. Nick: Vakko, amblemi VΛ. Bana, bilgisayarda chat’le ilgili bir sürü pratik bilgi öğretti. O gün onunla tartışıyoruz, konu ise DeJa vu:
İnsan hayatında bir olayın art arda yinelenmesi.

“Bir de Deja vu insanı kaosa sürükler, büyük bir paradoks ve psikolojik açıdan da kasan sıra dışı bir olaydır.” dedim.

Çok ilginçtir ki konu açılınca o da şöyle söyledi:
“Bir Deja vu olmasa da iki gün önce bir zaman donması yaşadım. Bir saniye de olsa zaman durdu.”

Ben de bunun olanaksız olduğunu söyledim:
1. Aynı dünyada yaşadığımıza göre Volkan bu olayı yaşarken o bir saniyeyi tüm dünyadaki insanların hissetmesi gerekirdi.

2. İlla da bunu yaşadım diye diretiyorsa, ki öyle, bunu da yalnızca kendisi hissettiyse, bu bir halüsinasyondan daha öteye gidemez. 

Bu ve bunun gibi olaylar üzerinde dikte ettirip irdeleyeceğimiz yorumlarımız olacak. Tartışmaya açık, esnek yapımız yeni konuların çözümünde bize ışık tutacak ve önayak olacaklardır.

9 Aralık 2001 Pazar 17:10 CK / ADANA

*

Kalan: 100 / İnanamıyoruz, 100’den düşüyoruz. 450 gündür bu anı bekledik. Üçlü rakamlardan, çift (ikili) rakamlara düşeceğimiz anı. Artık geri sayım başladı. 99-98-97… İlk amaç 81 ile başlayan plakaya düşmek. 81. ilimiz Düzce’den sonra ikinci amaç kodu 67 olan ilimiz Zonguldak… Çünkü o zaman abecesel ve orijinal plakaya geçiyoruz.

Günlerimizin azaldığını ve artık buradan gidebileceğimizi biliyoruz.

Yalnızca şafakla ilgili yazdım. (İyi halt ettin.) Fazla felsefe karalamak istemiyorum. S*ke s*ke bitiyor işte.

28 Ocak 2002 Pazartesi 22:22 CK / ADANA

*

Kalan: 50 / Artık iyiden iyiye yolun sonuna geldik. Geri sayım bu olsa gerek. Elbette sıkılıyorum. Azaldıkça çoğalan tek şey askerlik herhalde! Bitirip şu lanet olası yerden defolup gitmekten başka bir şey düşünemez oldum artık.

Unutkanlaştım. Artık eskisi gibi değilim. Geceleri uyuyamıyorum (60’dan beri.) orayı düşünmekten. Bırak da gideyim artık.

19 Mart 2002 Salı 13:13 CK / ADANA

*

08 Mayıs 2002 Çarşamba 04:40

Kalan:000 / “İnanamıyorum, hayır inanmak da istemiyorum” diyor Cina-i Şebeke ve bugün ben de onlara katılıyorum.

Bu hatıra defterinin arasında bir fotoğrafa rastladım. mk ve ben. Askere ilk gelirken terminalde çekilmiştik. O deklanşöre basıldığı tarihten bugüne dek 1.5 yıl geçmiş. Zaman bizi nasıl da büyüttü. 22 Kasım 2000’den 08 Mayıs 2002’ye… Çağ atladık be. Fotoğrafta arkada Sivas Otobüsü var. (Acemi Birliği Sivas-Piyade) Yarın yine o terminaldeyim. Fakat bir fark var. Adana’dan oraya gideceğim ve bir daha hiç dönmeyeceğim.

Son 10 gün çok zor geçti. Delirme derecesine geldim ve kayışı koparmamamın nedeni ‘doktrinler’dir. Şöyle düşündüm:

10 günün geçmediğine üzüleceğime 540 günün geçtiğine sevinelim.

“Gülün dikeni var diye üzüleceğimize, dikenin gülü var diye sevinelim.”

Zaten yarısı su dolu bir bardağa baktığımızda pozitif gözlüklerimizi takarsak “bardağın yarısı dolu, iyi” deriz. Ancak negatif gözlüklerle bakacak olursak “bardağın yarısı boş, bu boş bir bardak” deriz. Hayata bakış açımızda da aynı kural geçerli. Yaşam şartlarında da durum böyledir.

Ranzama yazmışım:
“Buradan çıktığımız gün doğum günümüz, güneş tutulsa bile aydınlıkta ölürüz.”

Kabus bitti mi artık? İnanamıyorum. Hayatımın en uzun 18 ayı bitti ha… Hala inanamıyorum. Bu günlüğü ilk yazdığımda 47 günlük askerdim. 47 dk. sonra istesem buradan giderim. “Zaman mı bizim üstümüzden akıyor, yoksa biz mi zamanın içinden geçiyoruz.” doktrini kulağımda fondan çalan mistik bir müzik gibi etki yapıyor ve ben GİDİYORUM!….

8 Mayıs 2002 Çarşamba 10:01 CK / ADANA => İZMİRDoktrin:Savaş, bir ulusun kaderi olmamalı. Kaderi değiştiremeyiz. O zaman yeniden yazarız.” -ck-