Canan:
Ahhh ahhh…
Onu size nasıl anlatabilirim bilmiyorum.

1,64 boylarında bir afet.
Kumral saçlarında sarı-siyah eşit dalgalar…
Tanrının bize kötü bir armağanı… Arının arkasındaki renkler gibi. Doğada tehlikenin sembolü. Tüm olay yeri bantları bu renktir.
Kahverengi gözlerinin çevresindeyse gri bir hare… Kimsede böyle göz görmedim.
Burnu minik bir üçgen. Öyle keskin ve belirgin ki, her köşesi eşit…
Parmakları incecik, kaygan mermer hamuru.
Zayıf dudaklarını ateş basınca hem kabarıyor, hem kalkıyor.
Göğüsler iri greyfurt büyüklüğünde…
Geniş omuzlar ve sert kavisle içerden kalçaya inen kaygan sırt.
Yuvarlak, dik basenli sıkı kalça…

*

Biraz kendimden bahsedeyim:
Nasıl başlayacağımı bilmiyorum ve tabii nasıl bitirebileceğimi de…

Ben akıllı bir kızım. Kadın kızım.
Zeki, güçlü ve aptal.
Uzun boylu, yavru köpek bakışlı, kirli sakallı, pembe dudaklı, mis kokulu, yakışıklı ve karizmatik bir erkeğe aşık oldum. Allah belamı verdi.
Ama konu bu değil…

En sevdiğim arkadaşım Rüya, en nefret ettiğim Hülya.
En güzel yaptığım yemek hazır çorba, en güzel yediğim yemek mantı.

Yazıp-çizen, okuyup-gezen ve çok bilen insanları severim.
Gamzeli kızlara ve çekik gözlü erkeklere bayılırım; bende yaşama sevinci uyandırırlar. Michael Jackson – Blood On The Dance Floor’un ardından İbrahim Tatlıses – Kavur Balıkları çalsa hiç bozulmam, aynen devam ederim…
Bebekleri öpemem, kirleneceklerinden korkarım.
İnsanlar beni kırdıklarında yorganın altında hüngür hüngür ağlarım.
Yemek yemeye bayılırım. Patlıcanlı yemekler tercihimdir efendim. Pırasayı hiç yemedim, merak da etmedim.
Kahvaltıyı sabah sevmem, vereceği mutluluğu da… Ama her öğünde kahvaltı yapabilirim. En sevdiğim içecek vişne suyu.
Sol elimle sağ elime oje süremem. Eyelinerı ince çekemem.
Biriyle buluşmaya giderken eyelinerım inceyse kuaföre uğramışımdır. Bu durumda ya onu çok önemsiyorum ya da onun beni önemsemesini istiyorumdur.
Uzun kollu altına şort giyebildiğim mevsimleri severim.
Saçlarımı nadiren toplarım. En sevdiğim mevsim yazdır. Denizi çok severim.
Halihazırda bir çocuğum olsaydı Deniz olurdu. Kızım olsun isterim, ama pipisi iri bir erkek çocuk hiç de fena olmaz. Kızımın adı Umay olsun, erkeğinki Ogeday.
Havuzda yüzmek güzel, köpek balığı tehlikesi yok.
Hastalandığımda ilaç içmem. İlaç içtiğimde hastalanırım.
Stresten kaşındığımda vücudumda morluklar oluşur.

Korku filmlerinden korkarım, ama izlemeden de duramam. Bütün güzel filmleri izleyerek bitirdiğim için ağlarım.

Çiçekleri severim ve koparamam. Güzel olan her şeyi severim. Ama nefret ettiğim şeyi sevgilim seviyorsa taparım.
İnsanlar beni ya çok sever ya nefret eder. Pek ortası olmaz.
Beni mutlu eden insanları severim. Ama hayvanları daha çok seviyorum. 

Ölmekten korkmam, çünkü daha güzel bir yerde yaşayacağım.

Sevdiklerimi incitmekten korkarım.
Canımı yakan birinin en az benim kadar acı çekmesi için bildiğim tüm duaları okurum. Hiç dua bilmiyorum. Ama bilsem ederdim.
Kadın erkek eşitliğine inanmam, aşka inanırım. Hiç dışarı çıkmadan günlerce yaşayabilirim.
Neticede sevdiğim adamın oro*pusuyum.
Gece uyurken sürekli yataktan düşer gibi hissederim.
Yağmuru, evden çıkmayacaksam severim. Mutsuzken mutlu gibi yapma huyum var. Çakmaktan çıkan ateşin altındaki mavi renk kafamı karıştırır. Atomu falan parçalar birileri… Bense fillerin kalbi kırıldığında üzüntüden öldüklerini yeni öğreniyorum.
‘Taşa oturma çocuğun olmaz’ diye söylenenler, sokak köpeklerinin üşümediklerini düşünüyorlar. Yine kafam karıştı.
Yaşlanınca nasıl giyineceğimi merak ediyorum.

Ben neden büyümüyorum? İnsan büyümeden yaşlanabilir mi?

Bir şeylere vesile olmak istiyorum; bir kadının kanseri yenişine, bir bebeğin ilk adımına, bir kadının beni kıskanıp bunalıma girmesine…
Benim de böyle naçizane isteklerim oluyor ara sıra.
Bazen acımdan öle öle de giderim. Türkiye benimle de gurur duyar mı?

– Ondan ayrılmak sigarayı bırakmak gibi… Akut dönemi öyle zor geçiriyorum ki Rüya…

– Olsun. Bunu bir an önce yapman gerekiyordu. Sonuçta seninki bir kumar değil miydi?
Kazanıp kazanmamam umrumda değil, kumar oynamak istiyorum. Onu istiyorum! Çünkü… Bir şeyin yarımı, hiç olmamasından iyidir.
– Tamam ama her şeyin de tamamı yarımından güzel değil mi?
– Değil! Hele aşk acısı vurduğunda hiç değil!..

Beni deli gibi seven aptal birindense, her zaman yanımda olmayan, zeki birine tapmak hoşuma gidiyor. Çünkü sevilmekten önce sevmeye açlık duyuyorum. İmkansız olduğunu bildiğim halde onu seviyorum. Çünkü aşık olacağın kişiyi seçemiyorsun… Karşılıksız sevmek zor, onu sevmekse daha zor!..
– Saçmalama, ondan ayrılabilirsin.
– Daha önce böyle bir durumda kalmadım.
Henüz hiç karşılaşmaman, yapamayacağın anlamına gelmez.
– Yapmak isteyen kim? Annemi hatırlıyorum da:
‘Şu sigarayı o kadar çok seviyorum ki, bırakırsam mutlu olamıyorum!.. İstesem bırakırım, ama bunu benden isteme kızım… Üzülmemi istemezsin, biliyorum.’ derdi.
Sonunda sigaradan öldü… İçmeseydi daha erken ölürdü; ama bu defa mutsuzluktan…

Aşk acısının dünyada tarifi yok! İlacı, yalnızca o kişinin kendisi. Belki insanoğlunun bugünlere gelme sebebi, ama aynı zamanda en büyük ölüm nedeni!

Alkol 10 yıl, sigara belki ömrü 5 yıl kısaltır; ama 1 aylık aşk acısı bile ömürden ömür götürür…

Biliyor musun bir gün ne oldu? 🙂

Onlarca mail attım, hiçbirisine cevap vermedi. İçtim, içtim ve sarhoşken bir mail daha attım. Anında cevap geldi, ama anında.
İmla hatamı düzeltti. Bu oro*pu çocuğunun bug’ını bulmuştum. 🙂
Sonra her cevap alamadığımda uzun mailler döşeyip aralara imlası bozuk kelimeler serpiştirmeye başladım. Hemen cevap geliyordu, hemen! Ondan mail geldiğinde heyecandan telefonu elinden düşüren ben bile böylesi hızlı yanıt veremezdim.

Birinde kısa bir videosunu attı. Yalnızca sakız çiğniyor, ama çok seksi görünüyordu. Sert sakızdan çene hareketleri, şakaklarını olduğundan daha geniş gösteriyordu. Sonra internetten bir sürü çiğneme videosu izledim. Elimde olmadan herkesi ona benzetmeye çalışıyordum. Ama kimse benzemiyordu; onun kadar benzemiyordu! Nevi şahsına münhasırdı. Onu yeniden yaratsanız, o bile kendine bu kadar benzeyemezdi…


Hayatımda beni, kimsenin etmediği kadar mutlu etti.

Onu gördüğüm her rüyadan mutluluktan ağlayarak uyandım.
İnsanlar neden anlamak istemiyor. O bana sarıldıktan sonra, hayatımdaki her sorunun üstesinden gelebilecekmişim gibi geliyor. Böyle bir lüksten nasıl vazgeçerim?
Bu sihirli güce nasıl sahip bilmiyorum ama, bunu başkası bana yapamadığına göre hayatının sonuna kadar başının belasıyım.

Onunla yazıştığımda çok mutluyum.

Beni mutsuz ettiği de oldu. Bunlar, küs olduğumuz zamanlardı.
Fakat barıştığımızda, hiç ölmeyecekmişim gibi yeniden doğuyordum.
Girdiği kabın şeklini alan su, geçtiği yolların da rengini çalarmış. Ondan öyle çok şey çaldım ki… Karşı cins, bir kıza nasıl böylesi rol model olabilir?

Herkese gönderdiği şarkıları bana da gönderirdi. Bunu öyle sık tekrarlardı ki, bazen her hafta aynı şarkıyı aldığım bile olurdu.
Ben yine de üzülmesin diye ses etmezdim. O zaman çok sevinirdi.
O beni kandırmıyordu aslında, ben kendimi kandırıyordum.

Kalabalık yerlerden ölesiye nefret ediyordu ki, uyum sağlayamadığından tek yalnız oydu! Hatta tek başına bile kendini bu kadar yalnız hissetmemiştir. Kalabalıklar, onun yalnızlığına gömüldüğü yerlerdi. 
Bazen beni, bana anlatırdı. Dinlemeyi sevdiğim için değil, o anlatmayı sevdiğinden. Nasıl bu kadar bildiğine şaşırırdım.
Birisinin seni, senin bile bilmediğin ayrıntılarla anlatması ne garip!

Bir oyuncu sahnede oyun oynar, gerçek değildir. Ama gerçeği oynar.

Eğer benimle oyun oynadıysa bile hakkını teslim etmem gerekiyordu.
Daha perde inmeden, ayakta alkışlanmayı hak edecek kadar iyiydi. Onu özlemek, hiç tanımadığın birini ilk tanımak gibiydi.
Bana eski aşklarını her anlattığında içimden bir parçan kopup gidiyor.
Bunları düşündüğümde tüm benliğimle ondan nefret etmeye başlamıştım. Buna rağmen duyduğum hayranlık azalmıyordu. Hatta ondan başka bir şey düşünemez olmuştum.
Aynı fikirde olduğumuz insanlara sempati duyarız. Başlarda hiç aynı fikirde olmadık. Fakat ona sempati duymak için, zamanla fikirlerim aynı oluverdi. Babam ölene dek çok peşinden koştum, şimdiyse onun peşinden koşuyorum. Yoruldum mu, bıktım mı bilmiyorum?
Belki onu elde etsem, hedefim son bulacaktı. Şimdiyse ömrümü ona adamak istiyorum. İdolüme adamak…
Ona g
eri dönemem.
Çünkü ben onunlayken değil, hayatımdan gittikten sonra kıymetini  biliyorum. Bu acı o kadar güzel ki…
Şu an bende gördüğü değer hoşuma gidiyor.
Bazen kendime böylesi nobran davrandığım için çok kızıyorum. Kimi zaman evde kendi kendimi onunla konuşurken buluyorum. Yetinmeyi de biliyorum. Daha fazlasına sahip olabilir miyim? Belki evet… Fakat her şeye sahip olan, elindekini de kaybediyor. Her şeye sahip olmak isteyen, cezasını, gece hiçbir şeye sarılarak çekiyor… Ne onun yaptıkları doğru, ne benim söylediklerim. Hayat, bazen çerez diye çiğnediğin taş parçalarıdır.

Duman:

Ahhh… Onu size nasıl anlatabilirim biliyorum! Bıktım her hikayede tasvir etmekten. ^^ Geniş omuzlar, kemikli bir sırt… Kısa kara saçlar, sert ve hayvansı bir yüz ifadesi. Küçükken turbo sakız çiğnemiş çıkık çene kemikleri ve şakaklar.
Favorilere yeni düşmüş beyaz saçlar. Zeka dolu parlak bakışlar.
Azgın ve testosteron dolu bir aura. Sert ve kalın ses…
Güven veren cesaretli duruş. Kısacası ne ararsan onda…
 
Ama hayalet gibi… Canı isterse onu görebilirsin. Ortaya çıkmak için kimseyi dinlemez.
Onu görmüyorsanız henüz istemediği içindir. İhtiyacın varken yok, yokken var olur.
En umulmadık anda karşına çıkıp, seni takip edebilir. Ensendeki nefes, arkandaki gölgedir.
Hiç gitmeyecekmiş gibi gelir ve hiç gelmemiş gibi de gider.

Havada salınan duman gibidir.

Yakalamak için yavaş hareket ederseniz kaçacaktır, hızlı hareket ederseniz dağılacaktır. Onu anlatmak için en iyi ifade bu olurdu:
Duman…
Sinirle üflerseniz paramparça olur.
İçinize çekerseniz boğulursun.
Kızıp of çekerseniz darmadağın olursunuz.
Siz onu koklamadan biter.
Koklamaya kıyamazsanız atmosfer emer.
Adeta ellerinizden kayar gider…*Tayfun:
Cevat Kurtuluş’a (şapşal uşak) benziyordu. Kısa boylu, çelimsiz ve zayıf.
Arkadan kendini kaybetmiş gibi görünüyordu. Hayattan bir beklentisi yok gibiydi.
Bir Tempra satın alma hikayesi var ki akla ziyan…

Cebinde 10 bin lira para var.

Bir galerinin önünden geçerken içeriye çağırıyorlar.
Kiremit turuncusu bir araba.
Egzoz hafif çapraz duruyor.
Arka tamponda yama izleri var.
Bagaj kilidi yok, iple tutturulmuş.
Arka camlardaki filmleri sökerken kalan izler, öğlen yerdeki gölge oyunlarını andırıyor. Tavanda güneş yanıkları göze çarpıyor.
Jant kapaklarından birisi var.
Lastikler kabak.
Direksiyonda çatlaklar var.
Torpido kapağı kırık.
El frenini bırakmak istiyor ki eline cıvata batıyor.
Koltukların çiçek desenleri oldukça güzel. Sonra bunların sigara yanıkları olduğu anlaşılıyor. Şoför tarafının sileceği var, sağ tarafın yok. Galerici,
“Olsun abi, hızlı giderken belli olmaz o,” diyor.

Arabayı çalıştırmak için sinyal kolundaki bir düğmeye basmak gerekiyor.

Araç gümbürtüyle tekleyerek çalışıyor.
Klima çalışmıyor.
Camlar otomatik ama elle iniyor ve bir daha kalkmıyor.
Eve kadar yağmurda ıslana ıslana arabayı getiriyor.
Arabanın helezonları kesik ve yere çok yakın.
Araba altını sürte sürte mahallede ne kadar taş, tümsek, rögar kapağı varsa çarpa çarpa gidiyor.
Bir süre kızdıktan sonra bu durum hoşuna bile gidiyor.

Bir hafta sonra aracın helezonlarını yaptırıyor. Araç bu kez leylek gibi yüksek kalıyor.

Bizimkisi jiple gezmiş havası atıyor.
Aracın dijital kilometresi çalışmadığı için benle yan yana araba sürmeye gayret ediyor. Radar olan yerlerde zaten açık olan camdan benim ekrandaki km’yi soruyor.*

Mahallesindeki kabadayı bunu ne zaman görse bir tokat atıyor.

Günlerce bu böyle sürüp gidiyor. Tokat tokat tokat, günler günler günler…
Sonra bir gün dayanamıyor ve ağlayarak o da kabadayının omzuna bir yumruk atıyor.
Böyle parmak uçlarıyla minik bir fiske… Kabadayı şaşırıyor.
Sinirlenmek değil, şaşkınlık baskın geliyor.
Şoku atlattıktan sonra art arda yumruklar savuruyor. Bizim Tayfun kapanıyor ama nafile.
Bir araba dayak yiyor. Ama kabadayı ona bir daha vurmaya cesaret edemiyor.
Hayatının sonuna kadar yüzünü görmüyor. Bazen dişlerimizi göstermemiz önemli.

Hayatında bir iki defa sevgilisi oldu. Onlara dokunmaya bile kıyamadı.

Yağmurlu bir kış günü yeni tanıştığı bir aşüfteyle sinemaya giderler.
En çapraz, köşe koltuğu seçtikten sonra kız buna sakso çekmeye başlıyor.
Ama nasıl istekli, emip de morartmadan bırakmayan tiplerden.
Bizim oğlan zevkten yırtılmaya yakın, kızın kafasını tutmak için kol saatini çıkarırken arkalardan bir öksürme duyuyor.
Bakınca bir de ne görsün?!. Sinemanın arkasında 15-20 kişi sessizce bunları izliyor. Koltuklar öyle konumlanmış ki, son sıranın arkasında çapraz bir koltuk grubu daha var. 🙂 Apar topar sinemadan kaçıyorlar.

Bu çocuğun ergenliği de komedi.

Yaz gecesi uyku tutmamış, saat gecenin dördü…
Hava yapışkan sarı sıcak, gece uzun…
Ailesi yazlıktayken evde 31 çekiyor.
Bilenler bilir, sonlara gelince zevke doyamazsın, sonsuza dek uzatmak istersin.
Uzatıyor da uzatıyor; çükü kopacak! Sonunda aklına bir fikir geliyor.
Ablasının çeyizinde bir elektrik süpürgesi var.
Arçelik aquamagic modeli süpürgenin arka kapağı seksi bir kalça. Emiş deliği de kıç deliği! Poşetinden çıkarıyor. Başlıyor emdirmeye.
Bir yandan okşuyor bir yandan düğmeye aragaz veriyor.
Daha sonra komşular annesine sürekli sitem ediyor.
Sizin oğlan öyle titiz ki, saat gece 2-3 hala temizlik yapıyordu diye.
Onu tek cümlede anlatabilseydim:
Hem mükemmeliyetçi, hem loser…
Bazı konularda takıntılıdır.
Öz yapısı bozuk olan insanlara müdahalesi bana hep, denizi çekiçle düzeltmeye çalışan bir gemiciyi hatırlatır.
Karada olsa, geçmiş yağmura şemsiye açan bir zürefayı düşlerim.
İnsanlar onu çok sever, ama kızmadan da yapamazlar.
Öğrenci evindeki makarna gibidir. Herkes ondan nefret eder, ama kimse vazgeçemez.

Bunu daha çok şuna bağlıyorum. Birini kendine aşık ederken 2 şey çalışır:

     1. Kendin olursun ve aşık olmasını beklersin.
     2. Onu iyice tanıyıp nasıl bir insana vurulacağını çözersin. Sonra sessizce o insanın kılığına bürünürsün.

Kız aşık olsa bile, aslında dünyada yaşamayan, hiç olmayan bir karaktere aşık olmuştur!

Bir değişik huyu daha var ki; bunu anlatmalıyım.
Banka size kredi kartı verir ve özgürce harcarsınız.
Bankanın parasını harcarsınız.
Olmayan paranızı harcarsınız.
Sonra en sıkıştığınız zamanda ödemenizi ister.
Tek sorun bu değildir, eskisi gibi harcayamadığınız için mutsuz olursunuz.
Endorfin salgılayamazsınız.
Bir daha mutlu olamazsınız.
Kendinizi küçük ve güçsüz hissedersiniz. Artık fakirsinizdir.

İşte o da sizi önce böylesi mutlu eder.
Size çok iyi davranır.
Selamlarını hiç eksik etmez.
Kompliman yapar.
Sizi çiçeklere boğar.
Daha sonra kendisi bir sorun yaşadığında aynı ilgiyi sizden bekler.
Günlerce sizin için kullandığı kredi kartının…
Harcadığı kredinin faizini yine size ödetir.
Faturayla ilgilenmezseniz alınganlık gösterebilir!

*

25 yaşında bir sabah eşofmanlarla bakkala gidiyorum diye evden çıkmış.

Tam üç sene sonra takım elbiseler içinde lüks bir Volvo ile geri dönmüş.
Ne yaptığını ona kimse soramamış. Öyle değişik biri işte…

Hiçbir yerin kapısını çalmadan girmezdi.

Benzinlikte araç kapağını bile açmadan önce pompacıya sorardı. Bununla da yetinmez kapağı tıklatarak çalmadan açmazdı.
Şişe kolayı açmadan önce kapağa tıklardı.
Öylesine saygılıydı ki tuvalete bile oturduğunda ‘birazdan ağzınıza edeceğim için özür dilerim’ derdi

İnsan geleceği ne kadar öngörebilirse o kadar az hata yapar.
Ama bu deneyimi kazanmak için de geçmişte çok hata yapmak zorundadır.
Onunsa hatalarından ders aldığı pek görülmemiştir.

Ben Duman… Tayfun’la bir barda demleniyorduk…
– Sonuçta evlisin ve bir hayatın var? Bir eksik, bir fazla ne fark eder ki Duman? Neden bu kız senin için önemli?

– Çünkü, yasak elmanın doyumsuzluğuyla her gün birbirimize doğru çekiliyoruz.
– Hadi sen evlisin, onun nesi yasakmış?..
– Beni aldattığını düşünüyorum!
Delici bakışlarımı gözlerine diktim. Yüzünden bir gölge geçti… Kısa bir an bakışını yakaladım. Tuvalete gitmek için ayağa kalktı. Er meydanından kaçıyordu.
 
Telefonlarımız aynıydı. Sonra masadaki telefonu çaldı. Ekran ay gibi parladı.
Tayfun benimkini almış, kendi telefonunu masada bırakmış olmalı.
Numarayı tanıdım, arayan oydu; Canan…
Aşkım, beni onunla aldatıyordu. Onda ne bulmuş olabilirdi? Yani bende olmayan ne?..
 
Bir an telefonu açmayı düşündüm.
Sonra tuvalete gidip Tayfun’u öldürmeyi.
Ya da Canan’ı deşmeyi…
En sevdiğim arkadaşım mı önemli, en sevdiğim sevdiğim mi?..
 

Canımı acıtmadığı söylenemez.
Ama bu kötülük, canımı acıtmasını ummadığım biri tarafından yapılmıştı…

*

Bardan koşarak çıktım ve arabama atladım. Yolda tüm araçlarla yarışarak gidiyordum. Tehlikesiz araç sürmek kondomla seks yapmak kadar sıkıcıydı.
Tehlikeli sürmekse bir o kadar çekici.
Gerçekten tüm şeritler hakkımmış gibi sürmeye bayılıyordum.
Bir randevuya giderken son anda evden çıkıp, gecikeceğim bahanesiyle hız yapmaya bayılıyordum. Halbuki 10 dk. erken çıkabilirdim.

Apartman kümelerinden oluşan siteye girdim. 2. katta, oturduğu dairenin ışıkları yanıyordu. Perde arkasından gölgesini gördüm. Evde iki kişinin hareketleri gözleniyordu. Sanki bir tartışmanın ortasına düşmüştüm. Sonra ses kesildi ve sessizlik. Balkona tırmanıp beklemeye başladım.


10 dk. sonra yatak odasına geçtim. Parlak kahverengi gardırobun kapağı açık. Çıkardığı elbiseler ve iç çamaşırları geniş yatağın üzerinde… Giysilerini kokladım. O kadar temizdi ki. Neden banyo yapma gereği duysun? Belki de yasak aşkıyla oyuna tutuşmuştu. Belki bardayken Tayfun’u kontrol etmek için aramıştı. Eve rahatça erkek atabilmek için. Cebimden Tayfun’un telefonunu çıkardım. Ne arama, ne mesaj!.. Hiç ileti yok!


Yatağın başucunda en sevdiğimiz kitap duruyor. Sayfaları karıştırmaya başladım. Sayfa 1001’de kalmış. Altını çizdiği yere baktım:

Bu baskın olayı bambaşka hissettirdi Lordum! Sizin çok cesur olduğunuzu biliyordum. Ama bu yaptığınız hareket, cesaret tanımı için bile fazlaydı. Size bir şey olsa çok üzülürdüm; ama böyle yaptığınız için de çok onurlandım. Gözlerim doldu. Anlattıklarınız heyecan verici! Fakat sizin bir sonraki hamlenizi tahmin edememek daha heyecan verici!

Kimi zaman diyetler ödememiz gerekebilir. Satrançta büyük taş almak için piyonu feda eden stratejik zeka, sizin için de geçerli. Buna gambit denir ve bir satranç terimidir. Daha iyi bir mevki kazanmak için, bir veya birkaç taşı feda etmek gerekir. Yine en hızlı ve etkili çözümü buldunuz. Ve bu da lider özelliklerine giriyor.

*

Banyodan çıkar çıkmaz mermiyi kafasına yemesi bir oluyor. Bir iki üç mermi daha… Gözlerime bakıp, konuşamadan yere yığılıyor. Kulağında beyaz kulaklık, elinde telefonu sıkı sıkı tutuyor. Hemen alıyorum. Hala ekranda ışık yanıyor. Son numaralara bakıyorum. Beni aramış. Uyanık! Kayıtları silmiş olmalı. Diğer numaralara bakıyorum. Hepsi benim numaram. Maillere bakıyorum, yalnızca benimle yazışmış. Kulaklıktaki bu ses de ne? “Rüya” Ama bu bizim şarkımız. Rehberine giriyorum. Yalnızca 3 kişi kayıtlı:
     1. Anne diye bir kayıt ve ölen annesinin numarası!
     2. Baba diye bir kayıt ve benim numaram!!
     3. Duman diye bir kayıt ve o da benim numaram!!!Doktrin: “Herkes sana benzeyebilir, ama sadece bir süreliğine…” -ck-