Yeni keşfettiğim, meşhur bir kuru fasulyeci var. Deniz ve doğayı kesen otoyol üzerinde, eski model bir pejo minibüsün kesik penceresinden sunulan acılı kuru fasulye ve kızarmış sucuk… Oturma yerleri, derme çatma bir brandadan ibaret.

Oturma çadırı, servis minibüsünün kör noktasında kalıyor. İçerde otururken salkım salkım sucuklar dikkatimi çekti. 30 yaşlarında, kirli sakallı garsonu çağırıp sordum.

– Bu sucukları siz görmüyorken koynuna sokup çalanlar olmuyor mu?

– Bizim müşterilerimiz asla öyle şey yapmaz abi.

– Peki ya kleptomani varsa?

– Yok abi, burda öyle şeyler olmadı. Sadece ünlü bir futbolcu fotoğraf çekilmek istedi hepsi bu! Klip mlip çekimi hiç görmedim!

– Muazzam… Evet… Tabii, tabii doğru, çok doğru, çok doğru çok doğru… çok doğru…

Çalınma ihtimalleri neden bu kadar umurumda olsun ki? Sucukların bende tetiklediği bir travma mı var?

*

Babam 35 yaşlarında, ben 13 yaşımdaydım. Çiçek Abbas’ın minibüsünün mavisiyle yollara düştük; toptancılık yapıyoruz. Manisa yolu üzerinde giderken birden acıktık. Babam arkadan pişmaniye istiyor. Kutuyu açtım. Kırmızı jelatin içinde uzun, kalın çubuk pişmaniye. Ben tek tek poşetleri sıyırıp babama yediriyorum. 18 tane falan yemiştir. 🙂 Ben de 5 tane yiyebildim.

Babam konuşmayı severdi. Ama merak ettiğim şeyleri ona soramazdım. Çünkü, onların yanıtları yerine bambaşka hikayeler anlatırdı. Yani canı ne istiyorsa onu yapardı. Bu yüzden anlatılan neyse can kulağıyla dinler, öğrenirdim.

– Kitap okudukça zekanın geliştiğini fark edecek, başkalarını zor beğeneceksin. Artık onlara fazla geleceksin. Ben okudukça cahilliğimi fark ettim. Kendimi değiştiremeyeceğimi biliyordum, bu yüzden başka karakterlere büründüm.

Burasını tam anlamamıştım. Ama dedim ya, babama soru soramazdınız. Sizinle konuşuyorsa kendisi istediği içindir. Zaten dinlemeyi pek sevmez. Ne kadar anlatırsa, o kadar yararlanabilirsiniz.

Birden konuyu değiştiriyor. Hayatımda onun kadar konudan konuya atlayan birini görmedim. Ama merak etmeyin. Konu yarım kaldıysa mutlaka geri dönecektir. Henüz dönmediyse, canı istememiştir.

– Ben bu arabanın ne yağını, ne suyunu aylardır değiştirmiyorum. Sence neden?

– ?

– Bak bilemedin. Çünkü öyle çok yağ ve su eksiltiyor ki, zaten her hafta ekledikçe o sirkülasyon motorun temizlenmesini sağlıyor.

– Peki baba, arızayı yaptırsan daha iyi olmaz mı?

– Geçen gün tamirci dedi ki, abi kornan çalışmıyormuş. Fark etmedim ki. Kullanmıyorum belki ondan…

Diyerek gülüyor. 🙂 Tek gözü kısık Tekel 2000 sigarasını içerken…

Tabii ki yine sorumla alakasız bir şey daha anlatmış oluyor.Eti püsküğütlerinin satışında çalışan Erkan abim vardı. Babamla kurduğu özel bağı size anlatamam. O iş yerimize geldiğinde babam hemen ona bira açardı. Tabiri caizse enseye tokat g*te parmak sohbetleri vardı. Aralarında iki yaş olmasına rağmen babama abi der ve çok saygı duyardı. Babamın bug’ını bulmuştu. Saygı, saygı, saygı… Sanırım sadece babamla bu derece samimiydi.

Yazın onun yanında iki hafta çalıştım. Birkaç markete mal bıraktık ve dağıtıma devam ediyorduk. İnerken arabanın sol üst tavanına çivilenmiş kocaman mor yüzüğü parmağına taktı. Yüzük, Erkan abiden bile ağırdı. Cebinden de bir tespih çıkardı; şahtı, şahbaz oldu! Esselamun aleyküm ve rahmetullahi ve berekatühü ey cemaati müslimin diyerek markete daldı.

İş yerleri arasında en büyüğüydü. Girişte iri bir nazar boncuğu, içerde muska ve dualar asılıydı. Her markette Ülker görürdük; ancak burada sadece Eti ürünleri vardı. İnanamamıştım. Çünkü Ülker’in Eti’yi bisküvi piyasasında nasıl domine ettiğini hepimiz biliyoruz. Süt de sağlık yönünden, yani herkese, her yaşa, sağlık yönünden çok faydalı olduğunu biliyoruz. Burdaysa, seküler Eti, mütedeyyin Ülker’e karşıydı. Eti, inançlarına ters gelse bile hacı bakkal Erkan abiyi tercih ediyordu. Çünkü onu, o büyük markadan bile çok seviyordu. O gün inanılmaz bir ders almıştım:

“İsimlere takılmayın, insanlar birbirine sıkıca çıkarlarıyla bağlıdır.” derdi…

Bense Erkan abinin takiye (olduğundan farklı görünme) yaptığını biliyordum. Çünkü babam da onu ateist sanıyordu. 🙂

O gün gözlemledim ki yalnızca babamla değil, birçok müşteriyle iyi anlaşıyordu. Bu dengeyi kurmayı nasıl başarıyordu? Herkese kendini özel hissettiriyordu.

Farklı insanlarla konuşurken başka paketler kullanıyordu. Ayakkabı boyacısı, aracın sileceğine yapışan çingene çocuğu, otelin satın alma müdürü ya da belediye başkanı… Hepsiyle konuşurken raconu biliyordu. Hangisiyle ne formatta konuşacağını deneme-yanılmayla öğrenmişti. Müşterini ve kendini iyi tanırsan, ticarette yüzlerce satışı başarıyla atlatabilirsin.

*

Babamın Mehmet adında bir arkadaşı var. Ona genelde HBA deniyor. Yani Her Şeyi Bilen Adam. Hesaplayan Adamlar için hayat nasıl ki matematik ve hesaptan ibaretse, HBA için de hayat her konu hakkında fikir sahibi olmaktan ibaretti…

Geçen sene babamla gofret işine girmişler. Dişleri vafıl kalınlığında, kabuğu esmer, ağızdaki tadı gevrek, şeffaf yapışkan kremalı kocaman gofretler. Geçen sene o kadar çok yemiştim ki…

– Hatırladım, dedim.

– Krakerci Mesut diye bir çocuk var. Onun verdiği fikirle bizim HBA gofret işine giriyorlar. Hesap yapıyorlar; tanesini 25 kuruşa mal edip 50 kuruşa satıyorlar. Bunda beis yok.Bayraklı’da bir depo tutup 4 kızla imalata başlıyorlar. Peynir ekmek gibi, ama nasıl satılıyor! Ben hayatımda böyle ciro görmedim. Parayı koyacak yer bulamıyoruz. Kolilerce malı yetiştiremiyoruz. Hatta koli bulamadığımız bir hafta, deponun camlarındaki kartonları, gazeteleri söküp paketledik. Yine yetmedi… Kraker Mesut, salonun perdelerini söküp getirmişti de siparişleri onlara sarmıştık. Gofretler sigara dumanı kokuyordu. Daha çok satılmasın mı, nikotinin tadını alan dayanıyordu ucuz gofrete. Yaslanıyordu mala… Yahu Kızılay dağıtsa bu kadar satılmaz, bu işte bir iş var! Marketlerde kuyruk oluyor. Bazen daha markete malı indirmeden gofret bitiyor. Anneler evlerine alıp kolilerle stokluyor. Her gün çocuk okula giderken çantasına atıveriyor. Bazı marketlerde karaborsaya düşecek, o derece çok satılıyor. Hatta uğradığımız bakkalların kimisi rakibine çok bıraktığımızı duyunca, feryat figan koparıyor basıyor avazı. Tüm arabayı tükkana boşaltıyor. Tek bana satacaksınız! diyor… Hep bana…

Bir ay sonra hesap yapıyoruz ki gofretlerin maliyeti 25 kuruş değil 2,5 lira. Yani biz gofretleri 2,5 liraya mal edip 50 kuruşa satıyoruz. Gofret başına 2 lira zarar ediyoruz. Giderlerimiz de cabası. Tevekkeli değil, niye bu kadar satılıyor diye de az şaşırmadım.

Nasıl olduysa bu HBA kendine çok güvendiğinden gofret hesabını Mesut’a yaptırıyor. Bir ay sonra kontrol ettiğinde bir de ne görsün. Günlerdir zarar ediyormuşuz. Sonra Mesut ortadan kayboldu. Tüm borçlar HBA’nın üstüne kaldı. Eee ne demişler:

Kör s*kilince gapıyı dırmıklarmış.

HBA o kadar kızıyor, o kadar kızıyordu ki sürekli

O Mesudu bi yakalarsam o kırakerleri tek tek g*tünde kırıcam diyordu. 😀

☠ ☣  ☠ ☣ ☢ ☠ ☣ ☢ 

Özellikle o kalın uzun olanları, susamlı susamsız ayırmadan monte edecem…

☠ ☣  ☠ ☣ ☢ ☠ ☣ ☢ 

*

Manisa’da büyük bir fabrikaya giriyoruz. Masalarda, yüksek tavandan sarkan kancalardan akan yüzlerce sucuk var. Bir makineden sürekli sucuklar masaya akıyor. Ardından kutulara dolduruluyor.

Sucuklar tartıldı hesaplandı. Fire bedeli (kuruma sonucu kayıp ağırlık) %10 düşüldü. 300 salkım ayrıldı. Onları arabaya taşımamız gerekiyor. Babam yoldayken tembihlemişti. Sucukların başında durmalıydım. Bıyıklı, 35 yaşlarındaki adam babamın sırtına 10 salkım sucuğu yükledi ve arabaya gönderdi. Sonra benim sırtıma da 5 salkımı attı.

– Taşıyabilir misin, dedi.

– Evet, dedim ve kuzu kuzu arabaya götürmeye başladım. Babam arabada bana öyle kızdı ki:

– Oöğğğlummm ben sana sucukların başında dur demedim mi?

– Ama adam verdi baba ben napayım?

Yine içeri giriyoruz. İkimize de bir sürü sucuk veriliyor. Babam, oğlunun beli ağrımasın diye sucukları ona taşıtmıyordu.

Gerçeği yıllar sonra anladım. Çocuk sucukların başından ayrılmasın, malum, diyerek babamın adamla konuşamaması, benim adama evet, deyip susamamam salkımlarca sucuğu keriz gibi çaldırmamıza neden olmuştu. Baba-oğul enayi gibi sucukları çaldıra çaldıra arabaya taşıdık. İlişkilerde en önemli şeyin güven olduğunu daha o zaman öğrendim.

Babam beni düşündüğü için değil, kendisini düşündüğü için sucukların bana taşıtılmasını istemiyordu. Biz sucukların başından ayrıldıkça, sucuklarımızı fabrikadakilerin arasına karıştırıyorlardı.

*

Gece dönerken polis çevirmesine takılıyoruz. Yanmayan park lambası yüzünden ceza yazılmak isteniyor. Gözlüğü sanki gözlük üstünden bakmak için takmış kıdemli bir polis memuru arabanın camına yanaşıyor ve arkadaki sucuklara bakıyor. Aslında bunların mangalı iyi olur ha, diyor. Babam pek oralı olmuyor. O gün park lambası cezası yiyip eve dönüyoruz. Ama rüşvet vermiyoruz.

Babam, ödediğimiz cezanın ülkeye vergi olarak katkı sağladığını, fakat ona vereceğimiz rüşvetin, ülkeye zarar vereceğini anlatıyor. Hayatında hiç rüşvet vermedi. Genellikle de her kurala uydu.

*

Bak madem çok istedin (!) sana bir hikaye anlatayım. Sene 1953, Kore savaşından dönen genç Türk askeri ailesine telefon açıyor:

– Annecim ve babacım, savaştan sağ çıktım. Evime dönmek üzere yola çıkıyorum. Bir maruzatım var. Savaşta bacağını kaybetmiş bir asker arkadaşım yanımda. Aylarca aynı cephede çarpıştık. Her ateş hattında yanımdaydı. Onu çok seviyorum ve kaybetmek istemiyorum. Şu an gidecek yeri yok. Çünkü o savaştayken, ailesi bir tren faciasında ölmüş. İzniniz olursa onu yanımda getirmek istiyorum. Yalnız sol bacağı yok, diğer uzuvları sağlam. Hem çok yakışıklı ve temiz bir çocuk.

– Aman oğlum, ben senin annenim. Sen de çok yakışıklı ve temizsin. Her öyle olana baksaydık… O çocuk kendisine bakmalı bence. Hem belki başka akrabaları vardır, onlara sığınsa daha iyi olur. Dur babanı veriyorum.

– Oğlum, o da bizim bir oğlumuz sayılır. Ancak sen sağ salim yanımıza gel. O çocuğu da Allah bağışlamış zaten. Sakın yanında getirme. Bakmak çok zor olur. Devlete sığınıp gazi maaşı alsın. Sen onu düşünme, kendine bakabilir. Bir bahane bulup atlat, onu sakın evimize getirip de başımıza bela etme!

Asker üzülerek telefonu kapatıyor. Ve bir daha asla haber alınamıyor!.. Çocuk evine dönmüyor. Sence ne oluyor oğlum?Peki sizce ne oluyor? Cevabı herkes yorum olarak yazabilir. Haftaya cuma açıklayacağım…
Birçok kişi doğru yanıtı bildi:
Özürlü asker kendisi…